Prof. Dr. Ersan Şen YAZDI:

1- Genel Olarak

Bu anlayış, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin Ek 7 Numaralı Protokolü’nün 2. maddesine de uygun düşmektedir. Esasında 2. maddenin 1. fıkrasında, bir mahkeme tarafından cezalandırılmasına karar verilen herkesin, hakkında verilen ceza kararını daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkına sahip olduğu ve 2. fıkrasında da bu konuda istisna getirilebileceği öngörülmüştür.

Türk Hukuku’nda, üçbin Türk Lirası ve altında kalan adli para cezalarına karşı kanun yolunun kapalı tutulması, Ek 7 Numaralı Protokolü’nün 2. maddesinin 2. fıkrasına örnek olarak verilebilir.

Yerel mahkeme kararının temyiz kanun yoluna tabi tutulması, temyiz incelemesi yapacak mahkemenin işin esasına girmeyip hukukilik denetim yapma yetkisi ile sınırlı olduğu anlamını taşımaktadır.

Bir başka ifadeyle, hükmün kanuna aykırı verilmesi, yani hukuk kuralının tatbik edilmemesi veya yanlış tatbik edilmesi temyiz sebebini oluşturmaktadır. Ancak bizde temyiz incelemesi, sadece meselenin hukukilik denetimi ile sınırlı kalmamakta, Yargıtay aynı zamanda maddi vakıanın incelenmesine de girebilmektedir.


Yargıtay’ın bu konudaki tavrı net olmamakla birlikte, birçok durumda maddi vakıa incelemesi yapıp, davanın esasına müdahale ettiği görülmektedir. Umarım Yargıtay aynı hassasiyeti, hukukilik denetimi kapsamında asıl incelemesi gereken “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı 230. madde ile ilgili ve özellikle bu maddenin 1. fıkrasının (b) bendinde yer alan “hukuka aykırı deliller” hakkında da gösterir ve özellikle uygulamada “formül onama kararı” adı ile bilinen, somut gerekçeden yoksun karar türünü terk eder.


Bir içtihat mahkemesi olma özelliğini taşıması, bu özelliği kazanıp koruması gereken Yargıtay’ın iş yükünü gözardı etmek, bilhassa sürekli değişen kanunlar ve uzayan yargılamalar karşısında adalette yaşanan gecikmelere karşı hukukilik denetimi sırasında ve sonucunda izlenmek zorunda kalınan yöntemler nedeniyle Yargıtay’ı eleştirmek, elbette somut gerçekler karşısında çok da isabetli olmayacaktır. Mevcut durumda, artırılan Yargıtay dairesi ve üye sayısına rağmen, yerel mahkeme kararlarını usul ve esas yönleri ile inceleyen ara mahkemelerin olmaması sebebiyle Yargıtay, hukukilik denetimi yapsa da adalet ve vicdanı gözönünde bulundurması gerektiğinden, birçok durumda davanın maddi vakıa kısmına girmek zorunda kalmakta, içtihat mahkemesi özelliğini terk ederek, davanın esasını inceleyen mahkeme hüviyetine dönüşmektedir. Yargıtay’ın daire ve üye sayısı ne kadar artırılırsa artırılsın, hukukilik denetiminin yanında dava dosyasının maddi vakıa kısmına girdiği her durumda iş yükünden kurtulabilmesi ve bir içtihat mahkemesi kimliğini koruyabilmesi mümkün olamayacaktır. Bu durumda, maddi vakıa incelemesine girmediği birçok dosya bakımından da eşit ve dürüst olmayan bir yargılama mekanizması gündeme gelecektir. Türk Yargısı’nın şu an itibariyle yaşadığı bir diğer sorun da budur.
Hukukun zenginliği, yargı kararları ve bilimsel görüşlerden oluşur. Yargı kararları ile bilimsel görüşlerin, aynı veya benzer olay ya da konularda farklılık içermesi olağandır. Bu görüş farklılıkları, kuşkusuz hukukun gelişmesini sağlar. Ancak bazı noktalarda, örneğin hukukun evrensel ilke ve esaslarında, kanunların tatbikinde yargı birliği uygulamasının temini, somut olayın özelliklerinin ötesinde değişkenlik göstermemesi gereken hususlarda yeknesaklığın sağlanması amacıyla, bağlayıcı olmasa da yargı kararlarına emsal olabilecek içtihat mahkemesi kararlarına duyulan ihtiyaç tartışmasızdır. İçtihat mahkemesi, her davanın temyiz inceleme mercii olarak görülmemeli ve uygulamada ortaya çıkan çelişkileri gidermelidir.
2- Yargıda İstinaf Mahkemeleri İhtiyacı
Türk Hukuku’nda “istinaf” adı ile bilinen, yerel mahkemelerce verilen kararları usul ve esas yönünden inceleyen bölge adliye mahkemelerine (BAM) ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Bu mahkemeler, Yargıtay’ın içtihat mahkemesi kimliğini kazanmasına yardımcı olacaktır. Kanunları ve adları bulunan bölge adliye mahkemelerinin 2007 yılında bu tarafa faaliyete geçirilmemesi nedenini, yeterli sayı ve tecrübede hakim ve savcının bu mahkemelerde görevlendirilememesi ve bu mahkemelerin altyapısının henüz hazır edilememesi olarak tespit etmek mümkündür. Zamanında da hakim ve savcı sayısındaki yetersizlikten dolayı kaldırılan istinaf mahkemelerinin hayata geçirilmesinin, beraberinde getireceği sorunlardan fazla yarar getireceğine inanmaktayız.
Elbette yeni gelen kanun ve müessese, bazı sorunları da beraberinde getirebilecektir. Yargıda yaşanan birçok sorunu, sadece istinaf mahkemelerini yürürlüğe koymak suretiyle hemen bitirebilmek mümkün değildir. İlk olarak zamana ihtiyaç vardır ve sabırlı olmak gerekir. Bazı durumda, yeni gelen kanun ve müessesenin faydadan çok zarar ve hatta fayda yerine zarar getirdiği görülmüştür. Ancak istinaf mahkemelerini bu kapsamda görmek mümkün değildir. Hatta mümkün olduğunda, sırf ceza soruşturması aşaması ile görevli hakimlik sistemi ve savcıların soruşturma aşamaları ile gerektiği gibi ilgilenebilmeleri için de adli kolluk kurulmalıdır.
İstinaf mahkemeleri ile ilgili; davaların geç sonuçlanması, yeterli sayıda istinaf dairesinin kurulmaması, yeterli tecrübe ve sayıda hakim ve savcının bu mahkemelerde görevlendirilememesi, yasa yolu denetiminin bölünmesinin çelişkili karar ihtimaline neden olabileceği, istinaf mahkemelerinin sadece hukukilik denetimi ile değil, davaların maddi vakıa kısımları ile de yetkilendirilip, eksik görülen noktalarda davanın istinaf mahkemelerince yeniden görülmesinin yol açabileceği sıkıntılar ile maliyet sorunu gündeme getirilebilir.
Bu sorunların tümüne, teorik açıdan cevap vermek mümkündür. Ancak biz daha ziyade, istinaf mahkemelerinin kurulması ile birlikte ortaya çıkabilecek endişeleri dikkate almaktayız. Çünkü maddi hakikate ve adalete ulaşmak noktasında ve özellikle de Türk Yargı Sistemi’nin yaşadığı güncel sorunlar dikkate alındığında, amacına ve fonksiyonlarına uygun bir şekilde kurulup yürürlüğe koyulacak bölge adliye mahkemelerinin yarar sağlayacağı kuşkusuzdur.
Bir içtihat mahkemesi olarak kabul edilen, ancak bu özelliği sadece adı ve niteliğinden ibaret hale dönüşmek zorunda kalan, bir içtihat mahkemesinden ziyade, 81 ilin ve birçok ilçenin mahkemelerinden gönderilen dosyaların sadece hukukilik denetimine değil, maddi vakıa itibariyle incelenmesini yapmak zorunda kalan veya bırakılan, bu sebeple de gerçek amaç ve fonksiyonundan uzaklaşan Yargıtay’ın gerçek kimliğine dönmesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin Ek 7 Numaralı Protokolü’nde öngörülen ceza davalarında iki dereceli yargılanma hakkının gerçek manada korunup uygulanabilmesi amacıyla bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi isabetli olmuştur. Bu sayede, bir içtihat mahkemesi olarak faaliyet göstermesi gereken Yargıtay’ın iş yükü azalacak, Yargıtay “merkezi istinaf mahkemesi” kimliğinden uzaklaşacak, yargının süratinde iyileşme olacağı gibi, özellikle maddi hakikat ve adalet konusunda sorunlar azalacaktır.
Sadece mahkeme kurmak, yargı sorunlarını çözmek için yeterli değildir. Asıl olarak, bilgi, deneyim ve tecrübeye sahip yeterli sayıda hukukçuya sahip olmak gerekir. Bunun da zaman alacağı muhakkaktır.
3- İstinaf ve Temyizin Yetki Çerçevesi
20 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Türk Yargısı’nda yerel mahkemeler ile temyiz arasında yer alacak BAM yargı yetkisini kullanmaya başlayacak ve böylelikle sistemde önemli değişiklikler gündeme gelebilecektir.
Şu an ne yazılıp çizilirse çizilsin, BAM’lar faaliyete geçmeden neyin ne olacağı, ne gibi yarar ve zararları, eksikliklerin gündeme geleceği bilinemez. Bunların yaşanarak ve tecrübe ile öğrenilebileceğini düşünmekteyiz.
“Kanuni hakim güvencesi” başlıklı Anayasa m.37’nin açık ve emredici hükümleri karşısında BAM’ların hangi dosyalara bakabileceği, yürüyen davalardan hangilerini görebileceği, savcılık aşamasında olan soruşturma dosyaları ile yeni başlayan davalardan, henüz bitenlerden, Yargıtay’da Başsavcılıkta, dairede veya genel kurullarda bekleyen hangi dosyalara BAM’ların bakacağı, Yargıtay’ın dosyaları gönderip göndermeyeceği, kararları bozulan dosyaların yerel mahkemelere döndükten sonra verilen kararların nereye gideceği, ortaya çıkabilecek çifte standardın ve farklı uygulamaların “eşitlik”, “kanuni hakim güvencesi” ve “dürüst yargılanma hakkı” ilkeleri karşısında nasıl anlaşılıp değerlendirileceği, Anayasa m.37/2’de yer alan “Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.” hükmü karşısında, BAM’ların faaliyete geçmesinden önce işlenen suça konu olabilecek fiillerden dolayı yetkili kabul edilmelerinin Anayasanın bu hükmünü ihlal edip etmeyeceği, her ne kadar BAM’lar 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 2005 yılında yürürlüğe girip 2007 yılında faaliyete geçmesi öngörülse ve olağanüstü mahkemeler olarak kabul edilmeseler de, en azından ayrı bir yasal düzenleme olmadıkça faaliyete geçmelerinden önce işlenen eylemler ile tasarrufların yargılamalarında yetkili olamayacakları, en kısa sürede çözüme kavuşturulup cevaplandırılması gereken soru ve sorunlar olarak karşımızda durmaktadır.
Kanun koyucu ve/veya uygulama; hukukun evrensel ilke ve esaslarını gözeterek, Anayasa ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun görev ve yetki ile ilgili kuralları uyarınca hangi dosyalara BAM’ların ve Yargıtay’ın bakacağını bir an önce netleştirmeli ve bu konuda çifte standarda, farklı uygulamalara, adaletsizliklere sebebiyet verebilecek sonuçların önüne şimdiden geçmelidir.
4- Hangi Kararlara Karşı İstinaf Yoluna Gidilebilir?
a) İlk derece mahkemelerinden verilen hükümlere karşı istinaf yoluna başvurulabilir.
b) Hükümden önce verilip hükme esas teşkil eden veya başkaca kanun yolu öngörülmemiş olan mahkeme kararlarına karşı hükümle birlikte istinaf yoluna gidilebilir. Bu nedenle, mahkemelerin ara kararlarına karşı ve başka kanun yolu, örneğin itiraz kanun yoluna açık bırakılan kararlara karşı (örneğin, tutuklama veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı) doğrudan istinaf kanun yoluna gidilemez.
5- Bölge Adliye Mahkemesince Re’sen İncelenecek Kararlar
15 yıl ve daha fazla hapis cezalarına (birden fazla suça ilişkin cezaların toplamının değil, bir suçtan dolayı 15 yıl ve daha fazla hapis cezasının tatbiki durumunda) ilişkin hükümler, bölge adliye mahkemeleri tarafından re’sen incelenir (CMK m.272/1).
6- Hangi Kararlara Karşı İstinaf Yoluna Başvurulamaz?
Hapis cezasından çevrilen adli para cezaları hariç olmak üzere;
3.000 TL dahil adli para cezasına mahkumiyet hükümlerine karşı,
Üst sınırı beşyüz günü geçmeyen adli para cezasının gerektiren suçlardan beraat hükümlerine karşı,
Kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümlere karşı,
İstinaf yoluna başvurulamaz. Bu kararlar dışında kalan yerel mahkeme kararlarına karşı istinaf yolu açıktır.
7- İstinaf Mahkemeleri Hangi Yönde Kararlar Verebilir?
CMK m.280’e göre bölge adliye mahkemeleri;
•    Esastan ret,
•    Bozma,
•    Davanın yeniden görülüp duruşma açma,
Kararları verebilir.
Davanın yeniden görülmesi yönünde karar verdikten sonra bölge adliye mahkemesi, ya başvuruyu esastan reddedecek ya da yerel mahkeme hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kuracaktır.
Esastan ret kararı verilebilmesi için; bölge adliye mahkemesinin yerel mahkeme kararında usul ve esasa ilişkin aykırılık bulmaması gerekir. Bununla birlikte CMK m.303/c, e, f, g, h bentlerinde tanımlanan maddi hatalarda, ilgili hukuka aykırılık düzeltilerek esastan ret kararı verilecektir.
Bozma kararı verilebilmesi için; CMK m.289’da tanımlanan hukuka kesin aykırılık hallerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu durumda bölge adliye mahkemeleri dosyayı doğrudan ilgili yerel mahkemeye gönderir. Hukuka kesin aykırılık hallerinden en önemlilerinden biri şüphesiz “hukuka aykırı deliller” yargılamada kullanılarak hüküm oluşturulmasıdır (CMK m.289/1-i). Yine hükmün CMK m.230 uyarınca gerekçeyi içermemesi, CMK m.289/1-g uyarınca kesin hukuka aykırılık nedenidir. Anayasa m.141/3 ve CMK m.34’de de ifade edildiği üzere, mahkemelerin her türlü kararı hukuki ve fiili nedenleri ortaya koyacak şekilde gerekçelendirilmelidir.
Davanın yeniden görülüp duruşma açılabilmesi için; yukarıda yer verilen hususlar dışında, CMK m.289’da tanımlanan hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmamakla birlikte, delillendirme, suç vasfının tayini ve sair hususlarda yerel mahkemenin hukuka aykırı karar vermesi gerekmektedir. Örneğin olayda, sanığın suçu işlemediğine ilişkin açık savunmalarına ve lehine tanık beyanlarına rağmen, soyut bir kabulden hareketle yerel mahkemenin sanığa ceza vermesi durumunda bölge adliye mahkemesi, davanın yeniden görülmesi amacıyla duruşma açacaktır. Bununla birlikte yerel mahkemenin CMK m.230 uyarınca gerekçeyi gereği gibi açıklamadığı durumda; bu husus CMK m.289/1-g’de bir kesin hukuka aykırılık hali olarak sayıldığından BAM, doğrudan bozma kararı vermek suretiyle dosyayı yerel mahkemeye gönderecektir.
Bölge adliye mahkemeleri, davanın yeniden görülmesi gerektiği kanaatine vardığında CMK m.281 uyarınca, CMK m.175 hükmüne uygun olarak duruşma gününü saptayıp gerekli incelemelerde bulunur. Mahkemece gerekli görülen tanıkların, bilirkişilerin dinlenilmesi ve keşfin yapılmasına karar verir. Burada bölge adliye mahkemelerinin, yalnızca bir hukukilik denetimi mekanizması niteliği taşımadığı, buna ek olarak bir maddi vakıa mahkemesi de olduğunun kabulü gerekir.
Bölge adliye mahkemelerinden önce hukukilik denetimi görevini üstlenen Yargıtay, bazı durumlarda bir maddi vakıa mahkemesi gibi hareket etmekte idi. Ancak bu düzenleme ile bölge adliye mahkemeleri, CMK m.280/1-c uyarınca davanın yeniden görülmesi gerektiği kanaatine vardığında maddi vakıa mahkemesi gibi hareket edecek, Yargıtay da bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararların yalnızca hukukilik denetimini yapacaktır.
8- Hangi Kararlar Temyiz Edilebilir?
a) Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma kararı dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir.
b) Hükümden önce verilip hükme esas teşkil eden veya başkaca kanun yolu öngörülmemiş olan mahkeme kararları da hükümle beraber temyiz olunabilir.
9- Hangi Kararlar Temyiz Edilemez?
a) Bölge adliye mahkemelerinin, ilk derece mahkemeleri tarafından verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair verdiği kararları,
b) Bölge adliye mahkemelerinin, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan kararları,
c) Bölge adliye mahkemelerinin, ilk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin verdiği her türlü kararları,
d- Bölge adliye mahkemelerinin, ilk derece mahkemelerinin adli para cezasını gerektiren suçlarla ilgili verdiği hükümlere ilişkin verdiği her türlü kararları,
e) Sadece eşya veya kazanç müsaderesine veya bunlara yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,
f) On yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlardan, ilk derece mahkemesince verilen beraat kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,
g) Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen bu tür kararlar veya istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,
h) Yukarıda sayılanlarda gösterilen sınırlarda kalmak kaydıyla, gösterilen cezalardan ve kararlardan birden fazlasını içeren BAM kararları,
Temyiz edilemez.
Belirtmeliyiz ki, burada (h) bendinde yer verdiğimiz, CMK m.286/2-h’de yer alan hükmün pek anlaşılamadığı, esasında ilk yedi bentte sayılanların zaten temyiz yasağı kapsamında olduğu, bu kapsamlardan birisine girmesi şartıyla, bir hükümde bu bentlerde birden fazlasına uyan kararların da kendiliğinden temyiz yasağında kaldığının kabulü gerekir. Bu sebeple, CMK m.286/2-h’nin gereksiz olduğu söylenebilir. Eğer bu hükmün başka bir anlamı varsa, anlaşılır şekilde açıklanıp tanımlanmaya ihtiyaç olduğunu ifade etmek isteriz.
10- Muhtemel Sorunlara İlişkin Değerlendirme
a) İstinaf kanun yolunda ceza yargılamasının esası olan sözlü usulün terk edilip yazılı usule bağlanması, sürekli bir dilekçe sunma süreci ve süresinin öngörülmesi isabetli olmamıştır. Çünkü ceza yargılaması, bir iş mahkemesi veya özel hukuk uyuşmazlığı değildir.
Sürekli bir dilekçe sunma süreci ve süresinin öngörülmesi halini, CMK m.294 ve 295 hükümlerinde görmekteyiz.
CMK m.294/1’e göre; “Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır”.
CMK m.295/1’in ilk cümlesine göre ise; “Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir”.
Bu hükümlere göre temyiz eden taraf, bozma gerekçelerini yedi gün içerisinde bildirmek zorunda olup, bu nedenler başvuruda belirtilmemiş ise, bu kez temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitiminden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde bu sebepleri göstermek zorundadır. Bu husus, CMK m.294/1’de yer alan “zorundadır” ile CMK m.295/1’de belirtilen “verilir” ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Uygulamada “kısa temyiz” ve “gerekçeli temyiz” olarak bilinen bu dilekçelerle ilgili kanuni düzenlemeden anlaşılan, temyiz eden tarafından en azından gerekçeli temyiz dilekçesinde tüm bozma nedenlerini temyiz merciine sunmasıdır. Yedi günlük süre geçtikten sonra yeni bir bozma nedeninden söz edilemez. Bu düzenleme bir anlamda, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun m.47 ve devamı hükümlerine benzemektedir.
CMK m.294/2 uyarınca temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olmakla birlikte, temyiz edenin vasıflandırmada yaptığı hatanın temyiz başvurusuna bir etkisi bulunmamaktadır; zira esas olan, süresinde yapılan temyiz başvurusunda ortaya koyulan temyiz sebebidir. Yargıtay bu temyiz sebeplerini, hukuki nitelendirmede hata yapıldığı gerekçesi ile reddedemez.
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda (CMUK) da buna benzer hükümlerin bulunduğu bir an için düşünülse bile, CMK m.294 ve 295’in muadili olarak gösterilebilecek CMUK m.313 ve 314’de, yukarıda yer verdiğimiz zorunluluğun bulunmadığı görülmektedir.
Buna göre CMUK m.313’de “zorundadır”, “mecburiyetindedir” ve sair kelimeler bulunmamakta; “Temyiz eden taraf hükmün hangi cihetine itiraz ve neden dolayı bozulmasını talep etmekte olduğunu temyiz istidasında veya beyanında veyahut layihasında gösterir.” ifadesi kullanılmaktadır.
CMUK m.314’ün ilk cümlesinde de, CMK m.295’de yer alan “verilir” yerine, “verilebilir” ibaresi yer almaktadır. Maddenin ilk cümlesine göre; “Temyiz dilekçesinde veya beyanında temyiz sebepleri gösterilmemişse temyiz dilekçesi için belirlenen sürenin bitmesinden yahut gerekçeli karar henüz tebliğ edilmemişse tebliğinden itibaren bir hafta içinde hükmü temyiz olunan mahkemeye bu sebepleri ihtiva eden bir layiha da verilebilir”.
Ayrıca CMUK m.314/2’de, “Layihanın verilmemesi veya istida veya beyanda temyiz sebeplerinin gösterilmemesi temyiz tetkikatı yapılmasına mani değildir.” ifadesi kullanmakla kanun koyucu mülga Kanunda, Yargıtay’ın bozma nedenlerini re’sen incelemesi müessesesini öngörmüştür. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, CMUK m.314/2 düzenlemesine benzeri bir hüküm bulunmamaktadır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun temyiz hükümleri 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’ndan farklı olarak, temyize başvuru şekli ve incelemesinde Yargıtay’ın sınırsızlığını kaldırmış, hem temyiz gerekçelerinin bildirildiği süre ve hem de temyiz sebepleri konularında sınırlama öngörmüştür.
İstinaf kanun yolunda ise, bu tür zorunluluk, yani istinaf yoluna başvurmak yeterli olup, sebeple bağlılık yoktur. Bu tür bir zorunluluk; sanık ve katılan için değil, cumhuriyet savcısı için öngörülmüştür.
CMK m.273/4-5’e göre; “(4) Sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanların dilekçe veya beyanında, başvuruya ilişkin nedenlerin gösterilmemesi

inceleme yapılmasına engel olmaz.
(5) Cumhuriyet savcısı, istinaf yoluna başvurma nedenlerini gerekçeleriyle birlikte yazılı isteminde açıkça gösterir. Bu istem ilgililere tebliğ edilir. İlgililer, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde bu husustaki cevaplarını bildirebilirler”.
Görüleceği üzere istinaf kanun yolunda, sanık ve katılan için temyiz için Yargıtay’a ve bireysel başvuru için de Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak başvuru sırasında sebep gösterme ve sebeple bağlılığa yer verilmemiştir. Bizce sebeple bağlılık; Anayasa Mahkemesi’nde kabul edilebilir olmakla birlikte, olağan kanun yolu olan temyizde yer almamalı idi. Ceza Yargılaması Hukukunun Kamu Hukuku dalı olma özelliği, maddi hakikatin ve adalete ulaşmanın önemi uyarınca temyizde sebeple bağlılık kaldırılmalı, temyiz mercii başvuran tarafın talebi olmasa da tespit ettiği hukuka aykırılığı dikkate alabilmelidir.

b) CMK m.280/1-b’nin “veya kendi yargı çevresi içinde uygun göreceği bir mahkemeye gönderir” ibaresi, “tabii hakim ve mahkeme” ilkesi açısından sorunlu görülebilir. Gerçi benzer hüküm eski temyiz kurallarında da vardı, kullanılmazdı. Bu konuda objektif ve öngörülebilir kriterler ortaya koyulmalı, istikrarlı bir uygulama ile bozulan kararın hangi gerekçelerle kendi mahkemesine değil de başka bir mahkemeye gönderileceği hususu netleştirilmelidir.

c) Temyizde sebep ve maddi vakıa ile kısıtlılığın isabetli olmadığını düşünüyoruz. Olağanüstü kanun yolu için mümkün olabilecek bu uygulamanın, bir Özel Hukuk uyuşmazlığını yargılamayan ceza yargılamasının olağan kanun yolu aşamasında öngörülmesi Kamu Hukuku anlayışı ile de bağdaşmamaktadır. Bozma sebebi varsa ve zamanında gösterilmemişse bile, temyiz mercii olan Yargıtay bu aykırılığa gözünü kapayamaz.

d) CMK m.280’in lafzından, ilk derece mahkemesinin hükmünün hukuka kesin aykırılık içermesi durumunda duruşma yapılmaksızın bozulacağı anlaşılmaktadır. Bazı durumlarda hukuka kesin aykırılığın varlığı ciddi ve önemli tartışmaları gerekli kılabilir. Bu sebeple, avukatların bu hususları sözlü olarak dile getirmelerini engellemeye yönelik duruşma öngörmeyen düzenlemenin olumlu olmadığını düşünmekteyiz.

e) CMK m.281/1’in son cümlesinin sorunlu olduğu görülmektedir. Çünkü hükümde; tutuksuz sanığın başvurusu üzerine açılan yargılamaya gelmemesi, davanın reddi için bir sebep olarak gösterilmiştir. Hükümde “müdafi” ibaresine yer vermemesi ve aşırı şekilci biçimde sanığın huzurda hazır bulunmasının aranması ceza yargılamasının amacı ile örtüşmemiştir. Maalesef bu düzenleme Özel Hukuk hükmü niteliği taşımaktadır.

f) CMK m.275/2’de öngörülen gerekçe yazma süresine, uygulamada hangi mahkemenin ne kadar uyabileceği ciddi bir merak konusudur. Burada öngörülen sürenin gerçekçi olmadığını ve bu hükmün de, CMK m.232/3’de yerel mahkemeler için öngörülen 15 günlük gerekçeli kararı yazıp dava dosyasına koyulmasını emreden hüküm gibi uygulanma kabiliyeti kazanamayacağını ifade etmek isteriz.
Şu an için, istinaf kanun yollarının hangi dava dosyalarını kapsayacağı ve Yargıtay’da bulunan dosyalar ile 20.07.2016 tarihine kadar Yargıtay’a gidecek dosyaların bu değişiklikten ne derece etkileneceği veya etkilenmesi gerektiği uygulamada netleşmemiştir. Ancak 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Temyiz ve Karar Düzeltme” başlıklı 8. maddesinin 1. fıkrasında, konuyu teorik açıdan düzenleyen bir hüküm vardır. Bu hükme göre; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmi Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326 ncı maddeleri uygulanır. Yargıtay ceza daireleri ile Ceza Genel Kurulu kararlarındaki yazıma ilişkin maddi hataların düzeltilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, ilgili ceza dairesi veya Ceza Genel Kuruluna başvurabilir”. Görüleceği üzere, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyize gidilen kararlar Yargıtay tarafından incelenecek ve sonrasında ise istinaf yolu devreye girecektir.

Bizce, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihte henüz kesinleşmemiş tüm dosyaların bu değişiklikten etkilenmesi gerekir. Çünkü görev ve yetki ile ilgili olanlar dahil tüm usul hükümleri, yürürlüğe girdikleri andan itibaren derhal uygulanır. Bununla birlikte, görev ve yetki ile ilgili olan kanun değişikliğinin yürürlüğe giriş tarihi olarak farklı uygulama benimseyen kanun da çıkarılabilir.
Bu nedenle, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay arasında yaşanma ihtimali bulunan madde ve zaman itibariyle yetki sorunu ile karmaşasını önleyebilecek veya yazımızda görevle ilgili ortaya koyduğumuz sakıncaları kısmen veya tümü ile giderebilecek yasal düzenlemenin 5320 sayılı Kanunun 8. maddesinin 1. fıkrasına eklenmesinde isabet olduğunu düşünmekteyiz.
Aşağıda yer alan soru ve öneri, “adalet.org” adlı sitede Hakim Dr. Seydi Kaymaz tarafından gündeme getirilmiştir.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Kanunu’nun 8. maddesinin 1. fıkrasına göre; "Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmi Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ila 326 ncı maddeleri uygulanır".
Kaymaz’a göre bu hükmün lafzından, yasa yoluna başvurma tarihine göre yasa yolunun istinaf mı yoksa temyiz olacağının anlaşıldığı kabul edilmelidir.


20 Temmuz 2016 tarihinde istinaf mahkemelerinin fiilen göreve başlayacağı varsayılarak, 17 Temmuz 2016 tarihinde ilk derece mahkemesinde, sanıklardan birisinin yüzüne karşı ve diğerinin yokluğunda karar verildiği, yüzüne karşı karar verilen sanık aynı gün hükmü temyiz etmesine rağmen, yokluğunda hüküm verilen sanığın bir ay sonra  hüküm aleyhine yasa yoluna başvurduğu düşünüldüğünde; 17 Temmuz 2016 tarihinde yasa yoluna başvuranın başvurusu temyize, hükmü bir ay sonra temyiz eden sanığın başvurusu ise istinaf kanun yoluna tabi olacak gözükmektedir.
Aynı suçtan ceza alan iki sanıktan birisinin temyizini inceleyen Yargıtay hükmü onadı. İstinaf mahkemesi ise yaptığı yargılama sonucunda suçun sabit olmaması nedeniyle sanığın beraatına karar verdiğinde, ortaya çıkacak bu sorunu mevcut düzenlemeye göre çözmenin çok güç olduğu gerçeği karşısında, yukarıda yer alan soruyu ve ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgili yasal bir düzenleme yapılması gerekir. Kimisi burada, bu dosyanın yüksek görevli olması sebebiyle Yargıtay’a gideceğini ve tüm sanıklar yönünden hukukilik denetiminin temyiz incelemesi ile yapılacağını ileri sürebilir. Bu fikir ilk bakışta doğru gözükse de; karışıklıkları, yanlış anlamaları ve farklı uygulamaları önlemek açısından yasal düzenlemeye gidilmesinde isabet olduğunu düşünmekteyiz.
Yeri gelmişken; Yargıtay’da yapılan temyiz incelemesi sonucunda bozulan bir karara karşı 20 Temmuz itibariyle direnme kararı veren yerel mahkemenin bu kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulu yerine, bölge adliye mahkemesinin ilgili ceza dairesine gideceğini, çünkü 20 Temmuz’dan itibaren yargı faaliyetine başlayacak bölge adliye mahkemelerinin gözardı edilmesi suretiyle bir direnme kararının doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gidebilmesinin önünün kapanacağını ifade etmek isteriz. 


11- Değerlendirmemiz:
Şu an için bu konuda söylenen; temyizin yapıldığı tarihin esas alınacağı, 19 Temmuz’da yapılacak başvurunun Yargıtay’a ve 20 Temmuz’da yapılacak olanın ise bölge adliye mahkemesine gideceğidir. Bu uygulamanın kabulü, konu benzerliği olan farklı davalar arasında doğuracağı eşitsizliği bir kenara bırakalım, aynı davada taraf olanlardan 20 Temmuz’a doğru karar duruşması olup da son celseye katılan taraf ile katılmayan taraf arasında da ciddi bir sorunun doğmasına yol açacaktır.
Bu noktada meseleye dosya esaslı bakılması gerektiğine, 20 Temmuz 2016 tarihi itibariyle kesinleşmemiş tüm dosyaların bölge adliye mahkemeleri esas alınarak dağıtılması gerektiğine inanmaktayız. Bunun dışında her uygulama adaletsizliğe, eşitsizliğe ve kanuni hakim ve mahkeme güvencesinin ihlaline yol açacağı gibi, karar istikrarını ve yeknesaklığı bozacaktır. Bölge adliye mahkemeleri kanunla kurulan olağanüstü mahkemeler olmadığına, bugüne kadar düşünülen istinaf kanun yolunun hayata geçmesine hizmet edeceğine, en önemlisi de yasal dayanağı ilk olarak 1 Haziran 2005 tarihinde Türk Hukuku’na girdiğine göre, daha fazla beklemeye, görev ve yetki kurallarının derhal uygulanma esasını zedelemeye gerek olmadığı gibi, hatta görevin, yani madde itibariyle yetkinin kamu düzeninden olduğu hususu gözardı edilmemelidir. Olumlu ve olumsuz yanları ile sulh ceza hakimliklerinden (kabulümüze göre sorgu hakimliklerinden) sonra bölge adliye mahkemelerinin kurulması ile ceza yargısının çatısı tamamlanmış olacak, bundan sonra hedef bu hakimliklerin ve mahkemelerin iyi ve süratli çalışması olmalı, geçici veya daimi dokunulmazlıkların yargının hukukilik denetimine açılması sağlanmalı, en önemlisi de cumhuriyet savcılarının emrinde çalışmak üzere delil toplama ve değerlendirmede uzman Türk Adli Kolluk Teşkilatı kurulmalıdır. Yasal düzenlemelerin eksikliği ise hiç bitmez, umarız bu konuda da bir disiplin ve istikrar kazanabiliriz. Hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı kalmak suretiyle çıkarılan her kanunun yanında olacağımızı, ancak tatbikatta da aynı ilke ve esaslara bağlı kalmanın şart olduğunu ifade etmek isteriz.

Son söz
Türk Ceza Yargısında; cumhuriyet savcısı, savcıya bağlı kolluk (adli kolluk henüz kurulmadı), sulh ceza (sorgu) hakimliği, asliye veya ağır ceza mahkemeleri, istinaf (bölge adliye) mahkemeleri, temyiz mercii olarak Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’ne ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuru sıralamasının izleneceği görülmektedir ki, bu sistem iyi ve istikrarlı işlediğinde ceza yargısı sorunlarının zamanla çözüleceği savunulabilir. Belirtmeliyiz ki, delil toplama ve değerlendirme konusunda cumhuriyet savcılarına bağlı adli kolluğun kurulmasının zamanı çoktan gelmiştir.