Adalet Bakanı Sadullah Ergin: "2002 ile 2010 arasında AK Parti hükümetleri kuruldu ama iktidarın ucundan tutarak milletin iradesini yönetme, yansıtma noktasında tam anlamıyla irade ortaya koyabilmesi 12 Eylül 2010 referandumundan sonradır" "Yargı da demokrasimizi kesintiye uğratan girişimlerde maalesef önemli rol oynadı. Yargı da günahkar kurumların başında geliyor"

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, "2002 ile 2010 arasında AK Parti hükümetleri kuruldu ama iktidarın ucundan tutarak milletin iradesini yönetme, yansıtma noktasında tam anlamıyla irade ortaya koyabilmesi 12 Eylül 2010 referandumundan sonradır" dedi. 

Ergin, Adalet ve Hukuk Derneği'nin Bakırköy'deki yeni hizmet binasının açılış törenine katıldı. Burada konuşan Ergin, derneğin önemli hizmetlere imza attığını belirterek, emeği geçenlere teşekkür etti.

Türkiye'de çok partili siyasi hayata geçilmesinden bu yana pek çok darbe ve darbe girişimi olduğunu ifade eden Ergin, şunları söyledi:  

"1960 müdahalesi, 71 müdahalesi, 80 müdahalesi, 97 post modern darbesi, 2007 e- muhtırası... Bütün bunlar ajandalarımıza yansımış olan müdahaleler ve müdahale girişimleri. Bir de size, bize ulaşmayan ama siyasetçinin sümenin içinde olmakla beraber milletiyle, kendi vatandaşıyla paylaşmaktan hicap duydukları müdahale girişimleri var. Onları da katarsanız müdahale aralıkları 8-10 yılı da bulmaz. Biz, bize ulaşmış olanıyla değerlendirmeye tabi tutsak bile her 8-10 senede bir muhtıra ve müdahaleyle, darbeyle askıya alınan demokrasiyle sürmüş 63 yıllık çok partili siyasi hayatımız. 21. yüzyılda AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten Türkiye'nin bu şekilde yoluna devam edebilmesi mümkün değildi. Acımasız bir rekabet var dünyada. Bu yarışta kendi ülkemizi, kendi insanımızı öne geçirmek; sosyal politikalar ve ekonomik atılımlarla bizden sonraki nesillere daha özgür bir Türkiye bırakmak imkanı bulmak mümkün değildi. Olmadı da zaten." 

Müdahale girişimlerine kendisinin de tanık olduğunu aktaran Ergin, şunları kaydetti:  

"1997 post modern müdahalesinde Hatay'da il başkanıydım. O dönemde siyasetin maruz kaldığı 28 Şubat müdahaleleriyle doğrusu gönül dünyamızda çok büyük yaralar açıldı. O gün siyaset yapan büyüklerimize, doğrusu gönülden birtakım sitemler gönderdik. 'Millletin hukukunu korumak adına keşke biraz daha direnilseydi. Keşke milletin hukukunu korumak adına biraz daha fedakarlık yapılabilseydi' diye içimizden geçirdik. Yıllar sonra nasip oldu; ben 2002'de milletvekili oldum. 6 yıl parlamentoda grup başkanvekilliği yaptım. 2009 yılının mayıs ayından bu yana da Adalet Bakanlığı görevini icra etmeye çalışıyorum. Bu süre içinde yaşadıklarım, grup başkanvekilliği dönemi süresince karşı karşıya kaldığım hadiseler, parlamentonun yasama faaliyetini yaparken maruz kaldığı müdahale ve müdahale girişimlerini bizzat yaşadım. Kabinede görev aldıktan sonra karşılaştığım olaylar, gördüğüm manzara, geçmişte düşündüğüm ve sitem ettiğim büyüklerimden helallik istememe yol açtı. Çünkü 1997 nere 2009 nere? 2009'da AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten bir Türkiye'de bir kabine üyesi olarak karşılaşmış olduğum manzara, 'bundan 12 sene önce bu daha da vahimmiş, biz onlara o zaman haksızlık etmişiz' gibi bir duyguya itti beni. "

Geçmişte Türkiye'de demokrasiyi vesayet altına almış bir mekanizmanın bulunduğunu vurgulayan Ergin, şöyle devam etti:    

"Son 60 yıldır tüm Avrupa'da 2.5-3 tane siyasi parti kapatılmış. Aynı süre içinde, hatta 1960'tan sonra Türkiye'de 25-26 tane siyasi parti kapatılmış. Bütün Avrupa'da 3 tane, sadece Türkiye'de 25-26 tane siyasi parti kapatılmış. Böyle bir şey olmaz. İnsanımızın iradesinin yansıdığı ve demokrasinin üzerinde yükseldiği siyaset kurumunu bu şekilde iten, kakan, vesayet altında tutan, rehin alan bir mekanizmanın bu ülkeye demokrasi getirmesi ve demokrasisini sürdürebilir kılması mümkün değildi. Yapılması gereken şey, bu vesayetçi yapının ortadan kaldırılması, milletin iradesinin önündeki engellerin bertaraf edilmesiydi. Siyaset tarihimizin en önemli kavşaklarından bir tanesi 27 Nisan hadisesinden sonra 28 Nisan günü siyaset kurumunun ortaya koyduğu tavırdır. O güne kadar bu ülkede asker sivil bürokrasinin ortaya koymuş olduğu bu tür girişimlerde her defasında siyasetçi ya istifa etmiş, şapkasını almış gitmiş ya da verilen muhtıra doğrultusunda hareket ederek bir zillet içinde bulunma durumuna düşmüştür. 27 Nisan günü hatırlayınız, cumhurbaşkanlığı seçimleri söz konusuydu. O zamanki Başbakan Yardımcımız ve Dışişleri Bakanımız, şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın Gül adaylık için birtakım zemin yoklamaları yapıyor. Malumunuz internet sitesinde, Genelkurmay'ın internet sitesinde 'Sakın aday olma karışmayız ha' anlamına gelen bir bildiri yayınlanıyor. Yıl 2007 ve 2005'te, 3 Ekim'de fiilen AB'ye üyelik müzakerelerini başlatmışız. 2006'da tarama süreci bitmiş, fasılların bir kısmı açılmış, müzakereler sürüyor ve 2007'de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde böyle bir tehdit. 28 Nisan günü, hükümet sözcümüzün yaptığı bir açıklama, 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Milletimiz bu yetkiyi son seçimlerde AK Parti'ye tevdi etmiştir ve Parlamento içinden güven oyu alarak millet adına bu yetkiyi şu anki hükümet yürütmektedir. Hükümete bağlı bir güvenlik birimi olan, çalışan bir unsurun siyaset kurumuna, parlamentoya bu şekilde müdahale etme girişimini kabul etmiyoruz, muhatap almıyoruz, bizim muhatabımız değilsiniz. Herkes yerini, haddini bilsin' anlamında bir cevap verildi. Bu, Türk siyasetinde bir ilktir. Geçmişten gelen paradigmanın kırılması, geleceğin inşası için atılan bir ilk adımdı o adım."

Bu sürecin ardından Türkiye'de anayasa ve yasa değişikliklerini içeren yoğun bir sürecin başladığını ifade eden Ergin, 12 Eylül 2010'da yapılan referandumun bu sürecin en önemli kilometre taşı olduğunu kaydetti.

AK Parti'nin 2002'de iş başına geldiğini hatırlatan Ergin, "AK Parti, 12 Eylül 2010'dan sonra iktidarın ucundan tuttu. 12 Eylül 2010 referandumuna kadar biz hükümettik. 2002 ile 2010 arasında AK Parti hükümetleri kuruldu ama iktidarın ucundan tutarak milletin iradesini yönetme, yansıtma noktasında tam anlamıyla irade ortaya koyabilmesi hükümetin 12 Eylül 2010 referandumundan sonradır. O referandumda milletimizin göstermiş olduğu kadirşinaslık, olayı sahiplenme, sizlerin ortaya koyduğu performanstan dolayı milletim adına teşekkürlerimi bir borç biliyorum" ifadelerini kullandı. 

Yargının günahı  

"Milletin iradesine ket vurma" ve "milli egemenliği askıya alma" girişimlerindeki asker-sivil bürokrat yapı, medya, sermaye gibi aktörlerin yanında yargının da günahı olduğunu söyleyen Ergin, şunları kaydetti:  

"Yargı da demokrasimizi kesintiye uğratan girişimlerde maalesef önemli rol oynadı. Yargı da günahkar kurumların başında geliyor. Sebebi de şu; yargı mensupları hukukun üstünlüğü yerine demokrasi dışı rejimin üstünlüğünü bu dönemlerde benimseyip, millete karşı devleti koruma ve kollama görevini icra etti. Oysa yargının hakem olma vasfı var. Durumdan vazife çıkartarak devleti koruma ve kollama görevi başka kurumların, başka organlarındır. Adaletin, yargının hakem olma vasfını yitirmemesi lazım. Maalesef yargının günahı ile yargının sorunları arasında büyük bir paralellik var. Günah ve sorunları yan yana koyduğunuzda bunları görürsünüz. Yargının günahı, siyasetteki iklim değişimlerine paralel olarak kurtarıcı misyonu üstlenmek, hakem olma vasfını yitirip taraf olma keyfiyetiyle varlığını sınırlamak işini gördü. Yine siyasetin seçkinlerce belirlenen 'makbul ve meşru' sınırlar içinde tutulmasında sivil siyaset aleyhine alan daraltma misyonunu maalesef yargı gördü geçmişte. Yine yasalarla suç olarak tanımlanmış olmasına rağmen demokratik düzene el uzatma teşebbüslerini görmezden geldi geçmişte yargı ve darbe dönemleri dışında da sürekli bir askeri vesayet anlayışının maalesef uzunca bir süre kurumsal taşıyıcısı olma pozisyonunda oldu yargı. Bireyi devlete, özgürlüğü güvenliğe ve adaleti statükoya feda etti geçmişte yargı.  İşte bütün bunlar için Türkiye'de yargının bağımsız, tarafsız ve güven veren bir noktaya taşınması zarureti vardı. 12 Eylül 2010 referandumu bu sürecin de yolunu açtı."

12 Eylül 2010'da yapılan referandumun ardından Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısının demokratikleşmesi adına değişiklikler yapıldığını, yüksek mahkemelerin güçlendirildiğini, daire ve üye sayılarının artırıldığını kaydeden Ergin, "Türkiye'de yargının sorunlarını saydığınızda birçok başlık koyabilirsiniz. Yargıyı teslim almış o vesayetçi anlayıştan yargıyı kurtarmadan fiziki altyapıyı düzeltmişsiniz bir anlam taşımaz, teknolojik altyapıyı getirmişsiniz bir anlam taşımaz, kanunları değiştirmişsiniz bir anlam taşımaz. Olmazsa olmaz, yargının önce bağımsız ve tarafsız olmasını sağlamak gerekiyordu" dedi.

"Referandumun semereleri ortaya çıkmaya başladı"

Referandumun semerelerinin ortaya çıkmaya başladığını vurgulayan Ergin, yargının artık geleceğe güvenle yürüyen bir performans ortaya koyduğunu söyledi.

Hakim, savcı ve avukatlık mesleğine giriş için yeni bir düzenlemenin yapılacağını da bildiren Ergin, hukuk fakültesini bitiren bir adayın yaklaşık 30 yaş civarında hakim, savcı ve avukat olarak mesleğe intibak edebilecek şekilde bir düzenlemenin getirileceğini de ifade etti.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan davalara da değinen Ergin, bu konuda yaptıkları düzenlemelerle başvuru sayısını azalttıklarını dile getirdi.

Ergin,  "Türkiye, en çok aleyhine şikayet yapılan 2'nci ülkeydi; ağustos sonu itibariyle 4'üncülüğe geriledik. Rusya, İtalya, Ukrayna gerimizde, Türkiye 4'üncü sırada. Allah'ın izniyle en kısa sürede 5'e, 6'ya, 7'ye doğru gitmeye devam edeceğiz. Türkiye'yi evrensel hukukla barıştıran, İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde Türkiye'nin olumsuz sicilini olumluya çevriren bu trendin devam etmesini sağlayacağız" ifadelerini kullandı. 

Bakan Ergin, Adalet ve Hukuk Derneği Başkanı Süleyman Taşbaş ve dernek yöneticileriyle dernek binasının açılış kurdelesini kesti.

Açılış törenine, AK Parti Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile Bakırköy Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanı Orhan Gödel de katıldı.