Yeni anayasa ile "Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı" kurulması istenen önerinin 1. maddesine göre, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurulacak, anayasa ve kanunlarla verilen görevleri yerine getirecek.

Önerinin 2. maddesinde, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı ile yeteri kadar Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcıvekili ve Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcılarından oluşması öngörülüyor.

Önerinin 3. maddesi, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı'nın, Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nun kendi üyeleri arasından gizli oyla belirleyeceği üç aday içinden cumhurbaşkanınca dört yıl için seçilmesi ve süresi biten başsavcının yeniden seçilebilmesini de içeriyor.

Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcıvekilleriyle ilgili düzenleme içeren 4. madde, başsavcıvekillerinin, nitelikleri kanunda gösterilen, birinci sınıf Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcıları arasından, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı tarafından, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcılarının ise niteliklerinin kanunda gösterilen, hakim ve Cumhuriyet savcıları arasından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atanmasını öngörüyor.

Önerinin 5. ve son maddesi, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığının kuruluş ve görevleri ile çalışma usul ve esaslarının, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenmesini öngörüyor.

Gerekçeden

Başsavcılık önerisinin gerekçesinde, Türkiye'de yargı birliğini sağlayabilmek için tek bir yargı yapılanmasının kabul edilmesi gerektiği belirtildi.

Gerekçede, şunlar kaydedildi:

"Bu çerçevede, yargı birliğinin sağlanması halinde, 1982 Anayasası'nda yüksek mahkeme olarak düzenlenmiş Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gerek kalmayacak, tek bir yüksek mahkeme ve alt derece mahkemeleri sistemi kurularak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de öngörülen iki dereceli yargılama sisteminin bir gereği olarak da bölge adliye mahkemeleri (istinaf Mahkemeleri) yapılandırılabilecektir.

Birleştirilen ve yüksek mahkeme adı altında bütünleştirilen sistemde farklı hukuksal normların derecelerin ve faaliyet alanlarının ise ihtisas mahkemeleri ve daireleri aracılığı ile düzenlenmesi mümkün olabilecektir.

Burada hemen eklemek gerekir ki yargı birliğine geçildiğinde ve ihtisas mahkemelerinin kurulması ile birlikte ilk derece mahkemelerinde bu vesile ile kalite, sürat ve etkinliğinin artırılması mümkün olacaktır.

Bu anlamda Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanının idari yargı ile idari yargının görev alanının adli yargı ile askeri ceza yargısının görev alanının ise adli yargı ile çoğu zaman kesiştiği ve benzer davalara ayrı yargı yerlerinin kendilerini görevli sayarak bakmaya devam ettikleri uygulamada ortaya çıkan bir gerçektir."

Ortaya çıkan görev uyuşmazlıklarının çözümü için Uyuşmazlık Mahkemesi kurulduğu ifade edilen gerekçede, "Uyuşmazlık Mahkemesine gelen dava ve kararlar incelendiğinde, gelişen ve değişen Türkiye de yargısal alanın çoğu zaman kesiştiği ve farklı yargı yerlerinin kendilerini aynı konuda görevli gördükleri, bu nedenle davaların gereksiz yere uzayıp gittiği gerçeği de bu objektif zorunluluğu ortaya koymaktadır. İhtisas mahkemeleri arasında çıkması muhtemel görev uyuşmazlıkları da bu sistem içinde daha seri bir biçimde çözümlenebilecek, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesi adı altında bir yüksek mahkemeye de gerek kalmayacaktır" denildi.

"Yargılama erkinin bir olması"

Anayasanın 9. maddesinde, yargı yetkisinin, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağının ifade edildiği vurgulanan gerekçede, şöyle devam edildi:

"Bu hükmün özü, yargı yetkisinin kullanılmasının yalnızca bir organa ait olmasıdır. Devletin egemenliğine dayanarak yaptığı bir faaliyet olan yargılamanın, devletin egemenliği gibi tek olması mantıki bir zorunluluktur. Egemenlik denilen erkin, yasama, yürütme ve yargılama erklerinden oluştuğunu, bir devlet içinde birden fazla yasama erki veya birden fazla yürütme erkinin olamadığı gibi yargılama erkinin de birden fazla olamayacağını, bir başka deyişle, yargılama erkinin bir olması gerektiğini ifade etmektedir.

Bu çerçevede, yargılama birliği prensibinin ifade etmek istediği anlam; her devlet içinde yargılamanın egemenlik gibi tek oluşu ve o devletin egemenliğine tabi bütün şahısların bir tek yargı erkine bağlı oluşudur. Uzmanlaşma ve verimlilik yargı birliği prensibinden ayrılmayı gerektiren oluşumların gerekçesi olmaz. Zira ihtisaslaşma yargı birliği prensibi içinde daha etkin ve verimli şekilde gerçekleştirilebileceği gibi, hızlılık, ucuzluk, kalite ve benzeri açılardan daha üstün niteliklere sahip bir yargı sistemi, ancak, yargı birliği sisteminin benimsenerek, Türk yargı sisteminin yeniden yapılandırılmasıyla mümkün kılınabilir."

Bu nedenlerle 'olması gereken hukuk açısından' benimsenmesi gereken ilke, nasıl ki tek bir yasama organı veya tek bir yürütme organı varsa, tek bir yargı organı olması gereğidir.

Bunun ülkemizin şu an içinde bulunduğu koşullar nedeniyle sosyal, siyasi veya fiili sebeplerle mümkün olmaması halinde, bir başlangıç olarak anayasa yargısı, adli yargı, idari yargı ve askeri yargı da yüksek mahkeme savcılıklarının 'Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı' adı altında birleştirilmesi; 'geçici' ama 'kötünün iyisi' bir çözüm tarzı olarak düşünülebilecektir.

Yeni anayasa ile yargı birliğinin kurulmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin çeşitli maddelerinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, yaşama hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı gibi yargısal faaliyetlerle doğrudan ilgili temel insan haklarına, daha kaliteli bir yargı hizmeti ile ulaşılmasına katkı sağlayacağı belirtilen gerekçede, şu görüşlere yer verildi:

"Yargı birliğinin sağlanması kapsamında, tek bir Yüksek Mahkeme'nin kurulması veya öneride yer aldığı şekilde Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kurulması; mevcut yapıdaki parçalanmadan kaynaklanan birçok sorunu kendiliğinden bertaraf edecek, mali kaynakların verimli bir şekilde kullanılması sağlayacak ve sistem için daha güçlü bir konuma sahip olacaktır. Bunların yanında, ülkemizin aday ülke konumunda olduğu Avrupa Birliği'ndeki savcılık kurumu ile diğer uluslararası yargı organları nezdindeki savcılıklara (örneğin Uluslararası Ceza Divanı'ndakine) paralel bir yapı için önemli bir adım oluşturacaktır."



T.C.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI

(Anayasa Değişiklik Çalışmalarına Esas Olmak Üzere)
Yüksek Mahkeme
Cumhuriyet Başsavcılığı
Kurulmasına Dair Öneri
Ankara, Mart 2012

MADDE ÖNERİSİ
Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı
MADDE - (1) Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur; Anayasa ve kanunlarla verilen görevleri yerine getirir
(2) Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı ile yeteri kadar Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcı vekili ve Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcılarından oluşur.
(3) Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından gizli oyla belirleyeceği üç aday içinden Cumhurbaşkanınca dört yıl için seçilir. Süresi biten yeniden seçilebilir.
(4) Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcı vekilleri, nitelikleri kanunda gösterilen, birinci sınıf Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcıları arasından, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı tarafından atanır. Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcıları, nitelikleri kanunda gösterilen, hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atanır.
(5) Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığının kuruluş ve görevleri ile çalışma usul ve esasları, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

GEREKÇE

I. Erkler Ayırımı ve Yargı Fonksiyonu

Bir ülkenin uygarlık düzeyini, o ülkedeki adaletin dağıtım şekliyle belirlemenin mümkün olacağı yönündeki tespit, önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Gerçekten, adaleti gerçekleştirmek devletin temel görevlerinden birisi olup; iyi adaletin ilk koşulu ise, onu dağıtanların, başka bir anlatımla, hâkim ve savcıların bağımsızlığıdır. Bu durum çağdaş hukuk devletinin temel taşlarındandır. Belirtelim ki, yasama, yürütme ve yargı erklerinden oluşan modern devlet, tarihsel temellerinden oldukça farklı bir içeriğe kavuşmuştur. Zira egemenlik tek olup, bu güç devletin organları vasıtasıyla millet adına kullanılır.
Yargı fonksiyonunun tanımı ve devletin diğer fonksiyonlarından ayrılması için maddî ve şeklî olmak üzere iki kriter bulunmaktadır:
Maddi kritere göre, “yargı fonksiyonunu münhasıran maddî açıdan, yani bu fonksiyonu ifa eden organların, memurların ve makamların niteliğinden tamamıyla soyutlayarak tanımlamak gerekir.” Bu çerçevede yargı fonksiyonu, hukuki uyuşmazlıkları ve hukuka aykırılık iddialarını çözümleyen ve karara bağlayan bir devlet fonksiyonu olup, şu üç aşamada yerine getirilir:
1. Hukuka Aykırılık İddiası: Bir mahkemenin karar verebilmesi için öncelikle bir hukuka aykırılık iddiasında bulunulmalıdır.
2. Hukuka Aykırılığın Tespiti: Mahkeme böyle bir hukuka aykırılık sorunuyla karşı karşıya kaldığında, bunun mevcut olup olmadığını araştırıp tespit etmelidir.
3. Müeyyide Uygulama: Mahkeme hukuka aykırılığın mevcut olduğunu tespit ederse, bunun giderilmesi, yani bozulan hukuk düzeninin yeniden tesisi için müeyyide uygulanmasına karar vermelidir.
Dolayısıyla maddî kritere göre, yargı fonksiyonunun “iddia”, “tespit” ve “müeyyide” aşamalarını içerdiği; buna göre, hukuka aykırılık iddiası üzerine tespit yapan ve müeyyide uygulayan devlet fonksiyonunun “yargı fonksiyonu” olduğu söylenebilir.
Şekli kritere göre ise, yargı fonksiyonu, yargı organlarının yaptıkları işlemlerden oluşur. Bu ölçüt yargı fonksiyonunu, yasama ve yürütmeden ayırt etmek için elverişli bir kıstastır. Bu anlamda denebilir ki, yasama ve yürütme organlarının yaptığı bir işlem hiçbir zaman yargı fonksiyonuna dâhil olamaz.
Yargı fonksiyonunu tanımlarken, esasen şekli kriterden hareket edilse de, maddî kritere de başvurmak zorunludur.
Bu iki kriteri birleştirerek yargı fonksiyonu; “bağımsız mahkemelerin hukukî uyuşmazlıkları ve hukuka aykırılık iddialarını kesin olarak çözme ve karara bağlama” şeklinde tanımlanabilir.


II. Yargı Bağımsızlığı
Yargı yetkisini kullanan hâkim ve savcılar, hukuk devletinde, bireysel hak ve özgürlüklerin ve toplumun temel değerlerinin koruyucusu ve güvencesidir. Hâkim ve savcıların bu görevlerini sağlıklı bir şekilde yürütebilmeleri için, yargı bağımsızlığını sağlamak zorunludur. Uluslararası hukuk belgelerinde de, devletin yargı bağımsızlığını sağlaması ve bunun için öngörülen ilkelere anayasalar ve kanunlarda yer verilmesi öngörülmektedir. Adalet, uyuşmazlıkların çözümü noktasında, herkesin yetkili, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede adil bir şekilde yargılanmasını gerektirmektedir. Nitekim bu hak, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi’nin 10., Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 14. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddeleriyle de güvence altına alınmıştır. Bağımsız bir yargı, adil bir yargılama hakkının vazgeçilmez bir parçası olarak görülmektedir.
Tarihsel gelişim içinde “yargının bağımsızlığı” çok eskiden bu yana savunulan bir ilkedir. Her siyasal düzenin amacı, adaleti sağlamak olarak belirlenmiş ve adaleti sağlamanın yolu ise; yargının bağımsızlığında görülmüştür. Eski Roma ve Yunan’dan, kuvvetler ayrılığını ortaya atan Fransız siyaset bilimcisi Montesquieu’ya kadar savunulan görüşlerde yargının bağımsız olması ilkesi üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda, ceza muhakemesinde soruşturma ve kovuşturma aşamasında işlem ve faaliyetleri yürüten ve denetleyen kamusal iddia makamı olarak savcılığın, geniş anlamda kanun yolu muhakemesinde ve dar anlamda da hukuki derece kanun yolu olarak temyiz muhakemesinde bağımsız olması gerektiği kuşkusuzdur.
Bu bağlamda yargı bağımsızlığı genel olarak, hiçbir devlet organının, makamın, kişinin ya da kurumun yargı yetkisinin kullanılması nedeniyle mahkemelere ve hâkimlere etki edememesi ve müdahalede bulunamaması olarak tanımlanmaktadır. Hiç kuşkusuz ki yargısal faaliyetin ön araştırma, soruşturma ve kanun yollarını kullanma aşamalarında etkin yargısal faaliyet yürüten savcılık teşkilatının da bundan ayrık görülmesi düşünülemez. Adaletin, her türlü gelişimin ve toplumsal barışın temel ilkesi ve gereği olduğu inancı, bağımsız bir yargı düzeninin varlığını zorunlu kılmıştır.
Yargı bağımsızlığı kavramı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da irdelenmiş ve ilerici yorumlarla geliştirilmiştir. Mahkemeye göre, mahkemelerin bağımsızlık ve tarafsızlığı sübjektif ve objektif olmak üzere iki açıdan değerlendirilmelidir. Sübjektif açıdan bağımsızlık ve tarafsızlık; doğrudan doğruya hâkimlere ilişkin olup, bunların kişisel anlamda önyargılı ve tarafsız olup olmadıkları hususuna ilişkindir. Objektif tarafsızlık ve bağımsızlık ise, aynı zamanda kurumsal tarafsızlık olarak da adlandırılmakta ve yargılama organının her türlü kuşkudan uzak olmasını sağlayacak biçimde gerekli güvencelere sahip bulunmalarını ifade etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yargının objektif yönden bağımsız ve tarafsız olup olmadığına, o ülkenin kurumsal yapılarına ve anayasal düzenlemelerine bakılarak cevap verileceği görüşündedir. Bu noktada, yargılama organının bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması açısından, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığı, bir başka deyişle, yargılamanın yürütme organına karşı bağımsızlığı olgusu büyük önem taşımaktadır. Ancak, Mahkemeye göre, bu iki koşulun yanında, hâkimin bağımsızlığı açısından daha başka koşullar da gerekmektedir. Bu çerçevede, en önemli unsur, hâkimlere tanınan güvenceler ve onların konumudur. Eğer yürütme ya da idari organlar, hâkimlerin görevine son verebiliyorsa, bu noktada objektif açıdan bağımsızlık yok demektir. Hatta yargılama dışı kurumlar, mahkemeler ya da hâkimler üzerinde etkili olabiliyorlarsa bu durum yine mahkemelerin bağımsız olmadığı anlamını taşımaktadır. Bu etkileme ya da denetleme, değişik biçimlerde; hâkimlerin ve savcıların aylıklarının ödenmesi, görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilebilmesi biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Bunların yanında, bir mahkemenin bağımsız olup olmadığına karar verilirken; üyelerinin atanma biçimi, görev süreleri, dışarıdan baskılara karşı garantilerin varlığı ve kurumun bağımsız bir görünüme sahip olup olmadığı sorunu gibi değişik hususları göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca mahkemelerin yürütme ve idarenin yanında, taraflardan da bağımsız olması gerektiğini ifade etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, bir mahkemenin üyelerinin yürütme tarafından atanıyor olması tek başına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali anlamına gelmez. Mahkeme’ye göre, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlâli olabilmesi için, başvurucunun atama uygulamasının bütünüyle tatminkârlıktan yoksun olduğunu ya da belirli bir mahkemenin oluşumunun davanın sonucunu etkileme gibi bir amaca yönelik olabileceğini göstermesi gerekir. Mahkeme, ayrıca, eğer bir mahkemenin üyeleri sabit bir süre atanıyorsa, bunu bir bağımsızlık garantisi olarak algılamaktadır. Mahkeme, örneğin, Le Compte, Van Leuven, De Meyere Belçika’ya karşı (23 Haziran 1981) davasında Danıştay üyelerinin sabit altı yıllık görev sürelerinin bir bağımsızlık garantisi olduğuna hükmetmiştir.
23.04.1999 tarihinde Dünya Savcılar Birliği tarafından kabul edilen, “Savcıların Temel Hak ve Görevlerinin Açıklanması ve Mesleki Sorumluluklarına İlişkin Standart”ın 6. maddesinde, savcıların mesleki sorumluluklarını bağımsız olarak yerine getirebilmeleri için hükümetlerin keyfi eylemlerine karşı korunması gerektiğine işaret edilmekte ve genel olarak savcıların;
a) Mesleki faaliyetlerini gözdağı, rahatsız edilme, engelleme ve usulsüz müdahaleler veya haksız bir şekilde hukukî, cezaî ya da diğer sorumluluklara maruz kalmadan yerine getirme,
b) Mesleki faaliyetleri gereği, yapılan ithamın bir sonucu olarak kişisel güvenlikleri tehdit edildiğinde, aileleri ile birlikte yetkili makamlar tarafından fiziken korunma, hakkına sahip oldukları vurgulanmaktadır.
Dünya Savcılar Birliği Yürütme Komitesinin tavsiyesini takiben hazırlanan, “Savcıların ve Ailelerinin Korunması ve Güvenliği ile İlgili Asgari Standartlara İlişkin Deklarasyon”da yer alan standartlar, Nisan 2008 tarihinde, Birleşmiş Milletler Suçların Önlenmesi ve Ceza Adaleti Komisyonu’nun 17. Oturumunda Birleşmiş Milletlerin “Savcılık Servisinin Kapasite ve Bütünlüğünün Geliştirilmesi Suretiyle Hukukun Üstünlüğünün Güçlendirilmesine” ilişkin Birleşmiş Milletler Kararına dâhil edilmiş ve bütün taraf devletler, savcıların meslekî düzenlemeleri değiştirildiğinde veya yeniden gözden geçirildiğinde, söz konusu standartları göz önüne almaları konusunda teşvik edilmiştir.
Savcıların güvenliği ve korunmasına ilişkin standartlar, önemli kamu görevini yerine getiren ve büyük sorumlulukları olan savcıların korunması, onlara özgür ve güvenli bir çalışma ortamı sağlamak konusundaki adımların klasik bir açıklaması olup, kendi standartlarını geliştirme sürecinde, bütün kıtalarda görev yapan savcılar için yasa koyucu tarafından uluslararası bir kriter olarak göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

III. Yargı Birliği(Tekliği)
Çağdaş normlara uygun bağımsız ve etkin bir yargı sistemini yaşama geçirebilmek için yargı birliğine geçilmesi önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Türkiye’de Anayasal anlamda yargı; adli, idari, anayasa ve askeri yargı şeklinde kurulmuştur. Bu bölünmüşlüğün, özellikle idari yargı alanındaki Anayasal ve yasal düzenlemelerin Fransız idari rejim sisteminin hukukumuza iktibas edilmesinden kaynaklandığı, askeri yargı alanındaki düzenlemelerin de 1961 Anayasasından başlayan ve 1982 Anayasası ile de devam eden Coup D’Etat gücünden kaynaklandığı bilinen bir gerçektir.
Türkiye’de yargı birliğini sağlayabilmek için tek bir yargı yapılanması kabul edilmelidir. Bu çerçevede, yargı birliğinin sağlanması halinde, 1982 Anayasasında yüksek mahkeme olarak düzenlenmiş olan Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesine gerek kalmayacak, tek bir yüksek mahkeme ve alt derece mahkemeleri sistemi kurularak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de öngörülen iki dereceli yargılama sisteminin bir gereği olarak da bölge adliye mahkemeleri (istinaf Mahkemeleri) yapılandırılabilecektir. Birleştirilen ve yüksek mahkeme adı altında bütünleştirilen sistemde farklı hukuksal normların derecelerin ve faaliyet alanlarının ise ihtisas mahkemeleri ve daireleri aracılığı ile düzenlenmesi mümkün olabilecektir. Burada hemen eklemek gerekir ki yargı birliğine geçildiğinde ve ihtisas mahkemelerinin kurulması ile birlikte ilk derece mahkemelerinde bu vesile ile kalite, sürat ve etkinliğinin artırılması mümkün olacaktır.
Bu anlamda Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görev alanının idari yargı ile; idari yargı’nın görev alanının adli yargı ile, askeri ceza yargısının görev alanının ise adli yargı ile çoğu zaman kesiştiği ve benzer davalara ayrı yargı yerlerinin kendilerini görevli sayarak bakmaya devam ettikleri uygulamada ortaya çıkan bir gerçektir. Bu alanda ortaya çıkan görev uyuşmazlıkları da ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesi adı altında bir başka yüksek mahkemenin kurulmasına neden olmuş ve farklı yargı yerleri arasında ortaya çıkan görev uyuşmazlıklarının çözümü sürecinin uzunluğu, yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedenlerinden birisi olarak ortaya çıkmıştır. Öte yandan, Uyuşmazlık Mahkemesine gelen dava ve kararlar incelendiğinde, gelişen ve değişen Türkiye de yargısal alanın çoğu zaman kesiştiği ve farklı yargı yerlerinin kendilerini aynı konuda görevli gördükleri, bu nedenle davaların gereksiz yere uzayıp gittiği gerçeği de bu objektif zorunluluğu ortaya koymaktadır. İhtisas mahkemeleri arasında çıkması muhtemel görev uyuşmazlıkları da bu sistem içinde daha seri bir biçimde çözümlenebilecek, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesi adı altında bir yüksek mahkemeye de gerek kalmayacaktır.
Anayasa’nın 9. maddesinde; yargı yetkisinin, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı ifade edilmektedir. Bu hükmün özü, yargı yetkisinin kullanılmasının yalnızca bir organa ait olmasıdır. Devletin egemenliğine dayanarak yaptığı bir faaliyet olan yargılamanın, devletin egemenliği gibi tek olması mantıki bir zorunluluktur. Egemenlik denilen erkin, yasama, yürütme ve yargılama erklerinden oluştuğunu, bir devlet içinde birden fazla yasama erki veya birden fazla yürütme erkinin olamadığı gibi yargılama erkinin de birden fazla olamayacağını, bir başka deyişle, yargılama erkinin bir olması gerektiğini ifade etmektedir. Bu çerçevede, yargılama birliği prensibinin ifade etmek istediği anlam; her devlet içinde yargılamanın egemenlik gibi tek oluşu ve o devletin egemenliğine tabi bütün şahısların bir tek yargı erkine bağlı oluşudur.
Uzmanlaşma ve verimlilik yargı birliği prensibinden ayrılmayı gerektiren oluşumların gerekçesi olmaz. Zira ihtisaslaşma yargı birliği prensibi içinde daha etkin ve verimli şekilde gerçekleştirilebileceği gibi, hızlılık, ucuzluk, kalite vb. açılardan daha üstün niteliklere sahip bir yargı sistemi, ancak, yargı birliği sisteminin benimsenerek, Türk yargı sisteminin yeniden yapılandırılmasıyla mümkün kılınabilir.
Anayasa ile yargı alanında yapılması düşünülen değişikliklerde yargı birliğinin sağlanması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde birden çok maddesinde sayılan, temelde adalet kavramının içinde yer alan ve temel insan haklarından olan, adil yargılanma hakkı, yaşama hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı gibi yargısal faaliyetle doğrudan ilgili olan temel insan haklarının daha kaliteli bir yargı hizmeti sunumu ile sağlanmasına katkı sağlayacaktır. “Yargılama (veya yargı)”, devlet egemenliği denilen soyut kavramın veya kuvvetin “yasama” ve “yürütme” yanında “somutlaşmış” en klasik şeklidir.
Bu nedenlerle “olması gereken hukuk açısından” benimsenmesi gereken ilke nasıl ki tek bir yasama organı veya tek bir yürütme organı varsa, tek bir yargı organı olması gereğidir. Bunun Ülkemizin şu an içinde bulunduğu koşullar nedeniyle sosyal, siyasi veya fiili sebeplerle mümkün olmaması halinde, bir başlangıç olarak anayasa yargısı, adli yargı, idari yargı ve askeri yargı da yüksek mahkeme savcılıklarının “Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı” adı altında birleştirilmesi; -“geçici” ama “kötünün iyisi”- bir çözüm tarzı olarak düşünülebilecektir.


IV. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının asli işlevi, temyiz aşamasında Yargıtay’a görüşleriyle ışık tutmak ve adaletin tecellisine yardımcı olmaktır. Bu nedenle savcıyı genel olarak ceza davasının tarafı sayanlar dâhi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığını -bu görevi açısından- temyiz davasında taraf olarak görmemektedir. Nitekim 1982 Anayasanın 154. madde gerekçesinde de “…Başsavcılık hâkimlik teminatı çerçevesi dâhilinde bağımsız çalışan bir kuruluş halindedir…” ifadeleri yer almaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının zikredilen görevi nedeniyle Yargıtay bünyesinde yapılandırılmış ise de, başta Anayasa (örneğin 69. Madde) olmak üzere diğer kanunlarda da örneğin 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun gibi birçok kanunda önemli görevleri bulunmaktadır. Gerçekten Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa Mahkemesindeki Yüce Divan savcılığı görevi yanında, üst düzey memur soruşturmalarını yapmak, siyasi partilerin kapatılması davalarını açmak ve yürütmek, Uyuşmazlık Mahkemesinde savcılık görevini ifa etmek ve Yargıtay’da ilk derece yargılamalarında iddia makamını temsil etmek gibi oldukça önemli işlevleri bulunmaktadır. Bunların yanında yabancı ülkelerin yüksek mahkeme başsavcılıklarıyla uluslararası ilişkileri yürütmesi karşısında; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı aslında fiilen “Yüksek Mahkemeler Cumhuriyet Başsavcılığı” konumundadır ve bu nedenle fonksiyonel olarak “Genel Başsavcılık” statüsündedir.
Açıklanan fiili ve hukuki duruma rağmen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ne kendine özgü özerk bir bütçesi ne ayrı bir teşkilatı ne de kurumsal bir kimliği mevcuttur ve ayrıca oluşumunda da çeşitli sorunlar bulunmaktadır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı halen organik olarak Yargıtay’ın bünyesinde bulunmasına karşın idari, mali ve hukuki anlamda etkin şekilde planlama, karar alma, icra ve denetim mekanizmalarında oy ve söz sahibi değildir. Bu durum ise birçok önemli sorun ve sakıncayı beraberinde getirmektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının harcamalarının Yargıtay Başkanlığı’nın onayına tâbi tutulması, Birinci Başkanlık Kurulunda Başsavcılığın temsil edilmemesi, personelin atama disiplin ve yükselme işlemlerinde Başsavcılığın tam bir tasarruf yetkisinin bulunmaması, Cumhuriyet Başsavcısı ve Başsavcıvekilinin her türlü yurt içi veya yurt dışı görevlendirmelerinin Birinci Başkanlık Kurulunca yapılması bu konuda gösterilebilecek örneklerdendir.

V. Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı
Yeni Anayasa ile yargı birliğinin kurulması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin çeşitli maddelerinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, yaşama hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı gibi yargısal faaliyetlerle doğrudan ilgili temel insan haklarına, daha kaliteli bir yargı hizmeti ile ulaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Ayrıntıları yukarıda açıklandığı üzere, yapısal ve fonksiyonel sorunların çözümü amacıyla, yeni Anayasa’da yargı birliğinin sağlanması halinde veya bu ihtimal gerçekleşmese bile yüksek mahkemelerin savcılık görevini ifa etmek ve kanunla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere, “Yüksek Mahkeme Başsavcılığı” kurulmalıdır1. Böylece diğer yargı organları nezdinde teşkilatlanmış, ancak görev ve yetkileri sınırlı olan ve esasen fonksiyonel olmayan diğer yüksek mahkeme başsavcılıklarına da gerek kalmayacaktır. İşaret edelim ki, Anayasa’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay nezdinde görev yapan bir kurum olarak düzenlenmesine rağmen diğer yüksek yargı organlarıyla bağlantılı pek çok görevi yerine getirmektedir. Bu nedenle Yüksek Mahkeme Başsavcılığının herhangi bir yüksek mahkeme ile ilişkilendirilmeden bağımsız olarak yapılandırılması yararlı olacaktır. Nitekim Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Cezai Adalet Sisteminde Savcılığın Rolü ile İlgili Üye Devletlere Sunduğu Tavsiye Kararında (Rec. 2000-19) “Devletler, savcıların yeterli yasal ve kurumsal şartlar altında ve özellikle bütçe anlamında yeterli imkânlara sahip olarak mesleki görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirebilmelerini teminat altına alabilmek adına etkin tedbirler almalıdırlar” denilmektedir. Bu nedenle Avrupa Birliği ile üyelik müzakeleri yapan ve mevzuatını AB müktesebatı ve mevzuatı ile uyumlu hale getirmeye çalışan Ülkemizde, kurumsal ve fonksiyonel bakımdan bağımsız bir Yüksek Mahkeme Başsavcılığı kurumunun oluşturulması önemli bir ihtiyaç ve hatta zorunluluktur.

-----------
1 Olması gereken hukuk bakımından düşünülen yargı birliği sisteminin kabul görmemesi halinde ise, en azından Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin Danıştay ve idari yargı sistemi ile birleştirilip; askeri ceza yargı sisteminin ise yüksek mahkemeleri ile birlikte adli yargı ve Yargıtay ile birleştirilmesi gerekir. Bu takdirde de Başsavcılığın, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı olarak yapılandırılması daha anlamlı hale gelecektir.

Diğer taraftan uluslararası toplantılarda, yüksek mahkeme Cumhuriyet savcıları dâhil, diğer Cumhuriyet Savcılarının kim tarafından, nasıl temsil edileceği ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar bu tür toplantılara, toplantıların gündemi ve ele alınan konular itibariyle en yakın ilgisi olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı davet edilmekte ise de, adının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı olması temsilde bir kısım sorunlara ve katılımcılar bakımından tereddüde neden olmaktadır.
1995 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kurulan ve dünyada savcılar için hükümet-dışı tek organizasyon olan Dünya Savcılar Birliği, her yıl düzenli olarak uluslararası konferanslar düzenlemektedir. Uyuşturucu ticareti, kara paranın aklanması ve dolandırıcılık gibi uluslararası organize suçların hızlı bir şekilde artması sonucu duyulan ihtiyaç üzerine kurulan ve halen 120 ülkeden 200.000 üyesi olan Dünya Savcılar Birliği'nin amaçları;
a) Suçların adil, tarafsız, etkin ve etkili bir şekilde soruşturulmasının sağlanması;
b) 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde belirtilen insan haklarına saygı gösterilmesi ve korunmasının sağlanması;
c) Ceza adaletinin yönetimindeki yüksek ilke ve standartları geliştirmek; hukukun üstünlüğünü desteklemede, yanlış yapılan işlemlere yönelik usuller dâhil olmak üzere;
d) Suçların bağımsız bir şekilde usulüne uygun olarak soruşturulması için genel olarak uluslararası alanda bir ihtiyaç olarak tanınan söz konusu standartların ve ilkelerin geliştirilmesi;
e) Organize suçlarla ve diğer suçlarla mücadelede savcılara uluslararası alanda yardım etmek ve bu amaçla:
Kaçak suçluların soruşturmasında, ciddi suçlardan elde edilen gelirlere el konulması ve müsaderesinde ve suçluların takibinde delilerin elde edilmesi ve toplanmasında uluslararası işbirliğini geliştirmek, böyle bir uluslararası işbirliğinde hız ve etkinliği geliştirmek;
f) Kamu yönetiminde yolsuzluğun ortadan kaldırılması için gerekli tedbirleri geliştirmek;
g) Savcıların mesleki çıkarlarını korumak ve ceza adaletinin sağlanmasında savcıların kritik çok önemli rollerinin tanınmasının sağlamak;
h) Savcılar ile savcılık makamı arasındaki iyi ilişkileri geliştirmek; aralarında bilgi alışverişi yapılması, uzmanlık ve deneyimin paylaşılmasını kolaylaştırmak ve bilgi teknolojisinin kullanılması konusunda cesaretlendirmek;
i) Adalet reformu projeleri konusunda çalışan savcılara yardım etmek ve karşılaştırmalı ceza hukuku ve ceza usul hukukunun incelenmesinde ilerleme kaydetmek ve
j) Hedeflerde ilerleme sağlanmasında uluslararası ve adli kuruluşlarla işbirliği yapmaktır.
Dünya Savcılar Birliği'nin, sözü edilen amaçları doğrultusunda her yıl farklı ülkelerde düzenlenen uluslararası konferanslara ülkemizi temsilen Başsavcılığımız fiilen davet edilmekte ise de; Başsavcılığımızın bağımsız, kurumsal bir kimliğinin olmaması nedeniyle yurt dışında temsil konusunda sorunlar yaşanmaktadır.
Ev sahibi ülke başsavcılığının, Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Genel Müdürlüğü ve Saksonya Başsavcılığı ile yaptığı işbirliğiyle, her yıl sınıraşan organize suçlarla mücadele konusunda Uluslararası Savcılar Forumu düzenlenmektedir. Bu yıl 15. Uluslararası Savcılar Forumu; Başsavcılığımızın, Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Genel Müdürlüğü ve Saksonya Başsavcılığı ile yaptığı işbirliği sonucu Kasım ayında İstanbul'da yapılacaktır.
Uluslararası ilişkilerin her geçen gün ivme kazandığı günümüzde, Yüksek Mahkeme Başsavcılığı olarak, ceza hukuku alanındaki uluslararası gelişmeleri yakından takip etmek, uluslararası toplantılara aktif bir şekilde katılarak ülkemizi temsil etmek, yeni anayasada ve devamında çıkarılacak uyum yasalarında şekillenecek yargı düzeni içinde verilmesi muhtemel ulusal ve uluslararası görev ve yetkilerin kullanımında ve ev sahibi olarak uluslararası toplantılar düzenlemek konusunda gerekli donanıma sahip olması büyük önem taşımaktadır.
Bu görüş ve düşünceler temelinde, yeni Anayasa’da Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı ile ilgili öneride, şu esas ve ilkelere yer verilmiştir:

Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı;

1) Mahkemelerin bağımsızlığı ile hakimlik ve savcılık teminatı esaslarına göre kurulacaktır.
Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığının kuruluş, görev ve yetkileri, geleneksel anayasa metinlerinde, uluslararası antlaşma ve bildirgelerde de vurgulandığı üzere, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarına göre düzenlenecektir. Burada hemen belirtelim ki, kuruluş amacıyla yapılacak yasal düzenlemede, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcılarının görevsel teminatlarının normatif bir düzenlemeye kavuşturulması önem taşımaktadır.
Öncelikle Yüksek Mahkemede görev yapan Cumhuriyet savcıları görevin içeriği, kapsamı ve niteliği gereği yasada belirlenecek teminatlara sahip olmalıdırlar. Burada önemle vurgulanmak gerekir ki, savcılığın diğer anayasal ve yasal görevleri bir kenara bırakılsa dahi, asli fonksiyonu olan “denetim muhakemesi” görevi, bir hukuki derece yasa yolu olarak yerine getirildiğinden, ilk derece mahkemelerinde görev yapanlara nazaran daha nitelikli ve teminatlı olmaları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Nitekim Avrupa Konseyi Avrupa Savcıları Danışma Konseyi’nin görüşüne göre, [Avrupa Savcıları Danışma Konseyi (CCPE) Strazburg, 8 Aralık 2009 (Karar No: 4 -2009)] “Hukukun tatbikata geçirilmesinde ve uygun olduğu ölçüde savcının dava öncesi takdiri yetkilerinin belirlenmesinde, savcının statüsünün yasa tarafından, hâkime benzer şekilde, mümkün olan en yüksek düzeyde güvence altına alınmasını gerektirir. Her iki meslek de karar verme sürecinde bağımsız ve özerk olmalı, görevlerini, nesnel ve tarafsız olarak yerine getirmelidir.” Görüldüğü üzere, adı geçen kararda Cumhuriyet savcısının statüsünün ve teminatlarının hâkime benzer bir şekilde düzenlenmesi öngörülmektedir.(2) Esasında yerel mahkemeler düzeyinde hâkim ile Cumhuriyet savcısı aynı statü ve teminatlara sahip olup bu noktada bir sorun bulunmamaktadır. Kanun yolları muhakemesinde ve özellikle temyiz incelemesine bakıldığında ise Cumhuriyet savcılarının hukuksal durumlarının birlikte görev yaptığı hâkimlere oranla kıyaslanamayacak şekilde teminatsız konumda olduğu görülmektedir. Bu hukuki ve fiili gerçeklik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin adil yargılama hakkına ilişkin olarak verdiği birçok kararında üzerinde hassasiyetle durduğu “çelişme yöntemi” nin gerçekleşmesine engel oluşturabilecek bir yapıdır. Bu nedenle, tıpkı ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılarda olduğu gibi, yüksek mahkemede görev yapan hâkimler ile Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcılarının özlük hakları, teminatları ve statüleri açısından benzer şekilde düzenlenmesidir.
----------------
2 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Cezai Adalet Sisteminde Savcılığın Rolü ile İlgili Üye Devletlere Sunduğu Tavsiye Kararında (Rec. 2000-19) da savcıların statü, görev ve yetkilerinin, tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda şüpheye yer vermeyecek şekilde düzenlenmesi ve teminat alınması öngörülmüştür. Bu ifadeden savcıların statüsü, görev ve yetkileri düzenlenirken hâkimlerden daha teminatsız olmaları değil, hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığını şüpheye düşürecek şekilde daha teminatlı ve güçlü olmaması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Özetle, Yüksek Mahkemede görev yapan savcılara, Yüksek Mahkeme üyelerine eşdeğer yasal güvenceler sağlanması istenmiştir.


2) Anayasa ve kanunlarla verilen görevleri yerine getirir.
Geleneksel olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verilen;
a) Yüce Divanda; Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, Yüksek Mahkeme Başkan ve üyeleri, Başsavcı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyeleri, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanın görevleriyle ilgili suçlardan dolayı iddia makamı görevini yapmak,
b) Yargıtay Ceza Daireleriyle Ceza Genel Kurulunda görülen ilk derece yargılamaların duruşmalarında iddia makamını temsil etmek, özel dairelerin kararlarına itiraz etmek veya temyiz etmek,
c) Kanun yollarına başvurulması üzerine tebliğname düzenleyerek, temyiz davası hakkında görüş bildirmek ve özel daire kararlarına karşı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna itiraz yoluna gitmek,
d) Anayasa ve yasalarla verilen siyasi partilerle ilgili görevleri yerine getirmek,
e) 4483 sayılı Kanun uyarınca bazı üst düzey kamu görevlileri hakkındaki soruşturma işlemlerini yürütmek,
f) Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek,
Yine Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığına ait olacaktır.
3) Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı, Başsavcıvekilleri ve Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcılarının seçimi yeni esaslara bağlanmıştır.
Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığını temsil eder, denetim ve gözetim görevini yerine getirir. Başsavcılığa verilen görevleri ifa etmek üzere yeteri kadar Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcısı ile, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcıvekili bulunur.
Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından gizli oyla belirleyeceği üç aday içinden Cumhurbaşkanınca dört yıl için seçilecek, süresi biten yeniden aday olabilecektir.
Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcı vekilleri, nitelikleri kanunla gösterilen, birinci sınıf Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcıları arasından, Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcısı tarafından görevlendirilecektir. Yüksek Mahkeme Cumhuriyet savcıları ise, nitelikleri kanunla gösterilen, hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atanacaktır.
4) Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığının kuruluşu, çalışma esas ve usulleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenecektir.
Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığının kuruluşu, çalışma usul ve esaslarına ilişkin ayrıntılar, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı ilkelerine göre ve yukarıda açıklanan çerçevede kanunla düzenlenecektir.
Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı, Yüksek Mahkemeden ayrı olarak idari ve mali özerkliğe sahip; Anayasa, Kuruluş(uyum) Kanunu ve diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getiren tüzel kişiliğe sahip bağımsız bir yargı organı olacaktır. Böyle bir yapılanma Türk hukuk geleneğine ve tarihsel süreçte yasa koyucunun kabul görmüş iradesine de uygundur. Nitekim, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 16. Maddesinde, mahkemelerden bağımsız olarak mahkeme teşkilatı kurulan yerlerde, o yerin adı ile anılan Cumhuriyet Başsavcılığı kurulması öngörülerek, daha önceleri benimsenen mahkeme nezdinde teşkilatlanma ilkesinden vazgeçilmiştir.
Yargı birliğinin sağlanması kapsamında, tek bir “Yüksek Mahkeme”nin kurulması veya öneride yer aldığı şekilde “Yüksek Mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı”nın kurulması; mevcut yapıdaki parçalanmadan kaynaklanan birçok sorunu kendiliğinden bertaraf edecek, mali kaynakların verimli bir şekilde kullanılması sağlayacak ve sistem için daha güçlü bir konuma sahip olacaktır. Bunların yanında, Ülkemizin aday ülke konumunda olduğu Avrupa Birliği’ndeki savcılık kurumu ile diğer uluslararası yargı organları nezdindeki savcılıklara (örneğin Uluslararası Ceza Divanındakine) paralel bir yapı için önemli bir adım oluşturacaktır.(hukukihaber.net)