“Biz, Birleşik Devletler Halkı, daha mükemmel bir birlik yaratmak, adaleti sağlamak, ülke içinde huzuru güvence altına almak, ortak savunmayı gerçekleştirmek, genel refahı artırmak ve özgürlüğün nimetlerini kendimize ve gelecek kuşaklara sağlamak için bu Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nı takdir ve tesis ediyoruz.” diye başlıyor Amerikan Anayasası.
 
Biliyoruz ki,  anayasaların başlangıç kısımları, anayasanın dayandığı temel felsefeyi ve hayali ortaya koyan metinlerdir. Öyle sanıyorum ki devletlerden her biri anayasasının başlangıç bölümünde ‘adalet’e ulaşma azminden bahsetmiştir. Bu bakımdan neredeyse her devlet adalet ve hukukun ulusal yaşamın tüm kurumlarına şekil verdiği bir toplumsal düzeni olabildiğince etkin olarak sağlayarak ve koruyarak tüm halkın refahını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. 
 
İşte bu yazımda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Anayasası`nın, adaleti sağlama yolunda, yargı kurumlarının işleyişine yönelik sistematiğini incelemeyi amaçlıyorum. 
 
Öncelikle görüyoruz ki, ABD ulusunun kurucuları bağımsız bir yargıyı, Birleşik Devletlerde yaşayan tüm vatandaşlar için adil ve eşit bir adalet sağlamanın olmazsa olmaz bir şartı olarak öngörmüşlerdir. Bağımsız bir yargının diğer anayasal organlardan tamamen kopuk olmayı gerektirmediği de ABD Anayasası ile belirlenmiştir. Bu itibarla Anayasaya göre, Federal devletin üç organı, yasama-yürütme ve yargı, “kontrol ve denge” olarak bilinen bir anayasal sistem içerisinde işlemektedir. Bunun anlamı, her ne kadar resmi olarak her bir organ diğer ikisinden ayrı ise de, Anayasa, bu organların birbiri ile etkileşimli hareket etmesine yönelik düzenlemeler öngörmüştür.
 
Örneğin, federal mahkemelerde görülecek davaları belirleme yetkisi yargıda değil, Amerikan Kongresindedir. Yine, Anayasaya göre, federal hâkimleri Kongrenin tavsiyesi ve onayı ile ABD Başkanı atamaktadır.
 
Bu açıklamamdan sonra Amerikan yargısının nasıl şekillendiğini incelemeyi uygun buluyorum. Şöyle ki; ABD`de yargı sistemi, federal mahkeme sistemi ve eyalet mahkeme sistemi olmak üzere kendine özgü ve farklı iki mahkeme sisteminden oluşmaktadır. Hangi durumlarda federal mahkemelerin hangi durumlarda ise federe mahkemelerin yetkili ve görevli olduğu hususunda tartışma bulunmamaktadır. Bu husus, belirli ve net olarak belirlenmiştir. 
 
Amerikan Yüksek Mahkemesi (Supreme Court), federal mahkeme sisteminin en üstünde bulunmaktadır. Washington DC.’de bulunan Mahkeme, İstinaf mahkemesinin kararından memnun olmayan tarafların başvuruları ile faaliyetini sürdürmektedir. 
 
Eyalet mahkemelerine baktığımızda; bunların, yargılama mahkemeleri, istinaf mahkemeleri ve Eyalet Yüksek mahkemelerinden oluştuğu görülmektedir. Bu şekillenmede genel yetkili yargılama mahkemelerinin eyalet sisteminde temel mahkemeler olduğu göze çarpmaktadır. Bunlar, genellikle bir hâkim ile (genellikle de jüri ile birlikte) bu davalara bakmaktadırlar. Bu davalarda jüri maddi vakıalara karar verirken, hâkim sonuç olacak hukuksal kararı vermektedirler.
 
Amerikan mahkemelerinde yargılama, tarafların iddialarını tarafsız bir jürinin önünde savunmalarına bağlı olduğu için, yargılama usulü çekişmeli bir sistemdir (Adversarial System). Bu sistematiğe ve inanışa göre, mahkemenin önünde tarafların çatışmasının, jüri veya hâkime gerçeği belirleme ve uyuşmazlığı huzurda çözmek için bir imkân sağlama olasılığı çok yüksektir. Bizim de içinde bulunduğumuz Kara Avrupası hukuk sisteminde, hâkimler delil bulmak için taraflara yardım ederlerken ya da kendileri bu hususları resen araştırır ve tanıkların ifadelerini alırken, ABD`de delil toplama ve onları mahkemeye sunmak için hazırlama işlemleri, genel olarak mahkemeden herhangi bir yardım olmaksızın dava tarafları ve onların avukatları tarafından yapılmaktadır. 
 
Buna ilişkin en önemli vasıtalardan birini de federal ceza davasının başlangıcında rol oynayan Birleşik Devletler kamu avukatları (savcılar) ve tahkikat jürisi oluşturmaktadır. Amerikan kamu avukatları bütün ceza davalarını içeren çoğu mahkeme sürecinde Birleşik Devletleri temsil etmektedirler. Tahkikat jürisi ise, Amerikan savcıları tarafından sunulan delilleri gözden geçirmekte ve sanık hakkında yargılama yapılmasını gerektirecek kadar yeterli delil olup olmadığına karar vermektedir.
 
ABD hukuk sistematiğinin bizim uyguladığımız yargısal usulden en önemli farklarından biri hiç kuşkusuz jüri sistemidir. Bu sistemin en önemli getirisi de halkta sağladığı adalete katkı verildiği konusundaki tatmin ve bu çerçevede bireylerin yargısal kararların doğrudan içinde olduğu hissiyatıdır diye düşünüyorum. Federal mahkemelerde özgün görevler ifa eden iki tip jüri bulunmaktadır: Bunlardan birincisi yargılama jürisi ve diğeri ise yukarıda açıklama fırsatı bulduğumuz tahkikat jürisidir.
 
Ceza yargılaması jürisi genelde 12 üyeden oluşmaktadır. Ceza jürisi sanığın isnat edilen suçu işleyip işlemediğine karar vermekte, verilecek cezayı belirlemektedir. Normalde 16 ile 23 arasında üyeden oluşan tahkikat jürisi ise yeterli delil olduğuna karar verirse savcı sanık hakkında bir iddianame hazırlamaktadır. 
 
ABD hukuk yapısında jüri adayları yargı alanındaki kayıtlı seçmen listesinden veya birleştirilmiş seçmen listesi ve sürücü belgesi olanların isimlerinden rastgele seçmek suretiyle oluşturulan jüri havuzundan seçilmektedir. Duruşma için jüriye ihtiyaç duyulduğu zaman, nitelikli jüri üyeleri yargılamanın yapılacağı duruşma salonuna götürülmekte ve sonra hâkim ve avukatlar muhtemel jüri üyelerine onların jüri üyesi olmak için yeterli olup olmadıklarını belirlemek amacıyla soru sormaktadırlar, bu süreç jüri seçim prosedürü (voir dire) olarak bilinmektedir. Anlaşılacağı üzere, jüri seçim prosedürünün amacı, davada adaletli olarak karar vermeyebilecek insanları jüriden çıkarmaktır.
 
Jüri sisteminin gerek teorisi gerekse uygulanışı konusunda birçok eleştiri aldığı da bir gerçektir. Örneğin; yanlış jüri sistemi neticesinde duygusal ve önyargılı kararlar alınabildiği, gerekçeye ihtiyaç duymayan jüri kararlarının eşitsizlik yarattığı, yöntemin adaleti sağlamada ve karara varmada gereksiz gecikmelere sebep olduğu, hiçbir uzmanlığı ve hatta konuyla ilgisi olmayan kişilerin verdigi kararların adaletli olmayacağı itirazları bulunmaktadır. 
 
Bunun yanında diğer görüş sahipleri tarafından ise; hakimler tarafından verilen kararların önyargılı olabileceği fakat 12 üyeli jürinin önyargısından bahsedilemeyeceği, jüri sistemi ile yasaların sözünün değil ruhunun yaşatıldığı ve adalete daha yakın kararlar alınabildiği, yasaların katı bir şekilde yorumlanmasının önlendiği, jüri hizmeti ile vatandaşların yargıya olan ilgilerinin canlı tutulduğu, kararların sorumluluğunun tamamen hakimin üzerinde bırakılmasının önlendiği, rüşvet ile karar alınmasını zorlaştırdığı, jüri sistemi ile her yargılamaya yeni bir anlayışla yaklaşıldığı ve bunun da yargının canlılığını sağladığı ifade edilmiştir. 
 
Sonuç olarak, ABD yargı sistemi konusunda giriştiğim bu küçük deneme bahanesiyle, kendi ülkemizde geçerli olan hukuk sistemimizin yeniden ve belki de jüri sistemi de dahil olmak üzere farklı bakış açılarıyla değerlendirilebilmesini diliyor, adalete ulaşmak adına hızlı ve dikkatli adımlara ihtiyacımız olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Saygı ve sevgilerimle... 

Av. Meltem Banko

(Bu köşe yazısı, sayın  tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)