Dün ”insanlar” adlı belgeseli izlerken, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlar belli temalar etrafında kendi kişisel hikâyelerini, çok doğal ve bir o kadar dokunaklı bir üslupla anlatıyorlardı. Doğrusu ekranda beliren her yüz, belli bir yaşanmışlığın ardından gelen bir ses tonuyla, konuşuyordu ve ağızlarından çıkan her sözcük, kurdukları her cümle kalbime bir neşter atılmış gibi içimi acıtıyordu. İnsanların hayat tecrübeleri, kendi kültürleri içinde varoluşları ve bizzat yaşayıp kahramanı oldukları hikâyeleri dinlemek, beni her zaman sarsar ve derin bir iç hesaplaşmaya iter.

Belgeselin bir yerinde Eski Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica, bir portre olarak belirdi ve şöyle bir cümle kurdu.” Biz artık iflah olmaz bir tüketim toplumu olduk” dedi ve devam etti ‘‘ Bugün satın aldığımızı yarın çöpe atıyoruz ve tekrar gidip aynı şeyi ya da şeyleri satın alıyoruz.” Çok önemli bir şey söyleyeceğini fark etmiştim, o nedenle daha dikkatle dinledim eski devlet başkanını. ” Biz satın aldığımız her şeyi para ile satın aldığımızı sanıyoruz. Hayır, onları para ile satın almıyoruz, onları hayatımızla satın alıyoruz,çünkü satın alabilmek için ömrümüzün önemli bir zamanını para kazanmak için harcıyoruz”..

Buraya kadar olan bölümde çok da yabancısı olduğum şeyler söylemedi aslında. Ama daha sonra ağzından çıkan kelimeler benim için çok öğretici oldu. ” Satın aldığımız şeyleri aslında para ile asla satın alamayacağımız bir şeyle satın alıyoruz. Hayatla, hayatımızla ve hayatımızı asla satın alamayız.’‘ dedi. ” Satın aldığımız şeyler bizi mutlu etmez. Mutlu olmanın tek yolu elimizdekilerle yetinmektir. Sakın yanlış anlamayın ben yoksulluğu savunmuyorum. Benim karşı çıktığım şey gösteriştir.”

Yoksulluğu savunmadan, yoksulluğu meşru göstermeden gösterişe karşı çıkmak düşüncesi, doğrusunu söylemek gerekirse benim için yeni bir kavrayıştı ve olağanüstü ilham vericiydi.

Uzun süre bu sözlerin etkisinde kaldım. Saatlerce o ses tonu ve bu basit ifadeler aklımdan çıkmadı. Ve gördüğünüz gibi, bu etki şimdi bana bu satırlarla o düşünceleri sizinle paylaşmaya kadar götürdü.

Mutluluğu elimizde olan ile ilişkilendirmesi basit ama çok doğru bir düşünce bence. Çünkü bizim mutsuzluğumuzun kökeninde hep karşılanmayan beklentilerimiz, aşırıya kaçan taleplerimiz yer tutmuyor mu? Elimizde olanla yetindiğimiz de hangi düşünce, hangi olgu ya da olay gelip bizi mutsuz edebilir ki. Mutluluk elimizdeki ile yetinip onu paylaşma arzusu değil mi? Eğer biz hem elimizdeki ile yetiniyor ve hem de elimizdekini ötekiler ile paylaşmaya özen gösteriyorsak işte o zaman ruhumuzun dermanı olabilir.

Kendi hayatımızı tüketmek pahasına çılgınca bir tüketim histerisine kapılmış birileri mutlu olabilir mi? Aklını, insani kapasitesini ve ahlak anlayışını aşan bir tüketim talebi kime huzur getirebilir? Hiç kimseye.

Aslında Uruguay Eski Devlet Başkanı Jose Mujica’ nın sözleri bir davet bir çağrı. Kendimizle yüzleşme çağrısı. Kendimizle yüzleşmeden zaaflarımızla nasıl yüzleşebiliriz. Kendimizle yüzleşmenin biricik anahtarı da kendi hayatımızın değerini bilmekten geçiyor. Kilit bizzat bizim hayatımızdır. Eğer kendi hayatımızın değerini bilirsek, peşinden koştuğumuz o fazla her şeyin aslında gösteriş olduğunu anlarız. Gösteriş için hayatımızı paramparça ettiğimizi görürüz.

Gösteriş için hayatımızı feda etmek gerekir mi? Hayatımız bu kadar basit ve ucuz mu?