Vatan'dan Deniz GÜÇER haberine göre, Cumhurbaşkanı Gül’le yüksek yargıyla ilgili yasayı onaylamadan önce görüşemediğini söyleyen Prof. Sami Selçuk, “Kanımca yapılmaması gereken yanlışlar yapılıyor. İlkin Yargıtay ve Danıştay’da ‘duruşma, temyiz yolu’ gibi temel kavramların Türkiye’de iyi yerleşmesi gerekiyor. Bunlar Cumhuriyet’in başından beri yanlış uygulanmıştır” diyor.

Eski Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk’tan “yargı reformu”ndan “Balyoz” tutuklamalarına kadar çok sayıda konuda çarpıcı açıklamalar geldi.  Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le yüksek yargıyla ilgili yasaya attığı imza öncesi görüşmek için randevu istediğini ilk defa açıklayan Selçuk, “Ancak olmadı. Kanıma göre çok büyük yanlışlar yapılıyor” dedi. Balyoz tutuklamalarıyla ilgili ise Selçuk, meslektaşlarını daha inandırıcı olmaya çağırdı ve “Her yurttaş gibi kaygılarım var. Bunlar giderilmeli” diye konuştu.

Yargı reformuyla ilgili uyarılar yaptınız ama Sayın Cumhurbaşkanı onay verdi?

Bu ve bireysel başvuruyla ilgi Sayın Cumhurbaşkanı’ndan randevu istedim. Sayın Genel Sekreter, “İran’a gidiyor” dedi. “Gitmeden imzalayabilir, öncesinde görüşmem gerek” dedim. Çünkü daha önce de Sayın Cumhurbaşkanı lütfedip çağırmış, bir konuda görüşümü almıştı. Bugün (çarşamba) “Randevu belirleyeceğiz” dediler, “Yasa imzalandı neyi konuşacağım?” dedim.

Gitmediniz yani...

Hayır. Kanımca yapılmaması gereken yanlışlar yapılıyor. Her dönemde günü kurtaran çözümlerin peşindeyiz. İlkin Yargıtay ve Danıştay’da “duruşma, temyiz yolu” gibi temel kavramların Türkiye’de iyi yerleşmesi gerekiyor. Ama bunlar Cumhuriyet’in başından beri yanlış algılanmış ve uygulanmıştır. Bu yüzden de bugünkü sonuç doğmuştur. Yıllardır söylüyorum, Türkiye’nin en büyük yanılgısı demokrasi, laiklik, duruşma, temyiz yolu gibi süzme kavramları Batı’dan olduğu gibi alacak yerde bunları kendine göre yeniden tanımlayıp yozlaştırmasıdır. Bu kavramlar üzerinde mülkiyet hakkınız değil yararlanma hakkınız vardır. Değiştiremez, örseleyemezsiniz. Çünkü binlerce beynin hücrelerinden süzülüp gelen, binlarce yılın deneyimleriyle ortaya çıkmış kavramlar bunlar. Biz ise zannediyoruz ki 3 günde icat edildiler.

İstinaf mahkemeleri uyarısı yapıp, “Küçük Yargıtaylar çıkacak” demiştiniz?

İstinaf bir haktır ve topluma tanımak zorundasınız. Yani ilk mahkeme karar veriyor, sonra bir ara mahkemede istinaf yolu açılıyor. Bizde ise istinaf mahkemeleri kurulmuyor.

Neden öyle görüyorsunuz?

Çünkü “istinaf” kavramını şimdiden örseledik, canına okuduk. Bölge idare mahkemelerini kurarken yaptığımız gibi. İstinaf yolu, bir haktır. Bunu hak olarak düşünür mahkemeleri öyle kurarsanız sağlıklı işler. Yargıtay’ın da, Danıştay’ın da işi kendiliğinden azalır. Biz ise sonuç ile nedeni karıştırıyoruz. Danıştay’ın, Yargıtay’ın işini azaltmak için kurarsanız iş azalmaz, artar. “Kesin, sağlam çıkış nokta”nız (axiom) yanlışsa sonuç da mutlaka yanlıştır. Nitekim bu yanlış çıkış Danıştayın işini azaltmadı, hatta arttırdı. Sürekli yakındığımız yargılama süresi de gereksiz yere uzadı. Ne istinaf doğru dürüst oldu ne de Danıştayın işi azaldı.

Benzeri bir tehlike görüyor musunuz?

Elbette. Çünkü çıkış noktası sağlıksız. Fransa’da karar verilen bin hukuk davasından bir tanesi Yargıtay’a gidiyor. İnsanlar ikinci derecede yargıda verilen kararı inandırıcı buluyorlar. Yargılamayı uzatmak gereğini duymuyorlar. Çünkü istinaf yolu bir hak olarak tanınmış ve iyi işliyor.

Yani Yargıtay’ın işi azalmayacak?

Hayır. Daha da çoğalacak, yargılama da uzayacak. Çünkü Türkiye’de temyiz kavramı da oturmadı. Yargılamanın en önemli aşaması olan ve bu nedenle yargılama yasalarının bu aşamanın sağlıklı olması için bütün maddelerinin seferber olduğu duruşma kavramı bilinmemektedir. Taşrada savcı olarak 35 bin nüfuslu bir ilçede görev yaptım. Asliye ceza mahkemesinde sıfır dava bırakarak başka yere atandım. Aynı ilçeye yıllar sonra gittiğimde dava sayısı 893 olmuştu.

Ama değişmesi mümkün değil diyorsunuz?

AİHM’ye gidilirse Türkiye mahkum olur. Savcı değişebilir ama duruşma yargıcı değiştirilemez. Uygulamada sanığı, tanıkları dinleyenler başka başka yargıçlar. Hatta üçüncü bir yargıç, kimse gelmediğinden tutanaklarla karar veriyor. Dünyanın her yerinde bu kararlar mutlak butlanla sakattır.

Neden yargıç değişmez?

Vicdani kanı, duruşmadaki izlenimlere göre oluşur. Tutanaklarla yargıçtan yargıca ciro edilemez. Duruşma yargıcı karar yargıcıdır. Duruşma olayı yeniden yaşamak için yapılır. Yargıtay yargıcı karar değil, kararın denetimi yargıcıdır. Olaysal sorunlarda karar yargıcının yerine geçip hüküm kuramaz. Görmediği tanıkları değerlendiremez. Diyelim ki, siz orada tanıklık yaptınız, terliyorsunuz, kekeliyorsunuz. Bugüne kadar kekeleyen, terleyen tutanak gördünüz mü? Tutanaklara göre kanıt değerlendirmesi yapılamaz. Bunu yaptığı içim insan hakları Avrupa Komisyonu’nun 31 yargıcı 25 Şubat 1997’de Türk Yargıtayını oybirliğiyle eleştirdi.

Yargıtayın görev tanımı ne olmalı?

Yargıtay yargıcı kurulan hükmün yargıcıdır, davanın değil. Bu yüzden bozma üzerine dava dosyası yeniden duruşma yargıcına yollanır. Yeniden duruşma yapıp karar vermesi için. Yargıtay yargıcı, ilk mahkeme nasıl duruşma yapmış, gerekçesinde kanıtları nasıl değerlendirmiş, hangi gerekçeyle karar vermiş vb. bakarak denetimini yapar. Bizde öyle değil. Yargıtay hiç görmediği halde, ilk mahkemenin yerine geçerek ‘Tanık doğru - yanlış söyledi” diye karar veriyor. Türkiye’de reform yapılacaksa ilkeler A’dan Z’ye gözden geçirilmeli. Yargıtay, Danıştay kavramları gözden geçirilmeli. Dünyanın neresinde iki yargıtay ve danıştay var?

Bireysel başvuru için Köşk’e gidebileceğinizi söylediniz. Uyarınız nedir?

Sayın Cumhurbaşkanıyla lütfederlerse bireysel başvuru konusunda ayrıntılarıyla görüşebiliriz. Alman Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir yetkisi var, doğru. Ama karşılaştırmalı hukukun metodolojisine uyalım. Örnekseme topal. Alman Anayasa Mahkemesinin üye yapısı değişik.

Kimler?

İlk mahkemelerde, yüksek yargı organlarında görev yapmış. Kimisi birkaç tane dil bilen, kimisi birden çok alanda doktora ve yıllarca hukuk profesörlüğü yapmış, içerisinde en az dünya çapında birçok yapıtı kaleme almış birkaç hukukçu bulunan bir mahkeme. Uzman yargıçlarla dolu. Hiç kimse kendisini Yargıtayın, Danıştayın üzerinde görmesin. Açık konuşuyorum. Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama Türkiye’de kendisini mesleğinde kanıtlamış hukukçular Yargıtaydadır, Danıştaydadırlar.

Anayasa Mahkemesi dahil mi?

Dediğim açık. Bu tartışmalara girmeye beni zorlamayın. Çünkü Yargıtay hukukun bütün dallarını, Danıştay idare hukukunu uygular. Türkiye’deki bütün yasaları uygulayan -idari hukuk dışında- tek organ Yargıtaydır. Bir ceza ya da hukuk dairesi, dava önüne geldiğinde sorun bir başka uzman daireyle de ilgiliyse onun da görüşünü alır. Anayasa Mahkemesinin oluşum tarzı ise belli. Hukukta uzman olmayan değerli insanlar da var. Siz sorununuzu uzman varken uzman olmayan insanlara mı danışırsınız?

Türkiye’de ‘başkanlık sistemi’ olur mu?

Başkanlık sistemi tartışılabilir mi, tehlikeleri var mı?


Bu konuda uzman değilim. Ama tehlike şu: Türk toplumu “Söz büyüğün” toplumudur. Devleti baba gören bir toplumdur. Baba dediğiniz zaman devletin kulağınızı çekme hakkı doğar. Sizi eğitmeye kalkar. Oysa devlet hizmet eden bir araçtır. Eğitmez, öğrenim sunar. O kadar. Böyle bir ülkede başkanlık sistemi bir çırpıda diktatörlüğe kayar. Tek başarılı olduğu yer ABD’dir. Bu da o ülkenin yapısı, gelenekleri ve kültürüyle ilgilidir.

Başkanlık sistemine geçmek istendiğine dair emareler var mı sizce?

Belirtileri var. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yarı başkanlığa geçiş için bir adımdır. Cumhurbaşkanını halk seçerse, hükümetin karşısında ayrı bir güç olur. İktidar partisinden olursa ortaklaşa diktaya kayabilir; ayrı partiden olursa sık sık çekişme yaşanır. Başkanlık sistemi Latin Amerika’da başarılı olmadı. Fransa gibi yarı başkanlık sistemi olan ülkelerde de çok sorun yaşanıyor.

Yargı reformu değil bu yargı röformu!

Muhalefetin ‘yandaş yargı yaratılacak’ eleştirisine ne diyorsunuz? Öyle bir amaç seziyor musunuz?


Ben insanların amaçları ile değil, dışa yansıyan davranışlarıyla ilgilenirim. Sınırımı bilirim. Tanrı değil, insanım. Ahlakçı değil, hukukçuyum. Yıllardır bütün yargı başkanları, müsteşarın, Adalet Bakanı’nın HSYK’da bulunmasını eleştirdik. Benim görüşüm şu idi: Adalet bakanı bulunmalı, ama oy hakkı olmamalı. Çünkü bakan ülkedeki adalet politikasını izlemelidir. Ama şimdi ikisi de Kurul’da yer alıyor. Üstüne üstlük adalet bakanının yanı sıra onun etkisi altında kalması olası en az on meslektaşımız daha var. Hiçbir hukuk düzeni insanların iyi niyetlerine terk edilemez. Bu duruma eskisinden daha iyidir diyebilir miyiz? Taşradan gelen arkadaşların yararlı olamadıkları olmadıkları değil, olamadıkları- geçmişte görüldü ve bundan vazgeçildi. Çünkü Yargıtay veya Danıştay’a seçilmek için ağabeyleri ve bakanlıkla iyi geçindiler. Bu işinde doğasında vardır. Tarih yinelenecektir. Önleyici önlem şu idi: Bu arkadaşların görev sonrası en az sekiz yıl eski görevlerini sürdürecekleri yasaya konulmalıydı.

Reform mudur peki yapılan düzenleme?

Hayır. Yargı reformu değil bu, yargı röformu. Reform iyileştirmedir, röform yeniden biçimlendirmedir. Ama bu yeniden biçimlendirme iyiye mi kötüye mi gidecek? Kaygılarım var. Kötüye gideceğini düşünüyorum. Dilerim yanılırım. Yaşayan görecek.