6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 23.09.2012 tarihinde yürürlüğe giren 45. maddesinin 1. fıkrasına göre; Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir”.

Aşağıda yer verdiğimiz açıklamalar eşliğinde; Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru hakkının kullanımına ilişkin usule ve esasa dair dört tespiti/sorunu bilgi ve değerlendirmenize sunmak isteriz.

1- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 71. maddesine göre; Bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi halinde, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hallerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.

Adalet Bakanlığı başvuruya ilişkin görüşünü otuz günlük süre içinde bildirir. Talep halinde Bölüm Başkanınca bu süre otuz güne kadar uzatılabilir. Başvurunun Adalet Bakanlığına bildiriminden itibaren belirtilen sürelerde cevap verilmediği takdirde, Mahkeme dosyadaki bilgi ve belgelere göre kararını verir. Mahkeme, içtihadın oluştuğu alanlarda veya ivedilikle karar verilmesi gereken durumlarda Bakanlık cevabını beklemeden başvurunun kabul edilebilirlik ve esası hakkında karar verebilir.

Adalet Bakanlığının cevabı başvurucuya tebliğ edilir. Başvurucunun tebliğ tarihinden itibaren varsa karşı beyanlarını, onbeş gün içinde Mahkemeye sunması gerekir.

6216 sayılı Kanunun 49. maddesinin 2. fıkrasına göre; Bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi halinde, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı’na gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hallerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir”.

Hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için, “silahların eşitliği” ilkesi gereğince taraflara iddialarını sunmaları konusunda uygun olanakların tanınması şarttır. Mahkeme İçtüzüğü’nün 71. maddesi; somut başvuru hakkında görüşlerini bildirmesi için, Adalet Bakanlığı’na 30 gün ve talep edilmesi halinde 30 günlük ek süre olmak üzere toplamda 60 gün süre tanımasına rağmen, Bakanlık görüşlerine karşı beyanlarını sunması için başvurucuya süre uzatma hakkı olmaksızın 15 gün süre tanımıştır.

Bu hususta Anayasa Mahkemesi; “silahların eşitliği” ilkesinin, davanın taraflarının usule ilişkin hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulmasını ve tarafların iddialarını makul ve eşit sürede karşılıklı olarak mahkeme önünde ileri sürme hakkını kapsadığını kabul etmektedir. Başvuru hakkında görüşlerini Mahkemeye bildirmesi için Adalet Bakanlığı’na tanınan süre ile Bakanlık görüşlerine karşı beyanlarını sunma için başvurucuya tanınan sürenin silahların eşitliği ilkesine göre eşit olması gerekmektedir. İş yükü ve yoğunluğu ağır olduğundan bahisle, Bakanlığa görüşlerini bildirmesi için daha fazla süre tanınması gerektiği ileri sürülemez. Başvurucunun ihlal edildiğini iddia ettiği kişi hak ve hürriyetlerine yönelik görüş bildiren Bakanlığa, Bakanlık görüşlerine karşı beyanlarını sunması için başvurucuya tanınan süreden 45 gün daha fazla süre tanınması, tarafların usule ilişkin hakların kullanımında aynı koşullara tabi tutulmadığını göstermektedir.

Ayrıca İçtüzük m.71/1’de, başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi halinde, başvurunun bir örneğinin görüşlerini bildirmesi için Adalet Bakanlığı’na gönderileceği belirtilmiştir. İçtüzük m.71/2’de ise, Bakanlık başvuruya ilişkin öngörülen sürede cevap vermediği takdirde veya Mahkemenin ivedilikle karar vermesi gereken haller ile içtihadın oluştuğu alanlarda Bakanlık cevabı beklenilmeksizin, Mahkemenin başvurunun kabul edilebilirliği ve esası hakkında karar verebileceğine işaret edilmiştir.

Bu hususta, birinci fıkra ile üçüncü fıkrada öngörülen düzenlemenin, madde metninin bütünü incelendiğinde “kabul edilebilirlik” yönünden açık çelişki oluşturduğunu belirtmek isteriz. Bakanlık görüşüne başvurulabilmesi için, “başvurunun kabul edilebilirliğine yönelik karar verilmesi” şartını arayan birinci fıkra ile “Bakanlıktan cevap gelmediği takdirde veya öngörülen diğer hallerin varlığı halinde Bakanlık görüşü beklenmeksizin Mahkemenin hem kabul edilebilirlik ve hem de esas hakkında karar verebileceğini” düzenleyen üçüncü fıkra lafzı itibariyle birbirine zıttır. Uygulamada, kabul edilebilirliğe ilişkin karar verilmeksizin Bakanlıktan görüş alınmasının birinci fıkraya aykırılık teşkil ettiği ileri sürülebilecektir. Başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilmesi durumunda da, Bakanlık görüşünün yalnızca başvurunun esasına ilişkin değerlendirmeyi kapsaması gerekecektir.

Yeri gelmişken, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda öngörülen 30 günlük sürenin çok kısa olduğu, hak arama hürriyetinin gereği gibi kullanılabilmesi için bu sürenin en az 90 güne çıkarılmasının isabetli olacağı, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuruda sürenin 6 ay olduğu düşünüldüğünde, benzer yargı yolunu düzenleyen Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru süresinin 30 günle kısıtlanmasının isabetli olmadığı tartışmasızdır.

2- 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasına göre; “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir”.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 318. maddesinin 1 ve 2. fıkralarına göre; “Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir. CMK m.303 gereğince Yargıtay’ın doğrudan hüküm kurduğu hallerde de hükmü vermiş olan mahkemeye başvurulur”.

Belirtmeliyiz ki; olağanüstü kanun yolu incelemesi olarak CMK m.311 ila 323’de düzenlenen yargılamanın yenilenmesi usulü, ancak esas mahkeme olarak nitelendirilebilecek yerel mahkemede görülebilir. “Doğrudan doğruyalık” ilkesi ve ceza muhakemesinde kabul edilen sözlü yargılama usulü (sözlü itiraz ve başvurulara ilişkin taleplerin, zabıt katibi tarafından sonradan yazılı hale getirilmesi mümkündür) gereğince; delillere doğrudan temas eden ve uyuşmazlığın esası hakkında yürütülen süreci neticelendiren mahkemeye, yani hak ihlalinin kaynaklandığı usule veya esasa dair iş, işlem ve eylemi gerçekleştiren mahkemeye ait olması gerekmektedir. Kanun yolu mahkemesi delillere temas edemez; zira delillerin değerlendirilmesi ve tartışılması evresi yerel mahkeme sürecinde tamamlanır. Bu sebeple, yargılamanın yenilenmesine ilişkin yapılacak incelemenin, hükmü veren mahkemeye ait olması gerekir.

Yargılamanın yenilenmesine temel teşkil eden hak ihlali; temyiz merciinin hatası veya kanun yolu aşamasında gerçekleştirilen bir işlem neticesinde ortaya çıkmışsa, yargılamanın yenilenmesine dair incelemenin “hükmü veren mahkeme” sıfatıyla yerel mahkemede mi, “ilgili mahkeme” sıfatıyla temyiz merciinde mi yapılacağı hususu tartışılacaktır. Örneğin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin sanığa gönderilmemesi ve bu sebeple tebliğnameye karşı yazılı görüş bildirme hakkı tanınmayan sanığın, “silahların eşitliği” ilkesi ve “çelişmeli yargılanma” ilkesine aykırı hareket edildiğinden bahisle, dürüst yargılanma hakkının ihlal edilmesi veya temyiz kanun yoluna başvuran sanığın ısrarla ileri sürdüğü bir hususun gerekçesiz olarak veya murafaa talebinin hukuka aykırı şekilde reddedilmesi şeklinde sıralayabileceğimiz örnekler, hak ihlalinin kanun yolu aşamasında gerçekleştiğini gösteren istisnai hallerdir. Bu durumda, yargılamanın yenilenmesine dair incelemenin temyiz mercii tarafından gerçekleştirilmesi ve dosyanın ilgili mahkemeye, yani hak ihlaline konu işlemi gerçekleştiren yüksek mahkemeye gönderilmesi usul ekonomisi açısından da isabetli olacaktır.

3- Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali tespiti yapması halinde izlenecek yol; ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye gönderilmesidir. 6216 sayılı Kanunun 49. maddesinin 6. fıkrasına göre; “Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır”.

Belirtmeliyiz ki, hak ihlalinin tespit edilmesi halinde, başvurucu talep etmese bile yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesi gerekir. Yeniden yargılama yapacak olan mahkeme, ihlale konu dosyada vereceği kararında bağımsızdır, ancak hak ihlaline ilişkin tespit edilen hususun, yeniden incelenmesini sağlamak amacıyla, ihlal kararına konu iş, işlem ve eylemi gerçekleştiren mahkemenin dikkatine sunulması şarttır.

CMK m.311/1’in (f) bendinde, yalnızca İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından verilen hak ihlalleri sebebiyle yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulabileceği ifade edilmiş, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen hak ihlali kararları açısından ise yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulabileceğine ilişkin düzenlemeye yer verilmemiştir. Ancak 6216 sayılı Kanunun 50. maddesine göre; “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir”.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin hak ihlallerine ilişkin kararları ile Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularda tespit ettiği hak ihlallerine yönelik kararlarının iç hukukta aynı etkiye sahip olduklarını ifade etmek isteriz. CMK m.311/1-f ile 6216 sayılı Kanun m.50/2 arasındaki uyumsuzluk, benzer yetkilere sahip olan iki yüksek mahkemece tespit edilen hak ihlali kararlarında, “hükmün bu aykırılığa dayandığı[1]şeklinde öngörülen çizgi ile birbirinden ayrılmıştır. Yerel mahkeme hükmünün tespit edilen hak ihlaline dayanması şartı, 6216 sayılı Kanunda öngörülmeyen bir usuldür. Bu şartın salt İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nce verilen hak ihlali kararlarında aranması ve bu hususun İHAM’ın kesinleşmiş kararı ile ayrıca tespit edilmesinin gerekli kılınması, yargılamanın yenilenmesi usulü ile öngörülen amacı zedeleyecektir.

6216 sayılı Kanun m.50/2 hükmü; yeniden yargılamanın yerel mahkeme tarafından dava dosyasının esastan incelenmesini ve duruşma açılması suretiyle yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu zorunluluk, tespit edilen hak ihlalleri sonucu yargılamayı yenileyip Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararın gereğini yerine getiren mahkemeyi bir yönde karar vermeye mecbur kılmayacaktır. 6216 sayılı Kanun m.50/2’de öngörülen zorunlu yargılamanın yenilenmesi yolu, hak ihlallerinden kaynaklanan hukuka aykırılığın giderilmesi olup, mutlak şekilde daha önce mahkum olan hükümlünün mutlaka beraat edeceği anlamını taşımaz.

CMK m.311/1-f’de öngörülen yargılamanın yenilenmesi sebebi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası ile zorunlu yol olarak kabul edilen usulle aynı niteliğe sahiptir. Ancak İHAM kararları, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlalini tespit eden bireysel başvuru kararlarında olduğu gibi zorunlu yeniden yargılama yolunu açmaz. Kanaatimizce, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında olduğu gibi İHAM’ın ihlal tespiti içeren kararlarının da iç hukukta ayrı bir kabule bağlı olmaksızın yargılamanın yenilenmesine yol açması gerekir.

4. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlalini tespit eden bireysel başvuru kararları, kapsadığı sonuç itibariyle İHAM kararlarından farklıdır. Çünkü İHAM, hak ihlali tespiti yaptıktan sonra otomatik olarak yargılamanın yenilenmesi yolunu açmasa da, yukarıda işaret ettiğimiz CMK m.311/1-f nedeniyle yargılamanın yenilenmesinin usul açısından başlangıcına dayanak olabilmektedir. İHAM, hak ihlali tespiti ile birlikte başvurucu lehine haklı tazminata da karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi için bu açıklama geçerli değildir. 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası uyarınca Yüksek Mahkeme, ya hak ihlali tespiti kararı verdiğinde yargılamanın yenilenmesi yolunu açar veya bu yolun kullanılmasının hukuki yararı olmadığı durumda da başvurucu lehine tazminata hükmeder. Bunun dışında Yüksek Mahkeme, hak ihlali tespit ettiği bir başvuru ile ilgili yargılamanın yenilenmesi ile birlikte başvurucuya tazminat ödenmesine karar veremez. Esasında İHAM’da olduğu gibi Anayasa Mahkemesi de, hak ihlali tespit ettiği başvuru ile ilgili her iki kararı da verebilmelidir. Bunun için, 6216 sayılı 50. maddesinde değişikliğe gidilmesi gerektiği açıktır.

50/2’ye göre; “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlal ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir”.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

[1] CMK m.311/1-f’ye göre; Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme’nin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu halde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir”.