YAŞAM HAKKINA İLİŞKİN MEHMET DEMİR VE DİĞERLERİ KARARI BASIN DUYURUSU

(Karara ulaşmak için tıklayınız)

Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, 15/10/2015 tarihinde Mehmet Demir ve diğerleri bireysel başvurusunda (B. No: 2013/1579), başvurucuların yakınlarının ölümüne neden olan patlamanın meydana gelmesinde yetkili makamların sorumlu tutulmasını gerektirecek bir ihmal ya da kusur tespit edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edilmediğine, başvurucuların açmış olduğu tazminat davalarının uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucuların yakınları Evin Demir ile Şilan Demir, 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir.

Söz konusu olay üzerine başlatılan soruşturma sonucunda, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 9/6/2009 tarihli iddianamesiyle üç sanık hakkında Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Sanıkların devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılmaları talep edilmiştir. Yargılama sonunda Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 17/5/2012 tarihinde anılan suçlar kapsamında sanıkların çeşitli sürelerde hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.


Başvurucular, Şilan Demir ile Evin Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında idareye müracaat etmişlerdir. Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı, 18/5/2007 tarihli kararıyla Evin Demir ile Şilan Demir’in ölümü nedeniyle başvuruculara toplam 36.000,00 TL maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucular, söz konusu ödemeyi kabul etmeyerek Şilan Demir ve Evin Demir’in ölümü nedeniyle İdare Mahkemesinde iki farklı dava açmışlardır. İdare Mahkemesi, bu davaların reddine karar vermiş, temyiz edilen kararlar Danıştay tarafından onanmıştır.


İddialar

Başvurucular insanların yoğun olarak bulunduğu bir yere rahatlıkla bomba bırakılması ve patlatılması nedeniyle yakınlarını kaybettiklerini, devletin güvenlik hizmetini gereği gibi yerine getirmediğini, açtıkları davada mahkemece hükmedilen maddi tazminatın yetersiz olduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, olayda hayatını kaybedenlerin Kürt kökenli olduklarını ve bu nedenle hedef seçildiğini, idarenin ihmalinden kaynaklı tazminat davalarında farklı bölgelerdeki olaylarda yaşamını yitirenler için çok daha yüksek tazminat ödenmesine karar verilerek ayrımcılık yapıldığını belirterek yaşam hakkı, etkili başvuru hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Yaşam Hakkı Yönünden

Anayasa Mahkemesine göre devletin Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını, gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülüğün yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını ve devletin yaşamı koruma pozitif yükümlülüğü kapsamında sorumlu tutulabilmesi için belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun yetkili makamlarca bilinmesine ya da bilinmesinin gerekmesine rağmen makul ölçüler çerçevesinde bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek önlemlerin alınmadığının tespit edilmesi gerektiğini kabul etmiştir.


Devletin yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğine ilişkin yapılan incelemede Anayasa Mahkemesi, olayın terör eylemi sonucu meydana geldiğinin etkili bir ceza soruşturması ve yargılama sürecinin ardından verilen mahkeme kararıyla sübuta erdiği, söz konusu patlamanın münferit bir terör eylemi olduğu ve olaydan önce herhangi bir ihbar ya da istihbari bir bilginin yetkili makamlara iletilmediği, dolayısıyla olayın öngörülemez nitelikte olduğu, bomba düzeneğinin fail tarafından park yakınına bırakılması ile patlatılması arasında yaklaşık 40 dakika gibi uzun sayılmayacak bir sürenin geçtiği, patlamadan hemen önce de bir polis aracının olay mahallinde devriye görevi yapmakta olduğu, sonuç olarak başvurucuların yakınlarının yaşamını yitirmesine neden olan patlamanın meydana gelmesinde kamu makamlarının sorumlu tutulmasını gerektirecek bir ihmal ya da kusur bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca, 5233 sayılı Kanun tarafından belirlenen maddi tazminat miktarı ile davanın koşulları ve başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığını değerlendirmiştir.


Anayasa Mahkemesi, anılan değerlendirmeler ışığında başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.


Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden


Anayasa Mahkemesine göre, Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede sonuçlandırılması gerekmektedir.


Makul sürede yargılanma hakkı yönünden yapılan incelemede Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu davalarda yer alan taraf sayısı ve talep konusu göz önüne alındığında başvuruya konu yargılamaların karmaşık bir nitelik arz etmediği ve beş yıl on ayı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin bulunduğu sonucuna varmıştır.


Bu nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmiştir.


Eşitlik İlkesi ve Etkili Başvuru Hakkı Yönünden


Anayasa Mahkemesi ayrıca, eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkında “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle; etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarının ise “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.