1) Giriş

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu' nun 273. maddesi, hüküm verilmesinin ardından istinaf yoluna başvurulmasını düzenleyen önemli bir kurumu içermektedir. Maddeye göre, hükmün açıklanmasını takiben yedi gün içinde, hükmü veren mahkemeye bir dilekçe ile veya zabıt katibine beyanda bulunularak istinaf başvurusunda bulunulabilir. Bu süreç, tutuklu sanıklar için 263. madde hükümleri saklı kalmak kaydıyla, hukuki prosedürlerin titizlikle uygulanmasını gerektirir. Bu düzenleme, adaletin hızlı ve etkin bir şekilde tecellisi için zemin hazırlar, aynı zamanda hukukun genel ilkelerinden olan erişilebilirlik ve hızlı yargılama prensiplerini destekler.

Bu çalışmamızda, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 273. maddesinin pratikteki uygulaması ve bu uygulamanın, özellikle de hükmün sanık huzurunda açıklandığı hallerde, istinaf başvurusu süresinin geçirilmesi sonrasında ortaya çıkan sorunlar-sonuçlar irdelenecektir. Yedi günlük yasal sürenin ne zaman başlayacağı, sürenin aşılmasının, istinaf başvurusunun reddiyle sonuçlanması ve bu sürecin yargı pratiğindeki yansımaları, makalenin odak noktasını oluşturacaktır. Bu inceleme, kanun yoluyla sağlanan adalet arayışının önündeki engelleri ve bu engellerin aşılmasına yönelik olası çözüm yollarını yüksek yargı kararları perspektifinden ele almayı amaçlamaktadır.

2) Gerekçeli Kararların Tebliği ve İstinaf Süresi

Karar duruşmasında yüz yüze verilen kısa karar ile sonrasında yazılı olarak tebliğ edilen gerekçeli karar arasındaki fark, hukuk süreçlerinin temel bir özelliğini teşkil eder. Bu aşamada, kararın duruşmada açıklanmasının ardından gerekçesinin sonradan yazılıp tebliğ edilmesi, adil yargılanma hakkının önemli bir unsuru olarak karşımıza çıkar. 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 273. maddesi, istinaf başvurusu için belirlenen yedi günlük sürenin başlangıcını, bu çerçevede düzenler. Hükmün, istinaf hakkına sahip kişilerin yokluğunda açıklanması halinde, bu süre tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar. Bu düzenleme, istinaf isteminin reddine ilişkin kararların yasalara uygunluğunu sonucunu doğurmaktadır.

Yargıtay'ın istinaf süresi ve istinaf istemine dair 273. maddenin yorumlanmasına ilişkin kararları, hukuk pratiğinde önemli bir yol gösterici olmuştur. Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin 04.07.2023 tarihli ve E.2023/1410, K.2023/5677 sayılı kararı, bu bağlamda dikkat çekici bir örnektir. Kararda, Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Daireleri arasında, istinaf süresinin ne zaman başlayacağına dair uyuşmazlıkların giderilmesi amaçlanmıştır[1]. Samsun [2]ve İstanbul[3] Bölge Adliye Mahkemelerinin ilgili kararları, uygulamada karşılaşılan bir sorunu ortaya koymaktadır: Duruşmalarda tefhim edilen kararların gerekçelerini içermemesi ve bu gerekçelerin, daha sonra yazılacak olan gerekçeli kararda sunulacağının bildirilmesi pratiği. Bu durum, hükümlerin yargı sürecindeki şeffaflığını ve anlaşılabilirliğini doğrudan etkileyen bir meseledir. Zira, kararların gerekçeleri, hükümlerin hukuki temellerini ve mahkemenin kararına giden yargısal düşünceyi açıklar. Bu açıklamanın eksikliği, tarafların kararın hukuki dayanaklarını anlama ve buna göre bir üst mahkemeye başvurma haklarını ciddi şekilde sınırlar.

Tefhim edilen kararın gerekçesiz olması, taraflar için kararın hukuki mantığını ve dayanaklarını değerlendirme fırsatını ortadan kaldırır. Bu durum, kararın hukuki temellere uygunluğunu ve adaletin gerçekleşip gerçekleşmediğini tarafların objektif bir şekilde değerlendiremeyecekleri anlamına gelir. Gerekçesiz kararlar, aynı zamanda, istinaf başvurusu yapacak olan tarafların, başvurularını hangi temellere dayandırarak hazırlayacaklarını belirlemede karşılaştıkları güçlükleri artırır. Bu durum, adil yargılanma hakkının ve mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurabilecektir.

Yargıtay'ın bu konudaki yaklaşımı, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı bağlamında ele alınmalıdır. Eğer hüküm, tarafların huzurunda gerekçeleriyle birlikte açıklanmışsa, istinaf süresinin hükmün tefhim edildiği tarihten itibaren başlaması gerektiğine işaret eder. Ancak, gerekçeleri açıklanmayıp yalnızca kısa kararın yüz yüze verildiği durumlarda, istinaf süresinin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlaması yönünde bir yorum yapılması adil yargılanma hakkının bir gereği olarak kabul edilir. Bu yaklaşım, mahkemeye erişim hakkının korunması ve istinaf sürecinin adil bir şekilde işletilmesi açısından hayati önem taşır.

Kararın temelinde, Anayasa Mahkemesi'nin benzer durumlarla ilgili verdiği önemli kararlara atıflar bulunmaktadır. Özellikle, İ.Yücel ve N.Anaç'a ilişkin 14.09.2022 tarihli ve 2019/12803 başvuru numaralı, ve F.İnan'a ilişkin 04.10.2023 tarihli ve 2020/20279 başvuru numaralı kararlar bu bağlamda dikkate alınmıştır. Bu kararlarda, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bu, Anayasa Mahkemesi'nin, istinaf başvurusunun süresi geçtikten sonra reddedilmesi gibi durumların mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği görüşünü destekler niteliktedir.

Başvuruda esas alınan nokta, istinaf başvurusunun zaman aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin, mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesi iddiasıdır. Başvurucular, bir kararın tefhim edildiği andan itibaren istinaf sürecinin başlayabilmesi için, o kararın tüm önemli hususlarını kapsayacak şekilde açıklanmış olması gerektiğini savunmuşlardır. Somut olayda, başvurucular, duruşmada verilen kısa kararın herhangi bir gerekçe içermediğini ve gerekçeli kararın kendilerine tebliğiyle bu gerekçelerden haberdar olduklarını belirtmişlerdir. Bu durum, kısa karardan itibaren sürenin işlemeye başlaması sonucu, istinaf başvurularının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ve böylelikle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

Anayasa Mahkemesi, bu durumu değerlendirirken, Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkı çerçevesinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bu karar, hükümlerin açıklanması ve bunların taraflara tebliği süreçlerinin, adil yargılanma hakkının ve mahkemeye erişim hakkının korunması açısından ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin bu yaklaşımı, yargılama süreçlerinde şeffaflık ve adaletin sağlanmasının, herkes için erişilebilir ve anlaşılır olmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.

3) Anayasa Mahkemesi'nin Kararının Analizi ve Etkileri

Anayasa Mahkemesi'nin yukarıda atıf yapılan içtihatlarının ardından, 26 Temmuz 2023 tarihli ve E.2022/144, K.2023/137 sayılı yeni bir kararla, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 273. maddesinin birinci fıkrasında geçen “…hükmün açıklanmasından itibaren…” ifadesi, Anayasa’nın 13. ve 36. maddeleri ile çeliştiği gerekçesiyle iptal edilmiştir. Bu kararın Resmi Gazete'de 24 Ekim 2023 tarihinde yayımlanmasıyla birlikte, eğer bu süreç içerisinde aksi yönde bir yasal düzenleme yapılmazsa, iptal kararı 24 Temmuz 2024 tarihinde yürürlüğe girecektir. Mezkur karar, hukuk sistemimizde önemli bir değişikliğin habercisidir. Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla, hüküm açıklanmasının ardından istinaf başvurusu için belirlenen sürenin başlangıcının, Anayasa'nın adil yargılanma hakkını ve mahkemeye erişim hakkını güvence altına alan 13. ve 36. maddeleriyle bağdaşmadığını ortaya koymuştur. Bu kararın temelinde yatan düşünce, hükümlerin açıklanmasının ardından yeterli gerekçelendirme sağlanmadan başlatılan süreçlerin, bireylerin hak arama özgürlüğü üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceği ve bu durumun Anayasa'nın teminat altına aldığı hakları ihlal edebileceği yönündedir.

Kararın Resmi Gazete'de yayımlanması ve dokuz ay sonra yürürlüğe girmesi kararı, yasama organına, mevcut düzenlemeleri Anayasa'ya uygun hale getirmek için gerekli değişiklikleri yapma konusunda bir zaman aralığı tanımaktadır. Bu süre zarfında, yasama organının, söz konusu iptal kararını dikkate alarak, adil yargılanma ve mahkemeye erişim haklarını daha etkin bir şekilde koruyacak yasal düzenlemeleri hayata geçirmesi beklenmektedir. Bu süreç, adil yargılanma hakkının ve mahkemeye erişim hakkının, hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde güçlendirilmesine katkıda bulunacak önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

Mevcut durumda, hala yürürlükte olan ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş bir düzenlemeye istinaden alınmış bir kararın varlığı söz konusudur. Bu durum, hukukun temel prensipleri ve yargısal istikrar açısından dikkate değer bir paradoksu ortaya koymaktadır. İptal kararı, mevcut yasal düzenlemelerin Anayasa'ya uygunluğu konusunda yaşanan bir çelişkiyi ve bu çelişkinin giderilmesi için atılacak adımların önemini vurgular. Aynı zamanda, Bölge Adliye Mahkemeleri arasında benzer gerekçelere dayalı olarak ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümüne yönelik Yargıtay kararının varlığı, yargı içindeki tutarlılığın sağlanması adına atılan adımların bir göstergesidir. Yargıtay'ın bu kararı, yargı pratiğindeki belirsizlikleri giderme ve yasal düzenlemeler arasındaki uyumu sağlama çabasının bir parçası olarak görülebilir. Bu kararlar, yargı kararlarının ve yasal düzenlemelerin, temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi yönünde nasıl bir rol oynadığını göstermektedir.

Açık kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sevk edilen veya edilecek olan yasa teklifi, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararına uygun olarak yasal düzenlemelerin yapılmasını öngörmektedir. Bu gelişme, yasal çerçevenin, Anayasa'nın temel prensipleriyle uyumlu hale getirilmesi yolunda şüphesiz ki kıymetlidir. Yasama organının, iptal kararını dikkate alarak, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı gibi temel hakların daha etkin korunmasını sağlayacak düzenlemeleri hayata geçirmesi beklenmektedir. Ezcümle, süreç demokratik hukuk devleti ilkesinin güçlendirilmesine ve yargının birey hak ve özgürlüklerinin korunmasındaki rolünün pekiştirilmesine katkı sağlayacaktır.

4) Sonuç

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 273. maddesinin uygulama alanı ve istinaf başvurusu süreçlerine dair ortaya çıkan yargısal ve hukuki tartışmalar, Türk hukuk sisteminde önemli bir dönüm noktasını işaret etmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin bu düzenlemenin bir kısmını iptal etmesi ve Yargıtay'ın bu konudaki içtihatları, hukukun üstünlüğü, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı gibi temel değerlerin korunmasına yönelik önemli adımlar olarak değerlendirilmelidir. İptal kararının yürürlüğe girmesiyle birlikte, yasama organının yapacağı yasal düzenlemelerin, bu temel hak ve özgürlüklerin daha da güçlendirilmesine katkı sağlayacağı muhakkaktır.

Bu bağlamda, çalışmamızın ele aldığı hüküm ve yargı kararları, Türkiye'deki hukuk pratiğinde adaletin sağlanması ve hukuki süreçlerin şeffaflığının artırılması açısından öneme sahiptir. Hukukun üstünlüğü ve temel haklar ile özgürlüklerin korunması, demokratik hukuk devletinin temel taşları arasında yer almakta olup, bu yönde atılacak her adım, toplumsal adalet duygusunun pekiştirilmesine ve hukuk devleti ilkesinin daha da güçlenmesine katkıda bulunacaktır.

Nihai olarak, yasama ve yargı organlarının, Anayasa Mahkemesi'nin kararları ve yargısal içtihatlar doğrultusunda, adil yargılanma ve mahkemeye erişim haklarını daha da etkin bir şekilde koruyacak yasal düzenlemeleri hayata geçirmeleri beklenmektedir. Bu sürecin, Türk hukuk sistemindeki mevcut sorunlara çözüm getirerek, hukuki güvenlik ve adaletin sağlanmasında önemli bir rol oynaması öngörülmektedir. Bu yolla kanunda yeri olamayan diğer bir deyişle düzenlenmeyen ve her nasılsa hukuk pratiğinde geliştirilen, gerekçeli kararın incelendikten sonra kanun yoluna başvurma zeminini sağlayan süre tutum dilekçesinin verilmesi tarihe karışacaktır. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru ile iptal kararları dikkate alınarak yargı makamlarının, kanun koyucunun düzenleme yapmasını beklemeksizin uygulamaları gerektiğini düşünüyoruz. Zira aykırı kararlar verilmesi halinde yeniden verilebilecek hak ihlali nedeniyle kamu maliyesi zarar görebilecek ve yargılamalar gecikebilecektir. Dolayısıyla, bu makalede ele alınan konuların, hukukçular ve avukatlar başta olmak üzere, tüm ilgili taraflar için önemli bir referans noktası teşkil etmesi ve hukuki diyalogun gelişimine katkı sağlaması umulmaktadır.

------------------

[1] Samsun Bölge Adliye Mahkemesi, Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu, 07.04.2023, 2023/36

[2] Samsun Bölge Adliye Mahkemesi, 1. CD, 08.02.2023, 2023/6 D.İş

[3] İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, 6. CD, 22.12.2022, 2022/171 D.İş