Prof. Dr. Ersan Şen yazdı;

Fail; mağdurun kişiliği, insanlığı veya başka özellikleriyle ilgilenmeksizin, doğrudan dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan sebeple mağdura karşı düşmanca duygular benimsemektir.

Kanun koyucu belki de m.122’nin ilk halini koruyabilirdi, ancak bunun yerine deyim yerinde ise moda bir tabir olan 

Esasında nefret, mağdurun isminden veya kişisel özelliklerinden de kaynaklanabilir. Ancak kanun koyucu, TCK m.122’de sayılan sebepler dışında ayırımcılık hallerine yer vermemiştir. Örneğin; ırk, din veya mezhep sayılmamakla birlikte, mağdurun kendisini etnik kimliği veya inancı yönünden farklı gördüğü, Devletin resmi kayıtlarında kabul görmese de toplumun tamamında veya bir kesiminde benimsenen bu tür farklılıklardan dolayı duyulan nefret ve bu nefrete bağlı iktisadi faaliyetlerin engellenmesi suç sayılmalıdır.

TCK m.122’nin düzenlendiği yer itibariyle hürriyete karşı suçlar arasında yer aldığı ve ayırım sebeplerine bağlı nefretten kaynaklanan aşağılamanın veya manevi kötülüğün suç sayılmadığı, bu konuda TCK m.94 ve 95’de düzenlenen işkence, m.96’da tanımlanan eziyet ve bazı ayırımcılık sebeplerine bağlı aşağılamayı suç sayan m.216’nın yetersiz olduğu, bu maddelerin gözden geçirilmesi gerektiği, yine nefrete dayalı hakaret suçunun ayırımcılık sebeplerinin ve öngörülen cezanın m.125’de genişletilmesi gerektiği, yine ayırımcılık sebeplerinden herhangi birisinden hareketle duyulan nefrete bağlı tehdit, cebir, eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi, kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi, siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi, inanç, düşünce ve kanaat açıklama hürriyetinin engellenmesi, iş ve çalışma hürriyetinin engellenmesi, sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi, dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi ve kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarını düzenleyen TCK m.106 ile 123’ün gözden geçirilip ayırımcılık ve nefret fiillerinin nitelikli sayılıp ilgili suçların cezalarının artırılması gerektiği ileri sürülebilir.

Ayırımcılık sebepleri arasında din ve mezhep kavramları da ilginç sonuçlara yol açabilir. Örneğin; şeytana taptığını iddia eden, bu yönde bir dine inandığını söyleyen, inancının gereklerini her yerde yapmak isteyen bir kişiyi sırf bu sebeple kendisine göre haklı olarak işveren failin fiili suç sayılabilir mi? Görüleceği üzere hüküm; din konusunda herhangi bir istisna kabul etmeksizin sadece Devleti değil, bireyi de bağlayan ağır sonuçlar ortaya koyabilecek bir ceza normu ortaya koyabilmektedir. Aynı sorun, kendisini siyasi düşünce veya felsefi inançla da gösterebilir. Burada kim, neye göre, hangi din, mezhep, siyasi düşünce veya felsefi inancı, ona veya onu benimseyen insana duyduğu nefretten dolayı değil de, sırf sevmemek, hoşlanmamak veya yakınlaşmamak nedeniyle TCK m.122’de sayılan iktisadi faaliyetleri engellemiş sayılacaktır? Gerçekten de kim, neye göre nefretle ve bu nefretten dolayı iktisadi faaliyeti engellemekle suçlanacaktır? Aşağılama eylemini anlayabiliriz. Çünkü fail söz ve yazılarında, mağdura duyduğu nefreti ve buna bağlı aşağılamayı ortaya koyabilir, fakat aynı tespit TCK m.122 açısından nasıl yapılacak ve gerçekten failin benimsemediği, kendisine, bağlı olduğu topluluğa ve hatta yaşadığı topluma ters düşen kişiyi işe almadığında, ona mal satmadığından, iktisadi etkinlikten yararlandırmadığından dolayı, TCK m.122’de sayılan bir nedenden kaynaklanan nefretle suçlanabilir mi?

Bizce TCK m.122’de sayılan bazı sebepler ve bunlara duyulan nefreti tespit etmek, işin sübjektifliği ve bazı düşüncelerin marjinalliğinden veya kabul edilemezliğinden kaynaklanan sebeple hiç kolay değildir. Bir insanı, bir dönem kabul edilen “Devletçe tanınmış din” veya şimdilerde benimsenen ve insanların birbirlerini rahatsız etmeden inançlarını yaşayabildikleri dinlerden birisine duyduğu nefret ve buna bağlı iktisadi engelleme eyleminden dolayı suçlayabilmek mümkündür. Bunun ispatı ise, tanıkla, söz veya yazının usule uygun tespiti ile yapılabilir. Bununla birlikte faili, şeytana tapan ve bu uğurda suç işleyen veya canlıya zarar veren davranışlarda bulunan kişinin inancına sempati duymamasından ve hatta o inançtan veya ona inanandan nefret etmesinden ve bu nefrete bağlı iktisadi faaliyetleri engellemesinden dolayı suçlamak mümkün olabilir mi? “Suçta ve cezada kanunilik” prensibinin katı anlayışı çerçevesinde TCK m.122 son derece nettir. Hiç kimse; siyasi düşüncesi, felsefi, dini inancı veya mezhebine duyduğu nefretten dolayı mağdurun bir iktisadi faaliyette bulunmasını engelleyemez.

Nefret ve ayırımcılık suçunun manevi unsuru genel kast olmayıp özel kastı gerekli kılmaktadır. TCK m.122’de tanımlanan suçun oluşabilmesi için, failde hükümde sayılan en az bir nedene bağlı nefretin varlığı tespit edilmelidir. Nefret yoksa, nefret ve ayırımcılık suçu da oluşmayacaktır. Suçun ilk adı olan ayırımcılık suçunda da özel kast aranmakta idi, ancak orada hükümde gösterilen en az bir nedenle ayırımcılık yapılması suçun manevi unsurunun gerçekleşmesi için yeterli olduğu halde, şu an bu özel kasta nefret saiki de eklenmiştir. Kişinin sadece suç işleme kastı ile değil, hükümde gösterilen TCK m.122’de gösterilen sebeplerden en az birisine dayanmak suretiyle nefrete dayalı ayırımcılık yapması gerekir. Hükümde gösterilen sebeplerden kaynaklanan nefrete bağlı olarak yapılacak ayırımcılık, failin özel kastının varlığını ortaya koyacaktır. Kanun koyucu; yalnızca ayırımcılık kastıyla, yani suç işleme kastına bağlı olarak fiilin icra edilmesini yeterli görmeyip, fail tarafından hükümde gösterilen en az bir sebebe dayanılmasını ve bunun da failin duyduğu nefretle ortaya çıkmasını aramıştır. Örneğin, işverenin beğenmediği kişileri işe almaması halinde maddede öngörülen suç oluşmayacaktır. İşe almanın mutlak şekilde, madde belirtilen sebeplerden dolayı gerçekleşmesi ve bunun da kendisini yalnızca kızgınlık, sevmeme, beğenmeme veya istememe olarak değil, bunu aşacak boyutta nefret olarak göstermesi zorunludur. Özel kastın bulunmaması veya ispatı kanıtlanamaması halinde nefret ve ayırımcılık suçu oluşmayacaktır. Örneğin; fail tarafından duyulan ticari kaygılarla, bu kapsamda malın bedelini tahsil edemeyeceğinden duyduğu endişe ile malı satmaktan vazgeçmesi halinde özel kastın varlığı iddia edilemeyecektir. Çünkü fail, sırf mağdurun inanç veya görüşü sebebiyle malı satmaktan kaçınmamakta, mağdurun belki bağlı olduğu inanç veya görüşten kaynaklanan sebeple veya kişilik özelliklerinden dolayı sergilediği olumsuz tavırdan dolayı malı satmaktan kaçınmaktadır.

Anlaşılacağı üzere, nefret ve ayırımcılık suçunun oluşmasında failin saikinin, yani özel kastının önemi bulunmaktadır. Failin, işe almama hususunda beğenmeme veya uygun görmeme gerekçesiyle işe başvurusunu reddettiği kişiye karşı ayırımcılık suçunu işlediği iddia edilemez.

Kanun koyucu, 122. maddede gösterilen ve ayırımcılık yasağı kapsamına alan sebeplerin tümünü objektif olarak dikkate almış, bu sebepler arasında ayırıma gitmemiş veya sadece bazılarından dolayı kişi hürriyetini koruma yolunu seçmemiştir. Bakıldığında hüküm; tüm din, mezhep, siyasi düşünce, felsefi inanç, dil, ırk gibi kavramları aynı derecede dikkate alma anlayışını benimsemiştir. Bununla birlikte, suç veya terör örgütlerinin düşünce veya eylemlerinin haklılığını savunan, Ülkenin bölünmesi veya parçalanması amacıyla silahlı ve/veya faaliyet yürüten bir yapının taraftarı olan veya böyle bir izlenim veren bir kişiyi, bu nedenle işe almayan failin nefrete bağlı ayırımcılık suçunu işleyip sayılmayacağı hususuna açıklık getirilmelidir. TCK m.122’in ilk halinde ayırımcılık sebeplerine bağlı olarak duyulan nefret öngörülmemiş, yalnızca ayırımcılık sebeplerinden birisinin varlığı eylemin dayanağı sayılması yeterli görülmekte idi. Ancak maddede yapılan değişiklikle tanımlanan yeni özel kast ve buna bağlı nefret kavramı, hem suçun tanımını daraltmış ve hem de ispatını güçleştirmiştir.

Kanun koyucu; hiçbir siyasi düşünce, inanç, din ve ırk gibi sebepler arasında ayırım yapmaksızın bireyin korunması maksadıyla ayırımcılık yasağını getirmiştir. Bir suç veya terör örgütünü ifadeleriyle destekleyen veya Ülkenin bölünmesi veya parçalanması yolunda çaba sarf eden mağduru, savunduğu yapıdan veya düşünce sisteminden dolayı duyduğu nefretten dolayı işe almayan fail, TCK m.122’nin lafzi yorumundan hareketle suç işlemiş sayılacaktır. Çünkü kanun koyucu; bu noktada herhangi bir ayırım yapmamış, “hukuka uygun siyasi düşünce” veya “Ülke yararını gözeten inanç” gibi kavramlara hükümde yer vermeksizin, bireyin siyasi düşüncesi ne olursa olsun, mal alabileceğini, hizmetten yararlanabileceğini ve işe girebileceğini kabul etmiştir. Aksi takdirde, siyasi düşüncelerini beğenmediğinden veya bu düşüncelere katılmadığından bahisle besin maddesi veya hizmet vermekten imtina etmek mümkün olabilecektir ki, insani olmayan bu anlayış isabetli görülmeyecektir. Ancak yine de bir sorun vardır; o da, failin bir suç veya terör örgütünün mensubuna veya sempatizanına mal satma veya hizmet verme zorunluluğu var mıdır? Elbette yoktur, ancak bu yokluk nefrete bağlı olmamalıdır. Bu noktada, toplumun kabul etmediği ve hukuka aykırı saydığı düşünce ve eylem yapısına duyulan nefrete bağlı mal satmama veya hizmet vermeme eyleminde hukuka aykırılık olmayacağı, aksine bunun bir toplumsal sorumluluk ve hatta yükümlülük olduğu ileri sürülemez.

TCK m.122’de tanımlanan suçun ispatında zorluk yaşanacağı, bu suçun halkın farklı özelliklere sahip kesimleri arasında yaşanacağını ve bireysel özellikli olmaktan ziyade toplu hareket tarzları ile ortaya çıkabileceğini, birlikte yaşayan veya o an birlikte olan insanların birbirine saygı gösterme ve insan olmaktan kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmeleri gerektiği, toplu yaşamın herkese bazı sorumluluklar yüklediği, farklı görüş, inanç veya yaşam biçimine sahip olmaktan kaynaklanan nedenlerle bir insanın diğerine düşmanca tavır takınıp kötülük etmesine izin verilmeyeceği, farklı düşüncelere sahip olmaya bağlı hareketlerde sınırsızlık olamayacağı, her ne kadar mal satmak, kiraya vermek, işe almak, hizmet sunmak ve iktisadi faaliyetlerde bulunmak kişilerin özgürlük alanına bırakılmış olsa da, bu serbestliğin TCK m.122’de sayılan sebeplerden doğan düşmanlığı kapsamayacağı unutulmamalıdır.

Gerçekten hassa bir konu olan bireyler arasında ayırımcılık yasağının ötesinde, kamusal faaliyetleri, kamu hizmetlerini ve kamu görevlilerini kapsayan bir düzenleme yapılması da yerinde olacaktır.

Suçun hukuka aykırılık unsuru; TCK m.122’de yazılı olan kanuni tipe uygun fiillerin toplum tarafından benimsenmemesi ve hukuka uygun sayılmamasıdır. Yasal dayanağı olmak kaydıyla TCK m.122’de yer alan sebeplerden birisi sebebiyle yapılan ayırımın suç sayılması mümkün değildir. Örneğin; yabancılık unsuru, cinsiyet, engellilik, giyim ve kuşam, dil gibi hususlar işe alınmada özellik taşıyabilir. Bu tür ayırımlar keyfi olmayıp, özellikle işe alınmada, hizmetin sunulmasında veya alınması sırasında gerekli olabilir. Bu gibi durumları keyfi yapılan ayırımcılığa bağlamak mümkün olmaz.

Bireylerin olmazsa olmaz, vazgeçilemez ve devredilemez, Anayasa, kanunlar ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak ve özgürlüklerinin; sırf dil, ırk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep farklılığından kaynaklanan nefretle sınırlandırılması ve ihlal edilmesi kabul edilemez. Yasal düzenleme tercihinde isabetli olan; bu farklılıklardan doğan nefret sebebiyle kişilere işkence, eziyet, kötü muamele eden, hakaret, tehdit ve cinsel tacizde bulunan, toplumdan dışlayan, bu veya bunlara benzer davranışta bulunan kimselere uygulanacak suç ve cezaların ayrı bir hükümde düzenlenmesi veya bazı suç tiplerinin özel görünüş veya nitelikli halleri olarak ele alınması idi.

“İşkence” başlıklı TCK m.94/1’de; bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisinin hapis cezası ile cezalandırılacağı, ikinci fıkrasında ise bu fiilin; çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına, avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla işlenmesinin suçun nitelikli halini oluşturacağı, üçüncü fıkrasında ise fiilin cinse taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde de failin cezalandırılacağı düzenlenmiştir.

“Eziyet” başlıklı TCK m. 96/1’de; bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişinin cezalandırılacağı, ikinci fıkrasında ise bu fiilin; çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe bir kadına karşı, üstsoy, altsoy, babalık, analık ya da eşe karşı işlenmesinin suçun nitelikli halini oluşturacağı düzenlenmiştir.

Örnekleri çoğaltabiliriz, ancak yukarıda ele alınan iki maddeden de anlaşılacağı üzere; işkence ve eziyet suçunun kimler tarafından nasıl işlenebileceği ve öngörülen ceza miktarı belirtilmiş, ancak bu suçun TCK m.122’de düzenlenen sebeplerden dolayı işlenmesi halinde cezalandırılıp cezalandırılmayacağı veya cezanın artırım sebebi olup olmayacağı, nefret ve ayırımcılık suçunda veya işkence veya eziyet suçlarında tanımlanmamıştır. Oysa nefret ve ayırımcılık saikine dayalı işkence veya eziyet suçunun işlenmesi halinde, faile verilecek cezanın ağırlaştırılması isabetli olacaktır.

Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” başlıklı TCK m.216’da, yukarıda bahsettiğimiz yaklaşım tarzının benimsendiği, halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak aşağılamak suretiyle ötekileştirme veya ayırımcılık yapma eyleminin suç olarak tanımlandığı görülmektedir.

Aşağıda; dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç gibi farklılıklardan doğan nefret sebebiyle yapılan ayırımcılık yasaklarına ilişkin yasal düzenlemelere yer verilmiştir.

“İbadethanelere ve mezarlıklara zarar verme” başlıklı TCK m.153/3’de; “Birinci ve ikinci fıkralardaki fiillerin, ilgili dini inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır”.

“Tarafsızlık ve devlete bağlılık” başlıklı 657 sayılı Kanunu m.7/1’e göre;“Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar”.

“Üyeliğe kabul şartları” başlıklı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu m.12/1’in ikinci cümlesinde; “Tüzükte üyelik için başvuranlar arasında dil, ırk, cinsiyet, din, mezhep, aile, zümre sınıf ve meslek farkı gözeten hükümler bulunamaz”.

Aynı Kanunun “Siyasi partiler”başlıklı 78. maddesine göre; “Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda tahrik ve teşvik edemezler”.

“Bölgecilik ve ırkçılık yasağı” başlıklı 2820 sayılı Kanunun 82. maddesine göre; “Siyasi partiler, bölünmez bir bütün olan ülkede, bölgecilik veya ırkçılık amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar”.

“Eşitlik ilkesinin korunması” başlıklı 2820 sayılı Kanunun 83. maddesine göre; “Siyasi partiler, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu prensibine aykırı amaç güdemez ve faaliyette bulunamazlar”.

“Eşit davranma ilkesi” başlıklı 4857 sayılı İş Kanunu m.5/1’e göre; “İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz”.

“İnfazda temel ilke” başlıklı 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.2’ye göre; “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, milli veya sosyal köken ve siyasi veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.

Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz”.

Sonuç olarak; “nefret ve ayırımcılık” suçunu düzenleyen TCK m.122’ye yönelik yukarıda sıraladığımız eleştiri ve tespitlerimize ek olarak şunlar söylenebilir:

1-TCK m.122’de “Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılıkları” şeklinde sıralanan nefret tanımı genişletilmeli; “cinsel yönelim, bölgesel farklılık, meslek” ibareleri eklenmelidir. Günümüzde; belirli kişi veya kimseler tarafından, LGBTİ olarak adlandırılan (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) topluluğa karşı cinsel eğilimlerinden dolayı tahammül edilmediği, linç kampanyası yürütüldüğü, hatta bu cinsel eğilimlerinin esasında tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğu düşüncelerinin var olduğu görülmektedir. Bu eylemleri suç sayıp cezalandırılmasını öngören yasa maddesi bulunmamaktadır. Yine günlük hayatta karşılaştığımız örneklerden olan; kişinin icra ettiği mesleğe duyduğu nefret sebebiyle, taşınmazını satmak veya kiralamak istemeyen ev sahiplerinin olmasıdır.

Bu başlık altında inceleyebileceğimiz bir başka tespit ise; kanun koyucu hiçbir siyasi düşünce, inanç, din, ırk, gibi sebepler arasında ayırım yapmaksızın bireyin korunması maksadıyla ayırımcılık yasağı getirmiştir. Bu noktada kanun koyucu, “hukuka uygun/uygun olmayan siyasi düşünce” ayırımı yapmamıştır. O halde bireyin siyasi düşüncesi ne olursa olsun, ülkenin bölünmesi ve parçalanması yolunda çaba gösteren, o tarz düşünceleri savunan bireylerin, sırf bu sebepten işe alınmaması 122. madde kapsamında değerlendirilecek, işe almayan kişi bu madde kapsamında suç işlemiş sayılacaktır. Kanaatimizce bu hususta açık ve net bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır.

2-“Nefret ve ayırımcılık” başlığı altında Türk Ceza Kanunu’nda bir suç tipi düzenleniyorsa; madde içeriğinin, yalnızca bireyler arasında hukuk kurallarının izin vermediği ayırımların düzenlenmesinden ziyade, 122. maddede yer alan farklılıklardan duyulan nefretten dolayı kişilere karşı eziyet, işkence, kötü muamele, hakaret eden, şiddet veya saldırıda bulunan, kişileri aşağılayan, toplumdan dışlayan, taciz eden veya öldüren kişilerin cezalandırılma mekanizmasını öngörmesi beklenmektedir. Örneğin, sırf kadın veya erkek olduğu için bir kimseyi öldüren ya da işkence uygulayan kişiye yaptırım uygulanmasını öngören yasal düzenlenme bulunmamaktadır. Yapılması gereken; ya hepsinin cezai yaptırımını “nefret ve ayırımcılık” suçu kapsamında bir arada toplamak, ya da her bir suç tipi bünyesinde nitelikli veya ağırlaştırıcı hal sebebi olarak düzenlemektir.

122. madde esas olarak; bireyler arasında çeşitli sebeplere dayanan ayırım yapılmasını ve bu kapsamda ırk, din, mezhep gibi insana sıkı sıkıya bağlı nedenlerle ayırım yapılmasının, yani insani bölücülüğün ve ötekileştirmenin ve kamplaşmanın önlenmesine hedeflemiştir. Bu norm bir ihtiyaç mıdır, bu hali ile ayırımcılığın önlenmesine yardımcı olabilir mi? Ülkemizde nefret ve buna bağlı ayırımcılık sorunun olmadığı söylense de, özellikle son yıllarda sınır komşularımızda yaşanan iç savaşlar ve beraberinde bize de sirayet eden yansımalar ile milliyetçilik, din ve mezhep eksenli ayrışmalar nedeniyle TCK m.122’den daha güçlü ceza normlarına ihtiyaç olduğu ileri sürülebilir. Ancak ceza normunu koymak yetmez, esas olan onun tavizsiz uygulanması ve bu yolla toplumda oluşabilecek nefret ve ayrışmaların önüne geçilmesinin hedeflenmesidir. Belirtmeliyiz ki, TCK m.122 gibi düzenlemelerin gerekliliğine olan toplumsal inanç henüz tesis edilememiştir.


>> Nefret ve ayırımcılık suçu - 1


Kaynak: Haber 7