15 Nisan 2014 SALI
   
Resmî Gazete
   
Sayı : 28973 (Mükerrer)

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

I- 2247 SAYILI KANUN’UN 27. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN (BAŞVURU RED) KARARLAR

 
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2014/5

KARAR NO : 2014/5

KARAR TR : 03.03.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET: Aynı suçlar nedeniyle açılan ve iki ayrı yargı yerinde yargılama yapıldığı anlaşılan kamu davasında, askeri yargı yerinde davanın halen derdest olup yargılamanın devam ettiği, adli yargı yerince görevsizlik kararı verildiği anlaşıldığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı ya da 17. maddesinde belirtilen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Mağdurlar: 1- U.K., 2- B.B., 3- M.S.B., 4- Y.K., 5- İ.A.6- M.Y.,7- E.K. 8- H.C.,9- M.E.,10- Ö.G.

11-K.K.12-K.K.13-H.Y.,14-Y.G.,15-A.V.,16-M.Ş.E.,17-Y.K.,18-E.Ç.,19-R.A.20-İ.B.

Yakınan : A.K.

Sanıklar : 1- A.A., 2- F.K., 3- R.T.

O L A Y : Kıbrıs 28. Mekanize Piyade Tümeni Disiplin Ceza ve Tutukevi Müdürlüğü emrinde, cezaevi müdürü olarak görevli Tnk. Kd.Üçvş. A.Ş.ile aynı Disiplin Ceza ve Tutukevi Müdürlüğünde gardiyan olarak görevli sanıklar, P.Er A.A., P.Çvş. F.K. ile P.Er R.T., P.Er S.Ö., P.Er Ö.B.ve P.Onb. A.Y. hakkında yürütülen soruşturma sonucunda; 7 gün disiplin cezası ile cezalandırılarak, bu cezanın infazı için 18.7.2011 günü cezaevine kapatılan mağdur P.Er U.K.’ın, 18.7.2011-25.7.2011 tarihleri arasında, sanıklar A.A. ve F.K.’in, zaman zaman da R.T.’in müessir fiillerine ve kötü muamelelerine maruz kaldığı, S.Ö., Ö.B.ve A.Y.’nin, mağdura yönelik olarak müessir fiil tarzında eylemlerde bulunmadıkları, ancak mağdurun su ve tuvalet ihtiyacını gereği gibi gidermesine izin vermedikleri ve mağduru sorun çıkarttığı gerekçesiyle birçok kez sanıklar A.A. ve F.K.’e şikayet ettikleri, sanıkların da, sabah sporlarında hareketleri tam yapamadığı ve diğer arkadaşlarına nazaran daha çok su içmek ve tuvalete gitmek istediği gerekçesiyle mağduru yumruk ve tokat atmak şeklinde birçok kez dövdükleri, mağdurun tahliye edileceği 25.7.2011 günü, saat 07.00’da diğer hükümlülerle birlikte sabah sporuna çıktığı, saat 08.00 sıralarında su içmek için R.T.’den izin istediği, ancak R.T.’in buna izin vermediği, daha sonra A.Y.'nin hükümlülere su içmeleri için topluca izin verdiği ve o gün tahliye olacak olan hükümlülerin birlikte topluca bina önüne geçip oturdukları ve çıkış saatinin gelmesini beklemeye başladıkları, mağdurun bir süre sonra başlarında duran A.Y.’den yeniden su içmek için izin istediği, A.Y.’nin “yok otur yerine” diyerek izin vermediği, mağdurun birçok kez başlarında duran A.Y.’den ısrarlı bir şekilde su içmek ve tuvalete gitmek için izin istediği ve en son oturduğu yerden ayağa kalkarak A. gardiyanla görüşmek istediğini beyan ettiği, bunu gören sanık F.K.’in binadan çıkarak mağduru yakasından tuttuğu ve “babamın oğlu musun, senin derdin nedir, sen dayağı hak ettin" diyerek kafasına doğru 3-4 kez hızlıca tokat ve yumruk vurup, sırtına tekme attığı, mağdurun “komutanım ne olur yapmayın, vurmayın” diye bağırdığı, sanığın ise “konuşma geç içeri” diyerek mağduru sanık A.A.'ın yanına bina içine gönderdiği sırada, sanık A.A.’ın bina önünde mağduru ensesine doğru hızlıca bir tokat atarak binanın içine doğru çektiği, bina içine girdikten sonra tekrar vurması neticesinde mağdurun yere düştüğü ve yerde sürünerek “komutanım ne olur yapmayın, vurmayın” diye bağırdığı, sanığın ise “sen bana nasıl tekme atarsın” diye bağırdıktan sonra yerde bulunan mağduru birçok kez tekmelediği ve kafasına yumruk attığı, ardından sanık F.K.’in de bina içine girdiği ve yaklaşık 5-10 dakika boyunca tekme ve yumruklarla mağdura vurdukları, bir ara ayağa kalkarak bina içindeki banyo bölümüne kaçan mağdura, banyo içinde de birçok kez vurmaları sonucu mağdurun sesinin kesildiği ve kendinden geçerek bayıldığı, bunu gören sanık A.A.’ın dışarıda bulunan hükümlülere seslenerek, mağduru almak üzere üç kişinin gelmesini söylediği, ilk olarak banyoya gelen M.S.B.’ın, mağduru üzerinde sadece alt kamuflaj pantolonu olacak şekilde yerde sırt üstü baygın bir şekilde yatarken, üst kısmının çıplak ve ayağında botunun ve çorabının olmadığını gördüğü, bu sırada sanık A.A.’ın mağdurun numara yaptığını düşünerek “kalk kalk numara yapma” şeklinde bağırarak mağduru yerden kaldırmaya çalıştığı, ancak mağdurun kendine gelemediği, ardından M.S.B.’ın mağdurun botlarını, üst fanilasını ve kamuflajını giydirdiği ve birlikte bina dışına çıkardıkları, sanık A.A.’ın mağdurun baygın halde olduğunu gördüğü halde ona tıbbi müdahale yapılmasını sağlamak yerine bina önünde güneş altında bir sandalye üzerine oturttuğu ve mağdurun sandalye üzerinde sabit duramaması nedeniyle sanık F. K.’den iki adet kelepçe istediği ve ardından kelepçenin birisi ile mağdurun kollarını arkadan kelepçeledikleri, ikinci kelepçeyi de aradan geçirerek mağduru sandalyeye sabitledikleri, yaklaşık otuz dakika kadar mağduru baygın halde güneş altında beklettikleri ve o esnada orada bulunan diğer gardiyanlar A.Y. ve Ö.B.’in olanlara seyirci kalarak bu iki sanığa müdahale etmedikleri, mağdur bu şekilde güneş altında bekletildiği esnada ilk olarak sanık F.K.’in bir kez hızlıca yüzüne tokat attığı, müteakiben mağdurun hırıltı şeklinde ses çıkardığı ve ayakları ile yere vurduğunu gören sanık A.A.’ın kepinin içine su doldurarak mağdurun uyanması için yüzüne döktüğü, mağdur ayılmayınca da yüzüne doğru sertçe iki tokat daha attığı, mağdurun bu tokatlar neticesinde iyice geriye doğru gidip tamamen hareketsiz kaldığı, bunu gören sanıkların mağdurun kelepçelerini çözerek gölgeye taşıdıkları ve aynı sandalye üzerinde gölgeye oturttukları, mağdurun yaklaşık otuz dakika kadar da bu şekilde sandalye üzerinde gölgede baygın bir şekilde beklediği,

Mağduru teslim almak üzere gelen P.Atğm. S.K.’nın dışarıdan mağdurun sandalye üzerinde baygın bir halde oturduğunu gördüğü ve mağdura ne olduğunu sorduğunda sanık A.A.’ın “numara yapıyor, 3-5 defa daha aynı numarayı yaptı, yerlere yattı ancak komutan lafını duyunca kendiliğinden ayağa kalktı" dediği, müteakiben iki gardiyan ve iki hükümlünün baygın haldeki mağduru kollarından ve bacaklarından taşıyarak gelen askeri aracın arkasına yatırdıkları, P.Atğm. S.K.’nın mağduru derhal birlik revirine götürdüğü ancak durumunun acil olduğu düşünülerek birlik ambulansı ile Lefkoşa Nalbantoğlu Hastanesine sevkedilen mağdurun buradan da Ankara GATA'ya sevk edildiği ve buradan alınan son sağlık durumu ile ilgili raporda; “Hastanın halen hayati tehlikesinin devam ettiğinin, bilincinin kapalı olduğunun ve ifade verebilecek durumda olmadığının” bildirildiği, böylece sanıklar A.A. ile F.K.’in 18.7.2011-25.7.2011 tarihleri arasında mağdur P.Er U.K.’a yönelik olarak ayrıntısı yukarıda açıklandığı üzere birçok kez fiziksel şiddet uygulamak, su ve tuvalet ihtiyacı taleplerini gereği gibi karşılamasına izin vermemek, özellikle 25.7.2011 tarihinde 11.00-13.00 saatleri arasında bilincini kaybedecek şekilde uzun süre fiziksel şiddet uygulamak, bilincini kaybettikten sonra da süratle gerekli tıbbi müdahalenin yapılmasını sağlamak yerine güneş altında sandalye üzerinde kelepçeli olarak baygın bir şekilde bekletmek, bu esnada da şiddet uygulamaya devam etmek, müteakiben mağduru teslim almaya gelen personele mağdurun numara yaptığını beyan ederek ve yanlış bilgi vererek tıbbi müdahalenin süratle yapılmasına engel olmaya çalışarak insan onuruyla bağdaşmayan ve mağdurun bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine neden olmak suretiyle mağdurun 25.7.2011 tarihinden itibaren bu güne kadar geçen süre içinde hayati tehlikesi yüksek bir şekilde koma halinde yoğun bakım ünitesinde bulunmasına neden olarak neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçunu işledikleri,

P.Er S.Ö., P.Er Ö.B.ve P. Onb. A.Y.’nin ise, 18-25.7.2011 tarihleri arasında mağdur U.K.’ın su ve tuvalet ihtiyacını gidermesine izin vermedikleri, mağduru sorun çıkarttığı gerekçesiyle birçok kez sanıklar A.A. ve F.K.’e götürdükleri, mağdurun bu sanıklar tarafından işkenceye maruz kalmasına müdahale etmedikleri, bu duruma seyirci kaldıkları ve ceza evi müdürüne bildirmedikleri, bu suretle görevi kötüye kullanmak suçunu işledikleri,

Tnk.Kd.Üçvş. A.Ş.’ün, Disiplin Ceza ve Tutukevi Müdürü olarak, 18.7.2011- 25.7.2011 tarihleri arasında Disiplin Ceza ve Tutukevi Müdürlüğü görevine yeterli zamanı ayırmadığı ve gerekli özen ve dikkati göstermeyerek gardiyan erbaş ve erlerin üzerinde denetim ve gözetim görevini yerine getirmediği, özellikle mağdur U.K.'ın soruşturma konusu eylemlere maruz kaldığı dönemde Disiplin Cezaevine nadiren uğradığı, böylelikle gardiyan erbaş ve erlerin rahat ve başına buyruk hareket etmeleri için uygun ortam sağladığı, söz konusu dönemde çeşitli şekillerde müessir fiile ve kötü muameleye maruz kalan hükümlü askerlerin sorunlarını iletebilmeleri için uygun ortam sağlamadığı ve bu nedenle sorumluluğu altında bulunan Disiplin Ceza ve Tutukevi Müdürlüğünde meydana gelen soruşturma konusu olaylar hakkında bilgi sahibi olmadığı ve gerekli tedbirleri alamadığı, bu suretle de ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu işlediği,

Diğer taraftan resen başlanılan soruşturma sırasında, Kıbrıs/28.Mknz.P.Tüm.Disiplin Ceza ve Tutukevi Müdürlüğünde hükümlü olarak bulunan bazı erbaş ve erlerin de başta sanıklar A.A. ve F.K. olmak üzere zaman zaman da R.T. tarafından geçmiş günlerde müessir fiil tarzında çeşitli eylemlere maruz kaldıklarını beyan etmeleri üzerine soruşturmanın bu yönüyle de genişletildiği ve bu kapsamda yapılan soruşturma neticesinde;

Sanık A.A.’ın, 11.7.2011 günü, mağdur M.Y.’a yönelik olarak “sen yine mi ceza evine geldin” diyerek kafasına tokatla vurduğu, 21.7.2011 günü yine mağdur M.Y.’ın yemekhanede gürültü yaptığı gerekçesiyle tokatla yüzüne bir kez vurduğu, 19.7.2011 günü mağdur E.K.’a yönelik olarak boğazına sarılarak duvara yasladığı ve “seni felç ederim, bize komutanım diye hitap edeceksin" dediği, 20.7.2011 günü mağdur E.K.’a sabah sporunda ayağındaki ağrı nedeniyle tam olarak çöküp kalkamaması nedeniyle tokat attığı, yine aynı gün akşam mağdur E.K.’a ayağındaki ağrı nedeniyle revire çıkmak istediğinde “doktor rapor yazmamış” diyerek tokat attığı, 22.7.2011 günü mağdur H.C.’a ceza evine giriş yaptığı gün yüzüne dört kez tokat attığı, 22.7.2011 günü mağdur K.K.’ya “sesin çok çıkmıyor, bağıramıyorsun" diyerek tekme ve tokatlarla vurduğu, 25.7.2011 günü mağdur M.E.’un ceza evine ilk girdiği gün üzerini değiştirdiği sırada kafasına yumrukla vurduğu, 25.7.2011 günü mağdur Ö.G.’a kılık kıyafet kontrolü esnasında iki kez tokatla vurduğu, 22.7.2011 günü mağdur K.K.’a “sesin çok çıkmıyor" diyerek tekme ve tokatlarla vurduğu, 12 ve 18.7.2011 tarihlerinde mağdur Bilal Baysal’a iki kez spor hareketlerini tam olarak yapamadığı gerekçesiyle tokat atmak suretiyle vurduğu, 22-26.7.2011 tarihleri arasında mağdur M.S.B.’a spor hareketlerini tam olarak yapamadığı gerekçesiyle tokat atmak suretiyle bir çok kez vurduğu, 22-26.7.2011 tarihleri arasında mağdur Y.K.’a kılık kıyafetinin bozuk olduğu, tekmil verirken sesini yükseltmediği gibi gerekçelerle bir çok kez tokat ve yumruk atmak suretiyle vurduğu, 25.7.2011 günü mağdur İ.A.’a kolunda dövme olduğu gerekçesiyle avuç içi ile başına yumruk attığı, 25.7.2011 günü mağdur H.Y.’e “ben ne dersem burada o olur, benden habersiz hiçbir şey yapamazsınız” dedikten sonra bir kez tokat attığı, 25.7.2011 günü mağdur Y.G.’e ceza evine ilk kayıt işlemleri esnasında sebepsiz yere avuç içi ile kafasına bir yumruk attığı, 22- 25 Temmuz 2011 tarihleri arasında mağdur A.V.’a her gün sebepsiz yere bir çok kez göğsüne ve başına yumruk atarak ve yüzüne tokat atarak vurduğu, 19.7.2011 günü mağdur M.Ş.E.’e tekme ve tokatla vurduğu, bu suretle yukarıda adı geçen mağdurlara yönelik olarak müteaddit (onbeş kez) kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama suçunu işlediği,

Sanık F.K.’in, 19.7.2011 günü mağdur E.K.’a üzerini değiştirirken acele etmediği gerekçesiyle tokat attığı, 22.7.2011 günü mağdur Y.K.’ya “bağıracaksın, sesin çıkacak” dedikten sonra tokatla kafasına vurduğu ve 23.7.2011 günü yatağını düzgün yapmadığı gerekçesiyle kafasına tokatla vurduğu, 22.7.2011 günü K.K.’ya ceza evine giriş yaptığı gün vurduğu, 25.7.2011 günü mağdur M.E.’un ceza evine ilk girdiği gün sivil eşya deposunda yüzüne tokat attığı, 25.7.2011 günü mağdur Ö.G.’ın kılık kıyafet kontrolü esnasında avuç içi ile kafasına vurduğu, 22.7.2011 günü mağdur K.K.’a "sesin çok çıkmıyor, bağıramıyorsun” diyerek tekme ve tokatla vurduğu, 22-26.7.2011 tarihleri arasında farklı zamanlarda mağdur M.S.B.’a spor hareketlerini tam yapamadığı gerekçesiyle tokat atmak suretiyle bir çok kez vurduğu, 22.7.2011 günü mağdur Y.K.’a ceza evi kurallarını tek tek anlattıktan sonra tekmil verirken sesini yükseltmediği gerekçesiyle tokat attığı ve benzeri eylemlerinin 25.7.2011 tarihine kadar devam ettiği, 25.7.2011 günü mağdur İ.A.’a kolunda dövme olduğu gerekçesiyle yazıhane önünde kafasına bir kez dirseğiyle hızlıca vurduğu ve ardından bağırarak ite kaka sivil eşya deposuna götürdüğü, 25.7.2011 günü mağdur R.A.’a ceza evine ilk kayıt işlemi esnasında sebepsiz yere tokat ve yumruk attığı ve yaklaşık bir saat sonra bir tokatta sivil eşya deposunda attığı, 22-25.7.2011 tarihleri arasında mağdur A.V.’a sebepsiz yere bir çok kez göğsüne ve başına yumruk attığı ve yüzüne tokat attığı ve “umurumda mı, gelirken bana mı sordun, düş geber, istediğin kişiye şikayet et, üç tane şahit gösteririm” şeklinde sözler sarf ettiği, 22-25.7.2011 tarihleri arasında mağdur E.Ç.’in bir kez kıpırdadığı gerekçesiyle kafasına yumruk attığı, bu suretle yukarıda adı geçen mağdurlara yönelik olarak müteaddit (oniki kez) kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama suçunu işlediği,

P.Er R.T.’in, 22.7.2011 günü mağdur İ.B.’e kepini düzelttiği için avuç içi ile kafasına vurduğu ve aynı gün imza attığı sırada imza yerini taşırdığı için yine avuç içi ile kafasına bir kez vurduğu, 22.7.2011 günü mağdur K.K.’ya tekme ve tokatla vurduğu, 25.7.2011 günü de spor yapamadığı gerekçesiyle kafa ve göğsüne vurduğu, 22-26.7.2011 tarihleri arasında mağdur Y.K.’a yatağının bozuk olduğu ve sakal tıraşı olmadığı gibi gerekçelerle tokat ve yumrukla iki üç kez vurduğu, 22-25.7.2011 tarihleri arasında mağdur E.Ç.’in iki kez sebepsiz yere kafasına yumruk attığı, 21-26.7.2011 tarihleri arasında mağdur U.K.’a farklı zamanlarda sabah sporlarında hareketleri tam yapamadığı gerekçesiyle avuç içi ile alnına ve ensesine bir çok kez yumruk attığı, ayrıca yine mağdur U.K.’a 24-25.7.2011 günü gecesi koğuşta sabit durma cezası adı altında esas duruşta beklettiği ve kımıldadığı gerekçesiyle tekme ve tokatlarla vurduğu, bu suretle yukarıda adı geçen mağdurlara yönelik olarak müteaddit (beş kez) kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama suçunu işlediği ileri sürülerek, sanıklar P.Er A.A. ile P.Çvş. F.K.’in neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 95/1/d. maddesi uyarınca cezalandırılmalarına, sanık P.Er A.A.’ın müteaddit (onbeş kez) kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama suçundan da eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 86/3/d. maddesinin 15 (onbeş) kez tatbik edilmesi suretiyle cezalandırılmasına, sanık P.Çvş. F.K.’in de ayrıca müteaddit (oniki kez) kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama suçundan da eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 86/3/d. maddesinin 12 (oniki) kez tatbik edilmesi suretiyle cezalandırılması,

P.Er R.T.’in müteaddit (beş kez) kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama suçundan eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 86/3/d. maddesinin 5 (beş) kez tatbik edilmesi suretiyle cezalandırılması, P.Er S.Ö., P.Er Ö.B.ve P.Onb. A.Y.’nin görevi kötüye kullanmak suçundan eylemlerine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 144.maddesi delaletiyle Türk Ceza Kanunu’nun 257/1. maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları,

Tnk.Kd.Üçvş. A.Ş.’ün ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmak suçundan eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 144.maddesi delaletiyle Türk Ceza Kanunu’nun 257/2. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 6.10.2011 gün ve E:2011/251, K:2011/133 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

KIBRIS TÜRK BARIŞ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 16.12.2011 gün ve E:2011/376, K:2011/254 sayıyla; sanıklar A.A., F.K.ve R.T.’e yüklenen eylemlerin askeri suç olmayıp, askeri bir suç ile de bağlantılı olmadığı, sanık A.A.’ın 13.12.2011 tarihi itibariyle askerlik hizmetini tamamlayarak terhis edildiği ve askeri mahkemede yargılanmasını gerektiren ilginin kesildiği, diğer sanıklar F.K.ile R.T.'in halen asker kişi sıfatları de­vam etmekte ise de, bu sanıkların eylemlerini terhis olan sanık A.A.’la müştereken gerçekleştirdikleri açıklanarak, 353 sayılı Kanun’un 12.maddesi uyarınca görevsizlik kararı vermiş, kararın sanıklar A.A. ile F.K.tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Askeri Yargıtay 1.Dairesi’nce, yargılama aşamasında mağdur U.K.’ın öldüğü belirtilerek, sanık A.A.’ın karar tarihinden önce, sanık F.K.’in karar tarihinden sonra geçici terhis edildikleri, dosyanın incelenmesinde, sanıkların, atılı suçlar nedeniyle 27.07.2011 tarihinde tutuklandıkları ve halen tutukluluklarının devam ettiği, yargılamaları devam ettiğinden, tutuklu kaldıkları sürelerin askerlik hizmetinden sayılması suretiyle geçici terhis edildiklerinin anlaşıldığı, bu durumda ilgili mevzuata göre, sanıkların tutuklu kaldıkları sürelerin askerlik hizmetinden sayılıp sayılmayacağının ve muvazzaflık hizmet süresini tamamlayıp tamamlamadıkları yani kesin terhis tarihlerinin yüklenen suçlara ilişkin kamu davasının sonucuna göre belirlenecek olması nedeniyle, yüklenen eylemlerle ilgili olarak askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren ilginin henüz kesilmediği, bu nedenle, Askeri Mahkemenin yargılama görevinin devam ettiği açıklanarak, hükmün görev yönünden ayrı ayrı bozulmasına karar verilmiştir.

Sanık R.T. hakkında verilen görevsizlik kararının temyiz edilmeden kesinleşmesi üzerine, dava dosyasının gönderildiği Elazığ 1.Ağır Ceza Mahkemesince, haklarında görevsizlik kararı verilen tüm sanıklar hakkında dosya açılarak yargılamaya başlanılmış ve yetkisizlik kararı verilmiş, dava dosyası Silifke 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş, bu Mahkemenin de yetkisizlik kararı vermesi üzerine, Yargıtay 5. Ceza Dairesi, Silifke 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir.

SİLİFKE 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 3.12.2013 gün ve E:2013/147, K:2013/292 sayıyla; Mahkemeleri ile Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü arasında yapılan yazışmalar sırasında, sanıklar A.A. ve F.K.’in Askeri Mahkemenin görevsizlik kararını temyiz etmeleri üzerine, kararın Askeri Yargıtay 1. Dairesi’nce bozulduğu, bu bozma ilamı sonrasında sanıklar hakkındaki dosyanın 2013/301 esasına kaydı yapılarak haklarındaki işkence suretiyle ölüme neden olma ve nüfuz kullanmak suretiyle kasten yaralama eyleminden yargılamaya devam olunduğu bu aşamada sanıkların tutuklu olarak Kıbrıs'a nakillerinin talep edildiğinin görüldüğü, böylece sanıklar A.A. ve F.K. hakkında halen adli yargı ve askeri yargı yerlerinde aynı mağdurlara karşı gerçekleştirdikleri eylemlerden ötürü iki ayrı davanın yürütüldüğü, Mahkemelerince getirtilen Askeri Yargıtayın ilamında, sanık A.A.'nın henüz terhis olmadan söz konusu suçlama nedeniyle sanık F.K. ile birlikte tutuklandığı, dolayısıyla terhis işleminin Askeri Yargıtayın gerekçesinde de ifade edildiği gibi geçici terhis niteliğinde bulunduğu, dolayısıyla geçici terhis halinin askerlikle ilişiği ortadan kaldırmayacağı ifade edildiğine göre ve halen tutuklu olan sanıkların şekli olarak terhis edildikleri gerçek bir terhisin söz konusu olmadığı açıkça sabit olduğundan, sanıkların halen Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinde yargılamaları da devam ettiğine göre Mahkemelerinin görevli bulunmadığı açıklanarak, sanık R.T.yönünden, Mahkemelerine açılan kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında dosyanın tefriki ile ayrı bir esasa kaydedilmesine, sanıklar A.A. ve F.K.yönünden ise görevsizlik kararı ile adli ve askeri yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığı oluştuğu gerekçesiyle uyuşmazlığın giderilmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Levent BİLGİ, Zafer YAĞLIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Mehmet ÇAKIROĞLU’nun, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”;

“Yargı merciince yapılacak işlemler” başlığı altında düzenlenen 15. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlıklarında dava dosyaları, son görevsizlik kararını veren yargı merciince, bu kararın kesinleşmesinden sonra, ceza davalarında doğrudan doğruya diğer davalarda ise taraflardan birinin istemi üzerine, ilk görevsizlik kararını veren yargı merciine ait dava dosyası da temin edilerek Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir ve görevli yargı merciinin belirlenmesi istenir”;

“Olumlu görev uyuşmazlığı ve uygulanacak usul” başlığı altında düzenlenen 17.maddesinde, “Olumlu görev uyuşmazlığı; adli, idari ve askeri yargıya bağlı ayrı iki yargı merciine açılan ve tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davalarda bu yargı mercilerinin her ikisinin kendilerini görevli sayan kararlar vermiş olmaları, görev kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğu ceza davalarında bu kararların kesinleşmiş bulunması durumunda meydana gelir”;

“İncelemede izlenecek sıra” başlığı altında düzenlenen 27. maddesinde ise; “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder” denilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış ilişkiler Genel Müdürlüğünün, Silifke Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben gönderdiği 23.5.2013 gün ve ……/49546 sayılı yazısı ile, halen Silifke M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan A.A. ve Fırat Keser’in Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesindeki duruşmalarını takip edebilmeleri maksadıyla Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı 2. Sınıf Askeri Ceza ve Tutukevi Müdürlüğüne sevk edilmek üzere gerekli nakil emrinin verilmesi istemini içeren yazılarının incelendiği;

Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 16.12.2011 gün ve E:2011/376, K:2011/254 sayılı kararı ile, tutuklu sanıklar A.A. ve F.K.ile tutuksuz sanık R.T.hakkında “neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence ve kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama” suçları nedeniyle yürütülen yargılama sırasında sanıkların terhis olduğu ve üzerlerine atılı suçun askeri suç olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği, ancak tutuklu sanıklar tarafından kararın temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 1. Dairesi’nin 16/01/2013 gün ve E:2013/206, K:2013/55 sayılı kararı ile anılan askeri mahkeme kararının görev yönünden bozulmasına karar verildiği;

Askeri Mahkemenin görevsizlik kararının tutuksuz sanık R.T.açısından temyiz edilmeyerek kesinleşmesi nedeniyle, adı geçen hakkındaki dosyanın gönderildiği Elazığ 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 20.3.2013 gün ve E:2013/110, K:2013/105 sayılı kararından anlaşıldığı üzere, sanık R.T.açısından değil tüm sanıklar yönünden başlatılan kovuşturma neticesinde yetkisizlik kararı verilerek dava dosyasının Silifke 1.Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, Silifke 1. Ağır Ceza Mahkemesince de 18.7.2011 gün ve E.2013/46, K:2013/151 sayı ile yetkisizlik kararı verilmesi üzerine, olumsuz yetki uyuşmazlığının giderilerek yetkili mahkemenin belirlenmesi için dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderildiği;

Ayrıca, Askeri Yargıtay 1. Dairesi’nce, tutuklu sanıklar A.A. ve F.K.ile ilgili olarak, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesince verilen görevsizlik kararının bozulmasına karar verilerek dava dosyasının Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyanın sanıklar A.A. ve F.K. ile ilgili olarak Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 2013/301 sayılı esas numarasına kaydedildiği ve yargılamaya bu esas üzerinden devam edildiği;

Adı geçen sanıklar hakkında, yukarıda açıklanan suçlardan dolayı, askeri ve adli yargı yerlerinde, sebebi ve konusu aynı olan derdest davalar bulunması nedeniyle, öncelikle yargı yerleri arasındaki görev uyuşmazlığının giderilmesinin gerektiği, bu kapsamda 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde konunun Uyuşmazlık Mahkemesine intikal ettirilerek, Uyuşmazlık Mahkemesinin vereceği karara göre, adı geçenlerin Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesindeki duruşmalarını takip edebilmeleri maksadıyla Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı 2.Sınıf Askeri Ceza ve Tutukevi Müdürlüğüne sevk edilmeleri yönündeki talebin işleme alınmasının uygun olacağının bildirilmesi üzerine, yazının Silifke 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildiği, bu kez Mahkemece, yukarıda anlatıldığı şekilde, sanıklar A.A. ve F.K.yönünden görevsizlik kararı ile adli ve askeri yargı yerleri arasında oluştuğu ileri sürülen görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar verilerek, dava dosyasının Mahkememize gönderildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, adli ve askeri yargı yerlerince, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik kararı bulunmadığı gibi, kendilerini görevli sayan kararların da bulunmadığı, sanıklar A.A. ve F.K.hakkında aynı suçlar nedeniyle açılan ve iki ayrı yargı yerinde yargılama yapıldığı anlaşılan kamu davasında, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinde davanın halen derdest olup yargılamanın devam ettiği, Silifke 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verildiği anlaşıldığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı ya da 17. maddesinde belirtilen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı ya da 17. maddesinde belirtilen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 03.03.2014 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/9

KARAR NO : 2014/8

KARAR TR : 03.03.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET: 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, (Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden) aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Yakınanlar: 1- F.G., 2- F.B., 3- A.A., 4- F.K., 5- M.B., 6- G.Ç., 7-M.T.

Sanık: L.Y.

O L A Y : 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Sivas Doğanşar İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde görevli sanık J.Er L.Y.’ın, 1.1.2012 günü, aynı Komutanlık emrinde görevli yakınan J.Er F.B.’ya “sen beni nasıl şikayet edersin, benim hayatım kaydı, seni çıkışta bekleyeceğim, benim askerliğim yandı ben de seni yakacağım” diyerek elinin tersi ile göğsüne vurması üzerine, F.B.’nın nöbetçi astsubay odasına giderek olayı anlattığı Uzm.Çvş. M.T.’in, sanığı ve olaya şahit olan J.Onb. F.G.’i odasına çağırarak, olayı her ikisine de sorduğu sırada, sanığın “bana komplo kuruyorlar, benden niye şikayetçi olmuşlar” şeklindeki söylemleriyle bağırarak ve el kol hareketi yaparak kendini savunmaya çalıştığı, bunun üzerine M.T.’in kendisine bağırmadan ve el kol hareketi yapmadan konuşması gerektiğini söylemesine rağmen, F.B.’yı kastederek “onla görüşeceğiz zaten arkadaşlarım gelecek aradım” diyerek konuşmasına devam ettiğinde, M.T.’in “kim o gelecek arkadaşın” dediği, sanığın “sana ne” diyerek M.T.’in üzerine yürüdüğü ve vurmaya çalıştığı sırada, M.T’in olay yerinde bulunan askerlere sanığı nezarete atmalarını söylemesi üzerine, sanığın “ sen kimsin, beni nezarethaneye atacaksın, öldün sen orospu çocuğu, seni öldüreceğim, senle görüşeceğiz” dediği ve kendisini tutan arkadaşlarının elinden kaçarak silahlık kapısını kırıp silah almaya çalıştığı sırada, M.T.’in sanığı engellemek amacıyla sanığa kelepçe takmak istemesi üzerine, sanığın M.’a hitaben “sen kimsin bana kelepçe takacaksın? Seni öldüreceğim orospu çocuğu, Allah’ını kitabını sinkaf ederim” dediği, kelepçe takmaya yardımcı olan askerlerden aynı Komutanlık emrinde görevli yakınanlar J.Er F.K., J.Er A.A. ve J.Er M.B.’a hitaben “bırakın lan beni orospu çocukları, Allah’ını kitabını sinkaf ettiklerim” dediği ve J.Er A.A.’a yönelik olarak “seni öldüreceğim” diyerek kelepçeli eliyle vurduğu, olay yerinde bulunan askerler tarafından yere yatır­mak için müdahale edildiğinde “hepinizin Allah’ını sinkaf edeceğim” diyerek küfür ettiği, sanığı sakinleştirmek için olay yerine gelen Uzm. J.V.Kad.Çvş.Hasan A.Y.’a, “bırak beni, M. uzmanı öldüreceğim, onun Allah’ını kitabını sinkaf edeceğim” dediği, böylece sanığın Uzm.Çvş. M.T.’e yönelik olarak “seni öldüreceğim” şeklindeki söyleminin üstü tehdit suçunu “orospu çocuğu, Allah’ını kitabını sinkaf ettiğim” şeklindeki söyleminin üste hakaret suçunu, M.T.’in üzerine yürümesi ve vurmaya kalkışması eyleminin üste fiilen taarruz suçunu oluşturduğu, bunun dışında olay yerinde bulunan J.Er A.A.’a yönelik olarak “seni öldüreceğim” şeklindeki söylemi “tehdit” suçunu, ellerinin kelepçeli olduğu durumda J.Er A.A.’a vurması ile gerçekleşen eyleminin kasten yaralama suçunu,olay esnasında olay yerinde bulunan J.Er F.K., J.Er A.A.ve J.Er M.B.’a yönelik olarak “bırakın lan beni orospu çocukları, Allah’ını kitabını sinkaf ettiklerim” şeklindeki söyleminin hakaret suçunu oluşturduğu, si­lahlık kapısını kırması ile gerçekleşen ve kapı kilidinin kırılması ile sonuçlanan eyleminin aske­ri eşyayı kasten tahrip suçunu oluşturduğu açıklanarak, sanığın eylemlerine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 82/2., 85/1.,91/1. ve 130/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi istemiyle adı geçen sanık hakkında kamu davası açılmış; Ayrıca, sanığın 27.01.2012 tarihinde terhis edilmiş olması nedeniyle, yüklenen kasten yaralama, tehdit ve hakaret suçlarından soruşturma yapmak yetki ve görevinin suçun işlendiği yer itibariyle Sivas Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğundan bahisle bu suçlar yönünden görevsizlik kararı verilmiş; Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5.2.2013 gün ve E:2013/514,K:2013/259 sayılı iddianamesiyle; 1.1.2012 günü çıkan tartışma üzerine, sanık L.Y.’ın, yakınanlar F.B. ile A.A.’ı yaraladığı, A.A. ile diğer yakınanlar M.T., G.Ç. ve F.K.'yi ölümle tehdit ettiği, F.B. dışındaki yakınanları hedef alarak sinkaflı ve benzeri hakaretler ettiği ileri sürülerek, sanığın basit yaralama suçundan eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 86/2, 86/3. maddeleri uyarınca iki kez, A.A., M.T., G.Ç. ve F.K.'ye yönelik tehdit suçundan eylemine uyan aynı Kanun’un 106/1, 43/1-2, yakınanlar F.G., M.B., A.A., F.K., M.T., G.Ç.'a yönelik hakaret suçundan eylemine uyan aynı Kanun’un 125/1, 125/3-a, 125/4, 43/1-2.maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.

SİVAS 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 14.2.2013 gün ve E:2013/129, K:2013/109 sayıyla; her ne kadar 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca dosya tefrik edilerek, sanığın yakınan Uzm. Çvş M.T.'e karşı gerçekleştirdiği ileri sürülen üste fiilen taarruz, üstü tehdit, üste hakaret ve askeri eşyayı kasten tahrip suçlarından Askeri Mahkemeye kamu davası açılmış ve J.Er olan diğer yakınanlara karşı eylemlerinden ötürü görevsizlik kararı ile dosya Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş ve Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, sanığın J.Er olan yakınanlara karşı eylemlerinden dolayı kamu davası açıldığı bildirilmiş ise de; gerek olayın aynı sanık tarafından ve birbirini takip eden neden sonuç zinciri ile işlenmiş olması gerekse Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, sanığın askeri suç olarak kabul edilen M.T.'e karşı gerçekleştirdiği ileri sürülen hakaret, tehdit ve kasten yaralama suçlarından da kamu davası açılmış olması göz önüne alındığında, delilleri değerlendirmek ve yargılama yapıp cezalandırmak yetki ve görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle Sivas Asliye Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

5. PİYADE EĞİTİM TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 16.4.2013 gün ve E:2013/622, K:2013/86 sayıyla; sanık hakkında Uzm.Çvş. M.T.’e karşı işlediği ileri sürülen eylemlerinden dolayı 5. P.Eğt.Tug.Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 10.12.2012 gün ve 2012/668-257 EK sayılı iddianamesiyle, üst’e fiilen taarruz, üst’ü tehdit, üst’e hakaret ve askeri eşyayı kasten tahrip etmek suçlarından kamu davası açıldığı, iddianamede belirtilen kasten yaralama, tehdit ve hakaret suçlarından dolayı görevsizlik kararı verilmiş olduğu, sanık hakkında üst’e fiilen taarruz, üst’ü tehdit, üst’e hakaret ve askeri eşyayı kasten tahrip etmek suçlarından dolayı yargılamasının halen Mahkemelerinde devam ettiği, sanığın iddianamede belirtilen diğer eylemlerinin Tük Ceza Kanunu kapsamında suçlar olduğu ve sanığın 27.01.2012 tarihinde terhis edilmiş olması nedeniyle, yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Mehmet ÇAKIROĞLU’nun, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının itiraz yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi ikinci fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin onuncu fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almış, 232. maddesinin altıncı fıkrasında ise, “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir” hükmüne yer verilmiştir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvuracağı kanun yolu, süresi, mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Sivas 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 03.03.2014 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

II- 2247 SAYILI KANUN’UN 14. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN (OLUMSUZ

GÖREV UYUŞMAZLIĞI) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2014/6

KARAR NO : 2014/6

KARAR TR : 03.03.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET: Asker kişi sanıklar hakkında “silahla tehdit ve kasten yaralama” suçları kapsamında kaldıkları kabul edilen eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Sanıklar : 1- D.G., 2- T.U.

O L A Y : Sivas 5. P. Eğt.Tug. P.Er Eğt.Tb. 1. BI.Komutanlığı emrinde, 20.06.2010 günü, koğuş nöbetçi onbaşısı olarak görevli sanık P.Er D.G.’in, aynı Komutanlık emrinde görevli P.Erler M.Y. ve sanık P.Er T.U.’u, 3 nolu kulede tutacakları 16.30-18.30 nöbetine götürürken, gazinonun önünde rütbeliler olduğu için uygun adımda yürüme komutu verdiği, ancak sanık T.U.’un “Ölsem uygun adımda yürümem” diyerek adi adımda yürümeye devam ettiği, bunun üzerine sanık D.G.’in “Bari yukarıya çıktığımız­da uygun adımda yürü orada tabur komutanımız olabilir” dediği ve yürümeye devam ettikleri, içtima alanını geçtikten sonra sanık D.G.’in tekrar uygun adımda yürüme komutu verdiği, sanık T.U.’un komuta uymaması üzerine de sanık T.U.’u kolundan çekerek “Geç sıraya uygun adımda gideceğiz” dediği ve T.U.’un ayağına tekme attığı, bunun üzerine sanık T.U.’un “Böyle askerliğin Allah’ını kitabını sinkaf ederim” diyerek küfür ettiği ve sanıkların birbir­lerine vurmaya başladıkları, M.Y. sanıkları ayırmaya çalışırken sanık T.U.’un silahını yere doğru tutarak kurma kolunu çekip bıraktığı, emniyetini açtığı ve “D.’u vuracağım” diye bağırarak namluyu sanık D.G.’e doğrultmak üzere iken, sanık D.G.’in sanık T.U.’un üzerine atlayarak silahı elinden aldığı ve şarjörü ile namludaki mermiyi çıkarttıktan sonra M.Y.’a verdiği sırada, sanık T.U.’un olay yerin­den ayrılarak bölük binalarına doğru gittiği, sanık D.G.’in tekrar sanık T.U.’un yanına giderek, nöbete gideceklerini söylediği, sanığın gitmeyeceğini söylemesi üzerine, tekrar başladıkları tartışmanın kavgaya dönüştüğü, sanık T.U.’un diğer sanığın yüzüne yumruk attığı, sanık D.G.’in de bunun üzerine sinirlenerek diğer sanığın kafasını kolunun altına sıkıştırarak elinde bulunan şarjörle 4-5 kez vurduğu, böylece, sanık P.Er T.U.’un koğuş nöbetçi onbaşılığı görevini ifa eden sanık P.Er D.G.’in uygun adımda yürüme komutuna karşılık “Ölsem uygun adımda yürümem” diye­rek, amiri konumundaki P.Er D.G.’in em­rini açıkça reddetmek suretiyle, emre itaatsizlikte ısrar suçunu, tüfeğinin kurma kolunu çekip bırakarak emniyeti açık pozisyona getirip “D.’u vuracağım” demek suretiyle, silahlı iken amiri tehdit etmek suçunu, uygun adım yürüme komutuna uymaması sonucunda çıkan tartışmada, D.G.’in çeşitli yerlerine vurmak, son olarak nöbete gidip gitmeme konusunda bölük binaları önünde tartışırlarken D.G.’in yüzüne yumruk atmak suretiyle üst’e fiilen taarruz etmek suçunu işlediği, sanık P.Er D.G.’in ise, sanık T.U.’un ayağına tekme atmak, vücudunun çeşitli yerlerine vurmak ve kafasına şarjörle vurmak suretiyle, ast’a müessir fiil suçunu işlediği ileri sürülerek, sanık P.Er T.U.’un eylemlerine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 87/1. maddesi “açıkça reddeden” cümlesi, 82/2. maddesi “silahlı iken” cümlesi ve 91/1. maddesi “az vahim hal” cümlesi uyarınca, sanık P.Er D.G.’in eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 117/1 ve suçun haksız tahrik altında işlen­mesi nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesi uyarınca cezalan-dırılmaları istemiyle 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 10.08.2010 gün ve E:2010/496,K:2010/339 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

5. PİYADE EĞİTİM TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 29.8.2011 gün ve E:2011/92, K:2011/135 sayıyla; sanık T.U.’a yüklenen emre itaatsizlikte ısrar suçu yönünden sanığın cezalandırılmasına, sanığa yüklenen üste fiilen taarruz ve silahlı iken amiri tehdit suçu yönünden ise, koğuş nöbetçi onbaşısı olan sanık D.G.’in, kendisine nöbet hizmetinin yürütülmesini sağlamak amacıyla tanınmış bulunan amirlik sıfatını diğer sanık T.U.’un tekme ile ayağına vurması nedeniyle kaybetmiş bulunduğunu, sanık D.G.’e yüklenen asta müessir fiil suçu yönünden ise, sanığın görev ve sorumluluğunun sınırlarını aşarak, sanık T.U.’un ayağına tekme ile vurarak bulunduğu statüyü kötüye kullanması ile sanıkla arasındaki hizmet ilişkisinin kesildiği, bu nedenle itibari amirlik statüsünden yararlanamayacağı sonucuna varıldığı, bu durumda, sanık P.Er T.U.’un eylemleri amire fiilen taarruz suçunu ve silahlı iken amiri tehdit suçunu oluşturmayıp, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesinde düzenlenen “kasten yaralama” ve 106/2-a.maddesinde düzenlenen silahla tehdit suçunu, sanık P.Er D.G.’ın eyleminin asta müessir fiil suçunu oluşturmayıp, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesinde düzenlenen “kasten yaralama” suçunu oluşturduğu açıklanarak, sanıkların yargılama aşamasında terhis edilmiş olmaları nedeniyle askeri mah-kemede yargılanmayı gerektiren ilginin de kesilmiş olduğu, yüklenen eylemlerin askeri bir suç olmadığı, askeri bir suça bağlı bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek dava dosyası, Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

SİVAS 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ:7.10.2013 gün ve E:2012/586, K:2013/436 sayıyla; sanıklara yüklenen eylemlerin görev sırasında ve görev mahallinde işlendiği, eylemlerin Askeri Ceza Kanunu’nda açıkça düzenlenmekle askeri suç kapsamında kaldığı ve askeri mahkemenin görev alanına giren eylemler olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Mehmet ÇAKIROĞLU’nun davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Anayasanın “askeri yargı” yı düzenleyen 145 nci maddesinde asker kişilerin “askeri mahallerde” işledikleri suçlara bakmanın askeri mahkemelerin görevinde olduğu belirtilmişken; 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile yapılan değişiklik ile maddenin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmek suretiyle “askeri mahallerde” unsuru madde metninden çıkarılmıştır.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin “….askeri mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve 28335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30, K:2012/36 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 76. maddesinde, "Nöbet; askerlikteki müşterek hizmetlerin yapılmasını ve devamını sağlamak maksadı ile bu hizmetlerin belli bir sıra ve süre ile subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, erbaş ve erler ile Silahlı Kuvvetler Teşkilatı içinde vazifeli olan bilumum sivil şahıslar tarafından yapılmasıdır.

Nöbetçi: nöbet hizmetinin yapılması için görevlendirilen şahıstır” şeklinde tarif edilmiş, 77. maddesinde de, "Kıtalarda, karargahlarda ve askeri kurumlarda nöbet hizmetine tabi tutulacak personelin kimler olacağı, nöbet hizmetlerinin yapılış tarzı ile şekli ve nöbetçilere ait vazifeler talimatname ile tayin ve tesbit olunur " denilmiştir.

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun, "Nöbetçi, karakol, devriyenin tarifi" başlığı altında düzenlenen 15. maddesinde;

"1-Bu kanunun tatbikatında nöbetçi hazarda ve seferde emniyet, muhafaza, disiplin, tarassut maksatlariyle silahlı olarak bir yere konulan ve muayyen bir talimatı bulunan tek veya çift askerdir.

2- Karakol hazarda ve seferde aynı maksatlarla konulan ve bir amir emrinde bulunan silahlı bir kısım askerdir.

3-Devriye hazarda ve seferde aynı maksatlarla muayyen bir mıntakada seyyar olarak vazife yapan bir veya daha ziyade silahlı askerdir " denilmekte, benzer düzenleme İç Hizmet Kanunu'nun 78. maddesinde de yer almaktadır.

Aynı Kanun'un 106. maddesinde "Askeri karakola, nöbetçiye ve devriyeye hakaret eden veya bunları dinlemiyen veya bunlara mukavemette bulunan yahut fiilen taarruz eden bu suçları amire karşı yapmış sayılır ve öylece cezalandırılır." denilmekte olup, yasa maddeleri birlikte değerlendirildiğinde 15. maddede yazılı olan nöbetçilerin belli suçlar karşısında amir sayılacakları, daha açık bir anlatımla, 106. maddede yazılı suçları işleyenlerin, bu suçları amire karşı işlemiş kabul edilerek ast gibi cezalandırılacakları; adı geçen Kanun’un 12. maddesinde de “Bu kanunun tatbikatında (Hizmet) tabirinden maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askeri vazifenin madun tarafından yapılması halidir” denilerek yasanın uygulanmasında hizmetin gerek malum ve muayyen olan ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askeri vazifenin madun tarafından yapılması hali olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan, İç Hizmet Yönetmeliği'nin "Askerlikte Nöbet Hizmetleri" başlığı altında düzenlenen 382 ve devamı maddelerinde nöbet hizmetleriyle ilgili hükümler düzenlenmiştir. Yönetmeliğin 395. maddesinde, "Kıt'alarda her Kuvvetin özelliğine uygun olarak nöbet hizmetleri yürütülür. Bu yönetmeliğin dışında kalan veya ayrıca özellik arzeden nöbet hizmetleri ihtiyaca göre komutanlıklarca; bu yönetmelik esasları gözönünde tutularak hazırlanıp uygulanır " denilmiş; “Koğuş Nöbetçi Onbaşısının Vazifesi ” başlığı altında düzenlenen 397.maddesinde de, “Koğuş nöbetçi onbaşılığı yat borusundan başlayarak hamam borusunda bitmek ve iki saatte bir değişmek üzere koğuşta yatan onbaşı veya liyakatli erler arasında sıra ile tutulur. Bu nöbetten ancak o günkü nöbetçi onbaşısı müstesnadır. Her nöbetçi onbaşısı ile beraber koğuşun büyüklüğüne ve küçüklü-ğüne göre bir veya bir kaç er nöbet tutar.

Koğuş nöbetçi onbaşısının vazifeleri şunlardır :

…….

…….

5 - Bölüğün hususi nöbet yerleri varsa hazırlanmış Bl. K. tarafından tasdik edilmiş sıra defterine göre nöbetçileri kaldırıp bizzat değiştirmek…….” hükmü yer almıştır.

Açıklanan yasa hükümleri ile buna bağlı olarak İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği gibi mevzuat hükümleri gözetilerek amir olma durumunun tespit edilmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinde, dosya içinde mevcut Sivas 5. P. Eğt.Tug. P.Er Eğt.Tb. 1. BI. Komutanlığının 20.6.2010 tarihli nöbet çizelgesinden, 16.30-18.30 saatleri arasında sanık P.Er D.G.’in koğuş nöbetçi onbaşısı olarak, sanık P.Er T.U.’un 3 nolu kulede nöbetçi olarak görevlendirildikleri anlaşılmıştır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanıklara yüklenen eylemlerin görev sırasında ve görev mahallinde işlendiği, eylemlerin Askeri Ceza Kanunu’nda açıkça düzenlenmekle askeri suç kapsamında kaldığı ve askeri mahkemenin görev alanına giren eylemler olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, dosyanın incelenmesinde, olay sırasında sanık P.Er D.G.’in nöbetçileri değiştirmekle görevli nöbetçi onbaşı olarak görevlendirildiği, yani göreviyle ilgili konuda ve görevin yapılmasıyla sınırlı olarak diğer erler karşısında emretme yetkisine sahip amir durumunda olduğu, bu nedenle Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesinde belirtilen korumadan yararlanacağından, sanıklara yüklenen eylemlerin iddianamede belirtildiği şekilde nitelendirildiği; ancak, sanık T.U.’a yüklenen “silahlı tehdit” suçunun Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesinde sayılan suçlar arasında bulunmadığı, bu nedenle bu eylem hakkında Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesinin uygulanamayacağı, bu durumda eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2-a. maddesinde düzenlenen silahla tehdit suçu kapsamında kaldığı sonucuna varılmış;

Sanık T.U.’a yüklenen üst’e fiilen taarruz etmek suçu yönünden ise, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararının gerekçesinde, iddianamede ve dosya içinde bulunan mevcut bilgi ve belgelerden, olay sırasında sanık D.G.’in kendisine nöbet hizmetinin yürütülmesini sağlamak amacıyla tanınmış bulunan amirlik sıfatını diğer sanık T.U.’un ayağına tekme ile vurması nedeniyle yersiz müdahale ve icapsız fiillerde bulunduğu kabul edilerek kaybetmiş olduğu, bu nedenle Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesindeki korumadan yararlanmasının mümkün olmadığı, bu durumda eylemin kasten yaralama suçunu oluşturduğu;

Sanık D.G.’e yüklenen asta müessir fiil suçu yönünden ise, sanığın görev ve sorumluluğunun sınırlarını aşarak, sanık T.U.’un ayağına tekme ile vurarak bulunduğu statüyü kötüye kullanması ile sanıkla arasındaki hizmet ilişkisinin kesildiği, bu nedenle itibari amirlik statüsünden yararlanamayacağı sonucuna varıldığı, bu durumda, sanık D.G.’ın eyleminin asta müessir fiil suçunu oluşturmayıp, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesinde düzenlenen “kasten yaralama” suçunu oluşturduğu açıklanarak, eylemlerin Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği gözetildiğinde, 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararı hukuka uygun bulunmuştur.

Bu durumda, sanıklara yüklenen eylemlerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “silahla tehdit ve kasten yaralama” suçları kapsamında kaldığı, Askeri Ceza Kanunu’nda bu eylemlere ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle “askeri suç” olmadıkları açıktır. Sanıkların yargılama aşamasında terhis edildikleri dosya içindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanıklar hakkında yukarıda anlatıldığı şekilde Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen suçlar kapsamında kaldıkları kabul edilen eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca adli yargı yerinde görülmesi ve Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 7.10.2013 gün ve E:2012/586, K:2013/436 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 03.03.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/8

KARAR NO : 2014/7

KARAR TR : 03.03.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET: Asker kişi sanık hakkında, olay tarihinde asker kişi olan kişiye karşı işlendiği ileri sürülen “tehdit” suçu nedeniyle açılan kamu davasının ASKERİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Yakınan : D.A.

Sanık : A.K.

O L A Y : Bartın Deniz Üs Komutanlığı emrinde görevli sanık Top. Kd. Bçvş. A.K.’ın, 2.1.2010 günü, bir kısım kısa dönem askerin birliğe katılış yaptığı sırada, yakınan SG Mhf. Er D.A.’ya polis memuru olduğunu öğrenince “ben polisleri hiç sevmem, televizyon izlediğimde bir polis memurunun şehit olduğunu duyunca orgazm oluyor gibi zevk alıyorum, burada ayağını denk al, gözüm üzerinde, en ufak açığını görürsem sana geçiririm” dediği, böylece basit tehdit suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1. maddesinin ikinci cümlesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 7.2.2012 gün ve E:2012/55, K:2012/8 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 14.3.2012 gün ve E:2012/107, K:2012/39 sayıyla; Anayasanın 145. maddesinde yapılan yeni düzenleme ile “askeri mahal” kavramı kaldırıldığından, artık asker kişilerin askeri mahalde işledikleri askeri suç olmayan suçlarına ait davaların askeri yargı yerinde görülemeyeceği ve mağdurun yargılama aşamasında terhis edilmiş olması ile yüklenen suçun askeri bir suç veya askeri bir suça bağlı bulunmaması nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Bartın Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

Bartın Sulh Ceza Mahkemesi, yüklenen eylemin işlendiği yer itibariyle yargılama yapma yetkisinin Mahkemelerinde olmadığı gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiş, itiraz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası Amasra Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

AMASRA SULH CEZA MAHKEMESİ: 15.1.2013 gün ve E:2012/185, K:2013/12 sayıyla, suç tarihinde sanık ile mağdurun asker kişi oldukları ve 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin uygulanabilmesi için sanığın terhis edilmiş olmasının gerektiği açıklanarak, suç tarihinde asker kişi sanığın, asker kişiye karşı işlediği ileri sürülen suç nedeniyle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle, itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 30.9.2013 gün ve E:2013/22, K:2013/25 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, , aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın askeri yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Mehmet ÇAKIROĞLU’nun davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Anayasanın “askeri yargı” yı düzenleyen 145 nci maddesinde asker kişilerin “askeri mahallerde” işledikleri suçlara bakmanın askeri mahkemelerin görevinde olduğu belirtilmişken; 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile yapılan değişiklik ile maddenin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmek suretiyle “askeri mahallerde” unsuru madde metninden çıkarılmıştır.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin “….askeri mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve 28335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30, K:2012/36 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Sanığa yüklenen “tehdit” suçunun Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda, bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle eylemin “askeri suç” olmadığı kuşkusuzdur. Öte yandan, sanığın yargılama aşamasında Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrıldığına ya da ilişiğinin kesildiğine dair dosya içinde herhangi bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanığa yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve mağdurun yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, 353 sayılı Yasa'nın 17. maddesi uyarınca, sanığa yüklenen suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde askeri mahkemenin görevinin sona ermesi, ancak sanığın askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilgisinin kesilmesi halinde mümkün olup, bu durumun mağdurun terhis edilmiş olması ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığın halen asker kişi olduğu anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca sanık hakkında açılan kamu davasının askeri yargı yerinde görülmesinin gerektiği kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, asker kişi sanığın, olay tarihinde asker kişi olan kişiye karşı işlediği ileri sürülen suç nedeniyle hakkında açılan davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 14.3.2012 gün ve E:2012/107, K:2012/39 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 03.03.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2014/10

KARAR NO : 2014/9

KARAR TR : 03.03.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET: Asker kişi sanık hakkında, askeri suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlendiği de ileri sürülmeyen “resmi belgede sahtecilik" suçu nedeniyle açılan kamu davasının, ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Sanık : İ.G.

O L A Y : Kırklareli/Babaeski 1. Zrh. Tug. 1. Tnk. Tb. 2. Tnk. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık Tnk. Uzm. Çvş. İ.G.’nün, 26.10.2011-02.02.2012 tarihleri arasında, değişik zamanlarda altı kez olmak üzere, birliğindeki Revir Baştabipliğinden sevk alarak gittiği Babaeski Devlet Hastanesinde, burada çalışan görevli doktorun kaşesini kullanarak imzaladığı ve sahte olarak düzenlediği istirahat raporlarını 1. Zrh. Tug. Revir Baştabibi B.T.’ın taklit kaşesini kullanıp imzalayarak kullandığı, Babaeski Devlet Hastanesi ile yapılan yazışmalar sonucu durumun anlaşıldığı, böylece, sanığın sahte resmi belge düzenlemek ve/veya sahte düzenlenmiş resmi belgeyi kullanmak suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1, 43. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle 5. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 16.04.2012 gün ve E:2012/432, K:2012/160 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

5. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 17.05.2012 gün ve E:2012/441, K:2012/201 sayı ile, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle artık asker kişilerin askeri mahalde işlenen, fakat asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlenmemiş olan suçlarla ilgili olarak askeri yargı yerinde yargılanma olanaklarının bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Babaeski Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

BABAESKİ ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 13.07.2012 gün ve E:2012/342, K:2012/175 sayı ile, sanığın yüklenen eylemi, asker kişilere karşı ve askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlediği bu nedenle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 4.2.2013 gün ve E:2013/5, K:2013/8 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, kendisine gelmekle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Mehmet ÇAKIROĞLU’nun davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Anayasanın “askeri yargı” yı düzenleyen 145 nci maddesinde asker kişilerin “askeri mahallerde” işledikleri suçlara bakmanın askeri mahkemelerin görevinde olduğu belirtilmişken; 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile yapılan değişiklik ile maddenin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmek suretiyle “askeri mahallerde” unsuru madde metninden çıkarılmıştır.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin “….askeri mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve 28335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30, K:2012/36 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı kuşkusuzdur.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, yüklenen eylemin asker kişilere karşı ve askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlendiği, bu nedenle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, sanığın işlediği ileri sürülen “sahte resmi belge düzenlemek ve/veya sahte düzenlenmiş resmi belgeyi kullanmak” suçunun, kamu güvenliğine karşı işlenen suçlar kapsamında bulunduğu ve sanığın “birliğindeki Revir Baştabipliğinden sevk alarak gittiği Babaeski Devlet Hastanesinde, burada çalışan görevli doktorun kaşesini kullanarak imzaladığı ve sahte olarak düzenlediği istirahat raporlarını, 1. Zrh. Tug. Revir Baş-tabibi Bahadır Taşçıkan’ın taklit kaşesini kullanıp imzalayarak kullandığı” ileri sürüldüğünden, yüklenen eylemin, sanığın askerlik hizmet ve görevleriyle bir ilgisinin bulunmadığı da kuşku-suzdur.

Bu durumda, Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesinde yer alan “askeri mahal” kavramının Anayasa’da yapılan yeni düzenleme ile kaldırıldığı ve Anayasa Mahkemesi’nin bahsedilen kararı ile Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline de karar verildiği anlaşıldığından, artık asker kişilerin askeri mahalde işledikleri askeri suç olmayan bu tür suçlara ait davaların askeri yargı yerinde görülmeyeceği açıktır.

Açıklanan nedenlerle, askeri suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlendiği de ileri sürülmeyen eylem nedeniyle sanık hakkında açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Babaeski Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Babaeski Asliye Ceza Mahkemesi’nin 13.07.2012 gün ve E:2012/342, K:2012/175 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 03.03.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

4-ESAS NO : 2014/11

KARAR NO : 2014/10

KARAR TR : 03.03.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET : 1- Asker kişi sanık hakkında, askeri suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlendiği de ileri sürülmeyen “şantaj" suçu nedeniyle açılan kamu davası ile;

2-Asker kişi sanık hakkında, askeri suç olmayan, askeri suça bağlı bulunmayan “konut dokunulmazlığını ihlal” suçu nedeniyle açılan kamu davasının, sanığın askeri mahkemede yargılanmasını gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ YARGI yerinde;

3-Asker kişi sanık hakkında, Askeri Ceza Kanunu’nun 132. maddesinde düzenlenen “üstünün bir şeyini çalmak” suçuna uygun eylemi nedeniyle açılan kamu davasının ASKERİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Yakınanlar : 1- M.K., 2- S.K.

Sanık : R.E.

O L A Y : Sarayönü İlçesi Çeşmelisebil Jandarma Karakol Komutanlığı emrinde görevli sanık J.Er R.E.’ın, 13.2.2013 günü saat 02:30 sıralarında aynı Komutanlık emrinde görevli yakınan Uzm. Çvş. M.K.’ın askeri lojmanda bulunan evine hırsızlık yapmak amacıyla, kilitli olmayan mutfak balkon kapısından girdiği, buradan yakınan S.K.’ın çocuğuyla birlikte uyumakta olduğu odaya geçtiği, yakınan S.K.’ın gürültü üzerine uyandığı ve gelenin eşi olduğunu düşünerek birkaç kez seslendiği, ses çıkmayınca kalkıp odanın ışığını yaktığında sanığı gördüğü ve “senin burada ne işin var seni M. uzmana söyleyeceğim” demesi üzerine, sanığın “M. uzmana söylersen ben de sen çağırdın diyerek iftira atarım” dediği, böylece sanığın hırsızlığa teşebbüs, gece vakti konut dokunulmazlığını ihlal ve şantaj suçlarını işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 116/4, 107/2-1, 142/1.b.2, 143, 35 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle Sarayönü Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 8.4.2013 gün ve E:2013/53, K:2013/19 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

SARAYÖNÜ ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 10.4.2013 gün ve E:2013/29, K:2013/49 sayıyla, asker kişinin asker kişiye karşı işlediği ileri sürülen suçlar nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 9. maddesi uyarınca, asker kişi sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 5.11.2013 gün ve E:2013/1255, K:2013/474 sayıyla, sanığa yüklenen “şantaj” suçunun askeri suç ve suçun mağduru olan S.K.’ın da asker kişi olmaması nedeniyle, “gece vakti konut dokunulmazlığını ihlal” ve “hırsızlık” suçlarının askeri suç olmaması ve yargılama aşamasında sanığın terhis edilmiş olması nedeniyle yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Mehmet ÇAKIROĞLU’nun “şantaj ve konut dokunulmazlığını ihlal” suçları nedeniyle açılan kamu davasının çözümünün adli yargı, “hırsızlığa teşebbüs” suçu nedeniyle açılan kamu davasının çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Anayasanın “askeri yargı” yı düzenleyen 145 nci maddesinde asker kişilerin “askeri mahallerde” işledikleri suçlara bakmanın askeri mahkemelerin görevinde olduğu belirtilmişken; 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile yapılan değişiklik ile maddenin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmek suretiyle “askeri mahallerde” unsuru madde metninden çıkarılmıştır.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin “….askeri mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve 28335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30, K:2012/36 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, asker kişi sanığı, asker kişiye karşı işlediği ileri sürülen “şantaj ve konut dokunulmazlığını ihlal” suçları nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, sanığa yüklenen eylemlerin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suçlara ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle eylemlerin “askeri suç” olmadıkları kuşkusuzdur. Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği de dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Bu durumda, sanığa yüklenen “şantaj” suçu yönünden, Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesinde yer alan “askeri mahal” kavramının Anayasa’da yapılan yeni düzenleme ile kaldırıldığı ve Anayasa Mahkemesi’nin bahsedilen kararı ile Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline de karar verildiği anlaşıldığından, artık asker kişilerin askeri mahalde işledikleri askeri suç olmayan bu tür suçlara ait davaların askeri yargı yerinde görülemeyeceği nedeniyle, askeri suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlendiği de ileri sürülmeyen eylem nedeniyle sanık hakkında açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Sarayönü Asliye Ceza Mahkemesi’nce bu suç nedeniyle verilen görevsizlik kararının kaldırılması;

Sanığa yüklenen “konut dokunulmazlığını ihlal” suçu yönünden, 353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen “konut dokunulmazlığını ihlal” suçunun askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca bu eylem nedeniyle açılan kamu davasının da adli yargı yerinde görülmesi ve Sarayönü Asliye Ceza Mahkemesi’nce bu suç nedeniyle verilen görevsizlik kararının da kaldırılması;

Sanığa yüklenen “hırsızlığa teşebbüs” suçu yönünden ise, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, suçun askeri suç olmaması ve sanığın yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de; dosya içinde mevcut bilgi ve belgelerden, olay günü kalorifer nöbetçisi olarak görevli bulunan sanığın, karakol binasına 100 metre kadar uzaklıkta olan ve üstü durumunda bulunan askeri personelin oturduğunu bildiği lojmanlar bölgesinde bulunan, yakınan Uzm. Çvş. M.K.’ın evine hırsızlık amacıyla girdiği ileri sürülerek davanın açıldığı anlaşıldığından, yerleşmiş Askeri Yargıtay kararları da gözetilerek, sanığa yüklenen eylemin 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 132. maddesinde düzenlenen, “üstünün, astının veya arkadaşının bir şeyini çalmak” suçunu oluşturabileceği sonucuna varılmış, bu suçun da askeri suç olması nedeniyle, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca bu eylem nedeniyle açılan kamu davasının askeri yargı yerinde görülmesi ve Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce “hırsızlığa teşebbüs” suçu nedeniyle verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Sanık hakkında “şantaj ve konut dokunulmazlığını ihlal’ suçları nedeniyle açılan kamu davasının çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle bu suçlar yönünden verilen Sarayönü Asliye Ceza Mahkemesi’nin 10.4.2013 gün ve E:2013/29, K:2013/49 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA; sanık hakkında “hırsızlığa teşebbüs” suçu nedeniyle açılan kamu davasının çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle bu suç yönünden Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 5.11.2013 gün ve E:2013/1255, K:2013/474 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 03.03.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

I- 2247 SAYILI KANUN’UN 24. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN

(HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2012/164

KARAR NO : 2014/143

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı sınırlarında bulunan Nazım Hikmet Parkı içinde yer alan ve 2886 sayılı Yasa Hükümlerine göre davacı şirkete kiralanan işyerinde, Davalı idarece düzenlenen 26.01.2005 tarihli tutanakta belirtilen mimari projesine aykırı tadilatlar nedeni ile davacının işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptali yönünden taraflar arasında oluşan uyuşmazlığa ilişkin olarak yapılan inceleme neticesinde; dava konusu mimari projeye aykırı tadilatların davacı şirket tarafından yapılmadığı, davalı Belediye Başkanlığı tarafından dava konusu ruhsat verilmeden önce yapıldığı, ışıklı panolar konusunda ise davalı Belediye Başkanlığı’na yapılan 23.02.2005 tarihli müracaata rağmen davacıya herhangi bir yer gösterilmemesi nedeni ile davacının iyiniyetli olduğu, bu nedenlerle 26.01.2005 tarihli tutanak dikkate alınarak davacının işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptaline ilişkin kararın; 818 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 2. Kısım 8. Bap’da düzenlenen kira sözleşmesine ilişkin maddeleri ile 353 sayılı İşyeri Açma Ve Çalıştırma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararname , 20103 sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik Maddelerine ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. Maddesinde düzenlenen ‘Hakkın Kötüye kullanılması Yasağına’ na aykırı olduğu anlaşılmakla; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı; Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı arasında oluşan hüküm uyuşmazlığının, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı kaldırılmak Sureti ile giderilmesi gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesi

İsteminde Bulunan (Davacı) : R.Ş.. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti.

Vekili : Av. Ö.Ş.

Karşı Taraf (Davalı) : Çankaya Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. P.G.

O L A Y : 1-HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI’NIN GİDERİLMESİ TALEBİNDE BULUNAN R.Ş. İNŞ. TUR. GIDA. TEKS. OTO. REKL. ORG. SAN. TİC. LTD. ŞTİ VEKİLİNİN VERDİĞİ 11.01.2012 TARİHLİ DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Çankaya Belediyesi Dikmen Keklikpınarı Mahallesi 27338-27341 adalarda kurulu Rekreasyon Alanı içinde yer alan Restoran ve Ş. Kafe’nin 04.12.2003 tarihinde davalı Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ihale ile hüküm uyuşmazlığı talebinde bulunana 3 yıl süre ile kiralandığını, davacının söz konusu yerin ıslahı amacı ile 450.000-500.000 TL masraf yaptığını ve Turizm Deneme İşletme Belgesi almak üzere uygun hale getirdiğini; davalı Belediye Başkanlığı tarafından 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı lokA.a işletmeciliği için İşyeri Açma ve Çalışma ruhsatının verildiğini; sonrasında davalı Belediye Başkanlığı Encümenliği’nin 01.03.2005 tarih ve C:/2005/0621.17 sayılı kararı ile hem 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptal edildiğini; hem de 1. sınıf lokA.a ruhsatı için yapılan başvurunun reddedileceğinin bildirildiğini; bu kararın iptali istemi ile idari yargıda açılan davanın Ankara 11.İdare Mahkemesi’nin 31.01.2006 tarih ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı ile iptaline karar verildiğini; kararın temyizen Danıştay 8. Dairesi Başkanlığı’na gönderildiğini; Danıştay 8.Dairesi Başkanlığı’nın 08.06.2007 gün ve 2006/3865 Esas, 2007/3578 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiğini; bu esnada davalı Belediye Başkanlığı’na 1. Sınıf lokA.a açma ve çalıştırma ruhsatı istemi başvurusu yapıldığını; ancak, bu istemin de 15.03.2005 tarih ve 17-04/L-1/1823 1684-1535 sayılı karar ile reddedildiğini; red kararına karşı idari yargıda açılan iptal davasının Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas 2006/712 Karar sayılı kararı ile kabul edildiğini ve kararın Danıştay 8. Dairesi Başkanlığı’nın 08.06.2007 gün ve 2006/3864 Esas, 2007/3579 Karar sayılı kararı ile onandığını; tüm bu kararlardan sonra davacı tarafından “lüks sınıf” işyeri açma ve çalıştırma belgesinin alındığını; davalı Belediye Başkanlığı’nın bu kez de iptal kararlarına konu aynı gerekçelerle 18.08.2006 tarih ve C/2006/4002.22 sayılı işyerinin faaliyetten men-ine ilişkin Encümen kararını aldığını (talep dilekçesinde yanlış yazılmış, 17.08.2006 gün ve C:2006/4023.22 sayılı karar), davacı tarafından bu kararın da iptali istemi ile idari yargı yerinde dava açıldığını, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile yapılan işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine karar verildiğini ve kararın Danıştay 8. Dairesi’nin 16.11.2011 gün ve 2011/6381 Esas 2011/5637 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiğini, oysa aynı konuya ilişkin daha önce davalı tarafından Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın, mahkemenin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile reddine karar verildiğini ve Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiğini; davacı tarafından yine aynı taraflar arasında aynı olaya ilişkin olarak açılan muarazanın giderilmesi ile müdahalenin men-ine ilişkin davanın, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı ile kabul edildiğini ve Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiğini; bu şekilde dava tarafları ve konusu aynı olan bir olayda birbirinden farklı hükümlerin oluştuğunu belirterek; Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 01.12.2007 gün ve 2007/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Kararı arasında oluşan hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi istemi ile Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurduğu anlaşılmıştır.

2-ANKARA 10. SULH HUKUK MAHKEMESİ’NİN 04.12.2007 GÜN VE 2005/1409 ESAS, 2007/2407 KARAR SAYILI DOSYASINDA YAPILAN İNCELEME NETİCESİNDE;

Davacı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin mahkemeye sunduğu 28.07.2005 tarihli dava dilekçesinde özetle; dava konusu 27338-27341 adalar içinde yer alan restoran ve Ş. Kafe’nin 01.12.2003 tarihinde yapılan ihale ile davalı R.Ş..İnş. Tur. Gıda. Teks.Oto ve Rek.Org. San.Tic. Ltd. Şti.’ne kiralandığını; Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nce yapılan inceleme neticesinde davalı tarafından dava konusu yerde kira sözleşmesinin 9. maddesine aykırı şekilde ve onaylı mimari projeye aykırı olarak eklentiler yapıldığının tespit edildiğini ve durumun 08.04.2005 gün ve 1217 sayılı yazı ile Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’ne bildirildiğini; bunun üzerine davacı tarafından 28.04.2005 gün ve 1901 sayılı yazı ile mimari proje ve sözleşmenin 9. maddesine aykırı olarak yapılan eklentilerin 15 gün içinde eski hale getirilmesi, aksi halde işlemlerin yapılacağının davalıya ihtar edildiğini; bu yazı akabinde Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden , mimari projeye aykırılıkların giderilip giderilmediği konusunda bilgi istendiğini; Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün 28.06.2005 gün ve 2334 sayılı yazı cevabı ile projeye aykırı yapıların kaldırılmadığını bildirdiğini; davalının bu şekilde mimari projeye aykırı eklenti yaptığını ve kira sözleşmesinin 9. maddesini ihlal ettiğini belirterek; davalının taşınmazdan tahliyesine karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı R.Ş..İnş. Tur. Gıda. Teks.Oto ve Rek.Org. San.Tic. Ltd. Şti. vekili mahkemeye sunduğu çeşitli cevap dilekçelerinde özetle; davalının dava konusu yeri dört duvar halinde aldığını ve Turizm Deneme İşletme Belgesi alınabilecek duruma getirmek için 450.000 -500.000 TL lik masraf yaptığını; daha sonra davalı Belediye Başkanlığı’ndan 30.12.2004 gün ve 1823 sayılı “ lüks sınıf “ lokA.a işletmeciliği için işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı aldığını; akabinde de 1. Sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı almak için başvuru yaptığını; bu esnada davacı Belediye Başkanlığı tarafından kendisine tebliğ edilen 07.02.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 733-650 sayılı yazısı ile “Parkın, Dikmen Caddesi girişine yaklaşık (1.50x3.50)m, ebatlarında h=5m. yüksekliğinde ışıklı pano yapıldığını, giriş kapısı sağ ve sol yanlarına ( 1.00x2.QÛ) m ebatlarında ışıklı pano yapıldığını, RestorA.'a çıkış sağ yanda yaklaşık (6.S0x 15.00)m. ebadında yeşil alanın iptal edilip, h=l-l,5m. yüksekliğinde duvar örülerek dolgu yapıldığını ve üzerinin parça granit malzeme ile kaplanmak Suretiyle yaya yoluna katıldığını.,Restoran önüne isabet eden yaklaşık (20.00x2.00)m. ebadında yeşil alanın iptal edilip, h=l,5m. yüksekliğinde duvar ile çevrildiğini, yeşil alanın doldurularak yaya yolu kotuna getirildiğini ve mevcut durumu ile araç parkı (yolu) olarak kullanıldığının tespit edildiğini belirterek; bu nedenle en kısa zamanda proje hilafı hususların giderilmesi için Küşat Müdürlüğü’ne müracaat edilmesinin gerektiğinin aksi halde yasal işlemler yapılacağının” bildirildiğini, kendilerinin verdiği 23.02.2005 tarihli cevabi yazıda özetle; “kendilerine bildirilen ve eski hale iadesi istenen projeye aykırılıkların kendileri tarafından yapılmadığının, yapılan ışıklı panonun ise işletilen restoranın algılanmasından başka bir amacının olmadığının, davalı Belediye Başkanlığı’nın pano yerini uygun bulmaması durumunda panoların davacı Belediye Başkanlığı tarafından gösterilen yere monte edilebileceğinin” beyan edildiğini; bu yazının akabinde davacının “lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı“nın davacı Belediye Başkanlığı’nın 01.03.2005 gün ve C:72005/0621.17 sayılı kararı ile iptal edildiğini; davalı tarafından bu işlemin iptali amacı ile dava açıldığını; davanın Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 2005/725 Esas sayılı dosyasında devam ettiğini ve davalının yürütmenin durdurulması isteminin mahkemece 09.11.2005 günü verilen karar ile kabul edildiğini; bu sırada davalının “1.sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı” verilmesi için yaptığı başvurusunun da davacı Belediye Başkanlığı’nın 15.03.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 1684-1535 sayılı kararı ile reddedildiğini, davalının bu işlemin de iptali istemi ile dava açtığını, davanın Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 2005/1349 Esas sayılı dosyasında devam ettiğini ve davalının yürütmenin durdurulması isteminin mahkemece 31.10.2005 günü verilen karar ile kabul edildiğini, davacının kötü niyetli olduğunu; kira sözleşmesinin feshini haklı çıkartmak amacı ile gerçek dışı iddialarda bulunduğunu; davacının yaptığı tamirat ve tadilatların fen ve sağlık açısından kullanılmaya uygun olduğunun Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’nün 26.05.2004 gün ve 22.09/2799 sayılı,18.08.2004 gün ve 22.09/4831 sayılı,14.10.2004 gün ve 22.09/5764 sayılı yazılarında açıkça belirtildiğini; ayrıca, davacı Belediye Başkanlığı tarafından kendilerine gönderilen 07.02.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 733-650 sayılı ihtarnamenin, Belediye Başkanı veya Belediye Başkanınca yetkilendirilen kişi tarafından imzalanmaması nedeni ile geçerli olmadığını; yapılan tadilatların mimari projeye aykırı nitelik taşınmadığını ve davacı Belediye Başkanlığı’nca uzunca bir süre sessiz kalınarak bu tadilatlara zımnen muvafakat edildiğini belirterek; bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.

Dava dosyasındaki Bilgi ve Belgeler incelendiğinde;

Mahkemece 11.05.2006 günü yapılan keşif sonrası alınan 05.06.2006 tarihli inşaat mühendisi Elveda Onay’a ait raporda özetle; “Ankara, Dikmen, Keklik Pınarı Mahallesi, Dikmen Caddesi, Nazım Hikmet Parkı içinde ve 4 no’da yer alıp da S. Restoran adı altında faaliyet gösteren davaya konu restoran ve kafe ile ilgili olarak, taraflar arasında akdedilmiş olan 12 Ocak 2004 başlangıç tarihli ve 3 yıl süreli kira sözleşmesinin mevcut olduğu, bu sözleşmenin 9. maddesinde ise kiralananda Belediyenin ilgili birimlerinden gerekli müsaade alınmaksızın yapılan değişiklik ve tadiladın akde muhalefet olarak kabul edileceğinden tahliye sebebi sayılacağının belirtilmiş olduğu, Belediye’nin ilgili birimlerinden olan Park ve Bahçeler Müdürlüğü teknik elemanlarınca tutulmuş olan 26.1.2005 tarihli tutanakla da, gerek projesine, gerekse sözleşmesine nazaran akde aykırılık teşkil eden hususların belirtilmiş olduğu, ancak, bunların projesine aykırılık teşkil edip etmediği, dolayısıyla sözleşmeye de aykırı olup olmadığı hususunun sağlıklı bir şekilde belirlenebilmesi için, bu 26.1.2005 tarihli tutanağı tanzim eden teknik elemanın tarafımla irtibat kurarak, bahse konu bu yerin hangi mahallere tekabül ettiğinin gösterilmesi gerektiği, sonuç olarak da, proje dosyaya sonradan ve yeni ibraz edildiğinden, (2.6.2006 günü) proje mahale tatbik edilerek, ayrıntılı rapor düzenlenebilineceği,”nin belirttiği; mahkemece, istem konusu mimari projelerin ibrazından sonra dosyanın tekrar bilirkişiye tevdi edildiği ve inşaat mühendisi Elveda Onay 13.12.2006 tarihli ek raporunda özetle; “Her ne kadar 26.01.2005 tarihinde tanzim olunan tutanak, 3 madde halinde belirlenmiş, bu hususlar taraflar arasında akdedilmiş olan 12.01.2004 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin 9.maddesi dikkate alındığında “akde aykırılık” teşkil etmekte ise de, dosyaya sunulmuş olan mimari proje ve vaziyet planlarının ilgili Belediyesince onaylı olmadığını, keza, Belediye teknik elemanlarınca düzenlenmiş olan 26.01.2005 tarihli tutanağın 2. ve 3.maddelerini teşkil eden yeşil alanların doldurularak, gerek yaya yoluna katılması, gerekse araç parkı yapılmasıyla ilgili hususun ise, açıklık-netlik kazanmamış olduğu, bu konuyla ilgili tanık dinlenmesi takdirinin de Sayın Mahkeme’ye ait olacağını” belirttiği, mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda 06.03.2007 tarihli celsede Çankaya Belediyesi eski Başkan Yardımcısı Hikmet Sönmez’in tanık olarak dinlendiği ve tanığın; “Kira sözleşmesi yapılmasına rağmen, biz müstecire anahtarı açılış töreninin yapılmasından, yani 2 ay sonra teslim ettik. Eski Belediye Başkanı parkı gezerken, giriş yolunun dar olduğunu söyledi. Park ve Bahçeler Müdürlüğü tek araç geçişine imkân verecek şekilde bir düzenleme yaptı, duvar örülerek dolgu yapılması, restoran önündeki yeşil alanın doldurulması işlemlerini Park ve Bahçeler Müdürlüğü yaptı. Bütün bu işlemler bittikten sonra müsteciri çağırdık, anahtarı verdik. Müstecir kira sözleşmesinden itibaren 1 ay içinde faaliyete geçmesi gerektiğini, aksi halde, sözleşmenin fesh olacağını söyleyerek bu 2 aylık gecikme ile ilgili belge istedi. Biz de bunu mücbir sebep sayarak, aldığımız dilekçesi üzerine Emlâk İstimlâk Müdürlüğü olur hazırladı, Başkanlık makamı olur verdi. Teslim Tutanakları düzenlendi. Park ve Bahçeler Müdürlüğü demirbaşları ile birlikte burayı kendisine teslim ettik. Sadece, üzerindeki tesis ihaleye ve kiraya verildi. Parkın bakım ve sorumluluğu Belediyeden çıkması için müstecire yüklendi” şeklinde beyanda bulunduğu, tanığın bu beyanı sonrasında aldırılan 17.10.2007 tarihli ek bilirkişi raporunda özetle; “Davacı Belediye teknik elemanlarınca düzenlenmiş olan 26.1.2005 tarihli tutanakta, 3 madde halinde belirlenmiş olan hususlardan; Restorana çıkış-sağ yanda yaklaşık 6.80x15.00 m. ebadında yeşil alanın iptal edilip, h= 1-1,5 m. yüksekliğinde duvar örülerek dolgu yapılması, üzerinin parça granit malzeme ile kaplanmak Suretiyle yaya yoluna katılması, Restoran önüne isabet eden, yaklaşık 20.00x2.00 m. ebadında yeşil alanın iptal edilip, h= 1,5 m. yüksekliğinde duvar ile çevrilmesi, yeşil alanın doldurularak yaya yolu kotuna getirilmesi ve mevcut durumu ile araç parkı (yolu) olarak kullanılması hususlarının davalı-kiracı tarafından yapılmamış olduğunun; davaya konu yerde bulunan restoran ve Cafe’nin tanıtımı amacı ile konulan ışıklandırmalı panolar yönünden ise; dosyaya sunulan fotoğraflardan işyerinin varlığını gösteren 4 ayrı tabelanın mevcut olduğunu, bunların da gerek estetik açıdan, gerekse görüntü kirliliği açısından göze hoş gelmediği, 4 tabelanın yerine restoranın mevcudiyetini belirleyen daha estetik tek bir tabela konulabilineceğinin” tespit edildiği anlaşılmaktadır.

Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar Sayılı kararında özetle; “davacı tarafından, akde aykırılık olarak nitelenmesi istenen mimari projeye aykırılıkların, davalı tarafından yapıldığının ispat edilememesi ve dayanılan mimari projede belediye onayının olmaması nedenleri ile; akde aykırılık oluşturmayacağı; restoran girişine konulan ışıklı panolar yönünden ise; panoların restoranın tanıtımı amacı ile konulduğu ve davalı şirket tarafından davacıya hitaben yazılan 23.02.2005 tarihli yazıda bu panoların konulması için uygun bir yer gösterilmesi halinde yerlerinin değiştirilebileceğinin bildirilmesi karşısında davacının işlem ve eylemlerinin iyiniyetli bulunmadığı” gerekçesi ile davanın reddine karar verdiği, kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 21.04.2008 gün ve 2008/2754 Esas, 2008/4999 Karar sayılı kararı ile onandığı, davacı vekilinin karar düzeltme talebinin yine aynı dairenin 11.11.2008 gün ve 2008/8694 Esas, 2008 /12403 Karar sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmıştır.

3-ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NİN 26.05.2009 GÜN VE 2008/396 ESAS, 2009/162 KARAR SAYILI DOSYASINDA YAPILAN İNCELEME NETİCESİNDE;

Davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti. vekilinin mahkemeye sunduğu 04.09.2006 tarihli dava dilekçesinde özetle; Çankaya Belediyesi Dikmen Keklikpınarı Mahallesi 27338-27341 adalarda kurulu Rekreasyon Alanı içinde yer alan restoran ve Ş. Kafe’nin 04.12.2003 tarihinde davalı Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ihale ile kiracı şirkete 3 yıl süre ile kiralandığını, müvekkil şirket tarafından ayrıca restoran ve Ş. Kafe’nin bulunduğu Nazım Hikmet Parkı’nın bakım ve işletme şartnamesine göre korunması, bakımı ve giderlerinin karşılanmasını da ücretsiz olarak üstlenildiğini, davacının söz konusu yerin ıslahı amacı ile 450.000-500.000 TL masraf yaptığını ve Turizm Deneme İşletme Belgesi almak üzere uygun hale getirdiğini; davalı Belediye Başkanlığı tarafından 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı lokA.a işletmeciliği için İşyeri Açma ve Çalışma ruhsatının verildiğini; sonrasında davalı Belediye Başkanlığı Encümenliği’nin 01.03.2005 tarih ve C:/2005/0621.17 sayılı kararı ile hem 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptal edildiğini ve hem de 1. Sınıf lokA.a ruhsatı için yapılan başvurunun reddedileceğinin bildirildiğini, bu kararın iptali istemi ile idari yargıda açılan davanın, Ankara 11.İdare Mahkemesi’nin 31.01.2006 tarih ve 2005/725 Esas ,2006/113 Karar sayılı kararı ile iptaline karar verildiğini; kararın temyizen Danıştay 8. Dairesi Başkanlığı’na gönderildiğini; Danıştay 8. Dairesi Başkanlığı’nın 08.06.2007 gün ve 2006/3865 Esas, 2007/3578 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiğini; bu esnada davalı Belediye Başkanlığı’na 1. Sınıf lokA.a açma ve çalıştırma ruhsatı istemi başvurusu yapıldığını; ancak, bu istemin de 15.03.2005 tarih ve 17-04/L-1/1823 1684-1535 sayılı kararı ile reddine karar verildiğini; red kararına karşı idari yargıda açılan iptal davasının Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararı ile kabul edildiğini ve kararın Danıştay 8. Dairesi Başkanlığı’nın 08.06.2007 gün ve 2006/3864 Esas, 2007/3579 Karar sayılı kararı ile onandığını; tüm bu kararlardan sonra davacı tarafından tekrar “lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi”nin alındığını; davalı Belediye Başkanlığı’nın iptal kararlarına konu aynı gerekçelerle tekrar 18.08.2006 tarih ve C/2006/4002.22 sayılı işyerinin faaliyetten men’ine ilişkin Encümen kararını aldığını; davalı Belediye Başkanlığı’nın bu şekilde idare mahkemeleri tarafından verilen iptal kararlarını uygulamadığını; davacının dava konusu işletmeyi çalıştırmasına engel olucu işlem ve eylemlerde bulunduğunu; bu işlem ve eylemlerin idari işlem niteliğini kaybettiğini ve haksız fiil niteliğinde olduğunu belirterek; idarenin bu haksız işlem ve eylemleri nedeni ile oluşan muarazanın ve haksız müdahalenin önlenmesine karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekili mahkemeye sunduğu çeşitli cevap dilekçelerinde özetle; davaya konu yerde bulunan Restoran ve Ş. Kafe’nin Nazım Hikmet Parkı içinde yer alması nedeni ile KÜŞAT Müdürlüğü tarafından Bahçe ve Parklar Müdürlüğü’nden bu yerin lokA.a ve kafe olarak kullanılmasında sakınca olup olmadığının sorulduğunu; Bahçeler ve Parklar Müdürlüğü tarafından verilen 27.01.2005 gün ve 294 sayılı yazı cevabı ile dava konusu yerde mimari projesine aykırı tadilatların yapıldığının bildirilmesi üzerine; davacının “lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma “ belgesinin “ 1. Sınıf işyeri açma ve çalışma belgesi ile değiştirilmesi “ yönündeki talebinin projeye aykırı tadilatların giderilmesi durumunda değerlendirileceğinin bildirildiğini; ayrıca, söz konusu projeye aykırı tadilatlar nedeni ile davacıya daha önce verilen 30.12.2004 gün ve 1823 sayılı “ lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi “nin de Belediye Encümeninin 01.03.2005 gün ve 0621.17 sayılı kararı ile iptaline karar verildiğini; Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin, 07.06.2005 gün ve 2005/725 Esas ve yine aynı mahkemenin, 12.08.2005 gün ve 2005/1349 Esas sayılı dosyaları üzerinden verilen karar ile davacıya yeniden 15.12.2005 gün ve 1823 sayılı İşyeri açma ve çalıştırma ruhsatının verildiğini, mahkemenin adı geçen kararlarında tespit edilen hukuka aykırılıkların giderilmesi için davacıya en az 7 gün süre verilmesinin gerektiği; bu sürenin bitiminden sonra projeye aykırılıkların giderilmemesi durumundan ruhsatın iptali cihetine gidilebileceğinin belirtildiği; mahkeme kararı üzerine davacıya projeye aykırılıkların eski hale iadesi için 15 gün süre verildiğini, bu süre sonunda yapılan denetimde projeye aykırılıkların eski hale iade edilmesinin 26.01.2005 tarihli Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nce tespit edilmesi üzerine Belediye Encümeninin 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararı ile 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptaline ve faaliyetten men-ine karar verildiğini; davacıdan 1823 sayılı ruhsatın iadesinin istendiğini; ancak, iade edilmemesi üzerine Belediye Encümeninin 01.03.2005 gün ve C/2005/0621.17 sayılı kararı ile işyerinin kapatılarak faaliyetten men-ine karar verilmediğini, bu nedenle haksız olan davanın reddine karar verilmesini talep ettiklerini beyan ettiği anlaşılmıştır.

Dava dosyasındaki Bilgi ve Belgeler incelendiğinde;

Mahkemece Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı dosyasının incelenmek üzere istendiği ve bu dosya içinde yapılan keşfin ve bilirkişi incelemesinin yeterli görülerek, bu deliller ışığında karar verildiği anlaşılmıştır.

Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ; 21.11.2006 gün ve 2006/380 Esas, 2006/309 Karar sayılı kararı ile ; davalı Belediye Başkanlığı’na ait olup davacıya kiralanan lokA.a ve kafe için verilen işyeri açma ve çalıştırma ruhsatlarının davalı idare tarafından müteaddit dE.lar iptal edilmesi nedeni ile davacının taşınmazı kullanmaması sebebine dayalı müdahalenin men’i ve bu şekilde meydana gelen muarazanın giderilmesi istemine ilişkin davada ; “davalı idare tarafından gerçekleştirilen işlemin, 2577 sayılı Yasanın 2 maddesinde düzenlenen idari işlem niteliğinde olduğunu ve davaya idari yargıda bakılması gerektiğini” belirterek; davanın görev nedeni ile reddine karar verdiği; kararın davacı vekili tarafından temyiz edildiği; Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin, 09.05.2008 gün ve 2008/5128 Esas, 2008/6088 Karar sayılı ilamı ile ; “ somut olayda idari işlemin haksızlığı, usulsüzlüğü ve buna bağlı olarak iptali isteğinin değil; sadece işyerinin çalışma ruhsatlarının sürekli olarak iptal edilmesi nedeni ile özel hukuktan kaynaklanan hakkın kullanılmasının engellendiği iddiası ve buna bağlı muarazanın önlenmesi isteğinin olduğunu; bu talebin ise adli yargı yerlerince incelenmesi gerektiğini” belirterek, mahkemenin kararını bozduğu; Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce, Yargıtay bozma ilamına uyulmak Sureti ile devam edilen yargılama neticesinde; 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne; dava konusu restoran ve kafeye davalının müdahalesinin men-ine ve muarazanın men’ine karar verildiği , kararın Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin, 05.11.2009 gün ve 2009/10683 Esas, 2009/12210 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.

4-ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ’NİN 26.11.2010 GÜN VE 2010/1380 ESAS, 2010/1720 KARAR SAYILI DOSYASINDA YAPILAN İNCELEME NETİCESİNDE;

Davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti. vekilinin mahkemeye sunduğu 01.09.2006 tarihli dava dilekçesinde özetle; Çankaya Belediyesi Dikmen Keklikpınarı Mahallesi 27338-27341 adalarda kurulu Rekreasyon Alanı içinde yer alan restoran ve Ş. Cafe’nin 04.12.2003 tarihinde davalı Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ihale ile kiracı şirkete 3 yıl süre ile kiralandığını; müvekkil şirket tarafından ayrıca restoran ve Ş. Cafe’nin bulunduğu Nazım Hikmet Parkı’nın bakım ve işletme şartnamesine göre korunması, bakımı ve giderlerinin karşılanmasını da ücretsiz olarak üstlenildiğini; davacının, söz konusu yerin ıslahı amacı ile 450.000-500.000 TL masraf yaptığını ve Turizm Deneme İşletme Belgesi almak üzere uygun hale getirdiğini; davalı Belediye Başkanlığı tarafından, 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı lokA.a işletmeciliği için İşyeri Açma ve Çalışma ruhsatının verildiğini; sonrasında davalı Belediye Başkanlığı Encümenliği’nin, 01.03.2005 tarih ve C:/2005/0621.17 sayılı kararı ile hem 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptal edildiğini hem de 1. Sınıf lokA.a ruhsatı için yapılan başvurunun reddedileceğinin bildirildiğini; bu kararın iptali istemi ile idari yargıda açılan davanın, Ankara 11.İdare Mahkemesi’nin 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı ile iptaline karar verildiğini; kararın temyizen Danıştay 8. Dairesi Başkanlığı’na gönderildiğini; Danıştay 8.Dairesi Başkanlığı’nın 08.06.2007 gün ve 2006/3865 Esas, 2007/3578 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiğini; bu esnada davalı Belediye Başkanlığı’na 1. Sınıf lokA.a açma ve çalıştırma ruhsatı istemi başvurusu yapıldığını; ancak, bu istemin de 15.03.2005 tarih ve 17-04/L-1/1823 1684-1535 sayılı kararı ile reddine karar verildiğini; red kararına karşı idari yargıda açılan iptal davasının, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararı ile kabul edildiğini ve kararın Danıştay 8. Dairesi Başkanlığı’nın 08.06.2007 gün ve 2006/3864 Esas, 2007/3579 Karar sayılı kararı ile onandığını; tüm bu kararlardan sonra davacı tarafından tekrar “lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi”nin alındığını; davalı Belediye Başkanlığı’nın bu kez de iptal kararlarına konu aynı gerekçelerle 15.08.2006 tarih ve C/2006/4002.22 sayılı işyerinin faaliyetten men’ine ilişkin Encümen kararını aldığını; alınan kararın, Ankara 11.İdare Mahkemesi’nin 31.01.2006 tarih ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı ile Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararına aykırı nitelikte olduğunu; yine söz konusu işlemin İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik’in 8. maddesine aykırı olduğunu; zira, yönetmeliğin ilgilisine göre davalının işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının verilmesinden itibaren 1 ay içinde eksiklikleri belirlemesinin ve giderilmesini istemesinin gerektiğini; davalı tarafından bu şekilde bir işlem tesis edilmediğini; ruhsatın verilmesinden (30.12.2004) çok uzun bir süre sonra 07.02.2005 tarihinde bahse konu eksikliklerin giderilmesi için davacıya durumun bildirildiğini; bu eksikliklerin giderilmesi konusunda da davacıya herhangi bir süre verilmediğini; keza iptale konu kararın gerekçesinde belirtilen proje hilafı tadilatlar nedeni ile davalı tarafından davacı aleyhine Ankara 10 Sulh hukuk Mahkemesi’nde açılan tahliye davasının da halen devam ettiğini; davalı idarece mahkeme dosyasına sunulan mimari projenin geçersiz olduğunu; bu nedenlerle davaya konu Belediye Başkanlığı Encümeninin, 15.08.2006 tarih ve C/2006/4002.22 sayılı işyerinin faaliyetten men’ine ilişkin kararının (dava dilekçesinde yanlış yazılmış, doğrusu 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı karar) iptaline karar verilmesi talebi ile idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin 16.10.2006 tarihli cevap dilekçesinde özetle; davacıya dava konusu taşınmaza ilişkin olarak 30.12.2004 gün ve 1823 sayılı karar ile “ lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi”nin verildiğini; davacının 14.01.2005 günü ilgili belgenin 1. Sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi ile değiştirilmesi konusunda müracaat ettiğini; Küşat Heyeti’nce 18.01.2005 günü işyerinde yapılan inceleme neticesinde, 1. Sınıf LokA.a olarak uygun olduğunun tespit edildiğini; bu yazı sonrasında Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne Nazım Hikmet Parkı içinde yer alan davaya konu restoran ve kafenin park plan ve projesine uygun olup olmadığı, lokA.a olarak kullanılmasında sakınca olup olmadığı konularında bilgi verilmesi için yazı yazıldığını; gelen 27.01.2005 gün ve 23-10/294 sayılı yazı cevabında, dava konusu işyerinde mimari projesine aykırı olarak tadilat yapıldığının bildirildiğini; bunun üzerine davacı tarafından talep edilen 1. Sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi talebinin ancak tadilatların eski hale iadesi halinde verilebileceğinin bildirildiğini ve mevcut 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı ruhsatın da 01.03.2005 gün ve 0621.17 sayılı Belediye Encümenliği kararı ile iptaline karar verildiğini; davacı şirket tarafından Ankara 11. İdare Mahkemesi’nde açılan davaların davacı lehine sonuçlanması neticesinde davacıya 15.12.2005 gün ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının verildiğini; Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin, 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas sayılı dosyasında açılan davanın, mahkemenin “….yapılan denetim sonucu tespit edilen eksikliğin giderilmesi için anılan yönetmelik uyarınca davacıya 7 günden az olmamak kaydı ile süre verilmesi ve bu süre sonunda tekrar denetim yapılarak aykırılığın giderilip giderilmediğinin kontrol edilmesi gerekirken, doğrudan ruhsatın iptali ve işyerinin kapatılması yönünden tesisi edilen işlemde hukuka uyarlık görülmediği….”gerekçesi ile kabul edildiğini ve davacı lehine yapılan işlemin iptal edildiğini; davalı idare tarafından Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 2005/725 Esas sayılı kararına istinaden dava konusu yerde 30.07.2006 tarihinde tekrar denetim yapıldığını, projeye aykırılıkların tespit edildiğini ve davacıya bu aykırılıkların giderilmesi için 15 gün süre verildiğini, mahalde yapılan 20.06.2006 tarihli denetim neticesinde davacının projeye aykırılıkları eski haline getirmediğinin tespit edilmesi üzerine, Belediye Encümeni’nin 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararı ile 15.12.2005 gün ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptal edildiğini; yapılan işlemin hukuka uygun olduğunu belirterek; davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Dava dosyasındaki Bilgi ve Belgeler incelendiğinde;

Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin, 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı incelendiğinde, davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti. tarafından davalı Çankaya Belediye Başkanlığı aleyhine 30.12.2004 tarih ve 1823 sayılı ruhsatın iptaline ilişkin 01.03.2005 gün ve 0621.17 sayılı Belediye Encümeni kararının iptaline karar verilmesi istemi ile dava açıldığı; mahkemece, “11.01.2005 günü yapılan denetim sonucu tespit edilen eksikliğin giderilmesi için anılan yönetmelik uyarınca davacıya 7 günden az olmamak kaydı ile süre verilmesi ve bu süre sonunda tekrar denetim yapılarak aykırılığın giderilip giderilmediğinin kontrol edilmesi gerekirken, doğrudan ruhsatın iptali ve işyerinin kapatılması yönünden tesisi edilen işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir “ gerekçesi ile davanın kabul edildiği ve işlemin iptal edildiği;

Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin, 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararı incelendiğinde; davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti. tarafından, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı’nca davacıya 1. Sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmemesine ilişkin 16.03.2005 gün ve 1535 sayılı Belediye Encümeni kararının iptaline karar verilmesi istemi ile dava açıldığı; mahkemece, ”… işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının müracaat üzerine verileceği, ruhsat verildikten sonraki 1 ay için yapılan kontrol ve denetimlerde yönetmelikte öngörülen kriterlere aykırı beyan ve durumun tespiti halinde, işyerinin mevzuata uygun hale getirilmesi için ilgiliye bir dE.ya mahsus olmak üzere 7 gün süre verileceği, buna rağmen aykırılığın giderilmediğinin anlaşılması halinde ruhsatın iptal edileceğinin belirtilmesi karşısında; davacının sahip olduğu işyerinin 1. Sınıf lokA.aya çevrilmesi istemi ile yaptığı başvuru üzerine davalı idarece yukarıda anılan yönetmelik hükmünde öngörülen usule göre işlem yapılması gerekirken, işyerine ilişkin daha önce mimari projeye aykırılıklar tespit edildiğinden bahisle başvurunun reddedilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır” gerekçesi ile davanın kabul edildiği ve işlemin iptal edildiği;

Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin, 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararı ile aynı mahkemenin, 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararından sonra, Çankaya Belediye Başkanlığı KÜŞAT Müdürlüğü’nün, 26.05.2006 gün ve 2560-2356 sayılı yazısı ile işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının “lüks sınıf” mı yoksa “1. sınıf” mı olarak istendiğinin sorulduğu; R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti vekilinin, 03.07.2006 günlü yazı cevabı ile tercih hakkının “ lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesinden yana kullanıldığını” bildirdiği;

Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün 03.07.2006 gün ve 2590 sayılı yazısı ile “20.01.2005 tarihli tutanak ile tespit edilen projeye aykırılıkların halen aynı hali ile yerinde mevcut olduğu”nun bildirildiği; bunun üzerine Çankaya Belediye Başkanlığı KÜŞAT Müdürlüğü’nün 04.07.2006 gün ve 3372-3076 sayılı yazısı ile davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti.’ne projeye aykırılıkların eski hale iadesi için 15 gün süre verildiği; Çankaya Belediye Encümeni’nin 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararı ile, verilen sürede projeye aykırılıkların eski haline getirilmediğinden davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti.’ne verilen 15.12.2005 gün ve 1823 sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatı’nın iptal edildiği ; davacının bu kararın iptali istemi ile davayı açtığı anlaşılmıştır.

Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin; 22.05.2007 gün ve 2006/2001 Esas, 2007/1447 Karar sayılı kararı ile davacının davasını “ işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı ile yapı ruhsatı ve projeye aykırılıklar, farklı mevzuata tabi olup, her biri için farklı nitelik ve özellikleri arandığı ve bunlardan birinde meydana gelen eksiklik ve değişikliklerin her durumda diğeri için engel oluşturmayacağı, söz konusu eksiklik ya da değişikliğin, tabi olduğu durum içersinde değerlendirilerek, mevzuatın öngördüğü yaptırımın uygulanması gerektiği, yapı ile ilgili proje hilafı hususların imar mevzuatının öngördüğü yaptırımlar ile giderilmesinin gerektiği, proje hilafı hususlar nedeni ile usulünce alınmış işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptal edilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçesi ile kabul ettiği ve Çankaya Belediye Encümeni’nin 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararının iptaline karar verdiği; kararın davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilince temyizi üzerine Danıştay 8. Dairesi’nin 26.05.2009 gün ve 2007/8212 Esas, 2009/3412 Karar sayılı kararı ile “ bir işyerinde , ruhsat verilmesinden sonra yapılacak denetimlerde , mevzuata uygun olmayan hususların ve noksanlıkların saptanması halinde İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin 6. maddesi gereğince yetkili idarelerce , bunların giderilmesine kadar bu amaca yönelik olarak işyerinin faaliyetten men’ine karar verilebileceği, davalının bu amaca yönelik işleminde bir hukuka aykırılık bulunmadığı” gerekçesi ile ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına hükmettiği, davacı vekili tarafından karar karşı karar düzeltme yoluna başvurulduğu; ancak, bu talebin de Danıştay 8. Dairesi’nin 13.07.2010 gün ve 2009/7784 Esas, 2010/4203 Karar sayılı kararı ile reddedildiği, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin bozma ilamına uyulmak Sureti ile yaptığı yargılama neticesinde , 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile; “davacının imar mevzuatına aykırı olarak yaptığı işyerinde faaliyette bulunduğu sabit olduğundan; bu durum sonlandırılıncaya kadar çalışmaktan alıkonulmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı “ gerekçesi ile davanın reddine karar verdiği; kararın davacı vekili tarafından temyiz edildiği; Danıştay 8. Dairesi’nin 16.11.2011 gün ve 2011/6381 Esas, 2011/5637 Karar sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi kararını onadığı anlaşılmıştır.

5-DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 28.05.2012 gün ve 2012/167 sayılı yazısında özetle; idari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için öncelikle, hüküm uyuşmazlığının varlığı için yasada aranan koşulların araştırılması gerektiğini; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanun’un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci fıkrasında, "1inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir." hükmünün yer aldığını ve istemin bu çerçevede incelendiğini ;

Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen tahliye davasının konusunun ve sebebinin idare Mahkemesinde görülen işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptali ve işyerinin faaliyetten men'i işlemlerinin iptali istemiyle açılan davadan farklı olduğunu; taşınmazın kullanım amacı ve halihazırdaki durumu incelenerek, kira sözleşmesindeki hükümlere aykırılık bulunup bulunmadığı hususunun değerlendirilip tahliye istemiyle açılan davanın; Sulh Hukuk Mahkemesi’nce, projeye aykırı tadilatların tahliye nedeni olamayacağı gerekçesi ile reddedildiğini; tadilatların ruhsatına ve projesine uygun hale getirilmesi amacıyla idari işlemler tesis edilmesi ve hukuka aykırı durumun düzeltilmesi için gerekli tedbirlerin alınması ile ilgili görevin idareye ait olduğunu; bu nedenle, işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptal edilmesine ve işyerinin faaliyetten men edilmesine ilişkin işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle verilen davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararı ile tahliye davasında verilen Sulh Hukuk Mahkemesi kararı arasında hüküm uyuşmazlığı şartlarının oluşmadığı sonucuna ulaşıldığını;

İdare Mahkemesi ve Asliye Hukuk Mahkemesi kararları yönünden ise; dava taraflarının, sebebinin ve konusunun aynı olduğunu, her iki kararın da kesinleştiğini; ayrıca İdare Mahkemesi kararı ile kiracı şirketin işyerine müdahalesinin men-i ve tahliyesi sonucu ortaya çıkarken, Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile ise idarenin taşınmaza müdahalesinin menine ve kiracı şirketin taşınmazda faaliyetine devam etmesi sonucunun ortaya çıktığını, aynı hukuki uyuşmazlık hakkında yaratılan bu çelişkili durum nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiğini, dolayısıyla hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulü için yasada aranan koşulların gerçekleşmiş olduğunu, bu hükümler arasındaki uyuşmazlığın esasının incelendiğini ;

İdare Mahkemesi’nde kiracı şirket tarafından açılan işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptaline yönelik işlemin iptali talebinin reddedildiği ve kararın Danıştay 8. Dairesi’nce onanarak kesinleştiğini; Asliye Hukuk Mahkemesi’nde kiralayan idarenin taşınmaza müdahalesinin me’ine ve muarazanın bu şekilde giderilmesine yönelik talebin ilk olarak görev nedeni ile reddedildiğini ancak; Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin bozma ilamı üzerine yapılan yargılamada, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davayı kabul ettiğini ve kiralayan idarenin taşınmaza müdahalesinin men’ine ve muarazanın bu şekilde giderilmesine hükmettiğini, kararın Yargıtay 14. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiğini, bu şekilde idari işlemlerin hukuki geçerliği konusunda iki ayrı kesinleşmiş kararın ortaya çıktığını ve çıkan uyuşmazlığının temelinde, dava konusu taşınmazda bulunan projeye aykırı eklentilerin eski hale getirilmemesi nedeni ile kiracı şirketin ruhsatının iptal edilmesi işleminin hukuki geçerliliği, bu işlemin yok hükmünde sayılması gerekip gerekmediği sorunun yattığını; hüküm uyuşmazlığının çözülebilmesi için öncelikle bu sorunun çözülmesinin gerektiğini,

Türk Kamu İdaresi’nin, Tanzimattan bu yana, kendisine rejim olarak "İdari Rejim"i aldığını, bu rejimde; idarenin, özel hukuk gerçek ve tüzel kişilerinden farklı olarak, idare edilenleri hak sahibi kılabilme, borç ve yükümlülük altına sokabilme güç ve yetkisinin mevcut olduğunu; idare hukukunda, idareye özgü bu güç ve yetkiye, "kamu gücü" denildiğini; idare, bu gücü kullanarak, tek yanlı irade açıklamasıyla idare edilenlerin hukukunda sözü edilen değişiklikleri yapabildiğini;

Hukuk Devletlerinde, idarenin bu gücünün hukuka uygunluğunun yargısal denetimi olmaksızın, kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altında olmasının düşünülemeyeceğini; kendilerine rejim olarak "idari rejimi" alan ülkelerde, söz konusu denetimi yapmak üzere, Adli Yargı Düzeni yanında, ondan ayrı olarak, İdari Yargı Düzeni kurulması kaçınılmaz olduğunu; Ülkemizde de, idarenin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunun denetiminde, ayrık yasa hükmü olmadığı sürece, idari yargının yetkili ve görevli olduğunu; ortada, idari usul kuralları uygulanarak tesis edilen idari işlemlerin olduğunu ve bu işlemlerin yok hükmünde sayılıp sayılamayacağı konusunda hüküm kurma görev ve yetkisinin, İdari Yargı Düzenine mensup mahkemelere ait olduğunu, bu konuda, Adli Yargı Düzenine mensup mahkemelerce yapılan yargılama ve kurulan hükmün, görevsizlik nedeniyle hukuken malul olduğunu ve bu kararın görevli yargı düzeni olan idari yargı düzenine mensup İdare Mahkemesi’nce verilen kararla yarattığı çelişik hukuki durumunun giderilmesi için, adli yargı mercii tarafından verilen kararın kaldırılması gerektiğini belirterek;

Açıklanan nedenlerle, Ankara 10'uncu Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve E:2005/1409, K:2007/2407 sayılı kararı ile Ankara Birinci İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve E:2010/1380, K.2010/1720 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunmadığına; Ankara 23'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve E:2008/396, K:2009/162 sayılı kararı ve Ankara Birinci İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve E:2010/1380, K:2010/1720 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna ve bahse konu hüküm uyuşmazlığının Ankara 23'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve E:2008/396, K:2009/162 sayılı kararının kaldırılması yolu ile giderilmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

6-YARGITAY CUMHURİYET SAVCISI; 20.09.2012 gün ve BYY-2012/177025 sayılı yazısında özetle; 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesi’nde belirtilen hüküm uyuşmazlığının oluşabilmesi için, yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması gerektiğini; Uyuşmazlığa konu edilen Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin anılan kararı ile, Çankaya Belediye Başkanlığı’nca davalı şirket tarafından işletilen lokA.aya ait taşınmazın kira sözleşmesi hükümlerine aykırı kullanımı nedeniyle açılan davanın reddine karar verildiği halde; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin anılan kararında ise, Belediye tarafından ihale sonucu lokA.a olarak işletilmek üzere kiralanan taşınmazda, lokantacılık faaliyeti icra edilirken, ruhsat ve projeye aykırı tadilatların eski hale getirilmemesi nedeniyle ruhsat iptali ve işyerinin lokantacılık faaliyetinden men edilmesine dair işlemin iptaline yönelik açılan davanın reddinin söz konusu olduğunu; her iki davada, davaların konu ve sebep bakımından aynı olmadığını, adli yargı yerinde görülen davada, taşınmazın tahliyesi dava konusu edildiğini, idari yargı yerinde görülen davada ise, Belediye işyeri açılış kuralları ile ve ilgili mevzuata aykırılık nedeniyle ruhsat iptali ve çalışma izni iptali ile ilgili işlemin dava edildiğini; ayrıca, bu iki yargı yerindeki kesinleşen kararlar nedeniyle bir hakkın yerine getirilmesinin imkansız olduğundan söz etmenin mümkün olmadığını; bu nedenle Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kesinleşen kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin kesinleşen kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunmadığını;

Uyuşmazlığa konu edilen Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kesinleşen davasında davacının lokA.a işletmecisi şirket, davalısının Çankaya Belediyesi olduğunu; davada, davalı idare tarafından projeye aykırı eklentiler nedeni ile kiracı şirketin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptaline yönelik işlemlerin haksız fiil niteliğinde olup olmadığının tartışıldığını ve Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonucunda; kiralayan Belediye Başkanlığının idari işlemlerinin, haksız fiil niteliğinde olduğu kabul edilerek davanın kabulüne, kiralayan belediyenin dava konusu taşınmaza müdahalesinin meni kararı verildiğini; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin kesinleşen davasında davacının Kiracı Şirket, davalısının kiralayan Belediye Başkanlığı olduğunu; davada; Belediye tarafından yapılan ihale ile kiralanan taşınmazda, lokantacılık faaliyeti icra edilirken, ruhsat ve projeye aykırı imalatların eski hale getirilmemesi nedeniyle ruhsat iptali ve işyerinin lokantacılık faaliyetinden men edilmesine dair işlemin hukuka uygunluğunun denetlendiğini ve işlemin hukuka uygun görülmesi nedeni ile davanın reddine karar verildiğini; bu durumda, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin dava dosyasının davacısı, davalısı, dava konusu ve sebebi ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin dava dosyasının tarafları, konusu ve sebebinin aynı olduğunu; her iki yargı yerinde verilen çelişik kararlar nedeniylede bir hakkın yerine getirilmesi imkansız hale geldiğini;

İdare tarafından mevzuatın kendisine tanıdığı yetkiler çerçevesinde kamu gücü kullanılarak ortaya konulan tek taraflı idari işlemlerin denetiminde, 2577 sayılı İYUK2/l-a maddesi uyarınca idari yargının görevli olduğunu; İdarenin idari yargı kararlarına uygun davrandıktan sonra yeniden tesis ettiği davaya konu işlemlerin işletmeci şirketin özel hukuktan kaynaklanan haklarını kullanmayı engelleme amacı taşıdığını söylemenin mümkün olmadığını; işlemlerin, işletmecinin kira sözleşmesi ile kiraladığı taşınmazda lokantacılık faaliyetini icra etmesine engel olacağını; ancak bu sonucun, idari gereklere ve kurallara uymamanın doğal bir sonucu olduğunu belirterek;

Açıklanan nedenlerle, 1.Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04/12/2007 gün ve 2005/1409 E, 2007/2407 K sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26/11/2010 gün ve 2010/1380 E, 2010/1720 K sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunmadığına; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26/11/2010 gün ve 2010/1380 E, 2010/1720 K sayılı kararı ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26/05/2009 gün ve 2008/396 E, 2009/162 K. sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna ve bahse konu hüküm uyuşmazlığının Ankara 23'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve E:2008/396, K:2009/162 sayılı kararının kaldırılması yolu ile giderilmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

7-USULE İLİŞKİN İNCELEME :

İdari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için; öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci fıkrasında, “1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.” hükmü yer almaktadır.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a-Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b-Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c-Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d-Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e-Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması,

Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararlar oldukları; her iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı anlaşılmıştır.

a) Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığının bulunup bulunmadığı yönünden:

Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararında davacı; Çankaya Belediye Başkanlığı, davalı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti, dava sebebinin, davalı şirket tarafından gerçekleştirilen mimari projeye aykırı tadilatlar; dava konusunun ise, bu tadilatların eski haline getirilmemesi nedeni ile kira sözleşmesinin 9. maddesinin ihlal edilmesi ve bu nedenle davalının taşınmazdan tahliyesi talebi olduğu anlaşılmaktadır.

Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararında ise; davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti; davalı, Çankaya Belediye Başkanlığı; dava sebebinin, Çankaya Belediye Encümeni’nin 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı, dava konusunun ise; hukuka uygun olmayan idari işlem ise kiracı şirketin işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptaline yönelik işlemin iptali olduğu anlaşılmaktadır.

Dosyaların incelenmesinden anlaşıldığı üzere; Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin dava dosyasında; mimari projeye aykırılıklar nedeni ile taraflar arasında imzalanan kira aktinin ihlal edilmesi nedenine dayalı tahliye istemi; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin dava dosyasında ise idarenin tesis ettiği işlemin hukuka aykırı olması nedeni ile iptaline karar verilmesi istemi yer almaktadır.

Görüldüğü üzere; her iki dava dosyasının farklı yargı kollarına ait olması, davacısı ve davalısının aynı olması ve her iki dava dosyasının da temyiz incelemesinden geçmek Sureti ile kesinleşmiş olması yönlerinden 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesi’nin a ve c bentlerinde belirtilen koşullar gerçekleşmiştir.

2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinin b bendi açısından ise dava sebebi ve konusu kavramlarının tespiti gerekmektedir. Dava konusu, açılan dava ile ne istendiğini ifade eder. Örneğin; sözleşme gereklerinin yerine getirilmemesi nedeni ile açılan bir alacak davasında, dava konusu 10.000 TL alacaktır.(Yılmaz, Ejder/Kuru, Baki/ Aslan, Ramazan; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı,Yetkin Yayınevi, Ankara,2010, sy.307) Dava sebebi ise; davacının iddiasının dayandığı vakaları ifade eder.(Yılmaz, Ejder;/ Kuru, Baki/ Aslan, Ramazan; a.g.e. sy.308) Bu noktada dava sebebi ile hukuki sebebin karıştırılmaması gerekir. Hukuki sebep; davacının dava dilekçesinde bildirdiği olayların hukuki niteliğidir. Haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya sözleşme hükümlerine riayetsizlik gibi.( Yılmaz, Ejder;/ Kuru, Baki/ Aslan, Ramazan; a.g.e.sy.310)

Bu açıklamalar ışığında her iki davanın konusunu ve sebebini tespit etmek gerekirse;

Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin dava dosyasında dava sebebinin, kiracı şirket tarafından yapıldığı ileri sürülen tadilatların mimari projesine aykırı olması, dava konusunun, mimari projesine aykırı tadilat yapan kiracı şirketin eylemini, taraflar arasındaki kira sözleşmesine aykırı olduğu iddiası ve davanın netice-i talebinin sözleşme şartlarını ihlal eden kiracı şirketin taşınmazdan tahliyesi istemi olduğu görülmektedir. Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin dava dosyasında ise; dava sebebinin, dava konusu yerde yapılan tadilatların mimari projeye aykırı olduğu iddiası, dava konusunun yapılan mimari projeye aykırı tadilatlar nedeni ile kiracı şirketin ruhsatının iptal edilmesi işlemi, netice-i talebinin ise bu işlemin hukuka aykırı olması nedeni ile iptal edilmesi istemi olduğu anlaşılmaktadır.

Görüldüğü üzere her iki davada da dava sebebini, mimari projesine aykırı olarak yapıldığı iddia edilen tadilatlar, dava konusunu yapılan bu tadilatlar nedeni ile kiracı şirketin dava konusu taşınmazı kullanabilip kullanamayacağı, netice-i taleplerin ise kiracı şirket açısından taşınmazın kullanılmasına devam edilmesi, kiralayan Belediye Başkanlığı yönünden ise kiracı şirketin taşınmazdan tahliyesi olduğu ortadadır. Sonuç olarak; her iki dava dosyası arasında 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinin b bendinde belirtilen koşulların gerçekleştiği tespit edilmiştir.

Her ne kadar, gerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gerekse Danıştay Başsavcılığı’nın dosyaya ilişkin yazılarında; Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi dosyasının, kira sözleşmesine aykırılık sebebine dayalı ve sonuçları Borçlar Hukuku’nun 256/2. maddesinde düzenlenen bir tahliye davası; Ankara 1. İdare Mahkemesi dosyasının, işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı koşullarının kiracı şirket yönünden gerçekleşip gerçekleşmediği temeline dayalı ve sonuçları 3572 sayılı Kanun’un 6. maddesinde düzenlenen iptal davası olması nedenleriyle, davalar arasında 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesi koşullarının oluşmadığı ileri sürülmüş ise de; farklı yargı kollarında açılan davalarda, kiracı şirketin ya da kiralayan Belediye Başkanlığı’nın aynı istemle ve aynı şekilde mahkemeye başvurmasının ve olayların aynı mevzuat çerçevesinde görülmesinin taraflardan ve mahkemelerden beklenemeyeceği kanaatine ulaşılmakla, Danıştay Başsavcılığı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu konudaki düşüncelerine katılmak mümkün olmamıştır. Bu nedenle dava taraflarının farklı yargı kollarında aynı sebebe ve aynı konuya ilişkin istemlerini farklı şekilde ve farklı mevzuat çerçevesinde ortaya koymaları davaların konusunun, sebebinin, taraflarının ve sonuçlarının aynı olması durumunu değiştirmemektedir. Ayrıca mahkeme kararları arasındaki çelişki nedeni ile kiracı şirket tarafından dava konusu taşınmazın kullanılması yönünden tereddütlerin ortaya çıktığı ve her iki davada verilen kararlar nedeni ile davacının kullanma hakkının yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği aşikardır.

Bu nedenlerle her iki hüküm arasında 2247 sayılı Kanun ‘un 24. maddesi koşullarının oluştuğu anlaşılmıştır.

b) Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar Sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar Sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığının bulunup bulunmadığı yönünden:

Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/936 Esas, 2009/162 Karar sayılı dosyasında; davacının, R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti; davalının, Çankaya Belediye Başkanlığı olduğu; dava sebebinin, davalı Belediye Başkanlığı’nın, Ankara 11. İdare Mahkemesi tarafından verilen 2005/725 Esas, 2006/113 Karar ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararlarını uygulamamak ve kiracı şirketin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının Belediye Encümeninin 17.08.2008 gün ve C/2006/4023.22 sayılı kararı ile iptal etmek Sureti ile kiracı şirketin işyerini kullanmasını engellemesi; dava konusunun ise; idarenin bu eylemlerinin idari işlem niteliğini kaybetmesi ve haksız fiil niteliğini kazanmış olması nedenleri ile idarenin taşınmaza müdahalesinin önlenmesi olduğu tespit edilmiştir.

Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi; 2006/380 Esas, 2006/309 Karar sayılı kararı ile ilk olarak davanın görev yönünden reddine karar vermiş, kararın R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti vekili tarafından temyizi üzerine; Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2008/5128 Esas, 2008/6088 Karar sayılı kararı ile; “somut olayda idari işlemin haksızlığı, usulsüzlüğü ve buna bağlı iptali isteminin değil; sadece işyeri açma ve çalıştırma ruhsatlarının sürekli olarak iptal edilmesi nedeni ile davacının özel hukuktan kaynaklanan hakkını kullanamaması iddiası ve buna bağlı muarazanın önlenmesi ile davalı Belediye Başkanlığı’nın müdahalesinin önlenmesinin talep edildiği, bu talebin adli yargıda görülmesi gerektiğini “ belirterek ilk derece mahkemesi kararını bozmuş; Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce Yargıtay bozma ilamına uyulmak Sureti ile yapılan yargılama neticesinde; 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı ile; davanın kabulüne, davalı Belediye Başkanlığı’nın taşınmaza müdahalesinin önlenmesine ve muarazanın bu şekilde giderilmesine karar vermiş, verilen kararın Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 05.11.2009 gün ve 2009/10683 Esas ,2009/12210 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.

Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararında ise; davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti; davalı, Çankaya Belediye Başkanlığı; dava sebebinin, Çankaya Belediye Encümeni’nin 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı, dava konusunun ise; hukuka uygun olmayan idari işlem ise kiracı şirketin işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptaline yönelik işlemin iptali olduğu tespit edilmiştir.

Ankara 1. İdare Mahkemesi; 2006/2001 Esas, 2007/1447 Karar sayılı kararı ile ilk olarak davanın reddine karar vermiş, kararın davalı Çankaya Belediye Başkanlığı tarafından temyizi üzerine, Danıştay 8. Dairesi’nin 2007/8212 Esas, 2009/3412 Karar sayılı kararı ile 3472 sayılı Kanun’un 6. maddesi gereğince ruhsatın verilmesinden sonra yapılan denetimlerde mevzuata aykırı durumların tespit edilmesi halinde bu mevzuata aykırı durumların giderilmesine kadar bu amaca yönelik olarak işyerinin faaliyetten men edilebileceğini belirterek ilk derece mahkemesi kararını bozduğu; Ankara 1.İdare Mahkemesi’nce Danıştay bozma ilamına uyulmak Sureti ile yapılan yargılama neticesinde; 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile; davanın reddine karar verdiği, verilen kararın Danıştay 8 Dairesi’nin 16.11.2011 gün ve 2011/6381 Esas, 2011/5637 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır

Görüldüğü üzere; her iki dava dosyasının farklı yargı kollarına ait olması, davacısı ve davalısının aynı olması ve her iki dava dosyasının da temyiz incelemesinden geçmek Sureti ile kesinleşmiş olması yönleri ile olayda; 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesi’nin a,c,d bentlerinde belirtilen koşullar gerçekleşmiştir.

Ancak, davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti vekili Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açtığı davada; davalının ruhsatların iptaline ilişkin işlemlerinin idari işlem olmaktan çıktığını, haksız fiil niteliğinde olduğunu ve bu nedenle davalı Belediye Başkanlığı’nın müdahalesinin men-ine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüş iken; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nde açtığı davada; idarenin 17.08.2006 gün ve C/2006/4023.22 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptali işleminin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Bu durumda bu iki davanın dava konusu ve sebebinin aynı olup olmadığı, 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesinin 1/b bendinde belirtilen “ dava konusu ve sebebinin aynı olması “ koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesi gerekir.

Dava konusu, açılan dava ile ne istendiğini ifade eder. Örneğin; sözleşme gereklerinin yerine getirilmemesi nedeni ile açılan bir alacak davasında, dava konusu 10.000 TL alacaktır.(Yılmaz, Ejder/Kuru, Baki/ Aslan, Ramazan; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı,Yetkin Yayınevi, Ankara,2010, sy.307) Dava sebebi ise; davacının iddiasının dayandığı vakaları ifade eder.(Yılmaz, Ejder;/ Kuru, Baki/ Aslan, Ramazan; a.g.e. sy.308) Bu noktada dava sebebi ile hukuki sebebin karıştırılmaması gerekir. Hukuki sebep; davacının dava dilekçesinde bildirdiği olayların hukuki niteliğidir. Haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya sözleşme hükümlerine riayetsizlik gibi.( Yılmaz, Ejder;/ Kuru, Baki/ Aslan, Ramazan; a.g.e.. sy.310)

Bu açıklamalar ışığında her iki davanın konusunu ve sebebini tespit etmek gerekirse;

Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasında, dava konusu; davacının sürekli iptal edilen ruhsatları nedeni ile işyerini kullanmasına engel olunması şeklindeki müdahalenin men-ini talebidir. Dava sebebi ise; davalının işyerine ait ruhsatları her dE.sında haksız gerekçelerle iptal etmesi, hukuki sebep ise; idarenin bu eyleminin idari işlem olmaktan çıktığı ve haksız fiile dönüştüğü iddiasıdır. Ankara 1. İdare Mahkemesi dosyasında ise dava konusu; davacının, dava konusu taşınmazı kullanmasını engelleyici nitelikteki işlemin iptali talebidir. Dava sebebi; davalı idarenin 17.08.2006 gün ve C/ 2006/4023.22 sayılı işlemi, hukuki sebebi ise; davalının ruhsat iptali işleminin hukuka aykırı olduğu iddiasıdır. Görüldüğü üzere; her iki davada da dava konusu, davacının dava konusu taşınmazı kullanmasını engelleyici nitelikteki işlemlere son verilmesi istemidir. Her iki davada da davacı, davacının tesis ettiği işlemler nedeni ile taşınmazı kullanamadığı sebebine dayanmış ve yine her iki davada da davalının işlemlerinin haksız fiil olduğu hukuki sebebini ileri sürmüştür. Bu itibarla her iki davanın konusu, sebebi ve hukuki sebebinin aynı olduğu anlaşılmıştır.

Ayrıca, Ankara 23 Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı ile davacının dava konusu taşınmazı kullanmasına yönelik, davalının taşınmaza müdahalesinin men’ine karar verilmişken; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile; davacının taşınmazı kullanmasını engelleyecek şekilde işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptaline karar verilmiştir. Görüldüğü üzere; her iki davada verilen kararlar nedeni ile davacının kullanma hakkının yerine getirilmesi olanaksız hale gelmektedir.

Belirtilen nedenlerle,

1- Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararları arasında 2247 sayılı Yasa’nın 24. Maddesi koşullarının oluştuğu ,

2- 2247 sayılı Yasanın 25. maddesi hükümleri uyarınca;

a) idari yargılama usulü Yasası gözetilerek Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan başvuruya ait dilekçe ve eklerinin 30 gün içinde yanıt verilmek üzere Çankaya Belediye Başkanlığı’na bildirilmesi, anılan davalı tarafından verilen yanıtın karşı tarafa tebliği Suretiyle dosyanın tekemmülünün sağlanması,

b) Usulü işlemler tamamlandıktan ve esas hakkındaki rapor yazıldıktan sonra Başkanlıkça belirlenecek günde işin esasının görüşülmesine 11.11.2013 tarihinde OY BİRLİĞİ İLE KARAR VERİLMİŞTİR.

Bunun üzerine Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan başvuruya ait dilekçe karşı tarafa (Çankaya Belediye Başkanlığı’na) tebliğ edilmiş; anılan kurumun vekili tarafından yasal süresi içerisinde cevap verilmediği tespit edilmiştir.

Verilen Karar üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Danıştay Başsavcılığı’ndan ek düşünce istenmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 11.02.2014 tarihli, Danıştay Başsavcılığı 14.02.2014 tarihli yazıları ile ek düşüncelerini bildirmişlerdir.

8-YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI EK DÜŞÜNCE YAZISI

Mahkememizin Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararları arasında 2247 sayılı Yasa’nın 24. Maddesi koşullarının oluştuğuna ilişkin kararından sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan ek görüş istenmiş, gelen yazıda; “ Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 E, 2007/2407 K sayılı kararı ve Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.05.2009 gün ve 2008/396 E, 2009/162 K sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesinin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 E, 2010/1720 K sayılı kararları nedeniyle oluşan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için R.Ş. inş. Tur. Gıda Teks. Oto. ve Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesi gereğince yapılan müracaat ile ilgili Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 2012/167 Esas sayılı dosyasında her üç karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu kararı verilmesi nedeniyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımızca, usul ve esas yönünden verilen asıl görüş yazısında, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin kararının hüküm uyuşmazlığına konu olamayacağı değerlendirildiğinden, esas bakımından mütalada, bu karar bakımından görüş bildirilmediğinden; Uyuşmazlık Mahkemesinin anılan kararı karşısında, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin Kararı bakımından da hüküm uyuşmazlığının esası açılsından yapılan incelemede;

Uyuşmazlığa konu edilen Ankara 10. Sulh Hukuk mahkemesinin anılan kararı ile, Çankaya Belediye Başkanlığınca davalı şirket tarafından işletilen lokA.aya ait taşınmazın kira sözleşmesi hükümlerine aykırı kullanımı nedeniyle açılan tahliye davasının reddine karar verildiği halde; Ankara 1. İdare Mahkemesinin ve Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin anılan kararında ise, Belediye tarafından ihale sonucu lokA.a olarak işletilmek üzere kiralanan taşınmazda, lokantacılık faaliyeti icra edilirken, ruhsat ve projeye aykırı imalatların eski hale getirilmemesi nedeniyle ruhsat iptali ve işyerinin lokantacılık faaliyetinden men edilmesine dair işlemin iptaline yönelik açılan davaların İdari Yargı yerinde reddi, adli yargı yerinde ise kabulü söz konusudur. Daha önceki görüşümüzde ayrıntılı olarak belirttiğimiz üzere, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan davanın sonucu ile ilgili Şirketin davaya konu taşınmaz üzerinde ki kiralama hakkı devam etmektedir. Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi ile Ankara 1. İdare Mahkemelerinde davaya konu olan ve hüküm uyuşmazlığına neden olan konu ise, Şirkete ait işletme izin ve ruhsatlarına geçerlilik tanınması yada tanınmaması ile ilgilidir. Bu davalarda geçerlilik tanınacak kararın, Şirketin Belediyeye ait taşınmaz üzerindeki kiracılık hakkını engellemeyeceği gibi geçerlilik tanınan işletme izin ve ruhsat hakkına ilişkin olumlu ya da olumsuz hüküm ile aralarında bir hakkın yerine getirilmesi bakımından çelişki doğmayacağı, zira her halde kiracılık ilişkisinin, işletme izninden ayrı değerlendirilmesi gerektiği düşünüldüğünden;

1. Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin 04/12/2007 gün ve 2005/1409 E, 2007/2407 K sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesinin 26/11/2010 gün ve 2010/1380 E, 2010/1720 K sayılı kararına geçerlilik tanınmasına,

2. Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26/05/2009 gün ve 2008/396 E, 2009/162 K. sayılı kararının kaldırılması ile bu şekilde hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi gerekeceği düşünülmektedir. “ şeklindeki gerekçesi ile kararlar arasındaki hüküm uyuşmazlığının Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin 04/12/2007 gün ve 2005/1409 E, 2007/2407 K sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesinin 26/11/2010 gün ve 2010/1380 E, 2010/1720 K sayılı kararına geçerlilik tanınması Suretiyle giderilmesi gerektiği yolunda görüş bildirmiştir.

9-DANIŞTAY BAŞSAVCISI EK DÜŞÜNCE YAZISI

Mahkememizin Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararları arasında 2247 sayılı Yasa’nın 24. Maddesi koşullarının oluştuğuna ilişkin kararından sonra Danıştay Başsavcılığı’ndan ek görüş istenmiş, gelen yazıda; “ Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin 04.12.2007 gün ve E:2005/1409, K:2007/2407 sayılı kararı ve Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.05.2009 gün ve E:2008/396 K:2009/162 sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesinin 26.11.2010 gün ve E:2010/1380 K:2010/1720 sayılı kararı nedeniyle oluşan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için R.Ş.-İnş. Tur. Gıda Teks. Oto. ve Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından, 2247 sayılı Kanunun 24. Maddesi gereğince yapılan müracaat ile ilgili Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 2012/167 Esas sayılı dosyasında her üç karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu yolunda karar verilmesi nedeniyle, Danıştay Başsavcılığımızca, usul ve esas yönünden verilen asıl görüş yazısında, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin kararının hüküm uyuşmazlığına konu olamayacağı değerlendirildiğinden, esas bakımından mütalaada, bu karar bakımından görüş bildirilmediğinden; Uyuşmazlık Mahkemesinin anılan kararı karşısında, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin Kararı bakımından da hüküm uyuşmazlığının esası yönünden yapılan incelemede;

Önceki düşüncemizde de belirtildiği üzere Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen tahliye davasının konusunun ve sebebinin İdare Mahkemesinde görülen işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptali ve işyerinin faaliyetten men'i işlemlerinin iptali istemiyle açılan davadan farklı olduğu, taşınmazın kullanım amacı halihazırdaki durumu incelenerek, kira sözleşmesindeki hükümlere ve ilgili mevzuata aykırılık bulunmadığı hususu değerlendirilmiş ve tahliye istemiyle Çankaya Belediye Başkanlığınca açılan davada özetle projeye aykırı tadilatların tahliye nedeni olamayacağı gerekçesiyle Sulh Hukuk Mahkemesi kararıyla dava reddedilmiş, Sulh Hukuk Mahkemesi kararı sonucu itibarıyla taşınmazda tespit edilen projesine aykırı imalatların Kira Kanunu hükümlerine göre özel hukuk sözleşmesine aykırılık oluşturmadığı hükmünü içerdiği, aynı tadilatların imar mevzuatı uyarınca yasallık denetimini içermediği, şirkete ait işletme izin ve ruhsatlarının iptali işlemlerine karşı idare mahkemesi ve Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davalarda verilen kararların önem arzettiği ve bu kararlar arasındaki çelişkinin hakkın yerine getirilmesini bizatihi engellediği anlaşılmış olup, ilk düşüncemizde yer alan görüşlerde nazara alınarak;

Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.05.2009 gün ve E:2008/396, K2009/162 sayılı kararının kaldırılmasına,

Ankara 1. İdare Mahkemesinin 26.11.2010 gün ve E:2010/1380, K:2010/1720 sayılı kararının reddi yolundaki hükmünün kabulüne,

Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin 04.12.2007 gün ve E:2005/1409, K:2007/2407 sayılı kararının, dosya içeriği bir bütün olarak irdelendiğinde kaldırılmasının gerekmediği sonucuna ulaşıldığı ve bu şekilde hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.” şeklindeki gerekçesi ile kararlar arasındaki hüküm uyuşmazlığının Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04/12/2007 gün ve 2005/1409 E, 2007/2407 K sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26/11/2010 gün ve 2010/1380 E, 2010/1720 K sayılı kararına geçerlilik tanınması Suretiyle giderilmesi gerektiği yolunda görüş bildirmiştir.

10-ESASIN İNCELENMESİ

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan ve 2247 sayılı Yasa’nın 25. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak sözlü açıklama için önceden belirlenen 3.3.2014 günlü toplantısında;

Başvuru dilekçesi ve ekleri, uyuşmazlığa konu edilen kararlara ilişkin dava dosyaları, ilgili Başsavcıların düşünce yazıları, ek düşünce yazıları, dayanılan Yasa ve Yönetmelik kuralları, taraflarca verilen dilekçe ve ekleri ve Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in hazırladığı rapor okunup incelendikten; Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün yazılı düşünceleri doğrultusundaki açıklamaları da alındıktan sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Öncelikli olarak davacı kiracı şirket ile davalı kiralayan Çankaya Belediye Başkanlığı arasında, süregelen davaya konu işlemlerin safahatının belirtilmesi gerekirse;

Davacı şirket tarafından, davaya konu Çankaya İlçesi, Dikmen Keklikpınarı Mahallesi 27338-27341 adalarda yer alan bina 04.12.2003 tarihinde kiralanmış ve 30.12.2004 gün ve 1823 sayılı “lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı “ kendisine verilmiştir.

Davalı Belediye Başkanlığı 01.03.2005 gün ve C/2005/0621.17 sayılı kararı ile, davacı şirkete verilen “1823 sayılı lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi ”nin iptaline karar vermiş, bu işlemin iptali istemi ile davacı tarafından açılan davaya bakan Ankara 11. İdare Mahkemesi 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne ve ruhsatın iptaline ilişkin işlemin iptaline karar vermiştir.

Davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti tarafından , davalı Çankaya Belediye Başkanlığı’na “ 1. Sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmesi” ne yönelik talebinin davalı idarece reddine karar verilmesi üzerine açılan davaya bakan Ankara 11. İdare Mahkemesi 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne ve davaya konu işlemin iptaline karar vermiştir.

Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı tarafından 28.07.2005 tarihinde kiracı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti’nin dava konusu taşınmazdan tahliyesi istemi ile dava açılmış; ancak, davaya bakan Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile, davanın reddine karar verilmiş ve verilen bu karar Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 21.04.2008 gün ve 2008/2754 Esas, 2008/4999 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.

Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin bahsi geçen kararlarından sonra davacıya tekrar, 15.12.2005 tarih ve 1823 sayılı İşyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmiş; ancak verilen bu ruhsat da davalı Belediye Başkanlığı’nın 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararı ile iptal edilmiş, bu iptal kararına karşı davacı şirket vekili tarafından açılan iptal davasına bakan Ankara 1. İdare Mahkemesi, 22.05.2007 gün ve 2006/2001 Esas, 2007/1447 Karar sayılı ilk kararı ile davanın kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline hükmetmiş, kararın temyizi üzerine dosyayı inceleyen Danıştay 8. Dairesi, 26.05.2009 gün ve 2007/8212 Esas, 2009/3412 Karar sayılı ilamı ile, davaya konu işlemin hukuka aykırı olmadığı gerekçesi ile verilen kararı bozmuş, Danıştay 8. Dairesi’nin bozma ilamı sonrasında Ankara 1. İdare Mahkemesi, 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı 2. kararında, açılan davanın reddine ve idare tarafından yapılan işlemin hukuka uygun olduğuna hükmetmiş ve bu karar Danıştay 8. Dairesi’nin 16.11.2011 gün ve 2011/6381 Esas, 2011/5637 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.

Taraflar arasında yaşanan tüm bu ihtilaflar nedeni ile, davacı şirket tarafından, davalı Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, taraflar arasındaki muarazanın giderilmesi ve davalı Belediye Başkanlığı’nın taşınmaza müdahalesinin önlenmesi istemi ile dava açılmış, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21.11.2006 gün ve 2006/380 Esas, 2006/309 Karar sayılı ‘ davanın yargı yolu nedeni ile reddine’ ilişkin ilk kararı, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 09.05.2008 gün ve 2008/5128 Esas, 2008/6088 Karar sayılı ilamı ile, ‘ davanın idari işlemin iptaline değil, süregelen iptaller nedeni ile özel hukuktan kaynaklanan hakkın kullanılmaması temeline dayalı muarazanın önlenmesi davası olduğunu, bu nedenle davanın esastan incelenmesi gerektiği” belirtilerek bozulmuş; Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, Yargıtay bozma ilamına uymak Sureti ile verdiği 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı ‘davanın kabulüne, davalı Belediye Başkanlığı’nın dava konusu taşınmaza müdahalesinin önlenmesine’ ilişkin 2. Kararı ise; Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 05.11.2009 gün ve 2009/140683 Esas, 2009/12210 Karar sayılı kararı ile onanmış ve bu şekilde kesinleşmiştir.

Tüm bu yargılama safahatından anlaşılacağı üzere, davacı ile davalı arasında oluşan ve müteaddit dE.lar yargıya taşınan ihtilafların temelinde, dava konusu Çankaya İlçesi, Dikmen Keklikpınarı Mahallesi 27338-27341 adalarda yer alan binada bulunan mimari projeye aykırılıkların kiracı şirket tarafından yapılıp yapılmadığı, bu aykırılıkların kiralayan Çankaya Belediye Başkanlığı’na kiracı şirketin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatını iptal hakkı verip vermeyeceği, neticede dava konusu taşınmazların kiracı şirket tarafından kullanılıp kullanamayacağı hususları yer almaktadır. Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davaların içeriğinden, dava konusu taşınmazın, davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti tarafından kullanılmasında bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmakla birlikte, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nce verilen , lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptali kararından, davacı şirketin dava konusu yerde faaliyet gösteremeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu itibarla Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ayrı bir başlık altında; Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı Kararını da ayrı bir başlık altında hüküm uyuşmazlığı yönünden değerlendirmekte fayda olduğu düşüncesi ile aşağıdaki şekilde ayrıntılı olarak inceleme yapılmıştır.

a) Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar Sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 Gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı arasında oluşan hüküm uyuşmazlığı yönünden:

a.1) Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi kararının esas yönünden değerlendirilmesi:

Davacı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin mahkemeye sunduğu 28.07.2005 tarihli dava dilekçesinde özetle; davalı tarafından dava konusu yerde kira sözleşmesinin 9. maddesine aykırı şekilde ve onaylı mimari projeye aykırı olarak eklentiler yapıldığının tespit edildiğini ve durumun 08.04.2005 gün ve 1217 sayılı yazı ile Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’ne bildirildiğini; bunun üzerine davacı tarafından 28.04.2005 gün ve 1901 sayılı yazı ile mimari proje ve sözleşmenin 9. maddesine aykırı olarak yapılan eklentilerin 15 gün içinde eski hale getirilmesi, aksi halde işlemlerin yapılacağının davalıya ihtar edildiğini; bu yazı akabinde Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden, mimari projeye aykırılıkların giderilip giderilmediği konusunda bilgi istendiğini; Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün 28.06.2005 gün ve 2334 sayılı yazı cevabı ile projeye aykırı yapıların kaldırılmadığını bildirdiğini; davalının bu şekilde mimari projeye aykırı eklenti yaptığını ve kira sözleşmesinin 9. maddesini ihlal ettiğini belirterek; davalının taşınmazdan tahliyesine karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararında özetle; “davacı tarafından, akde aykırılık olarak nitelenmesi istenen mimari projeye aykırılıkların, davalı tarafından yapıldığının ispat edilememesi ve dayanılan mimari projede belediye onayının olmaması nedenleri ile; akde aykırılık oluşturmayacağı; restoran girişine konulan ışıklı panolar yönünden ise; panoların restoranın tanıtımı amacı ile konulduğu ve davalı şirket tarafından davacıya hitaben yazılan 23.02.2005 tarihli yazıda bu panoların konulması için uygun bir yer gösterilmesi halinde yerlerinin değiştirilebileceğinin bildirilmesi karşısında davacının işlem ve eylemlerinin iyiniyetli bulunmadığı” gerekçesi ile davanın reddine karar verdiği, kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 21.04.2008 gün ve 2008/2754 Esas, 2008/4999 Karar sayılı kararı ile onandığı; davacı vekilinin karar düzeltme talebinin yine aynı dairenin 11.11.2008 gün ve 2008/8694 Esas, 2008 /12403 Karar sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmıştır.

Dava dilekçesi ve Mahkeme kararı içeriğinden anlaşılacağı üzere; davada, Çankaya Belediye Başkanlığı tarafından, kiracı şirket R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti’nin dava konusu taşınmazın mimari projesine aykırı şekilde taşınmaza eklenti yaptığı ve bu S.etle kira sözleşmesinin 9. maddesini ihlal ettiği iddiası ile tahliye davası açıldığı; mahkemece, yukarıda belirtilen gerekçe ile, sübuta ermeyen davanın esastan reddine karar verildiği görülmektedir.

Sonuç olarak; dava dosyasının, kira akdine aykırılık nedeni ile kiracının taşınmazdan tahliyesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmiştir.

18/05/1955 gün ve 6570 sayılı Kanun’un 1. maddesinde ; “Belediye teşkilatı olan yerlerle, iskele, liman ve istasyonlardaki gayrimenkullerin (Musakkaf olmayanları hariç) kiralanmalarında kiralayanla kiracı arasındaki hukuki münasebetlerde bu kanun ile Borçlar Kanununun bu kanuna aykırı olmayan hükümleri tatbik olunur.” denilmek Sureti ile Belediye Teşkilatı olan yerlerde kira sözleşmelerine 6570 ve Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

08/09/1983 gün ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun ‘kapsam ‘ başlıklı 1. maddesinde “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelerin, özel idare ve belediyelerin alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ve taşıma işleri bu Kanunda yazılı hükümlere göre yürütülür.” denilmek Sureti ile belediyelerin kira sözleşmelerinde 2886 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmiştir.

Aynı Kanunun ‘ kaldırılan hükümler ‘ başlıklı 94. maddesinde;

“a) 02/06/1934 tarih ve 2490 sayılı Kanun ile bu Kanunda ek ve değişiklikler yapan kanunlar,/ b) (Değişik bent: 09/11/1983 - 2944/1 md.) Diğer Kanunların (15/07/1964 tarih ve 500 sayılı Kanun ile 22/10/1981 tarih ve 2542 sayılı Kanun hariç) bu Kanuna uymayan hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.” şeklindeki düzenleme ile de 1983 tarihinden sonra Belediyelerin kira sözleşmelerinde 2886 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmiştir.

Her ne kadar taraflar arasında imzalanan 12.01.2004 tarihli ve 1853 yevmiye numaralı sözleşmenin 2886 sayılı Yasa’nın 36. maddesine atıfla imzalandığı anlaşılmış ise de; gerek 6570 sayılı Kanun ve gerekse 2886 sayılı Kanunlarda, akde aykırılık nedeni ile sözleşmenin feshine ilişkin düzenlemelere yer verilmediğinden, sorunun genel hükümler çerçevesinde, Borçlar Kanunu kapsamında nitelenmesi ve çözümlenmesi gerekmektedir.

Davaya konu, 04.12.2003 tarihli kira akdi tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Mucirin fesih hakkı” Başlıklı 289. maddesinde; “Müstecir, mecurun işletilmesine ve muhafazasına müteallik borçlarına ehemmiyetli bir tarzda muhalefet eder ve mucirin ihtarına rağmen ve tayin ettiği münasip bir mehil zarfında borçlarını ifa etmezse mucir, başka bir muameleye hacet kalmaksızın akdi feshedebilir.” denilmek Sureti ile kiracının, kiralanan taşınmazı muhafaza borcuna aykırı işlem ya da eylemi akde aykırılık olarak nitelenmiş ve fesih sebebi olarak düzenlenmiştir.

Taraflar arasında imzalanan 12.01.2004 gün ve 01853 numaralı Kira Kontratı’nın 9. maddesinde; “ Kiralanan Tesisler Mevcut durumu ile kiraya verilmiş olup, Belediye’nin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde değişiklik ve eklenti yapılamaz. Herhangi bir tadilatın gerektiği hallerde Belediye’nin ilgili birimlerinden, gerekli müsaadenin alınması, tadilatların Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nce görevlendirilecek teknik eleman nezaretinde yapılması zorunludur. Aksi bir durum akde muhalefet olarak kabul edileceğinden tahliye sebebidir.” şeklindeki düzenleme ile, dava konusu taşınmazda yapılacak tamirat, tadilat ve eklentiler için Belediye Başkanlığından izin alınması zorunluluğu getirilmiştir.

Dosya kapsamında bulunan inşaat mühendisi Elveda Onay’a ait raporda özetle; “Ankara, Dikmen, Keklik Pınarı Mahallesi, Dikmen Caddesi, Nazım Hikmet Parkı içinde ve 4 no’da yer alıp da S. Restoran adı altında faaliyet gösteren davaya konu restoran ve kafe ile ilgili olarak, taraflar arasında akdedilmiş olan 12 Ocak 2004 başlangıç tarihli ve 3 yıl süreli kira söyleşmesinin mevcut olduğu, bu sözleşmenin 9. maddesinde ise kiralananda Belediyenin ilgili birimlerinden gerekli müsaade alınmaksızın yapılan değişiklik ve tadiladın akde muhalefet olarak kabul edileceğinden tahliye sebebi sayılacağının belirtilmiş olduğu, Belediyenin ilgili birimlerinden olan Park ve Bahçeler Müdürlüğü teknik elemanlarınca tutulmuş olan 26.1.2005 tarihli tutanakla da, gerek projesine, gerekse sözleşmesine nazaran akde aykırılık teşkil eden hususların belirtilmiş olduğu, ancak, bunların projesine aykırılık teşkil edip etmediği, dolayısıyla sözleşmeye de aykırı olup olmadığı hususunun sağlıklı bir şekilde belirlenebilmesi için, bu 26.1.2005 tarihli tutanağı tanzim eden teknik elemanın tarafımla irtibat kurarak, bahse konu bu yerin hangi mahallere tekabül ettiğinin gösterilmesi gerektiği, Sonuç olarak da, proje dosyaya sonradan ve yeni ibraz edildiğinden, (2.6.2006 günü) proje mahale tatbik edilerek, ayrıntılı rapor düzenlenebilineceği,”nin belirttiği; mahkemece, istem konusu mimari projelerin ibrazından sonra dosyanın tekrar bilirkişiye tevdi edildiği ve inşaat mühendisi Elveda Onay 13.12.2006 tarihli ek raporunda özetle; “Her ne kadar 26.01.2005 tarihinde tanzim olunan tutanak, 3 madde halinde belirlenmiş, bu hususlar taraflar arasında akdedilmiş olan 12.01.2004 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin 9.maddesi dikkate alındığında “akde aykırılık” teşkil etmekte ise de, dosyaya sunulmuş olan mimari proje ve vaziyet planlarının ilgili Belediyesince onaylı olmadığını, Keza, Belediye teknik elemanlarınca düzenlenmiş olan 26.01.2005 tarihli tutanağın 2. ve 3.maddelerini teşkil eden yeşil alanların doldurularak, gerek yaya yoluna katılması, gerekse araç parkı yapılmasıyla ilgili hususun ise, açıklık-netlik kazanmamış olduğu, bu konuyla ilgili tanık dinlenmesi takdirinin de Sayın Mahkeme’ye ait olacağını” belirttiği, mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda 06.03.2007 tarihli celsede Çankaya Belediyesi eski Başkan Yardımcısı H.S.’in tanık olarak dinlendiği ve tanığın; “Kira sözleşmesi yapılmasına rağmen, biz müstecire anahtarı açılış töreninin yapılmasından, yani 2 ay sonra teslim ettik. Eski Belediye Başkanı parkı gezerken, giriş yolunun dar olduğunu söyledi. Park ve Bahçeler Müdürlüğü tek araç geçişine imkân verecek şekilde bir düzenleme yaptı, duvar örülerek dolgu yapılması, restoran önündeki yeşil alanın doldurulması işlemlerini Park ve Bahçeler Müdürlüğü yaptı. Bütün bu işlemler bittikten sonra müsteciri çağırdık, anahtarı verdik. Müstecir kira sözleşmesinden itibaren 1 ay içinde faaliyete geçmesi gerektiğini, aksi halde, sözleşmenin fesih olacağını söyleyerek bu 2 aylık gecikme ile ilgili belge istedi. Biz de bunu mücbir sebep sayarak, aldığımız dilekçesi üzerine Emlâk İstimlâk Müdürlüğü olur hazırladı, Başkanlık makamı olur verdi. Teslim Tutanakları düzenlendi. Park ve Bahçeler Müdürlüğü demirbaşları ile birlikte burayı kendisine teslim ettik. Sadece, üzerindeki tesis ihaleye ve kiraya verildi. Parkın bakım ve sorumluluğu Belediyeden çıkması için müstecire yüklendi” şeklinde beyanda bulunduğu, tanığın bu beyanı sonrasında aldırılan 17.10.2007 tarihli ek bilirkişi raporunda özetle; “Davacı Belediye teknik elemanlarınca düzenlenmiş olan 26.1.2005 tarihli tutanakta, 3 madde halinde belirlenmiş olan hususlardan; Restorana çıkış-sağ yanda yaklaşık 6.80x15.00 m. ebadında yeşil alanın iptal edilip, h= 1-1,5 m. yüksekliğinde duvar örülerek dolgu yapılması, üzerinin parça granit malzeme ile kaplanmak Suretiyle yaya yoluna katılması, Restoran önüne isabet eden, yaklaşık 20.00x2.00 m. ebadında yeşil alanın iptal edilip, h= 1,5 m. yüksekliğinde duvar ile çevrilmesi, yeşil alanın doldurularak yaya yolu kotuna getirilmesi ve mevcut durumu ile araç parkı (yolu) olarak kullanılması hususlarının davalı-kiracı tarafından yapılmamış olduğunun; davaya konu yerde bulunan restoran ve Cafe’nin tanıtımı amacı ile konulan ışıklandırmalı panolar yönünden ise; dosyaya sunulan fotoğraflardan işyerinin varlığını gösteren 4 ayrı tabelanın mevcut olduğunu, bunların da gerek estetik açıdan, gerekse görüntü kirliliği açısından göze hoş gelmediği, 4 tabelanın yerine restoranın mevcudiyetini belirleyen daha estetik tek bir tabela konulabilineceğinin” tespit edildiği görülmektedir.

Belirtilen yasal mevzuat ve bilirkişi raporları çerçevesinde dava değerlendirildiğinde; davacının 818 sayılı Yasa’nın 289. maddesine dayalı olarak, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 9. maddesine aykırı şekilde, binanın mimari projesine aykırı tadilatlar yapan davalının, taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini istediği; dava konusu tadilatların kiracı şirket tarafından yapıldığının sübuta ermemesi nedeni ile davanın reddine karar verildiği ve kararın bu şekilde kesinleştiği, kiracı şirketin bu karar ile birlikte söz konusu tadilatlar nedeni ile taşınmazdan tahliyesinin istenmesi olanağının kalmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

a.2) Ankara 1.İdare Mahkemesi Kararının esas yönünden değerlendirilmesi

Davacı R.Ş. İnş.Tur.Gıda.Teks.Oto ve Rek.Org. San.Tic. Ltd. Şti. vekilinin mahkemeye sunduğu 01.09.2006 tarihli dava dilekçesinde özetle; davalı idarece mahkeme dosyasına sunulan mimari projenin geçersiz olduğunu belirterek; davaya konu Belediye Başkanlığı Encümeninin, 15.08.2006 tarih ve C/2006/4002.22 sayılı işyerinin faaliyetten men’ine ilişkin kararının (dava dilekçesinde yanlış yazılmış, doğrusu 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı karar )iptaline karar verilmesi talebi ile idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin; 22.05.2007 gün ve 2006/2001 Esas, 2007/1447 Karar sayılı kararı ile davacının davasını “ işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı ile yapı ruhsatı ve projeye aykırılıklar, farklı mevzuata tabi olup, her biri için farklı nitelik ve özellikleri arandığı ve bunlardan birinde meydana gelen eksiklik ve değişikliklerin her durumda diğeri için engel oluşturmayacağı, söz konusu eksiklik ya da değişikliğin, tabi olduğu durum içersinde değerlendirilerek, mevzuatın öngördüğü yaptırımın uygulanması gerektiği, yapı ile ilgili proje hilafı hususların imar mevzuatının öngördüğü yaptırımlar ile giderilmesinin gerektiği, proje hilafı hususlar nedeni ile usulünce alınmış işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptal edilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçesi ile kabul ettiği ve Çankaya Belediye Encümeni’nin 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararının iptaline karar verdiği; kararın, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilince temyizi üzerine Danıştay 8. Dairesi’nin 26.05.2009 gün ve 2007/8212 Esas 2009/3412 Karar sayılı kararı ile “ bir işyerinde, ruhsat verilmesinden sonra yapılacak denetimlerde, mevzuata uygun olmayan hususların ve noksanlıkların saptanması halinde İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 6. maddesi gereğince , bu kanunun uygulama yönetmeliğinde belirtilen yetkili idarelerce yönetmelikte belirtilen şekilde , bunların giderilmesine kadar bu amaca yönelik olarak işyerinin faaliyetten men’ine karar verilebileceği, davalının bu amaca yönelik işleminde bir hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesi ile bozulduğu; davacı vekili tarafından karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulduğu; ancak, bu talebin de Danıştay 8. Dairesi’nin 13.07.2010 gün ve 2009/7784 Esas, 2010/4203 Karar sayılı kararı ile reddedildiği, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin bozma ilamına uyulmak Sureti ile yaptığı yargılama neticesinde, 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile; “davacının imar mevzuatına aykırı olarak yaptığı işyerinde faaliyette bulunduğu sabit olduğundan; bu durum sonlandırılıncaya kadar çalışmaktan alıkonulmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı “ gerekçesi ile davanın reddine karar verdiği; kararın davacı vekili tarafından temyiz edildiği; Danıştay 8. Dairesi’nin 16.11.2011 gün ve 2011/6381 Esas, 2011/5637 Karar sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi kararını onadığı anlaşılmıştır.

Dava dilekçesi ve Mahkeme kararı içeriğinden anlaşılacağı üzere; kiracı şirket R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti tarafından, dava konusu taşınmazda mimari projesine aykırı şekilde tadilatlar yaptığı gerekçesi ile alınan “lük sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptaline ve kiracı şirketin faaliyetten men’ine ilişkin” 17.08.2006 gün ve C/2006/4023.22 sayılı kararın iptali istemi ile dava açıldığı; mahkemece, yukarıda belirtilen gerekçe ile, davanın esastan reddine karar verildiği görülmektedir.

Sonuç olarak; dava dosyasının, işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmesi ve iptali hakkındaki yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Davaya konu ruhsatın verildiği ve davaya konu 26.01.2005 tarihli tutanağın düzenlendiği tarihte 353 sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve 20103 sayılı “İşyeri Açma Ve Çalıştırma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik” yürürlükte bulunduğundan, bu kapsamda inceleme ve değerlendirme yapılmıştır.

353 Sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 3. Maddesinde Belediye hudutları ile mücavir alan içinde kalan tüm işyerleri ve işletmelere belediyeler tarafından ruhsat işlemlerinin yapılacağı belirtildikten sonra 4. Maddesinde; 3 üncü maddede belirtilen mercilerin, iznin verilmesi için yapılacak beyan ve incelemelerde kanun hükmünde kararnamenin aynı maddesinde belirtilen genel kriterlere düzenlenecek yönetmeliği esas almaları gerektiği düzenlenmiştir.

Bu kapsamda hazırlanan ve 09.03.1989 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 20103 sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına Dair Yönetmeliğin “Ruhsat Vermeye yetkili Merciler” başlıklı 5. maddesinde; “Bu Yönetmelikte sözü geçen ruhsatları vermeye:

a) Belediye sınırları ve mücavir alan dışında kalan işyerleri ve işletmelere valilik ve

kaymakamlıklar,

b)Belediye sınırları ile mücavir alan içinde kalan işyerleri ve işletmeler belediyeler,

c)Büyükşehir belediyelerindeki işyeri ve işletmelerden;

1) İkinci ve üçüncü sınıf gayri sıhhi müesseseler için büyük şehir belediye başkanlığı,

2) Sıhhi ve diğer işyeri ve işletmeler için ise büyük şehir belediyesi içinde kalan diğer belediyeler

yetkilidirler, “ denilmek Sureti ile İşyeri açma ve çalıştırma ruhsatı vermeye belediye sınırları içince Belediye Başkanlıkları olduğunu;

Aynı Yönetmeliğin “İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı Verilmesi” başlıklı 8. maddesinde; “Eksiksiz olarak doldurulan başvuru formu üzerine, ilgiliye en geç müracaatını izleyen iş günü içerisinde işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilir/İlgilinin beyanına göre tanzim edilen ruhsat müktesep hak doğurmaz. /İşyeri açma ve çalışma ruhsatı almadan işyeri açılamaz ve çalıştırılamaz.” denilmek Sureti ile talep halinde işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının hemen verilmesi gerektiğinin düzenlendiği,

Yine aynı Yönetmeliği “Başvuru Formu Üzerine yapılacak Kontrol” başlıklı 9. maddesinde; “Yetkili mercilerce açma ve çalışma ruhsatı verilen işyerleri, bu merciler tarafından kanunen yetkili bulunan kamu kurum ve kuruluşlarına derhal bildirilecek ruhsat veriliş tarihini izleyen bir ay içerisinde mevcut mevzuat çerçevesinde kontrol ettirilirler.

Bu süre içinde kontrol ettirilmemesi veya yapılan kontrol sonucunda yönetmelikte öngörülen esaslara aykırı bulunmadığının anlaşılması hallerinde, ilgilinin ruhsatı kesinleşmiş sayılır. Ancak, kamu kuruluşlarına ruhsatın verildiği tarihten itibaren en geç iki iş günü içerisinde başvuru formuna ilişkin evrakı kontrol için göndermeyen veya kontrol görevini zamanında yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında yasal işlem yapılır.

Yetkili merciin mevcut teşkilatının birinci fıkrada öngörülen kontrol için yeterli olması halinde gerekli koordinasyon mahallin en büyük mülki amiri tarafından sağlanır.

Bunun üzerine bir ay içerisindeki ilk kontrol ve denetimlerde Yönetmelikte öngörülen kriterlere aykırı beyan ve durumun tespiti halinde, işyerinin mevzuata uygun hale getirilmesi için ilgiliye bir dE.ya mahsus olmak üzere yedi gün süre verilir. buna rağmen aykırılığın giderilmediğinin anlaşılması halinde, ruhsat iptal edilerek işyeri kapatılır ve ilgililer hakkında ayrıca yasal işlem yapılır.

İlk işyeri açıldıktan ve ilk kontrolün yapılmasından sonra işyerinin faaliyetleri ve diğer hususlarla ilgili kuruluşların mevcut mevzuatları çerçevesinde denetleme yetkileri saklıdır.” şeklindeki düzenleme ile işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilen kişinin denetiminin yapılma usulüne ayrıca ve açıkça yer verildiği görülmektedir.

Çankaya Belediyesi Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü Kuruluş, Görev, Yetki, Sorumluluk Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin “Ruhsat ve Denetim Müdürlüğünün görevleri” başlık 5. maddesinin “i” bendinde; “Küşat Heyetince incelenip imar yönünden projesine uygun olmadığı tespit edilen işyerlerini İmar ve Şehircilik Müdürlüğüne bildirmek” görevinin Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü’ne verildiği,

Yine aynı yönetmeliğin “Küşat heyeti bürosu” başlıklı 12. maddesinin “c” bendinde “Küşat Heyeti Bürosu; Ruhsat verilen işyerlerini, ruhsatın verildiği tarihten itibaren en geç bir ay içinde kontrol etmek ve bu amaçla diğer bürolarla işbirliği ve koordinasyon içinde çalışmak ile görevli ve yetkilidir”; aynı maddenin “d” bendinde; “İmar mevzuatına aykırılığı tespit edilen hususların İmar ve Şehircilik Müdürlüğüne intikalini sağlamak ile görevli ve yetkilidir.” denilmek Sureti ile mimari projesine aykırı olan işyerlerinin tespiti ve bildirilmesi işinin KÜŞAT Müdürlüğü’ne verildiği, KÜŞAT Müdürlüğü’nün bu yöndeki bildirimi üzerine gerekli denetimi yapma işini ise Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü’nün üstlendiği;

Çankaya Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü Kuruluş, Görev, Yetki, Sorumluluk Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin “Park ve Bahçeler Müdürlüğünün görevleri” başlıklı 5. maddesinin ; “ı” bedinde; “ Parklar ve yeşil alanları; buralarda bulunan kent mobilyalarını, ağaç ve süs bitkilerini tahrip eden kişi ve kuruluşları tespit etmek, kişi ve kuruluşların verdikleri hasarı tazmin etmek için; hasar tespit bedelini belirlemek, hasar tespit raporu düzenlemek ve tespit listesi oluşturularak Encümene takdim etmek “ görevinin Park ve Bahçeler Genel Müdürlüğü’ne verildiği ;

İmar ve Şehircilik Müdürlüğü Kuruluş Görev, Yetki, Sorumluluk ve Çalışma Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin “Mimari Proje Bölümü” başlıklı 14. maddesinin “a” bendinde; “Yeni yapılacak olan binaların ruhsat ekleri mimari projelerini, peyzaj projelerini Ankara İmar Yönetmeliği ve tüm imar mevzuatı çerçevesinde incelemek ve onaylamak” aynı yönetmeliğin “c” bendinde “Onaylı Mimari projelerin tadilatının talebi halinde bunları incelemek ve onaylamak” görevlerinin mimari proje bölümüne verildiği görülmektedir.

Bu yasal mevzuat çerçevesinde dava dosyası incelendiğinde; kiracı şirket ile kiralayan Belediye Başkanlığı arasında , kira sözleşmesinin akdedildiği tarihte yürürlükte bulunan 03.04.1930 tarih ve 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 83. maddesine uygun olarak, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine uygun şekilde düzenlenen ihale neticesinde kira sözleşmesinin akdedildiği; bu sözleşme sonrasında kiracı şirkete yine o tarihte yürürlükte bulunan 20103 sayılı Yönetmeliğin 8.maddesi gereğince işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verildiği, ruhsatın verilmesinden sonra yine aynı yönetmeliğin 9. maddesi gereğince denetim yapıldığı ve 26.01.2005 tarihli tutanak ile dava konusu taşınmazda bulunan mimari projeye aykırılıkların tespit edildiği, durumun Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından tespiti ve bildirilmesinden sonra, Çankaya Belediye Başkanlığı tarafından, kiracı şirketin 30.12.2004 gün ve 1823 sayılı “ lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi” nin iptaline karar verildiği, bu iptal kararına karşı idari yargıda açılan iptal davasının Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı ile “yönetmelikte belirtilen gerekli usuli prosedüre uyulmadan karar tesis edildiği” gerekçesi ile kabul edildiği,bu kararın onanarak kesinleştiği, bu noktadan sonra kiracı şirkete 15.12.2005 gün ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının verildiği; ardından Küşat Müdürlüğü tarafından Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne 26.01.2005 tarihli tutanakta tespit edilen mimari projeye aykırılıkların giderilip giderilmediğinin tespit edilmesi yönünden müzekkere yazıldığı, Park ve Bahçeler Genel Müdürlüğü’nün 03.07.2006 gün ve 3590 sayılı yazısı ile 26.01.2005 tarihli tutanaktaki hususların o gün itibari ile halen mevcut olduğunun bildirildiği,bunun üzerine Küşat Müdürlüğü tarafından kiracı şirkete 06.07.2006 gün ve 3431-3134 sayılı ihtaratın gönderildiği ve mimari projeye aykırılıkların eski hale getirilmesi için 15 gün süre verildiği, bu süre sonunda projeye aykırılıkların eski hale getirilmediğinin 19.07.2006 tarihli tutanakla tespit edildiği ve kiracı şirketin 15.12.2005 ve 1823 sayılı ruhsatının Belediye Encümeni’nin 17.08.2006 gün ve C./2006/4023.22 sayılı kararı ile iptal edildiği, bu kararın iptali istemi ile açılan davanın ise Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile reddedildiği ve Danıştay 8. Dairesi’nce onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.

Oysa Ankara 1.İdare Mahkemesi’nin; kararına dayanak teşkil eden ve 07.02.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 733-650 sayılı yazıda bahsi geçen mimari projeye aykırı tadilatların kiracı şirket tarafından yapılmadığı, mahallinde yapılan keşif, alınan bilirkişi raporları ve dinlenen tanık beyanları ile Ankara 10 Sulh Hukuk Mahkemesi dosyasında tespit edilmiştir. Hal böyle iken; söz konusu mimari projeye aykırı tadilatların, kiracı şirket yönünden “ ruhsat iptali sebebi “ olarak gösterilmesi ve kiracı şirketin kendisi tarafından yapılmayan mimari projeye aykırılıkları eski hale iadesine kadar faaliyetten alıkonulmasına hükmedilmesi; gerek 818 sayılı Borçlar Kanunu gerekse 20103 sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik maddeleri uyarınca hukuka aykırıdır.

a.3) Sonuç:

Açılanan nedenlerle; mahallinde yapılan keşif, alınan rapor ve dinlenen tanık beyanları çerçevesinde dava dosyası değerlendirildiğinde; dava konusu,07.02.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 733-650 sayılı tutanakta belirtilen “Parkın,Dikmen Caddesi girişine yaklaşık (1.50x3.50)m, ebatlarında h=5m. yüksekliğinde ışıklı pano yapıldığını, giriş kapısı sağ ve sol yanlarına (1.00x2.QÛ)m ebatlarında ışıklı pano yapılması, RestorA.'a çıkış sağ yanda yaklaşık (6.S0x 15.00)m ebadında yeşil alanın iptal edilip, h=l-l,5m. yüksekliğinde duvar örülerek dolgu yapılması ve üzerinin parça granit malzeme ile kaplanmak Suretiyle yaya yoluna katılması, Restoran önüne isabet eden yaklaşık (20.00x2.00)m. ebadında yeşil alanın iptal edilip, h=l,5m. yüksekliğinde duvar ile çevrilmesi, yeşil alanın doldurularak yaya yolu kotuna getirilmesi ve mevcut durumu ile araç parkı (yolu) olarak kullanılması” şeklindeki mimari projeye aykırılıkların, kiracı şirket tarafından yapılmadığı Ankara 10.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile sabit olduğuna göre, Ankara 1.İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile “davacının imar mevzuatına aykırı olarak yaptığı tadilatlarla işyerinde faaliyette bulunduğu sabit olduğu” gerekçesi ile verdiği kararı, hukuka ve olayın esasına uygun bulunmamıştır.

Bu itibarla her iki karar arasındaki hüküm uyuşmazlığının, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı kaldırılmak Sureti ile giderilmesi gerektiğine karar verilmiştir.

b) Ankara 23 Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas 2009/162 Karar sayılı kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı arasında oluşan hüküm uyuşmazlığı yönünden:

b.1) Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının esas yönünden değerlendirilmesi:

Davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti. vekilinin mahkemeye sunduğu 04.09.2006 tarihli dava dilekçesinde özetle; davalı Belediye Başkanlığı’nca idare mahkemeleri tarafından verilen iptal kararlarının uygulanmaması; davacının dava konusu işletmeyi çalıştırmasına engel olucu işlem ve eylemlerde bulunulması Sureti ile kiracı şirketin kullanım hakkının hukuka aykırı şekilde engellendiği iddiasına dayalı olarak, idarenin bu haksız işlem ve eylemleri nedeni ile oluşan muarazanın ve haksız müdahalenin önlenmesine karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açtığı,

Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin; 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararında özetle; “ davalının ileri sürdüğü hususların akde aykırılık koşullarını taşımadığına ilişkin Ankara 10 Sulh hukuk Mahkemesi dosyasının Yargıtay 6. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiğini, Çankaya Belediye Başkanlığı’nın kiracı şirkete ait işyeri açama ve çalıştırma ruhsatını sık sık iptal etmesi, lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatını iptal etmesi, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.01.2006 gün ve 31.03.2006 günlü iptal kararlarından sonra da 15.08.2006 tarihli encümen kararı ile yine kiracı şirketin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatını iptal etmesi şeklindeki işlemlerinin kiracı şirketin özel hukuktan kaynaklanan hakkını kullanmasına engel olduğunu “ belirterek; davanın kabulüne; dava konusu restoran ve kafeye davalının müdahalesinin men-ine ve muarazanın men’ine karar verildiği, kararın Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin, 05.11.2009 gün ve 2009/10683 Esas, 2009/12210 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.

Dava dilekçesi ve Mahkeme kararı içeriğinden anlaşılacağı üzere; kiracı şirket R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti tarafından, kiracı şirket ile kiralayan Çankaya Belediye Başkanlığı arasında süregelen ruhsat iptali kararları ve bunların iptali istemi ile müteaddit dE. açılan iptal ve tahliye davaları nedeni ile oluşan muarazanın giderilmesi ve davalı Belediye Başkanlığı’nın taşınmaza müdahalesinin önlenmesi istemi ile dava açıldığı; mahkemece, yukarıda belirtilen gerekçe ile, davanın esastan kabulüne karar verildiği ve Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin onama ilamı ile kesinleştiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak; dava dosyasının, muarazanın giderilmesi ve taşınmaza müdahalenin önlenmesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu itibarla raporumuzun “b.1” başlığı altındaki açıklamalarımızda belirttiğimiz üzere, her ne kadar taraflar arasında imzalanan 12.01.2004 tarih ve 1853 yevmiye numaralı sözleşmede, sözleşmenin 2886 sayılı Yasa’nın 36. maddesine atıfla imzalandığı anlaşılmış ise de; gerek 6570 sayılı Kanun ve gerekse 2886 sayılı Kanunlarda, sözleşmenin, akde aykırılık nedeni ile feshine ilişkin düzenlemelere yer verilmediğinden, sorunun genel hükümler çerçevesinde, Türk Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu kapsamında nitelenmesi ve çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Tekrara kaçılmaması açısından, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde muarazanın giderilmesi davası açılmasına neden olan ve taraflar arasında süregelen ihtilaflara kısaca değinmek gerekirse; davalı Belediye Başkanlığı’nın 01.03.2005 gün ve C/2005/0621.17 sayılı kararı ile, davacı şirkete verilen “1823 sayılı lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi”nin iptaline dair verilen karar Ankara 11. İdare Mahkemesi 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ve Danıştay 8. Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiş, yine davalı Belediye Başkanlığı’nın 16.03.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 1984-1535 sayılı “1. Sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmesine yönelik talebin reddine “ ilişkin kararı, Ankara 11. İdare Mahkemesi 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ve Danıştay 8.Dairesi’nce onanarak kesinleşmiş, bu kararlar üzerine davacı şirkete 15.12.2005 gün ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmiş, ancak bu ruhsat da davalı Belediye Başkanlığı’nın 17.08.2006 gün ve C:/2006/4023.22 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Davacı kiracı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto ve Rek. Org. San.Tic. Ltd. Şti. taraflar arasında süregelen ve taşınmazı kullanmasına engel olan işlemleri gerekçe göstererek, muarazanın giderilmesi ve davalı Çankaya Belediye Başkanlığı’nın taşınmaza müdahalesinin men-ine karar verilmesi istemi ile dava açmış; Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi, açılan davayı, kira sözleşmesine dayalı şahsi hakka müdahale olarak nitelemiş ve davalı kiralayan Çankaya Belediye Başkanlığı’nın taşınmaza müdahalesinin önlenmesine karar vermiştir.

Sonuç olarak; dava dosyasının, davacı kiracı şirketin sözleşmeden kaynaklanan “zilyetliğe dayalı şahsi kullanım hakkına müdahalenin men-i davası” kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Davaya konu, 04.12.2003 tarihli kira akdi tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Mecurun Teslimi” Başlıklı 249. maddesinde; “ Mucir, mecuru akitten maksut olan kullanmağa salih bir halde müstecire teslim etmek ve icar müddeti zarfında bu halde bulundurmak ile mükelleftir.” denilmek Sureti ile, kiralan taşınmazın zilyetliğinin kiracıya teslim yükümlülüğü düzenlenmiştir.

22/11/2001 gün ve 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “ Zilyetlik Kavramı ve Türleri” Başlıklı 973. maddesinde ; “ Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir./Taşınmaz üzerindeki irtifak haklarında ve taşınmaz yüklerinde hakkın fiilen kullanılması zilyetlik sayılır.” şeklindeki düzenleme ile bir şey üzerinde fiilen hakimiyet kurulması zilyetlik olarak nitelenmiştir.

Aynı Kanunun “Asli ve Fer`i Zilyetlik “ Başlıklı 974. maddesinde ; “Zilyet, bir sınırlı ayni hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur.” Denilmek Sureti ile hak sahibi tarafından zilyetliğin devredilebileceği belirtilmiştir.

Yine Aynı Kanunun “Savunma Hakkı” Başlıklı 981. maddesinde; “Zilyet, her türlü gasp veya saldırıyı kuvvet kullanarak defedebilir./Zilyet, rızası dışında kendisinden alınan şeyi taşınmazlarda el koyanı kovarak, taşınırlarda ise eylem sırasında veya kaçarken yakalananın elinden alarak zilyetliğini koruyabilir. Ancak, zilyet durumun haklı göstermediği derecede kuvvet kullanmaktan kaçınmak zorundadır.” ve “Zilyetliğe Saldırıya Dava Hakkı” başlıklı 983. maddesinde; “Saldırıda bulunan, şey üzerinde bir hak iddia etse bile; zilyetliği saldırıya uğrayan, ona karşı dava açabilir./Dava, saldırının sona erdirilmesine, sebebinin önlenmesine ve zararın giderilmesine yönelik olur.” şeklindeki düzenlemelerle, zilyetliği haklı sebebe dayanan kişinin zilyetliğinin korunmasına ilişkin dava ve talep hakkı düzenlenmiştir.

Dava dosyası bu yasal mevzuat çerçevesinde incelendiğinde; Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi, davacının kiracı sıfatına sahip şirket olduğunu, dava konusu taşınmaz üzerinde kira sözleşmesinden kaynaklanan kullanım hakkı olduğunu( şahsi hak); ancak bu kullanım hakkının davalı Çankaya Belediye Başkanlığı tarafından, çalışma ruhsatlarının sürekli olarak iptal edilmesi Suretiyle engellendiğini , ruhsat iptaline ilişkin kararlara dayanak olarak gösterilen projeye aykırı tadilatların davacı kiracı şirket tarafından yapılmadığının Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile sabit olduğunu, buna karşın davalı belediyenin sık sık davacının işyeri açma ve çalıştırma ruhsatını iptal etmesi şeklindeki işlemlerin davacının özel hukuktan kaynaklanan hakkını kullanmasına engel olmak amacına yönelik haksız fiile dönüşmüş işlem ve eylemler niteliğinde olduğunu belirterek; davanın kabulüne ve davalı Belediye Başkanlığı’nın taşınmaza müdahalesinin önlenmesine karar verdiği anlaşılmıştır.

b.2) Ankara 1.İdare Mahkemesi Kararının esas yönünden değerlendirilmesi

Daha önce “b.2” numaralı başlık altında bu husustaki tespit ve değerlendirmelere ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Bu nedenle tekrardan kaçınmak adına bu başlık altında sadece dava Ankara 1.İdare Mahkemesi dosyasının niteliği ve verilen kararın yasal mevzuata uygunluğu üzerinde durulacaktır.

Dava dosyasının incelenmesinden, davanın işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmesi ve iptali hakkındaki yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirildiği, mahkeme kararına dayanak teşkil eden ve 07.02.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 733-650 sayılı yazıda bahsi geçen mimari projeye aykırı tadilatların kiracı şirket tarafından yapılmadığı, mahallinde yapılan keşif, alınan bilirkişi raporları ve dinlenen tanık beyanları ile Ankara 10 Sulh Hukuk Mahkemesi dosyasında tespit edildiği halde, söz konusu mimari projeye aykırı tadilatların, kiracı şirket yönünden “ ruhsat iptali sebebi “ olarak gösterildiği ve kiracı şirketin kendisi tarafından yapılmayan mimari projeye aykırılıkları eski hale iadesine kadar faaliyetten alıkonulmasına hükmedildiği, bu itibarla kararın 818 sayılı Borçlar Kanunu gerekse 20103 sayılı “İşyeri Açma Ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik” maddeleri uyarınca hukuka aykırı olduğu kanaatine ulaşılmıştır.

b.3) Sonuç:

Açıklanan nedenlerle; davalı Çankaya Belediye Başkanlığı ile imzaladığı 04.12.2013 gün ve 1853 numaralı kira sözleşmesi gereğince dava konusu taşınmaza zilyet olan kiracı şirketin, zilyetlikten kaynaklanan haklarının, davalı Belediye Başkanlığı’nın süregelen ruhsat iptali işlemleri ile devamlı olarak engellenmesi ve söz konusu ruhsat iptallerinde gerekçe olarak gösterilen 07.02.2005 gün ve 17-04/L-1/1823 733-650 sayılı tutanakta belirtilen mimari projeye aykırılıkların, kiracı şirket tarafından yapılmadığının Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile sabit olması karşısında, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile “davacının imar mevzuatına aykırı olarak yaptığı tadilatlarla işyerinde faaliyette bulunduğunun sabit olduğu” gerekçesi ile verdiği kararı, hukuka ve olayın esasına uygun bulunmamıştır.

Bu itibarla her iki karar arasındaki hüküm uyuşmazlığının, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı kaldırılmak Sureti ile giderilmesi gerektiğine karar verilmiştir.

Tüm bu açıklamalar ışığında, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi ve Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce yapılan yargılamalar sırasında gerek mahallinde keşif yapılmak ve gerekse tanık dinlenmek Sureti ile 26.01.2005 tarihli tutanağın muhtevası incelenmiş ve davacının işyeri açma çalıştırma ruhsatının iptaline konu iş bu tutanakta belirtilen tadilatların davacı şirket tarafından yapılmadığı gibi, ışıklı panolar konusunda da davacının 23.02.2005 tarihli dilekçesine rağmen uygun bir yer gösterilmediğinden davacının iyiniyetli olduğu belirlenmiş olmasına karşın, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nce yapılan yargılama sırasında bahse konu tutanağın muhtevası ve taraflar arasında süregelen uyuşmazlığın esası hakkında inceleme yapılmamış, 3572 sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına ilişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun hükümlerinin lafzi yorumuyla yetinilmek ve idari işlemin hukuki nedeninin gerçek olup olmadığı üzerinde durulmamak Sureti ile karar verilmiş olduğu anlaşıldığından, olayı aydınlatmaya haiz nitelikteki Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararının korunması ve 818 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 2. Kısım 8. Bap’da düzenlenen kira sözleşmesine ilişkin maddeleri ile 20103 sayılı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik Maddelerine uygun düşmeyen ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. Maddesinde düzenlenen ‘Hakkın Kötüye kullanılması Yasağı’nı dikkate almayan Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararının kaldırılması Sureti ile hüküm uyuşmazlığının giderilmesi gerektiğine karar verilmiştir.

11-KARAR :

Yukarıda ayrıntılı olarak belirtilen gerekçeler dikkate alınarak; görevle ilgili olmaksızın, aynı konuya ve sebebe ilişkin ve tarafları aynı olan ve aralarındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunduğu anlaşılan,

a) Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı arasında oluşan HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararının kaldırılması Sureti ile GİDERİLMESİNE;

b) Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararı ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı kararı arasında oluşan hüküm uyuşmazlığının Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararının kaldırılması Sureti ile GİDERİLMESİNE,

03.03.2014 gününde Nurdane TOPUZ ve Ertuğrul ARSLANOĞLU’nun KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Davacı şirket tarafından, davaya konu Çankaya İlçesi, Dikmen Keklikpınarı Mahallesi 27338-27341 adalarda yer alan bina 04.12.2003 tarihinde kiralanmış ve 30.12.2004 gün ve 1823 sayılı “lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı" verilmiştir.

Davalı Belediye Başkanlığı 01.03.2005 gün ve C/2005/0621.17 sayılı kararı ile, davacı şirkete verilen “1823 sayılı lüks sınıf işyeri açma ve çalıştırma belgesi”nin iptaline karar vermiş, bu işlemin iptali istemi ile davacı tarafından açılan davaya bakan Ankara 11. İdare Mahkemesi 31.01.2006 gün ve 2005/725 Esas, 2006/113 Karar sayılı kararı ile, davanın kabulüne ve ruhsatın iptaline ilişkin işlemin iptaline karar vermiştir.

Davacı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti tarafından, davalı Çankaya Belediye Başkanlığına “1. sınıf işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmesi” ne yönelik talebinin davalı idarece reddine karar verilmesi üzerine açılan davaya bakan Ankara 11. İdare Mahkemesi 31.03.2006 gün ve 2005/1349 Esas, 2006/712 Karar sayılı kararı ile, davanın kabulüne ve davaya konu işlemin iptaline karar vermiştir.

Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı tarafından 28.07.2005 tarihinde kiracı R.Ş. İnş. Tur. Gıda. Teks. Oto. Rekl. Org. San. Tic. Ltd. Şti’nin dava konusu taşınmazdan tahliyesi istemi ile dava açılmış; ancak, davaya bakan Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.12.2007 gün ve 2005/1409 Esas, 2007/2407 Karar sayılı kararı ile, davanın reddine karar verilmiş ve verilen bu karar Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 21.04.2008 gün ve 2008/2754 Esas, 2008/4999 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.

Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin bahsi geçen kararlarından sonra davacıya tekrar, 15.12.2005 tarih ve 1823 sayılı işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmiş; ancak verilen bu ruhsat da davalı Belediye Başkanlığının 17.08.2006 gün ve 4023.22 sayılı kararı ile iptal edilmiş, bu iptal kararına karşı davacı şirket vekili tarafından açılan iptal davasına bakan Ankara 1. İdare Mahkemesi, 22.05.2007 gün ve 2006/2001 Esas, 2007/1447 Karar sayılı kararı ile, davanın kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline hükmetmiş, kararın temyizi üzerine dosyayı inceleyen Danıştay 8. Dairesi, 26.05.2009 gün ve 2007/8212 Esas, 2009/3412 Karar sayılı ilamı ile, davaya konu işlemin hukuka aykırı olmadığı gerekçesi ile verilen kararı bozmuş, Danıştay 8. Dairesi’nin bozma ilamı sonrasında Ankara 1. İdare Mahkemesi, 26.11.2010 gün ve 2010/1380 Esas, 2010/1720 Karar sayılı kararında, açılan davanın reddine ve idare tarafından yapılan işlemin hukuka uygun olduğuna hükmetmiş ve bu karar Danıştay 8. Dairesi’nin 16.11.2011 gün ve 2011/6381 Esas, 2011/5637 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.

Bu ihtilaflar nedeni ile, davacı şirket tarafından, davalı Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, taraflar arasındaki muarazanın giderilmesi ve davalı Belediye Başkanlığının taşınmaza müdahalesinin önlenmesi istemi ile dava açılmış, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21.11.2006 gün ve 2006/380 Esas, 2006/309 Karar sayılı "davanın yargı yolu nedeni ile reddine" ilişkin kararı, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 09.05.2008 gün ve 2008/5128 Esas, 2008/6088 Karar sayılı ilamı ile, "davanın idari işlemin iptaline değil, süregelen iptaller nedeni ile özel hukuktan kaynaklanan hakkın kullanılmaması temeline dayalı muarazanın önlenmesi davası olduğunu, bu nedenle davanın esastan incelenmesi gerektiği" belirtilerek bozulmuş; Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, Yargıtay bozma ilamına uymak sureti ile verdiği 26.05.2009 gün ve 2008/396 Esas, 2009/162 Karar sayılı "davanın kabulüne, davalı Belediye Başkanlığının dava konusu taşınmaza müdahalesinin önlenmesine" ilişkin kararı ise; Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 05.11.2009 gün ve 2009/140683 Esas, 2009/12210 Karar sayılı kararı ile onanmış ve bu şekilde kesinleşmiştir.

Hüküm uyuşmazlığına konu kararlardan, kiracı şirket tarafından açılan işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının iptaline yönelik işlemin iptali talebi İdare Mahkemesince reddedilirken; kiralayan idarenin taşınmaza müdahalesinin men’i ve muarazanın bu şekilde giderilmesi istemiyle açtığı davada Asliye Hukuk Mahkemesi davayı kabul ederek, kiralayan idarenin taşınmaza müdahalesinin men’ine ve muarazanın bu şekilde giderilmesine hükmetmiştir. Buna göre, olayda, idari işlemlerin hukuki geçerliliği konusunda iki ayrı kesinleşmiş kararın bulunduğu açıktır.

Davalı Belediye tarafından tesis edilen idari işlemlerden kaynaklanan davaları çözümlemek konusunda idari yargı görevli bulunduğundan, hüküm uyuşmazlığına konu Ankara 1. İdare Mahkemesi kararının benimsenmesi, idari işlemlerden kaynaklanan tüm bu ihtilaflar nedeni ile, davacı şirket tarafından, davalı Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, taraflar arasındaki muarazanın giderilmesi ve davalı Belediye Başkanlığı’nın taşınmaza müdahalesinin önlenmesi istemi ile açılan davada verilen kararın kaldırılması ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.

                                      Üye                                                                                     Üye

                           Nurdane TOPUZ                                                       Ertuğrul ARSLANOĞLU

—— • ——

II-2247 SAYILI KANUN’UN 27. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN (BAŞVURU RED) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2014/268

KARAR NO : 2014/302

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET: Yararına görev itirazında bulunulan yargı merciince aynı davada görevsizlik kararı verilmiş olması nedeniyle; 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ankara Anonim Türk Sigorta Şirketi

Vekili : Av. E.D.

Davalı : Başakşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Y.Ş.

O L A Y : Davacı sigorta şirketi nezdinde sigortalanan 34….. plakalı aracın, 15.07.2011 tarihinde İstanbul İli, Kayaşehir istikametinden Başakşehir istikametine doğru seyrederken, davalı Başakşehir Belediye Başkanlığının sorumluluğunda bulunduğu iddia olunan yoldaki beton rögar kapağına çarpması sonucu maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmesinde, davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle, oluşan hasara karşılık olarak ödenen 2.750,00 TL sigorta hasar bedelinin, rücuen tazmini istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

İSTANBUL 6.İDARE MAHKEMESİ: 28.1.2013 gün ve E:2013/191, K:2013/136 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunu'nun 14.maddesi ile değişik 110. maddesinde, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının, (işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil) adli yargıda görüleceği hükmünün getirildiği; görev kurallarının, kamu düzenine ilişkin olduğu, görev konusunun, taraflar için bir müktesep hak oluşturmayacağı, yargı mercilerince davanın her aşamasında re'sen incelenmesi gereken bir husus olduğu ve geçmişe de etkili olacağı; davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, davanın açıldığı anda görevli olan ve yeni yasaya göre görevsiz hale gelen mahkemenin “görevsizlik kararı” vermesinin gerekeceği; yine davanın açıldığı andaki hukuki duruma göre görevsiz olan bir mahkeme, hukuksal durumlardaki değişiklikler neticesinde görevli hale gelmiş ise, mahkemenin davayı esastan çözümlemesi gerekeceğinin açık olduğu; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinde yapılan bu yeni değişikliğe göre, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğinin anlaşıldığı; nitekim Uyuşmazlık Mahkemesinin 2918 sayılı Yasanın 110. maddesi kapsamında maddenin yürürlük tarihi olan 19.01.2011 tarihinden önce idari yargı yerinde açılmış olan davaların çözümlenmesinde idari yargının yetkili ve görevli olduğuna ilişkin 04.06.2012 gün ve E.2012/107, K.2002/134 sayılı kararının da bu yönde olduğu gerekçesiyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

KÜÇÜKÇEKMECE 4.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:14.11.2013 gün ve E:2013/127 sayı ile, davanın rücuen alacak talebini içerdiği; dayanağının özel hukuk yasaları olduğu gerekçesiyle davalı yanın, idari yargının görevli olduğu yönündeki görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yönündeki dilekçesi üzerine adli yargı dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125'inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunun hükme bağlandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2'nci maddesinin Vinci fıkrasında; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idari dava türleri olarak sayıldığı; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmetinin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi (eylemsizlik) hallerinde gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açtığı; olayda, davalı idarenin sorumluluğunda olduğu iddia edilen yolda bulunan beton rögar kapağına davacı sigorta şirketi nezdinde sigortalanan 34 UB 7490 plakalı aracın çarpması sonucu maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmesinde, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan davalı idarenin, kamu hizmetini yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütüp yürütmediğinin, dolayısıyla hukuki sorumluluğunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinin gerektiği; bu durumda, davacı sigorta şirketi nezdinde sigortalanan araçta meydana gelen hasar nedeniyle oluşan zararda davalı idarenin hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin hukuki sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'inci maddesi uyarınca idari yargı yerlerine ait olduğundan, davanın İdari Yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varılmış olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan Yasa hükmü ile, belirtilen yargı mercilerinden birinde açılmış olan bir davanın görülmesi sırasında yapılan görev itirazının reddi üzerine, ilgili Başsavcı tarafından, görevli bulunduğu kendi yargı düzeninin görev alanına vaki müdahalenin önlenebilmesini sağlamak için konunun Uyuşmazlık Mahkemesi’ne götürülmesi suretiyle davanın henüz başlangıç safhasında iken görev sorununun çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır.

Nitekim, 2247 sayılı Yasa’nın 10. madde gerekçesinde, “Uyuşmazlık çıkarma, yürürlükte bulunan kanunun getirdiği bir yeniliktir. Görülmekte olan bir davanın görev uyuşmazlığını, bu safhada halletmek imkânını verir. Bu madde ile uyuşmazlık çıkarma adli, idari ve askeri yargıya teşmil edilmiştir.

Bu yetki, yargı merciince görev itirazının reddi üzerine, kanun yararına olarak, uyuşmazlığın konusuna göre ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından kullanılacaktır. Bu suretle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kabul ettiği adli, idari ve askeri yargı mercilerinin ayrılığı prensibinin ihlâli ve ayrı tanzimlere tabi tutulan adli, idari ve askeri yargı mercilerinin yekdiğerinin görev hudutlarına tecavüzleri önlenmiş olacaktır” denilmiştir.

Buna göre, ortada henüz açılmış bir dava ve bu davada bir yargı merciince verilmiş görevlilik kararı bulunması; diğer bir ifadeyle, yararına görev itirazında bulunulan yargı merciince aynı davada görevsizlik kararı verilmemiş olması gerekeceği açıktır.

Olayda, uyuşmazlığa konu edilen Küçükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararından önce, İstanbul 6.İdare Mahkemesince tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararının bulunması karşısında, adli yargı yerince idari yargının görev alanına müdahalede bulunulduğundan söz etmek olanaksızdır.

Öte yandan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen olumsuz görev uyuşmazlığının oluşabilmesi için tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz görerek verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması; 17. maddesinde öngörülen olumlu görev uyuşmazlığının doğabilmesi için ise, yine tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevli sayan kararlar verilmesi; 19. maddeye göre yargı mercilerince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulabilmesi için de, daha önce diğer yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine aynı davada kendisinin de görevsiz bulunduğu ve görevsizlik kararı veren yargı merciinin görevli olduğu kanısına varılması; 20. madde uyarınca görev uyuşmazlığı çıkarılmasında, temyiz incelemesi yapan yüksek mahkeme tarafından Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekmekte olup, incelemeye konu olan olayda, idari yargı yerinin görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince aynı davada verilen görevlilik kararı nedeniyle, anılan maddelerde düzenlenen görev uyuşmazlığı türlerinden biri de oluşmamıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun bulunmayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesinde yer alan “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder” kuralı uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/193

KARAR NO : 2014/238

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen, kararların kesin veya kesinleşmiş olması koşulunu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A R

Davacı : F.Ş.

Vekili : Av. F.K.

Davalı : Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. H.B.

O L A Y : Davacı vekili müvekkilinin, Nevşehir ilinde görev yapmakta iken eşinin rahatsızlığı nedeniyle sık sık Ankara'ya gitmek zorunda kalması sonucu davalıdan usulsüz harcırah aldığından bahisle, 01.02.2003 - 05.05.2005 tarihleri arasında maaşından yapılan kesintilerin ve bilahare Ankara İl Telekom Müdürlüğü emrine naklen atanması nedeniyle verilmeyen yol harcırahının ve 30.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 1.İDARE MAHKEMESİ:15.6.2012 gün ve E:2012/863, K:2012/2055 sayı ile, 2577 sayılı İdarî Yargılama Usûlü Kanunu'nun 2'nci maddesinde İdarî dava türlerinin, İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları, İdarî eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayıldığı; aynı Kanun'un 14/3-a maddesinde dava dilekçelerinin "görev" yönünden ilk incelemelerinin yapılacağı, 15/1-a maddesinde de adlî ve askerî yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin belirtildiği; dosyanın incelenmesinden; davacının Nevşehir ilinde görev yapmakta iken eşinin rahatsızlığı nedeniyle sık sık Ankara'ya gitmek zorunda kalması sonucu davalıdan usulsüz harcırah aldığından bahisle 01.02.2003 - 05.05.2005 tarihleri arasında maaşından yapılan kesintilerin ve bilahare Ankara İl Telekom Müdürlüğü emrine naklen atanması nedeniyle verilmeyen yol harcırahının ve 30.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı görülmekte ise de; Telekomünikasyon Kurumu ile Türk Telekom arasında “Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi”nin imzalandığı ve hisselerin devredildiği 14.11.2005 tarihinden sonra, hisselerinin yüzde elliden fazlası özel hukuk tüzel kişisine geçen Türk Telekom'un kamu kuruluşu niteliğini kaybetmesi nedeniyle; belirtilen tarihten sonra kural olarak, Türk Telekom personelinin kamu personeli ve işlemlerinin idari işlem sayılamayacağı, bir özel hukuk tüzel kişisi olması ve kamu idaresi niteliğinin bulunmamasından dolayı, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine bu karar Danıştay 5.Dairesinin 2.5.2013 gün ve E:2013/193, K:2013/3631 sayılı kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

NEVŞEHİR 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA): 22.10.2013 gün ve E:2013/513, K:2013/631 sayı ile, Telekom'un hukuki statüsünün incelenmesinden; 1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesinin kurulduğu; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa'yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetlerin, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü'nce (P.İ). telekomünikasyon hizmetlerinin ise "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)" tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırıldığı; 27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa'nın 1. maddesine eklenen doK.ncu fıkrada, "Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisâdi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denildiği; anılan fıkra hükmünün 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile değiştirildiği ve '"Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş uygulanan mevzuat Türk Telekom'a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır" hükmünü aldığı; 406 sayılı Yasa'nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde "Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür" denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendinde 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede "Ancak, Türk Telekom'daki kamu payı %50'nin altına düştüğünde, Türk Telekom'un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur" denildiği; 4502 sayılı Yasa'nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin, 233 sayılı KHK. 'nin ekindeki "B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)" bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarıldığı; yasa ile telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve olay tarihi itibariyle, çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekomun, yürüttüğü hizmetin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerde istihdam edilen personelinin 399 sayılı KHK hükümlerine tabi kamu personeli olduğu da dikkate alındığında, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50'nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’inin, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına ilişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmak suretiyle özelleştirildiği; dolayısıyla davalı Türk Telekomun, olay itibarıyla kamu kurumu niteliğinde olduğu, dava tarihinde ise, özelleştirildiği; olay tarihinde kamu kurumu niteliğinde bulunan Telekom'a açılacak davanın, tam yargı davası olarak idari yargı yerinde ileri sürülmesinin gerektiği, bu yargısal denetim sırasında doğacak husumet sorununun ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14 ve 15 maddelerine göre idari yargı yerlerince gözetilmesinin gerektiği; tazminat dayanağını teşkil eden işlemlerin; davalı idarenin henüz özel hukuk tüzel kişisi konumunda bulunmadığı 14.11.2005 tarihinden önce kurulmuş olduğu, idarenin kamu gücüne dayalı olarak tesis ettiği tek taraflı işlemlerden olduğu; dava, 30.07.2013 tarihince açılmış olsa dahi, tazminat talebi 14.11.2005 tarihinden önceki bir döneme ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın çözümünün idari yargıya ait bulunduğu gerekçesiyle; davanın görevsizlik nedeni ile reddine; asıl Görevli ve Yetkili Mahkemenin KAYSERİ İDARE MAHKEMESİ olduğu, Kayseri İdare Mahkemesinin karşı görevsizliği olduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığın giderilmesi için dosyanın UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNE gönderilmesine karar vermiş; bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi(İş Mahkemesi Sıfatıyla)nin kararı ve davacı vekilinin talebi üzerine, adli yargı yerince; adli ve idari yargı yerlerine ait dava dosyalarının onaylı örnekleri Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiş; Mahkemenin 21.1.2014 tarih ve E:2013/513, K: 2013/631 sayılı üst yazısında; dosya ayrıca temyiz edildiğinden aslının gönderilemediği hususu, not olarak belirtilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14.maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir.

Aynı Yasanın 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik fıkra: 21/01/1982 - 2592/6 md.;Değişik fıkra: 23/07/2008-5791 S.K./9.mad) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir.” denilmiş; Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Anılan düzenlemelere göre, 14.madde kapsamında olumsuz görev uyuşmazlığının varlığından söz edebilmek için; adli, idari veya askeri yargı yerlerinden en az ikisi tarafından kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması; 19.madde kapsamında ise kendisine gelen bir davayı inceleyen yargı yerinin Uyuşmazlık Mahkemesine başvurabilmesi için, önceki görevsizlik kararının kesin veya kesinleşmiş olduğunu gözetmesi ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin ertelemesi gerekmektedir.

Olayda, Ankara 1.İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kesinleşmesine karşılık, Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi(İş Mahkemesi Sıfatıyla)nin, görevsizlik kararı yanında, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruyu da içeren kararının temyiz edilmiş olması nedeniyle, ortada adli yargı yerine ait kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen kararların kesin veya kesinleşmiş olması koşulu gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan başvurunun aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2014/137

KARAR NO : 2014/186

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacı vekilinin, Yargılamanın Yenilenmesi ile Mahkememizin 13.05.2013 gün ve 2013/730 Esas, 2013/833 Karar sayılı kararının kaldırılmasına karar verilmesine yönelik BAŞVURUSUNUN, 2247 sayılı Kanun’da Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına karşı kanun yolu bulunmadığından REDDİNE karar verilmesi gerektiği hk.

K A R A R

Yargılamanın Yenilenmesini İsteyen : C.D.

Vekilleri : Av. M.E.A. & C.A.

Davalı : Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı

Vekili : Av. E.S.D.

1.TALEP:

Davacı vekili mahkememize hitaben yazdığı, 21.01.2014 tarihli yargılamanın yenilenmesi talepli dilekçesinde özetle, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 13.05.2013 gün ve 2013/730 Esas, 2013/833 Karar sayılı kararında, dava konusu 44269 Ada, 1 Parsel sayılı taşınmaz ile ilgili Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada verilen görev itirazının reddine ilişkin kararın kaldırıldığını ve davada idari yargının görevli olduğuna hükmedildiğini, oysa aynı parsele ilişkin olarak başka bir hissedar tarafından Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davaya bakan mahkemenin, dosyayı esastan incelendiğini ve 09.04.2013 gün ve 2012/200 Esas, 2013/173 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verdiğini, temyiz üzerine de Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 09.12.2013 gün ve 2013/13946 Esas, 2013/22024 Karar sayılı ilamında “dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen el atıldığı” gerekçesine dayalı olarak Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi kararını onadığını, bu hali ile dava konusu taşınmaza fiilen el atıldığının sübuta erdiğini belirterek, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 09.12.2013 gün ve 2013/13946 Esas, 2013/22024 Karar sayılı ilamı dikkate alınarak yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 13.05.2013 gün ve 2013/730 Esas, 2013/833 Karar sayılı kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep ettiği anlaşılmıştır.

2.YARGILAMANIN YENİLENMESİ TALEBİNE KONU KARAR:

Davacı vekilinin dava dilekçesinde; müvekkilinin dava konusu 44269 Ada, 1 Parselde kayıtlı taşınmazın hissedarı olduğunu, dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmadığını, dava konusu taşınmazın imar planında ”Ağaçlandırılacak Alan“ olarak kaydedildiğini, taşınmaza fiilen el atılmadığını ancak idare tarafından herhangi bir kamulaştırma işleminin de yapılmadığını, bu nedenle davacının zarar gördüğünü, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 250,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ve taşınmazın tapusunun iptali ile davalı adına tapuya tesciline karar verilmesi istemi ile dava açtığı;

Mahkememizce; olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parselin imar planında ağaçlandırılacak alanda kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ve tesciline ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik kısmı yönünden davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.” gerekçesi ile Danıştay Başsavcısı’nın Başvurusunun Kabulü ile, davalı Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine İlişkin Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.02.2013 gün ve 2012/390 Esas sayılı kararının Tazminata İlişkin Kısmının Kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU, Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa gereğince yapılan incelemeye göre; davacının talebinin Yargılamanın Yenilenmesine ilişkin olduğu, davacının mahkememize sunduğu Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 09.12.2013 gün ve 2013/13946 Esas, 2013/22024 Karar sayılı ilamına dayalı olarak yargılamanın 2577 sayılı Yasa’nın 53. Maddesi gereğince yenilenmesine ve mahkememizin 13.05.2013 gün ve 2013 / 730 Esas,2013/ 833 Karar sayılı kararının kaldırılması ile sunulan belge dikkate alınarak davada adli yargının görevli olduğuna hükmedilmesini talep ettiği anlaşılmıştır.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 18. Maddesinde; “ Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden incelenmesine başlanacağı güne kadar durur./Şu kadar ki, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır./Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın ertelenmesi istenemez.” şeklindeki düzenleme ile hakkında Danıştay Başsavcılığı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmasına karar verilen dosya hakkında yargılama yapan ilk derece mahkemesinin, görev uyuşmazlığı sorunu çözülünceye kadar davanın görülmesini geri bırakması zorunluluğu düzenlenmiştir.

Bu yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurduğunu ilgili yargı merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın 18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır. Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup, bu bağlamda, anılan yasal hükmün amaç bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduklarının ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda davanın görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden kaynaklanan boşluğun, görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce doldurulması gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma” hali, farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden önce görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan ve usul ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini süratli biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik” kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin, ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte başlayacağının kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu gibi, ilgili Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye ulaşmasından önce mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez görev yönünden red kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi haller ortaya çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev konusunda karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık hale gelecektir. Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesinin görevle ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri bağlayıcı niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından; ilgili mahkemelerin de verdikleri görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki iradeleri kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda başka bir karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri hukuken mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre yapılan başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.

Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde; davalı vekilinin, görev itirazının 13.02.2013 tarihinde reddedilmesi üzerine, 25.02.2013 tarihinde görev uyuşmazlığı çıkartılması talebinde bulunduğu, Danıştay Başsavcılığı’nca 01.04.2013 tarihinde olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmasına karar verildiği ve dosyanın mahkememize gönderildiği, Danıştay Başsavcılığı’nın 01.04.2013 tarihli olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması kararından sonra 2247 Sayılı Kanunun işaret edilen 18. maddesinin amir hükmü uyarınca işten el çekmesi ve yargısal faaliyette bulunmaması gerekirken, bu tarihten sonra mahkemece 15.04.2013 tarihli raporun alındığı; ancak, mahkemesince ya da dava taraflarınca dosyamıza intikal ettirilen herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır.

2477 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanun’da, mahkemeye sunulacak delillerle ilgili usul ve esaslar ayrıca ve açıkça belirtilmemiştir. Bu nedenle Hukuk Yargılamasına esas olmak üzere 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndaki düzenlemeler uyarınca hareket edilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu İle Vergi Usul Kanununun Uygulanacağı Haller” Başlıklı 31. maddesinde; “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak (Değişik ibare :02/07/2012-6352 S.K./59.md.) işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 05/04/1990 - 3622/11 md.; Değişik cümle: 10/06/1994 - 4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır./ Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.” şeklindeki düzenleme ile 2577 sayılı Yasa’da hüküm bulunmayan hallerde 6100 sayılı Kanun’a atıf yapılmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Taraflarca Getirilme İlkesi” başlıklı 25. maddesinde de; “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. /Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. “ denilmek sureti ile de, mahkemece değerlendirilmesi istenen delillerin taraflarca ibrazı gerektiği açıkça düzenlenmiştir.

Bu yasal düzenlemeler ışığında dava dosyası incelendiğinde, davalı vekilinin 25.02.2013 tarihli talebi üzerine dosyayı inceleyen Danıştay Başsavcılığı’nın, 01.04.2013 tarihli kararı ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmasına karar vermesi ve dosyayı bu şekilde mahkememize göndermesinden sonra, dava konusu taşınmazda mahkemesince 05.04.2013 tarihinde keşif yapıldığı, 15.04.2013 tarihinde de rapor alındığı; ancak ne yapılan bu keşif ve ne de alınan bu rapor konusunda mahkememize bilgi verildiği, kaldı ki; davacı vekili tarafından Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne verilen bila tarihli dava dilekçesinde “dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmadığı“nın kabulü ile dava açıldığı, nitekim davacı vekilinin mahkemenin 13.02.2013 tarihli 1. celsesindeki beyanında da “davalı, müvekkilime ait taşınmazı imarda ağaçlandırılacak alan olarak ayırmak sureti ile tasarrufunu engellemiş hukuken el atmıştır” şeklindeki beyanı ile açılan davayı hukuki el atma muhteviyatı ile nitelendirdiği, davacı vekilinin bu beyanları dışında gerek Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gerekse mahkememize, fiili el atma olgusunu ispatlayacak bir bilgi ve belge sunmadığı anlaşılmıştır.

Nitekim dava dosyasında bulunan, davalı Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na ait 21.07.2012 gün ve M.06.1.ABB.0.17.01 sayılı yazı cevabı ile; “ dava konusu KOP parsellerinin fiili olarak kamulaştırılmadığından ve maliklerin tasarrufundaki bu taşınmazın piyasa rayiç değerinden alım ve satıma konu olabileceği ve Daire Başkanlığımızca herhangi bir kamulaştırma kararı ve çalışması olmadığından fiili el atma da söz edilemeyeceği, davalı Belediye Başkanlığımız dava konusuyla ilgili sadece İlçe Belediye Başkanlığı’nın yaptığı plan onay makamı olarak onaylamasından ibaret olduğu “ şeklindeki yazı cevabı ile de dava konusu taşınmaz üzerinde herhangi bir fiili el atmalarının olmadığını beyan ettiği anlaşılmaktadır.

Mahkememiz dosyası bu muhteviyatı ile değerlendirilmiş ve mevcut bilgi ve belgeler kapsamı ile dava konusu taşınmaza davalı idarece bir fiili el atma olmadığı kanaati ile, yerleşik içtihatlarımız doğrultusunda, davaya idari yargıda bakılması gerektiğine karar verilmiştir. Kaldı ki mahkememizce haricen tespit edilen ve mahkemesinden 22.01.2014 tarihli üst yazı ile istenilen fen bilirkişisi Özgür Enderoğlu’na ait 15.04.2013 tarihli raporda; “zemin durumu itibari ile dava konusu parsel içersinde konut olarak kullanılan evlerin ve bir adet caminin bulunduğu, plandaki amacına uygun olarak herhangi bir düzenlemenin olmadığı” nın bildirildiği, bu itibarla davaya konu taşınmaza “ağaçlandırma alanı olarak ayrılmak sureti ile fiilen el atıldığı” na dair herhangi bir delilin mevcut olmadığı tespit edilmiştir.

Davacı vekilinin yargılamanın yenilenmesine ilişkin dilekçesinde söz konusu rapora dayanmadığı , aynı parsele ilişkin olarak verilen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 09.12.2013 gün ve 2013/13946 Esas, 2013/22024 Karar sayılı ilamı dikkate alınarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduğu anlaşılmıştır. Davacı vekilinin isteminin dayanağını, 2577 sayılı Yasa’nın 31. Maddesi atfı ile 6100 sayılı HMK’nın 303. maddesi’nde düzenlenen “ kesin hüküm” delili oluşturmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “kesin hüküm” başlıklı 303. maddesinin 1. fıkrasında ; “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” denilmek sureti ile, bir kararın başka bir dava dosyası için kesin delil niteliği taşıyabilmesi için her iki davanın her iki davanın taraflarının, sebebinin ve konusunun aynı olması gerektiği düzenlenmiştir.

Oysa davacı vekili tarafından yargılamanın yenilenmesi talebine dayanak olarak gösterilen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 09.12.2013 gün ve 2013/13946 Esas, 2013/22024 Karar sayılı ilamında davacı, aynı parselin başka bir hissedarıdır. Bu durum karşısında, Anayasa’nın 158. maddesi’nde de açıkça belirtildiği üzere görev konusundaki ihtilafları kesin olarak karara bağlamaya yetkili ve görevli Mahkememiz yönünden, aynı parselin başka bir hissedarı tarafından açılan davada Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nce verilen kararının bağlayıcı ve kesin delil niteliğinde kabul edilmesi de mümkün değildir.

Ayrıca, pek çok hissedarı olan aynı parsele ilişkin açılan birçok dava bulunması durumunda, davaların birleştirilmesi ve yargılamanın tek bir yoldan yürütülmesi hali hariç, her davanın ayrı bir yargılamanın konusunu oluşturduğu ve her davada dosyaya sunulan deliller itibari ile farklı sonuca varılmasının kaçınılmaz olduğu, dava dosyaları arasında oluşan çelişkinin giderilmesi ve delillerin dosyanın esasına uygunluğunun denetlenmesi görevlerinin, temyiz incelemesinin konusunu oluşturduğu ve bu görevin 2247 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen Mahkememiz görevleri arasında sayılmadığı anlaşılmaktadır.

Yargılamanın yenilenmesi istemine gelince;

2247 sayılı Yasa’nın 29. maddesinde, Uyuşmazlık Mahkemesi Bölümlerinin ve Genel Kurulun kararlarının kesin olduğu hükme bağlanmış; Yasa’da bu kararlara karşı kanun yolları öngörülmemiştir.

Hukukumuzda yargılamanın yenilenmesi; maddi anlamda kesin hükmün ortadan kaldırılmasını ve daha önce esası kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan olağanüstü bir kanun yoludur. Yargılamanın yenilenmesi, davanın esasını hükme bağlayan mahkemeden istenilebilmekte ve bir dava olarak kabul edilmektedir.

2247 sayılı Yasa’da kanun yolları öngörülmediği gibi, görev uyuşmazlıkları bir dava olmadığına göre yargılamanın yenilenmesi müessesesinin olayımızda yorum yoluyla kıyasen uygulanmasına da hukuki olanak bulunmamaktadır.

Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 1.3.2004 tarih ve E:2003/78-2, K:2003/74-2 sayılı ve 30.12.2013 gün ve 2013/1861 Esas, 2013/2047 Karar sayılı kararlarında da bu hususa işaret edilerek, ilgililerince yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin incelenme yeteneğinin bulunmadığı gerekçesiyle reddi yoluna gidilmiştir.

Açıklanan nedenlerle, incelenme yeteneği bulunmayan başvurunun reddi gerekmektedir.

SONUÇ : Davacı vekilinin YARGILAMANIN YENİLENMESİ TALEBİNİN REDDİNE, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

III- 2247 SAYILI KANUN’UN 10. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN

(OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI ÇIKARMA) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2013/1723

KARAR NO : 2014/144

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Adliye Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapmakta iken, İlçe noterinin başka yere atanması ve noterde katip bulunmaması nedeniyle Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığının kararı ile Noterliğe vekalet etmek üzere görevlendirilen Davacının; vekalet ücreti ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Türkiye Noterler Birliğinin işleminin iptali ile vekalet alacağının davalı tarafından ödenmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E.Ö.

Davalı : Türkiye Noterler Birliği

Vekili : Av. R.G.

O L A Y : Olay tarihinde Sivrihisar Adliyesi Yazı İşleri Müdürü olan Davacı; dilekçesinde, Eskişehir İli, Günyüzü İlçesi Noterinin tayin olması neticesinde boşalan noterliğe vekaleten bakmak üzere, Eskişehir Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığının 23/12/2009 tarih, 1326 sayılı ve 26/03/2010 tarih ve 298 sayılı kararları uyarınca görevlendirildiğini; 26/03/2010 tarihinde düzenlenen tespit ve teftiş tutanağı ile tarafına teslimat yapılmış olduğundan, fiilen göreve başladığını; Eskişehir Noter Odasının 01/04/2010 tarih ve 2010/313 sayılı yazıları uyarınca aylık brüt 874,25.TL. vekalet ücreti takdir edilerek ödenmesine karar verildiğini; Türkiye Noterler Birliği’nden ücretinin ödenmesi için yazılı talepte bulunması üzerine, 31/05/2010 tarih ve 33.10953-11081 sayılı yazılar uyarınca, sadece 495,41.TL. ödeme yapıldığını; aylık takdir edilen ücretlerinin ödenmesi hususunda sürekli olarak talepte bulunmasına rağmen, kalan toplam 3.816,59 TL. alacağının ödenmediğini; 23/08/2010 tarihinde bu görevini Sivrihisar Zabıt Katibi M.Ö.’a devrettiğini; 26/03/2010 tarihinden 23/08/2010 tarihine kadar vekaleten baktığı bu görevi nedeniyle toplam 495,41 TL. ödeme yapıldığını, talepte bulunmasına rağmen Türkiye Noterler Birliğince 14/09/2010 tarih ve 33.17525-18440 sayılı yazı ile zarar eden noterliklere prensip kararı gereği ödeme yapılamayacağının bildirildiğini; bu görevin kendi rızası ile olmadığını; Devlet Memuru olması nedeniyle Komisyon tarafından resen yapıldığını, İlçeye ulaşım olmadığından gidiş-geliş ve sair giderlerin zorunlu olarak tarafından karşılandığını, mağduriyetinin bulunduğunu, bu nedenle iş bu alacak davasını açmak zaruretinin hasıl olduğunu ifade ederek; Türkiye Noterler Birliğinin 14/09/2010 tarih ve 33.17525-18440 sayılı işleminin iptali ile, bakiye kalan toplam 3.816,59.TL vekalet ücreti alacağının ödenmesine karar verilmesi istemiyle, idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ESKİŞEHİR 1.İDARE MAHKEMESİ:16.4.2013 gün ve E:2013/320 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde idari dava türlerinin; idari işlemler hakkında menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olduğunun hüküm altına alındığı; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 5. maddesinde, “İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışındaki; a) İptal davalarını, b-) Tam Yargı davalarını, c-) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları, d-) Diğer kanunlarla verilen işleri, çözümler. 2- Özel kanunlarda Danıştay’ın görevli olduğu belirtilen ve İdari Yargılama Usulü Kanunu ile idare mahkemelerinin görevli kılınmış bulunduğu davaları çözümler.” hükmünün yer aldığı; öte yandan 1512 sayılı Noterlik Kanununun 1. maddesinde, "Noterlik bir kamu hizmetidir. Noterler, hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar." hükmüne yer verilmiş; aynı Kanunun 163. maddesinde de, Noterlik meslekinin amaçlarına uygun bir şekilde görülmesini, meslekin gelişmesini ve meslektaşlar arasında birlik ve yardımlaşmayı sağlamak üzere, kamu kurumu niteliğinde ve tüzel kişiliğe sahip, Türkiye Noterler Birliğinin kurulacağının düzenlenmiş olduğu; uyuşmazlığa konu olayda, davacı tarafından, Günyüzü Noterliğine vekaleten bakması nedeniyle vekalet ücreti ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun, Türkiye Noterler Birliğinin 14/09/2010 tarih ve 33.17.525-18440 sayılı işlemiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali ile 3.816,59 TL vekalet alacağının davalı tarafından ödenmesi istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; aktarılan hükümler birlikte değerlendirildiğinde, Noterlik mesleğinin bir kamu hizmeti olduğunun düzenlendiği; söz konusu kamu hizmeti gereklerinin amaçlarına uygun bir şekilde yerine getirilmesi için de tüzelkişiliğe sahip Türkiye Noterler Birliğinin öngörülmüş olduğunun görüldüğü; dava konusu olayda, davacının Günyüzü Noterliğine vekaleten bakması nedeniyle vekalet ücreti ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun Türkiye Noterler Birliğince reddedilmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın 1512 sayılı Yasa çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği anlaşıldığından, noterliğe vekalet edilmesi nedeniyle vekalet ücreti isteminin reddine ilişkin işlemlerin bir idari İşlem niteliğini taşıdığında kuşku bulunmadığı; bu durumda, kamu görevlisi olan davacının kamu hizmetini yerine getiren Noterliğe vekalet etmesi nedeniyle vekalet ücreti ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun Türkiye Noterler Birliğince reddedilmesine ilişkin işlemin, 2577 sayılı Yasa'nın 2.maddesi kapsamında sayılan iptal davasının konusunu oluşturan kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu idari işlem niteliğinde bulunduğu anlaşıldığından, işbu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı vekilinin görev itirazının reddine, bu davaya bakmaya Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davanın konusunun, Günyüzü Noterliğinin, mevcut Noter'in başka yere tayin olması nedeniyle boşalması ve Noterliğe vekalet edebilecek Noter katibinin bulunmaması nedeniyle, 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 33. maddesi uyarınca ilgili savcılığın bildirimi üzerine Eskişehir Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı kararı ile Sivrihisar ilçesi adliye yazı işleri müdürünün geçici olarak görevlendirilmesi sonucu, 26/03/2010 ile 23/08/2010 tarihleri arasında noter vekili olarak görev yaptığı döneme ait noterlik gider ve vekalet ücreti alacağına ilişkin olduğu; 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 33. Maddesinin 2 ve devam eden fıkralarının "(Değişik fıkra: 16/11/1989 - 3588/5 md.) (Değişik cümle: 02/03/2005 - 5309 S.K./3.mad) *1* Noterlikte bu işi görecek kâtip bulunmadığı takdirde, Cumhuriyet savcılığının bildirmesi üzerine, adalet komisyonu tarafından atanacak icra müdürü, icra müdür yardımcısı veya yeterli bir adalet memuruna bu iş gördürülür. İşin yürütülmesinde yetersiz kaldığının denetimlerde belirlenmesi halinde vekil her zaman değiştirilebilir. / Yukarıki fıkralar gereğince noterliği yürüten görevliye, kendi aylık veya ücretinden az olmamak üzere, noter odası tarafından tayin olunacak ücret, noterlik gelirinden ödenir. Ancak, bu ücret noterliğin aylık safı gelirinin yarısından fazla olamaz. / (Değişik fıkra: 16/11/1989 - 3588/5 md.) Vekilin daire dışında bizzat yapacağı işlemlerden alınacak yol ödeneği dahil noterliğin, aylık gayri safi gelirinden, noterlik aidatı vekilin ücreti ve noterliğin diğer giderleri ayrıldıktan sonra kalanı, gelir ve giderin müfredatlı listesi ile birlikte en geç müteakip ayın onbeşine kadar vekil tarafından Türkiye Noterler Birliğine gönderilir." hükümleri ile davaya konu görevlendirmenin yasal dayanağının oluşturulduğu ve davacının hak ettiği ücret ve alacakların ödeme usulü ile niteliğinin belirlendiği; Noterlik Kanununun 1. maddesinde Noterlerin, hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yapma görevleri tanımlanırken, Noterliğin bir kamu hizmeti olduğunun da hüküm altına alındığı; Kanunun 44 ve 45. Maddelerinin, Noter katibi olacak kişilerin 657 sayılı Devlet Memurları Hakkındaki kanunda bulunan şartları taşımaları gerektiğini belirttiği; ancak, davaya konu olayda, boşalan Noterlikte bu görevi yürütecek katip ya da başka bir görevli bulunmaması nedeniyle, Adli Yargı İlk Derece Adalet Komisyonu tarafından geçici olarak görevlendirilen Noter vekili'nin özlük haklarının söz konusu olduğu; aynı Kanunun, 33. maddesinde bu kişilerin hakettikleri ücretin, Noterlik gelirlerinden ödeneceği hükmünün bulunduğu; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 4/b maddesine göre bir hizmet akdine bağlı olmadan kendi nam ve hesabına çalışanların 5510 sayılı Yasa kapsamında değerlendirildiği; 1512 sayılı Kanunun 33. maddesine göre yapılan görevlendirme sonrasında, davacının tıpkı Noter gibi Noterlik hizmeti yürütürken elde ettiği kazanç üzerinden, kendi ücretine hak kazandığının anlaşıldığı; 5510 sayılı Yasanın 101. Maddesine göre de, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği; nitekim, Yargıtay 4. H.D.sinin 11/02/2013 gün ve 2012/4263 E, 2013/2086 K, Yargıtay 3. H.H.sinin 12/10/2010 gün ve 2010/11671 E, 2010/6352 K sayılı emsal kararlarından da anlaşılacağı gibi, Noter vekilinin ücret alacağına ilişkin davaların adli yargı yerinde görüldüğünün de anlaşıldığı; 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 71. maddesi 2. fıkrasında ise, Noter vekilinin, Noterlik gelirlerini, ilgili hesaplara aktardığı sırada, kendisine isabet eden ücreti alıkoyacağının belirtilmekte olduğu; açıklanan hükümlere göre, Noter vekilinin, görevinin kamu hizmeti olmasına ve görevlendirilmesinin kamu hukuku kuralları çerçevesinde yapılmış olmasına karşılık, 5510 sayılı Kanunun anılan hükümleri ve 1512 sayılı Kanunun 33, 71. madde hükümlerine göre, belirli bir hizmet akdi bulunmaksızın, ücretini, Noterlik gelirlerinden almak üzere çalıştığı, ücret ve giderlerden kaynaklanan sorunun ise özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözülmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısının yazılı düşüncesi de istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Anayasanın 125 inci maddesinin son fıkrasında, “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” kuralına yer verilmiş olduğu; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2 nci maddesinde; / “a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları, / b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları”nın idari dava türleri arasında sayıldığı; 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 1. maddesinde "Noterlik bir kamu hizmetidir. Noterler, hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar." kuralının yer aldığı; aynı Kanunun 33. maddesinde boşalan noterliğe vekalet etme usul ve esaslarının düzenlendiği ve bu hususta: "Her ne sebeple olursa olsun boşalan birinci, ikinci veya üçüncü sınıf bir noterliği, atanan noter göreve başlayıncaya kadar o noterlikte çalışan ve stajının altı ay'ını tamamlamış olan stajyer, bu durumdaki stajyerler birden fazla ise kıdemlisi, o noterlikte bu durumda stajyer yoksa noter odasının uygun bulacağı ve görevlendireceği aynı durumdaki stajyer, bunlardan hiç birisi bulunmadığı takdirde o noterliğin başkatibi, onun da engelli bulunduğu hallerde en kıdemli katibi vekaleten yönetir. / Noterlikte bu işi görecek kâtip bulunmadığı takdirde, Cumhuriyet savcılığının bildirmesi üzerine, adalet komisyonu tarafından atanacak icra müdürü, icra müdür yardımcısı veya yeterli bir adalet memuruna bu iş gördürülür. İşin yürütülmesinde yetersiz kaldığının denetimlerde belirlenmesi halinde vekil her zaman değiştirilebilir. / Yukarı ki fıkralar gereğince noterliği yürüten görevliye, kendi aylık veya ücretinden az olmamak üzere, noter odası tarafından tayin olunacak ücret, noterlik gelirinden ödenir. Ancak, bu ücret noterliğin aylık safı gelirinin yarısından fazla olamaz. / Vekilin daire dışında bizzat yapacağı işlemlerden alınacak yol ödeneği dahil noterliğin, aylık gayri safi gelirinden, noterlik aidatı vekilin ücreti ve noterliğin diğer giderleri ayrıldıktan sonra kalanı, gelir ve giderin müfredatlı listesi ile birlikte en geç müteakip ayın onbeşine kadar vekil tarafından Türkiye Noterler Birliğine gönderilir." düzenlemesinin getirildiği; olayın yukarıda değinilen mevzuat hükümleriyle birlikte değerlendirilmesinden, 1512 sayılı Noterlik Kanunu hükümleri uyarınca, Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı tarafından kurulan işlemle, bir kamu hizmeti olan noterliğe vekalet etmek üzere görevlendirilen davacının, bu vekaletten doğan alacağının verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Türkiye Noterler Birliğinin 14.09.2010 tarihli işleminin iptali ile 3,816,59 TL tazminata hükmedilmesi istemiyle Türkiye Noterler Birliği'ne karşı açtığı tazminat davasının, idari yargının görev alanında düzenlenen iptal ve tam yargı davaları kapsamında bulunduğu, bu haliyle dava konusu uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Sivrihisar İlçesi Adliye Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapmakta iken, Günyüzü İlçesi noterinin başka yere atanması ve noterde katip bulunmaması nedeniyle Eskişehir Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı'nın 23.12.2009 tarih ve 1326 sayılı ve 26.3.2013 tarih ve 298 sayılı kararı ile Günyüzü Noterliğine Vekalet etmek üzere görevlendirilen Davacının; Noterliğe vekaleten bakması nedeniyle vekalet ücreti ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Türkiye Noterler Birliğinin 14.09.2010 tarih ve 33.17.525-18440 sayılı işleminin iptali ile 3.816,59 TL vekalet alacağının davalı tarafından ödenmesi istemiyle açılmıştır.

1512 sayılı Noterlik Kanununun “Noterlik Mesleği” başlıklı 1. maddesinde "Noterlik bir kamu hizmetidir. Noterler, hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar." Hükmüne;

“Boşalan noterliğin vekaleten yönetimi” başlıklı 33. maddesinde “ Her ne sebeple olursa olsun boşalan birinci, ikinci veya üçüncü sınıf bir noterliği, atanan noter göreve başlayıncaya kadar o noterlikte çalışan ve stajının altı ay'ını tamamlamış olan stajiyer, bu durumdaki stajiyerler birden fazla ise kıdemlisi, o noterlikte bu durumda stajiyer yoksa noter odasının uygun bulacağı ve görevlendireceği aynı durumdaki stajiyer, bunlardan hiç birisi bulunmadığı takdirde o noterliğin başkatibi, onun da engelli bulunduğu hallerde en kıdemli katibi vekaleten yönetir.

(Değişik birinci cümle: 2/3/2005-5309/3 md.) Noterlikte bu işi görecek kâtip bulunmadığı takdirde, Cumhuriyet savcılığının bildirmesi üzerine, adalet komisyonu tarafından atanacak icra müdürü, icra müdür yardımcısı veya yeterli bir adalet memuruna bu iş gördürülür. (Değişik: 16/11/1989 - 3588/5 md.) İşin yürütülmesinde yetersiz kaldığının denetimlerde belirlenmesi halinde vekil her zaman değiştirilebilir.

Yukarıki fıkralar gereğince noterliği yürüten görevliye, kendi aylık veya ücretinden az olmamak üzere, noter odası tarafından tayin olunacak ücret, noterlik gelirinden ödenir. Ancak, bu ücret noterliğin aylık safi gelirinin yarısından fazla olamaz.

(Değişik: 16/11/1989 - 3588/5 md.) Vekilin daire dışında bizzat yapacağı işlemlerden alınacak yol ödeneği dahil noterliğin, aylık gayri safi gelirinden, noterlik aidatı vekilin ücreti ve noterliğin diğer giderleri ayrıldıktan sonra kalanı, gelir ve giderin müfredatlı listesi ile birlikte en geç müteakip ayın onbeşine kadar vekil tarafından Türkiye Noterler Birliğine gönderilir.” Hükmüne;

“Aylık ve yıllık iş cetvelleri verilmesi” başlıklı 71.maddesinde “ Noterler, her ayın en geç onuna kadar, bir evvelki ay içinde dairelerine gelen ve çıkan işlerin niteliğini ve sayısını ve bunlardan aldıkları ücret, harç, vergi ve diğer resimlerin miktarını ve giderlerini gösterir bir cetvel düzenleyerek Türkiye Noterler Birliğine gönderirler.

Notere vekalet halinde vekil, birinci fıkrada gösterilen hususlardan başka, kendisine ödenen ücret tutarı ile 34 üncü madde gereğince noterlik gelirinden alıkoyduğu ve notere ödediği kısımları ve alıkonulan parayı yatırdığı bankanın isim ve hesap numarasını da cetvelde gösterir.

Noterler ayrıca her yılın Mart ayı sonuna kadar, geçen yıla ait gelir, gider ve teminat tutarını gösteren bir cetvel düzenleyerek, Adalet Bakanlığına ve Türkiye Noterler Birliğine gönderirler.” Hükmüne;

“Türkiye Noterler Birliği” üst başlıklı 163.maddesinin birinci fıkrasında “ Noterlik meslekinin amaçlarına uygun bir şekilde görülmesini, meslekin gelişmesini ve meslekdaşlar arasında birlik ve yardımlaşmayı sağlamak üzere, kamu kurumu niteliğinde ve tüzel kişiliğe sahip, Türkiye Noterler Birliği kurulur. Birliğin merkezi Ankara'dır.” Hükmüne;

1512 sayılı kanunun uygulanmasına yönelik hazırlanan “Noterlik Kanunu Yönetmeliği”nin “Noter Vekillerinin Denetimi, Ücretleri, Görev ve Yetkileri başlıklı 133.maddesinde ise “ (Değişik madde: 02/10/1984 - 18533 S. R.G./Yön.)

Noterin izin ve hastalık hallerinde bu noterliğe vekalet edecek kimse, esas noterin denetim ve gözetimine tabidir. Bu sırada noterliğin zarar etmesi halinde zarar, mazeretli noterin kendisine aittir. İşten el çektirildiği veya tutuklu bulunduğu dönemdeki zarardan da aynı şekilde noter kendisi sorumludur.

Boşalan noterliklerle noteri geçici olarak işten çıkarılan noterliklerin ve bu noterlikleri tedvir eden vekillerinin hesaplarının denetim ve gözetimi Türkiye Noterler Birliğinin yetkili kılacağı görevliler tarafından yapılır.

Noterlik Kanununun 33, 34 ve 35 inci maddeleri gereğince, boşalan veya noteri işten ayrılan noterlikleri ücret karşılığı yönetmek üzere, dairede çalışan personelden birinin ya da dairede yetenekli eleman bulunmaması nedeniyle bir adalet memurunun vekil olarak görevlendirilmesi halinde vekile, noterliğin bağlı bulunduğu noter odası tarafından; iş yoğunluğu ve yüklenilecek sorumluluk gözetilerek bir ücret takdir ve tespit edilir. Bu ücret vekilin asıl görevinden aldığı aylık veya ücretinden az, noterliğin safi gelirinin yarısından fazla olamaz. Vekil, adalet memuru ise almakta olduğu maaşı, noterlik personeli ise, noterle yaptığı sözleşmedeki (yan ödemeler hariç) ücreti, asıl görevinden aldığı aylık ve ücret sayılır.

Noterliğin aylık safi geliri, noter odalarında vekile takdir olunan ücretten çok olduğu aylarda takdir olunan ücret, az olduğu aylarda ise safi gelirin yarısı ücret olarak ödenir. Bu durumdaki vekilin vekalet dönemindeki safi gelir tutarının yarısı, o döneme ilişkin takdir edilen ücret tutarından çok olduğu takdirde noksan olarak ödenen miktar safi gelirin yarısını aşmamak üzere tamamlanır. Ancak, engelli notere vekalet eden adalet memurunun ücretinin tamamı, noterlik zarar etse dahi asıl noter tarafından ödenir.

Noter vekilleri, yasalar, yönetmelikler ve genelgeler ile noterlere verilmiş görevleri yapmak, aylık iş cetvelleri ile aidatları yasal süreler içinde Noterler Birliğine vesair ilgili mercilere göndermek zorundadırlar. Boş ve noteri geçici olarak işten çıkarılmış olan noterlikleri yöneten noter vekilleri ayrıca, her ayın gelir ve giderini gösterir bir cetvel ile gidere ilişkin belge örneklerini ve cetvelde gösterilen safi geliri, o ayı izleyen en geç 15 gün içinde Birliğe göndermeye mecburdur.

Boşalan ve noteri geçici olarak işten çıkarılan noterliklerde noter vekilleri, görevin derhal, zamanında ve noksansız görülebilmesi için zorunlu olan personel ücretleri, daire kirası, Birlik Yönetim Kurulunca her yıl belirlenecek miktarı aşmayan kırtasiye, posta, basılı kağıt vesair konulardaki harcamaları yapmaya yetkilidirler. Vekiller yeni personel, daktilo, hesap makinası, mefruşat, demirbaş gibi eşyalar almaya, kira sözleşmesini yenilemeye, kirayı arttırmaya yetkili değildirler. Ancak, Türkiye Noterler Birliğinden izin almak koşuluyla ayrılan personelin yerine, Birlikçe belirlenecek ücretle yeni personel alabilirler. Ve diğer harcamalarda bulunabilirler.

Vekaleten yönetilen boş noterliklerde çalışan personele, ayrılan noterle yaptıkları sözleşmede yazılı ücret vesair yan ödemeleri aynen ödenir. Ancak, sözleşme süresi sona eren personelin ücret ve yan ödemelerinde arttırma yapmaya, Türkiye Noterler Birliği Yönetim Kurulu yetkilidir.

Vekaleten yönetilen noterliklerde çalışanlara ödenen ücretlerden gerekli vergilerin kesilerek süresinde ilgili daireye yatırılması, Bölge Çalışma ve Sosyal Sigortalar Kurumu Müdürlüklerine verilecek bildirgelerin düzenlenmesi, süresi içinde ilgili mercilere verilmesi, sigorta primlerinin kesilip yatırılması ve benzeri işlerden noter vekilleri sorumludur.

Vekaleten yönetilen boş noterliğin gayrisafi gelirinin daire kirasını, personel giderlerini (vekil ücreti hariç) kırtasiye gibi normal giderleri karşılamaması suretiyle zarar etmesi halinde, Birlik Yönetim Kurulunun muvafakatı ile vekil, derhal zararı önleyici tedbirleri almaya ve uygulamaya mecburdur. Zarar eden böyle bir noterlikteki personelin işine iş mevzuatı hükümlerine göre son verilmesi gerektiğinde veya kendiliğinden ayrılmak istemeleri halinde bunların ihbar önelleri, ihbar ve kıdem tazminatları Birlikçe ödenir. Ayrıca, noterliğin zararı da, Birlik tarafından karşılanır. Zarar eden noterlik üçüncü sınıf ise dördüncü sınıfa indirilmesi için Bakanlığa Birlikçe teklif yapılır.” Hükmüne yer verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; Davacının Sivrihisar İlçesi Adliye Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapmakta iken, Günyüzü İlçesi noterinin başka yere atanması ve noterde katip bulunmaması nedeniyle Eskişehir Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı'nın 23.12.2009 tarih ve 1326 sayılı ve 26.3.2013 tarih ve 298 sayılı kararı ile Günyüzü Noterliğine Vekalet etmek üzere görevlendirildiği; davacının, görevlendirildiği tarihler arasında kendi olanakları ile gidiş geliş yapıp, noterlik bürosunun giderlerini kendi bütçesinden karşıladığını, bu giderler ve hizmetine karşılık toplam 495,41 TL. ödeme yapıldığını, Eskişehir Noter Odasının takdir ettiği aylık 874,25 TL vekalet ücretinin ödenmediğini, kendisine ödeme yapılması yolundaki taleplerinin, davalı Türkiye Noterler Birliğince 14/09/2010 tarih ve 33.17525-18440 sayılı yazısı ile, “vekalet dönemi itibariyle noterliğin zararda olduğu dikkate alınarak, Yönetim Kurulunca alınan prensip kararı gereğince vekalet ücreti ödenmeyeceğine karar verildiği” gerekçesiyle reddedildiğini belirterek; Türkiye Noterler Birliğinin anılan işleminin iptali ile, bakiye kalan toplam 3.816,59.TL vekalet ücreti alacağının ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açtığı anlaşılmıştır.

Somut olay ve mevzuat hükümleri birlikte irdelendiğinde; kamu görevlisi olan davacının 1512 sayılı Noterlik Kanunu hükümleri uyarınca, Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı tarafından kurulan işlemle, bir kamu hizmeti olan noterliğe vekalet etmek üzere görevlendirildiği; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda tanımını bulan bu işlemin dava konusu edilmediği görülmektedir. Buna karşılık noterliğe vekalet eden davacının, görev yaptığı süreye ilişkin vekalet ücretini talep ettiği; Kanunda noterlerin, yapılan hizmetlerden aldıkları ücretin, kendi gelirlerini oluşturduğunun anlaşıldığı; aynı şekilde Kanunun 33. maddesinde, noterliği vekaleten yürüten görevliye, kendi aylık veya ücretinden az olmamak üzere, noter odası tarafından tayin olunacak ücretin, noterlik gelirinden ödeneceği hükmünün bulunduğu; bir başka anlatımla, davacının belli bir hizmet akti bulunmaksızın, ücretini Noterlik gelirlerinden almak üzere çalıştığı gözetildiğinde; ücret ve giderlerden kaynaklanan uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Eskişehir 1. İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Eskişehir 1.İdare Mahkemesinin 16.4.2013 gün ve E:2013/320 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2013/1774

KARAR NO : 2014/145

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı Belediyeye ait stadın çevresindeki tel örgülerin, davacıya ait, park halindeki aracın üzerine düşmesi sonucu hasar meydana gelmesi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.F.Ö.

Vekilleri : Av. N.E.G. & Av. E.K.

Davalı : Tarsus Belediye Başkanlığı

Vekilleri : Av. E.S.S., Av. M.E.Sb., Av. A.Ö.

O L A Y : Davacı vekili, müvekkiline ait 33…….. plakalı aracın, 10.12.2012 tarihinde Ş.İshak. Mah., Kanuni Sultan Süleyman Caddesi üzerinde bulunan davalı Tarsus Belediyesine ait Faruk Sodan Stadı yanında park halinde iken, stadı çevreleyen tel örgülerin düşmesi sonucunda zarar görmüş olduğunu; meydana gelen olayda Tarsus Belediyesinin, stat çevresindeki tel örgülerin, tam ve sağlıklı bir şekilde monte edilmemesi, ayrıca bakım yükümlüğünü ihmal etmesi vb. gibi nedenlerle kusurlu olduğunu, olayda müvekkilinin hiçbir kusurunun bulunmadığını; kaza nedeniyle müvekkiline ait araçta büyük miktarda hasar meydana geldiğini; Tarsus 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/47 D.iş Esas sayılı dosyasında yaptırılan tespitte, araçta 5.000,00 TL değer kaybı meydana geldiğinin belirtildiğini; müvekkilinin, olay nedeniyle ruhsal ve sinirsel sağlık bütünlüğünün ağır şekilde bozulduğunu, çekmiş olduğu acılardan dolayı uğramış olduğu manevi zararların tazmininin gerektiğini ifade ederek; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla araçta oluşan değer kaybı nedeniyle 5.000.00 TL maddi ve 3.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 8.000,00 TL tazminatın kaza tarihinden itibaren işlemiş ve işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline; ayrıca Tarsus 3.AsIiye Hukuk Mahkemesinin 2012/47 D.iş Esas sayılı dosyasında yapılan 407,80 TL yargılama giderinin de dava tarihinden itibaren işlemiş ve isleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili, birinci savunma dilekçesinde; tam yargı davası niteliğindeki davada idari yargının görevli olduğunu öne sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

TARSUS 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 23.5.2013 gün ve E:2013/24 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125'inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunun hükme bağlandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1'inci bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idari dava türleri olarak sayılmış olduğu; görüldüğü üzere; İdare Hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar sebebiyle açılan davaların görüm ve çözümünün İdari Yargının görev alanında bulunduğu; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi (eylemsizlik) hallerinde gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açtığı; olayda, davalı idareye ait stat çevresindeki tel örgülerin davacıya ait park halindeki aracın üzerine düşmesi sonucu hasar meydana gelmesinde kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşu tarafından, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesinin gerektiği; buna göre, davacının aracında meydana gelen hasar nedeniyle oluşan zararda idarenin hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'inci maddesi uyarınca idari yargı yerlerine ait olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesine göre, İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; davaya konu olayda da zarar gören aracın, karayolunda seyir halinde bulunmadığı, idareye ait stadyum yanında park halinde bulunduğu sırada, idarenin denetim ve gözetiminde bulunan yapıdan kaynaklanan sorun nedeniyle ortaya çıkan zararın davaya konu edildiğinin anlaşıldığı; davaya konu olayın, 2577 sayılı İYUHK 2/1-b maddesine göre tam yargı davası kapsamında idari yargı yerinde dava konusu edilmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Tarsus 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/24 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Tarsus Belediyesine ait stadın çevresindeki tel örgülerin, davacıya ait, park halindeki aracın üzerine düşmesi sonucu hasar meydana gelmesi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Dava dosyasında bulunan ve görevli polis memurlarınca düzenlenen 10.12.2012 tarihli “Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağı”nda; 10.12.2012 günü saat:19.00 sıralarında Şehitishak Mah.Kanuni Sultan Süleyman Caddesi Faruk Sodan Stadı yanında park halinde bulunan otoların üzerine stadın etrafını çevreleyen tel örgülerin düşmesi sonucu mala zarar verme olayı olduğunun bildirilmesi üzerine olay yerinde yapılan Görgü ve tespitte; bahse konu yerde Faruk Sodan Stadının tel örgülerinin Kanuni Sultan Süleyman Caddesi tarafına tamamen yatmış halde olduğu, Stadın 3318 sokak ile kesiştiği kavşağına yakın yerde park halinde bulunan 33…….. plakalı M.F.Ö.’e ait olan siyah OPEL marka otomobilin üzerine bahse konu tel örgünün devrilmiş-düşmüş ve hasar vermiş olduğunun, olay mahallinde yoğun yağışın ve su birikintisi olduğunun görüldüğü belirtilmiştir.

Olayda, bakım ve kontrolünün davalı idareye ait olduğu konusunda tartışma bulunmayan Faruk Sodan Stadının çevresindeki tellerin, davacıya ait ve park halindeki aracın üzerine düşmesi sonucu uğranılan maddi ve manevi zararın giderilmesi istemiyle, kamu hizmeti yürüten davalı İdareye karşı dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin; hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası” kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Belirtilen durum karşısında, davanın görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girdiğinden, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Tarsus 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Tarsus 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.5.2013 gün ve E:2013/24 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2013/1807

KARAR NO : 2014/146

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Abonelik sözleşmesi gereği idare tarafından sağlanan kartlı su sayacı ile su kullanan davacının, sürekli ve kesintisiz su hizmeti alabilmek için sözleşme kapsamındaki sayacının değiştirilerek mekanik sayaç takılması talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R

Davacı : M.S.

Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ASKİ Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. İ.A.

O L A Y : Davacı, dava dilekçesinde özetle; Kavaklıdere Mahallesi, Bestekar Sokak, No:….. Çankaya/Ankara adresinde bulunan ikametgahında 78841 abone numarasıyla davalı idare ile aralarında su aboneliği bulunduğunu, davalı idareye verdiği 18.02.2013 tarihli dilekçesiyle kartlı su sayacının mekanik su sayacı ile değiştirilmesini talep ettiği halde bu talebinin 20.02.2013 gün ve 3446 sayılı yazı ile reddedildiğini; red kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek davalı idarenin 20.02.2013 gün ve 3446 sayılı işleminin iptali istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

Davalı vekili, cevap dilekçesinde özetle; davacı ile davalı idare arasında abonelik sözleşmesi olduğu, davacının bu sözleşmeye dayanarak tüketici sıfatıyla bu davayı açmış olması nedeniyle Tüketici Mahkemesinin görevli olduğunu gerekçesiyle görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 13. İDARE MAHKEMESİ: 03.07.2013 gün ve E:2013/559 sayılı kararında “… davacının Kavaklıdere Mahallesi, Bestekar Sokak, 20/10 Çankaya adresinde bulunan ikametgahına ilişkin 78841 abonelik numarasıyla tesis edilen su kullanım aboneliği sözleşmesinde kartlı su sayacının mekanik su sayacı ile değiştirilmesi ile ilgili bir hususi şart yer almadığı, dolayısıyla bu istemin sözleşme hükümlerinden kaynaklanmadığı, sözleşmeden bağımsız olarak davacının hakkında idari bir işlem tesis edilmesine yönelik talebi sonucu idari bir makamca kamu gücüne dayalı olarak resen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu sonucuna varıldığından iptali istenen işlemden kaynaklanan uyuşmazlık, idari yargının görev alanında bulunmaktadır…” gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının reddine karar verilmiştir.

Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ASKİ Genel Müdürlüğü vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi, dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünün, 21.11.1981 tarih ve 2560 sayılı Kanuna 3305 sayılı kanunla eklenen ek 4. madde ve Bakanlar Kurulunun 11.3.1987 tarih ve 87/11594 sayılı kararının 1. maddesi ile Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olarak kurulmuş olup, Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde kuruluş Kanununda belirtilen su ve kanalizasyon işlerini yapmakla görevli müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğine haiz bir kuruluştur. Davalı idare su dağıtım faaliyetini tekel olarak yürütüp, kamu gücünü kullanarak abonelik şartlarını ve abonelik esaslarını belirlemektedir. İdare ile aboneler arasında sözleşme yapılmaktadır. Bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıkların adli yargı yerinde çözümleneceği kuşkusuzdur.

Davaya konu olayda, taraflar arasında su kullanımı konusunda 1002016 abone kodu ile 78841-98 nolu abone numarası verilerek abonelik sözleşmesi yapıldığı ve dosyaya sunulduğu anlaşılmaktadır. İdare tarafından sözleşme kapsamında sunulan hizmetin miktarının ölçülmesi ve ücretlendirilmesi, abonenin su hattına konulan ve ölçüme yarayan sayaç aracılığı ile sağlanmaktadır. Ölçüm için kullanılan sayacın kartlı ya da normal sayaç olması hizmetin sunumundaki kalite, süreklilik ve ücretlendirme politikaları ile ilgili olup, doğrudan doğruya sözleşmenin uygulanması ve hizmet bedelinin tahsili ile ilgili olmakla, bu aşamada ortaya çıkan sorunların Tüketicilerin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu düşünülmektedir…” gerekçesiyle, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, abonelik sözleşmesi gereği idare tarafından sağlanan kartlı su sayacı ile su kullanan davacının, sürekli ve kesintisiz su hizmeti alabilmek için sözleşme kapsamındaki sayacının değiştirilerek normal sayaç takılması talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Ku­ruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Ek-5. maddesinde (5.6.1986 tarih ve 3305 sayılı Kanunun 3. maddesi ile gelen Ek-4. madde hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir), bu Kanunun diğer büyükşehir belediyele­rinde de uygulanacağına işa­ret edilmek suretiyle Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi de bu Kanun kapsamına alınmış anılan Yasanın 3305 sayılı Yasa ile değişik 23. maddesinde “su satışı, ka­nalizasyon tesisi bulunan yerlerdeki kullanılmış suların uzaklaştırılması, septik çukurların boşaltılması giderleri için ayrı tarifeler yapılır. Bu tarifelerin tespitinde, yönetim ve işletme gider­leri ile, amortismanları doğrudan gider yazılan (aktifleşti­rilmeyen) yenileme, ıslah ve tevsi masrafları ve %10’dan aşağı olmayacak nispe­tinde bir kâr oranı esas alınır.

Tarifelerin tespiti ile tahsilatla ilgili usul ve esaslar bir yönetmelik ile belirle­nir.” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan Yasa hükümlerine dayanılarak çıkarılan Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Tarifeler ve Abone Hizmetleri Yönetmeliği’nin “Amaç” başlıklı 1. Maddesinde; “ 20.11.1981 tarihli ve 2560 Sayılı İSKİ Kuruluş Kanununa 5.6.1986 tarihli ve 3305 sayılı Kanun ile eklenen Ek Madde 5 uyarınca kurulan Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) Genel Müdürlüğü’nün; su satışı, kanalizasyon tesisi bulunan yerlerdeki kullanılmış suların uzaklaştırılması, septik çukurların boşaltılması, bu işlemlere ilişkin hizmetlerle ilgili tarifelerin tespiti ve bu bedellerin tahsili ile abonelere verilecek diğer tüm hizmetlere ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir.”

“Kapsam” başlıklı 2. Maddesinde; “ Bu Yönetmelik, İdare’nin 20.11.1981 tarihli ve 2560 sayılı İSKİ Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1’ inci maddesi ve diğer kanunlarla belirlenen görev alanı içerisinde, tüm su kaynaklarından sağlanan içme, kullanma ve endüstri suyunun tüketicilere ulaştırılması ve kullanımdan sonra uzaklaştırılmasına ilişkin her türlü hizmet, bedel, pay, teminat ve yaptırımların tespiti ile bunların tahakkuk ve tahsiline ilişkin usul ve esasları kapsar.”

“Tanımlar” başlıklı 4. Maddesinde “ (1) Bu Yönetmeliğin uygulanmasında;

a) Abone: İdarece sunulan su/atık su veya atık su hizmetlerinden faydalanan ve/veya faydalanacak gerçek veya tüzel kişileri,…

bb) Ön ödemeli/kartlı su sayacı: Abonenin bedelini daha önceden ödediği miktarda su kullanımına imkân veren, Ölçü ve Ölçü Aletleri Muayene Yönetmeliğine tâbi ve İdarenin sistemine uyum sağlayan ölçü aletini,



ff) Sayaç: “2004/22/AT MI-001 Ölçü Aletleri Yönetmeliğine” tâbi, Abonenin kullandığı suyu ölçmeye yarayan ve İdarenin sistemine uyum sağlayan ölçü aletini, (13) Yeni abone olan yerlere mekanik veya ön ödemeli/kartlı sayaç takılmasına karar vermeye Yönetim Kurulu yetkilidir. İdare, gerekli gördüğü hallerde abonenin mevcut mekanik/kartlı sayacını, kartlı/mekanik sayaçla değiştirmeye yetkilidir. Hangi durumlarda sayacın değişeceği ile sayaç bedelinin ve sayaç değiştirme bedelinin aboneden alınıp alınmayacağını Yönetim Kurulu belirler.”

“Abone olma koşuları ve uygulama esasları” başlıklı 33. Maddesinde;” (1) Su kullanılan yerde suyu fiilen tüketen ve atıksu üreten gerçek veya tüzel kişilerin:

a) Su ve kanalizasyon hizmetlerinden faydalanmak için idareye başvurarak abone sözleşmesi yapmaları şarttır.

b) İdare tarafından başvurular incelenip, su ve kanal hizmetiyle ilgili abonelik tesis edilip edilemeyeceği yasal, idari ve teknik yönden incelenir. Yapılan inceleme sonunda bu hizmetlerin verilmesinde herhangi bir sakınca bulunmadığı tespit edilirse, başvuru sahibinden, yürürlükteki tarifesine göre, bu Yönetmelik uyarınca tahsili gereken bedeller tahsil edildikten sonra abonelik tesis edilir.

(2) Abonelik tesis edilen her yere bir abonelik esas numarası verilir. Abone değişikliği yapılsa bile abonelik numarası değiştirilmeksizin yeni kullanıcı ile abone sözleşmesi yapılır.

(3) Abone sözleşmesi, abone veya idare tarafından feshedilmedikçe aynı koşullarla devam eder.

“Sayaçlar” başlıklı 34. Maddesinde: “(1) Abonelerin tükettiği su veya ürettiği atıksu miktarı, standartlara uygun sistem, çap ve tiplerde, ayarlı ve damgalı sayaçlarla ölçülür…

(13) Yeni abone olan yerlere mekanik veya ön ödemeli/kartlı sayaç takılmasına karar vermeye Yönetim Kurulu yetkilidir. İdare, gerekli gördüğü hallerde abonenin mevcut mekanik/kartlı sayacını, kartlı/mekanik sayaçla değiştirmeye yetkilidir. Hangi durumlarda sayacın değişeceği ile sayaç bedelinin ve sayaç değiştirme bedelinin aboneden alınıp alınmayacağını Yönetim Kurulu belirler..” şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.

Yukarıda açıklanan yönetmelik hükümlerine baktığımızda; gerçek kişilerin konutlarında su kullanabilmeleri için idare ile abone sözleşmesi yapılması gerekmektedir. Bu sözleşmenin nasıl ve ne şekilde yapılacağı belirtilen yönetmelikte ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

28/11/2013 tarih ve 28835 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 07/11/2013 tarih ve 6502 sayılı "Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun"un 86. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 4822 sayılı Yasa ile değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun “ Amaç” başlıklı 1. Maddesinde; “ Bu Kanunun amacı, (...) kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.”

“ Kapsam” başlıklı 2.maddesinde; “ Bu Kanun, 1 inci maddede belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar.

“ Tüketici Mahkemeleri” başlıklı 23. Maddesinde (Değişik madde: 06/03/2003 - 4822 S.K./30. md.); “Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır…” hükümleri yer almakta iken söz konusu Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

28.11.2013 tarih ve 6502 sayılı “ Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı1. Maddesinde; “ (1) Bu Kanunun amacı; kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.”

“Kapsam” başlıklı 2. Maddesinde; “ Bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar.”

“Abonelik Sözleşmeleri” başlıklı 52. Maddesinde “ (1) Abonelik sözleşmesi, tüketicinin, belirli bir mal veya hizmeti sürekli veya düzenli aralıklarla edinmesini sağlayan sözleşmelerdir.… (7) Sözleşmenin zorunlu içeriği, tüketici ile satıcı ve sağlayıcının hak ve yükümlülükleri ile diğer uygulama usul ve esasları yönetmelikle belirlenir…”

“Tüketici Mahkemeleri” başlıklı 73. Maddesinde; “ Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir. “şeklinde düzenlemeler ile önceki 4077 sayılı Kanun’a göre daha ayrıntılı düzenlemelere yer vermekle birlikte uyuşmazlıkların çözümünün yine adli yargıda olduğu belirlenmiştir.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; taraflar arasında su kullanımı konusunda 1002016 abone kodu ile 78841-98 nolu abone numarası verilerek abonelik sözleşmesi yapıldığı, davacının 18.02.2013 tarihinde kartlı su sayacının mekanik su sayacı ile değiştirilmesini talep ettiği ve bu talebin davalı idare tarafından 20.02.2013 gün ve M.06.1.ABB.5.01.12.00.314.01.01.01.-7221-3446 sayılı yazı ile aralarında bulunan akit gereği kartlı sayacın kullanılması beyan ve kabul edildiği gerekçesiyle reddedilmesi üzerine; idari yargıda işlemin iptali için dava açıldığı anlaşılmıştır.

ASKİ, Anayasada belirtilen mahalli müşterek ihtiyaçları karşılamak amacı doğrultusunda belediyelerce yerine getirilen kamu hizmetleri arasında yer alan su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek üzere; büyükşehir beledi­yesine bağlı, müs­takil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz olarak kanunla kurulmuş bir kamu kurulu­şudur.

Böyle olmakla birlikte, bu kuruluşun kişilere sağladığı hizmete ilişkin iş­lemlerinin yargısal denetimini yapacak yargı düzenini belirleyebilmek için, işlemin özel hukuk ilişkilerinden veya kamusal yetkilerin kullanılmasından doğup doğma­dığına bakmak gerekir.

Su satışı işi, bir kamu hizmeti niteliğini taşımakta ise de; ASKİ bu hizmeti, yasanın belirlediği kâr oranından aşağı olmamak üzere kârlılık ve verimlilik ilkele­rine ve özel hukuk kurallarına göre yürütmek durumunda­dır. Abone ile ASKİ ara­sında yapılan abone sözleşmesi, daha çok tip söz­leşme görünümündedir. Hizmetten yararlanan kişinin, sözleşmeyi idareyle birlikte düzenlemesi yerine katılımı söz konusudur. Ancak bu durum, idare ile kişi arasında kurulan özel hukuk ilişkisini kamu hukuku ilişkisine dö­nüştürmez. Çünkü, birçok durumda hizmetin tekel nite­liği ve çok kişiye götürülme zorunluluğu, işin, çoğunlukla tip sözleşmeler yoluyla ve kişilerin katılımı ile gerçekleşebilmesini olanaklı kılmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi 18.2.1985 günlü, E:1984/9, K:1985/4 sa­yılı kararında, karayollarından, köprülerden alınan geçiş parası, su, elektrik, hava­gazı, demiryolları, hava yolları, kimi hastane ücretleri gibi, ekonomik koşullara göre oluşturulan ve tesislerin bakımını, idamesini ve yeni yatırımlar yapılmasını sağlamak için yapılan ödemeleri, belirli kamu hiz­metleri karşılığında kişilerden alınan, resim, harç ve benzeri mali yükümlü­lüklerden ayrı kabul etmiştir.

Tüm bu açıklamalara göre, ortada davacı ile davalı idare arasında yapılmış bir abone sözleşmesine dayalı olarak ortaya çıkan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre çözümlenesi gerekeceğinden, davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun kabulü ile, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ASKİ Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Ankara 13. İdare Mahkemesince reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ASKİ Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 03.07.2013 gün ve E:2013/559 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 03.03.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

4-ESAS NO : 2013/1809

KARAR NO : 2014/147

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R

Davacı : N.Y.

Vekili : Av. E.A.A.

Davalılar : 1-Çankaya Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. D.B.

2-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. U.E.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/380 Esas ve 2010/249 karar sayılı dosyası ile 23.03.1998 tarihli imar planı kapsamında Ankara ili, Çankaya İlçesi, Öveçler Mahallesi, 25693 ada da 188,95 m² lik yerin imar planında yolda kaldığı, bu parselin 23.03.1998 imar planı kapsamında 27804 ve çeşitli adalara ayrılmış ve gayrimenkulün bir kısmının da yolda kaldığını, bu kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 19.12.2011 tarih, 2010/6729 Esas ve 2011/7299 karar sayılı ilamı onanmış ve yine karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 26.11.2012 tarih, 2012/2445 Esas ve 2012/11143 Karar sayılı ilamıyla talep reddedilerek kesinleştiğini, söz konusu taşınmazın büyük bir kısmı imar çalışmaları sırasında davalı belediyeler tarafından kamulaştırma yapılmadan yola katıldığı, davacının 188,95 m² lik yerine davalı belediyeler tarafından kamulaştırmasız olarak el atıldığı ve bu haksız fiil karşısında herhangi bir bedel de ödenmediğini, davacının mağdur edildiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile, şimdilik 100,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde görev itirazında bulunmuştur.

Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde ve ön inceleme duruşmasında görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 16. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 29.05.2013 gün ve E:2013/70 sayı ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı açısından, 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/380 Esas ve 2010/249 karar sayılı dosyası ile 23.03.1998 tarihli imar planı kapsamında Ankara ili, Çankaya İlçesi, Öveçler Mahallesi, 25693 ada da 188,95 m² lik yerin imar planında yolda kaldığının tespit edildiğinden 188,95 m2lik kısmın mülkiyetinin davacı Nurettin Yiğit’e ait olduğunun tesbitine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 19.12.2011 tarih, 2010/6729 Esas ve 2011/7299 karar sayılı ilamı onanmış ve yine karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 26.11.2012 tarih, 2012/2445 Esas ve 2012/11143 Karar sayılı ilamıyla talep reddedilerek kesinleştiğini, söz konusu taşınmazın büyük bir kısmı imar çalışmaları sırasında davalı belediyeler tarafından kamulaştırma yapılmadan yola katıldığı, davacının 188,95 m² lik yerine davalı belediyeler tarafından kamulaştırmasız olarak el atıldığı ve bu haksız fiil karşısında herhangi bir bedel de ödemediğini, davacının mağdur edildiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile, şimdilik 100,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsili istemiyle açılmıştır.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; dosya arasında bulunan bilirkişi raporları arasında çelişki olduğundan, Mahkememiz tarafından Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesine 13.01.2014 tarihinde müzekkere yazılarak, imar planında yol olarak ayrılan dava konusu taşınmazın fiilen de yol olarak kullanılıp kullanılmadığı hususu sorulmuş; Mahkemesince bilirkişiden alınan 22.01.2014 tarihli ek bilirkişi raporunda “… dava konusu Ankara ili; Çankaya İlçesi, Öveçler Mahallesi, 27801 ada 2ve 3 parseller ile 27804 ada 1 parsel arasında kalan 1300. Sokağa ( 94. Sokak) tekabül eden alanın 188,95 m2 olduğu, fiili olarak zeminde yol olarak kullanıldığı…” belirlendiğinden, taşınmaza fiili el atıldığı anlaşılmıştır.

Belediyelerin 3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmazlardan bir tanesine fiilen el atılması karşısında, idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.

Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.

Bu durumda, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü, adli yargı yerinin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 03.03.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

5-ESAS NO : 2013/1828

KARAR NO : 2014/148

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Taşınmazın imar planında İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğince İSKİ tarafından belirlenen Büyükçekmece Gölü Kısa Mesafeli Koruma Alanında bırakıldığından bahisle açılan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R

Davacı : L.A.

Vekili : Av. A.G.

Davalılar : 1.Büyükçekmece Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. L.A.

2.İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. M.A.A.

Dahili Davalı : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : S.A.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin İstanbul İli, Büyükçekmece İlçesi, Çamaşırdere Mevkii 469 Ada 8 Parsel sayılı taşınmazın paylı maliki olduğunu, dava konusu taşınmazın imar planında “Büyükçekmece Gölü Kısa Mesafeli Koruma Alanı”nda kaldığını, dava konusu taşınmaza fiilen el atıldığını; davacının mülkiyet hakkının fiilen engellenmiş olduğunu ve bu nedenle zarar gördüğünü belirterek; fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,00 TL bedelin yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsili ile dava tarihindeki rayiç bedelinin tahsili karşılığı davacı adına olan hissenin iptali ile davalılar adına tesciline karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Büyükçekmece 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.05.2012 gün ve 2011/762 Esas, 2012/435 Karar sayılı kararı ile; Yargıtay 5.Hukuk Dairesi’nin 11.12.2007 tarih ve 2007/10903 Esas, 2007/14722 Karar sayılı ilamında ve benzer mahiyetteki emsal ilamlarında belirtildiği üzere, Büyükçekmece Baraj Gölü’nün kısa mesafeli koruma alanında kalan taşınmazlar yönünden, kamulaştırmasız el atmanın mevcudiyetinin kabul edilmediği, bu nedenle davacının, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü’ne karşı açtığı dava yönünden açılan davanın reddine, diğer davalı Büyükçekmece Belediye Başkanlığı yönünden ise; davacının hissedarı bulunduğu taşınmaza yönelik fiilen el koyma durumunun olmaması ve taşınmazın kullanımına kamu yararı gözetilerek bir takım sınırlamalar da getirtilmemesi nedenleri ile pasif husumet nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 5.Hukuk Dairesi; 31.01.2013 gün ve 2012/21818 Esas, 2013/1582 Karar sayılı ilamında özetle; dava konusu taşınmazın uygulama imar planında rekreasyon alanında kaldığını, kamulaştırma yetkisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na ait olduğunu belirterek; bu idarenin davaya dahil edilip sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden bahisle ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına hükmettiği anlaşılmıştır.

Yargıtay Bozma ilamına uyulmak sureti ile devam eden yargılama sonrasında; davalı Büyükçekmece Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesi ile; diğer dahili davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili ise dahiliyet dilekçesinin kendisine tebliğ edildiği 02.07.2013 tarihinden sonra yapılan mahkemenin 30.09.2013 tarihli 2. celsesindeki ( dahili davalı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı yönünden ilk celse) beyanında görev itirazında bulunmuşlardır.

Büyükçekmece 5.Asliye Hukuk Mahkemesi; 30.09.2013 gün ve 2013/329 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir.

Dahili Davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; davalı idarenin 2560 sayılı İSKİ Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ve bu Kanun uyarınca çıkarılan Yönetmelikle getirilen kısıtlamaları, 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; davacı tarafından, dava dilekçesinde, Yargıtay içtihatlarında mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların fiili el atma olmadan da kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri sürülmek suretiyle, İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği gereği imar planlarında su havzasında ve mutlak koruma alanında bırakılan, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği; davalı idarenin yazı ve savunma dilekçelerinden de, söz konusu taşınmazın anılan Yönetmelik gereği su havzası ve mutlak koruma alanında bulunduğunun anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yönetmelik gereği su havzasında kabul edilip, mutlak koruma alanına alınması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2010 günlü kararında mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı; ancak; bu sonuç ya da sonuçların, yukarıda da söylenildiği üzere, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği gereği su havzasında kabul edilip, mutlak koruma alanına alınması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaları içeren idari işlemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin gereği olduğunu; bu bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken imkan bulunmadığı; dolayısıyla; davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı bakımından, 10. maddede öngörülen biçimde, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/329 Esas sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize gelmekle, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava dosyasında davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması istemli dilekçesinin 2477 sayılı Kanun’un 12. Maddesi gereğince davacı vekiline tebliğ edilip edilmediği ile ilgili olarak 16.12.2013 tarihinde mahkemesine müzekkere yazılmış olup, Büyükçekmece 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.01.2014 tarihli cevabi yazısında davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmasına ilişkin dilekçesinin sehven davacı vekiline tebliğ edilmediği, dosyanın 09.12.2013 tarihinde HMK 114/1-b ve 115 maddeleri gereğince yargı yolu dava şartı noksanlığı nedeniyle reddine karar verdiği husus belirtilmiş, dolayısıyla ilgili dosyada davanın görevsizlik nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup, buna göre;

‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının sözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü yer almaktadır.

Anılan yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte olup, buna göre;

‘’Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir.

Bu yargı mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş sayılır.

Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.

Bir davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü yer almaktadır.

Yasanın 13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;

‘’Uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç bir yargı merciine başvurulamaz.

Uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam,dilekçe ve eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.

Bu yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurduğunu ilgili yargı merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın 18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır. Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup,bu bağlamda, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunun ilgili yargı merciine bildirilmesi üzerine, her ne kadar yargı merciinden davaya bakmasının ertelenmesi istenemese de, yargı merciinin bu durumu gözeterek görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.

Dosya kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay Başsavcılığı’nca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı, bu durumun 12.11.2013 gün, 2013/1548 sayılı yazı ile yargı merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 09.12.2013 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla; her ne kadar, Büyükçekmece 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru neticesinde Danıştay Başsavcılığı’nca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının hissedarı olduğu taşınmaza, imar planında “Büyükçekmece Gölü Kısa Mesafeli Koruma Alanı”nda kaldığı belirtilmek suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın imar planında “Büyükçekmece Gölü Kısa Mesafeli Koruma Alanı” nda kalan kısmı bakımından fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,00 TL bedelin yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsili ile dava tarihindeki rayiç bedelinin tahsili karşılığı davacı adına olan hissenin iptali ile davalılar adına tescili istemiyle açılmıştır.

Mahkememizce, Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne müzekkere yazılarak, dava konusu alanda keşif yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise raporun ibraz edilip edilmediği sorulmuş, Mahkememize gönderilen 14.01.2014 tarihli yazı cevabında, dava konusu taşınmazda keşif yapıldığı ve rapor alındığı bildirilmiş, alınan raporun bir örneğinin yazı cevabına eklendiği görülmüştür. Fen bilirkişisi Vural Çelik’e ait raporda yapılan inceleme neticesinde, dava konusu alana fiilen el atılıp atılmadığı ile ilgili bir tespitte bulunulmadığı görülmüş ancak, rapora ekli fotoğraftan, dava konusu taşınmaza fiilen el atılmadığı anlaşılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;

Aynı Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir dE.dan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Dava dosyasında bulunan, davalı Büyükçekmece Belediye Başkanlığı’nca gönderilen 01.11.2011 gün ve 400035 sayılı yazı cevabında, dava konusu parselle ilgili olarak herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığını, 10.11.2011 gün ve 401479 sayılı yazı cevabında da dava konusu parselin Büyükçekmece Göl Havzası İmar Planında; kısa mesafeli koruma alanında kaldığı, rekreasyon alanı olarak ayrıldığı tespit edilmiştir.

Olayda, davacı vekili tarafından, dava dilekçesinde, İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği gereği imar planlarında, Büyükçekmece Gölü kısa mesafeli koruma alanında bırakılarak, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan davacının hisseli maliki olduğu taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği; mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak, bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Yönetmelik ve imar planlarından başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin Yönetmelik gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Belirtilen duruma göre, davaya konu taşınmazın İSKİ İçme Suyu Havzaları Koruma ve Kontrol Yönetmeliği gereğince ve bu yönetmeliğe uygun olarak belediyece düzenlenen imar planlarında kısa mesafeli koruma alanında kalmakta olup, rekreasyon alanı olarak ayrıldığı, taşınmaza davalı idarelerce fiilen el atılmadığı anlaşılmakla, Yönetmelik, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile dahili davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın tazminata ilişkin kısım yönünden kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, dahili davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.09.2013 gün ve 2013/329 Esas sayılı KARARININ TAZMİNATA İLİŞKİN KISIM YÖNÜNDEN KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

6-ESAS NO : 2013/1835

KARAR NO : 2014/149

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmakta iken Y.A.Ş. kararı ile 04.12.2000 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen ve 6191 sayılı Kanunla 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32. madde uyarınca Milli Savunma Bakanlığı'na yapılan başvurusu kabul edilen davacı tarafından, T.S.K. ile ilişiğinin kesildiği tarihten, geçici 32. maddeden yararlanmasına karar verildiği 28.06.2011 tarihe kadar olan süreye ilişkin maaş ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi, ayrıca manevi zararlarının da tazmin edilmesi için yapılan başvurunun yanıt verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R

Davacı : Y.S.

Davalı : Milli Savunma Bakanlığı

Vekili : Av. G.E.

O L A Y : Davacı dilekçesinde; Türk Silahlı Kuvvetlerinde Yüzbaşı olarak görev yapmakta iken mahkeme kararı olmaksızın, 04.12.2000 tarihinde Yüksek Askeri Şura kararı ile ilişiğinin kesildiğini; 6191 sayılı Kanun ile 926 sayılı Kanuna eklenen geçici 32. madde gereğince 05.11.2011 tarihinde İstanbul Valiliğinde Araştırmacı unvanlı olarak göreve başladığını; YAŞ kararı ile T.S.K ‘ den ilişiğinin kesildiği 04.12.2000 tarihi ile geçici 32. madde hükümlerinden yararlanacağına ilişkin Davalı Bakanlığın vermiş olduğu kararın tarihi olan 28.06.2011 tarihleri arasındaki, geçmişe dönük net maaşlarının ve diğer özlük haklarının maddi tazminat olarak ödenmesi ve ayrıca manevi zararlarının tazmini istemiyle yaptığı 20.03.2012 tarihli başvurusuna 60 gün içinde cevap verilmediğini, isteminin zımnen reddedildiğini; Geçici 32’inci madde ile, 12.3.1971 tarihinden itibaren yargı denetimine kapalı işlemler ve Yüksek Askeri Şura kararları ile TSK.dan ilişiği kesilenlerin 60 gün içinde bu kanundan yararlanmak üzere MSB’lığına başvurabileceklerinin belirtildiğini; söz konusu Kanunun 10. maddesinin 7/ç bendiyle 926 sayılı Kanuna eklenen 32. maddesine göre, başvurunun kabulü halinde yapılacak işlemlerin tek tek belirtildiğini, başvurunun reddi halinde ise; “ başvurunun reddi halinde, bu ret işlemlerine karşı ilgililer 60 gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler” hükmünün getirildiğini; idarenin bu haklı talebini reddetmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına, Anayasanın 40’ncı maddesinde yer alan “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.” Hükmüne aykırı olduğunu; hakkında uygulanan idari işlemin hukuka uygunluk denetimini yaptırmaya yönelik tüm müracaatlarının mevzuattaki vesayet hükümleri nedeniyle neticesiz kaldığını; hakkında tesis edilen işlemin hukuka uygun olup olmadığının denetlenerek, bir yargı kararına bağlanmamış olmasında kendisinin kişisel bir kusurunun bulunmadığını; Anayasa hükmünün, maddi ve manevi zararlarının devletçe ödenmesini gerektirdiğini; T.S.K.dan ilişiğinin kesildiği 04.12.2000 tarihinden, hakkında idarece verilen kararın tarihi olan 28.6.2011 tarihine kadar mahrum kaldığı maaşları ve sair diğer özlük haklarının, maddi zararını oluşturduğunu; haksız, mesnetsiz ve de yargı denetimi olmadan ordu ile ilişiğinin kesilmesinin de, kendisinde ve aile efradında onarılmaz yaralara sebebiyet verdiğini, bu nedenlerle oluşan manevi zararının da davalı idarece tazmininin gerektiğini ifade ederek; davalı idarenin zımnen reddettiği işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili, birinci savunma dilekçesinde, davada askeri idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

İSTANBUL 10.İDARE MAHKEMESİ; 30.9.2013 gün ve E:2012/1228 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; idari dava türlerinin, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; 22.03.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6191 sayılı Kanunun 10'uncu maddesi ile 926 sayılı Kanuna Geçici 32'nci madde eklendiği; bu suretle 12.3.1971 tarihinden itibaren yargı denetimine kapalı işlemler ve Yüksek Askeri Şura kararları ile TSK'dan ilişiği kesilenlerin 60 gün içinde bu Kanundan yararlanmak üzere, MSB'lığına başvurabileceklerinin belirtildiği; söz konusu kanunun 10'uncu maddesinin 7/ç bendiyle 926 sayılı Kanuna eklenen 32'nci maddesine göre, başvurunun kabulü halinde yapılacak işlemlerin tek tek belirtilmiş olduğu, başvurunun reddi halinde ise; "Başvurunun reddi halinde, bu ret işlemine karşı ilgililer 60 gün içinde Askeri Yüksek idare Mahkemesinde dava açabilirler" hükmünün getirildiği; dolayısıyla başvuruların reddi halinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yetkili kılındığı; Kanun koyucunun bu şekilde 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununda belirlenmemiş olmasına rağmen, başvuruların reddi halinde yüksek mahkemeyi yetkili kıldığı ve uyuşmazlıkları çözüme kavuşturduğu; başvuruların kabulü halinde ise Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yetkili olduğuna dair bir hüküm getirmeyerek, doğacak uyuşmazlıkların yetkili ve uzman mahkemelerce görülmesini amaçlamış olduğu; davaya hangi yargı düzenindeki ve hangi yargı yeri tarafından bakılacağı ile ilgili görev hususu, kamu düzenine ilişkin olduğundan, öncelikle üzerinde durulmasının gerektiği; Anayasanın 142'nci maddesinde yargı yerlerinin görev ve yetkilerinin yasa ile belirlenmesi kuralının getirilmiş olduğu; bu bağlamda, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunun 20'nci maddesinin; "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösteriler, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz" hükmünü taşıdığı; bu maddeden de anlaşılacağı üzere, bir işlemin/eylemin Askeri Yüksek idare Mahkemesinin görev alanına girebilmesi için asker kişileri ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin olmasının gerektiği; somut olayda davacının belirtilen tarihlerde asker kişi olmadığı gibi, idare tarafından davacı hakkında düzenlenen askeri hizmete ilişkin bir idari işlem veya eylemin de bulunmadığı; Kanunun bu iki şartın birlikle gerçekleşmesini istediği, kaldı ki Geçici 32'nci maddenin de yalnızca başvurunun reddi halinde AYİM'de dava açılabileceği düzenlenmiş olduğu; yukarıda açıklanan gerekçelerle; Geçici 32'nci madde kapsamında yapılan başvuruların idarece kabulü halinde, Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklarda Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Mahkemenin görevlilik kararı davalı idareye 24.10.2013 tarihinde tebliğ edilmiş; Davalı idare vekilince, 25.10.2013 tarihli olup, 31.10.2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçe ile; askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle, doğrudan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığına başvuruda bulunulmuştur.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; davanın, TSK.dan ilişiğinin kesildiği 04.12.2000 tarihi ile 926 sayılı Kanunun Geçici 32. Maddesinden yararlanacağına karar verildiği 28.06.2011 tarihi arasında yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi istemiyle açıldığı; Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanı, Anayasanın 157. maddesindeki düzenlemeye paralel olarak, 1602 sayılı AYİM Kanununun 20. maddesinde; “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile sivil memurlardır.” şeklinde ve 21.maddesinde de; “20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır.” şeklinde düzenlenmiş bulunduğu; davacının, TSK.dan ilişiği kesilmiş olsa da 1602 sayılı Kanunun 20/2. maddesine göre asker kişi sıfatını taşıdığı; davanın sebebini teşkil eden TSK.dan ayırma işleminin, askeri hizmete ilişkin bir idari işlem olduğunda da tereddüt bulunmadığı; dolayısıyla Anayasanın 157, 1602 sayılı Kanunun 20 ve 21. maddelerine göre, mevzu davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanı içerisinde olduğunun anlaşıldığı; yukarıda zikredilen göreve ilişkin genel düzenlemeler yanında, 926 sayılı Kanunun Geçici 32. Maddesinde “bu maddeden yararlanmak için yapılan başvuruların reddi halinde ret işlemine karşı ilgililerce Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açılabileceğinin” belirtilmiş olmasının da, mevzu davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanı içerisinde olduğunu açıkça ortaya koyduğu; 22 Mart 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununun 10 uncu maddesinin 7/ç bendi ile 926 sayılı TSK Personel Kanununa eklenen Geçici 32 nci maddesinin (ı) bendi ile YAŞ Kararı ile atılanların, özlük haklarının iadesi talebinin MSB.’nca reddi halinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açılabileceği hükmünün yer aldığı; diğer taraftan davacının, aynı konuda Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açmış olduğu ve kesin hüküm teşkil eden davanın, AYİM 1 inci Dairesinin 23 Aralık 2010 tarih ve 2010/2137 Esas, 2010/1777 Karar sayılı kararıyla reddedildiği, keza Karar Düzeltme isteminin de AYİM 1 inci Dairesinin 05 Nisan 2011 tarih ve 2011/675 Esas, 2011/781 Karar sayılı kararı ile reddedilmiş olduğu; bu davalarda görev itirazında bulunulmadığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 10, 12 ve 13. maddeleri gereğince OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI ÇIKARILARAK, uyuşmazlığın çözümü için DOSYANIN UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİ ile durumun İstanbul 10. İdare Mahkemesi Başkanlığına bildirilmesine karar vermiş ve Mahkememize başvurmuştur.

İstenilmesi üzerine, İstanbul 10.İdare Mahkemesinin E:2012/1228 sayılı dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; T.C. Anayasasının 157'inci maddesine göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 20'inci maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti Adına; asker olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, askeri kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olma şartı aranmaz. Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır." hükmüne yer verildiği; 926 sayılı 22.03.2011 tarih ve 27882 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununun 10. maddesinin 7. fıkrası (ç) bendi ile 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32. madde ile 12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vE.tları hâlinde hak sahiplerine, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvuranlardan başvuruları kabul edilenlere bir takım haklar sağlanmış, başvurunun reddi hâlinde ise, bu ret işlemine karşı ilgililerin altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabileceklerinin hüküm altına alınmış olduğu; bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, Anayasanın ve 1602 sayılı Yasanın anılan maddelerinde, askeri kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetiminin Askeri Yüksek İdare Mahkemesince yapılacağı hüküm altına alınarak genel düzenleme yapılmış ise de, 926 sayılı Yasaya eklenen geçici 32. maddede, bu maddeden yararlanmak isteyenlerin başvurularının reddi durumunda ret işlemlerine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açacakları kurala bağlanarak özel bir düzenleme yapıldığından, anılan yasa maddesinden doğan uyuşmazlıklarda tesis edilen idari işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına bakılmaksızın yargısal denetiminin idari yargı yerlerinde değil Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmakta olduğu; dosyanın incelenmesinden, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Yüzbaşı rütbesinde görev yapmakta iken, Y.A.Ş. kararı ile 04.12.2000 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen ve 6191 sayılı Kanunla 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32. madde uyarınca getirilen haklardan yararlanmak için Milli Savunma Bakanlığı'na yaptığı başvurusu kabul edilen davacı tarafından, anılan geçici madde uyarınca T.S.K. ile ilişiğinin kesildiği 04.12.2000 tarihinden, Milli Savunma Bakanlığı'nca 926 sayılı Yasanın geçici 32. maddesinden yararlanmasına karar verildiği tarih olan 28.06.2011 tarihine kadar olan süreye ilişkin maaş ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi; ayrıca manevi zararlarının da tazmin edilmesi için yapılan başvurunun yanıt verilmemek suretiyle zımnen reddedilmesi üzerine, söz konusu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; 926 sayılı Yasanın geçici 32. maddesinin incelenmesinden, bu madde ile getirilen haklardan yararlanmak isteyen ilgililerin yaptıkları başvurunun veya başvurunun kabulünden sonraki aşamalarda yine aynı yasa maddesine dayanılarak yapacakları başvuruların reddi halinde doğacak uyuşmazlıkların görüm ve çözümünün Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevi kapsamında olduğunun kabulünün gerektiği; bu durumda, davacının 926 sayılı Yasanın geçici 32. maddesinden bahisle T.S.K. ile ilişiğinin kesildiği 04.12.2000 tarihinden, Milli Savunma Bakanlığı'nca 926 sayılı Yasanın geçici 32. maddesinden yararlanmasına karar verildiği tarih olan 26.2011 tarihleri arasında geçmişe dönük maaş ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi; ayrıca manevi zararlarının da tazmin edilmesi için yaptığı başvurunun yanıt verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevinde bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasa'nın 13. maddesi uyarınca, yapılan başvurunun kabulünün uygun olacağı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: AYİM Başsavcısının Başvuru kararı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içerisinde; ancak doğrudan Başsavcılığa başvurulması üzerine; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

2247 sayılı Yasa’nın “Olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma” başlıklı 10.maddesinde; “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.”hükmüne;

“Yargı merciince yapılacak işlemler” başlıklı 12.maddesinde;

“Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir.

Bu yargı mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş sayılır.

(Değişik üçüncü fıkra: 23/7/2008 – 5791/4 md.) Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.

Bir davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.” hükmüne;

“Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makamca yapılacak işlemler” başlıklı 13.maddesinde ise;

“(Değişik birinci cümle: 23/7/2008 – 5791/5 md.) Uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin reddine karar verir. Bu karar, ilgili kişilere veya makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç bir yargı merciine başvurulamaz.

Uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. (Ek cümle: 23/7/2008 – 5791/5 md.) Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakır.

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, düşünce yazısıyla eklerini, görevsizlik itirazını reddeden yargı merciine göre ilgili bulunan Başsavcı veya Başkanunsözcüsüne tebliğ edebilir. Tebliği alan makam karşılık vermek isterse, yedi gün içinde yazılı karşılığını vermekle görevlidir.”hükmüne yer verilmiştir.

Anılan hükümlerin incelenmesinden; görev itirazında bulunan kişi veya makamın, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine vereceği; bu yargı merciin de, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ edeceği; tebligat yapılan tarafın, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmemesi halinde, cevap vermekten vazgeçmiş sayılacağı; yargı merciinin, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama göndereceği; uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makamın, incelemelerini yaptıktan sonra; uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda, dilekçe ve eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollayacağı ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildireceği; bu takdirde ilgili yargı merciinin, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakacağı anlaşılmaktadır.

Yasal durum bu şekilde olmasına karşın; davalı İdare vekilince, görevlilik kararından sonra İdare Mahkemesi yerine, doğrudan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığına başvuruda bulunulduğu; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca da; başvuru dilekçesi Mahkemesine gönderilerek, Yasada öngörülen usulü işlemlerin tekemmülünün sağlanması gerekirken; doğrudan olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu anlaşılmıştır.

Dosya kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda yapılan değerlendirmede, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymasa da sonuçta, davalı İdarece olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması amacıyla süresi içerisinde başvuruda bulunulduğu; AYİM Başsavcılığınca da, 10.maddeye göre olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği; görev hususunun kamu düzeninden sayılması ve yargılamanın süresinde ve ekonomik olması yolundaki genel ilke ve kabuller de gözetildiğinde; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığının başvurusunun kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Usule ilişkin başka bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Mehmet ALP’in davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Yüzbaşı rütbesinde görev yapmakta iken Y.A.Ş. kararı ile 04.12.2000 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen ve 6191 sayılı Kanunla 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32. madde uyarınca Milli Savunma Bakanlığı'na yapılan başvurusu kabul edilen davacı tarafından, T.S.K. ile ilişiğinin kesildiği 04.12.2000 tarihinden Milli Savunma Bakanlığı'nca 926 sayılı Yasanın geçici 32. maddesinden yararlanmasına karar verildiği tarih olan 28.06.2011 tarihine kadar olan süreye ilişkin maaş ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi, ayrıca manevi zararlarının da tazmin edilmesi için yapılan başvurunun yanıt verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının Türk Silahlı Kuvvetlerinden geçmiş kabul edilen hizmeti bakımından, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği açıktır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

22.3.2011 tarih ve 27882 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32. maddede; “12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vE.tları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.

Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.

Başvurunun kabulü hâlinde aşağıdaki hükümler uygulanır:

a) Bu kişilerin ilişiklerinin kesildiği tarihten bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süreleri Türk Silahlı Kuvvetlerinde geçmiş kabul edilir. Bu süreler karşılığında 5434 sayılı Kanunun mülga 32 nci maddesi ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 40 ıncı maddesi uyarınca fiili hizmet süresi zammı ve 5434 sayılı Kanunun mülga 36 ncı ve mülga 37 nci maddeleri ile 5510 sayılı Kanunun 49 uncu maddesi hükümleri dikkate alınarak itibari hizmet süresi zammı verilir. Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesildiği tarih ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönem içinde uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak sigorta primi ödenmemiş veya emekli keseneği yatırılmamış olan sürelerine ilişkin kesenek ve kurum karşılıkları ile fiili hizmet süresi zammı ve itibari hizmet süresine ait kurum karşılıkları, statülerine göre Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesildiği tarihten aynı neşetli emsali subay (general olanlar hariç) veya astsubayın (subay olanlar hariç) sınıf, rütbe ve kıdemi üzerinden Milli Savunma Bakanlığına müracaat ettikleri tarihteki katsayı esas alınmak suretiyle ilgili Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığınca hesaplanarak Sosyal Güvenlik Kurumuna defaten ödenir. Bu fıkranın (c) bendinin (2) numaralı alt bendi ile (ç) bendine göre araştırmacı kadrolarına atananlar için bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih ile göreve başlama tarihleri arasındaki süreye ilişkin kesenek ve kurum karşılıkları ile fiili hizmet süresi zammı ve itibari hizmet süresine ait kurum karşılıkları, emeklilik keseneğine esas aylık derece ve kademeleri ile ek gösterge rakamları ilgili Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığınca tespit edilir ve göreve başladığı kamu kurum ve kuruluşları tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna defaten ödenir.

b) Bu kişilerden statüsüne göre aynı neşetli emsali subay (general olanlar hariç) veya astsubayın (subay olanlar hariç) tamamı emekli olanların kendilerine, bunlardan vE.t etmiş olanların hak sahiplerine, statüsüne göre aynı neşetli en son emekli olan emsali subay (general olanlar hariç) veya astsubayın (subay olanlar hariç) emekli olduğu tarihteki sınıf, rütbe ve kıdemi üzerinden, 5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri dâhil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılmış olan toptan ödeme tutarlarının toptan ödeme aldıkları tarihte bıraktıkları derece, kademe ve ek gösterge tutarları dikkate alınmak suretiyle Milli Savunma Bakanlığına başvuruda bulundukları tarihteki katsayı ve emekli keseneğine esas aylığın hesabına ait diğer unsurlar üzerinden ve faizsiz hesaplanarak bulunan tutar, kendileri veya hak sahiplerine ödenecek emekli ikramiyesinden mahsup edilir. Emekli ikramiyesinin ihya tutarını karşılamaması hâlinde eksik kalan tutar kırksekiz eşit taksit hâlinde aylıklarından tahsil edilmek ve mülga 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi hükmü uygulanmaksızın 5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri dâhil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre aylık bağlanması şartlarını haiz olanlara Milli Savunma Bakanı tarafından verilen karar tarihini takip eden ay başından itibaren, aylık bağlanması şartlarını haiz olmayanlara ise bu şartları haiz oldukları tarihten itibaren emekli veya dul ve yetim aylığı bağlanır. Bunlara Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiklerinin kesildiği tarih ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen sürelerine karşılık emekli ikramiyesi ödenir. Ancak bunlardan, daha önceden herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan aylık veya gelir alanlara, yüksek olan aylık veya gelir bağlanır.

c) Statüsüne göre aynı neşetli emsali subay (general olanlar hariç) veya astsubayın (subay olanlar hariç) tamamı emekli olmayanlardan;

1) İsteyenlere veya vE.t etmiş olanların hak sahiplerine, statüsüne göre aynı neşetli emsali subay veya astsubayın sınıf, rütbe ve kıdemi üzerinden, 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılmış olan toptan ödeme tutarlarının toptan ödeme aldıkları tarihte bıraktıkları derece, kademe ve ek gösterge tutarları dikkate alınmak suretiyle Milli Savunma Bakanlığına başvuruda bulundukları tarihteki katsayı ve emekli keseneğine esas aylığın hesabına ait diğer unsurlar üzerinden ve faizsiz hesaplanarak bulunan tutar, kendileri veya hak sahiplerine ödenecek emekli ikramiyesinden mahsup edilir. Emekli ikramiyesinin ihya tutarını karşılamaması hâlinde eksik kalan tutar kırksekiz eşit taksit hâlinde aylıklarından tahsil edilmek ve mülga 2829 sayılı Kanunun 8 inci maddesi hükmü uygulanmaksızın 5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri dâhil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre aylık bağlanması şartlarını haiz olanlara Milli Savunma Bakanı tarafından verilen karar tarihini takip eden ay başından itibaren, aylık bağlanması şartlarını haiz olmayanlara ise bu şartları haiz oldukları tarihten itibaren emekli veya dul ve yetim aylığı bağlanır. Bunlara Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiklerinin kesildiği tarih ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen sürelerine karşılık emekli ikramiyesi ödenir. Ancak bunlardan, daha önceden herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan aylık veya gelir alanlara, yüksek olan aylık veya gelir bağlanır.

2) İsteyenler, 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesindeki genel şartları taşımaları kaydıyla, kamu kurum ve kuruluşlarının araştırmacı unvanlı kadrolarına atanmak üzere Milli Savunma Bakanlığı tarafından mali ve sosyal haklarına esas olacak derece, kademe ve rütbeleri belirtilmek suretiyle Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Anılan Başkanlık tarafından kırkbeş gün içinde kamu kurum ve kuruluşlarına bunların atamaları teklif edilir. Söz konusu teklife ilişkin yazının atamayı yapacak kamu kurum ve kuruluşuna intikalinden itibaren otuz gün içinde ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından atama işlemlerinin yapılması zorunludur. Atama emri ilgiliye atamayı yapan kamu kurum ve kuruluşu tarafından 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. İlgililerin işe başlama sürelerine ve işe başlamama hâlinde yapılacak işlemlere ilişkin olarak 657 sayılı Kanunun 62 nci ve 63 üncü maddelerinin hükümlerinin uygulanmasından atamayı yapan kamu kurum ve kuruluşu sorumludur. Kamu kurum ve kuruluşları atama ve göreve başlatma işlemlerinin sonucunu en geç onbeş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirir. Bunlara statüsüne göre bu Kanun hükümleri uyarınca karargâhta görevli emsali sınıf, rütbe ve kıdemdeki subay veya astsubaya ödenmekte olan aylık ve diğer mali haklar (tayın bedeli ve fiilen çalışma karşılığı yapılan ödemeler hariç) ödenir. Aylıklar, emsalleri esas alınarak her yıl kademe ilerlemesi, her üç yılda bir derece yükselmesi işlemine tabi tutulur. Bu şekilde yükseltilen aylıklarda, azami rütbe tavanı subaylarda kıdemli albay, astsubaylarda iki kademeli kıdemli başçavuştur. Bunlar bu fıkranın (b) bendi veya (c) bendinin (1) numaralı alt bendi hükümleri çerçevesinde emekliye ayrılabilirler.

ç) Statüsüne göre emsalleri emeklilik hakkı kazanamamış olanlardan isteyenler hakkında da üçüncü fıkranın (c) bendinin (2) numaralı alt bendi hükümleri uygulanır. Üçüncü fıkranın (b) ve (c) bentleri kapsamında ihya talebinde bulunanlardan, bu bentlerin hükümlerine göre yapmış olduğu ihya ile birlikte emekli aylığı bağlanmasına yeterli hizmetlerinin olmaması durumunda, ihya tutarları tebliğ tarihinden itibaren kırksekiz eşit taksit hâlinde Sosyal Güvenlik Kurumuna ödenir.

d) Bu fıkranın (c) ve (ç) bentleri kapsamında olanlardan hâlen herhangi bir kamu kurum ve kuruluşunda çalışanlardan isteyenler, bu madde uyarınca ihdas edilen araştırmacı kadrosuna kurumlarınca atanırlar ve bunlara statüsüne göre bu Kanun hükümleri uyarınca karargâhta görevli emsali sınıf, rütbe ve kıdemdeki subay veya astsubaya ödenmekte olan aylık ve diğer mali haklar (tayın bedeli ve fiilen çalışma karşılığı yapılan ödemeler hariç) ödenir. Aylıklar, emsalleri esas alınarak her yıl kademe ilerlemesi, her üç yılda bir derece yükselmesi işlemine tabi tutulur. Bu şekilde yükseltilen aylıklarda, azami rütbe tavanı subaylarda kıdemli albay, astsubaylarda iki kademeli kıdemli başçavuştur. Bunlar bu fıkranın (b) bendi veya (c) bendinin (1) numaralı alt bendi hükümleri çerçevesinde emekliye ayrılabilirler. Kamu kurum ve kuruluşları bu durumdaki personele ilişkin bilgileri bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirirler.

e) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, ilgili mevzuatına göre her ne suretle olursa olsun evvelce iş sonu tazminatı veya bu mahiyette olmakla birlikte başka bir adla tazminat ödenen süreler ile kıdem tazminatı ya da emekli ikramiyesi ödenmiş olan süreler, bu madde uyarınca yapılacak emekli ikramiyesi ödemesinde esas alınacak sürelerden mahsup edilir.

f) Bu madde gereği yapılacak her türlü ödemelerle ilgili zamanaşımı süresi, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işlemeye başlar.

g) Bu kişilerin varsa öğrenim giderleri borcu tahsil edilmez.

ğ) Bu kişilere, ilişiklerinin kesildiği tarihteki rütbe ve kıdemleri üzerinden emekli kimlik kartı verilir ve bu kişiler emekli Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına tanınan sosyal haklardan genel hükümlere göre yararlanırlar. Ayrıca bu kişilere, emsali subay ve astsubaylar gibi silah, silah taşıma ruhsatı ve pasaport verilir.

h) Bu kişiler, emsallerinin ödemiş olduğu aidat ve aidatlara isabet eden kâr paylarını güncel tutarlar üzerinden ödemek şartıyla OYAK üyeliğinden doğan haklardan, intibaklarının yapıldığı rütbe ve kıdem üzerinden aynı şartlar altında yararlanır.

ı) Bu kişilerin sicil dosyalarında yer alan, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas tüm bilgi ve belgeler, herhangi bir müracaat aranmaksızın hükümsüz sayılarak dosyalarından çıkarılır ve herhangi bir işleme esas alınmazlar.

Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.

Bu madde uyarınca yapılacak atamalarda kullanılmak üzere, genel idare hizmetleri sınıfından 5 inci dereceli ikibin adet araştırmacı kadrosu ihdas edilmiştir. Bu kadroları derece değişikliği yapmak suretiyle kamu kurum ve kuruluşlarına tahsis etmeye, Devlet Personel Başkanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkilidir. Tahsis edilen kadrolar, Bakanlar Kurulu kararında belirtilen kurumlara ait 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerin ilgili bölümüne eklenmiş sayılır. (Ek cümle: 22/8/2011-KHK-651/13 md. ) 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında yer almayan kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan isteyenlerin kurumlarınca atanması durumunda ise kurumun statüsüne uygun olarak atama yapılan sayı kadar araştırmacı unvanlı kadro başka bir işleme gerek kalmaksızın kurumun kadrolarına eklenir. İhdas edilen bu kadrolardan kullanılmayanlar ile herhangi bir nedenle boşalanlar, başka bir işlem yapılmasına gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. Buna ilişkin bilgiler ilgili kurumlarca Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; subay olarak görev yapan davacının, Yüksek Askeri Şura kararı ile 4.12.2000 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiği, 22.03.2011 tarih ve 27882 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32. madde uyarınca yaptığı başvurusu, davalı İdarece 28.6.2011 tarihinde kabul edilerek, 5.11.2011 tarihinde İstanbul Valiliği emrinde araştırmacı olarak göreve başladığı; , anılan geçici madde uyarınca T.S.K. ile ilişiğinin kesildiği 4.12.2000 tarihinden, Milli Savunma Bakanlığı'nca 926 sayılı Yasanın geçici 32. maddesinden yararlanmasına karar verildiği tarih olan 28.06.2011 tarihine kadar olan süreye ilişkin maaş ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi; ayrıca manevi zararlarının da tazmin edilmesi için yaptığı başvurunun yanıt verilmemek suretiyle zımnen reddedilmesi üzerine, söz konusu işlemin iptali istemiyle bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığa ilişkin mevzuat hükümleri ile somut olay ile birlikte irdelendiğinde, 926 sayılı Kanuna eklenen geçici 32. maddeden yararlanarak araştırmacı unvanıyla kamu görevine geri dönen davacının, TSK.dan ilişiğinin kesildiği tarih ile Geçici 32. maddeden yararlanacağına karar verildiği tarihler arasında yoksun kaldığı özlük haklarının ödenmesini talep ettiği; 926 sayılı Kanunun geçici 32. maddesi kapsamında ilgililerin yaptığı başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabileceği hükmüne yer verildiği; her ne kadar davacının ilk talebi kabul edilerek kendisi hakkında işlem tesis edilmiş ise de; davacının, dava konusunu da oluşturan yeni talebinin de, önceki başvurusundan bağımsız olarak düşünülemeyeceği; davacının TSK’dan ilişiğinin kesildiği tarihlere ilişkin özlük haklarının karşılanıp karşılanmayacağı hususunda işlem tesis edilirken, ya da bu işlemin yargısal denetimi sırasında askeri kural ve gerekler yönünden bir değerlendirme yapılmasının gerekeceği, bu açıdan dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğu; kaldı ki, Yasa koyucu tarafından, 926 sayılı Yasaya eklenen geçici 32. madde ile özel bir düzenleme yapıldığı, bu düzenleme ile, anılan yasa maddesinden doğan uyuşmazlıkların yargısal denetiminin genel idari yargı yerlerinde değil öncelikle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesi gerektiğinin amaçlandığı, sonucuna ulaşılmaktadır.

Belirtilen duruma göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasanın 20. maddelerinde öngörülen “asker kişiyi ilgilendirme” ve “askeri hizmete ilişkin bulunma” koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde askeri idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasa’nın 10.12. ve 13. maddelerine göre yapılan başvurunun kabulü ile İstanbul 10.İdare Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 10.İdare Mahkemesinin 30.9.2013 gün ve E:2012/1228 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

7-ESAS NO : 2013/1842

KARAR NO : 2014/150

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta iken, 2547 sayılı Yasanın 35. maddesi uyarınca başka bir üniversitede görevlendirilen ve taahhütname ve kefaletname imzalayan davacı tarafından, mecburi hizmet yükümlüsü olmadığının tespiti ve kefalet senedinin iade edilmesi isteminin reddine ilişkin Rektörlük işleminin iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.K.A.

Vekili : Av. M.A.

Davalı : Erzurum Teknik Üniversitesi Rektörlüğü

Vekili : Av. F.S.

O L A Y : Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde araştırma görevlisi iken, 2547 sayılı kanunun 35. maddesi uyarınca doktora eğitimi yapmak üzere Hacettepe Üniversite’ne görevlendirilen; doktora eğitimini bitirdikten sonra YÖK tarafından kadro naklinin yapılması ve Yükseköğretim Kurulu’nun kararı ile Erzurum Teknik Üniversite’ne devredilen hizmet yükümlülüğü ile göreve başlayan davacı; doktora eğitimine başladıktan sonra; idareye karşı taahhütname ve kefalet senedi düzenlemiştir

Davacı, 25.03.2013 tarihli dilekçesi ile davalı idareye müracaat ederek 657 sayılı DMK’nun ek 35. Maddesi hükmüne nazaran kendisinin davalı idareye karşı mecburi hizmet yükümlülüğünün bulunmadığının tarafına bildirilmesini ve taahhütname ve kefalet senedinin tarafına iadesini talep etmiştir.

Davalı idare, 29.03.2013 gün ve 523-662 sayılı yazı ile; Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta iken, 2547 sayılı Kanun’un 35 inci maddesi gereğince, “Bir Üniversite Adına Bir Diğer Üniversitede Lisansüstü Eğitim Gören Araştırma Görevlileri Hakkında Yönetmelik”e göre 09.05.2000 yılından itibaren Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora eğitimi almak üzere görevlendirilmesi sebebiyle, Atatürk Üniversitesi’ne karşı mecburi hizmetini yerine getireceğine dair taahhütname ve kefaletname ile vermiş olduğu mecburi hizmet yükümlülüğünün, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın 19.03.2012 tarih ve 3098-12943 sayılı yazısı ile Üniversitelerine devredilmiş olduğunu ifade ederek; istemiş olduğu mecburi hizmet yükümlülüğünü, belirten taahhütname ve kefalet senetlerinin, Üniversitelerine karşı hizmet yükümlülüğünü tamamlaması karşılığında iade edilebileceğinden bahisle davacının talebini reddetmiştir.

Davacı vekili; müvekkilinin mecburi hizmet yükümlüsü olmadığının tespiti ve kefalet senedinin iade edilmesi talebinin reddine dair Erzurum Teknik Üniversitesi Rektörlüğü’nün 29.03.2013 tarih ve 523-662 sayılı işleminin iptali istemiyle, idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili birinci savunma dilekçesinde, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarından bahisle, uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevli olduğunu ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ERZURUM 1.İDARE MAHKEMESİ:28.5.2013 gün ve E:2013/456 sayı ile, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2.maddesinin (a) bendinde idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, (c) bendinde de, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idari dava türleri arasında sayıldığı; 2577 sayılı Kanun ve genel idare hukuku ilkeleri ile Danıştay içtihatları dikkate alınarak bir değerlendirme yapıldığında ise, idari işlemin, bir idari makam veya mercii tarafından, idari usuller uygulanarak tesis olunan, tek taraflı, doğrudan uygulanabilen kesin ve yürütülmesi zorunlu hukuki tasarruf olduğunun ifade edilebildiği; idari işlemler, icrai nitelik taşıyan, idare tarafından idari usuller uygulanarak ve de kamu gücü kullanılarak tek taraflı olarak tesis edilen işlemler olduğundan, bu nitelikteki işlemlere karşı açılan davaların çözüm yerinin genel kural olarak idari yargı olduğu ve uyuşmazlığın da bu durum içinde değerlendirilmesinin gerektiği; nitekim dava konusu uyuşmazlığın, taraflarca imzalanan sözleşmeye ve buna dayalı olarak imzalanan kefalet senedinin iadesine ilişkin olduğu, söz konusu kefalet senedinin ve dayanak sözleşmenin, davalı idarenin tek taraflı tasarrufuyla tesis edildiği, kamu gücünü kullanmak suretiyle icra etme yetkisinin olduğu sonuç ve kanaatine varılmış bulunduğundan, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün Mahkemelerinin görevinde olduğu, davalı idarenin uyuşmazlığın adli yargıda çözümlenmesi yolundaki iddiasında isabet bulunmadığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine ve mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Konunun çözümü için uyuşmazlığın temelini oluşturan işlemin incelenmesinin gerektiği; dava konusu uyuşmazlığın, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun öğretim elemanı yetiştirmeye ilişkin 35. maddesinde: Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler. (Ek fıkra: 17/08/1983 -2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler. / (Ek fıkra: 17/08/1983 - 2880/18 md.) Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmünün yer aldığı; olayda, davacının H.U. si İİBF'de görevlendirilmeden önce Erzurum 2. Noterliğinin 01/11/2002 tarihli 20179 yevmiye nolu yüklenme senedi ve kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde bulunduğu Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum tarafından görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden ödemelerin tamamının ve % 50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf tarihinden itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte davalı Üniversitesi emrine nakden ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt etmiş olduğu; söz konusu yüklenme ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık olduğu; dolayısıyla, uyuşmazlığın taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı, sözleşmede yer alan borçtan kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; İdari Yargı Düzeninin, hukuk devletlerinde, hukuka bağlı olması gereken kamu idaresinin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal yöntemlerle denetlenmesinin sağlanması amacıyla var olan yargı düzeni olduğu; bu yargı düzenine mensup mahkemelerde açılacak iptal davalarının konusunun ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde, idari işlemler olarak gösterildiği; gerek Uygulama, gerekse Öğreti'de, idari işlemin tanımının, idarenin kamu hizmetinin yürütümü amacıyla ve tek yanlı irade açıklamasıyla tesis etmiş olduğu kesin ve yürütülmesi gerekli işlemler olarak yapıldığı; bu tanıma göre, idari yargı yerlerinde iptal davasına konu edilecek hukuksal işlemlerin; öncelikle, kamu idaresinin işlemi olması, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla tesis edilmiş bulunması, kamu idaresinin tek yanlı irade açıklamasının ürünü olması ve nihayet kesin ve icrai (yürütülmesinin gerekli) olmasının zorunlu bulunduğu; oysa; olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılan davada; dava konusu edilen taahhüt ve yüklenme senedinin, kamu idaresinin irade açıklamasıyla hukuk düzeninde varlık kazanan bir işlem olmadığı, söz konusu senedin, İdare Hukukundaki adıyla "idare edilen" statüsünde bulunan özel hukuk gerçek kişisinin, irade açıklamasıyla, kendisini yükümlülük altına sokan bir özel hukuk işlemi olduğu; olayda, taahhüt ve kefalet senedinin, davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanması suretiyle idareye karşı taahhütte bulunulduğu; bu durumda, Özel Hukuk (Borçlar Hukuku) kurallarına göre; bu işleme varlık kazandıran kişi iradesindeki sakatlıklar (iradeyi ifsat eden haller) sebebiyle işlemin iptaline ya da hükümsüzlüğüne karar verme görev ve yetkisi, bu Hukuktan kaynaklanan uyuşmazlıkları çözmekle görevli Adli Yargı düzenine mensup mahkemelere ait olduğundan, davacı tarafından mecburi hizmet yükümlülüğü ve tazminat borcu içeren kefalet senedinin iadesi ve mecburi hizmet yükümlülüğünün kaldırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde Adli Yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 13' üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulünün uygun olacağı yolunda düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta iken, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi kapsamında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora eğitimi almak üzere görevlendirilmesi sebebiyle, Atatürk Üniversitesi’ne karşı mecburi hizmetini yerine getireceğine dair taahhütname ve kefaletname imzalayan davacının; mecburi hizmet yükümlüsü olmadığının tespiti ve kefalet senedinin iade edilmesi isteminin reddine ilişkin Erzurum Teknik Üniversitesi Rektörlüğü’nün 29.03.2013 tarih ve 523-662 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun, “Öğretim elemanı yetiştirme” başlıklı 35. maddesinde “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.

(Ek fıkralar: 17/8/1983-2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler.

Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Atatürk Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi uyarınca anılan Üniversite adına Hacettepe Üniversitesi’nde doktora eğitimi yapmak üzere görevlendirilen davacı tarafından, Hacettepe Üniversitesi'ne gönderilmesinden önce düzenlenen taahhütname ve kefalet senedinin tarafına iadesini ve mecburi hizmet yükümlülüğünün bulunmadığının tarafına bildirilmesini talep ettiği; isteminin davalı Erzurum Teknik Üniversitesi Rektörlüğü’nün 29.03.2013 tarih ve 523-662 sayılı işlemi ile reddi üzerine; anılan işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davacı vekili tarafından taahhütname ve kefalet senedinin iadesi ve mecburi hizmet yükümlülüğünün iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Erzurum 1.İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Erzurum 1.İdare Mahkemesinin 28.5.2013 gün ve E:2013/456 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde Üye Sıddık YILDIZ’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta iken, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi kapsamında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora eğitimi almak üzere görevlendirilmesi sebebiyle, Atatürk Üniversitesi’ne karşı mecburi hizmetini yerine getireceğine dair taahhütname ve kefaletname imzalayan davacının; mecburi hizmet yükümlüsü olmadığının tespiti ve kefalet senedinin iade edilmesi isteminin reddine ilişkin Erzurum Teknik Üniversitesi Rektörlüğü’nün 29.03.2013 tarih ve 523-662 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.

2547 sayılı Yasa uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önünde bulundurulduğunda, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığından söz etmeye olanak bulunmadığından, ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

İdarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedine ilişkin uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, aksi yöndeki karara karşıyım.

Üye

Sıddık YILDIZ

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

8-ESAS NO : 2013/1845

KARAR NO : 2014/151

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının, 2981 sayılı Yasada öngörülen hak sahipliği esaslarına dayanan ve tapu tahsis belgesine dayalı olarak taşınmazın tescilinin gerçekleştirilmesi, bu mümkün olmazsa zararının tazmin edilmesi istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.A.

Vekili : Av. D.Ö.

Davalı : Gebze Belediye Başkanlığı

Vekilleri : Av. M.T., Av. T.D.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; Ş.A. (D.)’un, Gebze Belediyesinden Mustafa Paşa Mah. 80, 81, 82, 83 pafta, 321 ada, 91 parselde 400 m2 yeri üzerindeki tek katlı gecekonduyla satın aldığını, parasını da ödediğini, buna karşılık tapu tahsis belgesi verilmiş olduğunu; ancak taşınmazın ve üzerindeki gecekondunun bedeli ödendiği halde tapu verilmediğini, taşınmazın adlarına tescili için dava açma zorunluluğu doğduğunu, taşınmazın ve üzerindeki gecekonduyla birlikte adlarına tapuya tesciline; bu mümkün görülmezse taşınmazın, yani kendilerine satılan 400m2’nin ve üzerindeki gecekondunun bu günkü değerinin kendilerine verilmesine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL için dava açtıklarını, dava dilekçelerini bilirkişi raporuna göre ıslah edeceklerini, dava tarihinden yasal faiz yürütülmesini istediklerini;

Dava konusu taşınmazın müvekkili M.A.’a satıldığını, parasının alındığını, dolayısıyla taşınmazın müvekkili M.A. adına tesciline, bu mümkün görülmezse taşınmazın bugünkü değerinin kendilerine ödenmesine, şekilde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL için dava açtıklarını, dava tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesini istediklerini ifade etmiş ve dilekçenin sonuç kısmında ise tekraren, aynen; “SONUÇ: Dava konusu taşınmazı Şerife Ağun(Dumandan) almış parasını ödemiştir, yani davalı belediyeye ödemiştir, müvekkilde taşınmazı Belediyeden satın alan M.A.’a yani noterden satın alarak parasını da ödemiştir. Gebze ilçesi Mustafa Paşa Mah. 80, 81, 82, 83 pafta, 321 ada, 91 parselde 400m2 yeri üzerindeki gecekonduyla adımıza tesciline,

Bu mümkün olmazsa taşınmazın bugünkü değerinin tarafımıza ödenmesine üzerindeki gecekondunun parasının ödenmesine, fazlaya ilişkin haklarımız saklı kaydıyla 10.000 TL dava açıyoruz, daha sonra bilirkişi raporuna göre davamızı ıslah edeceğiz…” demek suretiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili, süresi içerisinde verdiği dilekçede, 2981 sayılı İmar Affı Kanununun uygulanmasından kaynaklanan davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

GEBZE 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 26.6.2013 gün ve E:2012/295 sayı ile, uyuşmazlığın tapu tescili içerdiğinden bahisle, Tapu Kanunu ve HMK gereğince idari yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunun tespit ve değerlendirme işlemleri başlıklı 8. maddesinde tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa veya arazilerdeki inşaatına Kanunun 14.maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapıların dahil olduğunun hükme bağlandığı; aynı Yasanın 10. maddesinde, bu Kanun hükümlerine göre, hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapıların, 12. madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yerin hak sahibine tahsis edileceği ve bu tahsisin yapıldığının tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verileceği; tapu tahsis belgesinin, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği, hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapularının resen iptal edileceği; aynı Yasanın 13. Maddesinin 1. fıkrası (b) bendinde; hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edileceği; gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinden başka bir arsa veya hisse verileceği; aynı maddenin 2. fıkrasında da, bulundukları yerde korunamayan gecekondu sahiplerinden hak sahibi sıfatı taşıyanlara, bir gecekondu önleme veya ıslah bölgesinde veya yakın bölgelerde yapılmış ıslah imar planı içinde meydana gelen boş imar parsellerinin müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esasına göre verileceğinin hükme bağlandığı; 14. maddesinde ise bu kanun hükümlerinden yararlanamayacak olan yapıların ayrıntılı olarak düzenlenmiş olduğu; anılan yasa hükümlerine göre, idarenin, hak sahibi olduğu saptanan kişilere tapu vermek, şartları taşımayanların tapularını resen iptal etmek konusundaki yetkisinin idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanıldığı ve bu yolla kurulan mülkiyetin de Medeni Kanun hükümleri dışında idari bir işlemin icrası niteliğini taşımakta olduğu; olayda, davalı belediyeye ait taşınmaz üzerinde Şerife Duman (Ağun) tarafından yapılan gecekondu için 2981 sayılı Yasadan yararlanmak amacıyla yapılan başvurunun kabul edilerek adı geçen kişiye tapu tahsis belgesi verildiği, gecekondunun bulunduğu arsanın bedelinin ödendiği, daha sonra 2005 yılında gecekondunun davacı tarafından satın alındığı, gecekondu nedeniyle davalı idarece tapu verilmemesi üzerine yapı ve taşınmazın adına tescilinin, bu mümkün olmazsa bedelinin tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; davalı idare tarafından ise, bölgede imar planı ve parselasyon işlemi yapılmadığından davacının tapu tahsis belgesine dayalı olarak bir hak ileri süremeyeceğinin savunulduğu; bu durumda, davacının dava açmaktaki asıl amacının, taşınmazın Medeni Kanun hükümleri uyarınca adına tescilini sağlamak değil, 2981 sayılı Yasa'da öngörülen hak sahipliği hükümleri uyarınca tapu tahsis belgesine dayalı olarak taşınmazının tescilinin gerçekleştirilmesi, bu mümkün olmazsa zararının tazmini olduğundan, davacının talebinin 2981 sayılı Yasada öngörülen hak sahipliği esaslarına uygun olup olmadığının belirlenmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu uyuşmazlığın, 2981 sayılı gecekondu mevzuatından kaynaklanmakta olduğu, anılan mevzuat uyarınca yapılan tespit ve değerlendirme sonucunda, öngörülen koşullara uygunluğu saptanan ilgililere arsa veya hisse tahsis etmek ve bunlar adına tapuya tescil ettirmek, koşulları taşımayanların istemlerini ise reddetmek yetkisine sahip olan idarenin söz konusu uygulama işlemlerinin, kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı nitelik taşıdığı; 2981 sayılı yasa uyarınca tapu tahsis belgesine dayanan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Gebze 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/295 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Gebze İlçesi, Mustafa Paşa Mahallesi, 80, 81, 82, 83 pafta, 321 ada, 91 parsel sayılı, üzerinde gecekondu bulunan taşınmazın, üzerindeki binayla birlikte davacı adına tescili, bu mümkün olmazsa taşınmaz ve bina bedeli olarak fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla toplam 10.000 TL'nin faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

2981 sayılı “İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”un “Tespit ve değerlendirme işlemleri” başlıklı 8. maddesinde; tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa veya arazilerdeki inşaatına Kanunun 14.maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapıların dahil olduğu hükme bağlanmış; aynı Kanunun 10. maddesinde; bu Kanun hükümlerine göre, hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapıların, 12. madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yerin hak sahibine tahsis edileceği ve bu tahsisin yapıldığının tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verileceği; tapu tahsis belgesinin, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği, hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapularının resen iptal edileceği belirtilmiş; Kanunun 13. Maddesinin 1. fıkrası (b) bendinde; hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edileceği; gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinden başka bir arsa veya hisse verileceği; aynı maddenin 2. fıkrasında da, bulundukları yerde korunamayan gecekondu sahiplerinden hak sahibi sıfatı taşıyanlara, bir gecekondu önleme veya ıslah bölgesinde veya yakın bölgelerde yapılmış ıslah imar planı içinde meydana gelen boş imar parsellerinin müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esasına göre verileceği hükmüne yer verilmiş; 14. maddesinde ise, bu Kanun hükümlerinden yararlanamayacak olan yapılar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Bu hükümlerle, 2981 sayılı Yasa kapsamında yer alan taşınmazlarda bulunan gecekonduların nasıl tespit edileceği, tespit sonrasında ne tür işlemler yapılacağı açıklanmış; hak sahiplerince alınan tapu tahsis belgesinin sonradan tapuya dönüştürüleceği öngörülmüş; Yasa hükmünde ifade edilen, " tapu vermek" şeklindeki bu yetki idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanılmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davalı Belediyeye ait taşınmaz üzerinde Ş.A. (D.) tarafından yapılan gecekondu için 2981 sayılı Yasadan yararlanmak amacıyla yapılan başvurunun kabul edilerek adı geçen kişiye tapu tahsis belgesi verildiği, gecekondunun bulunduğu arsanın bedelinin ödendiği, daha sonra 2005 yılında gecekondunun davacı tarafından satın alındığı, gecekondu nedeniyle davalı idarece tapu verilmemesi üzerine yapı ve taşınmazın adına tescilinin, bu mümkün olmazsa bedelinin tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Davacının taşınmaz üzerindeki temel iddiasının, gayrimenkul mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine değil, 2981 sayılı Yasa'da öngörülen hak sahipliği esasına dayandığı; hak sahipliğinin tespitinin ise idari usul ve esaslar çerçevesinde belirlendiği açıktır.

Bu durumda, 2981 sayılı Yasa'da öngörülen hak sahipliği hükümleri uyarınca tapu tahsis belgesine dayalı olarak taşınmazın tescilinin gerçekleştirilmesi, bu mümkün olmazsa zararının tazmin edilmesi yönündeki davacının isteminin, 2981 sayılı Yasada öngörülen hak sahipliği esaslarına uygun olup olmadığının belirlenmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı'nca yapılan başvurunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Gebze 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Gebze 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.6.2013 gün ve E:2012/295 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

9-ESAS NO : 2013/1848

KARAR NO : 2014/152

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı idarenin yol yapım ve bakım çalışmaları sonucu, davacı Şirkete ait tesislerde hasar meydana geldiğinden bahisle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, 2577 Kanunun 2. maddesinde belirtilen tam yargı davası kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. S.O.Ö.

Davalı : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. V.Ş.

O L A Y : Davacı vekili, müvekkili Şirketin Avcılar Cihangir Mahallesi, Londra Asfaltı No:…. adresinde bulunan tesislerinin; 03.07.2012 tarihinde davalı idarenin yol yapım ve bakım çalışmaları sonucu hasara uğratıldığını, toplam Şirket zararının 1.373,65TL ye ulaştığını, yapılan tebligata karşın tahsilatın mümkün olmadığını ifade ederek; 1.373,65TL zararın, 03.07.2012 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili, birinci savunma dilekçesinde; hizmet kusuru nedeniyle meydana geldiği iddia edilen tam yargı davası niteliğindeki davada, idari yargının görevli olduğunu öne sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

KÜÇÜKÇEKMECE 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 20.9.2013 gün ve E:2013/35 sayı ile, davanın haksız fiile dayalı tazminat talebine ilişkin olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125'inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunun hükme bağlandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1'inci bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idari dava türleri olarak sayılmış olduğu; görüldüğü üzere; İdare Hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar sebebiyle açılan davaların görüm ve çözümünün İdari Yargının görev alanında bulunduğu; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi (eylemsizlik) hallerinde gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açtığı; olayda, davalı idarenin yol yapım ve bakım çalışmaları sonucu davacıya ait tesislerde hasar meydana gelmesinde kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşu tarafından, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesinin gerektiği; buna göre, davacıya ait tesiste meydana gelen hasar nedeniyle oluşan zararda idarenin hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'inci maddesi uyarınca idari yargı yerlerine ait olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesine göre, İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; davaya konu olayda, davalı idarenin görev ve sorumluluğunda yürütülen yol yapım ve bakım çalışması sırasında meydana gelen zararın, idarenin kamu hizmetini yürüttüğü sırada meydana gelmiş olması karşısında, davanın kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin denetlenmesi söz konusu olduğundan, 2577 sayılı İYUHK 2/1-b maddesine göre tam yargı davası kapsamında idari yargı yerinde dava konusu edilmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Küçükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/35 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı idarenin yol yapım ve bakım çalışmaları sonucu, davacı Şirkete ait tesislerde hasar meydana geldiğinden bahisle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Davacı şirket tarafından, yapılan çalışma esnasında, tesislerinde hasar meydana geldiğinden bahisle, kamu hizmeti yürüten davalı İdareye karşı açılan tazminat davasına ilişkin olarak, davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca verilen cevap dilekçesinde; davaya konu olan Alt Yapı çalışmaları işinin, 2886 sayılı İhale Kanununa göre Belediye Encümeni tarafından yapılan bir ihale olmadığı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 8. Maddesi hükümleri gereğince düzenlenen yönetmenlikte belirtilen koşullarda Alt Yapı Koordinasyon Kurulunun kararı doğrultusunda yapılmış olduğu; işin ihale gereğince müteahhit firmalara ihale edildiği; söz konusu yerde “Avcılar - Beylikdüzü Arası D-100 Karayolu Düzenleme İnşaatı” işinin, müteahhit firma Nas. İnş. San. Tic. A.Ş. ve Özyurtlar Ma. İnş. San. Ve Tic. A.Ş. (iş ortaklığı) tarafından yapılmış olduğu; aktedilen sözleşmenin 4. maddesine göre; işin devamı sırasında işyerinde yapılacak çalışmalar nedeniyle, işçilerle çevre halkının kazaya uğramalarını, zarar görmelerini ve işlerde zarar ve hasar meydana gelmesini önleyici tedbirlerin alınmasından da yüklenicinin sorumlu olduğu, alınan bütün tedbirlere rağmen, yüklenicinin yaptığı işlerden dolayı üçüncü kişilerin kendilerine veya mallarına zarar verilmesi ihtimaline karşı mali mesuliyet sigortası yaptırmakla da yükümlü bulunduğu, mali mesuliyet sigorta bedeli olarak, bu konuda sigorta şirketlerinin uygulamalarında kullandığı bedellerin esas alınacağı; ayrıca idareleri ile yüklenici firma arasındaki sözleşmenin 9. Maddesinin 10. bendinde, açıkça doğacak hasar ve zararlardan yüklenicinin sorumlu olduğunun belirtildiği savunulmuştur.

Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin; hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası” kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Belirtilen durum karşısında, davanın görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girdiğinden, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Küçükçekmece 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Küçükçekmece 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.9.2013 gün ve E:2013/35 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

10-ESAS NO : 2014/37

KARAR NO : 2014/155

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1.M.D., 2.S.T., 3.H.K.

Vekili : Av. S.D.

Davalılar :1-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Ö.İ.

2-Ümraniye Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. S.B.K.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, 2.Bölge, Çakmak, Kapanağılı Mevkiinde vaki ve kain tapunun 30 Pafta, 684 Ada, 8, 12, 13 Parsel sayılı taşınmazların maliki olduklarını, dava konusu taşınmazların bir kısmına davalı idareler tarafından kamulaştırma işlemi yapılmadan uzun yıllardan bu yana imar planlarında park alanı olarak gösterilmek, pasif ve suskun kalınmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığını, bu nedenle müvekkillerinin zarara uğradığını belirterek; fazlaya ve el konulan m² ye ilişkin tüm talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla, belirsiz alacak niteliğinde olan, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz kısmının bedeline karşılık şimdilik 10.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek kamu alacakları için uygulanan en yüksek faiziyle birlikte, fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak kamulaştırmasız el atma tarihinden iş bu dava tarihine kadar hesaplanacak şimdilik 1.000 TL ecrimisil bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek kamu alacakları için öngörülen en yüksek faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

Davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde ve mahkemenin 17.09.2013 tarihli celsesindeki beyanında özetle; görev itirazında bulunmuştur.

İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk Mahkemesi: 17.09.2013 gün ve 2013/97 Esas sayılı kararı ile, davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı: İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı bakımından, 10. maddede öngörülen biçimde, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

İstanbul Anadolu 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/97 Esas sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize gelmekle, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava konusu İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, 2.Bölge, Çakmak, Kapanağılı Mevkiinde vaki ve kain tapunun 30 Pafta, 684 Ada 8, 12, 13 Parsel sayılı taşınmaza fiili el atma olup olmadığı hususunda bilgi verilmesi için 13.01.2014 tarihinde mahkemesine müzekkere yazılmış olup, İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yazılan 07.01.2014 tarihli müzekkereye verilen 17.01.2014 tarihli yazı cevabında; dava konusu taşınmaza fiili el atmanın bulunmadığı, mahkemenin 2013/97 Esas sayılı dosyasının karara çıktığının belirtildiği, İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.12.2013 gün ve 2013/97 Esas, 2013/759 Karar sayılı kararında 6487 sayılı kanunla değişik 2942 sayılı kanunun geçici 6.maddesi gereği davaya bakma görevinin idari yargıda olduğu gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup, buna göre;

‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının sözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü yer almaktadır.

Anılan yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte olup, buna göre;

‘’Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir.

Bu yargı mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş sayılır.

Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.

Bir davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü yer almaktadır.

Yasanın 13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;

‘’Uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç bir yargı merciine başvurulamaz.

Uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam,dilekçe ve eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.

Bu yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurduğunu ilgili yargı merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın 18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır. Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup, bu bağlamda, anılan yasal hükmün amaç bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduklarının ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda davanın görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden kaynaklanan boşluğun, görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce doldurulması gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma” hali, farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden önce görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan ve usul ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini süratli biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik” kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin, ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte başlayacağının kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu gibi, ilgili Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye ulaşmasından önce mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez görev yönünden red kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi haller ortaya çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev konusunda karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık hale gelecektir. Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesinin görevle ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri bağlayıcı niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından; ilgili mahkemelerin de verdikleri görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki iradeleri kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda başka bir karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri hukuken mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre yapılan başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.

Dosya kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay Başsavcılığı’nca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı, bu durumun 13.11.2013 gün, 2013/ 1578 sayılı yazı ile yargı merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 24.12.2013 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla; her ne kadar, İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru neticesinde Danıştay Başsavcılığı’nca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığı esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların hisseli şekilde maliki oldukları taşınmazların bir kısmına davalı idareler tarafından kamulaştırma işlemi yapılmadan uzun yıllardan bu yana imar planlarında park alanı olarak gösterilmek, pasif ve suskun kalınmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle; fazlaya ve el konulan m² ye ilişkin tüm talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla, belirsiz alacak niteliğinde olan, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz kısmının bedeline karşılık şimdilik 10.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek kamu alacakları için uygulanan en yüksek faiziyle birlikte, fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak kamulaştırmasız el atma tarihinden iş bu dava tarihine kadar hesaplanacak şimdilik 1.000 TL ecrimisil bedelinin, dava tarihinden itibaren işleyecek kamu alacakları için öngörülen en yüksek faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Dava konusu taşınmaza fiilen el atılıp atılmadığı konusunda mahkemeye yazılan 07.01.2014 tarihli müzekkere ile bilgi istendiği, verilen 17.01.2014 tarihli yazı cevabında dava konusu taşınmaza fiilen el atılmadığının bildirildiği, dosyada fiilen el atma durumuna ilişkin başka bilgi ve belgenin de bulunmadığı görülmekle, dava konusu taşınmaza fiilen el atılmadığı sonucuna varılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir dE.dan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Mahkememizce, İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yazılan 07.01.2014 tarihli müzekkereye verilen 17.01.2014 tarihli yazı cevabında; dava konusu taşınmaza fiili el atmanın bulunmadığı, mahkemenin 2013/97 Esas sayılı dosyasının karara çıktığının belirtildiği, İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.12.2013 gün ve 2013/97 Esas, 2013/759 Karar sayılı kararında 6487 sayılı kanunla değişik 2942 sayılı kanunun geçici 6.maddesi gereği davaya bakma görevinin idari yargıda olduğu gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar verildiği görülmüştür.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parsellerin kısmen “Park Alanı”nda kısmen de “Yol Alanı”nda kaldığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazların bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarelerce 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar palanlarında yer alan davacıların hissedar oldukları taşınmazların bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul Anadolu 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.09.2013 gün ve 2013/97 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

11-ESAS NO : 2014/60

KARAR NO : 2014/156

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren davacı şirkete ait taşınmazın, önerilen alan sınırları içerisinden çıkarılmasına ilişkin OSB Müteşebbis Heyet Başkanlığı kararının iptali istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : G. Profil İnşaat Taah. ve İnş. Malz. Nak. Tekstil Gıda Akaryakıt Tur.San.Tic.Ltd. Şti.

Vekili : Av. Z.Ş.

Davalı : Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Bölge Müdürlüğü

Vekili : Av. E.T.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Müdürlüğü Yönetim Kurulu Başkanlığı’nın, 31/12/2012 tarih ve 23 sayılı, davacı Şirkete ait Muratlı ilçesi Aşağısevindikli köyü, F19d01c4a pafta, 2439 parsel sayılı taşınmazın önerilen alan sınırları içerisinden çıkarılması konulu kararı ile bu kararın onayına ilişkin Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Müteşebbis Heyet Başkanlığı'nın 31/12/2012 tarihli 13 sayılı kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Bölge Müdürlüğü vekili süresi içinde verdiği cevap dilekçesinde davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

Tekirdağ İdare Mahkemesi: 19.07.2013 gün ve E:2013/577 sayı ile özetle; “…Dava dosyasının incelenmesinden; 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu ve uygulama yönetmeliği uyarınca, Bakanlık tarafından sınırları kesinleştirilen Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesinin sınırlarında değişikliğe yol açar mahiyetteki dava konusu işlemlerin, davalı idarenin kamu hukukundan kaynaklanan bir takım görevlerin yerine getirilmesi amacıyla, tamamen idari usul ve esaslar çerçevesinde tesis edildiği anlaşıldığından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde idare mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.’’ demek suretiyle davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekili tarafından süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı: “…4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu'nun 3/b maddesine göre Organize Sanayi Bölgeleri "..Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sağlamak, çarpık sanayileşme ve çevre sorunlarını önlemek, kentleşmeyi yönlendirmek, kaynakları rasyonel kullanmak, bilgi ve bilişim teknolojilerinden yararlanmak, sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerleştirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla; sınırları tasdik edilmiş arazi parçalarının imar planlarındaki oranlar dahilinde gerekli idari, sosyal ve teknik altyapı alanları ile küçük imalat ve tamirat, ticaret, eğitim ve sağlık alanları, teknoloji geliştirme bölgeleri ile donatılıp planlı bir şekilde ve belirli sistemler dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle oluşturulan ve bu Kanun hükümlerine göre işletilen mal ve hizmet üretim bölgelerini, " ifade etmektedir. 4562 sayılı Yasanın 5/1 maddesinin ”OSB, müteşebbis heyetin başvurusu üzerine Bakanlıkça verilen kamu yaran kararı ve sınırları belirlenmiş yetki çerçevesinde kamulaştırma işlemleri yapabilen veya yaptırabilen bir özel hukuk tüzel kişiliğidir” şeklindeki tanımı karşısında, OSB Yönetimlerinin özel hukuk tüzel kişiliği olduğu tartışmasızdır, aynı yasanın 25/5 md.ne göre de OSB'lerin organları ile ilgili olarak Türk Ticaret Kanununun anonim şirketlerin organları ile ilgili hükümleri kıyasen uygulanacağı hükmü bulunmaktadır. Davaya konu olan ve iptali istenen karar ise, özel hukuk tüzel kişisi sıfatı taşıdığı açık olan OSB Yönetim Kurulu tarafından ilgili yönetmelik hükümlerinin uygulanması kapsamında alınan bir karar olup, Organize Sanayi Bölgesinin işletme faaliyeti kapsamında değerlendirilmesi gereken bir karardır.

Hukuk uygulamasında “Tüzel kişiler, belli bir amacı gerçekleştirmek üzere bağımsız bir varlık şeklinde örgütlenmiş, haklara ve borçlara sahip olabilen kişi ve mal topluluklarıdır. Tüzel kişiler, “özel hukuk tüzel kişileri” ve “kamu hukuku tüzel kişileri” olmak üzere ikiye ayrılır. “Özel hukuk tüzel kişileri, özel hukuka tâbi olan tüzel Dernekler, vakıflar, şirketler böyledir." (Kemal Gözler, "5018 Sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 6085 Sayılı Yeni Sayıştay Kanununda Kullanılan “Genel Yönetim”, “Merkezî Yönetim”, “Kamu İdareleri” Terimleri Hakkında Bir Eleştiri' AUHFD, 60 (4) 2011: 838-839) Özel Hukuk Tüzel kişiliklerinin kamusal amaçla ve kanunla kurulmuş olmaları, onların faaliyetlerinin kamu hukuku kurallarına göre yürüttükleri ve tek taraflı kamu gücü kullanarak ortaya koydukları idari eylem ve işlemlerden sayılmasını gerektirmemektedir. Nitekim Yasa koyucuda, bu konudaki iradesini, yukarıda açıklanan yasa hükümleri ile bu kurumların faaliyetlerinin ticari alanda özel hukuk hükümlerine göre yürüttüklerini ve şirketler/ demekler hukuki statüsüne tabi olduklarını belirterek ortaya koymuş bulunmaktadır. Nitekim Yargıtay, 11, 4, 7 ve 13. Hukuk Dairelerinde OSB Yönetim Kurulu kararlarından kaynaklanan davaları adli yargı görev alanında sayarak görmeye devam etmektedir.

Kanun koyucunun Bazı durumlarda özel hukuk tüzel kişiliği olarak yapılandırdığı kurumlara kamu kurumu niteliği tanıdığı, ancak bunu kuruluş yasasında ayrıca belirtme gereği duyduğu da bir gerçektir. Örneğin, 25 Haziran 2003 tarih ve 4904 sayılı Türkiye İş Kurumu Kanununun 1’nci maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Türkiye İş Kurumu, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ilgili kuruluşu olup, özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel kişiliği haiz, İdarî ve malî bakımdan özerk bir kamu kurumudur”. Ancak, OSB hakkındaki kanunda bu kurumun bir kamu kurumu olduğuna dair belirtmede bulunmamakta, aksine, kuruluş amacının daha ziyade sanayi alanındaki üretime dayalı serbest ticari faaliyetin organizesine yönelik özel hukuk hükümlerine tabi bir kuruluş yaratıldığı anlaşılmaktadır. Elbette ki her özel hukuk tüzel kişiliğinin faaliyet alanının sonuçta insan yaşamını dolayısı ile toplumu ilgilendirmesi oranında kamusal yanı olması da tartışmasızdır. Ancak kamusal her faaliyet ve organizasyonunda kamu hukuku kural ve ilkelerine tabi olacağı söylenemez. "Genel kurul toplama hakkını elde eden OSB’lerin özel hukuk tüzel kişisi olduğu ve işleyişin özel hukuk hükümlerine göre yürütüleceği, OSB organlarının işleyişinin Türk Ticaret Kanununun ilgili hükümleri doğrultusunda gerçekleşeceği konusunda duraksama bulunmamaktadır" (Yrd.Doç.Dr. Nusret İlker ÇOLAK, 'Organize Sanayi Bölgelerinin Hukuki Niteliği ve Kamulaştırma Yetkisi Hukuk Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi’, Haziran, 2005, S. 40, paragraf 38.)

Yukarıdaki açıklamalara göre, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu düşünülmektedir.” demek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 10. ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Bölge Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. ve 13. maddelerinde öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Tekirdağ İli, Muratlı İlçesi, Aşağısevindikli Köyü F19d01c4a pafta 2439 parsel sayılı taşınmazın "önerilen alan sınırları içerisinden çıkarılması" yönünde Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanlığı'nın 31/12/2012 tarih ve 23 sayılı kararı ile bu kararın onaylanmasına dönük Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Müteşebbis Heyet Başkanlığı'nın 31/12/2012 tarih ve 13 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiş; Değiştirilen, Eklenen ve Yürürlükten Kaldırılan Hükümler başlıklı 85. maddesinin h bendinde, «…12.4.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Yürürlüğe giren mevzii imar plânına göre arazi kullanımı, yapı ve tesislerinin projelendirilmesi, inşası ve kullanımıyla ilgili ruhsat ve izinler ile işyeri açma ve çalışma ruhsatları OSB tarafından verilir ve denetlenir. İşyeri açma ve çalışma ruhsatının verilmesi sırasında işyeri açma ve çalışma ruhsatına ilişkin harçlar, OSB tarafından tahsil edilerek ilgili belediye veya il özel idaresi hesabına yatırılır…»,

4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun 4.maddesinin altıncı fıkrasında “(Değişik fıkra: 3/7/2005-5393/85 md.) Yürürlüğe giren (…) imar planına göre arazi kullanımı, yapı ve tesislerinin projelendirilmesi, inşası ve kullanımıyla ilgili ruhsat ve izinler ile işyeri açma ve çalışma ruhsatları OSB tarafından verilir ve denetlenir, İşyeri açma ve çalışma ruhsatın verilmesi sırasında işyeri açma ve çalışma ruhsatına ilişkin harçlar, OSB tarafından tahsil edilerek ilgili belediye veya il özel idaresi hesabına yatırılır.”

5. maddesinde - “(Değişik: 4/7/2012-6353/20 md.) OSB, müteşebbis heyetin başvurusu üzerine Bakanlıkça verilen kamu yararı kararı ve sınırları belirlenmiş yetki çerçevesinde kamulaştırma işlemleri yapabilen veya yaptırabilen bir özel hukuk tüzel kişiliğidir.

Arazinin mülkiyetinin edinilmesinde yapılan masraflar ile arazi bedeli ödeme yükümlülüğü OSB tüzel kişiliğine aittir.” hükmü yer almakta olup, 12.04.2000 günlü, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun, 04.07.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 20.maddesiyle değiştirilen 5.maddesinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Danıştay Altıncı Dairesi tarafından yapılan itiraz başvurusu üzerine, Anayasa Mahkemesi 31.10.2013 gün, E:2013/49, K:2013/125 sayılı kararı ile özetle; 04.07.2012 günlü, 6353 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle değiştirilen 5.maddesinin birinci fıkrasında yer alan ‘’… yapabilen veya … ‘’ sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.

8. maddesinde - “Yönetim kurulu, müteşebbis heyetin en az dördü kendi üyeleri arasından olmak üzere seçeceği beş asıl, beş yedek üyeden oluşur. Yönetim kurulu üyeleri iki yıl için seçilir.

Yönetim kurulu üyeleri kendi aralarında bir başkan ve bir başkanvekili seçerler. Yönetim kurulu en az ayda iki dE. toplanır ve toplA.ı salt çoğunluk ile yapılır. Geçerli bir mazereti olmadan üst üste yapılan üç toplA.ıya veya mazereti olsa dahi altı ay içinde yapılan toplA.ıların en az yarısına katılmayan üyeler üyelikten çekilmiş sayılırlar. Kararlar salt çoğunlukla verilir. Oyların eşitliği halinde başkanın oyuna itibar edilir.

Yönetim kurulu; kanun, yönetmelik, kuruluş protokolü ve benzeri düzenlemeler ile müteşebbis heyetin kararları çerçevesinde OSB’nin sevk ve idaresini yürütmekle görevlidir.” hükümlerine yer verilmiştir.

Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi’nin özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu ve özel hukuk tüzel kişilerince tesis edilen işlemlerin yargısal denetiminin adli yargı yerlerince yapılacağının açık olduğu gözetildiğinde, Tekirdağ İli, Muratlı İlçesi, Aşağısevindikli Köyü F19d01c4a pafta 2439 parsel sayılı taşınmazın "önerilen alan sınırları içerisinden çıkarılması" yolunda tesis edilen işlemin yargısal denetiminin de adli yargı yerine ait olduğu açıktır.

Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun kabulü ile, davalı Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Bölge Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Tekirdağ İdare Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Muratlı Islah Organize Sanayi Bölgesi Bölge Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Tekirdağ İdare Mahkemesi’nin 19.07.2013 gün ve E:2013/577 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

12-ESAS NO : 2014/71

KARAR NO : 2014/157

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1. N.B., 2.M.B.

Birleştirilen

Dosya Davacıları : 1.H.K., 2.H.B., R.B.mirasçıları: 3.F.A., 4.M.B., 5.H.B., 6.F.K., 7.H.K.

Birleştirilen

Dosya Davacıları : 1.F.K. 2.A.B.3.A.F. 4.C.K.

Vekili : Av. A.E.

Davalılar : 1.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Ö.A.

2.Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. İ.Ü.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Mahmutbey Mahallesi, 2087 Ada, 1 Parselde kain taşınmazın hisseli malikleri olduklarını, taşınmaza davalı idarelerce kamulaştırmasız olarak el atıldığını, bu nedenle davacıların zarara uğradıklarını belirterek; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacılara ödenmesine ve taşınmazın yol olarak terkinine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili 13.04.2013 tarihinde Bakırköy 7.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.

Bakırköy 7.Asliye Hukuk Mahkemesi; 07.05.2012 tarih ve 2012/106 Esas, 2012/206 Karar sayılı kararı ile mahkemelerinde görülen dava ile Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/91 Esas sayılı dosyası üzerinden görülmekte olan dava arasında, 6100 sayılı HMK.nun 57/b-c bentleri ile 166/4 maddesi anlamında şahsi-fiili ve hukuki irtibat bulunduğu gerekçesi ile dava dosyalarının birleştirilmesine karar vermiştir.

Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili 21.03.2012 tarihinde Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.

Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi: 14.05.2013 tarih ve 2012/91 Esas sayılı kararı ile Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili 05.04.2012 tarihli Bakırköy 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sunduğu cevap dilekçesinde ve mahkemenin 16.07.2013 tarihli celsedeki beyanında, davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili mahkemenin 16.07.2013 tarihli celsedeki beyanında özetle; görev itirazında bulunmuşlardır.

Bakırköy 1.Asliye Hukuk Mahkemesi: 16.07.2013 gün ve 2012/100 Esas sayılı kararı ile, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili ile davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazlarının reddine, 17.07.2013 tarih ve 2012/100 Esas sayılı kararı ile davanın hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesi ile Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/91 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir.

Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin, Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/91 Esas sayılı dosyasına, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması istemi ile verdiği 23.05.2013 tarihli dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı: İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı açısından, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde; Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.05.2013 tarih ve 2012/91 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar verilmesi ve davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı’nın 23.05.2013 tarihli dilekçesi ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmasının istenilmesinden sonra, Bakırköy 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.07.2013 gün ve 2012/100 Esas sayılı kararı ile bu dosyada davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ve dosyanın Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/91 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verdiği, bu itibarla mahkememize olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması istemi ile sadece Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/91 Esas sayılı dosyasında verilen 14.05.2013 tarihli görev itirazının reddine ilişkin karara karşı başvuru yapıldığı tespit edilmekle, Mahkememizce de değerlendirme sadece bu karara ilişkin olarak yapılmıştır.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların hisseli şekilde maliki oldukları taşınmaza davalı idarelerce kamulaştırmasız el atılmasından dolayı fazlaya ait talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL’nin davalı idarelerce dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacılara ödenmesine ve taşınmazın yol olarak terkinine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Mahkememizce, Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yazılan 15.01.2014 tarihli müzekkereye verilen 17.01.2014 tarihli yazı cevabında; dava konusu taşınmazda keşif yapılmadığının, bilirkişi raporunun aldırılmadığının bildirildiği görülmüştür.

Dosya kapsamında bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın 16.04.2012 gün ve 393453 sayılı cevabi yazısı; yine Bağcılar Belediye Başkanlığı’nın 04.04.2012 gün ve 10262 sayılı, 15.08.2012 gün ve 76643 sayılı yazı cevaplarından dava konusu taşınmaz üzerine davalı idarelerce yapılan bir uygulama ve işgal bulunmadığının bildirildiği tespit edilmiştir.

Ayrıca, her ne kadar davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın 27.03.2012 gün ve 2895 sayılı yazı cevabında; dava konusu alandan Nato Petrol Boru Hattının geçtiği belirtilmiş ise de; davacılar vekilinin münferit dava dilekçelerinde bu duruma ilişkin fiili el atma iddiası olmadığı, taşınmazın yola isabet eden kısmı yönü ile yola terk talebinde bulunduğu anlaşılmakla; mahkememizce bu husus fiili el atma olarak nitelendirilmemiştir.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parselin 18.04.2008 onanlı Nazım İmar Planında ve 15.09.2008 onanlı Uygulama İmar Planında Park Alanında, bir önceki 13.11.2002 onanlı Nazım İmar Planında ve 19.10.2004 onanlı Uygulama İmar Planında ise kısmen Park Alanında kısmen Yönetim Merkezi Alanında kaldığı, davalı idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarelerce 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacıların hissedar oldukları taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın, tazminata ilişkin kısım yönünden kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.05.2013 tarih ve 2012/91 Esas sayılı KARARININ TAZMİNATA İLİŞKİN KISIM YÖNÜNDEN KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

13-ESAS NO : 2014/103

KARAR NO : 2014/158

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1.Y.A., 2.R.A.

Vekili : Av. Ö.P.

Davalılar : 1.Fatih Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. H.K.A.

2.T.C.Başbakanlık Diyanet İşleri Bakanlığı

Vekilleri : I.Hukuk Müşaviri M.D. & Hukuk Müşaviri D.Ö.Z.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin dava konusu İstanbul İli, Fatih İlçesi, Haydar Mahallesi, 251 Pafta 2196 Ada 7 Parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, dava konusu taşınmazın imar planında “İmaret Alanı” olarak ayrıldığını, aradan 10 yıl gibi çok uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen adı geçen planın değiştirilmediğini ve taşınmazının imara açılmadığını, bu şekilde kendilerinden önceki murisi evvellerinin dahi taşınmazdan istifadesine engel olunduğunu, bugün bu gayrimenkulün belediye tarafından park alanı olarak gösterilerek halen istifadelerine engel olunduğunu, davalı idareler tarafından dava konusu taşınmaza fiilen el atıldığını belirterek; fazlaya ilişkin tüm dava ve talep hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000,00 TL tazminat bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek en yüksek anayasal faizi (Anayasanın 46/son maddesi) ile birlikte davalı idarelerden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Fatih Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde ve 22.10.2013 tarihli ön inceleme celsesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.

İstanbul 8.Asliye Hukuk Mahkemesi: 22.10.2013 gün ve 2013/76 Esas sayılı kararı ile, davalı Fatih Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Fatih Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 3.3.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Fatih Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Fatih Belediye Başkanlığı açısından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların hisseli şekilde maliki oldukları taşınmazın ilk düzenlenen imar planında “İmaret Alanı” sonra düzenlenen imar planında “Park Alanı” olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın el atılan kısmı bakımından; fazlaya ilişkin tüm dava ve talep hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000,00 TL tazminat bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek en yüksek anayasal faizi (Anayasanın 46/son maddesi) ile birlikte davalı idarelerden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde; dava dosyasında bulunan davalı Fatih Belediye Başkanlığı’nın 15.03.2013 gün ve Gd.3646 sayılı yazısı ile dava konusu taşınmazın Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planında 1.Derece Koruma Bölgesinde, konut alanında kaldığı, H:6.50 mt.irtifa almakta olup, mevcut parselin tescilli eski eser komşuluğu bulunduğu, Koruma Kurul Kararı olmadan uygulama yapılamayacağının bildirildiği; Mahkememizce, davalı idarece fiilen el atılıp atılmadığı hususunun tespiti açısından İstanbul 8.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yazılan yazıya verilen 05.02.2014 gün ve 2013/76 Esas sayılı yazı cevabında; dava konusu taşınmazda keşif yapıldığının ve rapor alındığının bildirildiği, alınan 06.01.2014 gün ve 2013/76 esas sayılı bilirkişiler Arslan Bayrak, Vehbiye Zuhal Cömertoğlu, Behzat İşçimen’e ait raporda; dava konusu İstanbul İli, Fatih İlçesi, Haydar Mahallesi 251 Pafta 2196 Ada 7 Parsel sayılı taşınmazın fiilen arsa konumunda olup, üzerinde derme çatma bir odun-kömür koyulan barakanın olduğu, bu barakayı 8 Parsel de bulunan gecekondunun sahibinin kendisinin kullandığını keşif sırasında beyan ettiği, baraka olarak bulunan yapının bir değeri olmadığı kanaatine varıldığı, davalı idarelerce taşınmaza herhangi bir fiili el atmanın olmadığının tespit edildiği görülmekle; dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parselin İstanbul IV Numaralı, İstanbul I Numaralı Yenileme Alanları, İstanbul II Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarınca uygun bulunarak Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca 04.10.2012 tarihinde onaylanan, Fatih İlçesi (Tarihi Yarımada) Kentsel, Tarihi, Kentsel Arkeolojik, I.Derece Arkeolojik Sit Alanı 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planında 1.Derece Koruma Bölgesinde konut alanında kalmakta olup, H:6.50 mt.irtifa almakta olup, ayrıca mevcut parselin tescilli eski eser komşuluğu bulunduğu, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeni ile taşınmazın bedelinin ödenmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarelerce 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacıların hisseli şekilde maliki olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Fatih Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Fatih Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, İstanbul 8.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.10.2013 gün ve 2013/76 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 3.3.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

14-ESAS NO : 2014/126

KARAR NO : 2014/175

KARAR TR : 03.03.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R

Davacı : İ.Y.

Vekili : Av. R.T.

Davalı : İSKİ Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. A.K.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının İstanbul ili, Arnavutköy ilçesi, Haraççı Köy Altı Mevkii, 776 nolu taşınmazın hisseli maliki olduğu, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,00 TL nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekili süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.

GAZİOSMANPAŞA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 27.09.2013 gün ve E:2013/147 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekili, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasa'nın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığını ifade ederek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 03.03.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ileDanıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının maliki olduğu taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,00 TL nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;

Aynı Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir dE.dan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Olayda, davacı vekili tarafından, dava dilekçesinde, İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği gereği imar planlarında su havzasında ve dere mutlak koruma alanında bırakılarak, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan davacıların taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği; mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak, bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Yönetmelik ve imar planlarından başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin Yönetmelik gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Mahkememiz tarafından Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesine 22.01.2014 tarih ve 2014/126 Esas sayılı yazı ile taşınmaz ürerinde keşif yapılıp yapılmadığı, keşif yapılmış ise bilirkişi raporunun gönderilmesi ayrıca mevcut yargılama safahatının bildirilmesi istenilmiş olup, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.01.2014 tarih ve 2013/147 sayılı cevabi yazısında, 08.11.2013 tarihinde keşif yapılmasına karar verildiği, ancak davacı vekili tarafından eksik keşif ücretinin tamamlanmadığı ve müracaat edenin de olmadığını bu nedenle keşif yapılamadığını, dosyalarının da derdest olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.

Belirtilen duruma göre, davaya konu taşınmazın İSKİ İçme Suyu Havzaları Koruma ve Kontrol Yönetmeliği gereğince ve bu yönetmeliğe uygun olarak belediyece düzenlenen imar planlarında su havzasında bırakılmış ve dere mutlak koruma alanında kalmış olduğu, taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmadığı anlaşılmakla, Yönetmelik, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı İski Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İski Genel Müdürlüğü Vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 27.09.2013 gün ve E:2013/147 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 03.03.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.