Harcama kavramı temel itibariyle mevcut olan bir kaynağın tüketilmesi olarak adlandırılabilir. Bu kaynağın ne olacağı veya hangi şekilde harcanacağı konusunda tarihsel süreç içerisinde çeşitli tanımlamalar yapılmış bulunmaktadır. İlk çağdan bu yana insanoğlu harcamanın karşısına haz duygusunu yerleştirmiş, bir şeylerin harcanması, insanlar için haz duyulan bir durum haline gelmiştir. Tüm bu durum kısaca insanlara harcamanın bir alışkanlık olduğunu aşılamıştır. Ne kadar harcarsak o kadar mutlu oluruz gibisinden aforizmalar bireylerin her an her dakika mutsuzluklarını örtbas etmesi için akıllarında çakılı duran bir kurtarma sibobu görevi görmüştür.      

İnsanoğlu Aristo’nun da belirtmiş olduğu gibi sosyal bir hayvandır. Gelişmesi değişmesi ve sürekli kendini yenileyebilmesi için toplum içerisinde yaşamalıdır. Yalnızlık bu anlamda bireylerin en büyük düşmanıdır. İngiliz şair John Donne, Aristo’nun sözünü doğrular nitelikte insanı bir adadan ziyade sosyal anlamda bir kıtanın parçası olarak görmektedir. Ancak bu noktada her bir bireyin kıtanın parçası olduğu düşünülürken insanoğlunun toplumsal yaşam nezdinde onlara biçilen roller kapsamında birbirlerine ihtiyaç duymaları da bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ihtiyaçlardan doğan zorunlu biçimde sosyal olarak birlikte yaşama olgusunun yukarıda saydığımız gibi çok sayıda olumlu yönünün bulunmasının yanında bir de olumsuz yönü vardır ki bu olumsuz yön onu harcama yapmaya iter. İnsanlar sosyal bir hayvan oldukları kadar toplum içerisinde çeşitli ünvanlara sahip olan varlıklardır. Bu noktada bireylerin başındaki bu sıfatlar onlara şan, şöhret, para kazandırdığı kadar onları aynı niteliklere sahip başka insanlarla adı konmamış bir yarışa sokar. Bu yarışın adı konulmamıştır, çünkü bu yarışın bir birincisi de olmayacaktır. Bu yarışta onların elini kuvvetlendiren en büyük şey sahip oldukları para, şan veya şöhretleri değil harcama konusunda göstermiş oldukları cesarettir. Bu cesaretin yüksek olduğu toplumlar yani moda tabirle tüketim toplumları sahip oldukları tüm varlıkları harcamak noktasında adeta büyülenmiş durumdadırlar. Çünkü onlar harcadıkları ölçüde var olacaklardır. Var oldukları ölçüde de yukarıda bahsetmiş olduğum yarışta bayrağı taşıyacaklardır. Ama bu noktada kaçırılmaması gereken bir nokta daha var. Bu harcama hastalığı bireylerin egolarını okşarken, onları doyururken, bir yandan da benlik olarak tükenmelerine sebep olmaktadır.    

Genel itibariyle insanlar günün her saati, her an, her dakika bir şeyler tüketmektedirler. Bu sebeple topluluk halinde yaşamaktan bu yana insanoğlu için tüketimin kesilmesi diye bir durum söz konusu olamaz. Ancak bu tüketim tamamen kesilmese de belli ölçüler dâhilinde kontrol altına alınabilir. Bu noktada her bireyin kendi ekonomilerini kontrol etmek için onun dilinden anlamaları gerekir. Nasıl ki okuma-yazma öğrenip bu şekilde hayatı anlamlandırmaya çalışıyorsak, harcama hastalığımızı kontrol altına alabilmek ve tasarruf yapabilmek içinde finansal anlamda okuyup yazabilen bireyler olmamız gerekmektedir. Ancak bu şekilde kendi doyumsuzluğumuzun ve harcama alışkanlıklarımızın önüne birer set çekebilir, bu şekilde her birimizin elinde olan ve adeta sihirli birer değnek gibi görünen kredi kartı hastalığından kurtulabiliriz. Karşılıksız harcamanın temelini teşkil eden kredi kartı hastalığı, özünde çok iyi bir analiz sonucu ortaya çıkmıştır. Kredi kartı kavramı, bireylerin harcama alışkanlıklarını kamçılamak ve bu sayede onlara ellerinde olmayan şeyleri harcamaları noktasında cesaret veren acımasız bir araçtır. Yukarıda da üzerinde durduğum gibi insanlar arasında birincisi olmayan ve asla bitmeyecek olan adı konulmamış bir yarış söz konusudur. Bu yarışta bireylere öne geçme arzusunu veren şey harcama noktasında göstermiş oldukları cesarettir. Kredi kartı işte bu cesaretin en büyük destekçilerinden biridir ve insanların karşılıksız tüketmesi konusunda bir numaralı başvuracakları yol arkadaşıdır.      

Tüketim noktasında dünyadaki en büyük pazarlardan biri olan ülkemiz içerisinde tüketme alışkanlığı hiçbir zaman tükenmeyecektir. Bunun sona ermesi için öncelikle yukarıda da belirtildiği üzere insanlar kendilerini kontrol altına almalı ve ne kadar harcadıkları konusunda finansal anlamda okuryazar olmalıdırlar. Bu şekilde organize olacak bir toplumda bilinçli tüketici modeli öne çıkmış olacak ve bireyler harcamanın, tüketmenin kendilerini bir sonuca ulaştıramayacaklarını anladıkları an sisteme kendilerini dahil edeceklerdir. Bu sayede de üretim ve üretimsel ilişki ortaya çıkacaktır. Toplumsal anlamda üretimin teşvik edilebilmesi, bireylere sağlanacak finansal kaynaklar veya açık çeklerle değil onların zihinlerinde yaratılacak olan yeniliği düşünen ve her zaman onu arzulayan üretim modellerinin ortaya çıkmasıyla mümkün olabilir.       

Sonuç itibariyle her insanın bir üretim fabrikası olduğu düşüncesinden hareketle bireylere onların sosyal bir varlık olduklarının yanı sıra toplum nezdinde var olabilmeleri ve kendilerini kanıtlayabilmeleri için tüketmekten ziyade üretmek düşüncesini merkeze almaları aşılanmalıdır. Bu sayede insanoğlunun harcama noktasında kamçılanan cesaretleri bir nebze de olsun törpülenecek ve finansal anlamda okuryazar bilinçli bir tüketici modeli oluşturulabilecektir.