Çıkar amaçlı suç örgütleri, darbe teşebbüsü, uyuşturucu ticareti gibi suçların cezası korunuyor. Ancak düzenleme suçluya ulaşılan yolları tıkıyor. Önüne bürokrasi, siyasî irade gibi önemli engeller koyuyor. Bu da hukukta ciddi bir sıkıntı doğuruyor. Çünkü suçun yaptırımı kadar o suçu yargılayabilmek de büyük önem taşıyor. 

Zaman'dan Büşra Erdal'ın haberine göre; Yargılamada usul esası, varılacak sonucu etkileyen önemli bir kriter. Bir suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve hatta (şu an uygulamada yok) idam bile olabilir. Ama siz o sanığı yakalayamaz, sorgulayamaz ve yargılayamazsınız sonuçta verilmesi ihtimali olan cezaların hiçbir anlamı kalmaz. Bu nedenle CMK 250 ve 251'inci maddeler, Türk yargısı için bir devrim niteliğindeydi. Ve bu devrimin boyutunu da, Şemdinli ile başlayıp, Ergenekon, Balyoz ve son olarak internet andıcı davalarıyla devam eden hukukî süreçlerde çok net gördük. Bu davalar demokrasi mücadelesinin de birer parçası haline geldi. 2005'te yürürlüğe giren maddeler, yargıyı yıllarca koştuğu engelli parkurundan alıp düz koşu yapacağı daha kestirme bir yola yönlendirdi. 7 yılda, bu düz koşunun sonuçları alındı, derin devlet yargılamalarıyla Türkiye'nin geç kalmış hukuk mücadelesinde hedefine ulaşan bir yargı görünümü oldu. Avrupa Parlamentosu olsun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) olsun, bu yargılamalara ilgisiz kalmadı. Parlamento, destekleyen açıklamalar yaptı. 1990'lı yıllarda verdiği kararlar ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ni (DGM) devamlı eleştiren, asker üye bulunması nedeniyle Türkiye'yi tazminatlara mahkûm eden AİHM, CMK 250 ile görevli özel yetkili mahkemelere ilişkin eleştiri yapmadı. Yapısını, yargılama usullerini hukuka uygun buldu. 

Burada görülen bazı davalarda çıkan kararları, uzun tutukluluk sürelerini tabii ki eleştirdi ve eleştirmesi de normal. Ama bunlar özel yetkili mahkemelerin yapısından ziyade Türk yargısının genel bir sorunu. AİHM, bununla birlikte Ergenekon, Balyoz gibi yargılamalara ilişkin yapılan birçok başvuruyu da son verdiği bir kararla askıya aldı. Nisan 2012'de Adalet Bakanlığı'na yaptığı bildirimde, bu davalar için bir yıl süre verdiğini, bu sürede karar çıktığı takdirde başvuruları düşüreceğini belirtti. Yani, AİHM, darbe davalarına bizim ülkemizdeki bir çok kişiden daha duyarlı. Bu duyarlılık ve yaklaşım bile sürece müdahale edilmemesi gerektiğini gösteriyor. 

İZİN ŞARTI, HUKUKU SİYASALLAŞTIRIR 

Kamuoyuna yansıyan taslağa göre, özel yetkili mahkemeler kapsamından yapılması istenen değişiklikle; çıkar amaçlı suç örgütü, uyuşturucu faaliyeti vb. suçlarda belediye başkanları için soruşturma izni şartı getirilecek. Muhalefet partisinden seçilen bir belediye başkanı için iktidardaki partiden izin istenecek. İzin kararı çıksın ya da çıkmasın, her karar siyasî olarak algılanacak. Şu anda bağımsız bir yargılama varken ve kamuoyunda bu tür iddialar dile getiriliyorken, bir de bunun hukukî süreçte resmî olarak izne bağlanması sürece apaçık bir siyasî boyut katacak. 

Yine taslağa göre, sadece terör suçları özel yetkili mahkemelerde yargılanacak. Yani Terörle Mücadele Kanunu'na (TMK) göre suç işlediği iddia edilen kişiler. Ben de dahil olmak üzere çok sayıda gazeteci, yıllardır TMK'nın 'hakimleri terör örgütlerine hedef gösterme, terör örgütü propagandası' gibi maddeleri sebebiyle özel yetkili mahkemeler önüne çıktı. Görünen o ki, bu yasa değişikliği gerçekleşirse, yine gazeteciler olarak yazdığımız haberlerden dolayı özel yetkili mahkemeler önüne çıkmamız kuvvetli ihtimal. Bu durumda, haber yapan, yorum yazan gazeteciler, darbe sanıkları, uyuşturucu çetelerinden daha tehlikeli, gibi bir durum ortaya çıkacak. Darbe gibi ağır suçlamanın muhatapları izinle siyaseten korunurken, bu yönde alınan kararları yazan, konuyu araştıran gazeteciler hedef haline gelecek.