BURAK COP

12 Eylül 2010'da halkoyuna sunulacak Anayasa değişiklikleri bilindiği üzere iktidar partisinin, Anayasa Mahkemesi başta gelmek üzere yüksek yargıyla yaşadığı sürtüşmelere bir çözüm bulma ihtiyacından kaynaklanıyor. Güncel siyasi tartışmalar içinde konunun tarihsel boyutu ise göz ardı ediliyor. İşte Türk sağının 1960'lardan beri Anayasa Mahkemesi'yle "meselesi"nden kesitler...

1924 Anayasası kuvvetler ayrılığından çok kuvvetler birliğine ağırlık veren bir yapıdaydı. 1950-60 arasında iktidarda bulunan Demokrat Parti (DP) hem 1924 Anayasası'nın yürütmeyi güçlü kılan niteliği sayesinde, hem de çoğunlukçu seçim sisteminin mecliste kendisine sağladığı aşırı temsilin etkisiyle; 1954 seçimleri arefesinden itibaren muhalefete ve basına bir takım baskılar uyguladı. 1960'ın başında iyice artan bu baskılar, 27 Mayıs darbesinin gerekçesi olarak sunuldu. 

1961 Anayasası siyasi hak ve özgürlükleri genişletmesinin yanı sıra, yürütmenin gücünü dengelemek için ikinci bir meclis (Cumhuriyet Senatosu) ve Anayasa Mahkemesi gibi yeni kurumlar getirdi. Bu yeni anayasa halkoyuyla kabul edilmiş, ancak seçmenden yüzde 60'ı biraz geçen soğuk bir kabul almıştı. Darbe sonrasında kapatılan DP'nin seçmen tabanını teşkil eden kitlelerin önemli bir kısmının referandumda hayır oyu kullandığı anlaşılıyordu. Zaten CHP ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi gibi kimi partilerin katıldığı anayasanın hazırlanma sürecinden DP'liler dışlanmıştı.

1965 seçimlerinden Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi (AP) sağın en güçlü aktörü ve DP'nin tartışılmaz siyasi varisi olarak çıktı ve tek başına iktidara geldi. Demirel 1965'ten sonra meşhur "bu Anayasa ile devlet yönetilemez" yakınmalarına başladı. Demirel'in sıkıntısının temel nedeni, başarılı bir anayasa hukukçusu olan Mehmet Ali Aybar liderliğindeki Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) meclisten geçen pek çok yasa değişikliğini iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne götürmesiydi. TİP Mahkeme'ye toplam 42 başvuruda bulunmuş ve bunların 17'si kabul edilmişti.

Anayasa Mahkemesi (AYM) öte yandan egemen siyasi ve sosyo-ekonomik düzeni koruma işlevini de yerine getiriyordu, dolayısıyla her seferinde "ilerici" bir konumlanma içine girdiğini söylemek de mümkün değildi. Mahkeme söz gelimi 1965'te "Anayasa sosyalizme kapalıdır" hükmü veriyor, akabinde de silsile hâlinde "sosyalist partiler kurulamaz" ve "sosyalist düşünce propagandası yapılamaz" gibi sonuçlara varıyordu (ayrıntı için bkz. Taraf'tan Y.Oğur'un hukukçu Osman Can ile söyleşisi).

İlk tırpanlama 12 Mart'ta
Prof. Levent Köker'in belirttiği gibi; Demirel'in "bu Anayasa ile devlet yönetilemez" vecizesi Başbakan Tayyip Erdoğan'ın günümüzdeki "o zaman memleketi Anayasa Mahkemesi ile Danıştay idare etsin" sözleriyle mantıkî bir benzerliğe işaret etmekteydi. Yargının yürütme üzerindeki denetiminin azaltılması ve Anayasa yargısının daraltılması yolunda ilk adımlar 12 Mart 1971 darbesinden sonra atıldı. 1971'de yapılan değişikliklerle AYM'nin yetkisi sınırlandırıldı, esas denetimi yerine yalnızca şekil denetimi yapabilmesi hükme bağlandı (bkz. O.Can). 1971-73 ara döneminde yürütme kısmen güçlendirildi, yasama ve yürütme üzerindeki yargı denetimi nispeten gevşetildi (bkz. B.Tanör, 1982 Anayasasına göre Türk Anayasa hukuku). 

Buna rağmen sağ siyasetin 1961 Anayasası'na yönelik eleştirileri, hatta yeni bir anayasa arayışı son bulmadı. AP ve ondan kopan Demokratik Parti'nin taleplerinin ortak noktaları; yargının "seçilmişler" üzerindeki denetiminin azaltılması, ifade ve örgütlenme yasaklarının korunması ve bu yöndeki hakların "kötüye kullanılmasının" engellenmesi, yürütmenin güçlendirilmesi, anayasa yargısı ve idari yargının daraltılmasıydı. 12 Eylül darbesinden 5 ay önce, Nisan 1980'de AP yanlısı Tercüman gazetesince düzenlenen 'Anayasa ve Seçim Sistemi Semineri'nde, ayrıca Yeni Forum dergisinde yayınlanan ve muhtemelen Adnan Başer Kafaoğlu ve Coşkun Kırca tarafından kaleme alınan anayasa taslağında bu yöndeki talepler somutlaştırılmıştı (bkz. Tanör).  

1982 Anayasası: Sağın tam gönlüne göre
Tercüman gazetesinin seminerine katılan siyasi muhafazakar akademisyenlerin, bilhassa da anayasa hukukçusu Prof. Orhan Aldıkaçtı'nın kalbi temizmiş ki 1982 Anayasası ve yeni seçim kanunu Türk sağının taleplerine uygun nitelikte olacaktı... Ancak Anayasa'da hâlâ, AYM'nin denetim mekanizması başta olmak üzere, bir takım yargısal frenler vardı. Askeri rejimin sona ermesinin ardından Turgut Özal liderliğindeki ANAP iktidarı AYM'den yana sıkıntılar yaşamaya başladı.

Anamuhalefet partisi SHP'nin Grup Başkanvekili Seyfi Oktay ANAP'ın çıkardığı 43 yasayı AYM'ye başvurarak iptal ettirdi (1983-87'de 20 yasayı, 1987-91'de 23 yasayı). "Özal'ın belası" olarak adlandırılan Oktay yüzünden, dönemin bakanlarından Hasan Celal Güzel'in ifadesine göre Özal AYM'yi duyduğunda tüyleri diken diken oluyordu. Dönemin ANAP'lı bakanlarından Vehbi Dinçerler'e göre Mahkeme Türkiye ekonomisini 10 yıl geriye götürmüş, Ekrem Pakdemirli'ye göreyse AYM siyasi kararlar verip hükümetin çalışmalarını sürekli sekteye uğratıyordu.

Çoğunluk yönetimini zorlaştıran kurumlar dengesi ve yargısal frenlerden ötürü Özal 1924 tipi, kısa ve çoğunluk yönetimini dengelemeyen yeni bir anayasa murad ediyordu (bkz. Tanör). Belki de Erdoğan'ın şimdi murad ettiği gibi... Kendinden önceki sağ siyasetlerin toplamı ama aynı zamanda da onları aşan bir parti olan AKP'nin ardındaki tarihsel miras işte kısaca böyle...  



ntvmsnbc