Görmüş, beş yıl sonra, günlüklerin tamamını 'İmaj ve Hakikat' adlı kitabında paylaşıyor.


Kâğıt fabrikasında çalışan bir teknisyenin oğlu olan Özden Örnek'i, darbe planları yapan bir asker olmaya götüren dönüm noktaları neler sizce?


TSK'nın yönetim kademesine yükselen askerler, burjuvazinin çocukları değil, halkın çocukları. Babası burjuva olan asker bilmiyorum ben. Sonra bir anda devşiriliyorlar. 'Halkı tek başına bırakırsanız, bütün ülkeyi felakete götürür' diye düşünüyorlar. Bu düşünsel arka zemin, askerî liseler ve harp okullarındaki müfredat marifetiyle oluyor. Burada psikolojik başka bir süreç de var.


Nasıl bir süreç?


İnsanlar bir yerden çıktıktan sonra tekrar geriye dönme korkusu yaşarlar. Yoksulluktan gelmiş ve belli bir zenginliğe, iktidara ulaşmış insanların eski günlere dönme ihtimali bile travma yaşatır.


Ertuğrul Özkök'ün Ankara'daki Çinçin dolmuşuna tekrar binmek korkusu gibi...


Çok güzel bir örnek bu. Ben de böyle çok insan tanıyorum. O günlere dönme korkusuyla, içinden çıktığı kesimleri düşmanlaştırmak, tamamen psikolojik. Harp okullarında şöyle bir şey zerk ediliyor: "Siviller önce kendilerini düşünürler. Biz ise sadece vatanını düşünen insanlarız. O yüzden müdahale hakkına sahibiz." Bu yargı, darbelerin meşrulaştırılması için araç olarak kullanılıyor.


Askeriyle ilişkisinin azalıp da masaya oturmasıyla, Özden Örnek'in siyasetle ve darbe fikriyle tanıştığı hissine kapılıyor insan...


Çok doğru. Özden Örnek darbeciliğe adeta sürüklenmiş bir figür. Kuvvet komutanı olması kesinleşmişken, Şener Eruygur ve Aytaç Yalman ziyaretine geliyor. Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri komutanı değişecek, 2003'te. "Onlarla bu işler yürümüyor. Siz Ankara'ya geldikten sonra duruma yeniden bakacağız." diyerek, Örnek'e güvenlerini ifade ediyorlar. Askeri lisedeyken 27 Mayıs'a üzülüyor; ama 12 Mart 1971'de sivillere tepki duyuyor. AK Parti'nin gelmekte olduğu anlaşılınca, Donanma Komutanlığı'ndan itibaren müdahale fikri oluşmaya başlıyor.


AK Parti'nin iktidara geldiği gün için 'şanssız ve uğursuz bir gün' ibaresi düşüyor, değil mi?


Evet. Belli ki derin bir teessür var. Ondan sonra da öfkeye dönüşüyor.


Askerin AK Parti'ye müdahale etme düşüncesi, iktidarın üçüncü haftasında ortaya çıkıyor. Örnek'in o toplantı için düştüğü not: "Herkes bir şahindi... Umarım başımız derde girmez." Bu tedirginliği nasıl okudunuz?


Korkuyor. Aytaç Yalman'la birlikte darbeden en çabuk vazgeçen komutan olacak, ileride. Şener Eruygur profesyonel bir darbeciyse, Özden Örnek amatör bir darbeci! Hep bir tereddütle gidiyor. Bir yandan 'İktidardan indirmeliyiz' diyor, bir yandan da ilk MGK'da Başbakan içeri girdiğinde komutanların ayağa kalkmamasını eleştiriyor. Şener Eruygur bir yerde "Tek tek söz alalım, hakaret edelim." diyor. Bunu da eleştiriyor mesela.


Deniz Kuvvetleri eski komutanı İlhami Erdil'in yolsuzluklarının peşine düşmesini neye bağlıyorsunuz?


Yolsuzluk vs. konularına samimiyetle karşı. Ama daha küçük çaplı yolsuzluk dosyalarını kapatma yoluna gidiyor. İlhami Erdil'i de hiç sevmiyor. Belki de yolunu kesen biri olarak görüyor. Emin olamadım. Bir işadamının tuttuğu notlar nedeniyle kendisi de suçlanıyor. Hatta Erdal Şenel ona haber getiriyor, "Galiba komutan (Hilmi Özkök) seni mahkemeye verecek." diyor. "Versin. İstifa eder, mahkemeye çıkarım. Ama benimle birlikte 11 general de o mahkemeye çıkar." karşılığını verip, isimlerini sayıyor. Bence kitabın en önemli bölümü de yolsuzluklarla ilgili kısım.


Askeri seminerlere ilaç şirketlerinin sponsor olduğunu, ihaleleri iki şirketin aldığını söylüyor, Örnek. İş maddiyata dönünce, askerin sivillerle arasına ördüğü duvar kalkıyor mu?


Kesinlikle. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrı-koğlu'nun donanmayı İzmir'e taşıma projesi var. Sebebi de, askerin işadamlarıyla fazla içli-dışlı olması. Özden Örnek de "Komutanım, İzmir'de işadamı yok mu?" diye soruyor. Para söz konusu olunca, onların toplumun kirinden arınmış olduğu imajlarının doğru olmadığı ortaya çıkıyor.


Oğlu Burak'ın arkadaşlarının, orduya 10 bin dolar bağışta bulunarak, birliğine dahi uğramadan askerlik yaptığını öğreniyoruz. Nokta kapanmasaydı, sizin de bu konuyla ilgili bir çalışmanız olacağını duymuştum. Bu doğru mu?


Doğrudur. Bütün generallerin çocuklarının, son 5-6 yılda nerede askerlik yaptıklarına dair bir liste geldi. Askerlik yaptıkları yerler, Ankara'dan aşağıya doğru bir çizgi çek, hep bu çizginin batısında kalıyor. Doğuda askerlik yapmış bir tane örnek yoktu. Ali Babacan'ın yeğeni Güneydoğu'da öldü, bu haber oldu.


 Perihan Mağden'in dediği gibi, Teşvikiye Camii'nden bir şehit cenazesi kalktığında, terör de biter mi?


Çok doğru. Bizim liste de bunu gösteriyordu. Nokta'nın devam edememesine üzüldüğüm şeylerden biri de odur.


Özden Örnek, bir işadamının, kendi önünü kesmeye çalıştığını söylüyor. Bu durum, askerliğe yüklenen anlamı da kırılmaya uğratmıyor mu?


Para, modernlik, birçok değeri eritiyor. Askerler denetlenemeyen bir bütçeyi kullanıyorlar. Geçen sene Sayıştay denetlemeleri yine tuhaf bir şekilde durdu. Bu denetim olmadığı sürece, yolsuzluğun olması kadar doğal bir şey yok. Şunu da söyleyeyim; Milli Savunma Bakanlığı Komisyonu (MSBK) üyeleri, Özden Örnek'i ziyarete gidiyorlar. Başında da o sırada AK Parti Milletvekili Cengiz Kaptanoğlu var. Örnek, "MSBK komisyonu olmalarına rağmen, Milli Savunma Bakanlığı bütçesine bakmıyorlar. Bu bana çok ilginç geldi. Kendileri de anlamadıklarını söylediler." diyor. Böyle kapalı bir yerde her şey olur!


Buna hayret ediyor; ama Hilmi Özkök'ün Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na (MSB) bağlanması yönündeki inceletmelerine müthiş tepki gösteriyor...


Hilmi Özkök, o dönemde seçilmiş iktidarı uzaklaştırmak üzere plan yapan komutanlara karşı çıkıp, darbeyi önlemiştir. Fakat demokratik bir ülkenin ordusu gibi olmasını arzuluyor muydu, tam da öyle diyemem. Çünkü Genelkurmay'ın MSB'ye bağlanmasına kendisi de karşı. Mesela Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin, hem de yasal hakkı olduğu halde, hükümet tarafından düzenlenmesine de itirazı var.


26 Aralık 2002'deki YAŞ'ta Başbakan Abdullah Gül ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ordudan atılacak askerlere şerh düşüyor. Çetin Doğan da "Bunu yaparsanız, aramızdaki köprüleri atarsınız." diyor. O toplantı, hükümetin ilk andan itibaren dik durduğunun göstergesi mi?


Hiç şüphesiz. Bu haberi okuduğumuzda hepimiz "Bu bir direnmedir. İlk kez böyle bir şey oluyor." demedik mi? O nedenle çok sinirlenmedi mi askerler? Görüyorlar ki, hükümet, hem darbe ihtimaline karşı çıkacak -ki 27 Nisan'da bunu gösterdiler- hem de bu vesayeti geriletmek için adım atacak. Ama başka taktik izliyor Tayyip Erdoğan...


Nedir o taktik?


Gül'den başbakanlığı almasından hemen sonra, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, Tayyip Erdoğan'ı bir toplantıya davet ediyorlar. Orada çok açık bir şekilde sigaya çekiyorlar Başbakan'ı. Çok küstah bir biçimde, "Değişiminizin sahte mi, gerçek mi olduğuna bizi ikna edin." diyorlar. Başbakan da sakince ve uzun uzun samimi olduğunu anlatıyor. Alttan alta da 'Sizi muhatap alıyorum; ama sanmayın ki artık eski bir Türkiye var' tonlamasıyla konuşuyor. Özden Örnek, o toplantıdan sonra defterine "Bizi güzelce uyuttu. Sonra da yemeğe götürdü." yazıyor.


Özden Örnek'in günlüklerini okuyunca, sizin de altını çizdiğiniz gibi, askerin tezkerede ikiyüzlü davrandığını görüyoruz...


Hatırlayalım, 1 Mart tezkeresine giden günlerde "Askerler niye susuyor?" sorusu soruluyordu. Üzerlerine vazife olmayan her şeye karışan askerler, bir savaş kararı verilecekken susuyorlardı! Alttan alta da "Biz anti-Amerikan'cıyız. Amerikancı olan, hükümet. ABD'yle savaşa girmemeliyiz. Irak'a müdahale etmemeliyiz." mesajı yayıyorlardı. Hatta son gün, üst rütbeli bir subay, Fikret Bila'ya bir demeç veriyor, "Tezkere reddedilmeli! Bizim Irak'ta işimiz yok!" diye. MGK'da bütün orgeneraller, sivillerle bir araya gelmeden önce mutat bir şekilde ön toplantı yaparlar. O toplantıda iki karar veriyorlar. Birincisi, Kıbrıs çözümsüz bırakılmalı. İkincisi de ABD'lilerle birlikte Irak'a girmeliyiz. "Bu konuda kesin bir görüş birliği sağladık." diyorlar. Tezkere reddedildikten üç gün sonra Hilmi Özkök "Biz tezkerenin geçmesini istiyorduk." diye demeç verdi. Orada tam bir ikiyüzlülük var. Kıbrıs'ın çözümsüz bırakılması meselesinde de aynı ikiyüzlülük var.


Nasıl?


Sarıkız darbe planı, bu çözümsüzlük düşüncesi üzerinden yürüyor. Bizim Nokta'dayken attığımız ara başlık da 'Kıbrıs'tan gelen Sarıkız'dı. Sürekli "Kıbrıs çözümsüz olmalı. Kıbrıs'ta muhalefeti desteklemeliyiz. Referandumu engellemeliyiz, Kıbrıs halkı 'Evet' diyerek vatanı satabilir. Mitingler, yürüyüşler düzenlemeliyiz." diyorlar. Yürüyüş tertip etmek için sendikalarla, öğrencilerle ne ilgin var ki? O zaman, "Belki de bu işin bir tarihi, pratiği zaten var. İstediklerinde harekete geçirecekleri bir mekanizma var." diye düşünüyor insan.


Türkiye'de de STK'larla işbirliğine gidiyorlar. Bu taktiğin mimarlarından biri de Örnek mi?


Örnek'in duyduğu tedirginliklerden biri de, taşın altına sadece ordunun elini koyması. "Mutlaka medyayı, sendikaları, üniversiteleri kazanmalıyız." diyor. ABD desteği tabii... Aksi halde bu işe soyunulmaması gerektiğinde net.


Devamı için tıklayınız. / Zaman