2019 yılı Mart ayından bu yana ülkemizi ve tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgının etkileri sürmekle birlikte, aşı çalışmalarının olumlu sonuç vermesi ile Dünya genelinde Aralık 2020, Türkiye’de ise 13 Ocak 2021 tarihinde aşılama uygulamalarına başlanılmıştır. Ülkemizde aşılama uygulamasına başlanması ile aşılamayı destekleyen kesimin yanında reddeden de birçok vatandaşımız bulunmaktadır. Covid-19 pandemisinden önce de bazı ebeveynlerin aşıların birçoğunun içeriğinde alüminyum olması ve bu nedenle ileride birçok rahatsızlıkların ortaya çıkabileceğini, aşılanma yerine hastalığı geçirmenin daha güçlü bağışıklık sağladığını, aşı uygulamalarının ticari pazar olduğunu düşünmeleri gibi çeşitli nedenlerle çocuklarına kızamık, suçiçeği gibi aşıları yaptırmak istememeleri sebebiyle de devlet tarafından aşı zorunluluğunun getirilip getirilemeyeceğine ilişkin tartışmalar mevcuttu. Türkiye'de 2011 yılında yalnızca 183 aile çocuğuna aşı yapılmasını reddederken 2017 yılında bu sayı 23 bine yükselmiştir.[1]

Ülkemizde Covid-19 aşılamasına geçilmesi ve aşılamanın özellikle son zamanlarda hız kazanması ile zorunlu aşı uygulamasının başlatılıp başlatılamayacağı tartışma konusu olmuştur. Bu sebeple gerek Anayasa ve mevcut ulusal mevzuatlarımız gerekse uluslararası taraf olduğumuz sözleşmeler kapsamında aşı uygulamasının hukuka uygun olarak zorunlu tutulup tutulamayacağını irdelemek gerektiği düşüncesindeyiz.

Covid-19, ülkemizde ilk vakanın görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi, diğer bir ifade ile küresel salgın ilan edilmiştir.[2] Küresel salgının, olağanüstü bir durum olduğunu bu noktada belirtmek gerekmektedir. Olağanüstü durumlar gerek Anayasamızın 15. maddesinde gerek uluslararası sözleşmelerde, savaş ya da insanların hayatını tehdit eden başkaca tehlikeler kapsamında düzenlenmiştir.[3][4][5] Covid-19 salgınıyla etkin mücadele edebilmek adına İspanya, Japonya, Lübnan gibi birçok ülkede olağanüstü hâl ilan edilmesine karşın ülkemizde Covid-19 ile olağan yollarla mücadeleye devam edilmektedir. Bu nedenle gündemde olan zorunlu Covid-19 aşı uygulamasını olağan hukuk kuralları çerçevesinde irdeleyeceğiz.

Salgın hastalık ile mücadele konusunda alınan önlemlere bakıldığında bir tarafta bireylerin temel hak ve özgürlükleri yer alırken diğer tarafta ise toplum sağlığı, devlet ekonomisi gibi değerler bulunmaktadır. Salgın hastalıkla mücadele konusunda alınacak önlemleri aşı konusu ile sınırlamak gerekirse; bir tarafta zorunlu aşı uygulaması diğer tarafta ise vücut dokunulmazlığı hakkı ile karşı karşıya kalıyoruz. Vücut dokunulmazlığı hakkı hem Anayasamızın 17.maddesinde hem de [1] BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 17. Maddesi[6], İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 12. Maddesi[7] ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi[8] başta olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerinde de temel haklar kapsamında düzenlenmiştir.

Zorunlu Covid-19 aşı uygulamasına başlanması halinde temel haklar kapsamında yer alan vücut dokunulmazlığı hakkına sınırlama getirilmiş olacaktır. Anayasamızın 13. maddesi uyarınca temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın ancak ve ancak kanunla sınırlandırılabilecektir. Salgın hastalıklar ile ilgili düzenlemelerimize baktığımızda; Türkiye’de salgın hastalıklar konusu 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunda düzenlenmekte olup Kanunun 57. maddesinde salgın hastalıklar sayılmıştır.[9] Kanunun 72. maddesinde ise aşı uygulamasının da yer aldığı tedbirler düzenlemektedir.[10] Her ne kadar Kanunun 64. Maddesi sayılan salgın hastalıklar dışında bir hastalığın ortaya çıkması halinde Sağlık bakanlığına halk sağlığının korunması, geliştirilmesi, hastalıklarla mücadele edebilmesi için yetkiler vermekte ise de bu hüküm genel nitelikte olup, vücut bütünlüğüne sınırlamalar getiren aşı uygulamasına ilişkin 72. madde hükmü özel nitelikte olduğundan özel hüküm niteliğinde olan kuralın uygulanması gerekmektedir.[11] Kanunun günümüze kadar çok fazla değişiklik göstermediği de nazara alındığında düzenlenen hastalık ve salgın hastalık kavramlarına girebilecek hastalıkların da çoğunun güncel olmadığını belirtmek gerekmektedir. Virüs kaynaklı hastalıklar kanun kapsamında salgın hastalık olarak kabul edilmediğinden kanun kapsamındaki zorunlu aşı düzenlemelerinin de Covid-19 salgın hastalığı için uygulanamayacağını belirtmek gerekir.

AYM kararlarında zorunlu aşı uygulaması ile ilgili olarak Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabulü için de müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zaruridir. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta, bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı sağlamaktadır.

Kanunun, bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi için yeterince ulaşılabilir olması yani vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfiliğe karşı uygun bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir” şeklinde ifadelere yer verilmiştir.[12] Aynı şekilde AİHM Kararlarında da zorunlu aşı uygulamasının kanuni dayanağının bulunması gerektiği ve ancak bu şekilde zorunlu aşı uygulamasının haklı bulunabileceği vurgulanmıştır.[13]

Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını incelediğimiz zaman; zorunlu aşı uygulamasının getirilmesi halinde kanunda açıkça ve ayrıntılı olarak düzenlenmesi gerekmekte olduğunu görmekteyiz. Bu noktada yalnızca zorunlu aşı uygulamasının değil, zorunlu aşının birey tarafından reddedilmesi halinde uygulanacak olan idari yaptırımların da kanunda açık ve ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesi gerektiğini belirtmek gerekir.

Zorunlu aşı uygulamasının temel hak ve özgürlükleri sınırlandıracağı nazara alındığında; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının anayasallığının denetiminde üç aşamalı bir yöntem izlenmesi gerekliliğinden de bahsetmek gerekmektedir. Bu yöntemin ilk aşamasında yasayla getirilen sınırlamanın ilgili olduğu temel hak ve özgürlüğün tespit edilmesi gerekir. Diğer aşamada bu sınırlamanın meşruluğu araştırılmakla birlikte üçüncü aşamada ise müdahalenin, meşru amaca ulaşmak için ölçülü olması aranmaktadır. Bu kapsamda zorunlu Covid-19 uygulaması irdelendiğinde; sağlık hakkının Anayasamızda bağımsız bir madde olarak düzenlenmediğini vurgulamamız gerekmektedir. Sağlık alanındaki temel hakların anayasal dayanağı; yaşam hakkı ve kişinin maddi ve manevi varlığını koruması ve geliştirmesi hakkıdır. Bu hakkın yine Anayasamızda güvence altına alınmış olan vücut bütünlüğü hakkı ile sıkı sıkıya ilişki içerisinde olduğunu da belirtmek gerekir. Aşılamanın zorunlu tutulması halinde bireylerin vücut bütünlüğüne müdahalede bulunulmuş olacaktır. Vücut bütünlüğü hakkı, Anayasamızın 17. Maddesinde düzenlenirken önleyici yükümlülüğünün yanında devlete bireylerin yaşama hakkının koruması için tedbirler alma ödevi, yani koruma yükümlülüğü de yüklemektedir.[14]

Bireylerin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü hakkı AİHS’nin 8. maddesinde özel yaşamı koruma hakkı kapsamında düzenlenmiştir. AİHS’ne göre zorunlu Covid-19 aşı uygulaması gibi salt vücuda yönelik müdahalelerin de 8. madde kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, Halime Sare Aysal başvurusunda; özel hayat kavramının geniş bir kavram olduğunu, özel yaşama saygı hakkının koruduğu hukuki yararlardan birisinin de kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı olduğunu açıklamış ve bu kapsamda Anayasamızın 17. maddesinde yer alan maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkının AİHS’nin 8.maddesi kapsamında özel yaşam hakkının kapsamına giren fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkına karşılık geldiğini vurgulamıştır.[15]

Zorunlu Covid-19 aşı uygulaması kapsamında vücut bütünlüğü hakkının sınırlandırılmasına ilişkin olarak Anayasamızın 17. Maddesinin 2.fıkrası “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz” şeklindedir. Madde metninde yer alan “kanunda yazılı haller dışında” ibaresi kanun koyucunun takdir yetkisini göstermekte olup bu ifadeden 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunun anlaşılması gerekir. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Umumi Hıfzıssıhha Kanununda virüs kaynaklı hastalıklar salgın hastalık olarak değerlendirilmemekte olup bu kapsamda gönüllülük durumu hariç, bireylere Covid-19 aşısı yapılması mevcut yasal düzenlemelerimize göre mümkün değildir. Dolayısıyla mevcut düzenlemelerimizin aksine bir uygulama olarak Covid-19 aşı uygulamasının zorunlu tutulması durumunda; Anayasamızda güvence altına alınan vücut bütünlüğü hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

Zorunlu Covid-19 aşısının uygulanması kapsamında vücut bütünlüğü hakkımıza müdahalede meşru amacın bireysel ve toplumsal sağlığın korunması olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla diğer koşulların da sağlaması halinde Covıd-19 salgını gibi öldürücülüğü ve insanlarda bıraktığı kalıcı etkileri yüksek olan bir hastalık için zorunlu aşı uygulaması konusunda meşru amacın varlığını kabul etmek gerekmektedir. Nitekim daha önce de bahsettiğimiz üzere devletin yaşam hakkı konusunda pozitif bir yükümlülüğü bulunmaktadır. Yani devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını; kamusal makamların, diğer kişilerin ve kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı korumakla yükümlüdür.

Zorunlu Covid-19 aşı uygulaması ile vücut bütünlüğü hakkı arasında anayasal denetim kapsamında kurulması gereken ölçülülük kriteri incelendiğinde ise güncel haliyle aşının virüs ile mücadelede en önemli ve etkili tıbbi tedbirler arasında yer aldığı söylenebileceğinden elverişlilik kriterinin karşılandığını söylemek gerekmektedir. Covid-19 aşı yükümlülüğü ile hedeflenen amaca, daha az temel hak ve özgürlüğü sınırlandıran bir önlem ile ulaşılamayacağı nazara alındığında; zorunluluk kriterini de karşılayacağı söylenebilir. Nitekim aşının zorunlu tutulmasından ziyade aşı yapılmasının teşvik ve tavsiye edilmesi, kişinin seçimine bağlı olacağından, amaca ulaşmak için aynı derecede etki eden bir yöntem olarak görülemeyeceği kanaatindeyiz.

Zorunlu aşı uygulaması konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise; vücut bütünlüğü hakkı ile Covıd-19 bulaşıcı hastalığının önlemesi arasında uygun bir denge kurulması gerekliliğidir. Ancak aşı konusunda mevcut bilgilerimiz nazara alındığında, kişiler üzerinde uzun vadede yol açabileceği yan etkiler tam olarak saptanamadığından, toplum sağlığı ile kişinin vücut bütünlüğü arasındaki orantının zorunlu aşı uygulamasında sağlanıp sağlanamayacağının tespit edilmesi mümkün değildir. Zorunlu aşı uygulamasının bireyler açısından vücut bütünlüğü ve yaşam hakkı boyutuyla düşük de olsa bir riziko içermesi söz konusu ise bu uygulama ile anayasal hak ihlalinin söz konusu olacağının söylenmesi gerekmektedir. AİHM göre de toplum sağlığını korumayı amaçlayan aşı uygulamasının, kişinin sağlığına zarar vermediği ölçüde orantılı olduğu kabul edilmektedir.[16]

Gerek ulusal gerek ise uluslararası düzenlemelerde temel hak olarak düzenlenen vücut bütünlüğü hakkını sınırlandıran zorunlu aşı gibi bir uygulama yetkisinin idare tarafından kullanılabilmesi için; bu yetkinin kim tarafından, nasıl, hangi amaçla kullanılacağını, kapsamını ve bireylerin bu uygulamaya karşı başvuru yollarını ortaya koyan kanuni bir düzenleme olması gerekmektedir. Mevcut haliyle yürürlükteki kanunlarımız da genel bir aşı yükümlülüğü getirme hususunda bir yetkilendirme içermemekte olup bu nedenle de zorunlu aşılar bakımından herhangi bir kanuni dayanağımız olduğunu söylemek mümkün değildir.

Türkiye’nin taraf olduğu İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’ne de değinmek gerekirse; sözleşme ana ilke olarak “tıbbi müdahalelerde rıza” prensibine vurgu yapmaktadır.[17] Sözleşmede, tıbbi müdahale edilecek kişiye, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında önceden uygun bilgilerin verilerek rıza alınması gerektiği düzenlenmiştir. Covid-19 aşısı kapsamında baktığımızda; güncel haliyle aşının uzun veya kısa vadeli yan etkilerinin belirli olmaması nedeniyle aşı uygulaması yapılacak kişiye böyle bir aydınlatmanın yapılamayacağı açıktır. Her ne kadar Sözleşmenin 8. maddesinde acil durumda rıza aranmadan müdahaleye imkân verilebileceği düzenlense de kişinin sağlığına zarar verebilme ihtimali olan bir acil müdahalenin yapılamayacağının kabulü gerekmektedir.[18] Nitekim aşı şeklindeki tıbbi müdahalenin de kişi için acil durum gerektirdiğinin de mümkün değildir. Bu sebeplerle Covid-19 salgını için zorunlu aşı uygulaması ülkemizin taraf olduğu İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi bakımından da mümkün değildir.

Aşı uygulamasının zorunlu hale getirilebilmesi için Covid-19 virüsünün salgın hastalık kapsamına alınmasından sonra aşısının zorunlu aşılar kapsamında açıkça ve kanunen düzenlenmesi, aşı olmaya yönelik zorlayıcı tedbirlere yer verilmesi gerekmektedir. Düzenleme yapılırken aşı uygulaması yapılacak olan kişiler üzerinde oluşabilecek yan etkiler dikkate alınarak sağlık taraması yapılmasının öngörülmesi, aşı uygulanacak kişilerin aşı kararına veya uygulanma şekline ilişkin başvurabileceği hukuki yollar açıkça hüküm altına alınmalıdır. Zorunlu aşı uygulaması ile kişinin vücut bütünlüğüne müdahale öncesinde, kişinin sağlık durumunun kontrol edilmemesi ve müdahale sonucunda kişinin sakat kalması, hayati tehlike atlatması veya hayatını kaybetmesi halinde Anayasamızın 17. maddesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 8. maddesi ile yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin Devlet tarafından ihlal edilmiş olacağını belirtmek gerekmektedir.

--------------------

[1]https://tr.euronews.com/2019/04/27/turkiye-de-zorunlu-asi-gundemi-avrupa-da-asi-yaptirmayan-ailelere-para-cezasi-var” (Son Erişim Tarihi:21.06.2021)

[2]https://covid19.saglik.gov.tr/TR-66494/pandemi.html (Son Erişim Tarihi: 22.06.2021)

[3] Anayasa Madde 15: “Savaş, seferberlik (…) veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

[4] AİHS Madde 15/1: “Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşme’de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.”

[5] BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi Madde 4/1: Sözleşmeci Taraf Devletler, ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü bir durumun meydana gelmesi ve bun resmen ilan etmeleri halinde, durumun zorunluluklarının kesinlikle gerektirdiği ölçüde, uluslararası hukuktan doğan diğer yükümlülüklerine aykırı düşmeyecek ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din, toplumsal köken gibi sebeplerle ayrımcılık içermeyecek şekilde, bu Sözleşmedeki yükümlülüklerinde azaltma yapan tedbirler alabilir.”

[6] BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi Madde 17: “Hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamaz.Herkes bu tür saldırılara veya müdahalelere karşı hukuk tarafından korunma hakkına sahiptir”.

[7] İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 12:Hiç kimsenin özel yaşamına, ailesine, evine ya da yazışmasına keyfi olarak karışılamaz, onuruna ve adına saldırılamaz. Herkesin, bu gibi müdahale ya da saldırılara karşı yasa tarafından korunma hakkı vardır.”

[8] AİHS Madde 8: “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

[9]1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 57: “Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi - paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) - bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması has talıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.”

[10] 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 72: 57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: 1 - Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz'ı. 2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı. 3 - Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri. 4 - Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı. 5 - Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri. 6 - Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men'i. 7 - Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi.”

[11] 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 64: 57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.”

[12] AYM’nin 2013/1789 Başvuru Numaralı, Halime Sare Aysal Kararı.

[13] https://www.yorulmazmedikolegal.com/aihmin-zorunlu-asi-karari/” (Son Erişim Tarihi: 23.06.2021)

[14] Doğru, Osman, Yaşama Hakkı Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru El Kitabı-5, Ankara, 2018, s. 41.

[15] AYM’nin 2013/1789 Başvuru Numaralı, Halime Sare Aysal Kararı: “Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel yaşam” kavramı AİHM tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında, “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının, özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel yaşamın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında, kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu bağlamda kişinin vücut bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır.”

[16]http://forensislaw.com/blog/zorunlu-asilama-aihm-karari (Son Erişim Tarihi:23.06.2021)

[17] İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi Madde 5: “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi, muvafakatini her zaman, serbestçe geri alabilir.”

[18] İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi Madde 8: “Acil bir durum nedeniyle uygun muvafakatın alınamaması halinde, ilgili bireyin sağlığı için tıbbî bakımdan gerekli olan herhangi bir müdahale derhal yapılabilir.”