Gezi parkı olayları, avukat, doktor gözaltıları, hukuka aykırılıklar artık herkesin malumu. Duymayan görmeyen kalmadı. Bu yazıda tekrardan anımsatmaya lüzum görmüyorum.

Benim bu yazıdaki temel amacım Dünyanın nicelik olarak en büyük ama nitelik olarak giderek küçülen İstanbul Barosu’nun Gezi Parkı olayları, özellikle avukat gözaltıları sırasındaki tutumu.

Tarih 11 Haziran 2013.

Duruşmadan çıkmışım, balkonda bir çay içtikten sonra, ofise gitmek için merdivenlere yöneldim. O arada ortalığı ayağa kaldırırcasına “her yer taksim her yer direniş” seslerini duydum.
Doğal olarak önce şaşkınlık yaşadım ancak böyle bir süreçte metanetimi kaybedemezdim. Hemen kendimi topladım ve sese doğru kararlı adımlarla yürümeye başladım.

“Taksim? Direniş?” Hem de adliyenin içinde!  Fakat bu öyle bir ses ki,
5 kat yukarıdan bile rahatlıkla duyulabiliyor. Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı olabilirdi.

Macera bana gelmezse ben maceraya giderim diyerek aşağıya indim, 100 kadar avukat,
etraflarını saran çevik kuvvet, arkalarında da adliyenin bekçisi güvenlik görevlileri; slogan atanları çembere almışlar. Avukatlar slogan atıyorlar.

Bir anda -artık ne olduysa, nasıl bir talimat geldiyse- çevikler ellerinde kalkanlarla avukatları ittirmeye başladılar. Ama bu ittirme kapıya doğru değildi. Zaten işin en garip yönü de bu.

Çağlayan adliyesine gelenler C bloktaki ana girişi bilirler. Havaalanı girişi misali x-ray cihazları ve bu cihazların çıkışında metal masalar vardır. İşte o gün garip bir şekilde x-ray cihazlarına dik uzanan bu masalar, Karadeniz sahil şeridini utandırırcasına kıyıya paralel bir şekilde dizilmiş, arkasında da röfleli saçları, ojeli tırnakları ile kadın güvenlikçiler geçmişti. İttirilen avukatlar masaların paralelliğine gölge düşürmesin diye masaları tutuyorlar !!!

 Hayal edebiliyor musunuz? Bir yanda masalar, bir yanda polis kalkanı, polisin arkasında güçlerinin yetmeyeceğini düşünen ve polisleri sırtlarından ittiren yancı güvenlikçiler ve  tost ekmekleri arasındaki kaşar peyniri misali sıkışan cübbeliler.

Bense iki tost ekmeği arasındaki kaşar peyniriyle empati kurmaktan sıkılıp röfleli,  bir o kadar mendebur suratlı güvenlikçiye döndüm ve (biraz da ankaralı olmanın verdiği üslupla) “napıyorsun la sen?” dedim. 

Aldığım cevap akıllara zarardı. “Buradan çıkış yasak!!!”. Dayanamadım tabi. “Lan gerizekalı biz çıkmaya mı çalışıyoruz? Görmüyo musun?” El cevap “Olmaz! Burdan yasak!”

Yok ebesinin …

Çevreme bakıyorum, bir yanda şeffaf polis kalkanı ve arkasında gözlerimizin içine bakmaktan haya eden yeniyetme polisler, diğer tarafta da sıcak havadan bunaldığı için soğuk metali okşadığını düşündüğüm özel güvenlik. Çıkış yasak tamam da az sonra o kalkanıyla birlikte polis memuru bizim bi yerimize girecek, sonra kamu malına zarar verdiniz diyeceksiniz!

Velhasıl bir şekilde itelene itelene dışarı atıldık. Tabi bu süre zarfında çıkarken dahi tekmelenen avukatları, yerlere düşürülen kadınları söylemiyorum. Ağzımızın tadı kaçmasın.

O sırada 2 avukat arkadaş, polis ve özel güvenlik tarafından darp edilerek gözaltına alınmış, öyle duyduk. Ne yapalım? Tekrar içeri girelim dedik. Polis çıkıştan bizi iteledi diye biz de avukat girişinden tekrardan kimliklerimizi göstererek efendice girdik.
Tabi sayımız iyice azalmış. Bir avuç avukatız, her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Mevzuatı bilen de bilmeyen de polise bağırıyor. Öyle bir ortamda sanırım yapmak istediğim son iş polis olmaktır. Çevik kuvvet vs Themis! Fight!

Yahu biz seçim falan yapıp başkan seçiyoruz? Hani şu “ordu bizi korur sanmıştık” diyen adam! Kimdi o kabasakal mı? Yok yok, o çizgi film kahramanıydı, bizimkisi daha gerçek! Kocasakal’dı evet! Peki nerede bizim  baro başkanımız?

X isimli avukat       :“Başkanım nerdesin adliyede iki avukat gözaltına alındı! “
K.Sakal                 : “Ben şu an akademik bi konferansa gidiyorum, gelemem. Yönetim kurulundan arkadaşlarımız yolda fakat. Onlar halleder“

Ortada olağanüstü bir durum var ve baro başkanı avukatı değil doktrini kurtarma sevdasında.
O da kendince haklı tabi, kendisi avukat bile değil. Hoca! Hani şu sırça köşkte fantezi üretip öğrencilerine sınavlarda soran cinsten.

Konuyu dağıtmadan somut olayımıza dönelim hocam.

Avukatlar tekrar içeride.
Oturma eylemi yapanlar, polisle tatlı sert dialoglar, tivit atanlar, video çekenler…

O sırada kalabağın içerisinden şöhreti yedi düvele nam salmış bir avukat gelir (nûrun alâ nûr) “arkadaşlar savcıyla görüşücem lütfen sakin olun” der. Alkış kıyamet!
Koyun henüz gelmedi, keçiyle idare ediyoruz artık anlayın işte.

Fakat bu avukat arkadaşımızın nuru yetmemiş midir yoksa nuru kapalı alanda kapsama alanı dışında mı kalmıştır bilinmez, savcının kapısı kendisine açılmaz.

Tavlayı koltuğunun altına almış bir yüz ifadesiyle geri gelir ve "Savcı bizimle görüşmeyi kabul etmedi artık yemekte mi nerede bilmiyoruz" der.

O sırada oturma eylemi yapanlar ayağa kalkar sloganlar başlar. Adliye içinde bir anons “slogan atanlar eyleme destek verenler gözaltına alınacaktır”
Yahu biz de sizinle aynı okulda okumadık mı? Aynı CMK’ya biat etmiyor muyuz? Makul şüphe falan  vardı hani? Torba kanunla ilga mı ettiler onu?

Velhasıl bu soruların hepsi havada kalır.
Bu sefer, yaklaşık 10 dk sonra, yeni bir çevik kuvvet ekibi daha sahneye çıkar. Avukatları yeterince ciddiye almadıklarından herhalde çeviğin de “arama-kurtarma ekibi” gelir, en çevikleri değil yani.

Manavdan aldığı karpuza bile gösterdiği nezaketi avukatlara göstermeden, tuttuğunu gözaltına almaya başlar. Tuttuğunu diyorum, çünkü devamında tutup da elinden kaydırdığı ve gözaltına alamadığı yönetim kurulu üyeleri olduğunu da öğrendik. Sonuçta o gün herkesin anlatacağı bir kahramanlık hikayesi varmış. Meğer İstanbul Barosu Yönetim Kurulu'nda olmak polislere direnip, kendini kurtarmak ve içeri girenler için çay içip, baro tv de konuşma yapmaktan ibaretmiş.

Tabi son baskında 50 avukat gözaltına alınınca tekrar baro başkanı aranır,

X isimli Avukat  : “Başkanım durum acil hemen gelmen gerekiyor.”
Ve Ümit Kocasakal gelir! Zorla. Sürüklene sürüklene. Tıpkı polisin avukatları gözaltına alması gibi.

Ancak o, adliyeye girerken dahi sıfatına gölge düşürmez.

Miraç gecesinde tüm heybetiyle Kudüs'e giren muzaffer Selahattin Eyyübi edasıyla Çağlayan Adliyesi'ne girer Kocasakal. Yine alkış kıyamet.
Küdus’u kurtarıp büyük bir heyecanla Cuma namazına koşan Selahattin gibi hemen odasına koşar ve kurmaylarıyla toplantıya başlar.

Kurmay dediğimi de gözünüzde büyütmeyin. Gerontokrasinin canlı timsalleri. Yaş ortalaması 70.

Ortam güzel, odada yönetim kurulu üyeleri, yakılan sigaralar, gelip giden çaylar…

Çay da mı içmesinler? İçsinler tabi. Şifa olsun. Kolesterolü düşürür, beyin hücrelerini korur, faydası saymakla bitmez.

Devamında ise yapılan şakalar, şakaların komikliğinden midir, başkana yaranmak için midir bilinmez  gülen yüzler…

Kendisine “başkanım, siz bizimle ilgilenmediğiniz için birlik başkanını (Feyzioğlu) aradım, baro başkanımız bize sahip çıkmadı gelin sahip çıkın” diyen genç meslektaşına da “Ben gece 1 den sabah 7 ye kadar çalışıyorum(artık ne çalışıyorsa...), bundan sonra bir şey olunca beni değil onu arayın o zaman!!" diyen bir baro başkanı!

İşte böyle şanlı, böyle kahramansı bir ortam.
(Mehteran ekibi nerede kaldı??? Yoldalar başkanım!)

Bu arada söylemeden geçmeyelim, İstanbul Barosu başkanı sırra kadem basmışken, TBB başkanı, 3 uçağıyla hemen İstanbul’a gelmiş ve kendince yanımızda olduğunu göstermiştir. Popülist midir? Evet. Amacı şov mudur? Belki evet ama her şeye rağmen çok şık bir harekettir yaptığı.
Konuya dönelim.

Kocasakal, artık aradan ne kadar vakit geçti bilinmez, bir ara savcıyla görüşmeye gider ve kısa süre sonra geri gelir.
Söyledikleri şeyleri ancak hollywood menşeili rehine kurtarma filmlerinde duyabilirsiniz.

“Savcıyla konuştum, dedi ki; karakoldaki arkadaşlarınız hakkında duygusal bir karar vermemizi istemiyorsanız adliye içinde eylem yapan avukatları dağıtın.”

Avukat haklarını rehine pazarlığı ile koruyan ama yeri geldiğinde de muzaffer bir komutan edasıyla atının üzerindeki spartaküs misali kitleleri galeyana getiren bir baro başkanı!

Demek ki bu işler, staja veda yemeğinde yaptığınız gibi, en sevdiğiniz fransızca şarkıları söylemek kadar kolay olmuyormuş! Yoksa Türk polisi fransızca mı bilmiyormuş? 'Je t'aime' diyip bir buse kondursaydınız yanaklarına, her şey daha farklı olurdu başganım.

Bir de neymiş? Avukatlara yapılan muamele kabul edilemezmiş. Böyle baro başkanının kabul edildiği yerde avukata karşı yapılan her şey kabul edilir!

Sürecin devamını anlatmaya gerek yok. Bilenler biliyor. Bilmeyenler için de biraz hüsran biraz umutsuzluk şeklinde özetlenebilir.

Peki şimdi ne yapıyor sevgili Baromuz? Bilmem kaçıncı yılında Lozan etkinliği.
Gözaltına alınan avukatlar? Terkedilen ikindi namazı sünnetleri gibi yapayalnız kaldılar.

Şimdi sana "Darbeci" desek dava açıyorsun biliyorum. Sana darbeci demiyorum ama "anlarsın ya sevgili baro" ;)

Yazan : Bir dost.


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdost BALCI  tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)