Sene 1860...

Sanayi Devriminin yeni palazlandığı bu yıllarda Emile Zola'nın tasvir ettiği Fransa resminde, bir özel maden ocağı işletmesinde işveren tarafından sunulan "İşçi Mahalleleri"nde, sıvalı olmayan tuğlalı evlerde, fabrika bacalarıyla paralel bir şekilde, mahallenin üstüne çöken duman eşliğinde yaşamak, işçilerin adeta bir bakıma kaderiydi.

Kadınlar çocuklar demeden en ağır şartlar içerisinde çalışan daha doğru söylemek gerekirse çalıştırılmaya zorlanan işçiler Zola'nın Germinali’nde tasvir ettiği Fransa’da acı bir işçi-işveren gerçeği olarak karşımıza çıkmakta.

Sene 1980...

Sanayi devriminin yarattığı o vahşi sömürü sisteminin üzerinden yaklaşık 140 yıl geçmiş durumda. Ülkemizde, bu topraklar içerisinde, Zonguldak'ta, Soma'da, Tavşanlı'da ve adını sayamayacağım tüm bu üzerine kara bulutların çökmüş olduğu mazlum kentlerin hemen hepsinde İşçiler kendi imkânlarıyla bulup yerleştikleri evlerde 1860 yılındaki Germinal Fransa’sındaki durumdan kat be kat bilinçli olmalarına rağmen tepkisizler, sessizler. Çünkü kendilerinin bu işi yapmadıkları ve yaşanan bu olaylara karşı tepkilerini dile getirdikleri takdirde bu işi kabul edebilecek on binlerce kişinin olduğu konusunda farkındalık sahibiler. 

Tarihsel süre zarfında hem ülkemiz hem de uluslararası anlamda emeğin yara alması, işçi ve emekçi konumundaki vatandaşlarımızın sömürülmesi her vakitte söz konusu olan bir gerçek ve bu emek sömürüsünün sonucunda facia diye tabir edebileceğimiz derecede can kayıplarına ulaşan iş kazaları maalesef ki gerçekleşmekte. Bu noktada iş sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli özen ve dikkat "bilincinin “yerleştirilmesi bu gibi can kayıplarının önüne geçilmesi açısından elzemdir. Yasa koyucu’ nun bu konuda getirdiği günlük çözümler tabiri caizse hiçbir yaraya merhem olmamaktadır. 

Ülkemiz açısından çıkarılan kanunların teorik anlamda kusursuz olduğu aşikâr ancak her ne kadar teorik anlamda kusursuz olurlarsa olsunlar tüm bu hukuki düzenlemelerin pratikte işverenler tarafından gerçek anlamda uygulanmasıyla birlikte 1.maddelerde belirtilen ağdalı bir üslup ve hafif de felsefi cümleler içeren, bu kanunun amacı diyerekten başlayan amaç maddesinin işlerlik kazanacağı da önemli bir gerçek.

Yukarıda yer verdiğim iki örnek neticesinde önemle belirtmek gerekir ki zaman ne olursa olsun işçilere yönelik sosyal politika uygulamaları en asgari düzeyde seyrediyor ve işçilerin, emekçilerin içerisinde bulunduğu yönelik bu koşullar toplum nezdinde maalesef ki olağan karşılanıyor.

Tarih sayfasına baktığımızda her ülke iş kazası diye tabir edilen bu tür elim olaylarla karşılaşmaktadır. İş kazalarının önlenmesi anlamında gözetilmesi gereken birinci nokta İşçi ve işveren arasındaki hukukun özünü teşkil eden ahde vefa ilkesidir. Teorik anlamda kanun koyucunun düzenlemiş bulunduğu tüm hukuki düzenlemelerin kuvvet-i icrası oluşturulması gereken bilincin ahde vefa ilkesi üzerine inşa edilmesi halinde mümkün olabilir.

İnsanlığın problemi eşitlikçi bir düzenin yaratılmasından ziyade adaleti, hakkaniyeti temel alan bir toplumsal oluşturulmasındaki eksiklikte yatmaktadır. Bir toplumda adaletin tam anlamıyla sağlanması için gereken asli kaynak o toplumdaki duyar mekanizmasıdır. Özellikle İş kazaları anlamında bu tür elim olayların sonucunda her yıl ülkemizde çok sayıda can kaybı yaşanmaktadır. Ancak bu tür can kayıpları birden yani tek bir kaza neticesinde meydana gelmediği için gerek görsel gerekse yazılı basında neredeyse hiçbir kare içerisinde toplumda kendisine maalesef ki yer bulamamaktadır. Yukarıda bahsettiğim gibi eğer ki adaletli bir düzen içerisinde yaşamak her birimizin ülküsüyse bu noktada her sosyal kurum ve başta da her vatandaş Gandi’nin “Dünyada görmek istediğin değişiklik ol.” şeklindeki sözünde yer verdiği gibi bu tür acı olaylara karşı gereken değişiklik olmalı ve iş kazası kavramı hiçbir şekilde kabullenilmemelidir.
   
Sonuç olarak zaman ve mekân değişse dahi şartlar ve durumlar hiçbir zaman değişmemektedir. Ülkelerin, yüzyıllar farklı olsa da, işletmeler özel, devlet veya kaçak olsa da, hükümetler farklı olsa da yaşanan faciaların aynı olması sadece bizim için değil tüm insanlık için birer utanç tablosu ve en önemlisi acilen ama acilen ders çıkarmamız gereken acı bir gerçektir.

Dipnot:Yazımda katkıları olan sevgili Merve Temür’e teşekkürü bir borç bilirim.

Ertuna Kara
Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3.Sınıf Öğrencisi

hukukihaber.net