ÜCRETİNİZİ KARARLAŞTIRINIZ
Burada konuştuklarımızın gizli olduğunu başta söylemiştim. Öyle ise, eğiliniz de kulağınıza söyleyeyim, her işten muhakkak ücret isteyiniz ve mutlaka bir mukavele yapınız. 

Bütün avukatlar ve bilhassa meslekte yeni bıyığı terlemiş çağda bulunan genç meslektaşlar, bu işin çok yabancısıdırlar.

Herkese akıl öğreten, herkes tarafından işini ve kazancını bilir zan olunan avukatlar, kendi söküğünü dikemeyen terziler gibi bu hususta acınacak haldedirler.   Bütün yanlış telâkkilere, dedikodulara, görünüşe rağmen avukatlar yaptıkları yardımın çok defa mukabilini almazlar ve yahut alamazlar. Bunun çok sebebi var. Mesleğin hamuru feragatle yoğrulduğu için çat kapı içeriye girene, ver bakalım paraları demek bize ağır geliyor.

Sonra bizim memlekette, bilhassa yerlilerle işi olanlar bilirler ki halkımız, avukatın söylediği söze, yazdığı her kelimeye bir ücret vermek lâzım geldiğini takdir etmemektedir. Hekime gittiği zaman nabzını muayene ettirdiği, bir de reçete aldığı için (vizite) vermek lâzım geldiğini anlamağa başlayan iş sahipleri, avukat söz söylediği, bu söz ortada görülmediği, havayı nesimiye karıştığı için ücret lâzım geldiğini düşünememektedirler. İstediğiniz kadar yazıhanenize (istişare bedava değildir), (her istişareye şu kadar ücret alınır) diye levha asınız, istediğiniz kadar kinayeli lâflar söyleyiniz. Hiç aldırmaz, biraz da tanışıklık varsa kahvenizi içer, telefonunuzla konuşur, sizi bir iki saat işgal eder, Allahaısmarladık deyip çıkar giderler. 

Peki amma, siz bu yazıhaneyi keyif için açmadınız, bu kadar masrafınız var. Çoluk çocuk sahibisiniz. Onların hakkı üzerinde bu kadar zararlı tasarruf edemezsiniz. Hastalık, sağlık sizin içindir. Bir kaç ay yazıhaneniz kapalı kalırsa dilenecek vaziyete düşersiniz. Aylığınız yıllığınız olmadığı için bu serbest mesleği ihtiyar ettiniz. O halde hakkınızı başkalarına çiğnetmemelisiniz. Şu kanaatimi de söyleyeyim ki, kendi hakkını temin ve istifa etmeyi bilmeyen bir avukat, başkalarının hakkını daha iyi temin ve müdafaa ettiğini iddia edemez. Şurasını da unutmamalısınız ki bedava iş görmek yalnız sizi ilgilendiren bir hal değildir. Bu hareketlerle mesleğinize, arkadaşlarınızın hakkına tecavüz etmiş oluyorsunuz. 

ÜCRET İSTERKEN YÜZÜN KIZARMASIN

Genç arkadaşlar! Bir müvekkilden ücret isterken yüzünüzün ne kadar kızardığını, kalbinizin ne kadar attığını, o anları yaşadığım için ben de bilirim. Sanki bir suç işlemiş gibi utanırsınız, içinizden ücret istemek geçer, fakat diliniz söyleyemez. Yardım ettiği işe kendisini bu kadar kul yapan bir meslek adamına ancak avukatlıkta rast gelinir. Sebebini yukarıda biraz söyledim, bu kitabın muhtelif yerlerinde de anlattım, bu mesleğin kendisindedir. Yardımını adalet gayesine hasreden adam, bir tüccar gibi, her şeyden evvel para istemeyi centilmenliğe yakıştıramıyor. Müvekkilin kendiliğinden vermesini bekliyor, o işe, çok defa aldırmıyor... Lâkin her şeyin bir derecesi vardır. Mesleğinizi, bir erkeği çıldırasıya seven bir kadın gibi sevebilirsiniz. Çıldırasıya seven kadınların bile aşk dolu yüreklerinde satılacak ve satın alınabilecek yahut ufak bir hediye ile sevindirilebilecek köşeler bulunur. Ruhunuz asıl, kalbiniz semih ve âlicenap olsa da, bir köşesinde kendinizi ve çocuklarınızı düşünmek için yer bırakınız. 

Bazı aile işleri, pek yakın dost işleri olur ki bunlardan ücret istemek bahs mevzuu olamaz. Bazen fakirlerin işlerini görmek icap eder, bundan zevk duyulur, vazife sayılarak yapılır. Hülâsa seve seve yapılabilecek angaryalar olur. Bunlardan kaçınmak mümkün değildir. Fakat bütün meşguliyet angarya  olur, ilim yardımının ve beden yorgunluğunun büyük bir kısmı karşılıksız kalırsa, işte o zaman felâkettir. Onun için bir avukat kendisine bedavacı damgasını vurdurmak istemezse kendi işini de biraz bilmeli ve yardımına ücret beklediğini iş sahibine anlatmalı, ve yazılı mukavele ile miktarını tespit etmelidir. Yeni kanun yazılı mukaveleye raptedilmedikçe ücret talep edilemeyeceğini emretmiş olmasına nazaran artık sonradan ecri misil davalarının kapısı da kapanmış demektir. 

Ücreti evvelden tespit etmekte bir avukat için sıkılacak hiç bir cihet yoktur. Bir iki işte ücret isteyince alışır ve arkası gelir. Fakat bir kere yanlış yol tutuldu mu, dönmek zor olur. 

Ücreti evvelden tespit ve bir mukaveleye raptetmek, mutlaka dava açmak için değildir. Bir kere yazıhanenize her gelip de sizden bir yardım gören adam, az çok bir ücret vereceğini bilmelidir. Sonra evvelden konuşulmayan ücretin miktarını iş bittikten sonra kararlaştırırken çok defa münazaa çıkar. Siz çok umarsınız, işin bittiğini ve maksadının hasıl olduğunu gören müvekkil azı zihninden geçirir, iyisi mi, evvelden konuşmalı, müvekkil ile ücret münakaşası, ücret davası gibi nahoş sahnelere sonradan meydan vermemelidir. Ücret miktarını tespit ettiğiniz halde sonunda alamazsanız, Dava edip etmemek elinizdedir. Böyle bir hal vukuunda nasıl hareket etmek lâzım geldiğini yerini izah ettik.

MUHTAÇ VE ZEBUN GÖRÜNMEYİNİZ! 

Bir iş sahibi, yardımına müracaat ettiği avukatı muhtaç, perişan, düşkün vaziyette görmemelidir. Böyle bir hal, avukat için izmihlâldir. Ücret isterken, sebep ve mazeret olarak, yazıhanesinin kirasını veremediğini, vergi borcu için haciz geldiğini söyleyen avukat, müvekkil nazarında her şeyi kaybetmiştir, insanlar, böylelerinden kaçınırlar. Böyle düşkün vaziyette bulunan avukatın muhakemesinde selâmet görülmez. Aldığı işi sonuna kadar takip edeceğinden şüpheye düşülür, emniyet ve itimat sarsılır. Çok avukatlar vardır ki, en müşkül dakikalarında bile başkalarının hakkına el uzatmamışlar, müvekkillerinin emanetlerini nefisleri bahasına muhafaza etmişlerdir. Bu böyle olmakla beraber iş sahipleri, düşkün olmayan meslek adamlarını tercih ederler. Bir avukatın, hakkını isterken sebep ve mazeret dermeyan etmesine hiç ihtiyacı yoktur. Kendi hususî hayatına, ihtiyacına dair söylediği söz yalnız Lüzumsuz değildir, kendisini müvekkil nazarında sukut ettirdiği için zararlıdır, iş sahibi, centilmen bir insan ise, en hafifi, itimadını kaybeder, üzülür ve bunun neticesi olarak, mühim bir işini size tevdi etmez. Evvelden tevdi etmiş olduğu işi bitirir bitirmez bir daha da yazıhanenize uğramaz. Eğer seviyesi düşük bir adam ise sizin zaafınızı, ihtiyacınızı istismar eder. Az ile sizi kullanır, Ayakları altında çiğner. Hâlbuki durum böyle mi olmalıydı? İş sahibi, avukat yazıhanesine karanlıkta ışık, hastalıkta derman arar gibi girmeli, avukatı ilim ve ahlâk bakımından olduğu gibi dünyalık bakımından dahi hiç kimseye muhtaç olmayan, müstakil, üstün bir vaziyette görmelidir. Bu bir nevi ruh haletidir. Mantıkla alâkası yoktur. Niçin böyledir? denilemez, insanların zebun bulduklarını ezmeleri ve üstün gördüklerinin önünde eğilmeleri fıtratın ezelî kanunları iktizasındandır. Bu hiç şaşmaz. Meslekte muvaffak olmak, kendisini müvekkillerin arzu ve istismarına kaptırmamak isteyen genç avukat, daha başlangıçta bunlara dikkat etmelidir. 

Ben bir hekime müracaat ederken sakalının traşlı, yakasının yağlı, ellerinin kirli olup olmadığına daima dikkat etmişimdir. Hele hastalıklı, öksürüklü, biçare bir hekime kendimi muayene ettirdiğimi hiç hatırlamam. Görür görmez bende, istikrah veya merhamet hissi uyandıran bir adama sıhhatimi tevdi etmek elimden gelmiyor. Müvekkil ile avukat arasındaki münasebet de böyledir. Evi veya yazıhanesi haczedilmiş, perişan, akşam nafakasına muhtaç, düşkün bir avukata hiç bir kimse canını ve malını emniyet edemez. Öksürüklü ve aksırıklıdan kaçmak, düşkünlerden uzak bulunmak, insiyakı bir harekettir, insan ister istemez böyle yapar. Bir insan, kaçındığı bir adama nasıl olur da işini emniyet eder ve ondan yardım, kuvvet, mücadele bekler?,.. 

İşe yeni başlayan bir genç avukatın para kazanamaması, masrafını çıkaramaması, hattâ günün birinde yazıhane eşyasının haczedilmesi hiç de hacaleti mucip değildir. Fakat bunu müvekkile sezdirmek zararlıdır. Demek istediğimiz, avukatın kendisine ait bu halleri kendinde saklaması, müvekkillerine düşkün ve zebun görünmemesidir. 

TEMİZ OLUNUZ 

Yazıhanenin temizliği ve ağırbaşlılığı gibi avukatın üstü başı temiz, yüzü traşlı, saçı taranmış, potini boyanmış olması da müşteriye tesir yapar. Kirli adamın müşterisi de kirli olur. Kirli müşterinin verebileceği ücretle ise nihayet bir çürük portakal alınır. Karmakarışık saçlı, bir karış sakallı avukatın karşısındaki adama yapacağı tesir menfidir. Avukat, iş sahiplerine, yalnız ilim ve fazilet üstünlüğünü değil, ayni zamanda, kılık ve kıyafetçe de düzgünlüğünü göstermelidir. Bu, müşteri avlamak için yapılacak bir gösteriş değildir, Bu, cemiyet hayatının gereklendirdiği bir vazifedir. Hele cemiyetin en münevver adamlarındanım diye ortaya çıkmış olan avukat için bir borçtur. Görünüşün insanlar üzerindeki tesiri büyüktür. İş adamları babacan, tırnaklan kirli, ekmek peynirle geçinir kanaatini veren avukatlarla ücret pazarlığı yaparken, böyle bir adama şu kadarı bile çok! derler, fakat düzgün kıyafetlisine kesenin ağzını açabilirler Her tarafı temiz, kibarca giyinmiş bir avukatla kolay kolay teklifsiz olunmaz. Gelen müşteri yapışır. Harabatı avukattan ise uzaklaşır. 

Müşteri tutmak, yaptığınız yardımın karşılığını hakkı ile almak isterseniz temiz ve ütülü elbise giyiniz, yağsız yaka ve kravat takınız. Her gün traş olunuz, dişlerinizi ve tırnaklarınızı temizleyiniz, potininizi boyatınız. 

HAYATINIZI YALNIZ MESLEĞİNİZLE KAZANINIZ. 

İşte size eski bir avukat. Avukatlıktan altın para ile elli bin lira kazandığı halde bir vapurculuk işine takılmış, varını yoğunu vermiştir. Şimdi ak saçları ile adliyenin dik merdivenlerinden beli bükük çıkarken tatlı günlerini acıya çeviren o ticaret macerasına lanetler yağdırıyor. İşte ikinci bir avukat daha. Birisinin teşvikine ve hırs ve tamaa kapılarak Rusya’ya gönderdiği halılar yüzünden bütün kazancını kaybetmiş, sefaletin gelip kapısını çaldığı son günlerinde ne yapacağını şaşırıp kalmıştır. Bir üçüncüsü de kazancını paylaşmak üzere kardeşine verdiği bütün varlığının az bir zaman sonra yok olduğunu görmüştür. Kalp hastalığına, öksürüğe, sinir buhranlarına mal olan o varlığın yerini bir daha dolduracağından şüpheli, kan ter içinde sulh mahkemesinden icra dairelerine koşup duruyor. Parasını İngiliz lirasına çevirdiği ve başka spekülâsyonlar yaptığı için bugün çoğunu kaybetmiş olan, yüzde on beş faizle ipoteğe yatırdığı an parasının yarısı ile canını ancak kurtaran, öteki avukatları da sayalım mı? 

Doğrudan doğruya veya dolayı sile ticaretin avukatlar için yasak olduğunu biliyoruz. Fakat genç arkadaşlarım, ben burada size, kanunun meydana çıkaramayacağı ve yahut masum görebileceği ticaret işlerine bile karışmamanızı tavsiye etmek istiyorum. Pek basit gibi görünen faizle ödünç para vermekten, şöyle bir ipotek almaktan, taksi işletmekten, ne bileyim en ufak ve masum kazanç işlerine karışmaktan sakınınız. Biliniz ki günün birinde mutlaka zararlı çıkacak ve damla damla kazancınızı muslukla kaybedeceksiniz. Çünkü bu sizin işiniz değildir. Aldığınız tahsil ve terbiye, bir ucu tüccarlığa dayanan bu işlere büsbütün aykırıdır. Sizin kafanız başka türlü yoğurulmuştur. Para dalaveralarının istediği bin bir türlü düzenbazlıkları yapamazsınız. Sizi behemehal aldatırlar. 

Sonra, kazancı veya gaybı başkalarının elinde olan bir işe sermaye yatırmak neden? Siz avukatsınız. Bu meslek adamı çok zengin etmez amma refah içinde yaşatabilir. Şerefli bir insan için bu refah yetişir. (Az tama çok ziyan getirir) ata sözü, mesleğinden başka işlerle kazanç yapmak isteyen avukat için söylenmiştir, denilse yeridir. 

ÇALIŞMADA İNTİZAM VE TAKİP

Çalışmada intizam, her meslekten ziyade avukatlıkta gerektir, istediğimiz zaman yataktan kalkıp istediğimiz zaman sallana sallana ve gerine gerine yazıhaneye gelecek zamanda değiliz. Kanunlar, bilhassa memleketimizde, her gün değişiyor. Bunları takip etmek, mahkemelerde hazır bulunmak lâzımdır. Fevkalâde bir hal olmadıkça, her sabah yazıhanenize muayyen saatte gelip muayyen saatte çıkmalısınız. Hattâ kâtibiniz ve daktilonuz hangi saatte nerede olduğunuzu, uğrayanlara filân saatte geleceğinizi söyleyebilmelidir. Çünkü arayan ve bekleyenlerin vakti dahi bizimki kadar kıymetlidir, iş sahipleri, hele biraz sezmek kabiliyetinde olanları, böyle şeylere dikkat ederler. Bir, iki, üç defa avukatı yerinde bulamayan bir iş sahibi onun hakkında numarasını vermiştir. 

İntizamsızlık, devamsızlık çok zararlıdır. Çünkü intizamsız çalışan avukat, işlerinde şaşırır, acele ve mühim olanı unutarak ehemmiyetsizler ile uğraşır, davaları gıyaba bırakır. Arkasından can sıkıntısı, sinir buhranı ve daha başka şeyler gelir. Bunlar kendisi için tehlike. Müvekkiller ise çalışması tesadüfe tâbi avukatı çabuk silkip atarlar. Onlar da yavaş yavaş, bu derbeder adamın kendisine hayrı yok ki bize olsun, kanaati hasıl olur. Bu da işleri ve dünyalığı için tehlike. Avukat yaşamak ve sevdiği mesleğinde devam edebilmek için müvekkile muhtaç olduğundan onları kendisinden kaçıracak hallerden sakınmalıdır. 

Aldığınız işlerin muhakeme celselerinde saatinde hazır bulunmalısınız. Hakikî bir mazeretiniz olmadıkça muhakemeleri talik için haber gönderir, mektup, arzuhal yazarsanız hem mahkeme, hem müvekkiliniz nazarındaki itibarınızı kaybedersiniz. 

Derbeder, sallapati avukatları sakın taklit etmeyiniz. Avukatlıkta kalenderlik kadar muvaffakiyete engel olan bir hâl yoktur. Kalenderlik ve dağınıklık, intizamsızlıktan, ihmalden ve irade gevşekliğinden ileri gelir. 

Muhakeme celseleri neticesini müvekkilinize mektupla veya telefonla bildirmeyi unutmayınız. Bütün bunlarla iş sahibinde size itimat edilebileceği hissini verirsiniz. Pek çok müvekkiller, her şeyden ziyade buna ehemmiyet verirler. 

Hele şuna çok dikkat ediniz: Üzerinize aldığınız bir işi sonuna kadar takip etmek gerektir. Evvelce ateşli bir kaç adım attıktan sonra arkasını bırakıvermek, manen ölüm demektir. Böyle avukat sağlam, daimî hiç bir müşteri tutamaz, işleri olduğu gibi bırakıvermekten doğacak maddî mes'uliyet, zarar ve disiplin cezaları da başka. 

Yazı masası çarpık, iskemleleri karmakarışık, döşemesi tozlu bir avukat ziyaretçiye çok kötü tesir yapar. Hele masası üzerinde bağrı yırtık zarflar, güneşten rengi sararmış kağıtlar, dilenci gibi boynunu bükmüş dosyalar, ciltleri param parça olmuş kitaplar, mürekkepsiz hokkalar, uçsuz veya cızırdadıkça sağa sola mürekkep damlaları saçacak kadar eski uçlu kalemler görülen bir avukat, müvekkile emniyet telkin edemez. Böyle haller avukatta çalışma zevkini, ziyaretçide itimat duygusunu kaçırıverir. 

MÜDDETLERİ SON GÜNE BIRAKMAYINIZ. 

Adliye sarayında bir meslektaşa rast gelip te (aman, lâyihanın son günü. Hemen yazıp mahkemeye vereceğim) dediğini işittiğim zaman ona da, mesleğe de acır ve içimde bir sızı duyarım. Düşünüp taşınarak, dosyası baştan nihayete kadar okunarak, kanun ve şerhler karıştırılarak yazılması lâzım gelen bir itirazın, bir temyiz lâyihasının acele ile bir çırpıda çıkarılması... Bu, ayıp dememek için söylüyorum, çok tuhaf bir şeydir. Kendi kanmadığı yerde hasım avukatım, hâkimi kandırmak!... Bu mümkün değildir. Sonra, temyiz arzuhalinin on beşinci, itiraz namenin beşinci günü sağ kalıp yazıhaneye gelebileceğimize dair elimizde bir senet var mı? O gün, vapuru kaçırmayacağımız, tramvay kazasına uğramayacağımız ne malûm? Onun için bir avukat, müddete tâbi işleri son güne bırakmamalı, en aşağı bir kaç gün evvel yazacağını yazıp vereceği makama vermelidir. Akşam yazıhaneyi kapattıktan sonra rahat bir nefes almak, sofrada, aile yuvasında neş'e ile ve hiç bir ruh sıkıntısı ve düşüncesi olmadan tatlı ve mes'ut bir hayat geçirmek ancak bu suretle mümkündür sanırım. Bugünkü işini yarına bırakma! Bu alanda avukatın daima hatırlayacağı ata sözü olmalıdır. Müddetin geçirilmesinden dolayı bir arzuhal ve lâyihanın reddolunması kadar bir avukat için çirkin ve hiç af olunmayan bir suç yoktur. 

KİTABA BAKINIZ. 

Bir arzuhalin ne gibi kelimelerin bulunması lâzım geldiğini gösteren usulün maddelerini avukatlık hayatımda belki binlerce defa okumuşumdur. Fakat bir dava arzuhali, bir temiz kefaletnamesi, bir tashihi karar lâyihası yazarken her defasında yine okurum. Bundan hiç zarar görmedim. Bu bana kuvvet ve itimat verir. Kefaletnamede bir kelimeyi eksik yazdığı için icranın tehiri talebi reddolunduğundan, bu suretle haksız tahsil ettiği parayı hasımdan geri alamadığından şikâyet eden çok arkadaşlar hatırlarım. Bunlar hep bana birer ibret dersi vermiştir. Hele, kanunun aradığı'şartları haiz olmayan dava arzuhallerinin reddedildiğini işittiğim genç avukatlar bir iki değildir. Bunlara da çok acırım. 

Bizim meslekte, hele hukuk ve ticaret davalarında söz, kanunun ve kitabındır. Orada avukat değil, dosya söyler. Davanın temeli, arzuhaldir. Duvarları ve çatısı layihadır. Şu halde bîr genç avukat, aldığı bir davanın arzuhalini yazarken H.U.M.K. önüne açmalı, satırları birer birer okumalıdır. Adres mi lâzım? Yazmalı, vakıalar mı ister? Sıralamalı, ne istediğini, neye dayandığını açık olarak söylemelidir. Eksik bir arzuhalin reddolunması, iptidaî itirazlara yol verecek surette çabuk ve düşüncesiz yazılması... Bunlar af edilmeyen hususlardandır. Genç avukatlar bunlara çok dikkat etmelidirler. Eskiden kalma bir zihniyetle, kanunun maddei mahsusasına istinat eden tembel bir avukat, mesleğine karşı saygısızlık göstermiş ve kendi çukurunu kendi kazmış olur. Böylelerinin iş yok! Mahkemeler iş çıkarmıyor! diye şikâyetlerini kimse dinlemez. Böyle tembel, kitapsız avukata kim iş verir? Bir iş veren bir daha yanına uğrar mı? Ne dediği anlaşılmayan, hangi hukukî sebebe dayandığı bilinmeyen dava arzuhalini hâkim anlayamaz ve celseler uzarsa kabahat hâkimin midir? Biz, kendi uhdemize düşeni yapmalıyız. 

Tesadüfü perçeminden yakalamalı ki kaçmasın. Kendisine gelen bir davada düşünüp taşındıktan, kitap karıştırıp hazırlandıktan sonra müdafaa yapan genç avukat, parlak bir istikbalin temelini attığına emin olabilir. Müvekkil, onun intizamını, çalıştığını, dosyasının düzgünlüğünü görür ve sırf bu sayede davasını kazandığını anlar. Başka işleri olunca artık kendisine gelir, dostlarına genç yardımcısını tavsiye eder. ilim bombardımanına, muntazam ve düzgün yaylım ateşine uğrayan hasım da böyle bir avukatı takdir eder, başka işi olunca o da kendisine koşar. Nice avukatlar bilirim ki bir davada yere serdikleri hasımları başka işleri için kendisine müracaat etmişlerdir. Hâkimlere gelince, böyle avukatları her yerde överler. Böylelikle iş işi açar, şöhret ve onun arkasından refah, kendiliğinden gelip başınıza konar. 

Tali, şans, kısmet... aziz meslektaşım, bunlara bel bağlama. Avukatlıkta böyle boş şeyler yoktur. Muvaffakiyet, şöhret, refah, ancak ve ancak sağlam bir seciye, usul ve intizam dairesinde çalışma ile elde edilir. 910 -Yazı yazmak. Avukatın sermayesi, önce doğruluk ve namuskârlık, sonra bilgidir. Bu iki vasıf, bir sikkenin yazı ve tura tarafı gibi birbirini tamamlar. Doğruluğunu ve bilgisini işleten avukat, muvaffak olacaktır. Fakat bu doğruluğu ve bilgiyi herkese nasıl Öğretmeli? iş sahiplerine nasıl anlatmalıdır?... Şöhretten bahsetmek istiyorum. 

Avukat, bilmem hangi hastalığın tedavisinde yeni bir usul keşfettiğini söyleyen bir hekim gibi reklâm yapamaz, bir damlası ile yüzdeki çilleri düşüreceğini söyleyen hazır ilâç satıcıları gibi ilân veremez. Bunlar yasak. Ne yapmalı? Gelen iş sahibini, biraz evvel söyledik, iyi idare etmeli... İş sahipleri sizin için zahmetsiz, masrafsız reklâm yaparlar. Fakat bu yetişmez. Mahkemelerde ilmî müdafaalar yapmak. Bu da iyi. Hâkimler ve dinleyenler her yerde sizi över, haberiniz olmadan size iş gönderirler. Lâkin bu da yetişmez. Bir mevzuu, Almanya’da nasıldır? Fransız âlimleri ne demişler? Bizim mahkemeler ve temyiz ne reyde? iyice bir tetkikten sonra derli toplu meslek mecmuasında yazmak yok mu? Avukatı tanıtan en mühim âmillerden birisi de budur. Avukatlar, başlarından geçip uzun boylu tetkik etmiş oldukları davalarda istişarelerde böyle mevzular bulabilirler. Ancak henüz dava görülürken gerek doğrudan doğruya ve gerek başka bir namla yazı yazmak, centilmenliğe yakışmaz. Davanın lehte veya aleyhte neticelenmesini beklemek gerekir. 

İlmî, meslekî mecmualarda yazı yazmak, fikre açıklık verir, bilgiyi genişletir. Fakat temin edeceği şöhret... bunlardan aşağı değildir. O makaleyi en az bir kaç yüz meslektaş okur. Onlar sizi tanımağa başlarlar. Günün birinde o mevzua dair bir istişareye çağırılmış iseniz biliniz ki sebebi bu makaledir. Anadolu barolarında da böyle yazılarla akisler yaparsınız. Hiç haberiniz olmadan size iş murafaa gönderirler. 

Filân avukat, malûmatlı olduğu için mi çok para kazanıyor? Şu arkadaş lisan bildiği ve yazı yazdığı için mi tanınmıştır? Demeyiniz, eski hukuku, eski şöhretleri, eski şartlan bir yana bırakalım. Türk hukuku kıblesini batıya çevirmiştir. Biz de oradakiler gibi yapmağa mecburuz. Zaman gittikçe değişiyor. Tanınmak için okumak yazmak gerektir. (DEVAM EDECEK...)

Genç Avukatlara Meslek Öğütleri

AV. AHMET ÇOLAK / Ekspres Gazete