HANGİ BORÇLAR KANUNU?

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Zaman Bakımından Uygulanmasına İlişkin Bir İnceleme

Hüseyin Can AKSOY*

I. GİRİŞ

Borç ilişkisi yaşayan bir organizmadır: doğar, çeşitli sayı ve nitelikte borçlara kaynaklık ederek yaşamını sürdürür ve ifa neticesinde veya kimi zaman ifa edilmeksizin sona erer. Bu husus özellikle yasa koyucunun kanun değişikliği gerçekleştirdiği hallerde kanunların zaman yönünden uygulanmasına ilişkin önemli sorunlar yaratır. Zira bu hallerde, eski kanunun yürürlüğü sırasında doğmuş ve yeni kanunun yürürlük tarihi itibariyle henüz sona ermemiş bir borç ilişkisine hangi kanun hükümlerinin uygulanacağı meselesi gündeme gelir.

Yeni kanunun, yürürlük tarihinden önce ve geçerli biçimde kurulmuş, hatta belki de taraflarca ifasına başlanmış sözleşmelere ne ölçüde müdahale edeceği son derece hassas bir konudur. Zira gerçekleştirilecek bu tür müdahaleler, kazanılmış haklara zarar verilmesi ve özel hukukun temelinde yatan sözleşme özgürlüğü kavramının zedelenmesi suretiyle bireylerin hukuka duydukları güveni baltalama riski taşımaktadır. Bu durum hukuki kesinliği yok edeceğinden devletin hukuk devleti niteliği ile de bağdaşmaz. Diğer yandan, yeni kanun çoğu kez zamanın ihtiyaçlarına ve menfaat dengelerinin gereksinimlerine daha uygun düzenlemeler içermektedir. Bu nedenle yeni kanunun yürürlüğe girer girmez ve doğmuş ve doğacak tüm borç ilişkilerine uygulanmasında toplumun ve bireylerin menfaati bulunabilir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun[1] (“TBK”) 648. maddesinde, TBK’nın 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe gireceği ifade edilmektedir. Bu ifade dikkate alındığında TBK’nın yürürlük tarihi olan 1 Temmuz 2012’ye kadar yürürlükteki 818 sayılı Borçlar Kanunu (“BK”) hükümlerinin uygulanacağını ve 1 Temmuz 2012’den sonra meydana gelen borç ilişkilerine ise yeni TBK’nın uygulanacağını söylemek mümkündür. Peki, 1 Temmuz 2012 tarihinden önce meydana gelen; fakat etkilerini 1 Temmuz 2012 tarihinden sonra da sürdürmeye devam eden borç ilişkileri hangi kanuna tabi olacaktır? Bu sorunun yanıtını 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’da[2] (“6101 sayılı Kanun”) bulmak mümkündür.

II. GEÇMİŞE ETKİLİ OLMAMA KURALI

TBK’nın, yürürlük tarihinden önce meydana gelen borç ilişkilerine uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin kural 6101 sayılı Kanun’un 1. maddesinde ifade edilen geçmişe etkili olmama prensibidir. Buna göre, “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.” Bu çerçevede, kural olarak, yürürlük tarihinden önce meydana gelen fiil ve işlemlere TBK hükümleri uygulanmayacaktır.

TBK m. 1 hükmü dikkate alındığında, 1 Temmuz 2012 tarihinden önce akdedilecek bir sözleşmesinin geçerli şekilde kurulup kurulmadığı meselesinin BK hükümlerine göre belirleneceği sonucuna varılmaktadır. Örneğin, TBK m. 584 uyarınca, evli kişilerin kefil olması bakımından eşlerinin rızası aranmaktadır. Hâlihazırda yürürlükte bulunan BK’da yer almayan bu husus, kefalet sözleşmesi bakımından bir geçerlilik şartı olup, 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren bu koşul sağlanmaksızın akdedilecek kefalet sözleşmeleri geçerlilik kazanmayacaktır. Ancak geçerlilik koşulları bakımından işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte olan kanun hükümleri dikkate alınacağından, rızası alınmayan eş, TBK’nın yürürlük tarihinden önce akdedilmiş bir kefalet sözleşmesine ilişkin olarak bu sebeple geçersizlik iddiasında bulunamayacaktır. Benzer şekilde haksız fiillere uygulanacak kanunun tespiti bakımından da fiilin işlendiği tarihte hangi kanunun yürürlükte olduğu dikkate alınacaktır. Örneğin, genel nitelikli bir tehlike sorumluluğu düzenlemesi hukukumuza ilk kez TBK m. 71 ile girmiştir. Bu nedenle, söz konusu madde kapsamına giren; fakat özel kanunlarda bir kusursuz sorumluluk hali olarak düzenlenmemiş olan bir haksız fiil, 1 Temmuz 2012 tarihinden önce işlenmiş ise, bu nedenle TBK m. 71 hükmüne dayanarak tazminat talep edilemeyecektir.[3]

III. GEÇMİŞE ETKİLİ OLMAMA KURALININ İSTİSNALARI

Yukarıda belirtildiği üzere, TBK’nın yürürlük tarihi olan 1 Temmuz 2012’den önce gerçekleşen fiil ve işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, kural olarak BK hükümleri uygulanacaktır. Ancak TBK’nın geçmişe etkili olmayacağı kuralı benimsenmiş olmakla birlikte, 6101 sayılı Kanun bu ilkeye çeşitli istisnalar getirmiştir. Bu istisnalar aşağıda sayılmaktadır:

1. TBK’nın yürürlük tarihinden önceki fiil ve işlemlere ilişkin olarak 1 Temmuz 2012’den sonra gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye TBK hükümlerine tabi olacaktır. (6101 sayılı Kanun / m. 1) Diğer bir deyişle, 1 Haziran 2012 tarihinde akdedilen bir satım sözleşmesinin borçlusunun, 1 Ağustos 2012 tarihinde temerrüde düşmesi halinde, uyuşmazlık TBK hükümlerine göre çözümlenecek, sözleşmenin bu veya farklı bir sebeple sona erdirilmesi ya da tasfiyesi TBK hükümleri çerçevesinde gerçekleştirilecektir.

2. TBK’nın kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları, gerçekleştikleri tarihe bakılmaksızın, bütün fiil ve işlemlere uygulanacaktır. (6101 sayılı Kanun / m. 2) Örneğin, ahlâka aykırı bir amaç ile verilen şeyin geri istenemeyeceği kuralı, tıpkı mevcut BK m. 62’de olduğu gibi TBK m. 81’de de kabul edilmektedir. Ancak BK’dan farklı olarak, TBK m. 81’de yer alan düzenlemeye göre, bu halde “…açılan davada hâkim, bu şeyin Devlete mal edilmesine karar verebilir.” TBK m. 81 hükmü kamu düzenine ilişkin bir düzenleme olduğundan, ahlâka aykırı bir amaçla verilen şey, TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce verilmiş olsa dahi açılan davada hâkim bu şeyin Devlet’e mal edilmesine karar verebilecektir.[4]

3. TBK hükümleri, TBK’nın yürürlük tarihinden başlayarak, içerikleri tarafların iradeleri gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere, bu işlem ve ilişkilerin ne zaman gerçekleştiğine bakılmaksızın uygulanacaktır. (6101 sayılı Kanun / m. 3) Örneğin, yürürlükteki BK’dan farklı olarak TBK m. 633’te adi şirketten çıkma ve çıkarılma konuları düzenlenmiştir.[5] Bu bağlamda, bir adi ortaklık sözleşmesi TBK’nın yürürlük tarihinden önce kurulmuş olsa dahi, bu sözleşme çerçevesinde adi ortaklıktan çıkma ve çıkarılma konuları TBK m. 633’e tabi olacaktır.[6]

4. TBK’nın yürürlük tarihinden önce gerçekleşmiş olup da, TBK’nın yürürlüğe girdiği sırada henüz herhangi bir hak doğurmamış fiil ve işlemlere, TBK hükümleri uygulanacaktır. (6101 sayılı Kanun / m. 4) Bu çerçevede, 1 Temmuz 2012 tarihi itibariyle kazanılmış hak niteliğinde olmayan beklenen haklar bakımından BK hükümlerinin uygulanması söz konusu olmayacaktır. Zira bu hallerde bireylerin korunmaya değer bir menfaatlerinin bulunduğu da söylenemez. Nitekim bu hallerde söz konusu hakkın ileride kazanılıp kazanılamayacağı dahi belirsizdir.

5. TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam edecektir. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, TBK’da öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak TBK’da öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olacaktır. Buna karşılık bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, TBK’da öngörülen süreden kısa ise, süre eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam edecektir. TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da, TBK’nın yürürlük tarihi itibarıyla bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nın yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanabileceklerdir. Ancak, bu ek sürenin, TBK’da öngörülen süreden daha uzun olamayacağı hükme bağlanmıştır. Diğer bir ifade ile TBK’da ilk kez öngörülen ve fakat TBK’nın yürürlük tarihi itibariyle dolmuş olan süre bir yıldan kısa ise, hak sahiplerinin yararlanabileceği ek süre TBK’da ilk kez öngörülen süre kadar olacaktır (6101 sayılı Kanun / m. 5). Ayrıca bu açıklamalar, uygun düştüğü ölçüde, TBK’da öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanacaktır. (6101 sayılı Kanun / m. 6) Örneğin, TBK m. 238 hükmü BK’da yer almayan bir süre sınırlaması getirerek alım hakkının en çok on yıllığına kararlaştırılabileceğini ifade etmiştir. Bu süre zamanaşımı veya hak düşürücü sure olmadığı halde, 6101 sayılı Kanun’un 5. maddesinde yer alan kural, uygun düştüğü ölçüde bu süre bakımından da uygulanacaktır.

6. TBK’nın (i) kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları, (ii) geçici ödemelere ilişkin 76. maddesi, (iii) faize ilişkin 88. maddesi, (iv) temerrüt faizine ilişkin 120. maddesi, ve (v) aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138. maddesi, görülmekte olan davalarda da uygulanacaktır. (6101 sayılı Kanun / m. 7) Söz konusu hükümler koruyucu nitelik taşıdıklarından, kanun koyucu bunların görülmekte olan davalara da bir an evvel uygulanmalarını uygun görmüştür. Zira bahsi geçen 76. madde haksız fiilden zarar görenleri korumakta, 88. ve 120. maddeler borçluyu aşırı faize karşı korumakta, 138. madde ise sözleşmede kararlaştırılan edimler arası denge kendisi aleyhine bozulan tarafı korumaktadır.[7]

IV. TAŞINMAZLARI KONU ALAN KİRA SÖZLEŞMELERİNE İLİŞKİN GEÇİCİ MADDELER

Geçmişe etkili olmama kuralına istisna teşkil etmemekle birlikte, 6101 sayılı Kanun kira sözleşmelerine ilişkin iki geçici madde içermektedir. Buna göre, 6101 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un (“GKHK”) 12. maddesinin üçüncü fıkrası[8] uyarınca açılmış ve henüz karara bağlanmamış olan tahliye davalarının, sulh hukuk mahkemelerinde; bunlardan temyiz aşamasında bulunanların ise, Yargıtay’ın ilgili dairesinde, ayrıca bir işlem yapılmasına ve karar verilmesine gerek olmaksızın görülmelerine devam olunacaktır. (6101 sayılı Kanun / Geçici Madde 1) 6101 sayılı Kanun’a getirilen bu geçici maddede, yukarıda belirtilen nitelikleri haiz davalardan hali hazırda açılmış olanlarda, görevli mahkemenin görevinin devam edeceği ifade edilmiştir. Bu çerçevede hüküm, görevli mahkemeye ilişkin olası uyuşmazlıkların meydana gelmesini engelleme amacı taşımaktadır.[9]

6101 sayılı Kanun’da yer alan Geçici Madde 2 ise, kanunun 1. maddesinin son cümlesi hükmünün (TBK’nın yürürlük tarihinden önceki fiil ve işlemlere ilişkin olarak 1 Temmuz 2012’den sonra gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiyenin TBK hükümlerine tabi olacağı kuralının) uygulanmasını belirli kira sözleşmeleri bakımından bir defaya mahsus olmak üzere ertelemektedir. Buna göre söz konusu kural, 6101 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce TBK’nın 347. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde[10] öngörülen kira sözleşmelerinden, (i) on yıllık uzama süresi dolmamış olmakla birlikte geri kalan süre beş yıldan daha kısa olanlar hakkında, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl, ve (ii) on yıllık uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl sonra uygulanacaktır. (6101 sayılı Kanun / Geçici Madde 2) Bu hükmün amacı TBK’nın 347. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin derhal uygulanması sonucunda kiracıların zarara veya mağduriyete uğramalarının ve doğması muhtemel sorunların önlenmesidir.[11] Zira bahsedilen madde hükmü, kiraya verene, kira sözleşmesini herhangi bir sebep göstermeksizin sona erdirme hakkı tanımaktadır. Geçici Madde 2, kiracıların korunması amacıyla bu hakkın kullanılmasını bir süre ertelemektedir.

--------------------------

* Avukat, Çakmak Avukatlık Bürosu; Medeni Hukuk Doktora Programı Öğrencisi, Martin-Luther-Universität Halle-Wittenberg; 

[1] 4 Şubat 2011 tarihli ve 27836 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

[2] 4 Şubat 2011 tarihli ve 27836 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

[4] Bkz. Madde Gerekçesi, s. 3.

[5] TBK m. 633: “Bir ortağın fesih bildiriminde bulunması, kısıtlanması, iflası, tasfiyedeki payının cebrî icra yoluyla paraya çevrilmesi veya ölmesi hâlinde, sözleşmede ortaklığın diğer ortaklarla devam edeceğine ilişkin bir hüküm varsa, bu durumlardan biri gerçekleştiğinde, o ortak veya temsilcisi ya da ölen ortağın mirasçısı ortaklıktan çıkabilir veya diğer ortaklar tarafından yazılı olarak yapılacak bir bildirimle ortaklıktan çıkarılabilir.”

[6] Bkz. Madde Gerekçesi, s. 4.

[7] Bkz. Madde Gerekçesi, s. 8.

[8] GKHK m. 12’ye göre, kira sözleşmesinin esas amacı itibariyle başkalarına kiralanması lazım ve mutat olan gayrimenkullerin bütün olarak devri veya kiralanması hali hariç olmak üzere, kiracı, sözleşmede aksi belirtilmedikçe, kiralanan yeri kısmen veya tamamen başkasına kiralayamaz yahut istifade hakkını veya sözleşmesini başkasına devredemez veyahut kendisi gayrimenkulü bırakmış olduğu halde hiçbir sebeple bu yeri kısmen veya tamamen başkalarına işgal ettiremez. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre, bu kurala “riayet etmeyerek bir gayrimenkule kiracı veya devir alan sıfatiyle girenler veya bu gayrimenkulü işgal edenler hakkında hiç bir ihtara hacet kalmaksızın sulh mahkemelerinde tahliye davası açılabilir.

[9] Bkz. Madde Gerekçesi, s. 9.

[10] TBK m. 347, konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmenin bildirim yoluyla sona ermesini düzenlemektedir:

“Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az onbeş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler.

Genel hükümlere göre fesih hakkının kullanılabileceği durumlarda, kiraya veren veya kiracı sözleşmeyi sona erdirebilir.”

[11] Geçici Madde 2, Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşüldüğü sırada eklenmiştir. Bkz. Görüşme Tutanakları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 50’nci Birleşim, 12 Ocak 2011 Çarşamba, http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b050m.htm.

* Avukat, Çakmak Avukatlık Bürosu; Medeni Hukuk Doktora Programı Öğrencisi, Martin-Luther-Universität Halle-Wittenberg;

HUKUK VE YAŞAM DERGİSİ 2011-4.SAYI