Geçen yıl cezaevlerindeki açlık grevine Çankırı Cezaevi'nde katılan bir hükümlü, aldığı disiplin cezasıyla ilgili şikayet yoluna başvurarak, cezanın kaldırılmasını talep etti.

Çankırı İnfaz Hakimi Ömer Faruk Eminağaoğlu, başvurunun duruşmalı incelenmesine karar verdi. Şikayetçi, "mahkemece kullanılan resmi dili bildiğini ve resmi dilde kendisini etkili olarak savunabileceğini ancak anadili Kürtçe'de daha etkili savunma hakkını kullanabileceğini" beyan etti. Bu talebi, reddedilince hükümlü mahkemede savunmasını yapmadı.

Davanın hakimi Ömer Faruk Eminağaoğlu, devam eden dava sırasında 31 Ocak 2013'te yürürlüğe giren 6411 sayılı Yasa'nın 1. ve 2. maddelerindeki düzenleme uyarınca, şikayet eden hükümlünün resmi dili bilse bile daha etkili savunma yapacağı beyanına üstünlük tanındığını ve duruşma açılmış olduğundan savunmasının bu çerçevede alınarak, başvurusunun buna göre incelenmesi konusunun gündeme geldiği sonucuna vardı.

Eminağaoğlu, bu maddelerin Anayasa'ya aykırı ve davada uygulanacak kural niteliğinde bulunduğuna karar vererek, Kanun'un 1. ve 2. maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurma kararı aldı.

Başvuru dilekçesinden

Dilekçede, resmi dilin, devletin egemenlik erklerinde ve bu erklerin işleyişinde kullanılan dil anlamına geldiği, Türkiye Cumhuriyeti'nin yasama, yürütme ve yargı erklerinde ve de bu erklerin işleyişinde kullanılan dilin Türkçe olduğu belirtilerek, şöyle denildi:

"Yargı erkinde, resmi dil bilinmesine rağmen bir başka dilin kullanımına olanak sağlanması, açılım ya da demokratik bir hak sağlama değil, hukukun dolanılıp kolaycı bir yol olarak yargının seçilerek çok dillilik yolunun açılması, kurucu iradenin siyaseten farklı bir tanıma sokulması demektir.

Bu durumun, yürütme ve idare birimlerinde, yine yasama ve komisyonlarında başka dillerin kullanımına olanak sağlanmasından hukuken hiç bir farkı yoktur. Çünkü konu bu aşamada hukukun alanından çıkmakta, siyasal boyut kazanmakta, bir hak sağlanması söz konusu imiş gibi, anadil çok açıkça sömürü malzemesi halinde topluma sunulmaktadır. Bu aşamada yapılan ise gerçekte, resmi dil tanımında değişikliğe gidilmesi ve bunun da hem de anayasa ile değil yasa ile yapılmasıdır."

6411 sayılı Yasa ile değişiklik yapılmadan önceki 5275 sayılı Yasa'nın ilgili maddelerinde, temel insan hakları standartları da gözetilerek, resmi dili bilmeyen kişiler için savunma haklarını, kendilerini etkili olarak hangi dilde ifade edebilecekler ise o dilde kullanabilmeleri yolunda gerekli düzenlemelerin yapıldığı hatırlatılan dilekçede, bu düzenlemelerin evrensel standartları bütünüyle karşıladığı savunuldu.

Resmi dili bilmiyorsa

Mahkemece kullanılan resmi dili anlamayan veya bilmeyen kişinin, kendisini hangi dilde etkili ifade edebilecek veya savunabilecekse, o dilde savunma da ve beyanda bulunacağı kaydedilen dilekçede, şu görüşlere yer verildi:

"Mahkemece kullanılan dili yani resmi dili bildiği halde anadil veya başka bir dilde kendisini daha iyi ifade edebileceğinden hareketle, resmi dil dışındaki dillerde savunma yapma isteği, adil yargılama ve savunma hakkı kapsamında kalmamaktadır. Buna rağmen yapılan düzenlemeler, devlet ve kurucu gücün tanımına yönelik yeni anlayışları yansıtan, temel insan hakları kapsamında kalmayan düzenlemelerdir."

Dilekçede, evrensel düzenlemeler ve uygulamaların da bu paralelde olduğu, bu durumun temel haklar kapsamında kaldığını gösteren Türkiye'nin tarafı olduğu herhangi bir uluslararası sözleşme de bulunmadığı ifade edildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), Mehdi Zana kararında, "adı geçenin Türkçe bilmesine rağmen Kürtçe konuşmakta ısrar etmesi nedeniyle savunma hakkının engellenmesini", Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı bulmadığı hatırlatılan dilekçede, AİHM'in, "ücretsiz tercüman hakkının, mahkemece kullanılan dilin anlaşılamaması ya da konuşulamaması halinde söz konusu olduğunu ve hakkın içeriğinin davadaki materyalleri de kapsadığını ifade ettiği" belirtildi.



AA