Ali Deniz Uslu

Ötanazi, bilim ve etiği sıkça karşı karşıya getiren bir konu. Latincedeki anlamı “iyi ölüm”, “tatlı ve acısız ölüm” yani tıbben iyileşemeyecek bir insanın kendi iradesi ile hayatına son vermek istemesi. Ötanaziyi intihardan ayıran nokta, tek başına bunu başaramayacak durumda olan kişinin eyleminde birilerine ihtiyaç duyması. İşte çok konuşulan, daha doğrusu tartışılan bu konuyu gündeme bir sempozyum getirdi.

Medyanın ilgisi yok denecek kadar azdı. Zaten haberi takip için gelen üç beş kişi de sonunu bile getiremedi. Neticede Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin organizasyonuyla 8 Kasım Pazartesi günü gerçekleşen ‘Ötanaziye Evet mi, Hayır mı?’ konulu sempozyumda konu hukuk çerçevesinde tartışıldı. Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tankut Centel’in önsözüyle açılan sempozyumda Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Nur Centel, yine aynı üniversiteden Doç. Dr. Bertil Emrah Oder, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Yener Ünver, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Arın Namal ilk oturumun konuşmacılarıydı.

Evet, ötanazi pek çok tartışmanın kaynağı. İşin dinsel boyutuna hiç girmiyoruz bile. Bilim insanları birbirleriyle çelişiyor. Ceza hukukçuları arasında da bir fikir birliği yok. Duruma şöyle bir bakalım. Bazı hallerde, öldürülmeyi hasta talep eder. Bir başkası da hastanın yaşamına son verir, örneğin hastaya zehir enjekte edilir veya tıbbi yardım kesilir. Ceza hukukunda buna “talep üzerine öldürme” deniyor. Dünyadaki birçok ceza kanununda bu gibi öldürmeler, kasten insan öldürme suçundan ayrı bir suç olarak düzenleniyor ve kasten insan öldürmeye göre daha az bir cezaya çarptırılıyor. Türkiye'de ise özel bir düzenleme yok. Talep üzerine öldürmeye kasten adam öldürme cezası veriliyor. Ancak kişide acıyı dindirme gibi bir saik olduğundan, bu takdiri indirim nedeni sayılarak cezasında indirim yapılabilmesi bir ihtimal. Bir başka durumda ise hastanın talebi olmasa da yakını veya bir başka kişi, onun acılarını dindirmek amacıyla hayatına son verebilir. Bu halde de yine kasten insan öldürmenin cezası içinde değerlendirilir. Diğer bir ötanazi türü ise hastaya yaşamına son vermesi için yardım edilmesi. Bu durumda bir intihar söz konusu olduğundan, kişi intihara yardımdan dolayı cezalandırılıyor. Yani durum en basit anlatımıyla bile epey karışık.

Ötanazi bir gelenek olabilir mi?

Prof. Dr. Tankut Centel, “Tıpta her an bir mucize gerçekleşir mi, yeni tedavi yöntemleri bulunabilir mi diyerek ötanaziye izin vermemeyi mi tercih etmeliyiz? Yoksa intiharın, intihara teşebbüsün suç olmadığı bir sistemde ötanazinin suç sayılmaması gerektiğini söyleyip, hekimin ölmeye yardım etmesini ya da hastanın hayat süresini uzatan müdahaleyi yapmamasını cezasız mı bırakmalıyız? Geleceğin toplumunda ötanazinin bir gelenek olabileceğini de düşünmemiz gerekiyor” diyerek başladı söze. Konuşmasında tüm dünyada ötanazinin yaşadığı çelişkinin özeti vardı. Prof. Dr Nur Centel ise durumu, “Yaşama hakkı insanın en temel hakkı, kişi bu hak üzerinde tasarrufta bulunamaz. Ancak son yıllarda bu yaklaşım değişiyor, yaşamın kısa süre sonra sona ereceği veya çok ızdıraplı olacağı hallerde ölüm öne çekilerek, ölüme aktif yardım edilmesi, tedavi yükümlülüğün yerine getirilmemesi gibi konularda farklı bakış açılara ortaya çıkıyor. Bunlar geçmişte mutlak suçtu. Şimdi olanaklı halleri var ve bazen suç sayılmıyor” şeklinde yorumladı.

Doç. Dr. Bertil Emrah Öder, konuya Osmanlı siyasal kültüründe ölme düşüncesinin Tanzimat’ın son döneminde görüldüğünü anlatarak devam etti. Belki bu ötanazi değildi ama ölmenin iradi bir kararla gerçekleşmesi konusunda siyasal yazında var olan bazı ipuçlarından bahsetti. Zaten Abdülaziz’in de hayatına son verdiği konusunda birtakım tartışmaların olduğunu hatırlattı. Sonra da askeri müdahaleler, olağanüstü haller, ağır insan hakları ihlalleri yaşanan bir ülkede yaşam hakkı yokken ölüm hakkının konuşulmasının biraz da ironik olduğunu söyledi.

Öder, “Türkiye açısından yaşam hakkının koruma alanına ölme hakkı giremez. Yaşam hakkına dayanarak, iradeli de olsa ölüm hakkını savunamayız. Durum hukuki bir çıkmazda, yani yakın zamanda da bu anlamda bir gelişme öngörülmüyor. Anayasa hukuku açısından da aktif ötanazi Türkiye için mümkün değil. Sağlık alanı kanun yerine tüzük ve yönetmeliklerle yönetiliyor. Bunlar da kapalı kapılar ardında hazırlanıyor. İşte en büyük handikabımız. Bu durum işlevsel olarak hızlı ama anayasaya uygun değil. Kanuni dayanağı yok. Yakın zamanda gördüğümüz genetiği değiştirilmiş organizmalarda olduğu gibi. Hasta Hakları Yönetmeliği kanunla, ayrıntılar yönetmelikle düzenlenmelidir. Aksi halde çok sıkıntı yaşarız” diyerek durumu özetledi.


Cumhuriyet / Dergi