Mahpushane; gittiğinizde kapıların sonuna kadar açıldığı, ancak çıkmak istediğinizde ise, iğne deliğinin gösterildiği yerdir...

İlk içeri girdiğiniz de eğer "siyasiyseniz" biraz şaşkın, biraz korkarak, birazda meraklı bir ruh haline bürünürsünüz. Herkesle merhabalaşırsınız, sonra size, etrafınızdakiler, yüzünüzdeki korkuyu ve merakı fark edip kısa bir süre ilgi gösterir. Yok eğer adli bir vakadan mahpushaneye düşmüşseniz, az önce söylediklerimin onda birini yaşamazsınız. 

Sonra çekilirsiniz köşenize ve meraklı gözlerle etrafınıza bakarsınız. Eğer şanslıysanız, on kişilik bir koğuşta yirmi dördüncü kişi olmazsınız. Çünkü Türkiye'deki mahpus hanelerde koğuştaki kişi sayısının en az iki katı kadar tutsak bulunmaktadır. 

Neyse; buldunuz bir yastık, serdiniz yere üç beş karton, koydunuz üstüne eski bir sünger, örttünüz üstünüze bir battaniye ve kapattınız gözlerinizi. Bir süre battaniyenin veya yastığın kokusu rahatsız eder, sonra yattığınız yer hiç rahat olmadığı için dönüp durursunuz. Belki yanınızdaki horluyordur ya da bir kapı gıcırtısı iyice canınızı sıkar. Sonra, zorla da olsa dalarsınız uykuya, evdeymiş gibi rüya görürsünüz. 

Gözlerinizi açtığınızda, kendi kendinize ilk sorunuz ben nerdeyim. Yatakta iki büklüm olur, tuvalete bile gitmek istemezsiniz. Sonra istemeseniz de uyanırsınız ve mahpusluğun ilk günü başlar. Adli bir vakadan dolayı içerde değilseniz, muhakkak bir disiplin ve düzen vardır. Yani balayı dönemi bitmiştir. 

Mahpushanenin duvarlarına, kokusuna, yemeklerine ve sessizliğine alışmaya başlamadan, sabah gardiyan gelir, adınızı söyler; "müjdemi isterim, avukatın itiraz etti, tahliye oluyorsun hadi arkadaşlarınla vedalaş". İçinizi hemen bir heyecan ve şaşkınlık kaplar. Telaşla arkadaşlarınızla vedalaşmaya başlarsınız. Bir arkadaş kulağınıza fısıldar " heval ayıptır, ihtiyacı olan arkadaşlar var kıyafetlerini onlara ver." O mutlulukla hemen tüm kıyafetlerinizi dağıtırsınız arkadaşlarınıza. Sonra kapıya yönelir "gardiyan ben hazırım" diye bağırırsınız. Gardiyan gelir, gıcık bir gülümsemeyle "arkadaşların hoş geldi şakası yaptılar sana" der ve kapıyı suratınıza kapatır.

 İlk başta inanamazsınız, sonra gerilirsiniz. O, kısacık sürede çıkar çıkmaz yapmayı planladığınız her şey bir anda uçup gider. Gözleriniz dolar, mahpus arkadaşlarınız kahkahayla " haydi topla bakalım eşyalarını, her gelen arkadaşa yaptığımız klasik şakalardandır." Şaşkın ve kızgın bir ifadeyle hışımla eşyalarınızı toplar, yatağınıza fırlatırsınız. Sonra bir köşeye çekilir, kukumav kuşu gibi düşünürünüz. İşte mahpusluk asıl şimdi başlar.

Avukatınız ayda bir veya iki ayda bir gelir. Tutukluluk durumunuza itiraz ettiğini, ancak reddedildiğini ve duruşmanın da en yakın altı ay sonra olabileceğini söyler. Ancak duruşmaya bir kaç gün kala geleceğini ve acil bir şey olursa ailenle haber gönderirsin der ve gider.  

Eğer kronik bir hastalığınız varsa, vay halinize ! Revirdeki doktor; pratisyen hekim olduğu için halinizden pek anlamaz. Devlet hastanesine de sevk etmeye pek yanaşmaz. Bir gün insafa gelir sizi sevk ederse, apar topar elleriniz kelepçeli ve ringe bindirilerek devlet hastanesine götürülürsünüz. Hastane koridorlarında, tanıdık bir yüz arar gözleriniz; ama tuhaf ve korkuyla size bakıyordur tüm gözler. İçerden seslenirler, “alın içeri”. Elleri kelepçeli doktorun karşısına çıkarılırsınız. Doktor, kelepçelerin çözülmesini ve askerin dışarı çıkarılmasını ister, ancak sorumlu asker itiraz eder, "olmaz, tutsak kaçabilir."  Sonra bir tartışma çıkar, doktor “bu şartlarda muayene edemem” der. Zorla da olsa çözülür kelepçeler, ama askerler dışarı çıkmaz. Bu zor koşullarda muayene olursunuz. Doktor netice olarak bu şartlarda mahpushanede kalamazsınız der ve raporunuzu elinize tutuşturur. Tekrar elleriniz kelepçeli ringe biner, mahpushaneye götürülürsünüz. 

Mahpushaneye geldiğinizde koğuş arkadaşlarınızın yardımıyla, hemen savcılığa, mahkemeye ve adalet bakanlığına meramınızı anlatan bir dilekçe yazarsınız. Sonra, haftada bir gün olan telefon hakkınızı kullanmak için gününün gelmesini beklersiniz. O gün gelir, ailenize hemen avukatın gelmesini söylersiniz. 

Her kapı gıcırtısında,  avukatın geldiğini sanıp ayaklanırsınız, ama yanılırsınız. Bir iki gün sonra avukat, çıkar gelir. Hemen bir çırpıda durumunuzu anlatırsınız. 

Avukat da; " sizi anlıyorum, hemen raporunuzla birlikte mahkemeye başvuracağım. Ama, mahpuslarda farklı sağlık sorunları nedeniyle tedavileri acilen yapılması gereken, ancak yetkili kurumların ısrarla göz ardı edip, ilgisizce davranmasından ötürü sağlık merkezlerine sevk edilmeyen veya doktorların önerdiği tedavi koşullarının sağlanmadığı çok sayıda tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır.   Bunların 163’ü ağır olmak üzere, 544 hasta tutuklu ve hükümlü bulunmakta olduğunu söyler.

Bu tablonun neden böyle olduğunu size şöyle açıklar; Ceza İnfaz Yasası’nda hasta tutsaklara ilişkin düzenlemelerin yer aldığı 16. Madde:   “Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı (….) iyileşinceye kadar geri bırakılabilir” hükmünün eklendiğini,  hasta tutuklunun böyle bir rapor alsa bile, savcıdan “Toplum için zararlı olup olmadığına”  ilişkin karar alındığından, savcının, “Zararlılık Hali” konusunda kanaatini olumsuz kullanması durumunda, tutukluların serbest bırakılmadığını belirtir. Sonra veryansın eder avukat; ilgili düzenlemenin Anayasaya, hukuka aykırılığı bir yana, vicdanları yaralayan bu hükmün adalet duygusunu zedelediğini söyler.

Devamla Adli Tıp Kurumu’nun siyasi otoriteden bağımsız bir işleyişe kavuşturulmadığı için, hasta tutsakların yaptıkları başvuruların %90’ının reddedildiğini ve yaşam hakkının hiçe sayıldığını belirtir.  

Daha acı olanı, özellikle siyasi hasta tutsakların ağır şartlar altında ayrımcı uygulamalara maruz bırakıldığını; tedavi süreçlerinin uzatılıp aksatıldığını bu durum ile ilgili ulusal-uluslararası pek çok rapor, itiraz ve protestolar görmezden gelindiğini söyler. Mahpushanelerde, insanları adeta ölüme terk eden bu politikalar nedeniyle 2010 yılında 252, 2011 yılında 268, 2012 yılında 260, 2013 yılında 68, 2014 yılında 47 mahpus hastalık ve çeşitli sebepler nedeniyle yaşamlarını yitirildiğini söyler ve yanınızdan ayrılır. 

Adeta şok yaşarsınız, önce kafanızı toparlamaya çalışır, avukatın ne söylediğini anlamaya çalışırsınız. Sonra gözleriniz dolar ve koğuşa doğru ağır adımlarla yürürsünüz. 

Eğer 15 yaşında bir çocuksanız, mahpushanede olmak daha vahim bir durumdur. Her gece ağlamaya başlarsınız. Annenizi, babanızı, mahalledeki arkadaşlarınızı, okulunuzu ve tüm çocukluk hayallerinizi özlersiniz. Her gün korkarak uyanırsınız. Hep meraklı gözlerle etrafa bakarsınız. 

Çocuk olduğunuz için farklı olaylar başınıza gelebilir. Örneğin; taciz, tecavüz,  dayak, gibi ağır insan hakkı ihlallerine maruz kalabilirsiniz. Yine sağlık hakkından yeterince yararlanamayabilirsiniz, ısınma sorunu yaşayabilirsiniz,  revire geç gönderilebilirsiniz, yemek miktarları az olabilir veya çok yağlı yemekler verilebilir, yeterince sosyal aktivite yapamayabilirsiniz, havalandırma süreniz çok kısa bir şekilde kullandırılabilir. Buna benzer pek çok hak ihlali yaşayabilirsiniz. 

Bu hak ihlallerini yaşadığınız için önce ailenize anlatmaktan çekinirsiniz. Sonra yapılan zulme isyan ederek, ilk görüş gününüzde, ailenize tek tek anlatırsınız. Siz çocuk olmanıza rağmen anlatırken dik durmaya çalışırsınız. Anne ve babanız bu dik duruşunuzdan dolayı sizinle gurur duyar. Gözyaşlarını ve üzüntülerini belli etmemeye çalışır. Görüş saati biter siz koğuşunuza doğru yürürken, anne ve babanız gözyaşlarıyla arkanızdan bakar. Sonra kapı kapanır, anneniz arkanızdan çığlıklarla yere yığılır. Babanızın bu duruma kalbi sıkışır ama annenizin üzüntüsünden kendi üzüntüsünü unutur. Anneniz, derhal tutsak yakınlarının yardımıyla hastaneye götürülür. Doktor bu üzüntüden en iyi ihtimal tansiyon veya diyabet (şeker) hastası olduğunu söyler. Sonra aileniz hastaneden çıkar çıkmaz soluğu avukatınızın yanında alır. Tabi siz de, bunlardan habersiz koğuşunuzda kitabınızı okursunuz. 

Avukatınız, hüzünlü ve gergin bir şekilde, anne ve babanızın söylediklerini dikkatle dinler. Sonra anne ve babanıza; "hemen bu konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunacağını, baroya haber vereceğini, baro başkanlığı nezdinde takipçisi olacağını söyler. Babanız döner şu soruyu sorar; "Devlet nasıl buna izin verir." Avukat da vahim tabloyu şöyle açıklar;

Türkiye’de Çocuk Adalet sisteminin evrensel kriterlere uygun olmayıp tutukluluk süresinin adeta infaza dönüştürülmüş olduğunu ve çocukların kapalı ve açık mahpushanelerinde yoğun hak ihlallerine maruz kaldığını belirtir. 2011 yılında Adana Pozantı Mahpushanesi’nde çocuklara yönelik gerçekleştirilen cinsel taciz ve tecavüz olaylarının ardından, 2012 yılında Şakran, Kürkçüler, Antalya ve Ankara Sincan Mahpushanelerinde benzer ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığını söyler. 

Yine Van Mahpushanesi’nde bulunan 8 Çocuğun Sincan Mahpushanesi’ne nakledilmesi esnasında, ring aracında bulunan görevliler tarafından tehdit, küfür ve hakarete maruz kaldığını, çıplak arama uygulamaları ile haksız bir şekilde haklarında hücre cezası uygulandığının raporlarla tespit edildiğini söyler. 2014 yılında Ankara Sincan Çocuk Mahpushanesinde çocuklara yönelik olarak işkence ve onur kırıcı muamele uygulandığını ve  Sincan Çocuk Mahpushanesinde ki infaz koruma memurlarının 11 çocuğa karşı tekme, yumruk, tazyikli su ile saldırması bulunulması ardından, işkenceye maruz kalan çocuklar hakkında mala zarar vermek ve memura mukavemet suçundan dolayı dava açıldığını söyler. Yani işkenceciler değil, çocukların yargılandığını belirtir.

2015 yılının Şubat ayında İzmir Şakran Çocuk ve Gençlik Kapalı Mahpushanesi’nde kalan çocukların, yaşları büyük olan diğer tutuklular tarafından taciz ve tecavüze maruz kaldıkları ve Şakran Mahpushanesi’nde yaşanan hak ihlallerinin, insanlık onuru ile bağdaşmayacak derecede vahim bir aşamaya geldiğini anlatır. 

2011 yılında Pozantı Mahpushanesi’nde çocuklara yönelik olarak gerçekleştirilen hak ihlallerinin sorumlularının cezasız bırakılması, diğer mahpushanelerde yaşanan hak ihlallerinin oluşmasına zemin hazırladığını söyler. Zira Pozantı Mahpushanesi’nde gerçekleştirilen taciz ve tecavüzler ile ilgili olarak şüpheliler hakkında takipsizlik kararı verilirken, çocuklar yaşlarının 4-5 katı cezalarla cezalandırılmaları istemi ile yargılanmış ve ceza aldığını söyler. 

Anne ağlayarak sorar “peki bu vahim tabloya nasıl dur diyebiliriz”. Avukat hüzünlü bir ifadeyle;

1- Çocukların adalet sistemine temas ettirilmediği ve kapalı kurumlara hapsedilmediği, çocuklara özgü bir model oluşturulmalı,
 
2- Ceza infaz kurumları, insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarının denetimine açık hale getirilmeli,
 
3- BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan hakların, temel insan hakkı olduğu kabul edilerek, bu hakkı ihlal edenler cezalandırılmalı,
 
4- Mahpushaneler de çocuklara yönelik gerçekleştirilen hak ihlallerine ilişkin, etkin soruşturma yürütülmeli. Sanıklar ve şüpheliler bakımından Cezasızlık politikasına son verilmeli,
 
5- Mahpushanelerin şiddet üreten, çocukların psiko-sosyal gelişimlerine uygun yerler olmadığı kabul edilerek tüm çocuk mahpushanelerinin kapatılmalıdır.

Çocuk Koruma Kanunu’nda belirlenen koruyucu destekleyici tedbirlerin uygulanması için ise;

Taraf olarak 1989 yılında imzalanan ve Anayasanın 90.maddesi gereği uygulamak zorunda olunan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 40.maddesinde;
 
‘’1. Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını ihlal ettiği iddia edilen ya da ihlal ettiği kabul edilen her çocuğun; çocuğun yaşı ve yeniden topluma kazandırılmasının ve toplumda yapıcı rol üstlenmesinin arzu edilir olduğu hususları göz önünde bulundurularak, taşıdığı saygınlık ve değer duygusunu geliştirecek ve başkalarının da insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duymasını pekiştirecek nitelikte muamele görme hakkını kabul ederler. 
 
2. Bu amaçla ve uluslararası belgelerin ilgili hükümleri göz önünde tutularak Taraf Devletler özellikle şunları sağlarlar, başlıklı maddenin;
 
b. Hakkında ceza kanununu ihlal iddiası veya ithamı bulunan her çocuk aşağıdaki asgari güvencelere sahiptir:

- Hakkındaki suçlama yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılmak; 

- Kovuşturmanın her aşamasında özel hayatının gizliliğine tam saygı gösterilmesine hakkı olmak, 

Ancak, Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalarken çocukların eğitim, ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi dilini özgürce kullanma haklarını içeren 17., 29. ve 30.maddelerine koyduğu çekince ile çocuk haklarına ciddi anlamda sınırlılık getirdiğini söyler.

Avukat devam eder; Adalet Bakanlığı'nın resmi verilerine göre 2008 yılından 2012 yılına kadar cinsel istismara maruz kalan çocukların sayısı % 400 gibi ciddi bir oranda artış gösterdiğini söyler.

Giderek artan bir ivme ile devam eden, çocuğun cinsel istismarı ve tecavüz gibi ahlak dışı eylemlerin yaşattığı üzüntü bir yana, bu gibi olayların yaşandığı mekanların, devletin denetimi altında olan mahpushanelerde, çocuk yurtları ve okullarda yaşanıyor olması, faillerinin bir çoğunun devlet erkini kullanan kişilerin olmasının oldukça vahim bir durum olduğunu anlatır.

Kamu görevlilerince, çocuklara yönelik olarak işlenen bu tür suçların cezasız kalması, kamuoyunda; “fail kamu görevlisi ise ceza yoktur.” kanaati oluşturduğunu ve bunun da toplumun hukuka adalete ve insan haklarına olan inancını sarstığını söyler.

Anne ve baba hüzünlü bir şeklide avukatın yanından kalkar ve evlerine doğru yol alırlar. Sonra avukatın anlatımlarını da dikkate alarak, yaşanan hak ihlallerine dur demek için; siyasi parti temsilcilerine, cumhurbaşkanına, başbakana, meclise, sivil toplum örgütlerine ve barolara mektup yazarlar. Mektup da kısaca; "bu gün bu memleketin geleceği olan çocuklarımız mağdur olur, yarın bu memleketin kendisi mağdur olur. Lütfen mahpushanelerdeki hak ihlallerine dur diyelim."

Aradan zaman geçer, hiç bir yasal düzenleme yapılmaz, kamu görevlilerinin çocuklara yönelik işlediği suçlar yanlarına kar kalır. Çocuklara yapılan cinsel istismar ve tecavüz gibi ahlak dışı eylemler artmaya başlar.

Tutsak çocuğun annesi, diğer evlatlarını evden uğurlar, etrafı toparlar ve görüş gününe gitmek için hazırlık yapar. Tam kapıdan çıkarken telefon çalar. Arayan avukattır. Cevap verir, karşıda ki ses “annem günaydın, nasıl desem bilmiyorum ama az önce mahpushaneden aradılar. Maalesef oğlunuz sabaha karşı kendisini ranzasına asıp intihar etmiş, başınız sağ olsun” der… 

İşte böyledir mahpus; içeri girdiğinizde kapılar sonuna kadar açılsa bile, hak ihlalleri yaşandığında, iğne deliği büyüklüğünde olur tüm kapılar.
 
Av. Erhan ÜRKÜT

(Kaynak: Güncel Hukuk)