Bu şartlar; görülmekte olan bir dava olması; hukuki menfaat olması; belgenin içeriği ve ayırt edici unsurları hakkında bilgi verilmesi; ibrazı istenen belgenin dava konusu uyuşmazlığı çözümlemeye elverişli olması ve belgenin karşı tarafın veya üçüncü kişinin elinde olduğunun gerçeğe yakın şekilde ispatlanması şeklinde sıralanabilir . Karşı taraf o belgenin elinde olduğunu kabul etse bile, haklı bir sebebin varlığını iddia ve ispat ettiği takdirde ibrazdan kaçınabilir.

Kaçınma sebeplerinin neler olabileceği Kanunda tahdidi biçimde sayılmamış (HMK.m.220/3) ve hangi hallerde ibrazdan kaçınılabileceği mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Karşı tarafın elindeki belgeyi ibrazdan kaçınmasını haklı gösterebilecek sebepler arasında özel hayatın korunması, ticari sırların varlığı, cezai sorumluluğun doğacak olması ve meslek sırrı sayılabilir. Karşı taraf ibrazdan kaçınmak için bu sebeplerden birine dayandığı takdirde, öncelikle ortada korunmaya değer bir sırrın mevcut olup olmadığı incelenir ve değerlendirilir.

Bu değerlendirme sonucunda karşı tarafın ileri sürdüğü gerekçenin “kabul edilebilir bir mazeret” teşkil etmediği görülürse, Kanundaki delillerin toplanmasına ilişkin hükümler uygulanır (HMK.m.220).

Buna karşılık, hakim karşı tarafın iddiasının ibrazdan kaçınmak için kabul edilebilir bir mazeret teşkil ettiği kanaatine varırsa, bir yol ayırımına gelinir. Mazeretin varlığı ibrazdan kaçınmak için yeterlidir denirse, delil ikame eden tarafın belgenin ibrazı talebi reddedilecek ve mahkeme dava dosyasındaki deliller çerçevesinde kararını tesis edecektir. Kanaatimizce, karşı tarafın korunmaya değer menfaatinin ( örneğin sırrının) bulunması, delillerin toplanması talebinin reddedilmesi için tek başına yeterli olmamalıdır. Zira, burada ibraz talebinde bulunan tarafın etkin hukuki himaye talebi ile karşı tarafın sır hakkının korunması talebi karşı karşıya gelmektedir.

Tarafların anayasayla koruma altına alınan bu taleplerinden birini diğerine tercih etmek yerine her iki hakkın da korunmasını öngören bir çözüm aramak daha isabetli olacaktır. Bu bağlamda, öncelikle yargılamanın aleni şekilde yapılmaması veya belgenin bir bölümünün karartılması yolları tercih edilebilir. Yine doktrinde bir başka çözüm yolu olarak kimyasal bir ürün söz konusu olduğunda, ürünün içindeki kimyasalların karıştırma oranından bahsetmeksizin sadece ürünü oluşturan etken maddelerin isimlerinin açıklanabileceği belirtilmektedir . Bu gibi çözüm önerilerinin yeterli olmadığı hallerde ise, ibraz talebinde bulunan tarafın etkin hukuki himaye talebi ile belge sahibinin sır hakkının korunmasındaki menfaati arasında bir denge kurulmalıdır. Bu konuda son yıllarda öne çıkan ve ciddi tartışmalara konu olan gizli yargılama müessesesi bir çözüm yolu olarak düşünülebilir.

Özellikle ticari sırların korunması için önerilen bu kurum ibraz talebinde bulunan tarafı mahkemenin yaptığı bilirkişi incelemesinin dışında tutmakta, sır içeren bilgilere dava boyunca erişimini engellemektedir. Şüphesiz bu tür bir yargılama medeni usul hukukuna hakim olan birçok ilkenin ihlal edilmesi sonucunu doğurabilecektir.

Zira, ibraz talebinde bulunan tarafın delillerin toplanmasına katılamaması alenilik ilkesinin ve hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmesine neden olacaktır. Davaya bakan hakim bilirkişinin sır içeren bilgilere dayanarak ulaştığı sonucu kararına esas alacağı için delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesi de ihlal edilecektir. Bütün bunlara rağmen, gizli yargılama yapılması ibraz talebinde bulunan tarafın menfaatine olduğu ve yargılama sonunda gerçeğe uygun karar verilmesini sağlayacağı için tercih edilebilir.

Zira, HMK.m.220 hükmünün lafzıyla bağlı kalınarak, karşı tarafın elindeki belge sır içerdiği için ortada “kabul edilebilir bir mazeretin” bulunduğu ve ibrazdan kaçınılabileceği sonucuna varılsa idi, ibraz talebinde bulunan taraf bu belgeyi yargılamanın içine hiç dahil edemeyecekti. Buna karşılık, gizli yargılama yapıldığı takdirde ibraz talebinde bulunan taraf bazı temel hakları kısıtlanmakla birlikte, yargılama sırasında belgenin hiç olmazsa bilirkişi ve mahkeme tarafından incelenmesini sağlayacaktır. Nitekim, Alman ve İsviçre hukukunda da bu görüşü savunan yazarların olduğu görülmektedir . 

Av. Ahmet Erkan