İşte İlk bölümün tebliğleri

Prof Dr. Serap Yazıcı: Parlamenter, Başkanlık ya da Yarı Başkanlık Sistemi ve Vesayetçilik Sorunu

Başkanlık sisteminin önemli örneği olan ABD’de bu zamana kadar Başkan devlet güvenliği gereğince görevden alınmamıştır.


Parlamenter sitemlerde yasama halk tarafından yürütülmektedir. Her iki devlet organının da birbirini fesh edebilme yetkisi vardır. Seçim mekanizması sadece parlamentodaki sandalye sayısını belirlememekte, hükümeti hangi partinin kuracağını da belirler. Bu sebeple parlamenter sistem kuvvetlerin birbirinden yumuşak bir şekilde ayrıştığı bir sitemdir.


Yarı Başkanlık sitemi başlı başına bir yapı değildir. Başkanlık ve Parlamanter sistemin karma halidir. Devlet başkanını halk seçer. Cumhurbaşkanının en önemli özelliği hükümeti fesh yetkisidir. Yasama ve yürütme gücü arasındaki kilitlenmesi Cumhurbaşkanı aracılığıyla çözülür. Eğer yapılan bir seçimle yine eski yapıya benzer bir tablo çıkarsa, partilerin birbirine boyun eğme durumu ortaya çıkar.


Parlamenter sistemde güven oylaması ve gensoru gerçek bir silahtır. Yarı başkanlık sistemde ise hükümet sitemleri için yarı kırılgan niteliğe sahiptir. Yapılan çalışmalarda hükümet sisteminin türü ile demokrasisi sağlamlaşması arasında mutlak bağ kurmam mümkün değildir. Zira demokrasinin çöküntüye uğradığı örnekler de vardır.


Yarı başkanlık sitemlerde de demokrasinin çöküntüye uğradığı da vakidir. Hükümet siteminin türü ne olursa olsun parti siteminin ne olduğu önemlidir.


Bütün bu açıklamalar vesayetle kıyaslandığında farklı bir tablo karşımıza çıkmayacaktır. Vesayet demokrasinin özelliği, atanmışların denetim mekanizmasını elinde tutması demektir. Türkiye tarihi incelendiğinde farklı hükümetler döneminde vesayet demokrasinin uygulandığını görürüz. Çok partili deneme geçiş demokrasi adına fazla bir şey kazandırmamıştır. Taşra ile elit arasındaki gerilimi kuvvetlendirmiş ve 27 Mayıs kaçınılmaz olmuştur. Ortaya çıkan vesayet kurumlarından MGK, bakanlar kuruluna görüş bildirdiği bakanlar kurulunun yanında ikinci bir bakanlar kurulu gibi çalıştığı görülmektedir. Bir diğer vesayet organı Anayasa Mahkemesi her ne kadar demokrasi için var olsa da 82 anayasasından beri vesayetin devamını sağlamlaştırmıştır. 82 anayasası döneminde parti kapatma da vesayet mekanizması olarak kullanılmıştır. Çoğulcu demokrasiden eser kalmamıştır. Geçen günlerde parlamentoda kabul edilen anayasa değişikliği paketi sözü edilen vesayet kurumları üzerinde oldukça mütevazi denilebilecek demokratik dünyadaki emsallerine benzer bir vasıt önermiştir. Fakat malum olduğu üzere eleştirilerek Anayasa mahkemesine intikal ettirilmiştir.


Türkiye gerçekten batıdaki düzene uygun bir demokrasiyi kuracaksa, bu vesayetçi kurumlara gerçek görevlerini vermek ve çoğulcu demokrasinin birer aracı haline getirmek gerekir.

Prof Dr. Mustafa Erdoğan: 1982 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanlığı ve Vesayet

82 anayasasının şekil bakımından incelenmesi onun vesayetçi olduğunu ortaya yeteri kadar koymayabilir. 82 Anayasasını ortaya oyan felsefesinin temelinde devletçilik vardır.


Bir diğer esas laik cumhuriyetçiliktir ki bugün onu ulusalcılık karşılamaktadır. Bunun temel amacı toplumu hem etnik hem de dinsel bakımdan türleştirmektir. Laiklikle dini kontrol altına bazen de baskı altına alınmasını gerekli görür. Bu anayasa gençlerin Atatürkçülük yönünde eğitilmesinin ve bu düşüncenin diğer düşüncelerden de korunmasını gerekli görmektedir. Bu ilkeler cumhuriyetin demokrasi ilkesinden daha da üstün tutulmaktadır. Anayasadaki temel haklarla ilgili kısıtlamalar konusunda laik cumhuriyetin gerektiğinde temel hakların kısıtlanmasını uygun görür. Bilim ve sanat eserlerini yayınlama hakkını kısıtlayabilirdir. Dolayısıyla ideolojik niteliktedir. Anayasa felsefesinin az vurgulanan korparatizm ilkesidir. Toplumun farklı kesimlerinin tek bir bütün gibi görülen milletin bir parçası gibi düşünmek ve bir arada tutmak olarak bilinir. Bu nedenle farklı kurumların da birlikte koordineli çalışmasını gerekli kılar. Bu ilke devletçiliğin ve milliyetçiliğin tamamlayıcısı olarak görülür.


Bu ideolojik arka plan göz önünde bulundurulursa, anayasanın toplumun temsilcilerine vesayet etmesi kaçınılmazdır. Yasama yetkisi anayasanın ideolojisiyle sınırlıdır. Meclis inkılap kanunlarını değiştiremez. Bunun dışında Meclis için Anayasa, Yürütme için MGK, Üniversiteler için YÖK, inançlar için Diyanet, Siyasi partiler için Anayasa Mahkemesi gibi vesayet makamları ihdas edilmiştir. 82 anayasasının Cumhurbaşkanının kuvvetlendirdiği malum. Bu ilk bakışta teknik bir kaygıdan kaynaklanmaktan çok ideolojik kaygılardandır. Cumhurbaşkanlığı devletin bu ideolojiler temelinde yönetilmesine vesayet etme amacıyla ihdas edilmiştir. Anayasa cumhurbaşkanlığının Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına dair yeminini şart koşmuştur. Anayasa Cumhurbaşkanının seçimini TBMM olarak gösterse de gerçekte hiç de öyle değildir. Bu durumda cumhurbaşkanının vesayet görevinin düşeceğinin düşünülmesi ana sebeptir. Aday kişinin asker olması şart değildir. Sivil de olabilir. Son günlerdeki gelişmeler ve cumhurbaşkanlığı seçiminde öne sürülen uzlaşma şartı da bunu ortaya koymaktadır.


Toplum daha geliştikçe ve çoğulcu yapıya kavuştukça anayasanın vesayetçi yapısının kuvvetlendirilmesi de önemli görülmüştür. 2007’deki anayasa değişikliğinin ana esası olarak cumhurbaşkanlığının devletten halka geçmesi olarak ifade edilebilir. Bu durum başka vesayet kurumlarını harekete geçirecektir ki, son günlerde yaşanan olaylar bunu göstermektedir.

Prof Dr. Cemil Koçak: Vesayet ve Siyasi Partiler


Türkiye modeli diğer dünyadaki benzerlerinden farklılaşmaktadır. 1945-56 dönemi kendine has bir siyasi gelişme göstermiştir. Belirli bir özel konjonktörün etkisinde kalmıştır. Bu zaman içindeki rejimin başka rejimlerle benzeştiği ama onlardan da ayrıştığını gösterir. Tek partili dönemden çok partili döneme geçişinde bir kesinti yaşandı ve bir çok parti türedi. Vesayet bu dönüşümde göz ardı edilmiş bir faktör değildir. Rejimin kendine has mekanizmalarıyla devamını sağlayacak bir örtü mekanizması sağlayabilecek bir yapıdır. Bu rejimin değişeceğine ilişkin hiçbir söylenti, söz ya da bir beyan olmadığı halde CHP, rejimin ille de değiştirilmek istenmediğine ilişkin neden ikna edilemiyor?


Bu 20 yıl içinde bütün dünya milletlerinin Türkiye örneğindeki bir rejimde birleşeceğine ilişkin görüşler ileri sürülürdü. Fakat bu sırada birden Avrupa devletleri seviyesinde bir demokrasinin gizli bir amaç olduğu ortaya çıktı. En iyi Kemalistler bile bu geçişin erken yapıldığını ileri sürerler. İnönü’nün başa gelişiyle birlikte bir karşı duruş başlatılmıştır. Bu teorinin kendisini kurtaracağından emin değilim. Neyi doğan muhalefet partisi DP de bu düşünceye inandı. Zira Demokrat Parti ancak iktidar partinin izin verdiği ölçüde faaliyet yürütebilecektir. Bu nedenle Türk modeli daha farklıdır diyoruz. DP’nin ayakta kalıp kalmayacağı iktidarın sağlayacağı imkana bağlıdır. Muhalefeti hep muhalefet olarak görüp asla iktidar olamayacağı fikri hakimdir. Dolayısıyla da ne siyasi partiler kanunu değişikliğine ve de yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Peki ama demokratlar buna neden katıldılar? Yeni doğacak partinin eskiyle bir ilişkisinin olmaması gerekir. Sebebi DP üyelerinin tek parti sorumluluğunu taşıyanlar olmalarıdır.


Cumhuriyet Halk Partisinin o dönemde en fazla oy aldığı bölge şaşırtıcı olarak hep doğu bölgeleri olmuştur. Bu her ne kadar şaşırtıcı olsa da gerçek budur.

Kırklareli Valisi Cengiz Aydoğdu: Merkeziyetçilik Aracı Olarak İdari Vesayet

Vesayetin kaynağı yönetimin kaynağıdır. Vesayet bu nedenle kendi başına kötü değildir. Bunu kötü yapan Türkiye’deki uygulanış biçimidir. Bu sorun çözülmediği sürece kötülüğü de devam edecektir. Tarihimizdeki alfabe değişimi nedeniyle tarihimizden koptuk.


Valiler sitemin içindeki yerini tam ifade edemeyenlerdir. Tahakküm de tam buradan besleniyor. Demokrasileri işleten biri bir ahlaka dayanmalıdır. Bu zamana kadarki anayasaları işletememe gerekçemiz de budur. Bu bizim sistemimizin sorunudur. Türk toplumunun her problemini önceleyen kamu personeli niteliği sorunudur. Bizi farklı gösteren örtüyü kaldırmadıkça bu sorun çözülemez.


Gelişen teknoloji bütün yerel çalışmaları merkezileştiriyor. Böylece yok olan insani boyut ihmal ediliyor. Bütün yerellikleri tehdit eden bilgisayar teknolojisinin varlığına da dikkat çekmek gerekir.