Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle düzenin değiştirilmesini savunan kişilere siyasi fikirlerini toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Dolayısıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

Kamu gücünü kullanan organların kanunları -toplantı hakkının kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak derecede- katı yorumlayarak mevzuatta öngörülen usullere tam olarak uyulmadığını ileri sürmeleri tek başına toplantı veya gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Bu durumun varlığı toplanma hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir.

Kolluk kuvvetlerince yapılan müdahalelerin kötü muamele yasağının asgari eşiğine ulaşmaması durumunda da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlal edilmiş olabilir. Müdahalenin ağırlık derecesi ve Anayasa'nın 17. maddesinin maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği toplantı hakkına ilişkin yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gereken unsurlardır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi tarafından kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi, dosyadaki bilgi ve belgelerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bakımından bir karara ulaşmak için yeterli görülmesi hâlinde anılan hak kapsamında inceleme yapılmasına ve somut olayların şartlarının gerektirdiği hâllerde ihlal sonucuna ulaşılmasına engel teşkil etmemektedir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında meydana gelen olaylara ilişkin olarak adli makamların soruşturmayı özenle yürütme yükümlülükleri vardır.

İlgili Kararlar:

♦ (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015) 
♦ (Ezgi Özen, B. No: 2015/12753, 8/5/2019) 
♦ (Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, B. No: 2015/1737, 18/7/2019) 
♦ (Abidin Cevher, B. No: 2015/6361, 18/7/2019) 
♦ (Nihat Sefer, B. No: 2015/4443, 25/9/2019) 
♦ (Cebrail Bektaş ve Yüksel Şahin, B. No: 2015/4787, 25/9/2019) 
♦ (Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019) 
♦ (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019) 
♦ (Betül Öztürk Gülhan ve Sıla Koç, B. No: 2016/12937, 10/12/2019) 
♦ (Eda Ayşegül Kılıç, B. No: 2015/12263, 16/1/2020) 
♦ (Salih Şahin, B. No: 2016/13964, 28/1/2020) 
♦ (Deniz Kaplan ve diğerleri, B. No: 2015/17962, 11/3/2020) 
♦ (Egemen Budak, B. No: 2016/14870, 9/6/2020) 
♦ (İlhan Yiğit, B. No: 2016/7532, 29/12/2021) 
♦ (Belkis Yurtsever ve diğerleri, B. No: 2016/7537, 11/5/2022) 
♦ (Dilan Dursun, B. No: 2015/18831, 2/11/2022)  

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ALİ RIZA ÖZER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3924)

 

Karar Tarihi: 6/1/2015

R.G. Tarih-Sayı: 13/5/2015-29354

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkanvekili

:

Serruh KALELİ

Başkanvekili

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Zühtü ARSLAN

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Murat ŞEN

Başvurucular

:

1- Ali Rıza ÖZER

 

 

2- Özcan ÇETİN

 

 

3- Orhan BAYRAM

 

 

4- Veli İMRAK

 

 

5- Tunay ÖZAYDIN

 

 

6- Deniz DOĞAN

Vekili

:

Av. Nedim DEĞİRMENCİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, eğitim sisteminde değişiklikler getiren kanun teklifine karşı kitlesel basın açıklaması yapmak için Ankara’da yapılacak toplantıya katılmalarının polis tarafından engellenmesinin ve bu engellemeye karşı aynı gün İzmir Konak Meydanında ve ertesi gün İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmak için yürüyüşe geçtikleri esnada kolluğun izin vermemesi nedeniyle çıkan olaylarda kolluğun orantısız güç kullanarak yaralanmalarına neden olmasının kötü muamele yasağı, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 31/5/2013 tarihinde İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 19/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Başvuru konusu olay ve olgular 13/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 7/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

5. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucular vekiline 27/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, Adalet Bakanlığının görüşlerine karşı cevaplarını 9/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.

6. İkinci Bölümün 16/10/2014 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular Özcan Çetin, Orhan Bayram, Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan öğretmen, Ali Rıza Özer ise eğitim müfettişidir. Başvurucular, eğitim alanında görev yapan kamu çalışanlarının örgütlendiği Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (Eğitim-Sen) İzmir Şubesi üyesidirler. Eğitim-Sen, diğer alanlarda çalışan kamu görevlilerinin oluşturduğu sendikaların üyesi olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonunun (KESK) bileşenlerindendir.

9. KESK ve Eğitim-Sen, kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin” (kanun teklifi) Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) görüşmelerinin başlaması üzerine itirazlarını duyurmak için 28-29 Mart 2012 tarihlerinde Ankara’da kitlesel basın açıklaması ile kanun teklifini protesto edeceklerini açıklamışlardır. Bu açıklama, çok sayıda siyasi parti, sendika, dernek ve platform adı altındaki çeşitli gruplar ile öğrenci grupları tarafından da destek görmüştür.

10. Bu açıklama üzerine Ankara Valiliği, 26/3/2012 tarihli yazısıyla, yapılacak protesto gösterilerinde provokatif amaçlarla güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çatışma ortamı oluşturulacağını, eylemlerin hayatın normal akışını bozarak genel asayiş, kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye sokacağını değerlendirerek kamu güvenliği ve düzeninin bozulmasının engellenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla Ankara ilinde 28-29 Mart 2012 tarihlerinde her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ile benzeri eylemleri yasaklamıştır.

11. Anılan yasak uyarınca İçişleri Bakanlığı, basın açıklaması ve protestoya katılmak isteyen grupların illerden çıkışlarına izin verilmemesi yönünde tüm il valiliklerine yazı yazmıştır. İzmir Valiliği de anılan yazı kapsamında 27/3/2012 tarihinde Eğitim-Sen İzmir Şubelerine durumu bildirmiş, Ankara’da gerçekleştirilmek istenen eyleme katılmak isteyen grupların gidişlerine izin verilmeyeceğini ve bu kapsamda yapılan organizasyonlar iptal edilmediği takdirde yasal işlem yapılacağını tebliğ etmiştir.

12. Ankara’da yapılacak eyleme katılacak sendika ve diğer sivil toplum kuruluşları mensupları 27/3/2012 tarihinde saat 22:00 sıralarında bir araya gelerek otobüslerle İzmir’den Ankara’ya gitmek istemişlerdir. Ancak daha önce tedbir alan polis, otobüslerde yasal olarak bulundurulması gereken evrakların eksik olduğundan bahisle başvurucular ve diğer katılımcıların İzmir’den çıkmalarını engellemiştir.

13. Başvurucuların ve diğer katılımcıların başka otobüslerle gitme teşebbüsleri de yine polis tarafından aynı gerekçelerle engellenmiştir. Bunun üzerine olay yerinde bulunan başvurucular ve diğer katılımcılar otobüslerin Ankara’ya gitmesinin engellenmesini protesto etmek için bulundukları yerdeki yolu trafiğe kapatmışlardır. Bir süre ayakta bekledikten sonra oturarak eylemlerine devam etmişlerdir.

14. Polis, yolun tekrar trafiğe açılması için megafonla ikazda bulunmuştur. Bir süre sonra saat 23:15 sıralarında göstericiler ikna edilmiş ve yolun bir şeridi trafiğe açılmıştır. Yol yaklaşık 20 dakika trafiğe kapalı kalmıştır. Daha sonra saat 1:30 sıralarında başvurucular ve diğer katılımcılar, güvenlik güçlerinin engellemesini aşmak için yürüyerek Ankara’ya gitme kararı almışlar ve yol üzerinden Konak Meydanı’na doğru yürüyüşe başlamışlardır.

15. 28/3/2012 tarihli olay tutanağına göre güvenlik güçleri defalarca, yapılan yürüyüşün yasadışı olduğu ikazında bulunmuşlardır. İkaza rağmen yürüyüşün devam etmesi üzerine çevik kuvvet polisi yolu keserek göstericilerin yürüyüşüne engel olmak istemiştir. Bu sırada göstericilerin yürüyüşü durdurmaması üzerine polis ile göstericiler arasında kısa süren bir arbede yaşanmış ve bu sırada polis biber gazı ve cop ile göstericilere müdahalede bulunmuştur. Bunun üzerine eylemciler yürüyüşlerini durdurmuşlardır. Bu sırada bir polis memuru bileği kırılacak şekilde yaralanmıştır.

16. Bir sendika yöneticisi tarafından eylemin iki gün daha devam edeceğinin duyurulması üzerine topluluk bir süre daha bekledikten sonra SGK İl Müdürlüğü binasının önüne gelerek oturma eylemine devam etmiş ve saat 4:30 sıralarında ertesi gün (28/3/2012 tarihinde) saat:12:00’da buluşmak üzere dağılmıştır (birinci eylem).

17. Birinci eylem ile ilgili olarak başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin ve Orhan Bayram ile diğer bazı katılımcıların, 6/10/1983 tarih ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından şüpheli sıfatıyla beyanları alınmıştır.

18. 28/3/2013 tarihinde başvurucular ve sendika üyeleri, hem anılan kanun teklifini hem de bir önceki gece meydana gelen olayları protesto etmek için Konak Meydanında Eski Sümerbank binası önünde toplanmışlardır. Aynı gösteriye katılmak için başka bir grup da toplanarak başka yönden Valilik binasına yürümek istemiştir. Eylemden daha önceden haberdar olan güvenlik güçleri de gerekli güvenlik tedbirlerini almışlardır.

19. Değişik sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla oluşan yaklaşık 800 kişilik grup, yürüyüş düzeni alarak ellerinde pankartlarla basın açıklaması yapmak üzere Valilik binasına doğru yürüyüşe geçmiştir.

20. Grup, Büyükşehir Belediye binası önündeki polis bariyerlerine kadar yürüyüşüne devam etmiştir. Burada polis, grubun Valilik binasına yürümesine izin verilmeyeceği ve yürüyüşün durdurulması gerektiği yönünde ikazlarda bulunmuştur. Polis tarafından hazırlanan 28/3/2012 tarihli olay tutanağına göre grup ikazları dinlememiş ve görevli personeli itekleyerek ellerindeki sopalarla bariyerleri yıkmaya başlamıştır. Çevik kuvvet polisi önce kalkanlar ile barikat oluşturarak grubu engellemeye çalışmış, ancak gruptan bazı kişilerin cam parçaları, parke taşları ve su dolu şişeler atması üzerine, saldıran gruba müdahaleye başlamıştır. Polis tazyikli su, boyalı su, biber gazı ve toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) ile göstericilere müdahale etmiştir. Bu esnada bir polis memuru ayağından yaralanmıştır.

21. Polis bariyerini aşmaya çalışan grupla eş zamanlı olarak başka bir grup da başka bir yoldan Valilik binası önüne geçmeye çalışmıştır. Ancak grubun Valilik binası önüne geçişine karşı önlem alan polis alternatif güzergâh göstererek diğer grubun da bulunduğu SGK binası önüne gitmelerini istemiştir. Bunun üzerine grup polisin kapadığı yoldan geçmek için yürüyüşe başlamış, bu sırada polis ile grup arasında kısa süren bir arbede yaşanmış ve polis gaz kullanarak yürüyüşü engellemiştir. Daha sonra güzergâh değiştiren grup sahil yolu üzerinden SGK binası önüne doğru yürüyüş yapmış ve burada diğer grupla birleşmiştir.

22. İki bin kişiye ulaşan grup SGK binası önünde oturma eylemi başlatmıştır. Gösteriyi düzenleyen sendika temsilcileri ile güvenlik güçleri arasında yapılan müzakere sonucunda polis barikatı 50 metre geri çekilerek göstericilerin basın açıklaması yapmasına izin verilmiştir. Saat 16:30 sıralarında gösteriye katılanlar kendiliğinden dağılmıştır.

23. 28/3/2012 tarihinde gerçekleşen gösteri yürüyüşü (ikinci eylem) ile ilgili olarak başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin ve Orhan Bayram ile diğer bazı katılımcıların, 2911 sayılı Kanun’a muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından şüpheli sıfatıyla beyanları alınmıştır.

24. Olaylara müdahale esnasında başvurucular yaralanmış veya biber gazına maruz kalmıştır. Başvurucuların sağlık raporları şöyledir:

 i. Başvurucu Ali Rıza Özer’in 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda burun sırtında hiperimi, hassasiyet, ödem şekil bozukluğu, ciltte 2 cm.lik kesi, ayrıca burunda kemik kırığı, alt dudak iç yüzünde 2 cm.lik kesi, üst dudakta ekimoz, sol kulak zarında yeni bir yırtık olduğu, odyolojik incelemede sol kulakta işitme kaybının mevcut olduğu, hayati tehlikesinin olmadığı ve yüzde sabit iz ve eser yönünden altı ay sonra kontrolünün uygun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucuya toplam dokuz günlük iş göremezlik raporu verilmiştir.

 ii. Başvurucu Özcan Çetin’in 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda gözüne biber gazı geldiği, gözde yanma ve batma olduğu, gözde kızarıklık olduğu ve ilaç verildiği belirtilmiştir.

 iii. Başvurucu Orhan Bayram’a 28/3/2012 tarihinde düşme sonucu sağ omuzda ağrı şikayeti üzerine iki günlük işgöremezlik raporu verilmiştir. Başvurucunun daha sonraki muayenelerinde sağ omzunda minimal deplase avülsiyon fraktürü tespit edilmiştir.

 iv. Başvurucu Veli İmrak’ın 28/3/2012 tarihli geçici adli muayene raporunda başının solunda saçlı bölgede 2-3 cm.lik kesi olduğu, hayati tehlikesi olmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı belirtilmiştir.

 v. Başvurucu Tunay Özaydın’ın 28/3/2012 tarihli tek hekim raporunda sağ el bileğinde travma olduğu ve üç gün istirahat etmesinin uygun olduğu belirtilmiştir.

 vi. Başvurucu Deniz Doğan’ın 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda burun sırtının sol tarafında 0,5 cm.lik cilt kesisi, ekimoz ve yumuşak doku şişliği olduğu belirtilmiştir

25. Başvurucular, 2/4/2012 havale tarihli dilekçeleri ile 27-28 Mart 2012 günü meydana gelen iki ayrı olay için demokratik haklarının engellenmesi, orantısız güç kullanarak görevi kötüye kullanma ve kasten yaralama suçlarından şikâyetçi olmuşlardır.

26. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucuların şikâyetine ilişkin olarak zor kullanma yetkisinin sınırlarının aşılması ve görevi kötüye kullanma suçlarından iki ayrı soruşturma yürütülmüştür.

27. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/31529 sayılı soruşturma dosyasında, başvurucuların Ankara’ya gitme girişimlerinin engellenmesi ve bu engellemeye karşı aynı gün İzmir Konak Meydanında ve ertesi gün İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmak için yürüyüş yapmalarının engellenmesi nedeniyle İzmir İl Emniyet Müdürü ve İl Emniyet Müdürlüğünün diğer görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçundan 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni talep edilmiştir.

28. İzmir Valiliği, 4/7/2012 tarihli yazısı ile İzmir Valisi, İzmir İl Emniyet Müdürü ve İl Emniyet Müdürlüğü diğer görevlileri hakkında yapılan şikâyete ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22/5/2012 tarihli kararı ile şikâyetlerin işleme konulmaması kararı verildiğini hatırlatarak, bu karar ışığında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde “iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı” belirtilmiştir.

29. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 16/10/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, 26/11/2012 tarihinde usulüne uygun soruşturma izni bulunmadığından ve soruşturma şartı gerçekleşmediğinden şikayet edilenler hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

30. Başvurucular, polisin uyguladığı orantısız güçten kaynaklanan yaralanmalarına ilişkin (bkz. § 24) İzmir İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında zor kullanma yetkisinin sınırların aşılması suretiyle yaralama suçundan şikâyette bulunmuşlardır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı 2012/43793 sayılı soruşturma kapsamında hazırlanan 11/12/2012 tarihli bilirkişi raporunda 27-28/3/2012 tarihindeki KESK ve Eğitim-Sen yönetici ve üyelerinin yaptığı yürüyüş sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesinin yasal zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığının kabulü ile 1/3/2013 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

31. 11/12/2012 tarihli bilirkişi raporu şöyledir:

“(1 no.lu eylem) Kamera kayıtlarının 22:51 itibariyle başladığı, grubun ilk olarak incelenmek üzere evrakları alınan otobüsün hareket etmesini engellediği, ardından saat 23:00 ‘de yola çıkarak yolu trafiğe kapadıkları, devamında 23:07’de yolda oturmak suretiyle eylemlerine devam ettikleri bu eylemi 23:17’ye kadar sürdürdükleri, daha sonra yolu trafiğe açarak saat 01:23’e kadar İzmir Büyükşehir Belediyesinin yanında beklemeye başladıkları, saat 01:23’de şüphelilerden M.B.’nin “Eğer araçlı olarak Ankara’ya gitmemize izin vermiyorlarsa bizde yürüyerek Ankara’ya gideceğiz. Uygun bir şekilde kortejimizi oluşturarak Ankara’ya gidiyoruz” söylemi üzere grubun Fevzipaşa Bulvarı istikametine doğru yürüyüşe geçtiği, ilk aşamada yolun tamamen ardından bir şeridi açık olacak şekilde Fevzipaşa Bulvarı girişine geldikleri, bu noktada Çevik Kuvvet ekiplerince kalkanlarla barikat oluşturulduğu, grubun barikatı açma girişimi esnasında kısa süreli bir arbedenin (kamera çekimlerinin sağlıksız olması nedeniyle arbede dışında bir algı oluşmadığı gibi teşhis yapılamamasına neden olmuştur) yaşandığı, güvenlik güçlerinin yürüyüşün devamına izin vermemesi nedeniyle bir bekleyişin yaşandığı, bu esnada sık sık ses sistemi aracılığıyla grubun dağılması konusunda uyarıldıkları ancak grubun dağılmadığı, saat 02:00 civarında grubun SGK il binasını bulunduğu istikamete geri döndüğü, görüntülerin başlaması ile bitişi arasında “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız”, “Kahrolsun faşist diktatörlük”, “Gerici faşist halk düşmanı AKP”, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Her yer Ankara her yer direniş”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Kahrolsun AKP diktatörlüğü”, “Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır”, “Direne direne kazanacağız”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Seyahat hakkımız engellenemez” ve “Yaşasın örgütlü mücadelemiz” sloganlarının atıldığı tespit edilmiştir.

(2 Nolu Eylem) Kamyonet kasası üzerinde bulunan ses sistemi ile konuşmalar yapıldığı ve sloganlar atıldığı, grubun içinde yer alan kişilerce üzerinde “Gerici faşist halk düşmanı AKP”, “Kindar gençliğe hayır” yazılı dövizlerin taşındığı, “Tayyip istifa”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Karanlığa teslim olmayacağız”, “Yaşasın sınıf dayanışması”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “AKP’den hesabı emekçiler soracak”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır”, “Yüklen emekçi barikatı dağıt”, “Polis terörü geri çekilsin”, “Kahrolsun AKP diktatörlüğü”, “Polis defol bu sokaklar bizim”, “İşte AKP işte faşizm”, “Eğitimciye değil çetelere barikat”, sloganlarının atıldığı, Konak Metro istikametinden gelen Eğitim Sen İzmir 4 Nolu Şubesi pankartı taşıyan grubun önü konak meydanı girişinde güvenlik güçlerince kesildiği, istikamet olarak Mustafa Kemal sahil bulvarını takiben Cumhuriyet Bulvarı girişindeki üst geçitten geçerek İzmir Büyükşehir Belediyesi önüne gidebilecekleri konusunda ikaz yapıldığı, grupta bulunan bazı kişilerce mesafenin bulundukları noktaya daha yakın olduğu yönünde söylemlerde bulunulduğu, grup ile barikat oluşturan güvenlik güçlerince konuşmaların gerçekleştiği, grubun yönünü değiştirerek konak iskele istikametine yöneldiği bu esnada Eğitim Sen İzmir 2 Nolu Şubesi pankartı taşıyan grubunda aynı noktaya geldiği, tekrar barikatın bulunduğu noktaya doğru harekete geçildiği, sendika yöneticileri ile güvenlik güçleri arasında görüşmeler olduğu ancak sonuç vermediği ve grubun barikata yönelik toplu halde yüklenme eylemine güvenlik güçlerinin de karşılık verdiği, gruptaki bazı kişilerin tekme ve yumruklarla güvenlik güçlerine vurdukları, barikatın kısmi olarak açıldığı ancak toparlanarak barikatın oluşturulduğu, grubun barikata yönelik tekrar açma girişiminde bulunduğu esnada orantılı bir şekilde biber gazı ile müdahale yapıldığı, grubun belirtilen güzergaha doğru yöneldiği, ancak bu seferde araç yolundan hareketle belirtilen istikamete doğru yöneldikleri için dört şeritli yolun iki şeridini trafiğe kapattıkları, ancak bu eylemin sadece grubun önünde yürüyenler tarafından gerçekleştirildiği, devamında grubun SGK binası önünde diğer gruplarla birleştiği, bu olayların yaşandığı esnada SGK il binası önünde kurulan barikatlardan bir kaçının gruplar tarafından açıldığı, bu esnada aralarında şüphelilerinde yer aldığı bazı şahısların tespit edildiği, güvenlik güçlerinin Toma araçlarından tazyikli su sıkmak suretiyle şahısları dağıtmaya çalıştığı, aynı eylemin kısa bir süre sonra tekrar edildiği ve aynı şekilde güvenlik güçlerinin Toma araçlarından tazyikli su ve gazlı su (dosya içeriğinden edinilen bilgi doğrultusunda) sıkmak suretiyle şahısları dağıtmaya çalıştığı,

Tüm grupların toplanmasıyla birlikte sendika temsilcilerinin İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde oturma eylemi yapacaklarının bu nedenle barikatın geriye çekilmesini talep ettikleri, bu isteklerinin daha sonra kabul edildiği ve grubun oturma eylemini gerçekleştirerek dağıldıkları tespit edilmiştir.”

32. Bilirkişi raporunda başvuruculardan Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan hakkında bir tespit yapılmamıştır. Ancak Özcan Çetin’in birinci eylemde trafiğin aksamasına neden olduğu, ikinci eylemde grubu yönlendirdiği, Ali Rıza Özer’in birinci eylemde trafiğin aksamasına neden olduğu, ikinci eylemde bariyeri zorladığı, Orhan Bayram’ın birinci eylemde trafiğin aksamasına neden olduğu, ikinci eylemde elinde bulunan bayrak sopasıyla çevik kuvvet personeline vurduğu ve daha sonra sopayı polise fırlattığı tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda ve anılan Cumhuriyet Başsavcılığının kararında başvurucuların yaralanmasının nasıl olduğuna dair bir değerlendirme yapılmamış, raporda ve kararda polisin orantılı güç kullandığı belirtilmiştir.

33. Anılan karara yapılan itiraz Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/4/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular, karardan 6/5/2013 tarihinde haberdar olmuşlardır.

34. Polisin hazırladığı fezleke kapsamında başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin ve Orhan Bayram’ın da aralarında bulunduğu 68 kişi hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2/4/2013 tarih ve 2012/43840 soruşturma numaralı iddianamesi ile 28/3/2013 tarihinde saat 12:00 sıralarında başlayan ikinci eylemleri kapsamında “Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama” suçundan cezalandırılmaları talebiyle İzmir 7. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede birinci eylemden bahsedilmemiştir.

35. Mahkeme 9/12/2013 tarihli kararı ile 2911 sayılı Kanun’un 32. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına,

“… her ne kadar sanıklar haklarında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası'na aykırı davranışta bulunduklarından dolayı cezalandırılmaları istemiyle mahkememize kamu davası açılmışsa da, yürütülen yargılama, alınan savunma ve beyanlar ile dosya içerisindeki tutanak ve belgeler ile özellikle olaya ilişkin olay yeri görüntülerinin çözümüne dair bilirkişi raporları içeriğine göre kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen yasaya yönelik olarak basın açıklaması yapmak amacıyla toplanan sanıkların da aralarında bulunduğu kalabalığın açıklamanın yapılacağı İzmir Büyükşehir Belediyesi önündeki alana grubun Valilik binasına yürüyeceği gerekçesiyle İzsu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi binası arasında kalan bölümden güvenlik görevlilerince geçilmesine engel olunacak şekilde barikat kurulması ve buradan grubun geçişine izin verilmemesi sonrası tutanaklara kısmen yansıyan, kısmen de CD çözümleriyle tespit edilen eylemlerin gerçekleşmiş olması nedeniyle 2911 Sayılı Yasanın 32.maddesinin 3.fıkrasının son cümlesi yollamasıyla CMK'nun 223/4/d-son cümlesi gereğince sanıklara ceza verilmesine yer olmadığı”

şeklindeki gerekçe ile karar verdiği anlaşılmaktadır.

36. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 9/8/2012 tarih ve 2012/56697 soruşturma no.lu iddianamesi ile başvuruculardan Orhan Bayram ve Ali Rıza Özer’in de aralarında bulunduğu 35 kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnmek suçundan cezalandırılmaları için İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır.

37. Mahkeme, 18/7/2013 tarihli kararı ile “sanıkların müsnet suçu işlediklerine dair kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği” gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir. Karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

B. İlgili Hukuk

1. Ulusal Hukuk

38. 2911 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

39. Aynı Kanun’un 6. maddesinin 2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hali şöyledir:

“Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il veya ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.

Şehir ve kasabalarda ve gerekli görülen diğer yerlerde hangi meydan ve açık yerlerde veya yollarda toplantı veya yürüyüş yapılabileceği ve bu toplantı ve yürüyüş için toplanma ve dağılma yerleri ile izlenecek yol ve yönler vali ve kaymakamlarca kararlaştırılarak alışılmış araçlarla önceden duyrulur. Bu yerler hakkında sonradan yapılacak değişiklikler duyurudan onbeş gün sonra geçerli olur. Toplantı yerlerinin tespitinde gidiş gelişi, güvenliği bozmayacak ve pazarların kurulmasına engel olmayacak biçimde, toplantıların genel olarak yapıldığı, elektrik tesisatı olan yerler tercih edilir.”

40. Aynı Kanun’un 22. maddesi şöyledir:

“Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur.”

41. Aynı Kanun’un 23. maddesi şöyledir:

“a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;

b) (Değişik bent: 30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,

c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,

d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,

e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,

f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,

g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,

h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,

i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,

j) (Değişik bent: 2/3/2014-6529 S.K./9. md) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,

k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,

l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan, Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.”

42. Aynı Kanun’un 24. maddesinin 6529 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hali şöyledir:

“Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü haline dönüşürse:

a) Hükümet komiseri toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini bizzat veya düzenleme kurulu aracılığı ile topluluğa ilan eder ve durumu en seri vasıta ile mahallin en büyük mülki amirine bildirir.

b) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hallerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.

Bu gelişmeler hükümet komiserince tutanaklarla tespit edilerek en kısa zamanda mahallin en büyük mülki amirine tevdi edilir.”

43. Aynı Kanun’un 32. maddesi şöyledir:

“(Değişik madde: 22/7/2010-6008 S.K/1.md.) Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.

İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.

23 üncü maddede yazılı hallerden biri gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörtte bire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”

44. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:

“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.

45. İçişleri Bakanlığının yayınladığı 25/8/2011 tarihli “Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge”de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında göz önünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.

46. Emniyet Genel Müdürlüğünün 15/2/2008 tarih ve 19 sayılı “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları” konulu Genelgesi çerçevesinde hazırlanan “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı” ile toplumsal olaylara müdahale esnasında göz yaşartıcı maddelerin nasıl kullanılacağı ayrıntılı olarak belirlenmiştir.

2. Uluslararası Belgeler

47. 13/1/1993 tarihli, Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası İle İlgili Sözleşme’ye (“KSS”) göre, göz yaşartıcı gaz, kimyasal silah sayılmamakta ve bu tür gazların, iç ayaklanmaların kontrolü de dâhil olmak üzere, asayişin sağlanması amacıyla kullanılmasına izin verilmektedir (Madde II § 7, 9 (d)). KSS, Türkiye'de 11/6/1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

48. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990 - 7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümleri şöyledir:

“3. Öldürücü nitelikte olmayan etkisizleştirici silahların geliştirilmesi ve dağıtılması hususu, olaylarla ilgisi bulunmayan kişilerin zarar görme riskini en aza indirebilmek amacıyla dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir ve bu tür silahların kullanımı titizlikle kontrol edilmelidir.

(...)

5. Güç ve ateşli silahların, kanuna uygun olarak kullanımı kaçınılmaz hale geldiğinde, kolluk görevlileri:

(a) Bu tür araçların kullanımına sınırlı olarak başvurur ve suçun ağırlığı ve gerçekleştirilmesi hedeflenen meşru amaç ile orantılı biçimde tasarrufta bulunur;

(b) Zarar ve yaralanmaları en aza indireceklerdir ve insan yaşamına saygı gösterir ve onu korur;

(c) Yaralananlara veya müdahalelerden etkilenenlere, mümkün olan en kısa sürede yardım ulaştırılmasını ve tıbbi yardım sağlanmasını temin eder;

(d) Yaralananların veya müdahalelerden etkilenenlerin akrabaları veya yakın arkadaşlarının, mümkün olan en kısa sürede durumdan haberdar edilmelerini sağlar;

(…)

9. Kolluk görevlileri; ölüm veya ağır yaralanmaya sebebiyet verecek yakın bir tehlikeye karsı kendilerini veya başkalarını savunma, yaşamı ciddi şekilde tehdit eden özellikle ağır nitelikli bir suçun islenmesini önleme, bu tür bir tehlike yaratan ve emirlere karsı gelen bir kimseyi yakalama veya bu tür bir kimsenin kaçmasını önleme amaçları dışında ve söz konusu amaçları gerçekleştirmede daha hafif yöntemler yetersiz kalmadığı sürece başkalarına karsı ateşli silah kullanamaz. Her halükarda, ateşli silahlara, ancak yaşamı koruma açısından büsbütün kaçınılmaz olduğu hallerde başvurulmalıdır.

(...)

12. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde yer alan ilkeler uyarınca herkesin kanuna uygun ve barışçıl nitelikli toplantılara katılmasına izin verildiğinden, Hükümetler ve kolluk gücü birimleri ve görevlileri, güç ve ateşli silahların sadece 13 ve 14. ilke hükümleri uyarınca kullanılabileceğini kabul edeceklerdir.

13. Yasadışı olmakla birlikte şiddet unsuru içermeyen toplantıların dağıtılmasında, kolluk görevlileri güç kullanımına başvurmaktan kaçınacaklardır, veya bunun uygulanmasının mümkün olmadığı hallerde, söz konusu gücü gereken asgari ölçüyle sınırlı tutarlar.

14. Kolluk görevlileri, ateşli silahları, sadece daha az tehlikeli araçların kullanılmasının mümkün olmadığı hallerde ve sadece gereken asgari ölçüde kullanabilirler. Kolluk görevlileri, ateşli silahları, 9. ilke kapsamında belirtilen durumlar dışında kullanamaz.”

49. BM Barışçıl Toplanma ve Gösteri Yapma Özgürlüğü Özel Raportörü tarafından hazırlanan Raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesi şöyledir:

“35. Özel Raportör, göz yaşartıcı gaz kullanılırken, göstericiler ile gösterici olmayanlar, sağlıklı kişiler ile sağlık sorunları olanlar arasında fark gözetilmediğini hatırlatmaktadır. Ayrıca Raportör, protestoculara ve dolaylı olarak, olayla ilgisi olmayan kişilere sadece daha fazla acı vermek maksadıyla gazın kimyasal bileşiminde yapılabilecek değişikliklere karsı da uyarıda bulunmaktadır.”

50. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (“CPT”), kanunların uygulanmasında bu tür gazların kullanımına ilişkin endişelerini ifade etmiştir. CPT’nin görüşü şöyledir:

“(…) Biber gazı, potansiyel olarak tehlikeli bir maddedir ve kapalı alanlarda kullanılmamalıdır. Açık havada kullanılması halinde bile, CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak kullanılması gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora ulaştırılmalı ve bu kişilere panzehir sağlanmalıdır. Biber gazı, halihazırda kontrol altına alınmış bir tutukluya karsı asla kullanılmamalıdır.” (CPT/Inf (2009) 25).

51. CPT, Avrupa Konseyi’nin bazı Üye Devletlerine yaptığı ziyaretlerle ilgili raporlarında, aşağıdaki tavsiyelerde bulunmuştur:

“(…) [A] Biber gazı kullanımının kontrolüne ilişkin olarak düzenlenecek açık bir yönerge, en azından şu hususları içermelidir:

-biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiğinin açıkça belirtildiği, biber gazının hangi durumlarda kullanılabileceğine dair açık talimatlar;

-biber gazına maruz kalan tutukluların derhal doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine rahatlatıcı tedbirlerin sunulmasına dair hakları;

-biber gazı kullanma yetkisi verilmiş personelin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgiler;

-biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir raporlama ve denetim mekanizması (…)” (ayrıca bkz. CPT/Inf (2009) 8).

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

52. Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 31/5/2013 tarih ve 2013/3924 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

53. Başvurucular, “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Daire Kanun Teklifinin” TBMM’de görüşmelerinin başlaması üzerine 28-29 Mart 2012 tarihlerinde Ankara’da kitlesel basın açıklaması yapmak amacıyla İzmir’den Ankara’ya toplu olarak hareket etmek istediklerini, ancak Ankara Valiliğinin kitlesel basın açıklaması ve gösteri yürüyüşü yapılmasını yasaklaması üzerine İzmir’de görevli güvenlik güçlerinin otobüslerin kalkmasına izin vermediklerini, bunu protesto etmek için yürüyüşe geçen grubun ise orantısız güç kullanılarak dağıtıldığını belirtmişlerdir.

54. Diğer taraftan başvurucular, Ankara’ya gitmelerinin engellenmesini ve anılan kanun teklifi görüşmelerini protesto etmek için ertesi gün toplandıklarını, ancak önceden hazırlık yapmış güvenlik güçleri tarafından gruba orantısız bir şekilde müdahale edildiğini ve bunun sonucunda başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Orhan Bayram ve Veli İmrak’ın müdahale sırasında yaralandığını belirtmişlerdir.

55. Başvurucular, meydana gelen iki eylemde de gösteri yapılmasının engellenmesi ve yapılan gösterilerde polisin orantısız güç kullanması ve sorumlular hakkında etkin bir soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17., 25., 26. ve 34. maddelerinde tanımlanan kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunması, düşünce ve kanaat hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

56. Başvurucular, eğitim sisteminde değişiklikler getiren kanun teklifine karşı kitlesel basın açıklaması yapmak için Ankara’da yapılacak toplantıya katılmalarının polis tarafından engellenmesinin ve bu engellemeye karşı aynı gün İzmir Konak Meydanında ve ertesi gün İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmak için yürüyüşe geçtikleri esnada polisin müdahalesinin Anayasa’nın 25., 26. ve 34. maddelerinde tanımlanan düşünce ve kanaat hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca polisin fiziksel müdahalesinin orantısızlığı sebebiyle yaralanmalarının da Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince kötü muamele olduğunu iddia etmişlerdir.

57. Başvurucuların Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinde düşünce ve kanaat hürriyetinin de ihlal edildiğine dair iddiaları başvurunun niteliği gözetildiğinde Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve polisin müdahalesi ile yaralanmalarına ilişkin iddiaları da Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

58. Bakanlık görüşünde, bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin bir değerlendirmede bulunulmamıştır.

59. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir…”

60. Bireysel başvuru konusu birinci eylem ve ikinci eyleme yönelik olarak başvurucular bir bütün halinde eylemleri ayırmadan İzmir İl Emniyet Müdürü ile ilgili şube müdürleri ve polis memurları hakkında “demokratik haklarının kullanılmasını engellemek, iştirak halinde, orantısız güç kullanarak görevini kötüye kullanmak, kamu görevlisinin nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama” suçlarından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına 2/4/2012 tarihinde şikâyette bulunmuşlardır. Başvurucular şikâyet dilekçesinde birinci eyleme ilişkin olarak Ankara’ya gitmelerinin engellenmesinden ve daha sonra polisin fiziksel müdahale yapmasından, ikinci eyleme ilişkin olarak gösteri yürüyüşü esnasında polisin sert müdahalesinden bahsetmişlerdir.

61. Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan şikâyet dilekçesi üzerine 9/5/2012 tarih ve K.2012/848 sayılı kararı ile birinci ve ikinci eyleme ilişkin olarak başvurucuların şikâyetlerini belirterek her iki eylemi bir bütün halinde değerlendirerek ve görevi kötüye kullanma suçunun soruşturma usulü farklı olduğundan, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması yönünden dosyanın tefrikine karar vermiştir. Kararda eylemler açısından bir ayrım yapılmayarak bir bütün olarak görevi kötüye kullanma suçu değerlendirilmiştir. Nitekim görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin olarak Cumhuriyet savcılığının 26/11/2012 tarihli incelemeye yer olmadığına dair kararında (bkz. §§ 27- 29) her iki eylem bir bütün halinde değerlendirilerek iki gün içinde meydana gelen tüm olaylar açısından görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma izni verilmediği belirtilmiştir.

62. Diğer taraftan Cumhuriyet savcılığı zor kullanma yetkisi konusundaki sınırın aşılması suçuna ilişkin soruşturmada yine bir bütün olarak her iki eylemde meydana gelen müdahaleleri belirterek soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (bkz. § 29). Karara yapılan itiraz Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 16/4/2013 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular, karardan 6/5/2013 tarihinde haberdar olmuşlar ve 31/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Dolayısıyla birinci ve ikinci eylem, başvurucular ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir bütün olarak kabul edilmiştir. Bu durumda bireysel başvuruya dair sağlıklı bir değerlendirmenin, birinci ve ikinci eylemin bir bütün olarak kabul edilmesine bağlı olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında meydana gelen müdahalelere ve sonucunda yaralanmalara ilişin olarak adli makamlara yapılacak şikâyetleri bir bütün halinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin bir başvuru olarak kabul edilerek (benzer yönde AİHM kararları için bkz. Pekaslan/Türkiye, B.No. 4572/06 ve 5684/06, 20/3/2012; Özalp Ulusoy/Türkiye, B.No: 9049/06, 4/6/2013; Oya Ataman/Türkiye, B.No: 74552/01, 5/12/2006, Gazioğlu ve diğerleri/Türkiye, B.No: 29835/05, 17/5/2011; Biçici/Türkiye, B.No: 30357/05, 27/5/2010; Balçık ve diğerleri/Türkiye, B.No: 25/02, 29/11/2007) başvuru yollarının Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kararı ile tüketildiği değerlendirilmiştir. Bu kapsamda somut olayda, başvuru, başvuru yolları tüketildikten sonra süresinde yapılmıştır.

63. Başvuruculardan Tunay Özaydın ve Deniz Doğan müdahale sırasında yaralanmalarına ilişkin olarak (bkz. § 24) İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuşlar ise de başvuru formu ve daha sonraki eksiklik bildirimine verilen cevapta başvurucular Tunay Özaydın ve Deniz Doğan’ın yaralanmalarına ilişkin herhangi bir iddiada bulunulmadığından bu kişilerin yaralanmalarına neden olan olaylara ilişkin kötü muamele yasağı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.

64. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tanımlanan kötü muamele yasağının ve Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurusunun, açıkça dayanaktan yoksun olmadığından ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Anayasa’nın 34. maddesi yönünden bu görüşe katılmamıştır.

2. Esas Yönünden

a. Kötü Muamele Yasağının İhlali İddiası

65. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

66. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “İşkence Yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

67. Başvurucular, 28/3/2012 tarihinde düzenledikleri ikinci eylemde kanun teklifine ve Ankara’ya gitmelerine izin verilmemesine karşı ifade ve tepki haklarını demokratik olarak kullanmak istediklerini, ancak önceden hazırlık yapmış güvenlik güçlerinin gruba sert müdahalesi esnasında yaralandıklarını (bkz. § 24) ve buna ilişkin olarak yaptıkları şikâyette İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca etkili soruşturma yürütülmeden, failleri dahi tespit edilmeden takipsizlik kararı verildiğini ileri sürmüşlerdir.

68. Bakanlık görüşünde, başvurucuların yaralanmasına ilişkin olarak esas ve usul yönünden olmak üzere iki ayrı değerlendirme yapılmıştır. Esas yönünden yapılan değerlendirmede olaya ilişkin görüntüler ve bilirkişi raporu incelendiğinde müdahalenin orantılı olup olmadığının değerlendirilmesinin daha sağlıklı yapılabileceği belirtilmiştir. Usul yönünden yapılan değerlendirmede başvuruculara müdahale eden güvenlik güçleri hakkında gerekli soruşturmaların yürütüldüğü ve neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiştir.

69. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı verdikleri 9/4/2014 havale tarihli beyanlarında, yapılan protestonun kanun teklifine karşı kamuoyunun dikkatini barışçıl olarak çekme amacında olduğunu, bu sebeple aşırı güç kullanımının kabul edilmesinin mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Ayrıca kötü muamele iddialarına ilişkin olarak soruşturma yapıldığına dair Bakanlık görüşlerinin inandırıcı olmadığı belirtilmiştir.

70. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutlar bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuların somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında devletin maddi ve usuli yükümlülükleri açısından ayrı ayrı değerlendirilecektir.

i. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

71. Başvurucular, kanun teklifine ve Ankara’ya gitmelerine izin verilmemesine karşı yapılan gösteri yürüyüşünün barışçıl nitelikte olduğunu ve güvenlik güçlerinin yaptığı müdahalenin yersiz, sert ve orantısız olduğunu belirtmişlerdir.

72. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı belirtilmiştir (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

73. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin vücut ve ruh sağlığını korumadan kaynaklanan negatif ödevidir (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

74. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B.No 25803/94, 28/7/1999, § 95; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B.No: 24760/94, 28/10/1998, § 93).

75. Öte yandan, bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B.No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz. Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

76. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 84).

77. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).

78. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B.No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B.No: 5310/71, 18/1/1978; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B.No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B.No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B.No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir.

79. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Benzer yöndeki bir karar için bkz. B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (B.No: 2013/293, 17/7/2014, .§ 89).

80. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B.No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B.No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 90).

81. Diğer taraftan Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak, bu tür bir güç sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Bkz. Ivan Vasilev/Bulgaristan, B.No. 48130/99, 12/4/2007, § 63). Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hale gelmedikçe, bu neviden fiiller, prensip olarak, Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda, AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların, bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (bkz. Ribitsch/Avıısturya, B.No: 18896/91, 4/12/1995, § 38).

82. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hallerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir.

83. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B.No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir (bkz. Tepe/Türkiye, B.No: 31247/96, 21 Aralık 2004, § 48). Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, § 161; Labita/İtalya, B.No: 26772/95, 6 Nisan 2000, § 121).

84. Somut olayda, başvurucular, doktor raporu ile tespit edilen (bkz. § 24) ve güvenlik güçlerinin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmaya konu olan müdahalesinden kaynaklanan (bkz. § 30) bazı yaralanmalara maruz kalmışlardır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma sonucunda güvenlik güçlerinin müdahalesinin yasal zor kullanma yetkisinin kullanılması kapsamında kaldığının kabulü ile takipsizlik kararı vermiştir (bkz. § 30). Bahse konu kararda, başvurucuların yaralanmasının müdahale dışında başka bir olaydan kaynakladığına dair herhangi bir iddia değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucuların yaralanmalarının güvenlik güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği kabul edilmiştir.

85. İkinci eylem açısından güvenlik güçlerinin müdahalesinin kaçınılmaz ve aşırı olup olmadığına ilişkin olarak 2911 sayılı Kanun kapsamında usulüne uygun bildirim yapılmamış olsa dahi polisin gerekli önlemleri aldığı açıktır. Basın açıklaması yapılması planlanan bölgeye giden yollar birçok polis tarafından güvenlik altına alınmıştır. Sonuç olarak, başvuru konusu olayın özel şartları altında güvenlik güçlerinin hazırlık yapmadan müdahale ettiğini söylemek mümkün değildir (bkz. Rehbock/Slovenya, B.No: 29462/95, 28/11/2000, § 72). Başka bir ifade ile güvenlik güçlerinin beklenmedik bir şekilde gerçekleşen bir gösteri yürüyüşünün kamu düzenini tehlikeye sokması üzerine gerekli güvenlik önlemlerinin alınması için ani bir müdahale yapmasının gerekliliğine dair bir bulguya rastlanmamıştır. Güvenlik güçlerinin muhtemel risklere karşı alınabilecek gerekli önlemleri planlamak için yeterli zamana sahip oldukları anlaşılmaktadır.

86. Basın açıklaması yapmak için Valilik binasının önüne gitmek isteyen iki ayrı grup iki ayrı polis barikatının olduğu yerde durdurulmuştur. Grupların Valilik binası önünde basın açıklaması yapma talebi polis tarafından kabul edilmemiştir. Bunun üzerine birinci grup içerisinde bulunan kişilerden bazıları bariyerleri yıkıp güvenlik önlemlerini aşmaya çalışmışlardır (bkz. § 20). Diğer grup da aynı şekilde polisin aldığı güvenlik önlemlerini geçmek istemiştir (bkz. § 21). Her iki olaya ilişkin olarak sadece başvuruculardan Orhan Bayram’ın polis bariyerlerini yıkmaya çalışıp polise saldırdığı kamera kayıtlarından izlenmiştir. Başvurucu Ali Rıza Özer’in de barikatları yıkmaya çalıştığı, ancak polis müdahalesinden sonra geri çekildiği, polise saldırmadığı ve bu esnada herhangi bir darbe almadığı gözlemlenmiştir. Diğer başvurucuların aktif olarak polis barikatını veya güvenlik önlemlerini aşmaya çalıştıkları kamera kayıtlarından ve bilirkişi raporundan tespit edilememiştir.

87. Diğer taraftan başvuruculardan Orhan Bayram ve Ali Rıza Özer’in de bulunduğu ve yürüyüşe devam etmek isteyen kişilere görevli memura karşı görevi yaptırmamak için direnme suçundan açılan davada İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesince beraat kararı verilmiştir (bkz. §§ 37-38). Ayrıca İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlatılan bilirkişi raporunda da Orhan Bayram dışındaki başvurucuların müdahaleyi gerektirecek herhangi bir eylemde bulundukları tespit edilememiştir. Başvurucuların yakalanması veya gözaltına alınması da söz konusu değildir.

88. Başvuruculardan Orhan Bayram’ın ikinci eylemde polis barikatını aşmak için elindeki bayrak sopasıyla görevli çevik kuvvet polislerine vurduğu ve daha sonra flama sopasını polise karşı fırlattığı bilirkişi raporu (bkz. § 31) ve izlenen kamera kayıtlarından tespit edilmiştir. Bu durumda, kendisine karşı şiddet uygulayan kişilere karşı polisin müdahale etmesi kabul edilebilir. Ancak her halükarda müdahalenin ölçülü olması ve aşırı olmaması gerekir.

89. Başvurucu Orhan Bayram’ın yaralanmasına dair 28/3/2012 tarihli raporda düşme sonucu sağ omuzda ağrı şikayeti üzerine iki günlük işgöremezlik raporu verilmiştir. Başvurucunun daha sonraki muayenelerinde sağ omzunda minimal deplase avülsiyon fraktürü tespit edilmiştir. Ancak diğer başvurucular açısından olduğu gibi Orhan Bayram’ın yaralanmasına neden olan polis müdahalesinin nerede olduğu başvuru formunda ve yapılan Cumhuriyet savcılığının soruşturmasında açık olarak belirtilmemiştir. İzlenen kamera kayıtlarında polisin Orhan Bayram’a müdahalesinin TOMA araçlarından tazyikli su sıkılması sonucu meydana gelebileceği tespit edilmiştir. Bu kapsamda bariyerleri aşmaya çalışan ve polise karşı sopa ile saldıran başvurucu Orhan Bayram’ın yaralanmasına neden olan müdahalenin ölçüsüz olduğu söylenemez.

90. Başvuruculardan Özcan Çetin’in 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda gözüne biber gazı geldiği, gözde yanma ve batma olduğu, gözde kızarıklık olduğu ve ilaç verildiği belirtilmiştir. Başvurucunun, doktor raporuna esas yaralarının nerede, nasıl olduğu başvuru formunda veya soruşturma evrakında belirtilmemiştir. Diğer taraftan kamera kayıtlarından ve bilirkişi raporlarından başvurucunun polise karşı herhangi bir saldırıda bulunduğu tespit edilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun, güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba yönelik polis müdahalesi sırasında biber gazından etkilendiği kabul edilmelidir.

91. Biber gazının kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceği açıktır. Türkiye Tabipler Birliğinin yayınladığı “Toplumsal Olaylarda Kullanılan Kimyasal Silahlara İlişkin Bilgi Notu”nda Türkiye’de kullanılan gazın solunum darlığı, bulantı kusma, tahriş gibi sonuçlarının olabileceği, hatta küçük çocuklarda, yaşlılarda, gebelerde ve kronik rahatsızlıkları olanlarda ölüme varabilecek daha vahim sonuçlar doğurabileceği belirtilmiştir (http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/kimyasal-3838.html).

92. Polisin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen ve kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan biber gazının kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığının denetlenmesi gerekir. Başvuru konusu olayda izlenen kamera kayıtları ve başvuru formunda güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğu tespit edilmemiştir. Ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmamış ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporu veya kamera kaydına rastlanmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun biber gazından etkilenmesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığı söylenemez (Benzer bir karar için Oya Ataman/Türkiye, § 25-26).

93. Başvurucu Veli İmrak’ın 28/3/2012 tarihli geçici adli muayene raporunda başının solunda saçlı bölgede 2-3 cm.lik kesi olduğu, hayati tehlikesi olmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı belirtilmiştir. Başvurucunun, doktor raporuna esas yarasının nerede, nasıl olduğu başvuru formunda veya soruşturma evrakında belirtilmemiştir. Diğer taraftan kamera kayıtlarından ve bilirkişi raporlarından başvurucunun polise karşı herhangi bir saldırıda bulunmadığı da açıktır. Dolayısıyla başvurucunun, güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba yönelik polis müdahalesi sırasında yaralandığı kabul edilmelidir.

94. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir. Başvurucunun katıldığı gösteride polisin sadece barikatları aşmaya çalışan kişilere müdahale ettiği (bkz. §§ 141-145), başvurucunun bu esnada yaralanmış olabileceği ve yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu gözetildiğinde başvurucunun yaralanmasının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığı söylenemez.

95. Diğer başvurucu Ali Rıza Özer’in yaralanmasına ilişkin rapor değerlendirildiğinde, başvurucunun polise saldırdığının saptanamadığı, hakkında yakalama ve gözaltı işlemleri yapılmadığı ve yaralarının burun kırığı ve işitme kaybı gibi ağır nitelikte olduğu gözetildiğinde asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı anlaşılmıştır. Bu tespitten sonra polis tarafından yapılan eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay değerlendirildiğinde güvenlik önlemlerini aşmaya çalıştığına ilişkin bir eylemi tespit olunmayan ve toplanma özgürlüğünü barışçıl şekilde kullanan başvurucunun raporunda belirtilen hususlar gözetildiğinde ve polisin müdahalesinin başvurucuya fiziksel saldırı ve darp şeklinde meydana geldiği dikkate alındığında “eziyet” olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür (bkz., §§ 79-81).

96. Açıklanan nedenlerle, başvurucu Orhan Bayram’a yapılan müdahale ölçülü olduğundan ve başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın yaralanmaları asgari ağırlık eşiğini aşmadığından, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının esas yönünden ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

97. Diğer taraftan başvurucu Ali Rıza Özer’in güvenlik güçlerinin müdahalesi ile maruz kaldığı eylemden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

ii. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası Yönünden

98. Başvurucular, güvenlik güçlerinin haksız müdahalesi sonucu yaralanmalarına ve böylelikle kötü muameleye maruz kalmaları üzerine yaptıkları şikâyet üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının etkin bir soruşturma yürütmeden, faillerin kimliklerini dahi belirlemeden kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini ileri sürmüşlerdir.

99. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

100. Devletin, bu yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usuli boyutu da içermektedir. Usuli yükümlülükler, Anayasa’da düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen, uygulamada etkisiz kalacaktır ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B.No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, B.No: 26772/95, 6/4/2000, §§ 131-136). Bu çerçevede devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B.No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B.No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

101. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B.No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

102. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, §§ 133, 134).

103. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 113; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B.No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (bkz. B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 113; Tanrıkulu/Türkiye [BD], B.No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B.No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

104. Başvuru konusu olayda, başvurucu Ali Rıza Özer, polisin müdahalesi ile meydana gelen yaralanmasına ilişkin olarak ilgili sağlık kuruluşuna başvurmuş ve bu raporla birlikte polisin haksız ve aşırı müdahale ettiği iddiası ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyetlere ilişkin olarak, başvurucunun ayrıntılı beyanını almadığı gibi faillerin tespitine ilişkin herhangi bir çalışma yürütmeden, yapılan müdahalenin kaçınılmaz olup olmadığını ve başvurucunun polis müdahalesini gerektirecek bir eyleminin olup olmadığını araştırmadan ve bilirkişi raporunda başvurucuların polise saldırdıklarına dair bir tespit olmadan, dolayısıyla yaralanmanın nasıl meydana geldiği tespit edilmeden sadece dosya üzerinden orantılılık incelemesi yaparak takipsizlik kararı vermiştir. Dolayısıyla başvurucu Ali Rıza Özer’in kötü muamele iddialarına yönelik etkin bir soruşturma yürütülmeden polislerin zor kullanma yetkilerini aştıklarına dair inandırıcı delil ve emare elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı karar verilşmişitir.

105. Diğer başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın iddialarına ilişkin olarak polisin yaptığı müdahalenin doğrudan kendilerine yönelik olmayıp gerekli bir müdahalenin istenmeyen sonuçları olarak ortaya çıktığı ve bu kapsamda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında gerekli asgari eşiği aşmadığı kabul edilmiştir (bkz., §§ 91-95). Bu durumda başvurucuların şikâyetlerinin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası veya Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında kalıp kalmayacağı değerlendirilmelidir (B.No:2012/969, 18/9/2013, § 24). Bu bağlamda toplanma hakkının kullanılması esnasında maruz kalınan ve asgari eşiği aşmayan gazdan etkilenme hususunda kişinin maddi ve manevi bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilmesini gerektirecek herhangi bir konuya rastlanmamıştır. Dolayısıyla başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın iddialarının Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkrasının usuli boyutu bakımından ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

106. Başvurucu Orhan Bayram’ın iddialarına ilişkin olarak, başvurucunun polise karşı saldırısının kamera kayıtlarına açık bir şekilde yansıdığı ve bilirkişi raporu ile tespit edildiği, ayrıca başvurucuya yapılan müdahalenin sonuçlarının doktor raporu ile tespit edilebildiği, bu kapsamda yapılan soruşturmanın başvurucu Orhan Bayram’ın iddiaları için yeterli olduğu değerlendirilmiştir.

107. Açıklanan nedenlerle, başvurucu Orhan Bayram’ın iddialarına ilişkin soruşturma etkin olduğundan, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının, usul boyutu bakımından ihlal bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

108. Başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın yaralanmaları asgari ağırlık eşiğini aşmadığından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkrasının usul boyutu bakımından ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

109. Diğer taraftan başvurucu Ali Rıza Özer’in güvenlik güçlerinin müdahalesi ile maruz kaldığı eylemden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının, usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

b. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlali İddiası

110. Anayasa’nın 34. maddesi şöyledir:

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

111. Sözleşme’nin 11. maddesi şöyledir:

“1. Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.

2. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.”

112. Başvurucular, ilköğretimde uygulanan eğitime ilişkin yeni düzenlemeler getiren kanun teklifini protesto etmek için Ankara’da yapılacak basın açıklamasına katılmak amacıyla İzmir’den Ankara’ya toplu olarak gitmelerinin engellenmesinin ve bunu protesto etmek için yürüyüşe geçtiklerinde polisin orantısız güç kullanmasının (birinci eylem), diğer taraftan ertesi gün meydana gelen olayları protesto etmek için toplandıklarında polis tarafından orantısız bir şekilde müdahale edilmesinin (ikinci eylem) toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

113. Bakanlık, AİHM’in, Sözleşme’nin 11. maddesi kapsamındaki içtihatlarına atıfta bulunmuş ve polisin zor kullanarak müdahale etmesinin orantılı olup olmadığına ilişkin değerlendirmede bu içtihatların gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

114. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 9/4/2014 havale tarihli beyanlarında, yapılan protestonun kanun teklifine karşı kamuoyunun dikkatini barışçıl olarak çekme amacında olduğunu, bu sebeple aşırı güç kullanımının kabul edilmesinin mümkün olmadığını ifade etmişlerdir.

i. Genel İlkeler

115. Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu hak, Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Bu kapsamda, kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir ve dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olduğunun düşünülmesi ve bu niteliğin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmesi gerekir (bkz. Öllinger/Avusturya, B.No: 76900/01, 29/6/2006, § 38; Ezelin/Fransa, B.No: 11800/85, 26/4/1991, § 37). Bu sebeple demokratik bir toplumda temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (bkz. G./ Federal Almanya, B.No: 13079/87, 6/3/1989, § 256; Rassemblement Jurassien Unité/İsviçre, B.No: 8191/78, 10/10/1979, § 93).

116. Öte yandan, çoğulculuk, hoşgörü ve başkalarının düşünce ve inançlarına saygı duymak demokratik toplumun vazgeçilmez özelliklerindendir. Çoğulcu demokrasilerde, çoğunluğun fikrinin her durumda üstünlüğünün olduğu ileri sürülemeyeceği gibi azınlık veya muhalif fikirlerin korunması ve bunların ifade edilmesinin güvence altına alınması demokratik ilkelere saygının bir göstergesidir. Muhalif ve azınlıkta kalan fikirlerin, çoğunluğun fikirleri nazarında kışkırtıcı veya rahatsız edici olması durumunda dahi korunarak güvence altına alınması çoğulculuğun, açık fikirliliğin, hoşgörünün ve demokratik bir toplumun gerekliliğidir (bkz. Handyside v. Birleşik Krallık, B.No: 5493/72, 24/9/1976, § 49).

117. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve ifade özgürlüğü, demokratik toplumun en temel değerleri arasındadır. Demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücü yer almaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasadışı olduğu durumlarda dahi, demokrasiye zarar vermektedir. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin, toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilmesi imkânı sunulmalıdır (bkz. Gün ve Diğerleri/Türkiye, B.No: 8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B.No: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76).

118. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan bu hak, düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşünceleri açıklama imkânı vermektedir. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışında kalmaktadır (bkz. Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B.No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B.No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). Bu kapsamda toplanma hakkının amacı şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Bunun dışında toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla yapıldığının bir önemi yoktur. Diğer taraftan, düzenleme sadece barışçıl toplantı hakkını korumakla kalmamakta aynı zamanda bu hakka dolaylı olarak usulsüz sınırlamalar getirilmesinden kaçınılması yükümlülüğünü de ortaya koymaktadır. Bireyin, güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu güçlerinin keyfi müdahalelerine karşı koruma hedefi, bu hakkın etkin şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla pozitif yükümlülükler de doğurabilmektedir (bkz. Djavit An/Türkiye, B.No: 20652/92, 20/2/2003, § 57). Özellikle, devletin toplantı ve gösteri yürüyüşünün barış ve güven içinde yapılmasını temin etmek amacıyla uygun önlemleri alma görevi bulunmaktadır (bkz. Oya Ataman/Türkiye, § 35).

119. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün halinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında, toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (bkz. Ezelin/Fransa, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasadışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (bkz. Oya Ataman/Türkiye, § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (bkz. Achouguian/Ermenistan, B.No. 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir ve diğerleri/Rusya, B.No. 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B.No. 38676/08, , 27/11/2012, § 29).

120. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, bazı durumlarda toplanma hakkının sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 11. maddesinin ikinci fıkrasında da sınırlama nedenleri öngörülmüştür. Bu kapsamda toplantı hakkına getirilecek her türlü sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ön şarttır. Kanunun öngördüğü durumlarda dahi bu hakka müdahalenin meşru amaçlar çerçevesinde olması gerekmektedir. Meşru amaçlar, 34. maddede “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” olarak belirtilmiştir. Sözleşme’de de benzer bir şekilde düzenleme yapılmıştır. Meşru amaçlar çerçevesinde kanun ile yapılacak sınırlamalar dahi Anayasa’nın 13. maddesi gereğince “Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine” aykırı olamaz. Dolayısıyla toplantı hakkına müdahale demokratik toplum için gereklilik arz etmelidir. En son olarak da müdahale meşru amaçları gerçekleştirmek için ölçülü olmak zorundadır.

121. Anayasa’nın 34. maddesinin üçüncü fıkrasında toplantı hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceği düzenlenmiştir. 2911 sayılı Kanun’un 3. maddesinde toplantı hakkının izin almaksızın kullanılabileceği kabul edilmiş ise de aynı Kanun’un 10. maddesinde toplantının yapılabilmesi için kırk sekiz saat öncesinden mülki amire bildirim usulü öngörülmüştür.

122. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin izin veya bildirim usulüne bağlanması, bu usullerin amacının, her türlü toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkanı sağlamak olduğu sürece, genel olarak hakkın özüne dokunmaz (bkz. Bukta ve diğerleri/Macaristan, B.No: 25691/04, 17/10/2007, § 35; Oya Ataman/Türkiye, § 39; Rassemblement Jurassien Unité/İsviçre, § 119; Platform “Ärzte für das Leben”/Avusturya, B.No: 10126/82, 21/6/1988, §§ 32-34). Bu kapsamda, izin ve bildirim usullerinin uygulanması toplanma hakkının etkin kullanılması imkânını sağlamak içindir. Derhal tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlarda ve protesto barışçıl yöntemlerle yapıldığında, bu tür bir eylemin, sadece bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle dağıtılması barışçıl toplantı hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir (bkz. Bukta ve diğerleri/Macaristan, § 36; Oya Ataman, §§ 38-39, Balçık ve diğerleri/Türkiye, B.No: 25/02, 26/2/2008, § 49, Samüt Karabulut/Türkiye, B.No: 16999/01, 27/1/2009, §§ 34-35).

123. Diğer taraftan, toplantı hakkındaki “sınırlama” kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil, hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar (bkz. Ezelin/Fransa, § 39). Dolayısıyla barışçıl bir gösteri sırasında yapılanlar veya gösteri sonrasında katılımcılara yönelik soruşturma ve cezalandırmalar da toplantı hakkının kullanılmasını sınırlayan davranışlar olarak kabul edilebilir.

124. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir.

ii. Genel İlkelerin Uygulanması

125. Başvurucular, ilköğretimde uygulanan eğitime ilişkin yeni düzenlemeler getiren kanun teklifini protesto etmek için Ankara’da yapılacak basın açıklamasına katılmak amacıyla İzmir’den Ankara’ya toplu olarak gitmek istemişlerdir. Ancak Ankara Valiliği, yapılacak protesto gösterilerinde provokatif amaçlarla güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çatışma ortamı oluşturulacağı ve eylemlerin hayatın normal akışını bozarak genel asayiş, kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye sokacağını değerlendirerek kamu güvenliği ve düzeninin bozulmasının engellenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla Ankara’da her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ile benzeri eylemleri yasaklamıştır. İçişleri Bakanlığı da anılan yasak üzerine tüm il valiliklerine resmi yazı yazarak toplantıya katılacak grupların illerden çıkışının engellenmesi talimatını vermiştir. Bunun üzerine İzmir Emniyet Müdürlüğündeki görevliler, başvurucuların Ankara’ya gitmelerini engellemek için otobüslerin evrak eksikliğini bahane etmişlerdir. Engellemelere karşı başvurucular geceleyin oturma eylemi ve yürüyüş yaparak durumu protesto etmişlerdir. Yürüyüş esnasında çevik kuvvet polisi barikat oluşturmuş ve bu esnada göstericiler ve polis arasında kısa süren bir arbede yaşanmış ve daha sonra polis cop ve biber gazı ile gruba müdahale etmiştir. Sendika yöneticisinin grubu ikna etmesi üzerine grup, sendika binası önüne giderek dağılmıştır (birinci eylem).

126. Diğer taraftan başvurucular ertesi gün hem anılan kanun teklifini hem de bir önceki gece meydana gelen olayları protesto etmek için tekrar toplanmışlardır. Eylemden daha önceden haberdar olan polis gerekli güvenlik tedbirlerini almıştır. Başvurucuların da içinde bulunduğu grup yürüyüş korteji oluşturarak ellerinde pankartlarla basın açıklaması yapmak üzere Valilik binasına doğru yürüyüşe geçmiş ve polis bariyerlerinin önüne kadar yürüyüşüne devam etmiştir. Burada polis, grubun Valilik binasına yürümesine izin verilmeyeceğini belirterek yürüyüşün durdurulması yönünde ikazlarda bulunmuştur. Grubun yürüyüşüne devam etmesi ve bariyerleri zorlaması üzerine tazyikli su, boyalı su, biber gazı ve toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) ile göstericilere müdahale edilmiştir. Daha sonra polisi geçemeyen grup oturma eylemi başlatmıştır. Gösteriyi düzenleyenler ile güvenlik güçleri arasında yapılan müzakere sonucunda polis barikatı geri çekilerek göstericilerin basın açıklaması yapmasına izin verilmiştir (ikinci eylem).

ii.1. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında

127. Birinci eylem ile ilgili olarak başvurucuların Ankara’ya gitmelerinin Ankara Valiliğinin kararı temelinde ancak değişik yasal gerekçelerle engellenmesinin toplantı hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği açıktır. Diğer taraftan başvurucuların, beklenmedik bir şekilde engellenmeleri üzerine durumu protesto etmek amacıyla trafiği kapatarak oturma eylemi ve gösteri yürüyüşü yapmalarının polis tarafından dağıtılması da barışçıl toplanma hakkına müdahaledir. İkinci eyleme ilişkin olarak başvurucuların içinde bulunduğu grubun Valilik binası önünde basın açıklaması yapmasının engellenmesi de toplanma hakkına müdahale olarak değerlendirilmelidir.

ii.2. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında

128. Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca toplantı hakkına, “kanunla öngörülmedikçe” ve madde metninde belirtilen meşru amaçlar dışında müdahale edilemez. Aynı zamanda toplanma hakkına yapılacak bir sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

ii.2.a. Müdahalenin Kanuniliği

129. Başvuru konusu her iki eylemde de müdahalenin yasal dayanağı 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesi ve 2911 sayılı Kanun’un 7., 22. ve 24. maddeleridir. 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde polisin hangi durumlarda zor ve silah kullanabileceği ve bunun hangi ölçüde olacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması hallinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve ölçülü olarak zor kullanmaya yetkilidir. Bu yetki sadece polisin direnen kişilere karşı bedeni kuvvet kullanmasını değil maddi güç kapsamında kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis köpekleri ve atları gibi bazı araçların da kullanılmasını içerir. Diğer taraftan Emniyet Genel Müdürlüğünün yayınladığı genelge ve talimatname ile (bkz. §§ 46-47) toplumsal olaylara müdahalede gözetilecek hususlar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında toplanma hakkının sınırlandırılmasında ve müdahale usulünde izlenecek hususlarda gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sebeple birinci eylem ve ikinci eylem açısından toplanma hakkına müdahalenin “kanunilik” unsuru mevcuttur.

ii.2.b. Meşru Amaç

130. Başvurucular, her iki eylem açısından, polis tarafından yapılan müdahalenin amacının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının engellenmesi olduğunu ileri sürmüşlerdir.

131. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” amaçlarına yönelik olması gerekir.

132. Her iki eyleme yönelik müdahalenin hangi amaçla yapıldığına yönelik kamera kayıtlarındaki anonslar ve polis tarafından tutulan tutanaklar incelendiğinde amacın kamu düzeninin bozulmasını engellemeye yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle, her iki eylem açısından Anayasa’nın 34. maddesi gereğince polisin yaptığı müdahalenin meşru bir amaç taşıdığı kabul edilmelidir.

ii.2.c. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük

133. Birinci eylem açısından, başvurucuların toplanma hakkını kullanmasına müdahale edilmesinin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığı hususunda öncelikle belirtilmesi gereken, sivil toplum kuruluşları, sendikalar gibi örgütlü yapıların ve kişilerin yasama meclisinde görüşülen herhangi bir konuya ilişkin olarak tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymaları çoğulcu demokrasilerin karakteristik özelliğidir (bkz. §§ 116-118). Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin kendini ifade edebilmesine imkân tanınması devletlerin pozitif yükümlülüğüdür (bkz. § 119). Devletin, barışçıl amaçlarla yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korumakla kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan dolaylı sınırlamalar koymaması da gerekmektedir.

134. Birinci eylemde başvurucuların TBMM’de görüşülecek bir kanun teklifine karşı endişelerini veya muhalif fikirlerini toplu olarak ifade etme çabası demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda devletin daha sabırlı ve hoşgörülü bir tutum takınması beklenmelidir. Çeşitli yöntemlerle kişilerin Ankara’da yapılacak protestolara katılmasının engellenmesi çoğulcu demokratik bir toplumda makul kabul edilemez.

135. Diğer taraftan, Ankara Valiliği güvenlik gerekçeleri ile Ankara'da belirli tarihte her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ile benzeri eylemleri yasaklamıştır (bkz. § 10). Protesto gösterilerinin yapılmasında güvenlik riskinin olup olmadığının değerlendirilmesi 2911 sayılı Kanun'da belirlenen devlet yetkililerine aittir. Bununla birlikte bir yasa teklifine karşı Meclis görüşmelerinin yapılacağı tarihte toplantı veya gösteri yürüyüşü düzenlenmesi demokratik bir toplumda korunmalıdır. Özellikle düzenleme kanunlaştıktan sonra yapılacak protestoların Meclis nezdinde beklenen etkiyi doğurmayabileceği de gözetildiğinde güvenlik riskleri de değerlendirilerek gösteri yapacak gruplara uygun yer gösterilmesi yerine toptan yasaklayıcı karar alınması ve bu kararın da başka yasal gerekçeler ile dolaylı olarak uygulanması demokratik bir toplumda mazur görülmemelidir.

136. Başvurucuların, Ankara’ya gitmelerinin engellenmesi üzerine bunu protesto etmek amacıyla geceleyin oturma eylemi yaparak trafiği kapatmaları ve 2911 sayılı Kanun kapsamında yasak kabul edilen yerlerde gösteri yürüyüşü yapmaları hususunda bildirimde bulunmamaları, eylemi yasadışı hale getirse de bu sebeple ani gelişen olaylar karşında yapılan barışçıl amaçlı eyleme müdahale ölçülü olarak değerlendirilmemelidir (bkz. § 120). Özellikle grubun oturma eylemi sırasında trafiğin aksaması üzerine yolun bir kısmını açması, daha sonra yürüyüşe başlamaları sırasında taşkınlık yapmamaları, polisin müdahalesi sırasında saldırgan tutum takınmamaları eylemin barışçıl amaçlarla yapıldığının bir göstergesidir. Bu durumda yasadışı olsa dahi barışçıl amaçlarla yapılan bir protestoda grubun dağıtılması yönünde polisin daha sabırlı ve hoşgörülü olması beklenir (bkz. § 34).

137. Birinci eyleme ilişkin olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının herhangi bir kamu davası açmaması (bkz. § 34) toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının barışçıl bir şekilde gerçekleştirildiğini de ortaya koymaktadır. Dolayısıyla birinci eylem açısından başvurucuların kitlesel basın açıklaması yapmak için Ankara’ya gitmelerinin engellenmesi ve daha sonra bu durumu protesto edenlerin dağıtılması demokratik bir toplum düzeninin gerekleri açısından haklı bir müdahale olarak değerlendirilmez.

138. İkinci eylemde başvurucular ve sendika üyeleri, hem anılan kanun teklifini hem de bir önceki gece meydana gelen olayları protesto etmek için polisin gerekli güvenlik önlemlerini aldığı Konak Meydanında eski Sümerbank binası önünde toplanmışlardır. Polis, toplanma ve protesto gösterileri sırasında güvenlik riski oluşturduğu veya başkalarının haklarına müdahalede bulunulacağını değerlendirdiği alana geçişleri engellemek için iki yerde göstericilere müdahale etmiştir.

139. Grup, yürüyüş korteji oluşturarak ellerinde pankartlarla basın açıklaması yapmak üzere Valilik binasına doğru yürüyüşe geçmiştir. Grup, Büyükşehir Belediye binası önüne geldiğinde polis, Valilik binasına yürümelerine izin verilmeyeceği, yürüyüşün durdurulması yönünde ikazlarda bulunmuştur. Başvuruculardan Orhan Bayram'ın da içinde bulunduğu küçük bir grup, ikazları dinlemeyip görevli personeli itekleyip, ellerindeki sopalarla bariyerleri yıkmaya başlamışlar ve polis tazyikli su, boyalı su, biber gazı ve TOMA ile göstericilere müdahale etmiştir. Bu esnada göstericilerin tamamına değil sadece bariyerleri aşmaya çalışan gruba karşı müdahale olmuştur. Daha sonra güvenlik önlemlerini aşamayan grup oturma eylemi başlatmıştır. Gösteriyi düzenleyen sendika temsilcileri ile polis arasında yapılan müzakere sonucunda barikat geri çekilerek göstericilerin İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmasına izin verilmiş ve açıklamanın bitiminden sonra gösteriye katılanlar kendiliğinden dağılmıştır. Dolayısıyla bariyerleri aşmaya çalışanlar dışındaki gösteriye katılanlar ve çoğunluğu oluşturanlar barışçıl bir şekilde toplanma hakkını kullanmışlardır.

140. İkinci eylem açısından müdahalenin, demokratik toplum düzeni içinde gerekli olup olmadığı ve gerekli ise ölçülülüğünün değerlendirilmesi gerekir. İkinci eylemde başvurucular ve diğer göstericiler kanun teklifini ve Ankara’ya gitmelerinin engellenmesini protesto etmek için bir araya gelmişlerdir. Bu protesto öncesi 2911 sayılı Kanun kapsamında herhangi bir bildirimde bulunulmamıştır. Bununla birlikte yapılacak gösteriden haberdar olan polis, kamu düzeni açısından gösteri yürüyüşü yapılmasının risk oluşturacağı tespit edilen yollar ve alanlara geçilmesinin engellenmesi için gerekli güvenlik önlemlerini almıştır.

141. İlk müdahalede polis, Valilik binası önüne gitmek isteyen grubun geçişini göstericilere model-5 olarak tabir edilen biber gazı sıkmak suretiyle engellemiştir (bkz. § 21). Ayrıca grubun tamamen dağıtılmasına yönelik müdahalede bulunulmamış ve gruba alternatif güzergâh gösterilerek eylemlerine devam etmeleri sağlanmıştır. İkinci müdahalede sayıca daha kalabalık ve bariyerleri geçmekte kararlı olan grubun geçişlerini engellemek için sırasıyla copla ve daha sonra TOMA ile müdahale edilmiştir. Bu müdahalede de grubun tamamına yönelik değil sadece güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba müdahale edildiği izlenen kamera kayıtlarından tespit edilmiştir.

142. Kamera kayıtlarında göstericilere yönelik müdahalede polisin genel olarak grubun tamamının dağıtılmasına yönelik hareket ettiğine dair bir görüntüye rastlanmamıştır. Ayrıca polisin, grubun toplanması, yürüyüş korteji olarak yürüyüşe başlaması esnasında bildirim gibi bazı yasal yükümlülükleri gerekçe göstererek protesto gösterisini bir bütün olarak engelleme çabası içinde olmadığı değerlendirilmiştir. Polis, eylem süresince güvenlik önlemleri aldığı bazı yolları kapatarak buradan geçişleri engellemiş ve eylemcilere de alternatif güzergâh göstermiştir. Valilik binası önüne gitmek için polis bariyerlerini aşmaya çalışan grup müdahalesi bastırıldıktan sonra da göstericilere basın açıklaması yapma fırsatı verilmiştir. Göstericiler basın açıklamasını, Valilik Binasına çok yakın, şehrin merkezinde kabul edilebilecek ve toplanma amacını etkisiz kılacağı değerlendirilmeyen İzmir Büyükşehir Belediyesi binası önünde yapmışlardır. Dolayısıyla, başvurucuların içinde bulunduğu grubun Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanamadıkları ya da yapılan müdahalelerle etkisiz olabilecek şekilde sınırlandığı söylenemez.

143. Gösteriye katılanlara yönelik aralarında başvuruculardan Orhan Bayram ve Ali Rıza Özer’in de bulunduğu bazı kişilere karşı 2911 sayılı Kanun’un 32. maddesinin birinci fıkrası kapsamında ihtara rağmen dağılmamaları nedeniyle cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır (bkz. § 34). Mahkeme tüm sanıklar hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Dolayısıyla, başvurucular hakkında barışçıl bir amaçla ve şekilde düzenledikleri toplantıya katılmalarından dolayı açılan kamu davasında ceza verilmediğinden toplanma hakkının bu şekilde sınırlandığı da söylenemez (bkz. § 124). Dolayısıyla polisin yaptığı müdahale, demokratik toplumun gereklilikleri açısından mazur görülebilecek bir müdahaledir.

144. Diğer taraftan, polisin, göstericilerin güvenlik önlemlerine gösterdikleri tepkilere yaptığı müdahalenin orantılılığı değerlendirilmelidir. Kamera kayıtlarından göstericilerden bir grubun bariyerleri yıkarak yolu açmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bunun sonucunda, bariyerlerin arkasında bulunan çevik kuvvet polisi bariyerleri yıkmaya çalışanları engellemek için müdahalede bulunmuştur. Polisin, savunma amaçlı müdahalede bulunduğu gözlemlenmiştir. Daha sonra polis geri çekilerek TOMA üzerinden tazyikli su ile kendilerine doğru yürüyen gruba müdahalede bulunmuştur. Bu sırada göstericilerin büyük bir kısmı slogan atarak barışçıl bir şekilde protestolarına devam etmiştir. Tazyikli su ile dağılmayan göstericilere de gazlı ve boyalı su ile müdahale edilmiştir. Kamera kayıtlarında polisin müdahale esnasında barışçıl olarak eylemlerini sürdüren diğer göstericilere müdahale ettiğine veya grubun tamamının dağıtılmasına yönelik olarak hareket ettiğine dair bir görüntüye rastlanmamıştır. Ayrıca müdahalenin sertliğinin kademeli olarak artırıldığı ve polisin genel olarak güvenlik önlemi alınan alandan göstericileri geçirmemek için çaba gösterdiği gözlemlenmiştir. Daha sonra da göstericilerle uzlaşılmış bariyerler geri çekilerek basın açıklaması yapmaları sağlanmıştır.

145. Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

146. Başvuruculardan Orhan Bayram’ın bariyerleri yıkarak güvenlik önlemlerini aşmaya çalışması üzerine polisin yaptığı müdahale orantılı kabul edilmelidir. Zira başvurucu elinde sopa ile polise saldırmış ve polis tazyikli su ile başvurucunun saldırısını bertaraf etmeye çalışmıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı barışçıl amaçlarla ve şekilde yapılan eylemleri güvence altına almıştır. Bu hak şiddet içeren ve saldırı gibi cezai yaptırım gerektiren faaliyetleri korumamaktadır. Dolayısıyla başvurucu Orhan Bayram’ın şiddet içeren hareketlerine karşı yapılan müdahalenin doktor raporu da gözetilerek toplanma hakkını ihlal edecek şekilde orantısız olduğu söylenemez.

147. Diğer taraftan, başvurucular Ali Rıza Özer, Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan’ın, kamera kayıtları ve bilirkişi raporu kapsamında polis barikatlarını aşmaya çalıştıklarına ve müdahaleyi gerektirir bir eylemleri olduğuna dair herhangi bir emare tespit edilememesine rağmen vücutlarında yaralanmalarının oluşması ve Cumhuriyet savcılığının kararlarında bu yaraların polis müdahalesi sonucunda gerçekleştiğinin kabul edilmesi karşısında müdahalenin orantılı olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu başvurucuların barışçıl bir şekilde ve amaçla katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları ihlal edilmiştir.

148. Başvurucu Özcan Çetin’in iddiaları açısından değerlendirilmesi gereken diğer bir konu ise polisin toplumsal olaylara müdahalede “biber gazını” kullanması meselesidir. Avrupa Konseyine üye devletlerce toplumsal olayları kontrol altına almak ve dağıtmak için kullanılan gaz, zehirli gaz listesinde bulunmamaktadır (bkz. § 48). Bu nedenle biber gazı ile toplumsal olaylara müdahale tek başına toplanma hakkının ihlali olarak değerlendirilmemelidir. Diğer taraftan kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açtığı saptanan biber gazının hangi durumlarda kullanılması gerektiğinin mevzuatla tespit edilmesi önemlidir.

149. Emniyet Genel Müdürlüğünün yayınladığı 15/2/2008 tarihli 19 No.lu Genelge kapsamında göz yaşartıcı gaz silahları ve mühimmatları kullanım talimatnamesi kapsamında biber gazının fizyolojik etkileri belirtilmiş ve buna ilişkin olarak yapılacak ilk yardım esasları da açıklığa kavuşturulmuştur. Diğer taraftan göz yaşartıcı gazların kullanım taktikleri başlığı altında gaz kullanılmadan önce gerekli tıbbi tedbirlerin alınması ve topluluğun duyabileceği şekilde gazın kullanılacağı ve dağılmaları yönünde ikazda bulunulması öngörülmüştür. Ayrıca göz yaşartıcı maddelerin dozunun da kademeli olarak arttırılacağı belirtilmiştir.

150. Yaş, gebelik veya kronik rahatsızlıkları nedeniyle biber gazından beklenenden daha fazla etkilenebilecek kişilerin gazın kullanımından önce ikaz edilmeleri önemlidir. Ülkemizde yaşanan bazı toplumsal olaylara biber gazı ile yapılan müdahalelerde can kaybı olduğu da gözetildiğinde Emniyet Genel Müdürlüğünün talimatnamesinin uygulanması ayrıca önemlidir.

151. Somut olayda, bilirkişi ve kamera kayıtlarından, gazlı su kullanacağı veya biber gazı kullanılacağının önceden göstericilere bildirildiği tespit edilememiştir. Kişilerin özel durumları sebebiyle ölüme varacak şekilde vahim sonuçları olabilecek gazlı su ve biber gazının kullanımında önceden ihtar yapılmalıdır. Her ne kadar başvurucu maruz kaldığı ve ölçülü kabul edilebilecek dozdaki biber gazı nedeniyle ciddi sağlık sıkıntılarına uğramamışsa da ihtar yapılmadan gaz kullanılması barışçıl amaçlarla ve şekilde toplantıya katılmış başvurucunun toplanma hakkını ihlal etmiştir.

152. Açıklanan gerekçelerle, birinci eylem açısından başvurucuların genel yasaklayıcı emir ile Ankara’da yapılacak basın açıklamasına katılımlarının ve bu tutuma karşı yaptıkları gösteri yürüyüşünün engellenmesinden dolayı Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının tüm başvurucular açısından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

153. Diğer taraftan, ikinci eylem açısından başvurucu Orhan Bayram’ın Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

154. Diğer başvurucular açısından Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

155. Başvurucular, tazminat talebinde bulunmamışlardır.

156. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

157. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderlerinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

158. Başvuruya konu iddialara ilişkin olarak başvurucu Ali Rıza Özer yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen “kötü muamele yasağının” maddi ve usul yönünden ihlal edildiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, ihlalin devam etmesinin önlenmesi amacıyla kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvuruculardan,

1. Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Veli İmrak ve Orhan Bayram tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,

2. Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Veli İmrak, Orhan Bayram, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 34. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

B. Başvuruculardan,

1. Ali Rıza Özer yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi ve usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

2. Orhan Bayram, Veli İmrak ve Özcan Çetin yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi ve usul yönünden İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,

3. Başvurucuların katıldığı birinci eylem açısından başvurucuların tamamının Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

4. Başvurucuların katıldığı ikinci eylem açısından;

a. Orhan Bayram yönünden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,

b. Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan yönünden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,

E. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına, Adalet Bakanlığına ve İçişleri Bakanlığına gönderilmesine, OY BİRLİĞİYLE,

6/1/2015 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. 31.5.2015 tarihinde kayda geçen başvuru formunda olayın genel olarak açıklamasında bulunulduğu ve somut olarak da yaşam hakkına (Anayasa Md. 17) yönelik ihlâl iddiasında bulunulduğu, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına (Anayasa Md. 34) ilişkin herhangi bir ihlâl iddiasında bulunulmadığı görülmektedir. Her ne kadar 3.7.2013 tarihinde kayda geçen “Ek beyan dilekçesi”nde bu konuda talepte bulunulduğu anlaşılmaktaysa da; 6216 sayılı Kanun’un 47/3. maddesinin açık hükmü karşısında, başvuru formunda beyan edilmeyen bir hak ihlâli iddiasının, 47/6. maddesi kapsamında “başvuru evrakında eksiklik” şeklinde nitelendirilerek, ek bir beyanla ikmal edilebilmesine imkân olmadığından, bu yeni ihlâl iddiasının incelenebilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, Anayasa’nın 34. maddesine ilişkin iddialar konusunda kabul edilemezlik kararı verilmesi gerekmektedir.

 Bu konudaki ihlâl iddiasının özü yönünden de; Anayasa’nın 34/2. ve AİHS’nin 11/2. maddelerinin bu hakkın kullanımı yönünden sınırlama getirilebileceği hususunu düzenlediği, davanın somutunda, çoğunluk kararında da benimsendiği üzere toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yapılan müdahalenin “kanunilik” unsurunu taşıdığı, keza “meşru bir amaçla” müdahalede bulunulduğunda kuşku bulunmadığı, “demokratik bir toplumda gerekli olma ve ölçülülük” unsuru yönünden yapılan değerlendirmede ise dosyada mevcut bilirkişi raporları ve görüntü CD’leri gibi delillerin birarada incelenmesinden, bu unsur bakımından da bir ihlâl nedeninin bulunmadığı ve başvurunun reddi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.

2. Anayasa’nın 17. maddesi yönünden yapılan değerlendirme de aşağıdaki nedenlerle ihlâl olmadığına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır:

4.7.1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde polisin zor kullanma yetkisi düzenlenmekte ve bu yetkinin bedeni ve maddi güç (basınçlı su ve göz yaşartıcı gaz kullanma halleri dahil) kullanma şeklinde olabileceği, zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarının yapılacağı, ancak direnmenin mahiyeti ve derecesi gözönünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabileceği hüküm altına alınmaktadır. Dosyada yer alan bilirkişi raporları ve Cumhuriyet Savcılığı Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararının incelenmesinden güvenlik kuvvetlerinin göstericilere vaki müdahalesinin yasal zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı, bu yetkinin orantısız biçimde aşılmak suretiyle yaşam hakkının ihlâl edildiği yolundaki soyut iddiayı destekleyici somut bir bulgu ve kanıtın bulunmadığı, mevcut sağlık raporlarında somutlaşan arıza ve darp izlerinin zor kullanma yetkisinin orantısız biçimde güvenlik kuvvetlerince meydana getirildiğine ilişkin, beyan dışında somut bir emarenin mevcut olmadığı, kalabalık ve kargaşa halinde meydana geldiği muhakkak olmakla beraber doğrudan güvenlik kuvvetlerine matufiyeti konusunda ciddi bir verinin bulunmadığı (somutlaştırılmış iddia, görüntü kaydı v.b.), bu konudaki vaki şikâyet üzerine yapılan hazırlık soruşturmasında da usuli yönden herhangi bir noksanlığın sözkonusu olmadığı, dolayısiyle olaya bir bütün olarak bakıldığında Anayasa’nın 17. maddesinin maddi ve usuli bakımlardan ihlâl edildiğine ilişkin bir sonuca ulaşmanın farazi bir kabule dayanabileceği kanaatine ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; her iki ihlâl iddiası bakımından “ihlâl bulunmadığı” kararı verilmesi gerektiğini değerlendirdiğimden; çoğunluğun aksi yönündeki kararına katılamadım.

 

 

 

 

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EZGİ ÖZEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/12753)

 

Karar Tarihi: 8/5/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 19/6/2019-30806

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Ezgi ÖZEN

Vekilleri

:

Av. İpek KADİRHAN PEKER

 

 

Av. Gülizar TUNCER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; üniversitelerin sorunları ile ilgili olarak düzenlenen bir protesto yürüyüşüne kolluk kuvvetinin orantısız güç kullanarak müdahale etmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, bu müdahale sırasında fiziki şiddete maruz kalınması ve olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedenleriyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Olayın Arka Planı

8. 4/12/2010 tarihinde Başbakan ve üniversite rektörleri, Başbakanlık Dolmabahçe Çalışma Ofisi'nde Yüksek Öğretim Kurumunun (YÖK) sorunlarını görüşmek üzere bir toplantı yapmışlardır.

9. Başvurucu 10/11/1991 doğumludur ve olay tarihinde İstanbul'da ikamet ettiğini, Açık Lisede öğrenim gördüğünü, üniversiteye giriş sınavına hazırlandığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) bünyesinde faaliyet yürüten Gençlik Sendikası (Genç-Sen) üyesi olduğunu da iddia etmiştir.

10. Başvurucu, üyesi olduğunu belirttiği sendikanın çağrısı üzerine 4/12/2010 tarihinde İstanbul'un Kabataş tramvay durağına gittiğini, burada yaklaşık 200 kişilik bir gösterici grubunun bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu; amaçlarının Dolmabahçe'de bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne yürüyerek, üniversitelerin sorunlarına ilişkin olarak hazırladıkları dosyayı Başbakan ve üniversite rektörleri arasında gerçekleştirilecek olan toplantıda iki temsilci vasıtası ile ilgililere sunmak olduğunu belirtmiştir.

11. Başvurucunun içinde bulunduğu grubun Dolmabahçe istikametine doğru yürüyüşe geçmesi üzerine etrafta güvenlik önlemi alan kolluk kuvveti ile göstericiler arasında birtakım olaylar yaşanmıştır.

B. Ceza Soruşturması Süreci

1. Suç Duyurusu

12. Başvurucu 7/12/2010 tarihinde vekilleri aracılığıyla Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) şikâyet dilekçesi vererek ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu dilekçe ile başvurucu; üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine 4/12/2010 tarihinde Kabataş İskelesi'nde düzenlenen bir toplantıya barışçıl amaçlarla katıldığını ve buradan Dolmabahçe istikametine doğru yürüyüşe geçtiklerini, yürüyüşün kolluk görevlileri tarafından orantısız güç kullanılarak dağıtıldığını iddia etmiştir. Başvurucu; kolluk tarafından sıkılan biber gazından etkilenerek kaçtığı sırada bir polis memuru tarafından yakalandığını, hamile olduğunu söylemesine rağmen copla darbedildiğini, daha sonra birkaç polis memurunun daha gelerek kendisini tekmelediğini ileri sürmüştür. Başvurucu; baygınlık geçirdiğini ve arkadaşlarının yardım ederek bir ticari taksiyle kendisini Taksim Eğitim Araştırma Hastanesine (Hastane) götürdüklerini, burada toplantıda gözaltına alınan bazı öğrencilerin adli raporları için olay yerinde bulunan polislerce Hastane Acil Servisine girmesinin bir müddet engellendiğini de iddia etmiştir. Yaşamış olduğu bu olaylar sonucunda gebeliğinin erken sonlandığını iddia eden başvurucu, olayın sorumluları olarak gösterdiği kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Ayrıca olayın hassasiyeti nedeniyle kimlik bilgileri, fotoğraf ve görüntülerinin medyada yayımlanmaması için yayın yasağı konulmasını, yaralanmalarının tespiti için hakkında adli rapor tanzim edilmesini ve olay anına ilişkin kamera görüntülerinin temin edilmesini Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiştir.

2. Soruşturma Kapsamında Yapılan İşlemler

13. Suç duyurusunda bulunulması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/12/2010 tarihinde derhâl adli soruşturma başlatılmış ve bu kapsamda aynı gün Hastaneye müzekkere yazılarak başvurucunun tedavi kayıtları istenmiştir. Yine aynı tarihte Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talep edilen yayın yasağı kararı Beyoğlu 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından aynı gün verilmiş ve kararın gereği için Cumhuriyet Başsavcılığı 7/12/2010 tarihinde kolluğa müzekkere yazmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/12/2010 tarihinde Hastaneye tekrar müzekkere yazarak 4/12/2010 tarihli Acil Servis giriş kapısı kamera kayıtları ile başvurucuya ait tüm radyoloji film, grafi ve raporlarını istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/12/2010 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne müzekkere yazarak olay tarihinde toplantıya müdahale eden ve Hastanede görev alan tüm resmî ya da sivil polis amir ve memurlarının görev listeleri ile teşhise elverişli fotoğraflarını istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/12/2010 tarihinde Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna (RTÜK) müzekkere yazarak toplantıya yapılan kolluk müdahalesine ilişkin olarak ulusal kanallarda yayımlanan ana haber bültenlerindeki görüntü kayıtlarını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 13/12/2010 tarihinde İl Emniyet Müdürlüğüne yazdığı müzekkere ile olay anına ilişkin Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) kamera kayıtlarının teminini istemiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/12/2010 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur. Başvurucu ifadesinde; olay tarihinde üzerlerinde herhangi bir suç unsuru olmaksızın ellerinde sadece mensubu oldukları sendikanın flamaları ile yaklaşık 200 kişilik bir grup hâlinde yürüdükleri esnada sivil polislerin kendilerini durdurmaya çalıştığını ancak kendilerinin durmayarak devam ettiklerini, bunun üzerine Çevik Kuvvet polisleriyle yaptıkları konuşmada kendilerine yürüyüşten vazgeçip dağılmalarını söylediklerini, akabinde uzlaşmanın sağlanamadığını belirtmiştir. Başvurucu; etraflarını saran teçhizatlı Çevik Kuvvet polislerince grubun itelendiğini, bir polis memurunun elindeki flamayı almaya çalıştığını, ardından uyarı yapılmaksızın üzerilerine biber gazı sıkıldığını ifadesinde dile getirmiştir. Başvurucu; sıkılan gazın etkisiyle grubun dağılmaya başladığını, polislerin ise kaçanları kovalayarak yakaladıklarını ve darbetmeye başladıklarını, bir polis memurunun da kendisini yakaladığını, hamile olduğunu söylemesine rağmen aldırmayarak kendisine vurduğunu, kendisine neyle vurduğunu bilmediğini, tekrar kaçarken sırtına tekme atılması üzerine yere düştüğünü ve o anda çok sancı hissettiğini, arkadaşlarının kendisini yerden kaldırdığını iddia etmiştir. Başvurucu kendisini yaraladığını iddia ettiği polis memurunun yüzünde kask olduğunu, bu nedenle bu kişiyi teşhis edemeyeceğini belirtmiştir. Daha sonra yine yüzüne biber gazı sıkıldığı için etrafı göremediğini, bebeğine zarar gelmiş olabileceğini düşünerek polislerden uzaklaştığını ve çevrede bulunan birkaç öğrencinin yardım ederek kendisini ticari taksiyle Hastaneye götürdüğünü ifade etmiştir. Hastanenin Acil Servis girişinde polislerin olduğunu gördüğünü ve kendisini de gözaltına alabileceklerini düşündüğünü belirten başvurucu, kanaması olması nedeniyle arkadaşlarının getirdiği sedyeyle Hastaneye taşındığını, sedyeyi polislerden birinin de taşımaya yardım ettiğini çünkü kendisini gözaltına almak istediklerini iddia etmiştir. Muayene eden doktorların kanamasının darba bağlı olduğunu söylediğini iddia eden başvurucu; kendisini darbeden, biber gazına maruz bırakan ve bebeğinin düşmesine neden olan tüm kolluk amir ve memurlarından şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

15. İfade zaptında başvurucunun vekilleri ise başvurucunun İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi (Üniversite Hastanesi) Psikososyal Travma Ünitesine sevk edilerek burada muayene edilmesi ve bu yöndeki bulguların da tespit edilmesini istemiş, olay nedeniyle başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucu vekilleri ayrıca başvurucunun Hastane önünde kanamalı şekilde polis tarafından bekletildiğinden de yakınmışlardır.

16. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun şikâyetçi olduğunu bildirdiği il ve ilçe emniyet müdürleri hakkında soruşturma usullerinin farklı olması nedeniyle 9/12/2010 tarihinde soruşturma dosyasında tefrik kararı verilmiştir.

17. Temin edilen Hastane Acil Servisi giriş kapısı kamera kayıtları ve ulusal kanal ana haber bültenlerine ait kayıtlar, üzerinde inceleme yapılması maksadıyla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bilirkişiye tevdi edilmiş ve buna dair düzenlenen raporlar dosya arasına alınmıştır. Söz konusu raporların UYAP ortamına aktarılması için Anayasa Mahkemesince 28/11/2018 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmış, 18/12/2018 tarihli yazıyla, istenen belgelerin UYAP ortamına aktarıldığı yönünde cevap verilmiştir. Hastane Acil Servis girişi önüne ilişkin düzenlenen bilirkişi raporunda 4/12/2010 günü saat 14.04'te bir ticari taksinin Hastane Acil Servisi önünde bulunan polis aracının arkasında durduğu, 14.05'te iki kişinin ticari taksiye sedye götürdüğü, taksideki bir kişinin sedyeye alınarak Hastaneye taşındığı tespitlerine yer verilmiştir. Haber bültenlerine ilişkin görüntü kayıtlarının incelenmesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporuna dosya kapsamından ulaşılamamıştır. MOBESE kayıtlarından kısmen temin edilerek soruşturma dosyasına sunulduğu anlaşılan kayıtlarla ilgili olarak düzenlenen bilirkişi raporuna da aynı şekilde dosya kapsamından erişilmesi mümkün olmamıştır.

3. Sağlık Raporları

18. Olaydan sonra Hastane tarafından 4/12/2010 günü saat 14.14'te başvurucu hakkında düzenlenen ilk adli raporda belirtilen hususlar şöyledir:

"Gebelik ve darp ifadesi olan ve karın ağrısı ifadesi olan şahsın yapılan muayenesinde darp ve cebir izine rastlanmadı. Yapılan jinekolojik muayenesinde vulva [kadın dış üreme organı] doğal, vajende kahverengi koagulum [pıhtı] mevcut. Yapılan TV-USG'de GS [gebelik kesesi] düzenli, 5w5d [5 hafta 5 gün] ile uyumlu. FKA [embriyonun kalp atışı] net izlenmedi. Retrokoryonik [arka embriyo zarı] hemotom [kanama] alanı izlenmedi. Hastaya 1000cc izotonik order [serum] verildi. 4 saat sonra USG yapmak üzere acil müşahedeye alındı.

19:00 Hastanın yapılan muayenesinde lekelenme tarzı vajinal hemoraji (kanama) mevcut. TV-USG'de 6w1d ile uyumlu CRL, FKA(-) negatif olarak tespit edildi. Missed abortus [embriyonun canlılığını kaybetmesi] tanısıyla yatış önerildi. Durumu bildirir geçici hekim raporudur. Asli rapor adli tabiblikçe verilecektir."

19. Başvurucu 24/12/2010 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe ekinde, hakkında İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği (Vakıf) tarafından düzenlenen, 23/12/2010 tarihli ve iki doktor imzalı sağlık raporu ibraz etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte başvurucunun sunduğu söz konusu Vakıf raporunu dosya arasına almıştır. Raporun sonuç kısımları şöyledir:

"1. Erken gebelik kaybının travmayı takiben geliştiği ve anlattığı travma öyküsü ile uyumlu bulunduğu,

2. Ruhsal durumunda ilişkin muayenede aktarılan ve psikiyatri konsültasyonunda [hastalık tanısı] tespit edilen Majör Depresyon ve Akut Stres Bozukluğunun yaşadığı travmatik olay sonrası geliştiği ve iddia edilen olay ile uyumlu bulunduğu,

3. Saptanan tüm bulgular birlikte değerlendirildiğinde fiziksel ve ruhsal muayene bulgularının kişinin anlattığı travma öyküsüyle uyumlu bulunduğu,

4. Gebeliğin erken kaybına neden olan travmanın kişinin yaşamını tehlikeye soktuğu,

5. Basit tıbbi bir müdahale ile giderilemeyecek nitelikte olduğu,

6. Majör depresyon ve Akut Stres Bozukluğunun kişinin sağlığını ve algılama yeteneğini bozduğu, bunların kalıcı hastalık yönünden uzun süreli izlem sonrası yeniden değerlendirilmesinin uygun olacağı kanaatini bildirir değerlendirme raporudur."

20. Başvurucu ayrıca anılan dilekçede fiziki ve ruhsal muayenesi için Üniversite Hastanesi Adli Tıp Ana Bilim Dalına sevkinin sağlanmasını ve buradan da sağlık raporu alınmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı bu talebin İstanbul Adli Tıp Kurulunun (ATK) düzenleyeceği rapor sonrasında değerlendirilmesine ilişkin karar vermiştir. 17/1/2011 tarihinde başvurucu, Üniversite Hastanesi Adli Tıp Ana Bilim Dalına müracaat ederek polis tarafından uygulanan şiddet sonucu çocuk düşürdüğünü belirterek muayene talep etmiştir. Başvurucunun talebi üzerine Üniversite Hastanesince 23/5/2012 tarihinde düzenlenen sağlık raporu 5/6/2012 tarihinde başvurucu tarafından soruşturma dosyasına sunulmuştur. Söz konusu raporun sonuç kısımları şöyledir:

"1. 17/01/2011 tarihinde yapılan genel beden muayenesinde; vücudunda değişik zamanlarda farklı nedenlerle meydana geldiğini belirttiği travmatik değişimler dışında olay tarihi ile ilişkilendirilebilecek cilt bulgusu saptanmadığı ancak olay tarihinden sonra geçen süre dikkate alındığında fiziksel travma bulguları iz bırakmadan iyileşmiş olabileceği gibi her hangi bir iz de meydana gelmeyebileceği, her hangi bir cilt bulgusu saptanmamasının fiziksel travma olmadığı şeklinde değerlendirilemeyeceği gibi 26.01.2011 tarihli üç fazlı kemik sintigrafisi [kemiğin kan akımı ve metabolizması gibi önemli fizyolojik bilgilere ulaşma olanağı sağlayan bir görüntüleme yöntemi] incelenmesinde; baş bölgesinde sol orbita medialinde [sol göz çukuru içyanı] ve sağ dizde patella [diz kapağı] seviyesinde saptanan fokal osteoblastik [genç kemik hücresi] aktivite artışı ve sağ böbrekte hafif staz [Birikme, bir engel yüzünden kanın damarlarda dolaşmasının güçleşmesi] bulguları birlikte değerlendirildiğinde; mevcut bulguların maruz kaldığını iddia ettiği fiziksel saldırı öyküsü ile uyumlu bulunduğu,

2. Olay sırasında gebe olan ve sonrasında aktif kanaması başlayan Ezgi ÖZEN'in [Başvurucu] kanamasının travmayı takiben ortaya çıkmış olması, seri β-HCG [gebeliği gösteren hormon] değerlerinin ilk incelemede gebeliği ile uyumlu düzeylerde iken yine travmayı takiben belirgin olarak düşmesi göz önüne alındığında gebeliğin erken kaybı ile sonuçlanan bu durumun travmayı takiben geliştiği ve anlattığı travma öyküsü ile yüksek düzeyde uyumlu bulunduğu,

3. Klinik Psikolog Doç. Dr. U.S. tarafından yapılan psikolojik değerlendirmede; kişide yaşadığını belirttiği fiziksel saldırı olayına bağlı çaresizlik, dehşet, yüksek düzeyde olayla aşırı meşguliyet, olayı hatırlatıcılarından kaçınma, aşırı uyarılmışlık gibi belirtilerin ortaya çıktığının ve bu bulguların Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve buna eşlik eden depresif duygu durumu klinik tanılarına uyduğunun, kişinin verdiği bilgilerin birbiri ile tutarlı olduğu ve güvenilebileceği, pskiyatrik izleme ve tedavisinin yapılmasının gerekli olduğunun bildirildiği, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı'nın 14/03/2011 tarih ve 2011/715 sayılı Prof. Dr. Ş.Y. imzalı konsültasyon raporunda; ayrıntılı ruhsal durum muayenesi ve psikolojik testlerle yapılan değerlendirmelerinde kişinin yaşadığını belirttiği olayların ardından ortaya çıktığı anlaşılan belirtilerin Ruhsal Bozukluklar Tanısal ve Sayısal El Kitabındaki (DSM-IV) sınıflandırmaya göre "Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Majör Defresif Epizot" klinik tanılarına uyduğu, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Psikiyatri Ana Bilim Dalı'nın 11.04.2011 yatış- 27.04.2011 çıkış tarihli, 26065099568 protokol numaralı, Prof. Dr. A.Ü. ve Dr. N.C. imzalı epikriz raporunda, hastanın Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Psikotik Majör Depresyon tanıları ile servise yatışının ve psikyatrik değerlendirmesinin yapıldığının ve ilaç tedavisinin düzenlendiğinin belirtildiği, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Pskiyatri Ana Bilim Dalı'nın 12.05.2011 yatış- 18.05.2011 çıkış tarihli, 26065099568 protokol numaralı, Prof. Dr. V.Ş. ve Dr. A.Ç. imzalı epikriz raporunda; hastanın ilaçla intihar girişimi üzerine Travma Sonrası Stres Bozukluğu+Dissosiyatif Bozukluk tanıları ile yatırıldığının ve ilaç tedavisi düzenlendiğinin bildirildiği dikkate alındığında maruz kaldığını belirttiği travma ile intihar girişiminin de eşlik ettiği ruhsal travma bulgularının da uyumlu olduğu

4. Sintigrafi bulguları, erken gebelik kaybının oluşum süreci ve intihar girişimi ile birlikte seyreden ruhsal travma bulguları, Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Dissosiyatif Bozukluk tanılarının tamamının öyküsünde aktardığı travmalar ile yüksek düzeyde uyum gösterdiği, maruz kaldığı travma ile uyumlu fiziksel ve ruhsal travma bulgularının birlikte;

a. Yaşamsal tehlikeye neden OLDUĞU,

b. Sağlığının ve algılama yeteneğinin basit tıbbi müdahale ile GİDERİLEMEYECEK düzeyde bozulmasına neden OLDUĞU,

c. Maruz kaldığı travmanın erken gebelik kaybına, "çocuğun düşmesine" yol açtığı,

5. Psikiyatrik takip ve tedavisinin sürdüğü ve gerekli OLDUĞU kanaatimizi bildirir rapordur."

21. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hastaneden temin edilen tedavi kayıtları 16/12/2010 tarihinde ATK 6. Adli Tıp İhtisas Kuruluna (Kurul) gönderilerek başvurucunun bebeğinin düşmesinin sebebi hakkında rapor tanzim edilmesi talep edilmiş ve bu talep 15/2/2011 tarihli müzekkere ile tekit edilmiştir. 27/4/2011 tarihinde ATK Kurulu tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen cevap yazısında başvurucunun olay tarihinden önce gebeliğinin sağlıklı gidip gitmediğine ilişkin olarak varsa tıbbi belgelerin, düşük materyalinin patolojik tetkikine ait raporun, psikososyal muayeneye ilişkin tedavi kayıtlarının ve olay anına ilişkin kamera görüntülerinin gönderilmesi talep edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucudan istenerek temin edilen Özel R. Tıp Merkezinin 17/11/2010 tarihli, Dr. E.E. imzalı laboratuvar raporu (Beta-HCG pozitif 6952 olduğunu belirten) ile istenen diğer belgeler ve dosya aslı ATK Kuruluna 2/3/2012 tarihinde gönderilmiştir. ATK Kurulu tarafından 25/7/2012 tarihinde düzenlenen rapor Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Raporun sonuç kısmı şöyledir:

"Yukarıdaki tıbbi belgeler ve dava dosyasının tetkikinde elde edilen ve adli psikiyatriyi ilgilendiren hususların değerlendirilmesinde; 04/12/2010 tarihinde İstanbul Beyoğlu Kabataş İskelesi civarında Dolmabahçe Sarayı'na doğru burada yapılacak olan bir toplantıya katılmak amacıyla yürüyüşe geçen bir grup öğrencinin izinsiz yürüyüş yaptığı gerekçesi ile görevli polis memurlarının kendilerine engellemeye çalıştığı sırada grup içerisinde bulunan dosyanın müştekisi Ezgi Özen'in [Başvurucu] de yürüyüşe devam etmek istemesi üzerine grubun üzerine çıkan arbede sonucunda biber gazı sıkıldığı, bu sırada müştekinin de kendi beyanına göre polis memurlarının kendisine yönelik olarak fiili eylemde bulunduklarını ve sırtına tekme atmaları neticesinde yere düştüğünü ve kendisine yine vücudunun farklı yerlerine ve karın bölgesine de vurduklarını bir süre sonra kendisinin kurtularak uzaklaştığını ve akabinde hamile olması nedeni ile kanamasının başladığının, arkadaşlarının Taksim İlk Yardım Hastanesi'ne götürdüklerini, orada ilk başta bebeğinin yaşadığını kendisine söylediklerini, 4-5 saat kontrol altında tutulduğunu, ancak ilerleyen süreç içerisinde bebeğinin kalbinin durduğunu söyleyerek küretaj yaptıklarını belirterek çocuğunun düşmesine neden olan görevlilerden şikayetçi olduğu anlaşılmış, dosya içerisinde mevcut olayın akabinde Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği'nin 21295 protokol nolu raporunda müştekinin vücudunda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiş, yine Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin raporlarında müştekinin 4-5 gündür az az vajinal kanamasının mevcut olduğu belirtilmiş ve ayrıca hastaneye geldiği aşamada müştekinin de beyanlarından anlaşılacağı gibi kalp atışlarının izlendiği, daha sonraki aşamada kalp atışlarının durması nedeni ile müştekinin de imzası alınarak küretaj yapılarak hamileliğin sonlandırıldığı anlaşılmış, Taktim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden tüm hastane evrakları temin edilerek tüm dosya örneği onaylı olarak gönderilmiş olup tüm belge ve bilgiler incelenerek ve müştekinin vücudunda herhangi bir darp ve cebir izi de olmadığına dair rapor da dikkate alınarak müştekiye yönelik küretaj yapılarak hamileliğin sonlandırılması ile kendisine yönelik var olduğunu iddia ettiği darp eylemi arasında illiyet bağının olup olmadığı, yani küretaj yapılmasının darp ve cebir eyleminin sonucu meydana gelip gelmediği, yada küretaj yapılmasının zaten var olan başka bir rahatsızlık yada durumun neden olup olmadığı sorulan H. ve G. kızı, 10.11.1991 doğumlu Ezgi Özen’e ait adli dosyanın tetkikinde;

1-Mevcut fotoğraf ve belgelerin (CD vb.) incelenmesinde Ezgi Özen'e ait görüntü ayrımı yapılamadığı,

2-Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde olay günlü 04.12.2010 tarihili raporunda darp izine rastlanmadığının kayıtlı olduğu,

3-Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 04.12.2010 tarihinde giriş yaptığı saat olan 14:14’de yapılan muayenesinde, USG incelemesinde kalp atımı net olmayan bir gebeliğin olduğu belirlenmiş olup, 4 saat sonra saat 19:00'da yapılan muayenesinde missed abortus tespit edildiği, kişinin öyküsünde dört-beş gündür devam eden vajinal kanaması olduğunu, olaydan sonra kanamasının arttığını belirttiğinin kayıtlı olduğu, ayrıca olay tarihinden önce gebeliğinin sağlıklı olduğuna dair herhangi bir tıbbi belgenin bulunmadığı,

4-Missed Abortus (ölü gebelik) tanısı konulan hastaya tıbbi olarak yapılması gereken küretaj işlemi uygulanıp sonrasında yapılan patolojik incelemede 'nekrotik [doku ölümü ile ilgili] iltihaplı' yapılar saptandığı bildirildiğine göre, mevcut bulgularla gebeliğin kendinden kaynaklanan bir nedene bağlı olarak bozulmuş olduğu ve B-HCG değerlerindeki düşüşün bunun sonucu olduğu, dolayısıyla; olay öncesi gebeliğin sağlıklı olduğuna dair herhangi bir tıbbi belgenin olmadığı ve başvuru sonrası yapılan iki muayenede bozulmuş ve ölü gebeliğin tespit edilmiş olması ve patolojik incelemede nekrotik materyalin görülmüş olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; iddia edilen travma ile söz konusu düşük arasında illiyet bağı kurulmasının tıbben mümkün görülmediği oy birliği ile mütalaa olunur."

22. Üniversite Hastanesi ve ATK Kurulu raporlarının sonuç bölümleri arasında çelişki oluşturacak şekilde farklı sonuçlara varılmış olması nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/9/2012 tarihinde ATK Genel Kuruluna bir müzekkere yazılarak gönderilen tıbbi belge ve raporların tekrar değerlendirilerek iki rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi talep edilmiş; 5/3/2013, 18/6/2013 ve 20/9/2013 tarihlerinde ise istenen raporun akıbeti sorulmuştur. 27/2/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca tekrar ATK Genel Kuruluna tekit müzekkeresi yazılarak raporun en kısa süre içinde gönderilmesi istenmiştir. ATK Genel Kurulunca 20/3/2014 tarihinde istem doğrultusunda tekrar bir rapor tanzim edilerek Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Raporda; Hastane geçici adli raporu ile küretaj materyali patoloji raporuna ve diğer tedavi kayıtlarına, Vakıf raporundaki tespitlere, Üniversite Hastanesince düzenlenen rapordaki tespitlere ve ATK Kurul raporundaki inceleme ve varılan sonuçlara ayrıntılı olarak yer verildiği görülmektedir. Raporun (12) numaralı bölümünde ise "Dava dosyasında belirtilen olayın nevi ve oluş şekli, sanık, mağdur/mağdure ve tanık ifadeleri, gibi adli tıbbı ilgilendiren hususlar değerlendirilmiştir." şeklinde yapılan bir değerlendirmeden sonra rapor sonucu şu şekilde belirtilmiştir:

"İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesinin 23/05/2012 tarihli raporu ile yine 25/07/2012 tarih ve 2012/2997 karar nolu Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 6.Adli Tıp İhtisas Kurulu'nun raporlarının birbiri ile uyumlu olmadıkları, tamamen farklı olduğu anlaşılmış olmakla; Müştekinin vücudunda her hangi bir darp ve cebir izinin mevcut olup olmadığı, Müştekiye yönelik küretaj yapılarak hamileliğin sonlandırılması ile kendisine yönelik var olduğunu iddia ettiği darp eylemi arasında illiyet bağının olup olmadığı, Küretaj işleminin var olna başka bir rahatsızlık ya da bulgudan dolayı meydana gelip gelmediği, bahse konu ölü gebelik sonlandırmasının travmaya bağlı olarak meydana gelmiş ise müştekinin yaşamsal tehlike geçirip geçirmediği, basit tıbbi müdahale ile iyileşecek şekilde yaralanıp yaralanmadığı hususlarında Genel Kurul'ca rapor düzenlenmesi istenen H. ve G. kızı, 10/11/1991 doğumlu Ezgi Özen hakkında 20.03.2014 tarihinde Genel Kurul'da yapılan görüşme ve dava dosyasının tetkiki sonrasında;

1-Mevcut fotoğraf ve belgelerin (CD vb.) incelenmesinde Ezgi Özen'e ait görüntü ayrımı yapılamadığı,

2-Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde olay günlü 04.12.2010 tarihili raporunda darp izine rastlanmadığının kayıtlı olduğu,

3-Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 04.12.2010 tarihinde giriş yaptığı saat olan 14:14’de yapılan muayenesinde, USG incelemesinde kalp atımı net olmayan bir gebeliğin olduğu belirlenmiş olup, 4 saat sonra saat 19:00'da yapılan muayenesinde missed abortus tespit edildiği, kişinin öyküsünde dört-beş gündür devam eden vajinal kanaması olduğunu, olaydan sonra kanamasının arttığını belirttiğinin kayıtlı olduğu, ayrıca olay tarihinden önce gebeliğinin sağlıklı olduğuna dair herhangi bir tıbbi belgenin bulunmadığı,

4-Missed Abortus (ölü gebelik) tanısı konulan hastaya tıbbi olarak yapılması gereken küretaj işlemi uygulanıp sonrasında yapılan patolojik incelemede 'nekrotik iltihaplı' yapılar saptandığı bildirildiğine göre, mevcut bulgularla gebeliğin kendinden kaynaklanan bir nedene bağlı olarak bozulmuş olduğu ve B-HCG değerlerindeki düşüşün bunun sonucu olduğu, dolayısıyla; olay öncesi gebeliğin sağlıklı olduğuna dair herhangi bir tıbbi belgenin olmadığı ve başvuru sonrası yapılan iki muayenede bozulmuş ve ölü gebeliğin tespit edilmiş olması ve patolojik incelemede nekrotik materyalin görülmüş olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; iddia edilen travma ile söz konusu düşük arasında illiyet bağı kurulmasının tıbben mümkün görülmediği oy birliği ile mütalaa olunur."

4. Yargısal Kararlar

23. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda 18/6/2014 tarihinde kovuşturmasızlık kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Müşteki vekillerinin ve müştekinin C.Başsavcılığımıza verdikleri şikayet dilekçesi ve ifadesinde (özetle); mağdur Ezgi ÖZEN'in04.12.2010 tarihinde YÖK'ün yeniden yapılanmasına ilişkin toplantılı protesto etmek amacıyla Kabataş Tramvay durağında toplanan ve Dolmabahçe Meydanında toplanan grup içerisinde iken İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin biber gazı,cop ve tekmelerle gruba müdahale ettiğini, grup içerisinde yer alan müşteki Ezgi ÖZEN'in hamile olduğunu söylemesine rağmen karnına, sırt ve bölgelerine vurulduğunu, hastaneye kaldırılan müştekinin aldığı bu darbeler sonucunda 5 hafta 5 günlük olan bebeğini düşürdüğünü belirterek aldığı darbeler sonucu bebeğini düşürmesine yol açan, kendisine bu şekilde işkence yapan İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikayetçi olduklarını belirtmesi üzerine yapılan soruşturma sonucunda;

Müşteki Ezgi ÖZEN'in olaydan hemen sonra aynı gün Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan doktor raporunda gebe olduğu belirtilen mağdurda darp cebir izinin bulunmadığının tespit edildiği, ölü gebeliği sonlandırmanın travmaya bağlı olarak meydana gelip gelmediğinin ve müştekinin kürtaj sonucu bebeğini kaybetmesi ile var olduğu iddia edilen darp eylemi arasında illiyet bağının olup olmadığının tespiti için görüş istenen İstanbul Adli Tıp Kurumu 6.Adli Tıp İhtisas Kurulunun 25.07.2012 tarihli raporunda 'iddia edilen travma ile düşük arasında illiyet bağı kurulmasının tıbben mümkün olmadığının ' belirtilmesi ve İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığının 23.05.2012 tarihli raporunda ise '...mağdurun maruz kaldığı travmanın erken gebelik kaybına ,çocuğun düşmesine yol açtığının ' belirtilmesi üzerine ,iki rapor arasında meydana gelen çelişkinin giderilmesi amacıyla görüş sorulan İstanbul Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 20.03.2014 tarihli raporu ile '...mevcut bulgularla gebeliğin kendinden kaynaklanan bir nedene bağlı olarak bozulmuş olduğu ve B-HCG değerlerindeki düşüşün bunun sonucu olduğu, dolayısıyla olay öncesi gebeliğin sağlıklı olduğuna dair herhangi bir tıbbi belgenin olmadığı ve başvuru sonrası yapılan iki muayenede bozulmuş ve ölü gebeliğin tespit edilmiş olması ve patolojik incelemede nekrotik materyalin görülmüş olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, iddia edilen travma ile sözkonusu düşük arasında illiyet bağı kurulmasının tıbben mümkün görülmediğinin OYBİRLİĞİ ile mütalaa ' olunduğunun tespit edildiği, dolayısıyla bilirkişi raporu nedeniyle müştekinin çocuğunu düşürmesinin sözkonusu olayla bir ilgisinin bulunmadığı, atılı suçun unsurlarının oluşmadığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri olan şüphelilerin isnat edilen suçları işlemedikleri soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla;

Şüpheliler hakkında atılı suçtan dolayı belirtilen nedenlerle KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,

..."

24. Başvurucu, söz konusu kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği 26/11/2014 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"İncelenen soruşturma dosyası kapsamına göre, İstanbul C.Başsavcılığının 18/06/2014 gün ve 2014/85013 soruşturma 2014/45453 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda belirtilen gerekçe ve incelenen dosya içeriğine göre müşteki Ezgi Özen vekili Av.Gülizar Tuncer'in yerinde görülmeyen itirazının REDDİNE,

..."

25. Anılan ret kararı başvurucuya 23/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

26. Başvurucu 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

27. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

28. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

...

e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,

Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz."

29. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

 “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

31. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun olay tarihinde yürürlükte bulunan 22. maddesi şöyledir:

"Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur."

B. Uluslararası Hukuk

32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."

33. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 8/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu; katılmış olduğu barışçıl toplantı akabinde yapılan yürüyüşe kolluk görevlilerinin orantısız şekilde müdahale ettiğini, müdahale sırasında bir polis memurunun kendisini yakalayarak copla vurduğunu, daha sonra birkaç polis memurunun daha kendisine tekme attığını, kaçmaya çalışırken sırtına tekme atılması sonucu yere düşerek yaralandığını ve bu nedenle çocuk düşürdüğünü iddia etmektedir. Başvurucu tedavi amacıyla gittiği Hastanenin girişinde, kanaması olmasına rağmen yine polis memurlarınca uzun süre bekletildiğinden de yakınmaktadır. Başvurucu, bu olay nedeniyle yürütülen ceza soruşturmasının sürüncemede bırakıldığını, olay yerinde birçok kişi bulunmasına rağmen kimsenin tanıklığına başvurulmadığını, olay anına ilişkin kamera kayıtlarının incelenmediğini de ileri sürmekte; ayrıca olay nedeniyle yaralandığını ispat eden sağlık raporlarına rağmen gerçeği yansıtmayan ATK raporlarına dayanılarak kovuşturmasızlık kararı verildiğini belirtmektedir. Başvurucu ceza soruşturmasının gereği gibi yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının, kolluk görevlilerinin müdahalesi sonucu yaralanması nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlilerinin orantısız müdahalesi sonucunda yaralanması ve akabinde çocuk düşürmesi iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucunun soruşturmanın gereği gibi yürütülmediği iddiası ise kötü muamele yasağının usul boyutu kapsamında kalmakta olduğundan adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkından ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

38. Somut olayda başvurucu, yaralanması ve çocuk düşürmesiyle sonuçlanan olayın etkili bir şekilde soruşturulmadığının yanı sıra söz konusu yaralanmaya ve çocuk düşürmesine neden olan eylemin bir devlet görevlisi tarafından gerçekleştirildiğini, başka bir deyişle devletin maddi yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüş ise de başvuru formu ve ekleri ile soruşturmadaki deliller söz konusu iddiayı bu aşamada incelemeye imkân vermemektedir. Bu nedenle somut olaya ilişkin değerlendirme, başvuruya konu olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında, sadece devletin pozitif yükümlülüğüne bağlı olarak ve etkili soruşturma yükümlülüğü bakımından yapılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

40. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet; her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

41. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

42. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

43. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

44. Başvurucunun olaydan sonra Hastaneye başvurması üzerine hakkında adli rapor tanzim edildiği ve başvurucunun birkaç gün sonra Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunması üzerine de derhâl adli soruşturma başlatıldığı görülmektedir (bkz. § 13).

45. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada başvurucunun müşteki sıfatıyla, avukatları huzurunda ayrıntılı ifadesinin alınarak şikâyetlerinin dinlendiği (bkz. § 14) anlaşılmaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığı bunun dışında hızla toplaması gereken delillerden kamera kayıtlarını, şüpheli tespiti için gerekli olan olay yerinde görevli polis memur ve amirlerinin isim listeleri ile fotoğraflarını, ayrıca başvurucuya ait tedavi kayıtlarını birkaç gün içinde temin etmeye çalışmıştır (bkz. § 13). Cumhuriyet Başsavcılığı temin ettiği kamera kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır (bkz. § 17). Hastane Acil Servis girişini gösteren kamera kaydına ilişkin bilirkişi raporuna göre başvurucu, makul sayılabilecek birkaç dakika içinde Hastaneye muayene için girebilmiş; iddia ettiği gibi uzun bir süre kolluk görevlileri tarafından bekletilmemiştir.

46. Öte yandan UYAP kanalı ile yapılan inceleme neticesinde Cumhuriyet Başsavcılığınca olaya dair görgüye dayalı bilgisi olabilecek kişilerin tespiti ile bu kişilerin tanık sıfatıyla ifadelerinin alınması yoluna gidildiğine dair soruşturma dosyasında bir bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır. Ayrıca verilen kovuşturmasızlık kararında, kolluk personelince yürüyüşe yapılan müdahale anına ilişkin kamera kayıtlarına dair düzenlenen bilirkişi raporundaki hususlara da değinilmemiştir. Diğer bir ifadeyle incelenen kamera kayıtlarına göre başvurucuya karşı kolluk görevlilerince orantısız bir güç kullanımının söz konusu olup olmadığı yönünde bir tespit ya da değerlendirmeye de yer verilmediği görülmektedir (bkz. § 23).

47. Soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluk görevlilerinin anılan yürüyüşe müdahalesi ile başvurucunun çocuk düşürmesi arasında bir illiyet bağının olup olmadığı noktasında ATK'dan tıbbi rapor istenmiştir (bkz. § 21). Ayrıca başvurucunun sunduğu iki sağlık raporu da soruşturma dosyasına alınmıştır (bkz. §§ 19, 20). Üniversite Hastanesince düzenlenen, başvurucunun sunduğu sağlık raporu sonucundaki tıbbi kanaat ile ATK Kurulundan alınan rapor sonucundaki tıbbi kanaat arasında tamamen bir zıtlık olduğu için Cumhuriyet Başsavcılığı ATK Genel Kurulundan çelişkiyi giderecek bir sağlık raporu düzenlemesini istemiştir. Ancak söz konusu çelişkinin giderilmesi yönünde talep edilerek alınan ATK Genel Kurulu raporunda anılan çelişkinin giderilmediği, sadece alınan tüm sağlık raporlarının özetleri yapıldıktan sonra ATK Kurulu tarafından verilen rapor sonucunun tamamen aynısı bir sonuca varıldığı anlaşılmaktadır(bkz. § 22). Başka bir ifadeyle ATK Kurul raporu sonucunun neden tıbben doğru olduğu ve Üniversite Hastanesi rapor sonucunun neden tıbben yanlış olduğuna dair bir değerlendirme içermediği görülen ATK Genel Kurulu raporunun anılan çelişkiyi gidermekten uzak olduğu anlaşılmaktadır.

48. Benzer şekilde Cumhuriyet Başsavcılığının vermiş olduğu kovuşturmasızlık kararında ise ATK Kurulu ve Üniversite Hastanesinden alınan raporlar ve aralarındaki çelişkiden bahsedildikten sonra ATK Genel Kurulu raporunda varılan tıbbi sonuca göre suçun unsurlarının oluşmadığından bahisle kovuşturmasızlık kararı verildiği anlaşılmaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararında, tıbbi kanaat açısından raporlar arasındaki çelişkinin nasıl giderildiğine ya da bir raporun diğer rapora neden daha üstün tutulduğuna ilişkin bir açıklığın da olmadığı görülmektedir.

49. Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun şikâyetine konu edilen olayın gerçekleşme koşullarının ortaya çıkarılması için tanık ifadelerine başvurulmaması, bilirkişi incelemesi yaptırılan kamera kayıtlarına ilişkin bir tespit ya da değerlendirmeye karar gerekçesinde yer verilmemesi ve daha da önemlisi maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için kilit role sahip olan sağlık raporları arasındaki çelişkinin giderilmemiş olması hususları bir bütün olarak gözetildiğinde soruşturmanın tam ve etkin şekilde yürütülmesi noktasında gereken özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutuyla ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

51. Başvurucu, katılmış olduğu bir toplantı akabinde gerçekleştirilen barışçıl yürüyüşün kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak dağıtılması nedeniyle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

52. Anayasa’nın 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

53. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

54. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 62) ve Onur Cingil (B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 62) başvurularına dair kararlarında, kolluk kuvvetinin orantısız güç kullanarak bir toplantıya veya gösteri yürüyüşüne müdahalede bulunması nedeniyle hem kötü muamele yasağının hem de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarını içeren başvuruları nasıl inceleyeceğini belirtmiştir. Anılan kararlarda kolluk kuvvetinin kötü muamelesine maruz kalındığı şikâyeti sonrası adli makamlarca yürütülen ceza yargılaması süreci ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlaline ilişkin iddianın bir bütün hâlinde incelenmesi gerektiği vurgulanmıştır.

55. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada ve verilen kovuşturmasızlık kararında başvurucunun iddia ettiği toplantıya katıldığına ve toplantıya kolluk görevlilerince müdahale edildiğine dair bir kabulün var olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına kamusal bir müdahalenin olduğu açıktır. Müdahalenin kamu düzenin korunması genel amacına dayandığı da gözlemlenebilmektedir. Ayrıca müdahalenin 2911 sayılı Kanun (bkz. § 31) uyarınca gerçekleştirildiği yani kanuni dayanaktan yoksun olmadığı da söylenebilir.

56. Öte yandan başvurucuya ait ifade zaptında başvurucunun vekillerinin olay nedeni ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının da ihlal edildiği yönünde ileri sürdükleri bir şikâyetin var olduğu da görülmektedir (bkz. § 15). Ancak Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararında, şikâyete konu edilen toplantı ve akabinde yapılan yürüyüşe ilişkin iddia edilen orantısız kamu müdahalesi hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Oysa söz konusu toplantı ve yürüyüşün gerçekleşme şartları, yürüyüşe kolluk kuvvetince yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığı, gerekli ise orantılı bir şekilde müdahale edilip edilmediği konularında yapılacak yargısal bir değerlendirme başvurucunun yaralanması olayı ile de ilgili ve iç içedir. Dolayısıyla başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasını şikâyetleri arasında saymasına ve bu iddianın yaralanma şikâyeti ile bağlantılı olmasına rağmen Cumhuriyet Başsavcılığınca varılan nihai yargısal karar gerekçesinde bu hususa yer verilmemesi anılan temel hakkın korunması yönünde gerekli özenin gösterilmediğini ortaya koymaktadır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

59. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ile miktar belirtmeksizin maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

60. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

61. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

62. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

63. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin yargısal bir karara varmak için gerekli olan deliller (özellikle çelişkiyi giderecek bir sağlık raporu) toplanmadan Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

64. Bu durumda kötü muamele yasağı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun şekilde çelişkileri tam olarak gideren bir tıbbi bilirkişi raporu alındıktan sonra yeniden bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (soruşturma No: 2010/85013) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

65. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

66. Kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmış olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 17.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağına ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 17.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin İstanbul Adli Tıp Genel Kuruluna GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ ÇERKEZOĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/1737)

 

Karar Tarihi: 18/7/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 12/9/2019-30886

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportörler

:

Hüseyin MECEK

 

 

Yücel ARSLAN

Başvurucular

:

1. Ali ÇERKEZOĞLU

 

 

2. Ali KÜÇÜK

 

 

3. Elif KIRTEKE

 

 

4. Eriş BİLALOĞLU

 

 

5. Hüseyin DEMİRDİZEN

 

 

6. Mehmet Nazmi ALGAN

Vekili

:

Av. Oya Meriç EYÜBOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 1 Mayıs gösterilerine yapılan polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Olay tarihinde başvurucu Ali Küçük ve Mehmet Nazmi Algan, İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi; Elif Kırteke ve Ali Çerkezoğlu, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi; Hüseyin Demirdizen, İstanbul Tabip Odası genel sekreteri; Eriş Bilaloğlu TTB Merkez Konseyi genel sekreteri olarak görev yapmaktadır.

9. Başvurucular 1 Mayıs 2009 Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri kapsamında İstanbul Taksim Meydanı’na giderken Pangaltı mevkiinde polis engeline takılarak gaz, basınçlı su ve fiilen yapılan müdahaleden dolayı TTB ve kendi adlarına 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 115.,86., 256. ve 170. maddelerinde düzenlenen inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarından soruşturma yapılması için 7/5/2009 tarihinde (kapatılan) Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunmuşlardır. Başvuruculardan ayrı olarak beş farklı şikâyetçi grubun yer aldığı dosyalar tek bir dosyada birleştirilerek altı soruşturmanın tamamı birlikte yürütülmüştür. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı kapatıldıktan sonra soruşturma İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) sürdürülmüştür.

A. Başvurucuların Beyanları

10. Başvurucular 7/5/2009’da TTB ve kendileri adına suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu Eriş Bilaloğlu 10/7/2009’da kollukta, Hüseyin Demirdizen 22/10/2009, diğer başvurucularsa 14/5/2014, 11/6/2014, 23/6/2014 tarihlerinde Savcılıkta ifade vermiştir. İhbar dilekçesine ve başvurucuların beyanlarına göre olayların gelişimi şöyledir:

i. TTB’nin de aralarında bulunduğu bazı sendika ve meslek kuruluşları 1 Mayıs 2009 kutlamalarında birlikte hareket etmeyi kararlaştırmıştır. 1977 yılında Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarında otuz altı emekçinin ölümünün aydınlatılması, 1 Mayıs’ın ilk kez o yıl resmî bayram olarak kutlanacak olması, ekonomik krizde bir milyon işçinin işini kaybetmesi,1 Mayıs’ın Türkiye’de yüzüncü yılının kutlanması o yılki etkinliklerin önemini daha da artırmıştır.

ii. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve TTB başkanları Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Hükûmet temsilcileriyle yaptıkları görüşmelerde 1 Mayıs’ın barışçıl biçimde kutlanması isteğini karşılıklı olarak dile getirmişlerdir. Buna ilişkin yaptıkları basın bildirilerine karşılık olarak İstanbul Valisi'nin yaptığı açıklamalarla toplumsal atmosferin gerildiğini ifade etmişlerdir.

iii. Başvurucular olay günü saat 07.30’da TTB, KESK, DİSK ve TMMOB tarafından çağrısı ve başvurusu yapılmış olan 1 Mayıs anma etkinliklerine katılmak üzere Şişli Etfal Hastanesi önündeki yolda toplanmıştır. Şişli Etfal Hastanesinden Halaskargazi Caddesi’ne hareket ettikleri sırada polis tarafından durdurulmuşlardır. Hastanenin bahçesi ve Acil Servis civarında toplanan gruba ikaz edilmeden gaz bombası atılmıştır. Polisle yaklaşık kırk beş dakika süren görüşmeden sonra bariyerler açılarak geçişlerine izin verilmiştir.

iv. Ana caddeye çıkan grup bir müddet sonra tekrar polis tarafından durdurulmuş; Valilik ve emniyet yetkilileriyle önceki günlerde yaptıkları görüşmede etkinliği düzenleyen dört meslek kuruluşunun makul sayıda temsilcisinin Taksim’e geçişine izin verileceğinin söylendiğini grup, polise hatırlatmıştır. Yaklaşık bir saat bekledikten sonra grup tekrar ilerlemiştir.

v. Pangaltı’da polis, grubun önünü tekrar kesmiştir. Saat 15.00 civarında polis, göstericilere dağılmaları gerektiğini bildirmiştir. Saat 16.00 sularında toplantının barışçıl niteliğini bozucu hiçbir neden yokken grubun etrafı Çevik Kuvvet tarafından sarılmıştır. Yaklaşık on doktor zor kullanılarak polis aracına bindirilmiştir. Bunların arasında başvurucu Eriş Bilaloğlu ve Ali Çerkezoğlu da bulunmaktadır. Polis aracına alınmayan göstericilerse kalkan ve copla darbedilip göstericilerin üzerine tazyikli su sıkılmıştır. Başvurucu Ali Çerkezoğlu bu sırada bacağına gelen tekmeyle yaralanmıştır. Fakat başvurucu tekme atan kişiyi teşhis edemeyeceğini söylemiştir. Orada bulunan CNN Türk muhabiri bu görüntülerin bir kısmının canlı olarak yayımlanmasını sağlamıştır. Yapılan girişimler üzerine Eriş Bilaloğlu ve Ali Çerkezoğlu yarım saat sonra serbest bırakılmıştır. Kendileriyle müzakere yaptıkları Güvenlik Şube Müdürü E.Ç. ve ismini tespit edemedikleri Çevik Kuvvet amirinin talimatı üzerine polisin yaptığı müdahale yüzünden başvurucular Taksim’e gidemeden dağılmak zorunda kalmıştır. Gösteriler sırasında cop, kalkan, plastik mermi ve yoğun gaz kullanıldığı öne sürülmüştür.

B. Başvurucu Ali Çerkezoğlu’nun Adli Muayenesi

11. Başvurucu Ali Çerkezoğlu hakkında Haydarpaşa Numune Hastanesi 3/5/2009 günü rapor tanzim etmiştir. Raporda muhtemel travma sonucu sol tibia (kaval kemiği) üzerinde yaklaşık 3 cm çaplı ödem, 1x0,5 cm alanda hafif kabuk bağlamış sıyrık, arkada 2x3 cm hiperemik alan bulunduğu kayıtlıdır. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 10/4/2014 tarihli raporuna göreyse tespit edilen bu yaralar, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek ölçüde hafiftir.

12. Diğer başvurucuların yaralandıklarına yönelik bir iddia ve rapor mevcut değildir.

C. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi

13. Savcılık 21/12/2012 tarihinde üzerinde "1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı Kortej Yürüyüşü”"1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı 25-50/01-08 Metrajları Arası” yazılı iki DVD, “1 Mayıs 2009 CNN Türk” yazılı CD ile üzerinde yazı bulunmayan CD olmak üzere dört görüntü kaydını incelemiştir.“1 Mayıs 2009 CNN Türk” yazılı CD’yi şüpheli E.Ç.nin savunmasına ilave olarak sunduğu aşağıda açıklanmıştır (bkz. § 15). Diğer üç kaydın kim tarafından ne şekilde elde edildiği ya da kimin ibraz ettiği konusunda soruşturma dosyasında ve başvuru formunda bir açıklama bulunmamaktadır. Bilirkişi raporunda siyah-beyaz çıktısı alınan, resim şeklinde basılan görüntüler net değildir. Kamera kayıtlarındaki yerin başvuru konusu olayların meydana geldiği yer olup olmadığı, başvurucuların kameralara yansıyan bir görüntüsünün bulunup bulunmadığı hususunda bir tespit olmamakla birlikte bilirkişi raporunun içeriği şöyledir:

i. “1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı Kortej Yürüyüşü” isimli 1 saat 53 dakika 47 saniyelik DVD: Kayıt zamanı 00.24.05 ve 00.44.50’i gösterdiğinde taş atan gruba polis müdahale etmekte, 01.03.44’te polis kalabalığa biber gazı sıkmaktadır.

ii. “1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı 25-50/01-08 Metrajları Arası” isimli 1 saat 57 dakika 27 saniyelik DVD: Kayıt zamanı 00.32.16’yı gösterdiğinde yan sokakta bir grup sopalarla uzaklaşmaktadır.

iii. “1 Mayıs 2009 CNN Türk” isimli 2 dakika 58 saniyelik CD: Ekranda sunucu ve iki konuşmacının yorumlarının ses çözümü yapılmış fakat konuşma sırasındaki görüntü çözümleri yapılmamıştır (Başvuru dosyasına ibraz edilen bu CD’nin Anayasa Mahkemesi tarafından izlenmesi sonucunda polisle göstericilerin itiştiği, bazı kısımlarda polisin kalkanlarını göstericilere karşı siper ettiği, gözlüklü bir kadın göstericin birkaç polis tarafından kollarından tutulup götürülmeye çalışıldığı gözlenmiştir.).

iv. İsimsiz CD içinde iki video kaydı mevcuttur.

- Bunlardan “1 Mayıs Dayak” isimli görüntü kaydı 1 dakika 58 saniye sürmektedir. Beş altı kişilik bir polis grubu, yerdeki birini tekme ve copla bir dakika boyunca dövmektedir, yerde yatan kişi kafasına ve vücudunun her yerine darbe almıştır.

“26997” isimli ikinci görüntü kaydında ise bir polis aracının geçişi sırasında göstericiler araca taş atmaktadır. Polis aracından gelen “Kaçmayın ulan, gelin, gelin, vatan hainleri, gelin ulan.” şeklinde anons sesi işitilmektedir.

D. Şüphelilerin Savunmaları

14. Emniyet Müdürü Y.A. 6/6/2013 günü Savcılıkta alınan savunmasında şunları dile getirmiştir:

i. İstanbul Emniyet Müdürlüğünde mali şube müdürü olarak görevli olan Y.A. 1 Mayıs 2009 günü Taksim Meydanı’nda yapılacak gösterilerde Pangaltı’da bulunan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il binası önünde bulunan ekiplerin başında görevlendirilmiştir. CHP'den bir grup, Avrupalı parlementerler, farklı partilerden milletvekilleri, bazı sivil toplum örgütü ve sendika temsilcilerinden oluşan beş bin civarında kişinin Taksim Meydanı’na girişine izin verilmiştir.

ii. Daha sonra gösterileri provoke etmek için geldiği her hâlinden belli olan bazı marjinal gruplar ortaya çıkmıştır. Taksim'deki göstericileri kışkırtmak için geldiği düşünülen bu grupların geçişine polis izin vermemiştir. Taksim’deki etkinliğin sükûnet içinde geçmesi ile göstericilerin güvenliklerini sağlama kaygısı bunda önemli etkenlerdir. Ellerindeki bazı pankartlar, kıyafetleri, yüzlerini gizlemeleri, toplanırken polise karşı gösterdikleri tahrik edici tutumlar polisin bazı grupları sorunlu olarak değerlendirmesine yol açmıştır.

iii. Marjinal grupları ikna amacıyla yürüttükleri müzakerelerin sonuç vermemesi ve gruptakilerin güvenlik görevlilerine taş, sopa ve molotofkokteyliyle saldırıya geçmesi üzerine polis, orantılı bir şekilde güç kullanmak zorunda kalmıştır. Bu kişilerin saldırgan davranışlarını önleme amacı dışında polis, bunlara zarar verici zor kullanma yöntemlerini tercih etmemiştir. Y.A.ya göre başvurucuların iddiaları gerçek dışı, suçlamalar asılsızdır.

15. Emniyet Müdürü E.Ç. 28/5/2013’te Kars Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı savunmasını ve ekinde CNN Türk canlı yayın görüntülerinin bulunduğu CD’yi ibraz etmiştir. Şüpheli Emniyet Müdürü E.Ç. ve H.Y. nin de imzalarının bulunduğu, saat 15.30’da tanzim edilen Olay Tutanağı ve E.Ç.nin yazılı savunmasındaki bilgiler özetle şöyledir:

i. Daha önceden Valilikçe izin verilen makul sayıda göstericinin Taksim'e geçişine izin vermek, yasa dışı grupların geçişini engellemek amacıyla saat 08.00 ile 10.00 arasında sorumlu olduğu Halasgargazi Caddesi’yle Rumeli Kavşağı’nın kesiştiği yerde polis konuşlanmıştır. Arama noktasından geçirilen göstericilerden bir kısmı olaysız biçimde Taksim’e yönlendirilmiştir. TTB mensubu 150-200 kadar kişi Taksim’deki kutlamalar başladıktan üç saat sonra, kutlamanın bitmesine bir saat kala saat 13.00’te 30 No.lu kapama noktasına gelmiştir.

ii. Bu esnada İstanbul’un farklı bölgelerinde yasa dışı gruplarla polis arasında çatışmalar başlamıştır. TTB grubunun Taksim’e gitme talebi amirlere iletilmiş; civardaki çatışmalar yüzünden güvenliğin sağlanmasının zor olduğu, kutlamalara katılmakta geciktikleri gerekçesiyle talepleri reddedilmiştir. Bunun üzerine grup oturma eylemi yaparak yolu trafiğe kapatmıştır. Saat 14.00 itibarıyla Taksim’deki kutlamalar sona ermiştir. Geçişlerine izin verilmediği müddetçe oturma eylemini sonlandırmayacağını söyleyen ve saat 14.45’e kadar ikna edilemeyen gruptaki direnen kişilere karşı gaz, basınçlı su kullanılmadan, Çevik Kuvvet tarafından orantılı bir güçle ve yaralanmaya neden olunmadan kişilerin kaldırıma çıkarılması sağlanmıştır. Grup kaldırımda basın açıklaması yapmıştır. Bu konuda CNN Türk canlı yayınındaki görüntüler de dilekçeye eklenmiştir. Bu görüntüler uygulanan gücün orantılı olduğuna işaret etmektedir. Şüphelinin görev yaptığı 30 No.lu kapama noktasında gaz ve basınçlı suyla müdahale yapılmamıştır. Şüpheliye göre şikâyetçiler, diğer bazı yerlerde gaz ve basınçlı suyla yapılan müdahaleyi kendisinin görevli olduğu noktada yapılmış gibi gösterme çabasına girmiştir. Şüpheli, kendisine bu yolla iftira atan müştekilerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir.

16. Olay Tutanağı'nda ve kovuşturmasızlık kararında adı geçen şüphelilerden Emniyet Müdürü H.Y.nin savunmasının alındığını gösteren bir belge UYAP kayıtlarında bulunmamaktadır.

17. Emniyet Müdürü M.Y. 20/5/2013 tarihinde Bafra Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde, görevli olduğu Şişli bölgesinde göstericilere herhangi bir müdahale olmadığını ifade etmiştir.

18. Emniyet Müdürü M.P. 4/6/2013 tarihinde Diyarbakır Başsavcılığında istinabe yoluyla alınan ifadesinde Harbiye Demokrasi Parkı’ndaki olaylardan bahsetmiştir.

19. Emniyet Müdürü O.Y. 4/6/2013 tarihinde Mersin Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde 2008 yılındaki olaylarla ilgili anlatımda bulunmuştur. Keza istinabe evrakları ekinde 1 Mayıs 2008’deki tutanakların olduğu görülmüştür.

E. Soruşturmada Yapılan Diğer İşlemler

20. Olay günü saat 15.00’te CHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde görevli beş polis memuru tarafından tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta özetle şu tespitler yapılmıştır:

DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve yetmişe yakın sivil toplum kuruluşu tarafından yapılan açıklamalarda 1 Mayıs 2009 günü saat 10.00’da Şişli ilçesi Pangaltı Cumhuriyet Caddesi’ndeki CHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde toplanarak 1 Mayıs 1977’de vefat eden işçileri anmak ve Atatürk Anıtı’na çelenk bırakmak için Beyoğlu Kaymakamlığına yaptıkları müracaattan sonra belirtilen yerde emniyet tedbirleri alınmıştır. Pek çok sivil toplum kuruluşu, parti başkanı ve temsilcileriyle bazı milletvekillerinden oluşan yaklaşık 2.500 kişilik grubun Taksim Meydanı’na geçmek üzere hareketine izin verilmiş, saat 11.45 sularında Divan Kavşağı’na gelindiğinde 100-150 kişilik grubun korteje alınmadığı gerekçesiyle yirmi dakika bekletilen kortej 12.05’te yeniden harekete geçmiştir. Yürüyüş sırasında bazı marjinal grupların katılımıyla grup 3.000 kişiye ulaşmıştır. Saat 13.30’da etkinliklerin sona ermesine ve polisin ikazına karşın gösteri mahallini terk etmeyen grup süpürme yöntemiyle dağıtılmıştır.

21. Savcılık 8/3/2012 tarihli tutanakla fotoğrafları temin edilen şüpheli polislerin teşhisi amacıyla müştekilerin en kısa sürede hazır edilmesi için avukatlarına bildirimde bulunmuştur.

22. Müşteki TTB Merkez Konseyi 29/5/2012 tarihli dilekçeyle üç yıldır süren soruşturmanın neticelendirilmesi talebinde bulunmuştur. Dilekçede; gösterdikleri tanıkların dinlenmediği, sanıklardan yalnız Emniyet Müdür Yrd. M.A.nın ifadesinin alındığı, onun da olay günü Şişli Mecidiyeköy Boğaz Köprüleri bölgesinde sorumlu olduğunu ifade ettiği, soruşturmanın özensiz yürütüldüğü, Savcılığın yazdığı müzekkerelerde 1 Mayıs 2008 tarihinde gerçekleşen olaylarla ilgili bilgilerin sorulduğu, olaydan iki yıl sonra ilk kez 7/4/2011’de olay tarihi ve yerinin doğru biçimde gösterilerek müzekkere yazılabildiği, 1 Mayıs’ta farklı yerlerde meydana gelen olaylarla ilgili dosyaların birleştirilerek görülmesinin soruşturmada ilerleme kaydedilememesinde en önemli etken olduğu ifade edilerek dosyaların ayrılması talep edilmiştir. Buna ilaveten polislerde kask bulunmasından dolayı yüzlerinin görülmemesi, görülse dahi aradan geçen üç yıldan sonra müştekilerin polisleri tanımalarındaki güçlük dikkate alınarak teşhis işleminden vazgeçilmesi istenmiştir.

23. Emniyet Müdürlüğünden gelen bazı yazıların 2008 yılındaki 1 Mayıs olaylarına dair tutanaklar olduğu görülmüştür.

24. İstanbul Tabip Odasının 22/7/2013 günlü dilekçesiyle soruşturmanın tefrik edilmesi istemi tekrarlanmıştır. Bu dilekçede soruşturma savcısının sık sık değiştirilmesi de eleştiri konusu yapılmıştır.

25. İstanbul Tabip Odasının 23/7/2014 günlü dilekçesinde soruşturmanın üzerinden beş yıl geçmesine karşın netice alınamadığı, şikâyetçi oldukları İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü ve E.Ç. isimli şüpheli hakkında işlem yapılması talep edilmiştir.

26. İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü hakkındaki soruşturmada işlem yapılması talep edilmişse de bu talepten önce 11/5/2009 tarihinde anılan kişilerle ilgili soruşturmanın görevsizlik kararıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği görülmüştür. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı aynı yıl kayıttan düşme kararı vermiştir.

F. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar

27. Savcılık 6/11/2014 tarihinde kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Yedi şüphelisi bulunan kararın üçüncü sıradaki şüphelisi "Taksim-Şişli-Pangaltı’da görevli polis memurları" şeklinde adlandırılmıştır. İstanbul Tabip Odası, TTB Merkez Konseyinin de içinde bulunduğu, diğerleri gerçek kişi olan toplam on üç müştekisi olan kararın gerekçesinin başvurucuları ilgilendiren kısımları şöyledir:

 “…

Mağdur-Müşteki Ali Çerkezoğlu'nun Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğünden aldırılan Adli Tıp Raporunda olay nedeniyle basit tıbbi tedavi ile giderilebilecek şekilde yaralanmış olduğunun tespitlendiği;

Olayla ilgili olarak temin edilen ve ibraz edilen bütün kamera görüntüleri ile CNN Türk haber kanalından temin edilen 1 Mayıs ile ilgili haber görüntüsü ve olay görüntüleri bilirkişi tarafından çözümletilerek dosya içine alındığı ve incelendiği, Emniyet Müdürlüğünden görevli polis memurlarının görev belgeleri ve görev talimatlarının temin edildiği;

2009 1 Mayısında görevli bulunan şüphelilerin alınan savunmalarında suçlamayı kabul etmedikleri İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğünün yasa ve yönetmelik hükümleri gereğince kendilerine verdikleri görevlerini yerine getirdiklerini beyan etmişlerdir.

 [Bu kısımdan sonra olay ve olguların 20. paragrafında özetlenen 1/5/2009 günü saat 15.00’te CHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde görevli beş polis memuru tarafından tanzim edilen, toplam altı paragraftan müteşekkil tutanağın ilk beş paragrafı aynen aktarılmıştır.]

Ancak kortejin geçişinden sonra Pangaltı ve civarlarına gelenlere Taksime geçiş izni verilmediği, bu şekilde saat 11.45 sıralarında gelen TTB üyelerine de izin verilmediği, ancak görüşme sonrasında TTB'den altı kişinin temsilci olarak geçişine izin verildiği ve Divan Kavşağı’nda bekleyen asıl guruba katıldıkları, ancak geçişine izin verilmeyen diğer TTB üyeleri ile marjinal guruplara yasa ve yönetmelik gereği dağılmamaları ve direnmeleri üzerine müdahalede bulunulduğu böylelikle güç kullanılarak dağıtıldıkları, müdahale sırasında orantısız güç kullanıldığına ilişkin delil elde edilemediği, ayrıca müdahale sırasında basınçlı su ve gaz bombası ve plastik mermi kullanımının yönetmeliğe uygun bulunduğu, yönetmeliğin idare mahkemesince iptal edilebileceği ve alana kısmen veya tamamen geçiş kararının şüphelilerin yetki ve sorumluluk alanlarında bulunmadığı bu nedenlerle şüphelilerin eylemlerinde müsnet suç unsurlarının ve başkaca kamu adına takibi gerektirir suç unsurları oluşmadığı anlaşıldığından... [kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.]

28. Bu karara yapılan itiraz İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliğince 9/12/2014 tarihinde reddedilmiştir.

29. 29/12/2014 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 28/1/2015 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunulmuştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

30. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38), Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

32. Başvurucular;

i. Birçok sivil toplum örgütünün birlikte tertip ettiği 1 Mayıs 2009 günü etkinliklerinde makul sayıda kişinin Taksim Meydanı’na girişine izin verileceği yönündeki Valilik açıklamasına karşın aralarında TTB’ye bağlı sağlık çalışanlarının da bulunduğu birçok kişinin gaz, basınçlı su, plastik mermi, cop ve kalkanlara maruz kaldığını, kendilerinin de Taksim’e gitmelerine izin verilmediğini, polis bariyerleriyle kapatılan yollarda uzun süre bekletildiklerini, başvurucu Eriş Bilaloğlu ile başvurucuların dışında bir asistan hekimin polisle müzakere etmek istemesine karşın gözaltına alındığını, hiçbir direnç göstermemelerine karşın başvurucu Eriş Bilaloğlu’nun bacağından yaralandığını, polis otobüsünde otuz dakika bekletildikten sonra kendisinin serbest bırakıldığını, başvurucu Elif Kırteke’nin kullanılan kimyasal gaz yüzünden ağır solunum sıkıntısı çektiğini, diğer başvurucularınsa gazdan etkilendiğini ve basınçlı suya maruz kaldığını,

ii. Savcılığa yaptıkları müracaatın 1 Mayıs’ta İstanbul’da meydana gelen ne kadar olay varsa tümünün birleştirildiği torba bir dosyaya dâhil edildiğini, olay yeri, fail ve mağdurları bakımından aralarında irtibat olmayan dosyaların birleştirilmesinin soruşturmayı çıkmaza soktuğunu, tefrik taleplerinin kabul edilmediğini, bunun da soruşturmanın beş yılı aşan bir sürede neticelenmesine yol açtığını,

iii. Dört kez savcısı değişen soruşturmanın bütünüyle etkisiz yürütüldüğünü,

iv. Kararın gerekçesinde dile getirdikleri şikâyetler, adli raporlar ve kamera görüntülerinin tartışılmadığını, itiraz merciince de bu taleplerin karşılanmadığını, yalnız polis memurlarının düzenlediği taraflı tutanaklara ve hatalı fezlekelere itibar edildiğini belirterek kötü muamele yasağı ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

33. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:

"Madde 17 - Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

34. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların adil yargılanma hakkını ilgilendiren şikâyetleri, kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı bakımından ayrıca inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Başvurucu Ali Küçük, Mehmet Nazmi Algan, Elif Kırteke, Hüseyin Demirdizen ve Eriş Bilaloğlu Bakımından

35. Başvurucular, Taksim Meydanı’na girişine izin verilen sınırlı sayıdaki gruba katılma girişimlerinin toplantının barışçıl niteliğine zarar veren bir eylemleri bulunmamasına karşın polisin zor kullanması neticesinde engellendiğini, cebir vasıtası olarak kullanılan kalkan, gaz ve basınçlı sudan etkilendiklerini, soruşturmanın makul sürat ve özenle yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.

36. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

37. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

38. Bununla birlikte bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kalabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

39. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da hesaba katılmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

40. Başvurucular, polisin müdahalesi yüzünden yaralandıklarını öne sürmedikleri gibi bu konuda adli muayene raporu da sunmamışlardır. Başvurucular yoğun gaz ve basınçlı sudan etkilendiklerini ileri sürmüşlerse de ciltte, gözde, ağızda, burunda ve soluk borusunda kızarıklık, yanma, tahriş, solunum yetersizliği, kusma gibi fiziksel açıdan insan bedenine tesir eden ve hekim tarafından tıbben tespiti mümkün olan -varsa- bu mahiyetteki semptomların tespiti için bir girişimde bulunmamışlardır.

41. Başvurucular üzerinde ciddi bir fiziksel etki doğurduğu ortaya konulamayan biber gazı ve basınçlı su, manevi açıdan da kötü muamele yasağının asgari eşiğini aştığının kabul edilmesi için yeterli görülmemiştir. Başvurucuların bu iddiaları dışında toplantıya yapılan polis müdahalesinin korku, elem, aşağılanma duygusuna neden olduğunu, insanlık onurlarını zedelediğini gösteren tehdit, hakaret gibi başka bir argümanın bulunmayışı da eşik değerlendirmesinde dikkate alınmıştır.

42. Demokratik toplumların en temel değerlerinden olan, Anayasa’nın 15. maddesine göre olağanüstü hâllerde dahi askıya alınmayan, mutlak nitelikte, hiçbir istisnası bulunmayan (Cezmi Demir ve diğerleri, § 104), en vahim insan hakkı ihlallerinden birini teşkil eden kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların aynı ölçüde ciddi, açık, tutarlı delil ve/veya emarelerle desteklenmesi gerekir.

43. Kötü muamele yasağının asgari eşiğini aştığını kabul edebilecek düzeyde başka bir savunulabilir iddiası da bulunmayan başvurucuların yoğunluğu ve tesiri tespit edilemeyen biber gazı ya da basınçlı suya maruz kalmaları da başlı başına bu eşiğin aşılması için yeterli görülmemiştir.

44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucu Ali Çerkezoğlu Bakımından

45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

46. Başvurucu özetle katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin yaptığı müdahaleden ötürü yaralanması hususunda etkisiz ve özensiz biçimde yürütülen ceza soruşturmasından netice alamadığını ileri sürmektedir.

47. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirlediği ilkeler Özge Özgürengin başvurusunda açıklanmıştır (aynı kararda bkz. §§46-54, 70-80).

48. Başvurucunun dosyaya ibraz ettiği adli muayene raporları iddiaların savunulabilir düzeyde olduğunu göstermektedir. Nitekim yapılan soruşturma sonucunda başvurucunun güvenlik güçlerinin müdahalesiyle yaralandığı kabul edilmekle birlikte bunun kolluğun zor kullanma yetkisini orantısız bir şekilde aşarak başvurucuyu yaraladığına dair kamu davası açılmasına yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmasızlık kararı verilmiştir.

49. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklı kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 81).

50. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 94).

51. Görüldüğü üzere müdahalenin gereklilik ve oranlılık değerlendirmesinde genel olarak gösterinin barışçıl olup olmadığı, bilhassa başvurucunun buna menfi yönde tesir eden bir tutum takınıp takınmadığının belirlenmesi devletin negatif yükümlülüğü bağlamındaki kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin ele alınmasında anahtar role sahiptir. O hâlde savunulabilir ve makul düzeydeki kötü muamele iddialarında adli mercilere düşen görev, bu konudaki belirsizlikleri giderecek mahiyette etkili bir soruşturma yürütülmesidir.

52. Başvurucudaki yaralanmanın güvenlik güçlerinin müdahalesiyle gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Toplantıya müdahaleden sonra başvurucu, yakaladıktan kısa bir süre polis aracında bekletilip sonrasında serbest bırakıldığını ileri sürmüştür. Soruşturma dosyasında yakalama ve gözaltına alma tutanağı bulunmadığı gibi hakkında görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet gibi suçlardan başvurucu hakkında adli soruşturma başlatılmadığının altı çizilmelidir.

53. Kötü muamele iddiasıyla karşılaşan soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen ve derhâl harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerektiği Genel İlkeler kısmında açıklanmıştır.

54. Yetkililerce bu kapsamda, soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanık ifadeleri, bilirkişi incelemeleri gibi söz konusu olaylarla ilgili tüm kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tedbirler alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015,§ 73). Buna karşın soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemleri listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

55. Başvurucunun şikâyeti üzerine derhâl başlatılan soruşturmada Savcılık tarafından olay yeri civarındaki MOBESE kayıtları, kamu kurumları ve işyerlerinin güvenlik kamerası kayıtlarının bulunup bulunmadığı hususunda araştırma yapılmamıştır. Toplumsal olaylara müdahale araçları (TOMA) ve diğer polis taşıtlarında kamera kaydı yapılıp yapılmadığı, yazılı ve görsel basında yer alması kuvvetle muhtemel olaylara ilişkin basın yayın kuruluşlarında görüntü olup olmadığı, görüntü kaydeden basın mensubu gibi tanıkların tespit edilip dinlenmesi gibi delillerin elde edilmesi için hiçbir girişimde bulunulmamıştır.

56. Başvurucunun maruz kaldığı darbın hangi kolluk görevlisi veya görevlilerinin davranışı neticesinde meydana geldiği sorusunun cevabının bulunması hususunda da yeterli özen ve çaba gösterilmemiştir. Şüphelilerin beyanları özünde savunmaya ilişkin olmakla birlikte bunların aynı zamanda -ikrar vb. bir durum bulunmaması hâlinde dahi- kanıt unsuru olarak kullanılmasını kısıtlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durum şüphelilerin tespitinin öneminin göstergesidir. Faillerin kimliğinin üniforma ve kasklarındaki isimlik ya da sicil numarasından tespiti için adım atılmamıştır. Soruşturmanın en başında yapılması gereken fotoğraf teşhisinin olayın üzerinden dört yıl geçtikten sonra icra edilmek istenmesi, aradan geçen zaman gözetildiğinde faydasız bir çaba olarak kalmıştır. Bunu anlayan başvurucular vekili bu işlemden vazgeçilmesi talebinde bulunmuştur. Keza Savcılık tarafından teşhis yaptırıldığını gösteren bir tutanak dosyada mevcut değildir.

57. Hakkında soruşturma yürütülen altı şüpheliden dördü İstanbul Emniyet Müdürlüğünden talep edilen görev belgelerine göre olay mahallinde vazifeli polis amiridir. Diğer iki şüpheli ise 15.30’da düzenlenen Olay Tutanağı'nı imzalayan dört kolluk amirinden ikisidir. Olay Tutanağı'nda adı geçen dört kişinden hangi kıstaslara göre seçildiği anlaşılamayan ikisi soruşturmaya dâhil edilirken diğerleri hakkında soruşturma başlatılmamıştır. Öte yandan kararın üçüncü sırasındaki şüphelinin Taksim-Şişli-Pangaltı’da görevli polis memurları şeklinde anonim olarak adlandırıldığı görülmüştür.

58. Fail sayısının henüz bilinmediği aşamada soruşturmanın hangi ölçütlere göre seçildiği tespit edilemeyen altı şüpheliye hasredildiği anlaşılmaktadır. Kötü muamele kapsamındaki olaylara ilişkin soruşturmaların olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini ortaya koyacak şekilde yürütülmesi yerine sadece belirli kişi/kişilerin olayla ilgisi olup olmadığıyla sınırlı biçimde yürütülmesi, usul yükümlülüğünün yerine getirilmesi bakımından yeterli olmayıp (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 89) gerçeğe ulaşma çabasını kısıtlayıcı etkiye sahiptir. Bu yüzden sadece bazı şüphelilere odaklanarak koşullu bir şekilde yürütülen soruşturmanın başarıyla tamamlanması mümkün görülmemiştir.

59. Şüpheli ve müştekilerin bir kısmının beyanlarının takriben dört yıl sonra alınmış olması da soruşturmaya ciddiyetiyle bağdaşacak ölçüde, özenle yaklaşılmadığını yansıtan bir başka olgudur.

60. Başvurucu, şikâyetinin aynı gün İstanbul’da 1 Mayıs’ta meydana gelen ve aralarında olay yeri, fail ve mağdurları bakımından irtibat bulunmayan dosyalarla birleştirilmesinin soruşturmayı açmaza sürüklediğini ileri sürmüştür.

61. Soruşturmanın hangi yöntem ve sıraya göre yapılacağı soruşturma tekelini elinde bulunduran savcının seçimine kalmıştır. Ancak savcı bu konuda takdir yetkisini kullanırken seçilen yöntemin alternatiflerine göre fiil ve failler arasında irtibat kurulmasını sağlayacak sorulara cevap bulabilecek güçte olanını tercih etmelidir (Bayram Tuğrul Yıldırım ve Hasan Yıldırım, B. No: 2014/5280, 24/5/2018, § 112).

62. Farklı yerlerde meydana gelen, müşterek şüpheli ve mağduru bulunmayan dosyaların birleştirilmesi taraf sayısındaki artış, soruşturma sürecinin uzaması vb. nedenlerle her bir dosyaya özgü delil toplanmasındaki güçlüklerin diğerlerine de sirayet ederek bütünsel olarak büyümesine yol açacağından olay üzerindeki sis perdesinin kaldırılması bakımından elverişli bir yöntem olarak görülmemiştir.

63. Kaldı ki aralarında irtibat bulunmayan soruşturmaların birleştirilmesi, mağdurun etkili katılımı açısından da olumsuz sonuçlar doğurabilir. Şöyle ki başvurucunun 22/7/2013 ve 23/7/2014 günlü ayırma taleplerinin karşılanmaması, diğer dosyalarda toplanması gereken fakat kendisi açısından bir yarar sağlamayan soruşturma işlemlerinin sonucunu gereksiz yere beklemesine, dosya hacminin genişlemesine, dolayısıyla soruşturmadaki meşru menfaatlerini korumakta sıkıntı yaşamasına yol açmıştır. Başvurucunun dosyadaki belge fotokopilerini elde edebilmesi varılan bu sonucu değiştirmekte yetersiz kalmaktadır.

64. Başvurucu soruşturma ve itiraz aşamasında, öne sürdüğü talep ve itirazların karşılanmadığını iddia etmiştir. Başvurucunun tefrik taleplerini Savcılığın incelememesi, İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin deliller arasında irtibat kurulmadan karar verildiği yönündeki itirazı değerlendirmemesi de mağdurun soruşturma sürecine etkili katılımını önlemiştir (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, B. No: 2013/7907, 21/4/2016, § 115; Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 102).

65. Başvurucu, yalnız polis memurlarının düzenlediği yanlı tutanak ve hatalı fezlekelere itibar edilerek karar verilmesinin soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerini zedelediğini ileri sürmüştür.

66. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele iddialarına ilişkin yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Somut olayda, olayın potansiyel şüphelileri tarafından 1/5/2009 günü saat 15.30’da düzenlenen yedi paragraflık Olay Tutanağı'nın altı paragrafına kararda yer verildiği görülmüştür. Kararda müştekilerin (başvurucular) iddiaları ile soruşturmada yapılan bazı işlemler özetlendikten sonra özellikle değerlendirme kısmının çatısını oluşturan, doğruluğu başka delillerle desteklenmeyen Olay Tutanağı'nın tek başına hükme esas alınmasının tarafsız ve bağımsız soruşturma ilkelerine aykırılık oluşturduğu anlaşılmaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61).

67. Son olarak soruşturmada elde edilen delillerin analizindeki hatalar ve soruşturmanın makul süratte tamamlanmadığı iddiaları ele alınacaktır.

68. Topladığı delillerle soruşturmanın çatısını biçimlendirme rolüne sahip savcının neticeye ulaşırken nesnel bakış açısıyla, sağduyulu ve diyalektik bir metotla analiz yapması gerekmektedir. Birleştirilen dosyalardaki bütün müştekilerin aynı ölçüde kötü muameleye maruz kaldığı varsayımından yola çıkıldığı izlenimini verecek şekilde müştekilerin her birinin içinde bulunduğu öznel durumları dikkate alınmamıştır. Öyle ki gereklilik ve oranlılık testinde farklı yerlerde, farklı şüpheliler tarafından yapılan müdahalelerin aynı koşullarda gerçekleştiği hipoteziyle ayrı bir değerlendirmede bulunulmadan kolluğun tek taraflı olarak tanzim ettiği Olay Tutanağı'nda yapılan tespitlerden yola çıkılarak sonuca ulaşılmıştır.

69. Başvurucu, soruşturmadaki özensizliğin soruşturmanın uzamasına sebep olduğunu öne sürmüştür. 1/5/2009 tarihinde meydana gelen olayla ilgili soruşturma ancak beş buçuk yıl sonra 6/11/2014 tarihinde sonuçlandırılabilmiştir.

70. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutum ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da gözlenmediğinden beş buçuk yıllık yargı süresinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur.

71. Soruşturma mercii tarafından olayın sebebini aydınlatmak için atılması gerekli adımların eksik bırakıldığını, soruşturmanın makul sürat ve özenle yürütülmediğini gösteren yukarıda sıralanan bu tespitler, kötü muamele iddiasının gerçekleşme koşullarının tespit edilememesine neden olmuştur.

72. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

73. Soruşturmadaki anılan eksiklikler, kötü muamele yasağının maddi boyutunun tetkik edilmesine mani olduğundan bu konuda inceleme yapılmamıştır.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

74. Eylemlerinin barışçıl nitelikte olduğunu belirten başvurucular, 1 Mayıs yürüyüşüne ve kutlamasına katılmalarının kolluk kuvvetlerince şiddet kullanılmak suretiyle engellendiğini, bu müdahalenin yasa ile öngörülmeyen, meşru amaca dayanmayan ve demokratik toplumda gerekli olmayan bir kısıtlama olduğunu ileri sürmüşlerdir. Aynı gün 3.000'e yakın kişinin Şişli'den Taksim Meydanı'na yürüyerek kutlama ve açıklama yaptığını, kendilerinin temsil ettikleri ve üyesi oldukları meslek kuruluşuna izin verilmemesinin anlaşılmaz olduğunu belirtmişlerdir.

75. Başvurucular; Taksim Meydanı'nın 1 Mayıs kutlamaları için sembol hâline geldiğini, kutlamalar için çok önceden bildirimde bulunduklarını ve kutlamaya barışçıl şekilde katılmalarının engellendiğini ifade etmişlerdir. Uluslararası düzenlemeler ve AİHM kararlarından örnekler veren başvurucular yalnızca kendilerini değil TTB ve İstanbul Tabip Odasına üye on binlerce hekimi temsil ettiklerini, TTB'nin 1 Mayıs yürüyüşünü ve kutlamasını organize eden DİSK, KESK, TMMOB ile birlikte dört kurumdan biri olduğunu belirtmişler ve direnişte bulunduklarına dair hiçbir kayıt olmamasına rağmen kolluk kuvvetlerince engellenmelerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

76. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

77. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

78. Başvurucuların kutlama yerine gitmelerine engel olunmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

79. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

80. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

81. 2559 sayılı Kanun'un 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

82. Başvuruculara yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

 (i) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi

83. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

84. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).

 (ii)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

85. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (iii) Barışçıl Toplanma Hakkı

86. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

87. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

88. Kolluk kuvvetlerince yapılan müdahalelerin kötü muamele yasağının asgari eşiğine ulaşmaması durumunda da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlal edilmiş olabilir. Müdahalenin ağırlık derecesi ve Anayasa'nın 17. maddesinin maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği toplantı hakkına ilişkin yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gereken unsurlardır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi tarafından kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi, dosyadaki bilgi ve belgelerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bakımından bir karara ulaşmak için yeterli görülmesi hâlinde anılan hak kapsamında inceleme yapılmasına ve somut olayların şartlarının gerektirdiği hallerde ihlal sonucuna ulaşılmasına engel teşkil etmemektedir.

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

89. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı kutlamaları için Taksim Meydanı'na ulaşmaya çalışan grup içinde yer alan başvuruculara kolluk güçleri tarafından yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesidir.

90. Barışçıl toplantılara müdahalelerde yetkili merciler tarafından müdahalenin haklılığının kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının idarece ortaya konulması gerektiğinden (Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, § 46) dosya içeriğinde yer alan ve idarece düzenlenen tutanaklar, kolluk görevlilerinin ifadeleri ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar çerçevesinde değerlendirme yapılacaktır.

91. 1889'dan bu yana işçiler, sivil toplum kuruluşları ve toplumun değişik kesimlerin hükûmetlerden taleplerini dile getirdikleri 1 Mayıs günü,ülkemizde de 2009 yılından itibaren Emek ve Dayanışma Günü olarak kabul edilmiştir. Halk arasında yaygın şekilde 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak bilinen bu günün Taksim Meydanı’nda kutlanması hükûmetler ve kitleler arasında yıllarca tartışma konusu olmuş, uzun süren yasağın 1976 yılında kalkmasından sonra yapılan 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı'nda otuz dört kişinin hayatını kaybetmesi nedeniyle Taksim Meydanı, 1 Mayıs kutlamalarında sembolik bir değer ifade etmeye başlamıştır (Ahmet Korkmaz ve diğerleri, B. No: 2014/10265, 10/1/2018, §§ 43-44).

92. Somut olayda TTB, DİSK, KESK ve TMMOB ile yetmişe yakın sivil toplum kuruluşu tarafından 2009 yılının 1 Mayıs İşçi Bayramı anma etkinliklerinin işçiler için sembol hâline gelen Taksim Meydanı'nda yapılması ve Atatürk Anıtı'na çelenk bırakılması için idareye önceden başvurulduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 20). Yine TTB, DİSK, KESK ve TMMOB 28/4/2009 tarihinde bir basın açıklaması yaparak o dönemin Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı ile görüşme yaptığını, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı 100. yılında Taksim Meydanı'nda barış içinde kutlamak istediklerini belirtmiştir.

93. Olay günü plana göre saat 10.00'da Şişli ilçesi Pangaltı Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan CHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde toplanılarak Taksim Meydanı'na yürünecektir. Anılan Konfederasyon ve birliklerin başvurusu üzerine pek çok sivil toplum kuruluşu, parti başkanı ve temsilcileriyle bazı milletvekillerinden oluşan yaklaşık 2.500 kişinin Taksim Meydanı'na geçmek üzere hareketine izin verilmiştir. Emniyet birimlerince yine belirtilen yerlerde gerekli tedbirler alınmıştır. Saat 11.45 sularında Divan Kavşağı'na gelindiğinde 100-150 kişilik grubun korteje alınmadığı gerekçesiyle yirmi dakika bekletilen grup 12.05'te yeniden harekete geçmiştir. Daha sonra polis tutanağında belirtildiğine göre marjinal grupların katılımı ile asıl grup 3.000 kişiye ulaşmıştır. 13.30 itibarıyla etkinlikler sona ermiş ve gösteri mahallini terk etmeyen gruba müdahale edilerek süpürme yöntemiyle grup dağıtılmıştır.

94. Emniyet Müdürü E.Ç.nin yazılı savunmasına ve 15.30'da tanzim edilen Olay Tutanağı'na göre makul sayıda göstericinin Taksim'e geçişine izin vermek ve yasa dışı grupları engellemek için saat 10.00'da Halaskargazi Caddesi'yle Rumeli Kavşağı'nın kesiştiği yerde polis konuşlanmış, arama noktasından geçirilen göstericilerin bir kısmı olaysız biçimde Taksim'e yönlendirilirken TTB mensubu 150-200 kişi saat 13.00'te, Taksim'deki kutlamaların bitmesine neredeyse 1 saat kala 30 No.lu kapama noktasına gelmiştir. Tutanakta, TTB grubunun civardaki çatışmalar yüzünden güvenliğin sağlanmasının zor olacağı gerekçesiyle Taksim'e geçişine izin verilmediği belirtilmiştir. Anılan tutanağa ve savunmaya göre grup burada 14.00-14.45 arası bekletilmiş, ikna edilemeyen grup oturma eylemi yaparak yolu trafiğe kapatmıştır. Gaz ve basınçlı su kullanılmadan Çevik Kuvvet tarafından gruba yapılan müdahale ile grubun kaldırıma çıkarılması sağlanmıştır.

95. Kovuşturmasızlık kararında da kortejin geçişinden sonra Pangaltı ve civarlarına gelenlere Taksim'e geçiş izni verilmediği, bu şekilde saat 11.45 sıralarında gelen TTB üyelerine de izin verilmediği ancak görüşme sonrasında TTB'den altı kişinin temsilci olarak geçişine izin verildiği ve Divan Kavşağı’nda bekleyen asıl gruba katıldığı belirtilmiştir. Karardan bu altı kişinin başvurucular olup olmadığı anlaşılmamaktadır. Geçişine izin verilmeyen diğer TTB üyeleri ile marjinal gruplara, dağılmamaları ve direnmeleri üzerine müdahalede bulunulduğu ifade edilmiştir.

96. İfadelerine göre başvurucular olay günü saat 07.30’da 1 Mayıs anma etkinliklerine katılmak üzere Şişli Etfal Hastanesi önündeki yolda toplanmıştır. Şişli Etfal Hastanesinden Halaskargazi Caddesi’ne hareket ettiklerinde polis tarafından durdurulmuşlardır. Polisle yaklaşık kırk beş dakika süren görüşmeden sonra bariyerler açılarak geçişlerine izin verilmiştir. Ana caddeye çıkan grup bir müddet sonra tekrar polis tarafından durdurulmuştur. Grup, Valilik ve emniyet yetkilileriyle önceki günlerde yaptıkları görüşmede etkinliği düzenleyen dört meslek kuruluşunun makul sayıda temsilcisinin Taksim’e geçişine izin verileceğinin kendilerine söylendiğini polise hatırlatmıştır. Yaklaşık bir saat bekledikten sonra grup tekrar ilerlemiştir. Pangaltı’da polis, grubun önünü tekrar kesmiştir. Saat 15.00 civarında polis, göstericilere dağılmaları gerektiğini bildirmiştir. Saat 16.00 civarında grubun etrafı Çevik Kuvvet tarafından sarılmış ve grup dağıtılmıştır. Polisin müdahalesi yüzünden başvurucular Taksim’e gidemeden dağılmak zorunda kalmıştır. Buraya kadar belirtilenler dışında dosyada yer alan bilirkişi incelemesi ve görüntü kayıtlarında başvurucuların somut olaydaki durumlarını ve olayın oluş sürecindeki fiillerini tespite yarar bilgilerin yer almadığı anlaşılmaktadır.

97. Mevcut başvuruda yukarıda yer verilen tüm tutanaklar, ifadeler ve tespitler dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi şu sonuçlara ulaşmıştır: İlk olarak başvurucuların içinde bulunduğu grubun Taksim'e ilerleyişi sırasında önleri birden fazla olmak üzere kolluk kuvvetlerince kesilmiş ve grup belli sürelerle bekletilmiştir. Bu duraklamalar nedeniyle Taksim'e ulaşmaları gecikmiştir. Kutlamaların bitişine bir saat kala Taksim'e ulaştıkları ve bu nedenle güvenliğin sağlanamayacağı gerekçesiyle grubun Taksim'e geçişine izin verilmediği E.Ç.nin yazılı savunması ve 15.30'da tanzim edilen Olay Tutanağı'ndan anlaşılmaktadır. İkinci olarak dosya kapsamından TTB'den temsilci olarak geçişine izin verilen altı kişinin başvurucular olup olmadığı belli değildir. Son olarak başvurucuların ödev ve sorumluluklarına aykırı davrandıkları, kendilerinin bizzat şiddete başvurdukları ya da bu haklarını barışçıl kullanmadıkları yönünde dosyada bir tespit bulunmamaktadır. Yetkili mercilerin müdahalenin kamu düzeninin bozulması ya da bozulma tehlikesi olduğunu ikna edici surette ortaya koyması gereklidir. Somut olayda, başvurucuların eylemlerinin kamu düzeninin bozulmasına yol açtığı ya da bozulma tehlikesi doğurduğu idarece ortaya konulamamıştır.

98. Anayasa Mahkemesi kötü muamele yasağı bakımından her ne kadar etkili bir soruşturma yürütülmediğine karar vermiş ise de bu başvuruda dosya içeriğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin iddialar bakımından bir sonuca ulaşmak için yeterli olduğunu değerlendirmiş ve mevcut başvuruda müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısına karşılık gelmediği, dolayısıyla kamu düzeni meşru amacının sağlanmasında demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

99. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

100. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

101. Başvurucular, haklarının ihlal edildiğinin tespiti ile her başvurucu için 5.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.

102. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

103. Yapılan inceleme sonucunda başvurucu Ali Çerkezoğlu yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu bakımından, tüm başvurucular yönünden de Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı vegösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

104. Kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin başvurucu Ali Çerkezoğlu yönünden yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (2009/344733 Soruşturma, K.2014/75630) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

105. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

106. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucular Ali Küçük, Mehmet Nazmi Algan, Elif Kırteke, Hüseyin Demirdizen ve Eriş Bilaloğlu'nun kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucu Ali Çerkezoğlu'nun kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Başvurucu Ali Çerkezoğlu yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Bütün başvurucular yönünden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı vegösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin başvurucu Ali Çerkezoğlu yönünden kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (2009/344733 Soruşturma, K.2014/75630) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara ayrı ayrı net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABİDİN CEVHER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/6361)

 

Karar Tarihi: 18/7/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 13/9/2019-30887

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Abidin CEVHER

Vekili

:

Av. Eylem HAKVERDİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kolluk görevlilerince bir protesto eylemine orantısız güç kullanılarak müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, kullanılan güç sonrası hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanma ve buna ilişkin yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedenleriyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 8/8/1998 doğumlu olup olay tarihi itibarıyla Ankara'da ikamet etmektedir.

9. Ankara'nın Tuzluçayır Mahallesi'nde, ibadethane yapımı projesiyle ilgili olarak 11/9/2013 tarihinde başvurucunun da katıldığı bir protesto eylemi düzenlenmiştir.

10. Protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak müdahalede bulunulmuştur. Protesto eylemine aktif olarak katıldığını belirten başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na dayalı olarak herhangi bir işlem yapıldığına dair bir bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır. Anılan gösteride başvurucu, yüzünden yaralanmıştır.

11. Başvurucu, söz konusu müdahale sırasında kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylarda kullanılan göz yaşartıcı gaz fişeğinin yüzüne isabet etmesi sonucu yaralandığını iddia etmektedir. Bu iddiası kapsamında olayın hemen öncesinde akşam saat 20.00 sıralarında kolluk görevlilerinin konuşmak için kendisi ve etrafındakileri yanlarına çağırdığını, bu nedenle arkadaşlarıyla polis memurlarına doğru ilerlediklerini belirtmiştir. Başvurucu, kolluk görevlilerine yaklaştıkları esnada toplumsal olaylara müdahale aracının (TOMA) arkasından çıkan bir polis memurunun yaklaşık 20 metre mesafeden gaz tüfeğiyle hedef gözeterek atış yapması sonucu sağ gözü üzerine isabet eden gaz mühimmatıyla yaralandığını dile getirmektedir.

12. Başvurucu, yaralanması nedeniyle çevredeki kişilerin yardımıyla özel bir sağlık kuruluşuna götürülmüş; buradan da Hacettepe Üniversitesi Hastanesine (Hastane) kaldırılmıştır. Hastanede görevli polis memurunun adli kolluk görevlilerine 12/9/2013 günü saat 03.00 sıralarında başvurucunun yaralanması olayını haber vermesiyle olayla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) aynı tarihte adli soruşturma başlatılmıştır.

13. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen talimatlar doğrultusunda adli kolluk tarafından başvurucunun avukatı eşliğinde müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...olay günü yani 11/09/2013 günü saat: 20:00 sıralarında kuzenim [İ.]E.C. (Tel.0536..) ve U.G. (TeI.542..) ile birlikte Tuzluçayır mahallesinde bulunan eylem için geldik. Okullar caddesi üzerinde bulunan M. kırtasiyenin biraz gerisinde yaklaşık olarak 5-6 kişi burada, arkamızdaki kalabalık ise fazla idi. Olayla ilgili olarak bize burada müdahale edildi. Görevli polisler ile bizim aramızda yaklaşık olarak 20 metre mesafe vardı. Daha sonra eylem devam ederken görevli polisler bize karşı gelin gençler, konuşarak halledelim dedi. Yukarıda isimlerini verdiğim U., E. ve ben bir iki adım attık, polisler ile konuşmak için yaktaştık ve tomanın arkasında bulunan görevli polis bize karşı biber gazı attı. Bu atılan biber gazı benim suratıma geldi. Daha sonra görevli polis ekipleri diğer arkadaşları nişan alarak ateş etti, ancak bunlara isabet etmedi. Sonrasında bir kaç kişi benim koluma girdi, yaralandıktan sonra ilk olarak özel bir taksi ile özel V.V. hastahanesine götürerek tedavi ettirmek istediler daha sonra gözüme pansuman yaptılar, olay anının ise yaklaşık olarak saat:00:15 sıraları idi, daha sonrada gerisini hatırlamıyorum. Burada yaklaşık olarak 12 gün kadar belirtilen Ankara Hacettepe Ünv. Hastahanesinde tedavi gördüm. Daha sonrasında tedavim tamamlandıktan sonra taburcu oldum, 20 gün doktor raporu sonrasında öğrencilik hayatıma devam ettim. Bu olayla ilgili olarak müdaafim ile birlikte ifade vermem gerektiği için şu anda müsait olduğumuz için ifade vermeye geldim. Bu olayla ilgili olarak internet ortamından temin ettiğim olayla ilgili değil ancak olaydan sonra çekilen bana ait kamera görüntüleri mevcuttur, bunun dosyaya eklenmesini istiyorum. Olay anında polis ekiplerinin yanında çekim yapan büyük bir ihtimalle polis kameraları olması lazım ki çekim yapıyorlardı. Üzerlerinde sivil giyimli polis yeleği vardı. Olayla ilgili olarak ateş eden görevlinin 180-190 boylarında kafasında kask olan, zayıf bir görevli idi. Görsem tanıyamam. Bu olay anında bu silahı kullanan görevli haricinde başka gaz atan görevli yoktu, tek bu görevli gaz atıyordu. Benim bu olayla ilgili olarak yanımda eylemde bulunan [İ.]E.C., U.G. isimli şahıslyarın olayla ilgili olarak benim yanımda oldukları için ifadelerine başvurulmasını istiyorum. Bu olayla ilgili olarak yüzüme gelerek yaralanmama neden olan gaz fişeği ile ilgili olarak görevli polis memurundan davacı ve şikayetçiyim, uzlaşmak istemiyorum..."

14. Adli kolluk tarafından olaya ilişkin olarak 8/1/2014 tarihinde kasten yaralama suçundan düzenlenen fezleke ve eki evrak, Cumhuriyet Başsavcılığında 19/1/2014 tarihinde kayıt numarası almıştır. Söz konusu fezleke ekinde başvurucu hakkında Hastane tarafından düzenlenen tıbbi belgeler ve sağlık raporu ile bu doğrultuda Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından düzenlenen adli rapor da bulunmaktadır. ATK tarafından başvurucu hakkında düzenlenen adli raporun ilgili kısımları şöyledir:

"...

Başına biber gazı kapsülü gelme öyküsü ile 112 tarafından getirildiği, sağ gözde şişlik ekimoz ve ağrı, sağ zigoma [gözlerin alt ve yan kısımlarında, elmacık kemiklerine karşılık düşen yüz bölgesi] üzerinde kesi, sağ kaş altında aktif kanayan kesi, gözde sağa bakışta kısıtlılık, sağ burun deliğinde tampon mevcut olduğu, radyolojide pnömosefali [hava yoğunluğu], nazal [burun] kemiklerde kırık, etmoit [burun kemiğinin göze yakın kısmı] ve maksiller sinüste [üst çene kemiğinde, burun boşluğunun her iki tarafında simetrik olarak bulunan içi hava dolu anatomik boşluklar] kanama, orbita [göz çukuru] ve beyinde hava mevcut olduğu, optik sinir ve globun intakt [sağlam] olduğu, PRC konsültasyonunda sağ infroorbital [göz çukuru altı] rimde [kenar] hassasiyet, ciltte ekimoz ve şişlik, sağ göz altında her ikisi 2 cm olan cilt cilt altı kesi saptandığı, sağ gözün tam açılamadığından değerlendirilemediği, yüzde cilt cilt altı kesi, burunda kırık ? tanısı konduğu, göz konsültasyonundayatak başı muayenede görmenin her iki gözde 2 mps olduğu, sağ gözde medial [iç yan] kantus [göz kapaklarının birleştiği yerde meydana gelen açı] üzerinde2 cm lik kesi hattı, kapaklarda ödem ve ekimoz, konjunktiva [göz kapaklarının iç kısmını ve gözlerin beyaz kısmını kaplayan, ince ve şeffaf bir zar] lateralinde [dış yan] kemozis [şişme] bulunduğu, sol gözün doğal olduğu, fundus [göz dibi] muayenesinin doğal olduğu, orbita BT [bilgisayarlı tomografi] sözel sonucundaorbita fraktürü [kırık] varlığının optimum değerlendirilemediği, sözel BT sonucu notundasağ frontal sinüste kırık, orbita içinde hava, sağ orbita medial ve inferior [alt] duvarında kırık, sağ maksiller sinüs medial ve süperior [üst] duvarında kırık, maksiller sinüste havalanma azlığı sol maksiller sinüs medialinde kırık, etmoit kemikte kırık, lamina propriada kırık, nazal kemikte kırık bulunduğu, beyin cerrahi tarafından menenjit proflaksisi [hastalık meydana gelmeden önleme] önerildiği, radyoloji kliniğinin raporlarında; beyin BT'de frontol loblar komşuluğunda daha fazla miktarda olmak üzere supratentoryal [beyin ön kısmı] alanda yaygın pnömosefali saptandığı, frontal sinüs içerisinde kanamaya bağlı hava sıvı seviyesi, paranazal [burun boşluğu yanı] sinüsleri ve ön kranial fossa [kafatası yan kısmı] tabanını etkileyen kırıklar tespit edildiği, paranazal sinüs-orbita-maksillo mandibular [alt çene] BT raporlarında her iki orbita superomedial [üst orta] duvarı komşuluğunda orbita içi hava tanecikleri izlenmiş olduğu eşlik eden nondeplase [ayrılmamış] kırıklar lehine değerlendirildiği, sağ orbita medial duvarında ve orbita tabanında blow out [göz çukuru alt veya iç duvarında çökme] kırığı ait korteks [dış tabaka] devamlılık kaybı, frontal sinüs ön duvarı düzeyinde,sağ nazal kemikte, maksiller kemiğin frontal proçesinde [çıkıntı] ve nazal septum [burun orta kemiği] düzeyinde kırık hatları eşlik eden deformite ve yumuşak doku şişliği dikkati çektiği, ön kranial fossa düzeyindeki pnömosefalilerin etmoit kemiğin kribriform platesindeki [içerdiği deliklerden koku sinirlerinin geçtiği burun boşluğunun tavanını oluşturan kemik] kırıklara ikincil değerlendirildiği kayıtlı olup:

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLDUĞUNU

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞINI.

3-Kemik kırıklarına neden olduğunu, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi, Hafif (1), Orta (2-3) ve Ağır (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında ve skorlama yapılarak, şahısta saptanan kafa kaide, frontal sinüs, nazal, sağ orbita, sağ maksiller sinüs, etmoit sinüs, sol maksiller sinüskemik kırıklarının müştereken yaşam fonksiyonlarını 6(ALTI) AĞIR derecede etkilediği..."

15. Anılan kolluk fezlekesinde, başvurucunun olaya dair tanık gösterdiği İ.E.C. ve U.G.nin telefonla aranarak ifade vermeleri için çağrıldığı ancak bu kişilerin mahkeme aşamasında ifade vereceklerini söylemeleri nedeniyle ifadelerinin alınamadığı belirtilmiştir. Olay yerinde olay anını gösterebilecek bir kamera bulunup bulunmadığına dair araştırma yapılarak herhangi bir kameranın bulunmadığına ilişkin düzenlenen tutanak ile Ankara Kent Güvenlik Yönetim Sistemi'ne (KGYS) ait olay yerini gösteren kamera bulunmadığına ilişkin yazı da fezleke ekine konulmuştur.

16. Başvurucunun olaya ilişkin olduğunu belirterek kolluğa teslim ettiği kamera kaydı adli kolluk görevlilerince izlenmiş ve buna dair düzenlenen tutanak fezlekeye eklenmiştir. Bu tutanakta; görüntünün 49 saniyeden oluştuğu, başvurucunun yüzünden kan aktığı için sol elindeki beyaz bir cismi gözüne tuttuğu, olay yerinde bulunan bir kişinin başvurucuyu beyaz renkli bir araca bindirdiği, çevredekilerin "Ambulans!" diye bağırdığı, 40-50 kişilik bir kalabalığın koşuşturduğu, yoldan kolluk araçlarının geçtiğinin görüldüğü ve görüntünün bu şekilde sonlandığı tespitlerine yer verilmiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığı 29/1/2014 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) yazdığı müzekkere ile olay tarihinde biber gazı kullanmakla görevli personelin tespit edilerek bildirilmesini ve Cumhuriyet savcısına müracaatlarının sağlanmasını istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca olay anına ilişkin kamera kaydının da gönderilmesini talep etmiştir.

18. Cumhuriyet Başsavcılığınca 18/3/2014 tarihinde kolluğa yazılan yeni bir müzekkere ile varsa kolluğun ilgili birimi veya TOMA kamerası tarafından olay anına ilişkin kamera görüntüleri istenmiştir. Bu müzekkereye kolluk tarafından verilen bir cevap yazısına ya da bu talebe ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığının kolluğa yazdığı bir tekit yazısına soruşturma dosyası kapsamından erişilememiştir.

19. Emniyet Müdürlüğünün 31/3/2014 tarihli cevap yazısı ekinde olay tarihinde ve yerinde görevli, gaz mühimmatı kullanmaya yetkili toplam on dört kolluk personelinin listesi ile olay anına ilişkin olarak kolluk tarafından kayda alınan kamera görüntülerini içeren DVD gönderilmiştir.

20. Cumhuriyet Başsavcılığınca polis memuru M.E. dışındaki on üç kolluk görevlisinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri 18/3/2014 ile 6/5/2014 tarihleri arasında alınmıştır.Söz konusu ifadelerde; tüm polis memurlarının olay tarihi ve saatinde görevli olduklarını ve gaz mühimmatı kullanmaya yetkili olduklarını belirttikleri ancak bir kısım polis memurunun olay tarihinde gaz tüfeği kullanmayıp başkaca görevler yaptığını, bir kısım polis memurunun ise olay anında gaz tüfeği kullanıp kullanmadığını hatırlamadığını belirttiği görülmektedir. Polis memuru S.Ö.nün savunmasının ilgili kısmı şöyledir:

"...11/09/2013 tarihindeki gösterilerde bu fişeği kullanmakla yetkili ve görevliydim. Normalde toplumsal olaylarda 20-22 kişilik görevli ekipte 1 tane gaz fişeği kullanacak görevli olur. Tuzluçayır'daki şikayet konusu olayda polis gruplarına yoğun şekilde taş ve bilye ve benzeri şeyler atıldığı için biz gaz fişeği kullanacak görevliler TOMA'nın arkasında yer alıyorduk. Bu olaylar sırasında benden başka 6 kişi daha gaz fişeği kullanmakla görevli ve yetkiliydi. Şikayet konusu müştekinin yaralanması olayını hatırlamıyorum. Dolayısıyla yaralanmasına sebep olan gaz fişeğini kimin ateşlemiş olduğunu bilemiyorum. Ancak müştekinin belirttiği şekilde 20 m. kadar ekiplere yaklaşması mümkün değildir. Zira bu kadar yaklaşmaya TOMA'lar müsade etmez, ayrıca bu mesafeden de gaz fişeği ateşlememize amirlerimiz izin vermez. Benden başka aynı birlikte görevli olaygün ve yerinde gaz fişeği kullanmaya yetkili polis memurları [C.Ş.][V.Ü.] dur [bu kişiler olayda gaz tüfeği kullanmadıklarını belirtmişlerdir]. Müsnet suçu işlemedim..."

21. Cumhuriyet Başsavcılığınca M.E.nin şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınabilmesi için 30/4/2014 tarihinde ilgili kolluk birimine tekrar müzekkere yazıldığı görülmektedir. Ancak soruşturma dosyası kapsamından M.E.nin ifadesinin alındığına dair bir bilgi ya da belgeye erişilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 20/3/2014 tarihinde İ.E.C.nin tanık olarak ifadesini almıştır. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:

"Müşteki Abidin Cevher [başvurucu] öz amcamın oğlu olur. 11/09/2013 günü Tuzluçayır'daki Cami - Cemevi yapımı protesto eylemlerinin olduğu yere, müşteki ve ayrıca mahalleden arkadaşım olan U.G. ile birlikte gitmiştik. Topluluğun söylediği şekilde biz de slogan atıyorduk. Olay yerinde çevik kuvvet polisleri ve TOMA aracı da vardır. Biz hariç göstericilerden bazıları polise taş atıyordu. Polisler bize gençler taş atmayın, gelin konuşalım, biz de biber gazı atmayacağız dedi. Birkaç adım polise doğru yöneldiğimiz esnada TOMA'nın arkasından bir polis memuru gaz fişeğini ateşledi. Abidin'in gözüne geldi ve yaralandı. Fişeği ateşleyen polisi görsem tanıyamam. Bilgim bundan ibarettir..."

22. Cumhuriyet Başsavcılığı kolluk tarafından olay anına ilişkin olarak kayda alınan söz konusu DVD üzerinde inceleme yaparak bu konuda rapor düzenlemesi amacıyla 3/4/2014 tarihinde bilirkişi görevlendirmiştir. Bilirkişi Teslim Tutanağı'nda bir adet DVD'nin teslim edildiği belirtilmesine karşın üç adet CD'nin incelendiğini belirten 7/4/2014 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmı şöyledir:

"Tarafıma tevdi edilen 3 adet CD içeriği DVD türü dosyadan oluşmakta olup görüntülerin Ankara Tuzluçayır mahallesine ait olduğu, görüntülerin hareketli kamerası ile kaydedildiği, olayın vuku bulduğu zaman diliminde etrafın karanlık olduğu, uzak bir noktadan kaydedilmiş olduğu, net görüntülerin bulunmadığı gözlenmiştir. Müştekinin başından yaralanmasından sonra kaydedilmiş görüntülerde yüzünü eliyle kapattığı, yanında olan başka şahıslarca bir araca bindirilerek olay mahallinden uzaklaştırıldığı görülmektedir.

Müşteki Abidin CEVHER 'in yaralanma anına ait herhangi bir görüntü kaydı tespit edilememiştir."

23. Cumhuriyet Başsavcılığı 27/3/2014 tarihinde kolluğa yazdığı bir başka müzekkerede, toplumsal olaylara müdahalede kullanılan göz yaşartıcı gaz ve mühimmatının kullanım şartları, kişiler üzerindeki etkileri, kimyasal niteliği, insan bedeni üzerinde yanık etkisi bırakıp bırakmayacağı veya başka ne tür etkilerinin olabileceği, ateşlendikten sonra seyir ve etki gösterme şekillerinin ne olduğu, varsa bu tür mühimmatın kullanım talimatları hususlarında bilgi talep etmiştir.

24. Kolluğun anılan müzekkereye 31/3/2014 tarihinde verdiği cevap yazısında; toplumsal olaylarda kolluk görevlilerince kullanılan gaz mühimmatının ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerdeki yeri belirtilmiştir. Ayrıca gazın kimyasal niteliğinin ne olduğu, insan bedeni üzerindeki olası etkileri ve kullanım şekli ile ilgili bilgilere yer verilmiştir. Buna göre kullanılan gaz silahının 1-15 metre mesafede gaz spreyi ya da model 5 gaz tüpü olduğu ve 15 metre mesafede etki gösterdiği, 15-30 metre mesafede gaz el bombalarının kullanıldığı ve 50 metreye kadar etki alanı olduğu, 30-150 metre arasında gaz tüfeği ile gaz mühimmatının atıldığı ve 150 metre mesafede etki gösterdiği belirtilmiştir. Ayrıca gaz fişeğinin mekanik aksamı ile ilgili bilgilere de değinildikten sonra gaz mühimmatı kullanan kişilerin mutlaka bunun eğitimini alan kişiler olması gerektiği, kullanım talimatı uyarınca ciddi yaralanmalarla veya ölümle sonuçlanmaya karşı şahısların üzerine direkt olarak, yakın mesafeden atış yapılmaması, belli bir açı ve mesafeyle atış yapılması gerektiği cevap yazısında belirtilenler arasındadır.

25. Cumhuriyet Başsavcılığı 12/5/2014 tarihinde, polis memuru M.E. dışında ifadesi alınan on üç kolluk görevlisi hakkında taksirle yaralama suçundan kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığınca, belirtilen suçtan eylemin fail/faillerinin zamanaşımı süresi (sekiz yıl) boyunca (11/9/2021 tarihine kadar) araştırılması amacıyla 12/5/2014 tarihinde daimî arama kararı verilmiş ve soruşturma dosyası Zamanaşımı Bürosuna gönderilmiştir. Kovuşturmasızlık kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Suç tarihinde Tuzluçayır Mahallesindeki Cami-Cemevi yapımı protesto eylemleri sırasında, müştekinin kesin raporunda yazılı olduğu üzere hayati tehlike geçirecek ve vücudunda kemik kırığı oluşacak şekilde gaz fişeği ateşlemek suretiyle kapsülü ile yaralanmasına sebep olduklarından bahisle, Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memuru olan şüpheliler hakkında yapılan soruşturma sonucunda, delillerin incelenmesinden,

Müştekinin yaralanma anına ilişkin görüntü kaydının temin edilemediği, dolayısıyla şüphelilerin fiilinden yaralandığına dair delil bulunmadığından,

Şüpheliler hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,

..."

26. Başvurucu tarafından anılan karara 6/6/2014 tarihinde itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından kovuşturmasızlık kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile 24/2/2015 tarihinde ret kararı verilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 12/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

27. Başvurucu 10/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

28. Başvurucu vekili tarafından 18/11/2015 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile şikâyete konu eylem sonucu başvurucuda oluşan yaralanmanın başvurucunun yüzünde sabit ize neden olup olmadığı yönünde bir sağlık raporu alınması istenmiştir.

29. Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/12/2015 tarihinde ATK'dan başvurucunun yüzünde sabit iz oluşup oluşmadığının tespiti ile bu konuda sağlık raporu tanzimi istenmiştir. ATK'nın aynı tarihte düzenlediği sağlık raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Sağ göz altında yay şeklinde uzanan 2,5 cm lik, burnun sağ yan tarafında 1,5 cm lik, burun kökü sağ tarafından üst göz kapağına uzanan 2,5 cm lik hiperpigmente [cilt lekesi] deriden yer yer çöküklük gösteren nedbe [iz] izleri, burun septumunda [burun uç kısmı] hafif sola deviasyon [sapma] mevcut olup.

Yaralanmasının

Yüzde sabit iz niteliğinde OLDUĞU..."

30. Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/12/2015 tarihli müzekkere ile ilgili kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun müşteki sıfatı ile ifadesinin alınması amacıyla Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatının sağlanması istenmiştir. Başvurucunun Cumhuriyet savcısınca ifadesinin alındığına ilişkin bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyası kapsamından erişilememiştir.

31. Öte yandan başvurucunun yaralanması olayı ile ilgili olarak idare tarafından ilgili kolluk görevlileri hakkında yürütülen idari bir soruşturmaya dair herhangi bir bilgi ya da belgeye başvuru formu ve/veya eklerinden yahut soruşturma dosyası kapsamından erişilememiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

32. Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında; 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili bölümüne, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümüne, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümüne yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında 2911 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir.

33. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında; 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır.

35. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında; 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu; katılmış olduğu bir protesto gösterisi sırasında kolluk görevlilerinin konuşmak için kendisini yanlarına çağırdığını, bunun üzerine biraz yaklaştığında TOMA'nın arkasından çıkan bir kolluk görevlisinin yaklaşık yirmi metre mesafeden hedef gözeterek gaz tüfeği ile üzerine atış yapması sonucu yüzünün sağ bölgesine gelen gaz kapsülüyle yaralandığını iddia etmektedir. Söz konusu eylem nedeniyle yapılan adli soruşturmaya ilişkin olarak ise başvurucu; şüphelilerin ifadelerinin eksik alınmasından, olay anına ilişkin TOMA kamerası kaydının temin edilmemesinden, protesto eylemini kamera kaydına almakla görevli kolluk görevlisinin tanık ifadesinin alınmamasından yakınmaktadır. Başvurucu, dosyadaki delil durumu itibarıyla kolluk görevlileri hakkında kamu davası açılması gerekirken kovuşturmasızlık kararı verilmesinin de hukuka aykırı olduğunu iddia etmektedir. Son olarak başvurucu, kolluk fezlekesinde suç nitelemesinin kasten yaralama olarak belirtilmesine karşın Cumhuriyet Başsavcılığınca taksirle yaralama suçundan niteleme yapılarak dava zamanaşımının kısaltıldığını ve bu suretle etkili bir soruşturma yapılmadığını dile getirmiştir. Başvurucu anılan şikâyetleri kapsamında Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkı ile Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

38. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

a. Uygulanabilirlik Yönünden

39. Başvurucunun kolluk görevlisi tarafından kullanılan bir gaz fişeği ile baş bölgesinden yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmış olması hususu dikkate alındığında başvurunun yaşam hakkı bağlamında mı yoksa kötü muamele yasağı kapsamında mı incelenmesi gerektiği noktasında ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

40. Somut olayda başvurucunun yaralandığı bölgenin ve yaranın niteliği gözetilerek öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği konusunda bir değerlendirme yapılması gerekir.

41. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte sınırlı bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi olanaklıdır (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

42. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

43. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi demir yolu hattı üzerinde bulunan elektrik kablolarından geçen akıma kapılarak yaralanan çocuklar için yapılan başvurularda ileri sürülen iddiaları -başvurucuların elektrik akımına kapıldığı olaydan yaralı olarak kurtulmuş olmalarına rağmen- akımın öldürücü niteliği ve başvurucuların fiziksel bütünlüğü üzerinde yarattığı etkileri diğer faktörle birlikte gözönünde bulundurarak Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında, yaşam hakkı bağlamında incelemiştir (Hüseyin Münüklü, B. No: 2014/5973, 13/9/2017; Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017).

44. Somut olayda başvurucu, kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeğinden atılan gaz kapsülünün başının ön sağ bölümüne isabet etmesi nedeniyle yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen adli tıp raporlarına (bkz. §§ 14, 29) göre başvurucunun kafatasında oluşan kemik kırığı yaşamsal fonksiyonları 6. derecede (ağır) etkilemiştir. Başvurucunun maruz kaldığı eylemin potansiyel olarak öldürücü bir nitelik taşıması ile yaralanmanın başvurucunun fiziki bütünlüğü üzerindeki etkileri birlikte değerlendirildiğinde başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

b. İnceleme Kapsamı Yönünden

45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında yapmış olduğu şikâyet adli soruşturmanın etkisiz olduğu iddiasına dayandığından ve bu yönüyle şikâyetin yaşam hakkının usul boyutu içinde değerlendirilmesi mümkün olduğundan bu konuda ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

c. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Somut olayda, başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olay hakkında kasten yaralama suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan ceza soruşturması derdesttir. Bu nedenle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekir.

47. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

49. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

50. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

51. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edilebilmesi için başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada da fiilen etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim (tazminat) sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da usule ilişkin yeterli güvencelerin sağlanması gerekir (Şafak Pınar ve diğerleri, B. No: 2013/6945, 16/9/2015, § 61).

52. Öncelikle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı, bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için mutlak surette gerekli olmasa da yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).

53. Başvurucunun bir soruşturmanın açılmayacağının, soruşturmada ilerleme olmadığının, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığının, ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardığı veya varması gerektiği andan itibaren yaptığı bireysel başvurular kabul edilebilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77).

54. Somut olayda başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmasının ardından yapılan soruşturma sonucunda olayla ilgisi olabileceği değerlendirmesi ile kimlikleri tespit edilen ve ifadeleri alınan polis memurları hakkında yeterli delil elde edilmediği gerekçesiyle ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucuyu yaralayan kişi ya da kişiler açısından ise 12/5/2014 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir (bkz. § 25). Bu tarihten sonra şüpheli araştırmasına dair esaslı herhangi bir bilgi ya da belgenin soruşturma dosyasına girdiği tespit edilememiştir.

55. Öte yandan başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği yönünde karar verebilmek için devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında etkili soruşturma yapma pozitif yükümlülüğünün çerçevesinin ve somut olayda ne şekilde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir. Ne var ki anılan hususların tespiti, somut olayda esas hakkında inceleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 67).

56. Bu itibarla açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Esas Yönünden

i. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

57. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

58. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44). Yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülük kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

59. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşama hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

60. Anayasa’da yaşama hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- orantılı bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 113).

61. Anayasa'mızdaki düzenlemeye benzer şekilde Sözleşme'nin 2. maddesine göre de bir ölüm veya ölümcül yaralanma a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması, b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme, c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse yaşama hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez (Cemil Danışman, § 51; Nesrin Demir ve diğerleri, § 114).

62. Ancak öldürücü güç, Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşama hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun zorunluluğu ve orantılılığı Anayasa Mahkemesi tarafından çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (Nesrin Demir ve diğerleri, § 107; benzer yöndeki değerlendirme için bkz. İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 117).

63. Bu noktada belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi bu tür durumlarda yetkili mercilerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin, ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir (Cemil Danışman, § 58; Nesrin Demir ve diğerleri, § 117). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57; Nesrin Demir ve diğerleri, § 108).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

64. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlilerinin önce kendisini yanlarına çağırdığını ve sonra yaklaşık 20 metre mesafeden bir polis memurunun ateşlediği gaz mühimmatının sağ gözü üzerine isabet etmesi sonucu yüzünün sağ bölümünden ağır şekilde yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucunun söz konusu iddiasını destekleyen, makul şüphenin ötesinde bazı deliller de ileri sürdüğü görülmektedir. Bu delillerin başında başvurucu hakkında düzenlenen adli raporlar gelmektedir. Söz konusu adli raporlara (bkz. §§ 14, 29) göre başvurucunun sağ gözü üzerine isabet eden bir cisim sonucu yüzünün sağ bölgesinden ağır şekilde yaralandığı ve bu yaralanmanın hayati tehlike oluşturduğu noktasında şüphe bulunmamaktadır. Başvurucunun iddiasını destekleyen bir diğer delil ise olayı gördüğünü ifade eden tanığın anlatımıdır (bkz. § 21).

65. Başvurucu ayrıca olaydan hemen sonra çekildiği anlaşılan bir kamera kaydını adli kolluk görevlilerine sunmuştur. Bu kayda ilişkin düzenlenen tutanağa (bkz. § 16) göre başvurucunun olay yerinde yaralandığı hususu da açıktır. Olayın şüphelisi olarak belirlenen toplam on üç polis memurunun olayla ilgili ifadesi Cumhuriyet savcısınca alınmıştır. Söz konusu ifadelerde (bkz. § 20) başvurucunun iddiası dışında başka herhangi bir şekilde yaralandığına ilişkin bir savunma ileri sürülmemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararında (bkz. § 25) da benzer şekilde sadece başvurucunun şüphelilerin eylemi nedeniyle yaralandığına ilişkin yeterli delil bulunmadığının ifade edilmesiyle yetinilmiş, başvurucunun kolluk görevlilerince kullanılan gaz mühimmatı dışında başkaca bir eylem ya da cisimle yaralandığı belirtilmemiştir.

66. Başvurucunun makul şüphenin ötesinde iddiasını ispatlayacak bazı deliller ileri sürmesi, savunmaları alınan polis memurlarının da bu iddiayı çürütecek başka bir bilgi ya da iddia dile getirmemeleri ve Cumhuriyet Başsavcılığının vardığı yargısal sonucun aksi bir durumdan bahsetmemesi hususları birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun -her ne kadar açık kimliği belirlenemese de- bir kolluk görevlisince kullanılan gaz tüfeğinden atılan gaz mühimmatı ile yaralanmadığı söylenemeyecektir.

67. Kolluk kuvvetinin güç kullanımı sonucu başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması sonucunu doğuran olayda, kullanılan gücün mutlak zorunlu olması ve öldürücü nitelik taşıyan bu gücün kullanılması dışında başka bir şekilde müdahale olanağı bulunmaması yani kolluk görevlilerinin son çare olarak bu nitelikte bir güç kullanımına gidip gitmediği yaşam hakkı kapsamında yapılacak anayasal incelemenin ilk boyutunu oluşturmaktadır. İncelemenin ikinci boyutunu ise kolluk görevlilerince kullanılan kamusal gücün karşılaşılan duruma göre orantılı olup olmaması teşkil edecektir.

68. Somut olayda Cumhuriyet savcısınca alınan tanık ifadesinden (bkz. § 21) olayda bazı göstericilerin kolluk personeline taş attığı, bu nedenle göstericilerin bir kısmının barışçıl bir tutum içinde olmadığı anlaşılabilmektedir. Ancak şüpheli sıfatıyla alınan polis memurlarının ifadelerinden, soruşturma kapsamında incelemesi yapılan kamera kayıtlarından ya da başkaca herhangi bir delilden hareketle başvurucunun gösteri sırasında barışçıl hareket etmediğine dair bir bilgi ya da belgeye rastlanmamıştır. Nitekim başvurucu hakkında 2911 sayılı Kanun gereğince herhangi bir adli işlem yapılmadığı (bkz. § 10) gibi Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararında da böyle bir durumdan bahsedilmemiştir. Buna göre kolluk kuvvetince başvurucuya karşı güç kullanılmasının mutlak bir şekilde zorunlu olduğu söylenemeyecektir. Anayasa'nın 17. maddesi gereğince güç kullanımı ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara (bkz. § 59) ulaşmak adına ve başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda mümkün olup bu koşullar oluşmadan güç kullanılması hâlinde yaşam hakkının ihlali söz konusu olmaktadır.

69. Öte yandan kolluk kuvvetince maddi güç kapsamında kullanılan gaz tüfeğinin asgari bir mesafe ötesinden ve belli bir açıyla atış yapma kurallarına uyulmadan kullanıldığı yönündeki başvurucunun iddiası düzenlenen adli raporlarla da desteklenmektedir. Zira başvurucuda meydana gelen yaralanmanın şekli, şiddeti, yeri ve başvurucunun sağlığı üzerinde meydana getirdiği harabiyetin ağırlığı bir bütün olarak değerlendirildiğinde kolluk kuvvetince gaz tüfeğinin belirtilen şartlara uygun olarak kullanıldığı söylenemeyecektir. Başka bir ifadeyle başvurucuda meydana gelen -sağlık raporlarında belirtilen şekliyle- ağır yaralanma hâli, uygulanan kamusal gücün gerekli olan oranın ötesinde bir şiddet içerdiğini açıkça göstermektedir. Dolayısıyla kolluk kuvvetince başvurucuya karşı kullanılan gücün orantılı olduğu da söylenemeyecektir.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

71. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50). Yaşam hakkı kapsamında devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

72. Yaşam hakkıyla ilgili usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Ancak kasıtlı eylemler sonucunda meydana gelen ölüm veya ölümcül yaralanma olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

73. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin olarak hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

74. Yürütülecek ceza soruşturmaları sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm ya da ölümcül yaralanma olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer yöndeki karar için bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

75. Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlere ilişkin soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda fiilen de soruşturmanın bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cemil Danışman, § 96).

76. Her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirme yapılmak koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).

77. Faili açık olmayan ve şüpheli bir şekilde gerçekleşen ölümlere ilişkin soruşturmaların olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini ortaya koyacak şekilde yürütülmesi yerine sadece bu olaya belirli bir kişinin karıştığı veya hiçbir şekilde bu kişinin karışmasının söz konusu olmadığını ortaya koyacak şekilde yürütülmesi, usul yükümlülüğünü karşılamak için yeterli değildir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 89). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57).

78. Yaşam hakkı ve/veya kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası içeren olaylarda yargı makamlarınca yapılacak -zamanaşımı süresi dâhil yargılama sürecinin tamamı üzerinde etkisi olan- suç nitelemesine ilişkin tespitlerin genel bazı şeklî kabullerden veya olaya ilişkin bazı ön yargılardan hareketle yapılmaması, bunun yerine nitelemenin yargılama sürecinde toplanan tüm delillerin olayın gerçekleşme koşullarına göre yapılacak nesnel bir analizine dayanması gerekmektedir (benzer yöndeki tespitler içeren kararlar için bkz. Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 77; Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 103).

79. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

80. Başvurucunun yaralanması sonrası hastaneye götürülmesi neticesinde olaydan haberdar olan kamu makamlarının Cumhuriyet Başsavcılığını bilgilendirmesi ile derhâl adli soruşturma başlatılması (bkz. § 12) devletin bir temel hak olarak yaşam hakkına saygı gösterme ve bu konudaki özen yükümlülüğü açısından önemli bir adımdır. Ancak başlatılan soruşturmada Cumhuriyet savcısı tarafından adli kolluğa verilen talimatlar dışında soruşturmada Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ilk işlemin olaydan yaklaşık beş ay sonra yapılmış olması (bkz. § 17) da dikkat çekicidir. Zira ilk kez 29/1/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa yazılan müzekkere ile kaybolma ya da bozulma ihtimali olan olay anına ilişkin kamera kayıtları istenmiştir. Ayrıca kamu görevlilerince kullanılan güç nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği ileri sürülen bu gibi ciddi iddialar karşısında yargı makamlarının mümkün olan en kısa sürede gerekli tepkiyi vermeleri, devletin buna benzer olaylarda insan hakkı ihlallerine müsamahakâr davranmadığını göstermesi açısından da önem arz etmektedir.

81. Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin yapmış olduğu soruşturma kapsamında başvurucunun kolluk tarafından alınan ifadesi ile yetinmiş, her ne kadar sonradan başvurucunun ifadesinin alınması için girişimde bulunsa da (bkz. § 30) bunun sonunu getirme gereği duymamıştır. Oysa kolluğun kullandığı güç nedeniyle yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralandığını iddia eden başvurucuya ileri sürdüğü iddiaları kapsamında Cumhuriyet savcısı tarafından sorulacak tafsilatlı bazı sorularla olayın gerçekleşme koşullarının daha sağlıklı bir şekilde ortaya konması mümkün kılınabilir.

82. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından savunmaları alınan kolluk görevlilerinin ifadelerinin detaylı ve bir diğeri ile gereken çelişmeyi yaratacak nitelikte olmadığı, bu nedenle maddi gerçeğin nesnel olarak ortaya konmasında bazı güçlükler yaşandığı gözlemlenebilmektedir. Oysa olaya ilişkin ilk başta ifadesi alınan polis memuru S.Ö. söz konusu olaylarda kendisi dışında altı kolluk görevlisinin daha gaz tüfeği kullanmakla yetkili olduğunu ve bunlardan ikisinin kendi ekibinde görevli olan C.Ş. ve V.Ü. olduğunu belirtmektedir (bkz. § 20). S.Ö. tarafından verilen bu bilgiler ilgili kolluk görevlilerine sorularak çelişmenin giderilmesi sağlanmadığı gibi belirtilen altı kişinin kimler olduğu da S.Ö.ye sorulmamıştır. İfadelerin alımındaki bu özensizlik, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını ve dolayısıyla soruşturmanın akıbetini şüphesiz doğrudan etkileyecek niteliktedir.

83. Soruşturma kapsamında kolluğun ilgili birimince olaya dair kayda alınan görüntülerin dosya arasına alınabilmiş olması ve bu kaydın bağımsız bir bilirkişi tarafından incelenmiş olması soruşturmanın etkililiğini artıran bir gelişmedir. Ancak söz konusu kayıtların Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen Bilirkişiye Teslim Tutanağı'nda bir DVD olarak belirtilmesine karşın bilirkişi raporunda üç adet CD'den bahsedilmesi ve rapor içeriğinin sadece olay sonrasına ait görüntü içermesi (bkz. § 22) bilirkişi raporunun yeterliliği konusunda açıkça şüphe uyandırmaktadır. Olaya ilişkin en objektif delil sayılabilecek nitelikteki kamera kaydının mümkün olan en yüksek dikkat ve özenle ele alınması gerektiği açıktır. Buna rağmen Cumhuriyet Başsavcılığınca gerekirse ek ya da yeni bir bilirkişi raporu alınması yahut kolluğa kaydın neden sadece olay sonrasına ait olduğu, olay öncesine ait kaydın bulunup bulunmadığının sorulması yollarına gidilmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca kaydı yapan kolluk görevlisinin tanık sıfatıyla ifadesi alınarak da olay anına ilişkin bir kamera görüntüsünün olup olmadığının netleştirilebilmesi mümkün iken bu yolun denenmediği görülmektedir. Belirtilen bu nedenlerle de yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülüğünün tam olarak yerine getirilmediği tespit edilmiştir.

84. Başvurucunun adli kolluğa sunduğu görüntü kaydının ise Cumhuriyet Başsavcılığınca bağımsız bir bilirkişi yerine yine kolluğa izletilerek buna dair düzenlenen tutanakla yetinilmesi, soruşturmanın bağımsız ve tarafsız yürütüldüğüne ilişkin izlenimin zedelenmemesi açısından özensiz bir hareket olarak belirtilebilir.

85. Cumhuriyet Başsavcılığınca savunmasının alınması için kolluğa müzekkere yazılan polis memuru M.E.nin (bkz. § 21) ifadesi alınmadan kovuşturmasızlık kararı verildiği ve bu kararda M.E.ye şüpheli olarak yer verilmediği (bkz. § 25) görülmektedir. Olay anında gaz mühimmatı kullanmakla görevli olduğu bildirilen kolluk personeli listesi içinde adı yer alan M.E.nin savunması alınmadan ve hakkında yargısal bir karar verilmeden soruşturmanın nasıl sonuçlandırılabildiği hususu ise anlaşılamamıştır. Oysa maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından M.E.nin olaya ilişkin savunması en az diğer on üç kolluk görevlisinin savunmaları kadar önemlidir. Bu açıdan da soruşturmanın eksik olduğu ve gerekli özenle yürütülmediği anlaşılmaktadır.

86. Cumhuriyet Başsavcılığınca tüm soruşturmanın sadece olayda gaz mühimmatı kullanmakla görevli olan on dört kolluk personeli üzerine hasredildiği, bu kişilerin ise üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair yeterli delil bulunmadığı savı ile soruşturmanın sonuçlandırıldığı görülmektedir. Oysa yukarıda da yer verilen ilke (bkz. § 78) gereğince olayın meydana gelişine ilişkin koşulların üzerinden bir soruşturma yürütülmeli ve buradan hareketle olayın şüphelilerine ulaşılmalıdır. Yoksa olayın gerçekleşme koşullarına bakmadan otomatik olarak tespit edilen bir olası şüpheli isim listesi üzerinden, başka bir ifadeyle daha baştan çerçevesi çizilerek sınırlandırılmış bir soruşturma stratejisi üzerinden hareket edilmemelidir.

87. Görülmekte olan davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 96). Buna göre başvurucunun yaralanmasına konu eylem hakkında yargı makamlarınca yapılan hukuki nitelendirme kural olarak Anayasa Mahkemesinin yapacağı denetimin kapsamında değildir. Ancak yukarıda yer verilen ilkede (bkz. § 79) de belirtildiği üzere yargı makamlarınca yapılan suç nitelemesi delillerin bütünsel ve nesnel bir analizine dayanmak yerine bazı ön yargılardan hareketle yaşam hakkı ihlal edildiğini ileri süren bireyin aleyhine belirlenmişse ve bu durum ilk bakışta açıkça anlaşılabiliyorsa bu hâl artık -devletin pozitif yükümlülüğünün yerine getirilmesi bağlamında sorun teşkil edebileceğinden- Anayasa Mahkemesinin denetim alanına girecektir. Toplumsal olaylara kolluk görevlilerince yapılan fiziki müdahalelerde bireylerin taksirle yaralanmaları sık karşılaşılan bir durum olmakla birlikte bu genel durum her olayın kendi özel şartlarına göre yapılacak yargısal yorumla her zaman değişebilir. Somut olayda başvurucunun iddiası ve buna dair ileri sürdüğü deliller kolluk görevlisinin kasıtlı bir eylemine maruz kaldığı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Nitekim adli kolluk fezlekesinde de kasten yaralama suçundan soruşturma işlemi yapıldığı görülmektedir (bkz. § 14). Buna karşın Cumhuriyet Başsavcılığının suç nitelemesini neden taksirle yaralama suçuna çevirdiği, ne soruşturmanın seyrine ilişkin evraktan ne de verilen kovuşturmasızlık kararından anlaşılamamaktadır. Ayrıca savunması alınan kolluk görevlileri başvurucuyu kazara yaraladıklarını ya da başka bir kişinin başvurucuyu kazara yaraladığını belirtmemişlerdir. Suç nitelemesinin değiştirilmesinin söz konusu soruşturmanın ağırlığını başvurucunun aleyhine olacak şekilde azalttığı ve daha da önemlisi dava zamanaşımı süresini kısalttığı da bir gerçektir. Ayrıca ilgili kolluk görevlileri hakkında -olayın aydınlatılmasına katkı sunabileceği açık olan- idari bir soruşturma açılmamasında (bkz. § 31) da suç nitelemesinin önemli olmadığı söylenemeyecektir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili şekilde yürütülmesi noktasında gerekli özenin gösterilmediği söylenebilir.

88. Başvurucu verdiği ifadede olaya bizzat tanık olduğunu iddia ettiği iki kişiyi açık kimlik bilgilerine yer vermek suretiyle belirtmiştir. Bu kişilerden birinin ifadesi Cumhuriyet Başsavcılığınca alınmış ve tanık ifadesinde başvurucunun iddialarını doğrulamıştır (bkz. § 21). Diğer tanığın dinlenmesine ilişkin olarak ise Cumhuriyet Başsavcılığınca herhangi bir girişimde bulunulduğuna dair bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyasından erişilememiştir. Ayrıca olay yerinde bulunduğu iddia edilen TOMA'ya ait bir kamera kaydı bulunup bulunmadığına dair kolluğa yazılan müzekkerenin (bkz. § 18) akıbeti Cumhuriyet Başsavcılığınca araştırılmamıştır. Oysaki söz konusu kamera kaydının varlığı ile olaya bizzat tanıklığı bulunduğu iddia edilen kişinin beyanı soruşturmanın seyrini değiştirme niteliği olan delillerdendir ve etkili bir soruşturmada toplanmaları gerektiği açıktır.

89. Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararının yeterli ve tatmin edici bir gerekçe ihtiva etmekten uzak olduğu, soruşturma dosyası kapsamında toplanan delillerin nasıl ve ne şekilde hukuki bir yoruma tabi kılındığının karardan anlaşılamadığı görülmektedir. Toplanan delillerden hangisine neden itibar edildiği ya da edilmediği şikâyete konu olayla bağlantıları da kurularak kararda izah edilmeli ve buna göre varılan yargısal kanaatin nesnel bir sonuç olarak ortaya çıktığı algısı yargılamanın taraflarında oluşturulabilmelidir. Karara yapılan itirazın ise yine gerekçe gösterilmeden reddedildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 26).

90. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

91. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

92. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

93. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özünün toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasına ilişkin olması nedeniyle iddiaların bir bütün olarak Anayasa'nın 34. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

94. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

95. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması sonucu yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

96. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

97. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

98. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

99. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

100. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

101. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).

102. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48; ifade özgürlüğü bağlamında bir karar için bkz. Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50) olması gerekir.

103. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

104. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

105. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

106. Başvurucunun ve tanık olarak gösterdiği İ.E.C.nin vermiş oldukları ifadelerde (bkz. §§ 13, 21) protesto eyleminin saat 20.00 sıralarında yani güneş battıktan sonra açık alanda yapıldığını beyan ettikleri, bunun da kabul edildiği görülmektedir. Ayrıca olay yerinde kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera görüntüleri üzerinde inceleme yapan bilirkişi de raporunda etrafın karanlık olduğunu belirtmiştir (bkz. § 22). 2911 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 7. maddesi, toplantının açık yerlerde güneşin batmasından bir saat önceye kadar sürebileceğini düzenlemektedir.

107. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, 6529 sayılı Kanun'un 2911 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "...güneş batmadan önce dağılacak şeklinde..." ibaresini iptal etmiştir (AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017). Anayasa Mahkemesi iptal gerekçesinde, toplantının güneş battıktan sonra devam etmesinin kamu düzenini etkileyip etkilemediği, başkalarının hak ve özgürlüklerini zedeleyip zedelemediği hususunda kamu otoritelerince bir değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Yapılacak bu değerlendirme sonucuna göre toplantının yasaklanmasına ya da devam etmesine karar verilmesi gerekmektedir. Aksi yönde yapılacak uygulama ile mutlak şekilde ve her durumda tüm toplantıların güneş batmadan önce sonlandırılması anayasal hakka yapılan sınırlandırılmanın orantısız olması anlamına gelir.

108. Böylelikle başvurucunun güneş battıktan sonra katıldığını ifade ettiği toplantının sadece bu nedenle hukuka aykırı olduğu söylenemeyecektir. Kolluk görevlilerince toplantının güneş battıktan sonra sonlandırılması amacıyla yapılacak müdahale -Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararı gerekçesinde de belirtildiği üzere- gerekli ve ayrıca orantılı olmak durumundadır.

109. Somut olayda, başvurucunun katıldığı protesto gösterisinin kolluk görevlilerince yapılan müdahale ile dağıtılması sırasında başvurucunun baş bölgesinden hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu protesto gösterisinde bir kısım gösterici tarafından kolluk görevlilerine taş atıldığı ve bu suretle göstericiler arasında barışçıl olmayan bazı kişilerin bulunduğu da gözlemlenmiştir (bkz. §§ 20, 21).

110. Buna karşın kolluk görevlilerinin alınan ifadelerinde veya diğer toplanan delillerde başvurucunun barışçıl olmayan bir tutum içinde olduğu yönünde bir iddia da bulunmamaktadır. Diğer taraftan söz konusu gösteriye katılması nedeniyle başvurucu hakkında herhangi bir şekilde adli ya da idari bir işlem yapılmadığı da görülmektedir (bkz. § 10). Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı açısından söz konusu toplantıya kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği söylenemeyecektir. Kaldı ki toplantıya kolluk kuvvetince yapılan müdahale sonucu başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması kullanılan kamusal gücün orantılı olmadığını da göstermektedir.

111. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

112. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

113. Başvurucu ileri sürdüğü hak ihlallerinin tespiti ile yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesinin yanında 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

114. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

115. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

116. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin bazı eksik delillerin toplanmayarak gerekli olan kamu davası açılmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

117. Bu durumda yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında ve sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun olarak eksikliği belirtilen birtakım delillerin toplanmasının ardından sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2014/13488) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

118. Başvuruda, maddi ve usul boyutlarıyla yaşam hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

119. Yaşam hakkının maddi boyutu ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

120. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutları itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkı -usul boyutu itibarıyla- ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NİHAT SEFER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/4443)

 

Karar Tarihi: 25/9/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Nihat SEFER

Vekili

:

Av. Hasan Hüseyin EVİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlilerinin bir gösteriye müdahalesi sırasında gerçekleşen yaralama olayıyla ilgili olarak soruşturma izni verilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/3/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1957 doğumlu ve emekli öğretmen olan başvurucu, Gezi Parkı olayları sırasında yaralandıktan sonra vefat eden B.E.nin cenazesinin İstanbul’da defnedileceği 12/3/2014 tarihinde İzmir Konak Meydanı’nda yapılan gösteriye katılmıştır.

10. Başvurucu, toplumsal olaylara müdahale aracıyla (TOMA) yaklaşık bir metre mesafeden sıkılan gaz ve basınçlı suyla yapılan müdahalede kolunun kırıldığı ve gözlerinde yanma oluştuğu iddiasıyla araçta görevli polisler hakkında Kemeraltı Polis Merkezi Amirliği’ne müracaat etmiştir.

11. İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 12/4/2014 tarihli raporunda, vücut fonksiyonlarına etkisi ağır olan ve sağ üst kolda humerus (kolun omuzdan dirseğe kadar uzanan kısmı) parça kırığına neden olan yaranın basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyeceği kaydedilmiştir.

12. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) 4/7/2014 tarihli ve 2014/28474 Sor. sayılı yazısıyla, şikâyete konu eylemin 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında olduğu kanaatine vararak İzmir Valiliğinden soruşturma izni istemiştir.

13. İzmir Valiliği İl İdare Kurulu 5/9/2014 tarihinde, iddialara ilişkin olarak hazırlanan ön inceleme raporunda yer verilen tespitlere dayanarak soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “12. 03.2014 tarihinde saat 12.00 sıralarında Konak Meydanı saat kulesi önünde İstanbul'da ölen [B.E.] için KESK İzmir Şubeler Platformu, DİSK Ege Bölge Temsilciliği, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu ile İzmir Emek ve Demokrasi güçleri tarafından basın açıklaması yapılmak istenilmesi ve Valilik binasına yürümek istemesiyle olay yerinde bulunan rütbeli personel tarafından gruba hitaben yapılan yürüyüşün kanunlara aykırı olduğunu bildirmelerine, Valilik önüne yürümelerine izin verilmeyeceğini megafonlarla uyarmalarına rağmen olay yerinde bulunan TOMA araçlarına ve görevli polislere yerden söktükleri kilit taşları, sopa, soda şişesi ve çevreden söktükleri çöp kovaları, trafik dubalarını sürekli olarak atmaya başlamaları, atılan taşlar neticesi bazı görevli polis memurlarının yaralanması, çevrede bulunan işyerlerinin zarar görmesi, grubun 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanununa aykırı davranıp ihlal etmesiyle grubun görevli personele ve çevreye daha fazla zarar vermesini engellemek amacıyla gruba Kanunların verdiği yetki çerçevesinde müdahale edildiği, şikayetçilerin almış oldukları darp-cebir raporlarına rağmen olayla ilgili tanık göstermedikleri, müdahale yerinde görev yazısına göre sadece TOMA-2 aracının olduğunun yazıldığı ancak toplumsal olayın büyümesi sebebiyle çeşitli noktalardaki TOMA araçlarının da Konak Meydanına sevk edildikleri, o tarihte Çevik Kuvvet Şubesi bünyesinde 7 (yedi) toma ve 2 (iki) panzer aracının olduğu, bu haliyle şikayetçilerin iddiaları doğru kabul edilse bile suyun hangi araçtan sıkıldığının tespitinin teknik olarak mümkün olmadığı anlaşılmıştır.”

14. Bu karara başvurucunun yaptığı itiraz, İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunca 30/10/2014 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde ön inceleme raporu ve ekindeki belgelerin Savcılıkça soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte olmadığına işaret edilmiştir.

15. İzmir Bölge İdare Mahkemesinin kararı 10/2/2015 tarihinde İzmir Valiliğince başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

16. Öte yandan Savcılık tarafından 20/11/2014 tarihinde, Bölge İdare Mahkemesinin itirazın reddine ilişkin kararının kesinleştiği, yetkili merci tarafından usulüne uygun olarak verilmiş soruşturma izni bulunmadığı, buna göre soruşturma şartının gerçekleşmediği gerekçeleriyle hakkında ön inceleme talebi bulunanlarla ilgili olarak inceleme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmiştir. Kararda ayrıca Danıştay 1. Dairesinin 3/3/2005 tarihli ve E.2004/794, K.2005/301 sayılı kararı ile Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 16/5/2003 tarihli görüş yazılarına atfen kararın tebliğ edilmesine gerek bulunmadığı ve itiraza tabi olmadığı belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Selçuk Yıldız, B. No: 2014/10382, 15/2/2017, §§ 21-29.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 25/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

19. Başvurucu; idari soruşturmada İzmir Emniyet Müdürlüğünün personelini nerede, hangi araçta görevlendirdiğinin tespit edilememesinin mümkün olmadığını, delillerin toplanması vazifesinin idari soruşturmayı yapan muhakkike ait olmasına karşın kendisinden tanık ismi gösterilmesinin beklendiğini, olay mahallinde yedi TOMA ve iki panzer aracı bulunduğunu, yaralamanın hangi araçtaki polis ya da polisler tarafından gerçekleştirildiğinin tespitinin mümkün olmadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesinin suç işleyen polislere yargısal bağışıklık sağladığını belirterek kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini öne sürmüştür.

20. Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kararlarına atıf yapılarak bu kararların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

21. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.

2. Değerlendirme

22. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili kısmı ile 5. maddesi şöyledir:

 “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17- Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

…''

''Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 5- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

23. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu başlık altındaki iddialarının tümü kötü muamele yasağı kapsamında değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

25. Güç kullanılması sırasında kötü muamele yasağının usul yükümlülüğüne ilişkin ilkeler Özge Özgürengin kararında açıklanmıştır (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§70-74).

26. Başvurunun özü, toplantı ve gösteri sırasında yapılan müdahale üzerine başvurucuyu yaraladığı öne sürülen kolluk görevlileri hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca Savcılığın soruşturma izni istemesine rağmen soruşturma izni verilmemesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasıdır.

27. Anayasa Mahkemesi Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş (B. No: 2013/7907, 21/4/2016) ve Selçuk Yıldız başvurularında, gösteri yürüyüşünde yaralanan kişiler hakkında soruşturma izni verilmemesini etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlali olarak değerlendirilmiştir. Bu sonuç özetle şu gerekçelerle temellendirilmiştir: Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa etmesi sırasında ortaya çıkan bazı durumlarda sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında bulunmaları, adli soruşturmaların belli makamların iznine bağlanmasını gerektirebilir. Bununla birlikte soruşturma izni şartına bağlı olmayan suçlarda izin mekanizmasının işletilmesi soruşturmanın etkililiği bakımından sorun oluşturmaktadır.

28. Nitekim somut olayda Savcılığın, atılı suçların 4483 sayılı Kanun'un izin şartına bağlı olmaksızın resen kovuşturulması gereken suçların düzenlendiği 2. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında olup olmadığını tartışmadan İzmir Valiliğinden soruşturma izni istediği görülmektedir. Öte yandan başvuru konusu edilmemekle beraber -başvuru konusu Bölge İdare Mahkemesi kararına dayanarak verilen- kovuşturmaya yer olmadığı kararında da 4483 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde kolluk görevlileri hakkında yürütülen ve soruşturma izni verilmemesi ile sonuçlanan ön inceleme aşamasına atıf yapılırken bu yönde bir tartışma yapılmamıştır. Bu nedenle yukarıdaki paragrafta zikredilen kararlardaki sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmadığı anlaşılmıştır.

29. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30 Başvurucu, katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin biber gazı ve basınçlı suyla yaptığı müdahalede kolunun kırılarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına atıf yapılmış; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bakımından olay tarihi olan 12/3/2014 tarihinden yaklaşık bir yıl sonra 10/3/2015’te yapılan bireysel başvurunun süresinde olmadığı bildirilmiştir. Başvurucu hakkında yapılmış bir ceza soruşturmasının bulunmaması bu görüşe dayanak oluşturmuştur.

32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.

2. Değerlendirme

33. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın 34. maddesi şöyledir:

"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

Madde 34- Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Başvuruda öncelikle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden başvurucu hakkında açılmış bir ceza davasının bulunmaması nedeniyle gösterinin yapıldığı andan itibaren otuz günlük süre içinde bireysel başvuruda bulunmamasına dayanılarak kabul edilemezlik kararı verilmesi doğrultusundaki Bakanlık görüşünün ele alınması gerekmektedir.

35. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik iddialar açısından toplantıya yapılan müdahaleler ve müdahale sonucundaki yaralanmalara ilişin olarak adli makamlara yapılacak şikâyetler, bir bütün hâlinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin başvuru olarak kabul edilmelidir (benzer yöndeki karar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 62). Nitekim bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin müdahalesi ile meydana gelen sonuçlar açısından kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının aynı anda ihlal edilmesi mümkündür. Mevcut başvuru gibi şikâyetlerde kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını birbirinden ayırmanın zorluğu, bireysel başvuruda bulunabilmek için her iki hak bakımından ayrı ayrı başvuru yolu gösterilmesini anlamsız kılmaktadır. Nitekim başvurucunun kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik müdahalelere dair şikâyetinde iki iddia birlikte ileri sürüldüğünden Cumhuriyet Başsavcılığı da soruşturmayı aynı temelde incelemiştir. Bu nedenle her iki hak için ayrı yargılama mercilerine başvurulmasını beklemek hak ihlali iddiasına konu olayların aydınlatılmasında ve hakların özünün korunmasında yetersiz ve gereksiz bir sonuca yol açabilecektir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 61).

36. Bu nedenle incelenen başvuru gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının aynı müdahale kapsamında ihlal edildiğine ilişkin başvurularda kötü muamele yasağına neden olduğu iddia edilen müdahaleyi gerçekleştirenlere karşı savcılığa yapılan şikâyet, tüketilmesi gereken başvuru yolu olarak yeterli kabul edilmektedir (Onur Cingil, § 62).

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

38. Kolluğun kuvvet kullanması neticesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarında uygulanacak ilkeler Özge Özgürengin (§§ 88-95) başvurusunda açıklanmıştır.

39. Kabul edilebilirlik incelemesinde yapılan değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere kötü muamele soruşturmasının dayanağı olan fiziksel saldırı, aynı zamanda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını etkileyen bir unsurdur.

40. Toplantı ve gösteriye kolluğun güç kullanarak yaptığı müdahalelerden kaynaklanan iddialarda kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir (Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 63). Kötü muamele yasağının incelendiği bölümde belirtilen nedenlerle devletin bu yükümlülüğünü yerine getirdiği söylenemeyeceğinden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

42. Başvurucu 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

43. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

44. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

45. Başvuruda, Anayasa'nın 17. ve 34. maddelerinde düzenlenen kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, olaydaki suçun izin şartına bağlı olup olmadığının tartışılmamasından ve buna dair ilgili ve yeterli gerekçe ortaya konulmamasından dolayı ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

46. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kuruluna (E.2014/304, K.2015/10) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

47. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi, ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yalnız ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen toplam 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı vegösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kuruluna (E.2014/304, K.2015/10) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEBRAİL BEKTAŞ VE YÜKSEL ŞAHİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/4787)

 

Karar Tarihi: 25/9/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 22/10/2019-30926

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucular

:

1. Cebrail BEKTAŞ

 

 

2. Yüksel ŞAHİN

Vekili

:

Av. Mehmet Ruştu TİRYAKİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir protesto gösterisine kolluk görevlilerince orantısız şekilde müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; müdahale sırasında yaralanma ve bu olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle de eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/3/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular öğretmen olup bir eğitim sendikasının yöneticisidir.

9. Öğretmenler Günü öncesi 23/11/2013 tarihinde bir eğitim sendikasının öncülüğünde Ankara'da protesto gösterisi düzenlenmiştir. Başvurucuların da aralarında bulunduğu grup Tandoğan Meydanı'nda toplanmış ve Kızılay Meydanı'na kadar herhangi bir taşkınlık yapmadan yürüyüş gerçekleştirmiştir. Yürüyüş esnasında kolluk görevlilerince gerekli tedbirler alınmış, bölünmüş yolun bir tarafı trafiğe kapatılarak göstericilerin güvenliği temin edilmiştir.

10. Göstericiler Kızılay Meydanı'na geldiklerinde kolluk görevlilerince oluşturulan barikatla karşılaşmışlar ve bu noktadan ileri gitmelerine izin verilmemiştir. Amaçlarının Millî Eğitim Bakanlığı önünde basın açıklaması yapmak olduğunu belirten göstericiler ile kolluk görevlileri arasında yapılan müzakere sonucunda uzlaşı sağlanamamıştır. Kolluk görevlileri bu esnada kalabalığa hitaben gösterinin yasal olmadığı ve dağılmaları gerektiği, aksi takdirde zor kullanılacağı yönünde hoparlörle uyarı yapmaya başlamıştır. Bir süre sonra ise kolluk kuvvetince göstericilerin üzerine tazyikli su sıkılarak güç kullanılmaya başlanmış ve göz yaşartıcı gaz kapsülleri ile müdahale edilmiştir. Göstericiler bu şekilde Tandoğan istikametine doğru kademe kademe uzaklaştırılarak kalabalık dağıtılmıştır.

11. Başvurucu Cebrail Bektaş kolluk görevlilerince atılan göz yaşartıcı gaz kapsüllerinden birinin sol ayağına isabet etmesiyle yaralanmıştır. Diğer başvurucu Yüksel Şahin ise üzerine sıkılan tazyikli suyun etkisiyle baygınlık geçirmiştir. Başvurucular bu nedenle ilgililer hakkında şikâyetçi olmak üzere Çankaya Polis Merkezine müracaatta bulunmuşlardır.

12. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında çok yönlü adli soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu soruşturma kapsamında başvurucuların da aralarında olduğu toplam on yedi gösterici hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlamasıyla adli işlem yapılmıştır. Ancak başvurucular hakkında ilk etapta 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlamasıyla herhangi bir gözaltı işlemi yapılmamıştır. Öte yandan başvurucuların şikâyetlerine ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli kimlik bilgilerinin temin edilmesi ve savunmalarının alınması yönünde bir belgeye rastlanmadığı gibi bu yönde herhangi bir girişime de dosya kapsamından erişilememiştir.

13. Yürütülen soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca, Radyo TV ve Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından çekilen olay anına ilişkin kamera görüntüleri temin edilmiş ve bu kayıt üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların müşteki-şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmış ve başvurucular hakkında düzenlenen geçici adli raporlar da dosyaya konulmuştur. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucular hakkında kati adli rapor temin edildiğine ilişkin bir bilgi, belge ya da bu yönde bir girişime soruşturma dosyası kapsamında rastlanmamıştır. Soruşturma dosyasının bulunduğu Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesinden gelen yazı ekinde de sadece başvurucular hakkında düzenlenen geçici adli raporların olduğu görülmüştür.

14. Başvurucular hakkında düzenlenen her iki geçici adli raporda da tespit edilen yaralanmaların basit bir tıbbi müdahale ile giderilip giderilemeyeceği noktasında sarih bir değerlendirmede bulunulmadığı görülmektedir.

i. Başvurucu Cebrail Bektaş hakkında düzenlenen adli raporda, olay öyküsü "Toplumsal olayda arbede sırasında düşen hasta, bacağına gaz bombası geldiğini ifade ediyor" şeklinde tanımlanmış ve başvurucunun sol ayak bileğinde şişlik olduğu tespit edilmiştir. Raporda konsültasyon bulgusu olarak X-Ray: sol lateral (yan) malleol (ayak bileği üst kısmı) kırığı bulgusuna yer verildiği ve hastaya 10 iş günü istirahat önerildiği görülmektedir.

ii. Başvurucu Yüksel Şahin hakkında düzenlenen adli raporda, olay öyküsü "toplumsal olayda biber gazına ve tazyikli suya maruz kaldığını ifade eden hasta" ibarelerine yer verilerek açıklanmış ve gözlerde bilateral (iki yanda) hiperemi (kanlanma) lezyonu tespit edilmiştir. Raporda, akut konjonktivit (gözde bulunan konjonktiva tabakasının iltihabı) tanımlanmadığı tespitine de yer verilerek başvurucunun üç gün istirahatinin uygun olduğu belirtilmiştir.

15. Her iki başvurucu da verdiği ifadede 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle Millî Eğitim Bakanlığı önünde bir basın açıklaması yapmak istediklerini, bunun demokratik hakları olduğunu, ancak kolluk görevlilerince buna müsaade edilmeyerek gösterinin orantısız güç kullanılarak dağıtıldığını, bu nedenle yaralandığını ve ilgililer hakkında şikâyetçi olduğunu dile getirmiştir. Söz konusu ifadelere göre başvurucu Cebrail Bektaş kolluk görevlilerince atılan gaz kapsülünün sol ayak bileğine isabet etmesiyle, başvurucu Yüksel Şahin ise yaya üst geçidinde tek başına olduğu hâlde kolluğa ait toplumsal olaylara müdahale aracından (TOMA) yüzüne sıkılan tazyikli suyla yaralanmıştır. Başvurucu Yüksel Şahin ifadesinde ayrıca kolluğun topluluğu dağıtırken göz yaşartıcı gaz da kullandığını belirtmiştir.

16. Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/4/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüphelilerin KESK’e (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) bağlı olarak düzenlenen '24 Kasım Öğretmenler Gününü Anma' amacıyla miting yaptıkları, Çankaya İlçesi GMK Bulvarı Tandoğan Kavşağında bulunan mahalle geldikleri, sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı önüne giderek basın açıklaması yapmak istedikleri, gösterinin yasa dışı olduğu ve Milli Eğitim Bakanlığı önünde basın açıklaması yapmalarının mümkün olmadığı, bu nedenle Kızılay’da basın açıklamasında bulunup dağılmaları yönünde kolluk kuvvetlerince taraflarla görüşmelerin yapıldığı, eylemlerinde ısrar eden şüphelilerin tüm ihtarlara rağmen dağılmamakta direnmeleri üzerine kolluk kuvvetlerince orantılı şekilde güç kullanıldığı ve müdahale edildiği, bu sırada göstericilerin, Colins Mağazasının bulunduğu yerde oluşan yoğunluktan ve göstericilerin buraya sığınma gayretinden dolayı kapı camının kırılmasına sebebiyet verdikleri, olaylar devam ederken kolluk kuvvetlerinin topluluğun dağılmaması üzerine, müdahalesi sırasında atılan gaz fişeğinden müşteki şüpheli Cebrail Bektaş’ın yaralandığı, yine tazyikli su nedeniyle Yüksel Şahin’in de bayıldığı belirlenmiş ise de;

...

Türk Ceza Kanununun 256. maddesinde düzenlenen kamu görevlisinin görevi yaptığı sırada kişilere karşı görevin gereklerinin gerektirdiği ölçünün dışına çıkarak zor kullandığı yönünde herhangi bir delil elde edilemediği, dağılın ihtarına rağmen dağılmayan gruba orantılı şekilde güç kullanırken söz konusu yaralanmaların meydana geldiği, kasten işlenmesi mümkün bu suçta şüphelilerin bu eylemi kasten yaptıklarına dair herhangi bir bulguya ulaşılmadığı,

Müşteki şüphelilerden Yüksel Şahin ve Cebrail Bektaş’ın söz konusu eylemlere katılmakla birlikte dağılın ihtarlarına rağmen dağılmadıklarına dair herhangi bir delilin bulunmadığı, yalnızca toplantı mahalline yürürken görüntülerinin yer aldığı, burada da kolluk kuvvetlerinin herhangi bir müdahalelerinin bulunmadığı anlaşılmakla, delil yokluğu nedeniyle şüpheliler hakkında mala zarar verme ve yaralamaya neden olma ve 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet suçlarından Kovuşturmaya Yer Olmadığına [karar verilmiştir]"

17. Bu karara başvurucular itiraz etmiş, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince 21/1/2015 tarihli kararla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 12/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucular 16/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

19. Öte yandan başvurucular dışındaki on beş gösterici hakkında 21/4/2014 tarihinde iddianame tanzim edilerek kamu görevlisine hakaret, görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından göstericilerin cezalandırılması talep edilmiştir.

20. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianame sonrası başlayan kovuşturma aşaması 1/7/2019 tarihinde 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçu açısından verilen beraat kararı ile sona ermiş, ancak kanun yolu aşaması henüz tamamlanmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

21. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

22. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

23. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması hâlinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır."

24. 5237 sayılı Kanun'un "Kanunun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:

"(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

 (2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

 (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

 (4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur."

25. 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur."

26. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

 (2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;

...

b) Vücudunda kemik kırılmasına,

...

Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır."

27. 2911 sayılı Kanun'un "Yasak yerler" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ... gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur."

28. 2911 sayılı Kanun'un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı 23. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"a) ... uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;

...

e) ...22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,

...

Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır."

29. 2911 sayılı Kanun'un "Toplantı veya gösteri yürüyüşünün dağıtılması" kenar başlıklı 24. maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:

"Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılıcakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır."

30. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

..."

31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

B. Uluslararası Hukuk

1. Mevzuat

32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."

33. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."

34. Sözleşme'nin "Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı 11. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"1. Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir...

2. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz..."

2. İçtihat

35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devlet görevlileri tarafından güç kullanılması nedenine bağlı olarak yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasını incelediği bir başvuruda Sözleşme'nin 2. maddesinin sadece kasıtlı öldürmeleri korumadığını, bunun yanı sıra gerekli olmayan güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olaylarının da anılan koruma kapsamında kaldığını vurgulamıştır (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 148). AİHM, Sözleşmede kullanılan gücün "kesinlikle gerekli olması" ifadesine dikkat çekerek yapacağı incelemede Sözleşme'nin 8., 9., 10. ve 11. maddelerinde bu testi "Demokratik Toplumda Gereklilik" başlığı altında uyguladığından daha katı bir orantılılık değerlendirmesine gideceğini de belirtmektedir (aynı kararda bkz.§ 149).

36. Devlet görevlilerinin güç kullanımına bağlı olarak ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarını incelerken de AİHM'in benzer yaklaşımını sürdürdüğü görülmektedir (Rehbock/Slovenya, B. No: 29462/95, 28/11/2000; R.L. ve M.-J.D./Fransa, B. No: 44568/98, 19/5/2004; Dembele/İsviçre, B. No: 74010/11, 24/9/2013; Anzhelo Georgiev ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 51284/09, 30/9/2014; Şakir Kaçmaz/Türkiye, B. No: 8077/08, 10/11/2015; İzci/Türkiye, B. No: 42606/05, 23/7/2013). AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında yaptığı incelemede devlet görevlilerinin güç kullanımının gerekliliğini ve hedeflenen amaçla orantılı olmasını değerlendirirken ayrıca kamusal gücün kasıt unsuruyla ortaya çıkmış olması şartını aramamaktadır. Başka bir ifadeyle Sözleşme'nin 3. maddesi sadece kasıtlı güç kullanımı ile ortaya çıkan kötü muamele iddialarını değil aynı zamanda devletin dikkat ve özen yükümlülüğü bağlamında ortaya çıkan sorumluluğunu da inceleme kapsamına almaktadır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 25/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağı ve Eziyet Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

38. Başvurucular, katıldıkları barışçıl bir gösteride kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanması sonucu yaralandıklarını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ve Sözleşme'nin 3. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve eziyet yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca olaya ilişkin olarak yürütülen soruşturmada olay anına ilişkin görüntü kayıtlarının ham hâlinin çeşitli yayın organlarından temin edilmesi yerine kolluk tarafından montajlanan kayıt üzerinden inceleme yapılmasının etkili soruşturma yapılmadığını gösterdiğini iddia ederek Anayasa'nın 36. maddesi ile Sözleşme'nin 6. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların kolluk görevlilerince kullanılan güç sonucu yaralanmalarına ve bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkili olmadığına ilişkin şikâyetleri açısından Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve eziyet yasağı çerçevesinde bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucuların adil yargılanma hakkı ihlali olarak ileri sürdükleri şikâyetlerin ise anılan yasağın usul boyutuna ilişkin olduğu anlaşıldığından, bu hakla ilgili ayrı bir inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

41. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

42. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

43. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

44. Anayasa Mahkemesi Cemil Danışman (B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44) kararında, devlet görevlilerince güç kullanılmasına bağlı olarak ileri sürülen hak ihlali iddialarını devletin negatif yükümlülüğü bağlamında ele alacağını belirtmiş ve bu yükümlülüğün hem kasıtlı hem de kasıtlı olmayan eylemleri içerdiğini vurgulamıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, devlet görevlilerinin güç kullanımına başvurduğu bazı durumlarda olayla ilgisi olmayan üçüncü kişilerin yaralanmasını devletin negatif yükümlülüğü kapsamında inceleme yoluna gitmiş ve kolluğun bu gibi durumlarda olayla ilgisi bulunmayan kişilerin zarar görmemesini de gözetmesi gerektiğine dikkat çekmiştir (Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018).

45. Başvurucuların şikâyetine konu ettiği orantısız güç kullanma eylemi devlet görevlilerinden sâdır olduğu için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucuların şikâyetine konu kamusal eylem nedeniyle yapılan soruşturmanın etkili olmadığı ve bunun sonucunda kovuşturmasızlık kararı verildiği iddiası ise pozitif yükümlülükler bağlamındaki etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından ele alınmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağı ve Eziyet Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

47. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74).

48. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

49. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

50. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

51. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

52. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

53. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisine uyduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Başvurucuların olay tarihinde düzenlenen gösteriye katıldıkları ve bu gösteriye kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında yaralandıkları iddiasının Cumhuriyet Başsavcılığınca da kabul edildiği kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerekçesinden anlaşılmaktadır (bkz. § 16). Bu nedenle, söz konusu kamusal müdahaleye ilişkin olarak kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkilerinin bulunup bulunmadığı, söz konusu yetkinin kullanımının gerekli olup olmadığı ve zor kullanmadaki şiddetin orantılı olup olmadığı hususlarında bir değerlendirme yapılacaktır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren karar için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 52, 53).

55. Toplumsal olaylar karşısında kamu gücünü kullanan kolluk görevlilerinin nasıl davranacağı ve hangi şartlarda toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahalede bulunabileceği yasal birtakım güvencelere bağlanmış durumdadır (bkz. §§ 27-29). Ayrıca kolluk görevlilerinin zor kullanmaları gerektiğinde nasıl ve ne şekilde hareket etmeleri gerektiği hususunda belli bir prosedür belirleyen yasal kurallar da mevcuttur (bkz. § 30). Anılan mevzuat uyarınca somut olayda kolluk görevlilerinin başvurucuların da aralarında bulunduğu göstericilere karşı güç kullanma eyleminin kanuni bir dayanağının olmadığı söylenemeyecektir. Başka bir ifadeyle kolluk gücünün kanunla öngörülen bir zor kullanma yetkisinin olduğu açıktır.

56. Başvurucuların gerek Tandoğan Meydanı'nda toplanmaları gerekse buradan Kızılay meydanına kadar yaptıkları yürüyüş esnasında barışçıl olmayan herhangi bir tutum içinde olduklarına ya da suç işlediklerine dair soruşturma evrakına yansıyan bir tespitin bulunmadığı görülmektedir. Bilakis bu süreçte kolluk görevlilerin de aldığı bazı yapıcı tedbirlerle (bkz. § 9) yürüyüşün sağlıklı şekilde gerçekleştirilebildiği anlaşılmaktadır. Kızılay Meydanı'nda kolluk görevlileri tarafından kurulan barikata ya da kolluk görevlilerine başvurucuların saldırdığı veya barışçıl olmayan eylemlerde bulundukları yönünde herhangi bir yargısal tespit bulunmadığı gibi başvurucuların kolluğa karşı aktif bir direnme dahi sergilemediği de kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan anlaşılabilmektedir. Buna göre kolluk görevlileri tarafından başvuruculara karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemeyecektir. Gerekli olmadığı anlaşılan zor kullanımın orantılığı hususunda ise daha ileri bir değerlendirme yapılmasına gerek duyulmamıştır. Ancak başvurucu Cebrail Bektaş'ta meydana gelen yaralanmanın kemik kırığı oluşturacak ağırlığa ulaştığı da gözetildiğinde bu başvurucu açısından kullanılan gücün orantılı olmaktan uzak olduğu da söylenmelidir.

 (a) Başvurucu Yüksel Şahin Yönünden

57. Başvurucu Yüksel Şahin'e karşı kolluk görevlilerince gereksiz şekilde uygulanan kamusal gücün -özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle- kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmaların niteliği bir bütün olarak ele alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 (b) Başvurucu Cebrail Bektaş Yönünden

59. Başvurucu Cebrail Bektaş'a uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmaların niteliği bir bütün olarak ele alındığında ise eylemin eziyet olarak tanımlanması mümkündür.

60. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağı ve Eziyet Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

61. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

62. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın bu maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

63. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olarak yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

64. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, § 99).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

65. Başvurucuların polis karakoluna müracaatları üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca olay hakkında derhâl adli bir soruşturma başlatılması kamu makamlarının insan haklarına saygı yükümlülüğü açısından olumlu bir adım olarak belirtilmelidir. Soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kaydedilen olay anına ilişkin görüntüler temin edilmiş, bu görüntüler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve başvurucuların ifadeleri alınarak olaya ilişkin şikâyetleri dinlenmiştir. Başvurucular hakkında düzenlenen geçici adli raporlar da dosyaya konulmuştur. Ancak başvuruculardaki yaralanmanın tam olarak tespit edilmesi amacıyla kati adli rapor tanzimi için soruşturma makamınca herhangi bir girişimde bulunulmaması delillerin özenle toplanması ilkesi açısından sorunludur.

66. Başvurucuların şikâyetlerine muhatap olan kolluk görevlilerinin kimliklerinin belirlenmesi ve savunmalarının alınması ile ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca herhangi bir girişimde bulunulduğu konusunda da soruşturma evrakına yansıyan bir bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır. Bunun yanı sıra soruşturmanın seyrini ve sonucunu etkileme noktasında oldukça önemli ve objektif bir delil olma yönü bulunan olay anına ilişkin kamera görüntülerinin sadece kolluk tarafından kaydedilen ve gönderilen kısmı ile yetinilmesi, başvurucular tarafından soruşturmanın etkisiz olduğu iddiasına dayanak yapılmıştır. Ne var ki verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucularda meydana gelen yaralanmaların kolluk görevlilerinin eylemlerinden kaynaklandığı kabul edilmiştir (bkz. § 16). Bu nedenle söz konusu kabulden sonra daha kapsamlı bir kamera görüntüsü araştırmasına gidilmemiş olması delil toplama faaliyetinde özensiz hareket edildiği anlamına gelmeyecektir.

67. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, başvurucuların dağılın ihtarına uymadıklarına ilişkin herhangi bir delil elde edilemediği belirtilmesine rağmen başvurucuların kasten yaralandıkları hususunda yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle kolluk görevlileri hakkında söz konusu kararın verildiği görülmektedir. Yukarıda yer verilen AİHM içtihadı ve genel ilkelerde (bkz. §§ 35-36, 44) de değinildiği üzere Anayasa Mahkemesi negatif yükümlülük ihlali kapsamında yaptığı incelemede kamu görevlilerinin kastından bağımsız olarak inceleme yapmaktadır. Bu doğrultuda, kamu otoritelerince kullanılan gücün gerekli ve orantılı olduğu hususunun ilgili yargı makamlarınca yeterli bir gerekçeyle açıklanması önem arz etmektedir. Kovuşturmasızlık kararında başvurucuların, kolluğun güç kullanmasını haklı kılacak herhangi bir eylem içinde olduklarından bahsedilmemekte, bilakis başvurucuların suç içeren bir eylemlerinin olmadığı belirtilmektedir. Buna göre kendilerine karşı güç kullanılmasının gerekli olmadığı anlaşılan başvurucuların kullanılan güç sonucu yaralanmaları olayı hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, soruşturma kapsamında elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olma ilkesiyle çelişmektedir.

 (a) Başvurucu Yüksel Şahin Yönünden

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

(b) Başvurucu Cebrail Bektaş Yönünden

69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

70. Başvurucular demokratik bir haklarını kullanmak maksadıyla barışçıl bir şekilde toplandıklarını ve yürüyüş gerçekleştirdiklerini, buna karşın kolluk görevlilerince yapılan orantısız bir müdahale ile Anayasa'nın 34. ve Sözleşme'nin 11. maddelerinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

71. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

72. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

73. Başvurucuların katılmış olduğu bir gösteri sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile toplantının dağıtıldığı, bunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

74. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

75. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

76. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

77. Başvuruculara gösteri sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

78. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

79. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

80. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

81. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

82. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

83. Başvurucuların katıldığı bir gösterinin kolluk görevlilerince yapılan müdahale ile dağıtılması sırasında başvurucu Cebrail Bektaş'ın sol ayağına isabet eden gaz kapsülü nedeniyle kırık oluşacak şekilde, başvurucu Yüksel Şahin'in ise yüzüne gelen tazyikli suyun etkisi ile gözlerinden yaralandığı anlaşılmaktadır.

84. Başvurucular dışında kalan on beş kişi hakkında düzenlenen iddianamede bazı göstericilerin kolluk görevlilerine karşı barışçıl olmayan tutum ve davranışlar içinde olduğu belirtilmektedir (bkz. § 19). Ancak başvurucuların da barışçıl olmayan eylemler içinde yer aldıkları yönünde soruşturma evrakına yansıyan bir bilgi ya da belge olmadığı gibi kolluk görevlilerine aktif bir direnme sergiledikleri yönünde delil elde edilemediği de kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda belirtilmiştir. Şu hâlde kolluk görevlilerince toplantıya güç kullanımı ile yapılan müdahalenin başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı açısından zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği söylenemeyecektir.

85. Öte yandan müdahale sonucunda başvurucularda meydana gelen yaralanmaların düzeyine bakıldığında müdahalenin orantılı olmaktan da uzak olduğu görülmektedir. Bu durumda zorunlu sosyal bir ihtiyacı karşılamayan ve orantılı da olmayan müdahale, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun değildir.

86. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

87. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

88. Başvurucular ileri sürdükleri hak ihlali iddialarının tespit edilmesini ve yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvurucular maddi ya da manevi tazminat talebinde bulunmamışlardır.

89. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

90. Kolluk görevlilerince başvurulan güç kullanımı sonucunda başvurucu Yüksel Şahin açısından insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, başvurucu Cebrail Bektaş açısından ise eziyet yasağının maddi ve usul boyutları itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca toplantıya yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olması nedeniyle her iki başvurucu açısından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

91. Eziyet yasağıyla insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Basın Soruşturma No: 2014/204) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Yüksel Şahin yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, başvurucu Cebrail Bektaş yönünden ise eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Başvurucu Yüksel Şahin yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, başvurucu Cebrail Bektaş yönünden ise Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının, maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağı ile insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ENDER ERGÜN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/1849)

 

Karar Tarihi: 19/11/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Ender ERGÜN

Vekilleri

:

1. Av. Deniz MUSLU

 

 

2. Av. Özlem AYATA LOKANOĞLU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerinin gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanarak müdahalede bulunması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; müdahale sonucunda meydana gelen yaralanma ile bu olaya ilişkin yürütülen soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ve göstericilere karşı bazı sivil kişilerin saldırılarına mani olunmamasından ötürü açılan tam yargı davasının reddi nedenleriyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/1/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1/1/1973 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

9. Anayasa Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.

A. Olayın Gelişimi

10. Başvurucu 6/7/2013 tarihinde Taksim Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılmıştır. Söz konusu eyleme kolluk görevlilerince göz yaşartıcı gazla müdahale edilmiş ve buradan kaçan gösterici grup ile sivil birkaç kişi arasında kavga yaşanmıştır. Sivil kişiler olay yeri yakınında bulunan bir lokantanın sahibi ile çalışanlarıdır. Yaşanan kavgada başvurucu kolundan kesici aletle hafif şekilde yaralanmıştır. Bu olaya ilişkin olarak başvurucu 28/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuş ve ilgili sivil kişilerden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda iddianame tanzim edilmiş ve İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda başvurucuyu yaralayan sivil kişiye neticeten 9 ay hapis cezası verilmiştir. Erteleme ya da takdirî indirim uygulanmayan hapis cezası istinaf kanun yolunca da onanarak kesinleşmiştir. Ayrıca bu yargılamada, sivil kişilerin göstericilere karşı saldırılarını önlemeye çalışırken yaralanan bir kolluk görevlisi de bulunduğundan saldırıda bulunanlara bu eylemleri nedeniyle de ceza verilmiştir. Bireysel başvuru kapsamında bu yargılamaya ilişkin olarak bir şikâyet ileri sürülmemiştir.

B. Suç Duyurusu

11. Olaylar sırasında yaralanan başvurucu 28/11/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği suç duyurusu dilekçesi ile Başbakan, Başbakan Yardımcısı ile bazı bürokratlardan ve ilgili kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Kolluk görevlileri dışındaki kişiler hakkında -soruşturma usulünün farklı olması nedeniyle- Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrı soruşturmalar yürütülmüş ve bu soruşturmalara ilişkin olarak başvurucu herhangi bir şikâyet ileri sürmemiştir.

12. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde; olay tarihinde Taksim Meydanı'na protesto amacıyla gittiğini ancak Talimhane oteller bölgesinden Taksim Meydanı'na doğru geçmek istediği esnada hiçbir uyarı yapılmaksızın kolluğun göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullanarak göstericilere orantısız şekilde müdahale ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu, plastik merminin hedef gözetilerek kafasına doğru atıldığını, bu nedenle kafasını korurken kolundan yaralandığını, bu müdahale nedeniyle kaçarken de göstericilere saldıran sivil kişiler tarafından kesici aletle yaralandığını ileri sürmüştür. Başvurucu, kolluk görevlilerinin bilinçli olarak sivil kişileri engellemediğinden yakınmıştır.

C. Soruşturma Kapsamında Yapılan İşlemler

13. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa yazılan müzekkereyle başvurucunun yaralandığını iddia ettiği yerde olay tarihinde görevli kolluk görevlilerinin kimler olduğu sorulmuş, olay yerini gören trafik kamera kaydı (MOBESE) ve güvenlik kamerası kaydı araştırması yapılması ile varsa bu kayıtlarının temini istenmiştir. Kolluk tarafından verilen cevapta, olay anına ilişkin kolluk görevlilerince tutulan tutanak, 10/3/2014 tarihli kamera kaydı araştırma tutanağı, belirtilen yerde olay tarihinde görev yapan kolluk görevlilerinin listesi ve olay anına ilişkin kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera görüntülerinin gönderildiği belirtilmiştir.

i. Olay anına ilişkin olarak kolluk tarafından tutulan tutanakta, protesto eylemine destek vermek amacıyla Talimhane Caddesi tarafından Taksim Meydanı'na doğru gelen bir grubun sesli olarak dağılmaları yönünde ikaz edildiği, makul bir süre beklenmesine rağmen dağılmayan grubun tekrar sesli olarak ikaz edildiği ancak yine dağılmayan gruba karşı direnci kıracak ölçüde ve kademeli olarak artan nispette zor kullanıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda müdahale sırasında üç kişinin yakalandığı ve haklarında adli işlem yapıldığı belirtilmiş ancak başvurucunun yakalandığından ya da hakkında adli bir işlem yapıldığından bahsedilmemiştir. Tutanakta ayrıca kesici aletle göstericilere saldıran bir sivil kişinin yakalanarak hakkındaki adli işlemlerin gerçekleştirilmesi için ilgili kolluk birimine teslim edildiği bilgisi de yer almaktadır.

ii. Olay yerinde bulunan dört otele ve bir avukatlık şirketine ait güvenlik kamerası olduğu, ancak söz konusu kameralar üç günden yirmi dört güne kadar değişik sürelerde kayıt tuttuğu için olay anına ait görüntü kaydının elde edilemediği belirtilmiştir.

iii. Olay tarihinde ve olay yerinde görevli tüm kolluk personeli ile gaz kullanmaya yetkili olduğu belirtilen kolluk görevlilerinin kimlik bilgilerini içeren birden fazla liste düzenlenmiştir.

vi. Olay anına ilişkin olduğu ve ilgili kolluk birimi tarafından kayda alındığı belirtilen görüntüler gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı görüntülerin izlenmesi ve raporlanması için bilgisayar programcısı bir bilirkişi görevlendirmiş, bilirkişi raporunu sunmuştur. Söz konusu raporda, iki DVD içinde teslim edilen görüntülerin İstiklal Caddesi ve Galatasaray Lisesi önünde yapılan eyleme ilişkin olduğu, başvurucunun şikâyetine konu yere ait herhangi bir görüntüye rastlanmadığı, ayrıca görüntüde kolluk görevlilerinin biber gazı ya da plastik mermiyle bir müdahalesinin olmadığı belirtilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/4/2014 tarihinde başvurucunun ifadesinin alınması amacıyla çağrı kâğıdı düzenlenmiş, ancak başvurucunun ifadesinin alındığına dair bir ifade zabtına ya da bu yönde bir zorla getirme kararına dosya kapsamından erişilememiştir. Gaz tüfeği kullanmaya yetkili olduğu belirtilen beş kolluk görevlisinin Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli olarak ifadesine başvurulmuştur. Bu ifadelerde, kolluk görevlilerinden üçü olay yerinde takviye kuvvet olarak bulunduğunu ve olaya müdahale etmediğini, ikisi ise olayda gaz ya da plastik mermi kullanmadığını belirterek müsnet suçlamaları reddetmiştir. Diğer yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kati adli rapor tanzim edilmesi için İstanbul Adli Tıp Kurumuna (ATK) müzekkere yazılmış ve ATK tarafından tanzim edilen rapor dosya arasına alınmıştır. Başvurucu tarafından soruşturma dosyasına 27/3/2014 tarihinde ibraz edilen Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliğince (Vakıf) düzenlenmiş başvurucu hakkındaki sağlık raporu da aynı tarihte dosyaya eklenmiştir.

D. Sağlık Raporları

15. Olayın akabinde 7/7/2013 tarihinde başvurucu hakkında Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen genel adli muayene raporunda, olayın öyküsü "polis müdahalesi sırasında her iki dirsekte yaralanma plastik mermi isabet ettiği ifadesi ile gelen hasta" şeklinde belirtilmiştir. Raporun konsültasyon değerlendirmesinde ise "...sol dirsekte 2 adet abrazyon [sıyrık] mevcut. 1. abrazyon vertikal (dikey) seyirli sol dirsek posteriorda [arkası] yaklaşık 3 cm uzunluğunda, 2. abrazyon oblik (eğik) uzanımlı yaklaşık 1 cm uzunluğundadır..." şeklinde tespitlere yer verilmiştir. Başvurucu 3 cm uzunluğundaki yaralanmanın sivil kişilerce yapılan saldırı sonucu, diğer 1 cm uzunluğundaki yaralanmanın ise kolluk görevlileri tarafından atılan plastik merminin isabet etmesi sonucu oluştuğunu iddia etmektedir.

16. ATK tarafından 13/12/2013 tarihinde, yukarıda (bkz. § 15) belirtilen rapor üzerinden bir değerlendirme yapılarak tekrar adli rapor tanzim edilmiştir. Raporun sonuç kısmı şöyledir:

"Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,

Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur."

17. Başvuru formu ekinde sunulan ve başvurucu hakkında Vakıf tarafından Doktor C.K.C. imzasıyla 8/1/2014 tarihinde düzenlenen sağlık raporu sonucunda olay nedeniyle başvurucuda akut stres bozukluğu oluştuğu, ayrıca başvurucunun yakınmalarının yoğun gaza maruz kalması ile uyumlu olduğu belirtilerek bu tespitlerin Dünya Sağlık Örgütünün uluslararası hastalık sınıflandırması, ICD 10 kapsamında Y07.3 kodu ile belirtilen işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele kapsamı içinde kaldığı belirtilmiştir.

18. Başvurucu olaydan önce bir akciğer rahatsızlığı yaşadığını da belirterek buna dair sağlık raporunu başvuru formu ekinde sunmuştur. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Hikâyesi: 1991 yılında soldan spontan pnömotoraks [hava kaçağı] geçirmiş ve yapılan Cerrahi drenaj ile iyileşmiş. 1999 yılında pnömotoraks geçirmiş cerrahi operasyonla tedavi edilmiş. Hastanın hala ciddi eforlarda nefes darlığı mevcut.

Akciğer PA Grafi: Sağ üst alanda belirgin hava bülü [kist]

Solunum Fonksiyon testleri: ZVK: 4.26 (%95). ZVK1: 3.66 (%99), ZVK1/ZVK: %86.

Tanı: Sağ akciğerde hava bülü."

E. Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda 8/11/2015 tarihinde ifadesine başvurulan beş kolluk görevlisi hakkında zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Müştekinin 7/7/2013 tarihinde hastaneyi müracaatla plastik mermiye maruz kaldığını belirterek rapor aldığı, alınan raporuna göre sol dirsekteki abrazyon nedeniyle basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığının tespit edildiği,

Yukarıda açık kimliği yazılı polis memurları [polis memurlarının isimleri] olay tarihi itibariyle gaz mühimmatı kullanmakla göreli polis memuru olduklarının bildirildiği, şüphelilerin alınan ifadelerinde müştekinin yaralanması ile sonuçlanan plastik mermi kullanmadıklarını beyan ettikleri,

Kamuoyunda Gezi olayları olarak bilinen olaylar sırasında, göstericiler tarafından birçok kamu ve özel kişilerearaç ve binalarının tahrip edildiği, bu olayları engellemek için bu olayları önlemek için kolluk görevlilerinin 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 24.maddesi,2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununun 16.maddesi ve 30/12/1982 tarih 17914 sayılı Resmi Gazetede Yayınlanarak yürürlüğe giren Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliğinin 19 ve 25.maddeleri uyarınca, uyarılara rağmen dağılmayan göstericilerin dağıtılması ve üçüncü kişilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması için göz yaşartıcı gaz ve kanunsuz gösteri yapan göstericileri dağıtmak için zor kullanıldığı,

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunun 16.maddesindeki;

...

Düzenlemeleri karşısında, müştekinin plastik mermi ile yaralandığına dair delil bulunmaması, müştekiye karşı basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte güç kullanan kolluk görevlilerinineylemlerinin, yasa ile verilmiş zor kullanma yetkisinin kullanılması şeklinde geliştiği, bu nedenle atılı suçun unsurları ile oluşmadığı evrak kapsamından anlaşılmakla;

Şüpheliler hakkında atılı suçun unsurları ile oluşmadığından 5271 s.CMK.nun 223/2.c maddesi uyarınca kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına [karar verilmiştir]"

20. Karara başvurucunun itiraz etmesi sonrası İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğince 16/12/2015 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle ret kararı verilmiştir. Ret kararı başvurucuya 24/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

F. İdare Mahkemesi Kararı

21. Başvurucu 27/8/2014 tarihinde İstanbul 5. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, olay tarihinde toplantı ve gösteri hakkını kullanmak maksadıyla Taksim Meydanı'na giderken herhangi bir ikaz anonsu yapılmaksızın kolluk görevlilerince atılan yoğun biber gazına maruz kaldığını, kronik akciğer hastalığı olduğu için nefes alamayarak 30-35 dakika acı çektiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca olay yerinde sivil bazı kişilerin kesici aletle yaptıkları saldırıya da maruz kaldığını ve sol kolundan yaralandığını, kolluk görevlilerince bilinçli olarak bu kişilere mani olunmadığını belirterek söz konusu olay nedeniyle devletin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürmüş ve 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

22. İdare tarafından Mahkemeye verilen savunmada, Talimhane Caddesi'nden gelen gruba iki kez sesli ikazda bulunulduğu, ancak dağılmamakta ısrar eden gruba karşı direnci kıracak ölçüde ve artan kademeyle zor kullanıldığı belirtilmiştir. Ancak idareye göre başvurucunun yaralanması olayı ile idari eylem arasında bir illiyet bağı da bulunmamakta, bir an için bulunduğu düşünülse dahi hukuka uygunluk nedeniyle eyleme bağlı olarak ortaya çıkan zarardan tazminat yükümlülüğü doğmamaktadır.

23. Mahkeme 19/6/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının beyanında; 6/7/2013 tarihinde Taksim Gezi Parkı eylemlerine katıldığını, bu eylemlere kolluk kuvvetlerince yapılan müdahale sonucunda yoğun biber gazına maruz kaldığını, ayrıca yakın mesafeden sıkılan bir plastik mermi ile sağ kolundan yaralandığını, bölgeden uzaklaşırken ellerindeki satırları sallayarak gelen 3-4 kişilik bir grubun arasında kaldığı ve bu kişilerin kullandığı satırın isabet etmesi suretiyle sol kolundan da yaralandığını, aynı günün akşamında 7/7/2013 tarihinde saat 00.06'da Şişli Etfal Hastanesine başvurduğu, gördüğü müdahalenin ardından hazırlanan raporda dirseklerde iki adet abrazyon tespit edildiği, davalı idarenin savunmasında; zarardoğuran eylemin davalı idareden kaynaklandığına ilişkin hiçbir bilgi veya belgebulunmadığı, zararla eylem arasında illiyet bağı olmadığını beyan ettiği anlaşılmıştır.

Somut olayda; davacının şahsında gerçekleşen zararın, idarenineylemi sonucunda oluştuğuna dairsomut bir delil veya belge bulunmamaktadır. Diğer bir anlatımla oluşan zarar ile davalının eylemi arasında illiyet bağı olduğuna dair her türlü şüpheden uzak, açık, net ve somut bir delil olmadığı; idareninsorumlu tutulabilmesiiçinmeydana gelen zarar ile idari davranış arasında açık, net ve şüpheden uzak bir bağlantının olması; meydana gelen zararın, ya idarenin direkt bir fiilinden kaynaklanması veya idarenin bu zararın meydana gelmesinde denetim görevini yerine getirmemekle dolaylı bir şekilde zarara sebebiyet vermesi gerekir. Somut olayda ise idareyi sorumlututabilmek için hiç bir somutdelil,bilgi, belge ve tanıkbeyanı bulunmadığı açıktır. Bu bağlamda, davacınınkolunda meydana gelenyaralanmasonucundadavacınınbir zarara uğradığı, maneviyöndenbelli bir süre veya geleceğe yönelik olarak sıkıntı çekeceği açık olmakla birlikte; davacıda meydana gelen bu zararın kaynağının idari bir eylem olduğuna yönelik dosyada somut, açık,şüpheden uzak ve net bir delil olmadığından davacının talep etmiş olduğu manevi tazminat talebinin reddi gerektiği sonucunaulaşılmıştır."

24. Karara başvurucu tarafından itiraz edilmiş, itirazı inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu 29/12/2015 tarihli kararı ile ret kararını onamıştır. Onama kararı 14/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 22/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

G. Başvurucu Tarafından Olaya İlişkin Olarak Sunulan Görüntüler

26. Başvurucu tarafından başvuru ekinde sunulan taşınabilir bellek içinde,toplam beş klasör bulunduğu, bir otele ait güvenlik kamerası olduğu belirtilen ilk klasör içinde bulunan yirmi dosyanın akan görüntü değil fotoğraf kareleri şeklinde olduğu, diğer dosyaların ise video şeklinde olup izlenebildiği anlaşılmıştır.

27. Kolluk görevlilerinin olaya müdahale anına ilişkin olduğu iddia edilen videonun yabancı bir medya kuruluşuna ait görüntüler olduğu, kayıtta tarih ve saat bilgisi bulunmamakla birlikte görüntünün ilk karelerinde yabancı bir dilde "İstanbul: Taksim Meydanı çevresinde olaylar" şeklinde anlık üst yazı belirmektedir. Kesik kesik bazı anların birleştirildiği anlaşılan videoda, kolluk görevlilerini yuhalayan göstericilere karşı tazyikli su ve biber gazı ile müdahalede bulunulduğu görülmektedir. Görüntünün devamında sivil bir kişinin elindeki büyük bir kesici aletle kolluk görevlilerinin arasından koşarak geçtiği, kolluk görevlilerinin bu kişiyi yakalamaya çalıştığı, sivil kişinin kafasında mavi baret bulunan bir göstericiye elindeki kesici aletle saldırdığı ve göstericiyi boynundan yaraladığı görülmektedir.

28. Bir diğer görüntüde ise elinde kesici alet bulunan sivil kişinin yoldan geçen insanlara saldırdığı, bir kadına önce elindeki aletin -kesici olmayan- yan yüzüyle sonra da tekme ile vurduğu, burada kesilen görüntünün daha sonra elinde kesici alet bulunan sivil kişi ve -birinin elinde sopa olan- iki kişinin beş kolluk görevlisi ile karşılaştığı görüntüyle devam ettiği görülmektedir. Kolluk görevlileri ile sivil saldırganlar arasında bir konuşma geçtiği ancak konuşmanın duyulamadığı, bir kolluk görevlisinin elinde kesici alet bulunan şahsı iterek oradan uzaklaştırmaya çalıştığı, bu esnada elinde sopa bulunan bir şahsın koştuğu ve elindeki sopayı kolluk görevlilerinin arkasında bulunanlara doğru fırlattığı, sivil kişilerin burada gözaltına alınmadığı görülmektedir.

29. Görüntülerin devamında kesici aletle saldırıda bulunan sivil kişi kolluk görevlileri tarafından elleri arkadan kelepçeli şekilde bir kolluk aracına bindirilmektedir. Diğer iki güvenlik kamera kaydında ise elinde kesici alet bulunan sivil kişi ile yanındaki iki kişinin yoldan geçenlere rastgele saldırıda bulunduğu ana ilişkin görüntülerinin bulunduğu anlaşılmıştır.

30. İzlenebilen tüm kayıtlarda, başvurucunun kolluk görevlilerinin müdahalesi ile ya da bahsi geçen sivil kişinin kesici alet saldırısıyla yaralanma anlarına ilişkin bir görüntüye rastlanmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

32. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

33. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polisin genel emniyetle ilgili görevleri iki kısımdır.

A) Kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, Hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmıyan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almak,

B) İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak

...

Aşağıda yazılı hallerde:

...

VII – İşlenmekte olan bir suçun işlenmesine veya devamına mani olmak için,

...

Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. ..."

34. 2559 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis,

A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,

...

eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar."

35. 2559 sayılı Kanun'un"Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.

Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

..."

36. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 19/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

38. Başvurucu, gazeteci olduğunu ve Taksim Dayanışmasının çağrısına uyarak olay tarihinde hem bir vatandaş olarak basın açıklamasına katılmak hem de gazetecilik yapmak üzere Taksim Meydanı'na gittiğini belirtmiştir. Başvurucu meydana doğru yürüdüğü esnada Talimhane Caddesi'nde kolluğun önceden herhangi bir uyarı yapmaksızın attığı göz yaşartıcı gazdan kronik akciğer rahatsızlığı nedeniyle fazlaca etkilendiğini ve kafası hedef alınarak atılan plastik merminin -kafasını korurken- kolunu yaraladığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca bu müdahale sonrası kaçarken ellerinde kesici alet ve sopalar bulunan sivil bazı kişilerin saldırısına uğradığını, bu saldırıda kolundan kesici alet ile yaralanmasına rağmen kolluk görevlilerinin bilinçli olarak bu kişilere mâni olmadığını öne sürmektedir. Başvurucuya göre yürütülen ceza soruşturmasında;

i. Sivil kişilerin saldırılarına mâni olmayan kolluk görevlileri hakkındaki iddialar tamamen görmezden gelinmiş,

ii. Savunması alınan kolluk görevlileri olay yerinde olmayan, rastgele seçilmiş birtakım polis memurları olduğundan ve ifadeleri basmakalıp şekilde alındığından iddia tam olarak açıklığa kavuşturulamamış,

iii. Soruşturma için önemli delillerden olan kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi raporu İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesince yürütülen kovuşturma dosyasında bulunmasına rağmen dosya celbedilerek incelenmemiş,

vi. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının dayanağı olan bilirkişi raporu, şikâyete konu olay yerine ait görüntülere ilişkin değil başka bir yerde kayda alınan görüntülere ilişkin olmasına ve bu durum raporda belirtilmesine rağmen doğru kamera kaydı araştırması için kolluktan yeni bir talepte bulunulmadığı gibi olaya dair haber kanallarından da görüntü talep edilmemiş,

v. Hakkında düzenlenen adli raporda yaralanmanın kaynağının plastik mermi olup olmadığı yönünde bir açıklık bulunmamasına rağmen bu konuda detaylı araştırma yapılmamış,

vi. Mağdur sıfatıyla ifadesi alınmamış, soruşturma dosyasına sunulan Vakfın düzenlediği sağlık raporu dikkate alınmamıştır.

39. Başvurucu belirtilen nedenlerle etkili bir soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, itirazın da aynı şekilde reddedildiğini, manevi tazminat talebinin de Mahkemece reddedildiğini dile getirmiştir. Tüm bu nedenlerle başvurucu Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile bu güvenceyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

40. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz."

41. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiş, etkili başvuru hakkına ilişkin ileri sürülen iddia anılan güvencenin usul boyutu kapsamında kaldığından bu açıdan ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

43. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyut ve usul boyutu bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu, pozitif yükümlülüğü ise hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile koruma yükümlülüğünü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

44. Başvurucunun şikâyetine konu yaralama eyleminin bir boyutunun devlet görevlilerinden sâdır olduğu iddia edildiği için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Başvurucunun kendisine saldıran sivil kişilere kolluk görevlilerince mâni olunmadığı ve bununla ilgili olarak açtığı tam yargı davasının haksız olarak reddedildiği iddiası ise koruma yükümlülüğü bağlamında ele alınmalıdır. Ayrıca başvurucunun etkili bir soruşturma yapılmayarak kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği iddiası da pozitif yükümlülükler kapsamında usul boyutu altında incelenmelidir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Kötü Muamale Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Negatif Yükümlülüğün İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (a) Genel İlkeler

46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

47. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi istisna öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74).

48. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

49. Kötü muamele, Anayasa ve Sözleşme tarafından kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

50. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

51. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

52. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

53. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Başvurucu; katılmış olduğu protesto eylemine kolluk görevlilerince gereksiz ve orantısız şekilde kullanılan göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiyle müdahale edilmesi sonucu yaralandığını, daha önce yaşadığı akciğer rahatsızlığı nedeniyle de normal bir insana göre daha fazla acı ve ızdırap duyduğunu dile getirmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında, iddiasına konu ettiği şekilde göz yaşartıcı gaz nedeniyle meydana gelen bir yaralanmadan bahsedilmemekle birlikte kolundaki yaralanmanın tespit edildiği görülmektedir (bkz. §§ 15, 16). Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucuya karşı kolluk görevlilerinin zor kullanım yetkisi kapsamında göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğunun kabul edildiği de görülmektedir (bkz. § 19). Karar gerekçesinde kolluk görevlilerince başvurucuya karşı kullanılan gücün yasal bir dayanağı olduğu ve orantılı şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Şu hâlde Anayasa Mahkemesi, başvurucunun yargı makamlarınca da kabul edilen kamusal güç kullanımı sonucu yaralanma iddiasını Anayasa'nın aradığı gereklilik ve orantılılık bağlamında ele alacaktır.

55. Başvurucunun da aralarında bulunduğu gösterici gruba karşı dağılmaları yönünde uyarıda bulunulduğu, makul bir süre beklendikten sonra göstericilere tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, olay hakkında düzenlenen kolluk tutanağında belirtilmiştir (bkz. § 13). Bu tutanakta bazı kişiler hakkında adli işlem yapılmak üzere yakalama işlemi yapıldığından bahsedilmesine karşın başvurucunun yakalandığına ya da yakalanmaya çalışıldığına dair bir ifadeye yer verilmediği görülmektedir. Ayrıca başvurucu hakkında -katılmış olduğu toplantıda işlediği herhangi bir suç nedeniyle- adli bir işlem yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucuya karşı güç kullanılmasını gerekli kılan hususun ne olduğu, başvurucunun dağılmama yönünde nasıl bir direnç gösterdiği kolluk tarafından düzenlenen evrakta ve kovuşturmaya yer olmadığı kararında yeterli şekilde izah edilmiş değildir. Dolayısıyla başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemeyecektir.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının negatif yükümlülük bağlamında maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 (2) Koruma Yükümlülüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (a) Genel İlkeler

57. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (benzer yöndeki bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

58. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin vücut bütünlüğünü kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle bireylerin vücut bütünlüğüne yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (benzer yöndeki karar için bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

59. İşkence ve kötü muamele yasağı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından Anayasa Mahkemesinin benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen olaylarda Anayasa'nın 17. maddesi devlete, bu konuda ihdas edilmiş bulunan yasal ve idari çerçevenin elindeki tüm imkânları kullanarak maddi ve manevi varlığı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını, buna ilave olarak işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 83).

60. Önleme yükümlülüğün ortaya çıkması için belirli bir kişinin maddi ve manevi varlığına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun yetkililerce bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız olduklarının tespiti gerekmektedir. Ancak bu konu, her davanın kendi koşulları altında değerlendirilmelidir (Z.C., § 85).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

61. Başvurucunun katılmış olduğu gösteri sırasında sivil bir kişinin saldırısı sonucu kesici alet ile yaralandığı şikâyetiyle ilgili olarak yapılan ceza yargılaması sonucunda başvurucunun iddiaları doğrulanmış, saldırıda bulunduğu belirlenen sivil kişiye hapis cezası verilmiştir (bkz. § 10). Şu hâlde başvurucunun gösteri alanından kaçarken sivil bir kişinin saldırısı sonucu yaralandığı iddiası ilk derece ve istinaf yargı makamlarınca kabul edilmiştir.

62. Öte yandan başvurucunun katılmış olduğu gösteri ve çevrede bulunan diğer gösteriler nedeniyle kolluk görevlilerinin olay yeri ve çevresinde önceden tedbir aldığı anlaşılmaktadır. Şüphesiz alınan tedbirler kamu düzeninin bozulmamasına yönelik olduğu kadar aynı önem derecesinde göstericilerin güvenliğini temine yönelik de olmalıdır. Kaldı ki alınan tedbirler kapsamında, olay anına ilişkin kolluk tarafından tutulan tutanakta elinde kesici alet bulunan sivil bir kişinin göstericilere saldırdığına ilişkin bir bilgiye yer verilmiş olması kolluk görevlilerinin bu süreçte olaydan haberdar olduğunu da göstermektedir. Bu durum kamu makamlarının söz konusu olayı önleme noktasında -en azından olaydan haberdar oldukları andan sonra- olaya müdahale etmeleri sorumluluğunu doğurmaktadır.

63. Anayasa Mahkemesi koruma yükümlülüğünü incelediği benzer bir başvuruda (Muhterem Turantaylak, B. No: 2014/15253, 9/5/2018, § 98), devletin insan haklarının garantörü olmasından kaynaklanan koruma yükümlülüğü kapsamında hem hukuki hem de fiilî tedbirler alması gerektiği ilkesini vurgulamakla birlikte ani gelişen ve müdahale şansı tanımayacak kadar kısa süren bir olayda koruma yükümlülüğünün ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

64. Ancak başvurucunun başvuru formu ekinde sunduğu görüntülerin Anayasa Mahkemesince izlenmesi sonucunda saldırıda bulunan sivil kişilerin ani gelişen ve kısa bir sürede fiilî saldırıda bulunduklarının söylenmesi zordur. Zira ellerinde kesici ve bereleyici aletlerle kalabalığın arasına dalan sivil kişilerin azımsanmayacak bir süre devam eden eylemleri söz konusudur. Bazı görüntülerde ise elinde kesici alet bulunan şahsın kolluk görevlilerinin arasından geçerek çevrede bulunan kişilere saldırdığı, kolluk görevlilerinin bu kişiyi yakalamak ve kontrol altına almak noktasında gerekli özeni göstermediği açıktır (bkz. §§ 27, 28).

65. Mahkemece verilen ret kararında başvurucunun yaralanması olgusu ile devlet görevlilerinin denetim görevleri arasında uygun illiyet bağı kurulmasını sağlayacak somut bir delil bulunmadığından bahsedildiği görülmektedir (bkz. § 23). Oysa başvurucunun dava dilekçesinde olay anına ilişkin olduğunu belirttiği kamera görüntüleri konusunda Mahkemece bir bilirkişi incelemesi yaptırılmamış, buna dair kanun yolu itiraz dilekçesindeki şikâyet hakkında da Bölge İdare Mahkemesince bir değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca, Mahkeme yapacağı değerlendirmede göz önüne alması gereken olayın gerçekleşme koşullarına dair bir kısım delile (kamera görüntüsü, bilirkişi raporu, tutanak vb. gibi) İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesine yazacağı bir müzekkere ile sorup erişme yoluna da gitmemiştir.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının koruma yükümlülüğü bağlamında maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Kötü Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

67. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

68. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

69. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

70. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

71. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler bulunduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

72. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

73. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

74. Başvurucu, olayın gerçekleştiği günün gecesinde devlet hastanesine başvurmuş; kolluk görevlilerinin güç kullanmasına bağlı olarak yaralandığı iddiası ile muayene olmuş ve hakkında yaralanmanın tespit edildiği genel adli muayene raporu düzenlenmiştir (bkz. § 15). Ancak başvurucunun 28/11/2013 tarihinde yaptığı suç duyurusuna kadar resmî soruşturma açılmamış, başka bir ifadeyle olaydan yaklaşık beş ay sonra yapılan suç duyurusuyla ancak adli soruşturma başlatılmıştır. Oysa devlet görevlilerinin dahli olduğu savunulabilir şekilde iddia edilen olaylarda derhâl resmî bir soruşturma başlatılması, soruşturma açılmasının mağdurların inisiyatifine bırakılmaması devletin bu gibi olaylarda soruşturma açmada isteksiz olduğu intibasının yaratılmaması açısından önemlidir. Ayrıca delillerin zamanında ve gerekli titizlikle toplanabilmesi açısından da resmî soruşturmanın derhâl başlaması son derece önemlidir. Nitekim belirtilen gecikme nedeniyle soruşturma kapsamında bazı delillere erişilememiştir (bkz. § 13). Dolayısıyla somut olaydaki söz konusu durum devletin -adli rapor dâhilinde makul savunulabilir bir iddianın varlığı da gözetildiğinde- olaydan haberdar olmasına rağmen derhâl resmî bir soruşturma başlatması ilkesi açısından gerekli özenin gösterilmediğine işaret etmektedir.

75. Yapılan ceza soruşturması kapsamında ileri sürülen iddiaların sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi açısından somut olayda sağlık raporları ile olay anına ilişkin kamera görüntülerinin önemli olduğu açıktır. Cumhuriyet Başsavcılığınca olay anına ilişkin kamera kaydı araştırması yapılması kolluktan istenmiş, cevap olarak kolluğun ilgili birimi tarafından çekildiği belirtilen görüntüler gönderilmekle birlikte güvenlik kamera kayıtlarına aradan geçen süre nedeniyle erişilemediği belirtilmiştir (bkz. § 13). Ne var ki yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda gönderilen kaydın olay yerine ait görüntüler olmadığı bilirkişi raporunda açıkça belirtilmesine rağmen Cumhuriyet Başsavcılığınca tekrar doğru kaydın gönderilmesi kolluktan talep edilmemiştir. Ayrıca başvurucunun katılan sıfatıyla dâhil olduğu İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama dosyasında güvenlik kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığı da sorulmamış ya da olay anına ilişkin medya kuruluşlarından görüntü istenmemiştir.

76. Başvurucunun sunduğu Vakıf tarafından düzenlenmiş sağlık raporunun soruşturma dosyasına alınması mağdurun soruşturmaya etkin şekilde katılımı açısından önemlidir. Her ne kadar başvurucu bu rapora kararda yer verilmediğinden bahsetse de -kararda başvurucunun yaralanma olgusunun reddedilmediği dikkate alındığında- söz konusu şikâyet hususunda daha ileri bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

77. Soruşturma kapsamında kolluk tarafından gönderilen görev listesindeki birçok isim arasından seçilerek ifadelerine başvurulan kolluk görevlilerinin olayın faili olarak nasıl ve ne şekilde belirlendiği hususu açıklığa kavuşturulamamıştır. Zira gaz kullanmakla yetkili birçok görevlinin ismi bu listelerde bulunmaktadır. Kaldı ki ifadelerde ayrıntılı sorular yöneltilmemiş ve sadece yaralanma eyleminin faili olup olmadıklarının sorulması ile yetinilmiştir.

78. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında; kamuoyunda gezi eylemleri olarak bilinen gösteriler sırasında genel olarak göstericilerin kamu mülküne ve özel mülke zarar verdiklerini, kolluğun dağılmaları yönündeki uyarılarını dikkate almadıklarını, bu nedenle 2911 sayılı Kanun ve 2559 sayılı Kanun uyarınca güç kullanılması gerektiği bilgilerine yer verilmiştir. Kararda devamla başvurucudaki yaralanmanın plastik mermi ile meydana geldiği hususunda delil bulunmadığı ve söz konusu yaralanmanın kolluğun zor kullanım yetkisi içinde meydana gelen basit bir yaralanmadan ibaret olduğu belirtilmektedir. Ne var ki başvurucunun veya diğer göstericilerin kendilerine yapılan müdahaleyi nasıl ve ne şekilde haklı kılacak eylemlerde bulunduğu şikâyete konu olay özelinde açıklanmamıştır.

79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

80. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

81. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

82. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

83. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile başvurucunun yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

84. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

85. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

86. 2559 sayılı Kanun'un 16. Maddesinin (bkz. § 35) kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

87. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

88. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

89. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

90. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

91. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce -polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde- gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

92. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinde kolluk görevlilerince göstericilere hitaben toplantının yasal olmadığı ve dağılmaları yönündeki iki ikaz sonrası göstericilerin direnmesi üzerine zor kullanıldığı kolluk görevlilerince düzenlenen tutanakta belirtilmektedir (bkz. § 13). Ancak ne tutanaktan ne de kovuşturmaya yer olmadığı kararından söz konusu toplantının neden dağıtılması gerektiği, başvurucunun toplantının dağıtılmasını haklı kılacak şekilde barışçıl olmayan bir tutum ve davranış içinde bulunup bulunmadığı anlaşılamamaktadır.

93. Söz konusu gösteriye katılması nedeniyle başvurucu hakkında herhangi bir adli ya da idari işlem yapılmadığı görülmektedir. Kolluk görevlilerinin alınan ifadelerinde veya diğer toplanan delillerde başvurucunun barışçıl olmayan bir tutum içinde olduğu yönünde bir iddia da bulunmamaktadır. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı açısından söz konusu toplantıya kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği gösterilemeyen kamusal müdahalenin orantılılığı hususunda ise ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan ve zorunlu sosyal bir ihtiyacı karşılamayan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu da söylenemeyecektir.

94. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

95. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

96. Başvurucu; hak ihlali tespitinde bulunulmasını, yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesini ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

97. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

98. Kolluk kuvvetince başvurucuya karşı uygulanan gücün gerekli olmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

99. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67751) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

100. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 32.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

101. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu (hem negatif yükümlülük hem de koruma yükümlülüğü açısından) ile usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 32.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 5. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DURAN EREN ŞAHİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/11928)

 

Karar Tarihi: 20/11/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Duran Eren ŞAHİN

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında; orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/6/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 11/12/1990 doğumlu olup olay tarihinde Ankara'da üniversite öğrencisidir.

10. 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan bir kapsül ile baş bölgesinden yaralanmış ve aynı tarihte Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda " ...sağ temporal lob medial [sağ kulak üstü alanın ortası] kesimde 16x12 mm boyutlarında düzgün sınırlı kistik[içeriği sıvı formda olan kesecik] lezyon..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanma tespiti yapılmamıştır.

11. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Çevik Kuvvet biriminden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde kolluk görevlilerine veya başka bir kimseye karşı herhangi bir suç işlemediği, barışçıl bir tutum içinde hareket ettiği hâlde bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri tarafından kullanılan yoğun göz yaşartıcı gaza maruz kalmasından da yakınmaktadır. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da talep etmiştir.

12. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediği, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluğa ait kamera kaydı temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydı araştırması yapılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli/idari bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ve gönderilmesi istenmiştir.

13. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta, önceden haber vermeksizin 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen protesto eyleminde sayıları gittikçe artan bir gösterici grubun Kızılay Meydanı'na çıkan ana yolları araç ve yaya trafiğine kapattığı, göstericilerden bazılarının yüzlerini bezle kapattığı ve yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmadığı belirtilmiştir. Göstericilerden bazılarının kolluk görevlileri ile kolluk araçlarına, çevrede bulunan kamu ve şahıs mallarına taş, sopa, soda şişesi vb. gibi cisimlerle saldırıda bulunup zarar verdikleri, bazı kolluk görevlilerinin bu saldırılarda yaralandığı da verilen bilgiler arasındadır. Cevap yazısında kamu düzeninin tesisi amacıyla bu göstericilere karşı orantılı şekilde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, birçok göstericinin yakalanarak hakkında adli işlem yapıldığı, ancak başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı belirtilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera kayıtlarını temin ederek veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bir bilirkişi marifeti ile kayıtlar üzerinde inceleme yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, kolluk tarafından kayda alınan ve biri fotoğraf, yedisi görüntü kaydı içeren toplam sekiz DVD üzerinde inceleme yapıldığı görülmektedir. Raporda, DVD'lerin tamamının kolluk tarafından 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı ve çevresinde kayda alınan görüntü ve fotoğraflardan oluştuğu, görüntülerin muhtelif sürelerde ve sürekli olmadığı, başvurucunun iddiasına konu olayı doğrulayan bir görüntü ya da fotoğrafa dair tespitin yapılamadığı belirtilmiştir. Ayrıca her DVD içeriğine ilişkin görüntülerden çeşitli kesitler barındıran fotoğraflara da raporda yer verilmiştir. Bu fotoğraflarda yüzleri maskeli ve taş atan bazı göstericilerin olduğu, yollara çeşitli barikatların kurulduğu, ateş yakıldığı, kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gaz kullanarak göstericilere müdahale ettiği görülmektedir.

15. Olay yerini gösterebilecek trafik kamera kaydına (MOBESE) ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta; söz konusu kaydın otuz gün süre ile saklandığı, bu nedenle olay tarihine ilişkin görüntüye ulaşılamadığı bilgisine yer verilmiştir. Bir özel işletmenin güvenlik kamera sisteminin ise yirmi iki günlük kayıt tuttuğu, bu sebeple olay tarihine ilişkin görüntülere ulaşılamadığı aynı kolluk birimi tarafından düzenlenen 19/8/2013 tarihli başka bir tutanakta ifade edilmiştir. Kent Güvenliği Yönetim Sistemi (KGYS) kapsamında yapılan araştırmada ise sisteme ait ilgili kameraya 2/6/2013 tarihinde göstericiler tarafından zarar verildiğinden istenen görüntülere erişilemediği belirtilmiştir.

16. Başvurucunun yaralandığı olayda gaz mühimmatı kullanan personelin tespit edilemediği kolluk tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bunun nedeni ise olay tarihinde -daha hassas korunması gerektiği ifade edilen Başbakanlık binasının da bulunduğu- Kızılay Meydanı'nda yoğun protesto eylemlerinin düzenlenmesi ve bu gösterilerde il dışından takviye kolluk personelinin görevlendirilmesi olarak gösterilmiştir. Bu nedenle gaz mühimmatı kullanmakla görevli personelin muhtelif zaman ve yerlerde, değişen şekillerde görev aldığı, dolayısıyla başvurucunun şikâyetine konu yer ve zaman diliminde tam olarak hangi personelin görev yaptığının tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu kapsamda olay tarihinde ve yerinde görev alan tüm kolluk görevlilerinin listesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bu bilgi sonrası Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli kimlik tespitine yönelik başkaca bir girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi ya da belgeye dosya kapsamından erişilememiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar Hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş ve bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Darp nedeniyle geldiği;sağ saçlı deri içinde sağ tempora pariatelde [kulak üstü kafatası çeperi] 2 cm'lik deriden hafif kabarıklık gösteren, deriden koyu renkli nedbe tespit edildiğine, raporunda; sağ pariatelde 2 cm'lik kesi sütüre [dikiş] edildiği, sistem muayenelerinin doğal olduğu, BT'sinde [Bilgisayarlı Tomografi] acil patoloji saptanmadığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, beyin cerrahi konsültasyon raporunda; acil beyin cerrahi patoloji düşünülmediği kayıtlı olup, ek patoloji bildirilmediğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

18. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/3/2014 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde protesto amacıyla Kızılay Meydanı'nda bulunduğunu, ortamın çok kalabalık ve kargaşa içinde olduğunu, bir üst geçidin camlarının birden kırıldığını, burada üniformalı ve kasklı iki polisin belirdiğini, polislerden birinin kalabalık içindeki göstericileri hedef olarak gösterdiğini, diğerinin ise gaz tüfeği ile bu kişilere doğru atış yaptığını iddia etmiştir. Kendisinin de bu şekilde hedef alınmak suretiyle atılan bir gaz mühimmatı ile başından yaralandığını ileri süren başvurucu, yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinden ve tüm sorumlulardan şikâyetçi olmuştur.

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararda şüpheli olarak sadece "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" ibaresine yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 8/6/2015 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Eren Şahin'in [Başvurucu] kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ekim 2013 tarih ve 58604142-6738.62399- 12508/2013 sayılı cevabi yazısında '2.6.2013 Pazar günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde “İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve İlimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensuplan ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. bununla birilkte Eren Şahin isimli şahıs hakkında olay tarihinde şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır.' şeklinde bilgi verilmiştir.

Başsavcılığımızca Müşteki Eren Şahin'in iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 2.6.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Potesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 2.6.2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına kovuşturma yer olmadığına... [karar verildi.]"

20. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, karar gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirten Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 11/5/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı 26/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 24/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

26. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir.

28. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 20/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

30. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

31. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde barışçıl bir tutum içinde olmasına rağmen kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir karar verilmemesi ile hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesiyle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği Anayasa'nın 17. maddesini ve Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal etmiştir.

32. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan müzekkereler ile alınan bilirkişi raporunun olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu, adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını bozduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kolluk amirleri ve Vali hakkında herhangi bir işlem yapılmamasından da yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 40. maddesi ile Sözleşme'nin 13. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

33. Başvurucu, kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını ve bu uygulamanın sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında başvuru formu ekinde 1/6/2013 tarihindeki başka bir protesto eylemine ait olduğunu belirttiği iki adet CD sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir gösterici bulunduğu belirtilmiştir. Eldeki başvuruyla bir ilgisi bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği ve olayın maddi koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki şikâyetleri ise anılan yasağın usul boyutu içerisinde inceleneceğinden bu şikâyetler açısından ayrıca etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden sâdır olduğu için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

43. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

44. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

45. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

46. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

47. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

48. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

49. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında herhangi bir şiddet eylemine karışmadığı ve barışçıl bir tutum içinde olduğu hâlde kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü Hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da temin edilmiş durumdadır. Şu hâlde başvurucunun iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başkaca bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır.

51. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın kötü muamele yasağının kapsamı alanında incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.

52. Kolluk görevlilerinin protesto gösterileri gibi toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun da katıldığı protesto eyleminde bazı göstericilerin barışçıl tutum içinde olmadıkları, kolluk görevlilerine şiddet içeren saldırıda bulundukları, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verdikleri kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda belirtilmiştir (bkz. § 13). Ayrıca olaya ilişkin görüntüleri inceleyen bilirkişi tarafından da benzer yönde tespitlerin yapıldığı görülmektedir (bkz. § 14). Ancak başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir tutum içerisinde olduğuna dair kolluk görevlilerince bir gerekçe ileri sürülmediği gibi bilirkişi incelemesinde de başvurucuya karşı güç kullanılmasını meşrulaştıracak bir tespit yapılmamıştır. Dahası Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa başvurucu hakkında -gösteri sırasında işlediği bir suç nedeniyle- adli işlem yapılıp yapılmadığı sorulmuş, kolluk tarafından yapılmadığı bildirilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise başvurucuya karşı kolluğun güç kullandığı hususu kabul edilmekle birlikte bu gücün orantılı olduğunun belirtilmesiyle yetinilmiş, başvurucunun yaralanmasının başkaca bir olaydan kaynaklandığı yönünde bir değerlendirme de yapılmamıştır. Şu hâlde başvurucuya karşı kolluk görevlileri tarafından güç kullanıldığı ve bu güç kullanımının nedeninin bizatihi başvurucunun eyleminden kaynaklandığının ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.

53. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63). Başvurucunun -başına isabet eden göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile yaralanmış olduğu yönündeki savunulabilir iddiası karşısında- toplantı hakkını kullanırken barışçıl olmadığının kamu makamlarınca açıkça ortaya konulamadığı görülmektedir. Bu durumda başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemez.Güç kullanımının gerekli olmadığı sonucuna varıldığından somut olay özelinde ayrıca orantılılık hususunda bir inceleme yapma gereği duyulmamıştır.

54. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunu tam olarak tespit edememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 16). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve buna bağlı olarak sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda güç kullanılmasının temininin zorlaştığı söylenebilecektir.

55. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmadan kullanılan gücünözellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

57. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

58. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

59. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

60. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

61. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Başvurucunun 2/6/2013 tarihinde katılmış olduğu toplantıda yaralanması üzerine Hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 10). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu ve bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim soruşturmanın başlamasındaki anılan gecikme olay anına ilişkin MOBESE görüntüleri ile özel bir işletmeye ait görüntülerin elde edilememesine neden olmuştur (bkz. § 15). Dolayısıyla derhâl resmî soruşturma başlatılması zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

63. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmemesi şikâyeti de derhâl resmî soruşturma başlatılması ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve Yardımcısı ile Vali'nin sadece ismen zikredildiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda şikâyetçi olunduğunun belirtilmediği görülmektedir (bkz. § 11). Esasen bu kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal sonucunu gerekli kılmamaktadır.

64. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir. Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. § 14). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim yaratıldığı söylenemez.

65. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun yaralanmasına neden olan ilgili kolluk görevlisi ya da görevlilerinin tespiti yönünde yaptığı tek girişimin kolluğa yazdığı müzekkere ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Kolluğun bu konuda net bir yanıt vermemesi ve birçok kolluk görevlisinin kimlik bilgilerini içeren uzun bir listeyi Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi sonrası şüpheli kimlik tespiti yapılması yönünde daha ileri bir araştırma yapılmadığı, soruşturmanın, şüpheli bilgisi "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" şeklinde gösterilerek sonlandırıldığı görülmektedir. Oysa kolluğa yeni bir müzekkere yazılarak olağan şüpheli isim listesinin daraltılması ya da müştekiden olaya ilişkin tanıklarının bulunup bulunmadığının sorulması yoluna da gidilebilir. Bu açıdan da delillerin toplanmasında gerekli özenle hareket edildiği söylenemeyecektir.

66. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucunun da katıldığı eylemde bazı göstericilerin barışçıl olmayan tutum ve davranışlarda bulunmaları nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak kararda başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı da belirtilmesine karşın başvurucuya karşı güç kullanımının neden gerekli ve orantılı olduğu hususunda bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucu açısından da kendisine karşı kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili olması için gerekli olan özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

68. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Sözleşme'nin 11. maddesi ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

69. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

71. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

72. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

73. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

74. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 24).

 (2) Meşru Amaç

75. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

76. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

77. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

78. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

79. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

80. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

81. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinin kolluk görevlilerinin yaptığı müdahale ile dağıtılması sırasında başvurucu baş bölgesinden yaralanmıştır. Söz konusu protesto gösterisinde bir kısım gösterici tarafından kolluk görevlilerine taş, soda şişesi vb. cisimler atıldığı, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verildiği kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara ve bilirkişi raporuna yansımıştır (bkz. §§ 13, 14). Başka bir ifadeyle göstericiler arasında barışçıl olmayan birtakım kişilerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

82. Öte yandan başvurucu hakkında söz konusu gösteriye katılması ve/veya burada bir suç işlemesi nedeniyle herhangi bir adli/idari işlemin yapılmadığı görülmektedir. Olay anına ilişkin görüntüler üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda da aynı yönde bir tespitin bulunduğu görülmektedir. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararında da aksi bir iddia ileri sürülmemektedir. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Buna göre başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun değildir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

84. Başvurucu kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ve 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

85. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

86. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

87. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin bir kısım delilin toplanmayarak gerekli olan kamu davasının açılmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

88. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında ve sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun eksikliği belirtilen birtakım delillerin toplanmasının ardından sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2013/91922) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutları ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

90. Anılan hakların ihlal edilmesi sonucu yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya -talebi de gözetilerek- net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

91. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BETÜL ÖZTÜRK GÜLHAN VE SILA KOÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/12937)

 

Karar Tarihi: 10/12/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 16/1/2020-31010

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucular

:

1. Betül ÖZTÜRK GÜLHAN

 

 

2. Sıla KOÇ

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Soma maden kazasını protesto etmek için yapılan gösteriye polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Olarak

8. Sırasıyla 1987 ve 1977 doğumlu olan başvurucu Sıla Uzunpınar ve Betül Öztürk Gülhan, Soma’da meydana gelen maden kazasını protesto etmek için 14/5/2014 tarihinde Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere Güvenpark’ta toplanan kalabalığa katılmıştır. Polisin yaptığı müdahalede biber gazına maruz kalan başvurucular yaralanmıştır.

9. Olayla ilgili olarak Kızılay ve civarında yapılan gösterilerde yer alan 21 kişi hakkında soruşturma açılmıştır. Emniyet Müdürlüğü, başvurucular hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadığını belirtmiştir.

10. Başvurucular vekilinin 5/9/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunması üzerine kolluk görevlileri hakkında 2014/119116 sayılı soruşturma başlatılmıştır.

11. Savcılık 23/1/2015 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne şu talimatları vermiştir:

 “14/05/2014 tarihinde Güvenpark civarında polis tarafından toplumsal bir olaya müdahale yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise uyarı yapılıp yapılmadığının tespiti ile buna ilişkin tutanakların onaylı suretinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Olay tarihinde olay mahalline ilişkin kurumunuzda kamera kaydı var ise buna ilişkin örnek ile olay mahallini gösterir diğer kamu ve özel kuruluşlara ait kamera kayıtlarının temin edilerek CD ortamında Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK hakkında 2911 sayılı Yasa’ya muhalefet etmekten soruşturma yapılmış ise, buna ilişkin evrakın onaylı örneğinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Olay tarihinde olay mahallinde müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK'e yakın mesafeden kimyasal gaz sıkan polis memurlarının tespit edilerek Başsavcılığımıza bildirilmesi tespit edilemediği takdirde, belirtilen bölgede gaz kapsülü sıkan tüm polis memurlarının tespit edilerek açık kimliklerinin Başsavcılığımıza bildirilmesi rica olunur.”

12. Olayla ilgili olarak 15/5/2014 günü saat 09.00’da birçok polis amir ve memuru tarafından tutanak tanzim edilmiştir. Başvuruculara özgü bir bilgi içermeyen tutanağın Güvenpark’taki göstericilere yapılan müdahaleye ilişkin "Güvenpark Havuzbaşı" başlıklı kısmı şöyledir:

 “Saat 18.35’de Güvenpark Havuz başında toplanarak sabahın erken saatlerinden itibaren eylemlerine devam eden, aralarında KESK, Eğitim-Sen, ÖDP, DGH, BDSP, TKP, HKP, SODAP, KALDIRAÇ, DEVRİMCİ LİSESİLER, TES-İŞ SENDİKASI, ANKARA TABİP ODASI, PARTİZAN, ALINTERİ, GENÇ UMUT, CHP ÇANKAYA ve çeşitli sivil toplum örgütleri ile uç grupların bulunduğu, en önde üzerinde 'İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET / ÖLÜM HEP BİZE Mİ BİZE Mİ DÜŞER BE USTA / İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET'” ibaresi yazılı pankart, arkasında da çeşitli pankartlar arkasında gruplar olacak şekilde kortej oluşturan, sayıları da tüm katılımlarla yaklaşık (2500) kişiye ulaşan topluluk, Atatürk Bulvarı Akay Kavşağı istikametine doğru yolu araç trafiğine de kapatmak suretiyle 'BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM / HÜKÜMET İSTİFA / SOMANIN HESABI SORULACAK / KATİL DEVLET HESAP VERECEK / HIRSIZ KATİL AKP / İŞÇİ KATİLİ HIRSIZ AKP / SOMANIN ATEŞİ AKP'Yİ YAKACAK' şeklinde sloganlar atarak yürüyüşe geçmiştir.

Saat 18.50’da 'Hükümet İstifa / Katil Devlet Hesap Verecek' şeklinde sloganlar atarak ilimizin ana arterlerinden olan Atatürk Bulvarı üzerinden, araç trafiğini de kapatmak suretiyle kortej eşliğinde yürüyüşlerine devam eden topluluk, Olgunlar Sokak Madenci Anıtı önüne intikal etmiştir.

Bir süre sonra topluluğun Atatürk Bulvarı Olgunlar Sokak kesişiminde Atatürk Bulvarını da araç trafiğine kapatmak suretiyle eylemlerine devam ettiği esnada topluluk içerisinden üzerlerinde beyaz zemin üzerine siyah yazıyla “Kolektif’ ibaresi yazılı önlük giyili yaklaşık (25) kişi yanlarında getirmiş oldukları içinde kömür bulunan el arabası ile TBMM’ne yürümek üzere harekete geçmişlerdir. Ancak Atatürk Bulvarı üzerinde grubun TBMM’ne gitmesini engellemek ve istenmeyen olaylara sebebiyet vermemek amacıyla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından kalkanlar vasıtasıyla barikat kurmak suretiyle grubun önü kesilmiş ve görevlilerimiz tarafından grubun duyarak anlayabileceği şekilde gerekli ikazlar yapılmıştır.

Burada grup içerisinden [N.M.] isimli şahıs Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru bağırmak suretiyle kışkırtıcı mahiyette çeşitli açıklamalar yapmış, [O.K.] isimli şahıs Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından oluşturulan barikatın üzerine doğru gelerek emniyet mensuplarına doğru kafa atacakmış gibi abanarak ve bağırarak kışkırtıcı bir şekilde konuşmalar yapmış, ardından da emniyet mensuplarının üzerine doğru tükürmüş, yine grup içerisinden [D.K.] isimli şahıs da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru 'Katilsiniz Oğlum / Tayyibin Köpeklerisiniz' şeklinde hakaret içerikli beyanlarda bulunmuştur.

Akabinde grup, ellerinde bulunan flama sopaları ile Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline vurmak suretiyle saldırmaya başlamıştır. Bunun üzerine grubun gerilemesine yetecek ve saldırılarını sonlandıracak ölçüde kısa süreli gaz kullanılmıştır.

Yapılan müdahalenin ardından geriye doğru çekilen grup, bir süre sonra Olgunlar Sokak Atatürk Bulvarı kesişiminde eylemlerine devam etmekte olan topluluktan da katılımlarla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından Atatürk Bulvarı üzerinde kurulan barikata doğru tekrar yönelmeye başlamıştır.

Saat 18.55’de eylemci grubun tamamının duyarak anlayabileceği şekilde; 'Dikkat Dikkat Yolu Araç Trafiğine Kapatan Gruba Sesleniyorum. Yaptığınız Eylem 2911 Sayılı Kanuna Aykırıdır. Yolu Trafiğe Açınız. Aksi Takdirde Müdahale Edilerek Dağıtılacaksınız.' şeklinde gerekli ikaz anonsları yapılmıştır.

Saat 19.00’da topluluğun yapılan tüm ikaz anonslarına ve ikaz sonrası dağılmaları için beklenilmesine rağmen herhangi bir dağılma eğilimi göstermeyerek yolu araç trafiğine kapatarak eylemlerini devam ettirdikleri esnada topluluk içerisinden bazı şahıslar Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru havai fişek ile saldırmaya başlamış, akabinde de topluluk içerisinden diğer bazı şahıslar da daha önceden saldırı amaçlı hazırladıkları taş, sopa, havai fişek, bilye ve soda şişesi gibi materyalleri emniyet mensuplarına doğru atmak suretiyle saldırılarını artırarak devam ettirmişlerdir.

Bunun üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından topluluğun saldırılarını sonlandırmak, topluluğun dağılmasını sağlayarak ilimizin ana arterlerinden Atatürk Bulvarı'nı araç trafiğine açmak amacıyla orantılı ve kademeli olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle topluluğa müdahale edilmeye başlanmıştır. Yapılan müdahalenin ardından topluluk bir miktar geriye çekilmesine rağmen dağılmamakta direnmeye devam etmiş, bu esnada da topluluk içerisinden bazı şahıslar emniyet mensuplarına doğru taş, soda şişesi, bilye vb. maddeler ile havai fişek ile saldırılarına devam etmiştir. Bunun üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından müdahale edilmeye devam edilmiş, bir süre sonra da topluluğun ara sokaklara dağılması sağlanarak Atatürk Bulvarının araç trafiğine açılması sağlanabilmiştir.

Atatürk Bulvarı Olgunlar Sokak kesişiminde bulunan ve yapılan müdahale sonrası geriye çekilerek büyük oranda dağılan kitle içerisinden sayıları yaklaşık (800)’ü bulan ve aralarında SDP (Sosyalist Demokrasi Partisi), Öğrenci Kolektifleri, Dev-Lis’in bulunduğu marjinal gruplardan oluşan topluluk Olgunlar Sokak'tan Meşrutiyet Caddesine zaman zaman saldırılarını devam ettirmek suretiyle intikal etmiştir. Burada “ÎŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET/SDP” ibareli bez pankart arkasında, çevreden topladıkları tahta perde, çöp kutusu vb. malzemelerle cadde üzerinde barikat kuran topluluk içerisinden yüzleri bez, gaz maskesi, motorcu kaskı, poşu vb. ile kapalı olan şahıslar, Meşrutiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişiminde emniyet tedbiri alan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru sapan kullanarak veya doğrudan taş, soda şişesi ve bilye gibi malzemelerle saldırmaya devam etmiş, bu esnada da topluluk içerisinden şahıslar tarafından çok sayıda havai fişek emniyet mensuplarına doğru atılmıştır.

Bunun üzerine yapılan saldırıları sonlandırarak Meşrutiyet Caddesi üzerindeki saldırgan grubun dağılımını sağlamak amacıyla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından orantılı ve kademeli olarak tazyikli su ve gaz kullanılmıştır.

Yapılan müdahalenin ardından saldırgan topluluk geriye doğru çekilmiş, saldırılarını da devam ettirmek suretiyle ara sokaklara kaçmıştır. Akabinde söz konusu gruplar, zaman zaman bina aralarından taş, bilye, havai fişek vb. cisimler atmak, ana arterler üzerinde tekrar toplandıktan sonra yapılan ikazları dinlemeyerek barikat kurmak suretiyle kanuna aykırı eylemlerini devam ettirmiş, ancak Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli marifetiyle orantılı olarak tazyikli su ve gaz kullanılarak dağılmaları sağlanmıştır.

Bu esnada ise Güvenpark havuz başında sabah saatlerinden itibaren gerçekleştirilen kanuna aykırı eylemleri devam ettirmek amacıyla tekrar toplanan ve sayıları yaklaşık (200) kişiyi bulan grup, bir süre beklendikten sonra görevlilerimiz tarafından tüm grubun duyarak anlayabileceği şekilde 'Yaptıkları Eylemin Kanunsuz Olduğu, Eylemlerini Sonlandırarak Buradan Dağılmaları Gerekliği, Sabah Saatlerinden İtibaren Eylemlerim Yapmalarına Hoşgörü Gösterildiği, Ancak Aralarında Günün Anlam ve Önemini İstismar Etmek İsteyen Şahısların Olduğu, Bu Nedenle Artık Dağılmaları Gerektiği' yönünde peş peşe ikaz anonsları yapılmıştır,

Ancak yapılan ikazlara rağmen eylemci grubun dağılmamakta ısrar etmesi üzerine, şahıslar Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından kalkanlar marifetiyle Kızılay AVM ve Ziya Gökalp Caddesi istikametine doğru süpürülmüştür. Kızılay AVM önünde sloganlar eşliğinde beklemeye devam eden grup, bir süre daha bekledikten sonra çeşitli yönlere dağılmıştır.

…”

13. Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Destek Büro Amirliği 4/2/2015 tarihli yazıyla 14/5/2014 günü Güvenpark içini ve civarını gösteren ANK-0278, ANK-0279, ANK-0280 ve ANK-0281 No.lu hareketli ve sabit 1-2-3 No.lu Kent Güvenlik Yönetim Sistemi (KGYS) kameraları bulunmakla birlikte kayıtların yaklaşık bir ay merkez arşiv veri tabanında tutulmasından dolayı geçmişe dönük kayıt elde edilemediğini bildirmiştir.

14. Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü ise 3/2/2015 tarihli yazıyla ANK-281 No.lu hareketli kameraya ait görüntüleri iki CD olarak göndermiştir. Diğer hareketli ve sabit kameraların görüntülerinin gönderilememe nedeni açıklanmamıştır.

15. Güvenpark civarındaki bazı işyerleri ve apartmanların güvenlik kameralarından bir görüntü elde edilemediğine dair tutanaklar düzenlenmiştir.

16. Olay günü gaz kullanan 49 polis memurunun isim ve sicil numaralarının yazılı olduğu liste 9/2/2015 tarihinde Savcılığa sunulmuştur.

B. Başvurucuların Raporları

17. Başvurucular 14/5/2014 günü saat 20.00 civarında biber gazı sıkılması şikâyetiyle Ulucanlar Devlet Hastanesinde muayene olmuştur. Muayene bilgileri şöyledir:

i. Başvurucu Sıla Uzunpınar'la ilgili adli raporda kişinin görme düzeyinin tam ve göz basıncının 14/16 olduğu, biyomikroskobik muayenede epitelyal (organ ve vücut yüzeylerini örten hücre tabakası) değişikliklerin saptandığı belirtilmiştir.

ii. Başvurucu Betül Korkut’un adli raporunda göz kapaklarında hiperemikoruyonktrusta hiperemi ve korneada epitelyal değişiklikler saptandığı, görme düzeyleri tam/0,8 olarak değerlendirildiği, yüzünde de yaygın epitelyal değişiklikler olduğu ifade edilmiştir.

iii. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün kesin raporlarına göre başvuruculardaki bulgular, basit tıbbi müdahaleyle (BTM) giderilebilecek niteliktedir.

C. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi

18. Dosyada bulunan dört DVD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. 5/6/2016 tarihli bilirkişi raporunda yer alan görüntülerin Kızılay’ın farklı yerlerindeki gösterilere ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Dosyaya ne şekilde girdiği tespit edilemeyen görüntülerin yer aldığı bu DVD’ler bilirkişi tarafından şöyle tasniflendirilmiştir:

i. Üzerinde “STO SOMA PROTESTO EYLEMİ Güvenpark-Atatürk Bulvarı-Olgunlar Madenci Anıtı” yazılı DVD’nin Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından kaydedilen 02.00.33 süreli videosu

ii.Üzerinde “14/5/2014 Fotofilm Şb. Soma Fotoğraflar” yazılı DVD’de beş klasör içinde 529 fotoğraf

iii. Üzerinde "2015/1373-1" yazılı DVD'de de Kızılay Meydanı’nı gösteren üç hareketli MOBESE ile çekilmiş 01.51.46 ve 01.53.31 süreli video kaydı

19. Raporda başvurucuların görüntü kayıtlarından bahsedilmemiştir. Bilirkişi raporunun tetkikinden şu tespitlere ulaşılmıştır:

i. İlk DVD’deki görüntülerin süreklilik arz etmediği, kesik kesik çekimlerden meydana geldiği, güvenlik güçlerinin eylemcileri uyardığı ancak göstericilerin protestoya devam ettiği, buna karşın görevlilerin biber gazı ve tazyikli su kullanarak göstericileri dağıtmaya çalıştığı açıklanmıştır. Bu DVD’deki diğer kayıtlar Güvenpark dışında meydana gelen olaylara ilişkindir.

ii. Fotoğraflar içinde Güvenpark’ta meydana gelen olaylarla ilgili bir fotoğraf bulunmamaktadır.

iii. Hareketli MOBESE kayıtlarında herhangi bir kriminal gelişmeye rastlanmamıştır.

iv. Bilirkişi raporunun sonuç kısmında ise Güvenpark civarında göstericilerin uzun süre slogan atıp oturma eylemi yaptıkları, vatandaşların bölgeden rahatça gelip geçtikleri, bu sürede herhangi bir müdahaleyle karşılaşmadıkları tespit edilmiştir. Raporun diğer kısımlarında ise polis ve göstericiler arasında meydana gelen şiddet olaylarının gelişimi açıklanmıştır.

D. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar

20. Savcılık 6/4/2016 tarihinde kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 04/04/2016 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müştekiler Sıla UZUN PINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK'ün kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğünün 23/02/2016 tarihli … cevabi yazısında: 14/05/2014 günü çeşitli sivil toplum örgütleri, siyasi parti, dernek, oda, sendika ve marjinal gruplar organizesinde 'Manisa İli Soma İlçesinde Meydana gelen Maden Faciası' ile ilgili olarak protesto amacıyla ilimiz Çankaya İlçesi Atatürk Bulvarı, Güvenpark Havuz önü, Meşrutiyet Caddesi, Olgunlar Sokak, Konur Sokak, Karanfil Sokak ile Ziya Gökalp Caddesi-Sağlık Sokak kesişiminde toplanan eylemci gruplar, çevreden topladıkları çöp kutusu, tahta ve demir parçaları vb. malzemeleri yığmak sureliyle yol üzerinde barikat kurduktan sonra barikatı ateşe vererek ana arterleri araç ve yaya trafiğine kapatarak ardından eylemci grubun içlerinden bazı şahıslar tanınmamak için yüzlerini bez parçaları ile gizledikten sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensupları ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan, bilye, havai fişek vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. Bununla birlikte müştekiler Sıla UZUN PINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK isimli şahıslar hakkında olay tarihinde 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek suçundan şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır." şeklinde bilgi verilmiştir.

Başsavcılığımızca müştekiler Sıla UZUNPINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK vekilinin iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikle değerlendirildiğinde 14/05/2014 tarihinde Kızılay bölgesinde 'Manisa İli Soma İlçesinde Meydana gelen Maden Faciasını protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve copla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 maddesinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak sureliyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 14/05/2014 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir.]

21. Bu karara başvurucular vekilince yapılan itiraz, Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğince kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle 1/6/2016 tarihinde reddedilmiştir.

22. 17/6/206 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 14/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38) ve Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

25. Başvurucular;

i. Soma maden kazasında 301 madencinin ölümünü protesto etmek için Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere Güvenpark’ta toplanan kişilere polisin gereksiz bir şekilde kimyasal gaz, tazyikli su ve plastik mermiyle müdahale ettiğini, bir metreden daha yakın mesafeden sıkılan gaz nedeniyle yaralandıklarını,

ii. Savcılıkça alınan bilirkişi raporunda kendilerine yönelik bir eylem tespit edilemediği ifade edilmiş ise de CD’nin 1.27.45 ila 1.27.53 sekiz saniyelik zaman diliminde gaz nedeniyle yürümekte zorlandıkları için birbirlerinin koluna girerek yürüyebildiklerine ilişkin görüntünün göz ardı edildiğini,

iii. Savcılığın talebi üzerine gönderilen MOBESE kayıtlarının olay öncesine ilişkin olduğunu, olay anını gösteren kayıtların gönderilmediğini, Emniyet Müdürlüğünün delilleri gizleme amacıyla bunu yaptığını, kovuşturmasızlık kararının gerekçesine de eksik bilgilerin sirayet ettiğini,

iv. Kararda müdahalenin zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı bildirilmiş ise de merdivenlerde oturup beklediklerini, hiçbir şiddet eylemine karışmamalarına karşın polis saldırısına maruz kaldıklarını belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

26. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesine esas alınacak olan 17. maddesinin ilgili kısımları ile 5. maddesi şöyledir:

 “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

a. Uygulanabilirlik Yönünden

27. Başvuru konusu olayda ele alınması gereken ilk husus incelemenin hangi hak kapsamında yapılacağıdır. Biber gazına maruz kalmalarından ötürü başvurucuların göz ve yüzünde epitelyal değişiklik oluşturan, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek yaralanmanın kötü muamele yasağının asgari eşiğini geçip geçmediği ele alınmalıdır.

28. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

29. Kötü muamele oluşturan her eylemin aynı zamanda bireylerin fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğüne zarar vererek özel hayatına da menfi yansıması olacaktır. İşkence ve kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı hakkının bir parçası olarak fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması hakkının Anayasa’nın aynı maddesinde yer verilmesi de bunun göstergesidir (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/1/2018, § 51).

30. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

31. Başvurucular yaralanmalarının gösterinin barışçıl niteliğini bozucu bir davranışta bulunmadan Güvenpark’taki merdivenlerde oturdukları sırada, takriben bir metre mesafeden yüzlerine sıkılan biber gazından kaynaklandığını öne sürmüştür.

32. Başvurucuların darbedildiklerini öne sürdüğü yer, göstericilerin ve gazetecilerin bulunduğu bir meydandır. Burada maruz kalınan bir muamelenin üçüncü kişilerin bulunmadığı yerde gerçekleştirilenlere oranla insan onur ve haysiyetinde meydana getirebileceği zedelenmenin yoğunluk ve derinliğinde belirli derecede farklılığın oluşabileceği muhakkaktır. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlileri tarafından basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde bir yaralanmanın meydana getirildiği Mustafa Rollas (B. No: 2014/7703, 2/2/2017), Arif Haldun Soygür (B. No: 2013/2659, 15/10/2015), Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018), Vedat Şorli ve Bilal Şorli, (B. No: 2014/10459, 13/7/2016), Zeki Bingöl (2) (B. No: 2013/6576, 18/11/2015), Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) ve Özge Özgürengin başvurularını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemiştir.

33. Biber gazının herhangi bir araz bırakmamakla birlikte kimyasal tesiri yüzünden başvurucularda oluşturduğu acı -meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile bundan bağımsız olarak- başvurucularda ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyettedir (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Erdal İmrek, § 43).

34. Yukarıda sıralanan bu hususlar, başvurucuların maruz kaldıklarını öne sürdükleri biber gazıyla yapılan müdahale Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki asgari eşiğin aşıldığının göstergesi olduğundan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında inceleme yapılmasına karar verilmiştir.

35. Başvurucuların Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında değerlendirildiğinden bu çerçevede inceleme yapılmıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Anayasa Mahkemesi, toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin ilkeleri Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§46-54) kararında açıklamıştır.

38. Başvurucular, Soma maden kazasını protesto etmek için katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini bozucu bir davranışları olmamasına karşın polisin gereksiz yere bir metre mesafeden biber gazıyla yaptığı müdahalenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiğini öne sürmektedir.

39. Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı, ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, § 76).

40. Başvurucuların dosyaya ibraz ettiği doktor raporları ve sekiz saniyelik video kaydı iddiaların soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte tartışılabilir olduğunu göstermektedir. O hâlde üzerinde durulması gereken en önemli nokta, kolluğun müdahalesinin gerekli ve orantılı olup olmadığıdır.

41. Bir kişinin devletin gözetimi altında bulunduğu bir zaman diliminde yaralandığının tespiti hâlinde söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte anılan ilke, güvenlik güçleri tarafından kordon altına alınan Güvenpark’ta meydana gelen bu vakada da geçerlidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016, § 87; Ali Ulvi Altunelli, § 63).

42. Yapılan soruşturma sonucunda başvurucuların kolluğun müdahalesi sonucunda yaralandığı kabul edilmekle birlikte bunun zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun yasal unsurlarının oluşumuna yeterli gelmediği değerlendirilerek kovuşturmasızlık kararı verilmiştir.

43. Başvurucular Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı’na çelenk bırakmak amacıyla olay günü Güvenpark’ta beklemediklerini ileri sürmüştür. Başvurucuların Güvenpark’ta yaralandıkları, ibraz ettikleri CD’deki sekiz saniyelik görüntüden anlaşılmaktadır. Bu durum Kızılay ve çevresinde şiddet hareketlerinin meydana geldiği yerlere henüz intikal etmediklerini ve gösterinin barışçıl niteliğini bozmadıklarını ortaya koymaktadır.

44. Her ne kadar kolluğun tanzim ettiği tutanaklarda göstericilerden kaynaklanan bir kısmı vahim nitelikte şiddet hareketinin meydana geldiği görülmekteyse de başvurucuların beklediği Güvenpark’ta meydana gelen şiddet hareketine ilişkin gerek kamera kayıtlarında gerekse tutanaklarda bir tespit bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Güvenpark’ta toplananlara yönelen kolluk müdahalesinin gerekliliği, ne idari ne de yargısal mercilerce ortaya konulabilmiştir. Başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan açılmış bir soruşturma da bulunmamaktadır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

46. Başvurucular katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin biber gazıyla yaptığı müdahaleden ötürü yaralanmaları hususunda etkisiz ve özensiz biçimde yürütülen ceza soruşturmasından netice alamadıklarını ileri sürmüştür.

47. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirlediği ilkeler Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§ 70-80) başvurusunda açıklanmıştır.

48. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 81).

49. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olmasına ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

50. Görüldüğü üzere müdahalenin gereklilik ve oranlılık değerlendirmesinde genel olarak gösterinin barışçıl olup olmadığı, bilhassa başvurucunun buna menfi yönde tesir eden bir tutum takınıp takınmadığının belirlenmesi devletin negatif yükümlülüğü bağlamındaki kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin ele alınmasında anahtar role sahiptir. O hâlde savunulabilir ve makul düzeydeki kötü muamele iddialarında adli mercilere düşen görev, bu konudaki belirsizlikleri giderecek mahiyette etkili bir soruşturma yürütmektir.

51. Kötü muamele iddiasıyla karşılaşan soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen ve derhâl harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerektiği "Genel İlkeler" kısmında açıklanmıştır.

52. Somut olayda biber gazı kullanılması sonucunda başvurucuların yararlandığının tespit edildiği adli raporların bir suretinin hekim tarafından kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmemesi resen ve derhâl soruşturma yapılması ilkesine aykırı görülmüştür (aynı doğrultudaki karar için bkz. Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, §§ 119-121). Soruşturma, olaydan dört aya yakın bir süre sonra başvurucuların şikâyetleri üzerine ancak başlatılabilmiştir.

53. Yetkililerce soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanık ifadeleri, söz konusu olaylarla ilgili olarak bilirkişi incelemeleri gibi tüm kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tedbirler alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73). Buna karşın soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde, soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemleri listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

54. Başvurucuların şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada Savcılık tarafından olay yeri civarındaki MOBESE kayıtları, kamu kurumları ve işyerlerinin güvenlik kamerası kayıtlarının bulunup bulunmadığı hususu araştırılmış olmakla birlikte toplumsal olaylara müdahale araçları (TOMA) ve diğer polis taşıtlarında kamera kaydı yapılıp yapılmadığı, basında yer alması kuvvetle muhtemel olaylara ilişkin olarak basın yayın kuruluşlarında görüntü olup olmadığının tespiti için girişimde bulunulmamıştır.

55. Savcılığın kamera görüntülerinin tespiti için verdiği talimat üzerine Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Destek Büro Amirliğince, Güvenpark ve civarını gösteren dördü hareketli, üçü sabit KYGS kamerası bulunduğu ancak bunların bir aylık arşivde saklama süresi sona erdiğinden kayıtların elde edilemediği bildirilmiştir. Oysa Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü 281 No.lu hareketli kamera görüntülerini iki CD’ye kaydederek göndermiştir. Güvenpark’te bulunan yedi kameranın altısından herhangi bir kayıt elde edilememesinin nedeni Savcılıkça araştırılmamıştır. Soruşturmadaki bu özensizlik, ayrıca soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlığı hususunda başvurucularda kuşku oluşmasına ve başvuru formunda bunu dillendirmelerine yol açmıştır.

56. Öte yandan o gün Kızılay’da meydana gelen gösterilere katılan toplam yirmi bir kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmada temin edilen kamera kayıtları ve diğer delillerin incelenerek başvuruculara yapılan müdahalenin koşulları araştırılmamıştır.

57. Başvuruculardaki yaralanmaların polisin kullandığı cebirden kaynaklandığı somut olayda, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir (Ali Ulvi Altunelli, § 63). Kamu makamlarının bu yükümlülüğü olay yerini gören kamuya ve özel kişilere ait ev ve işyerleri, MOBESE, KYGS kayıtları ile TOMA'da bulunan video ve görüntü kayıtlarının saklanması için gerekli tedbirleri almasını gerektirmektedir. Bundan imtina edilmesi toplumsal olaylarda yaralanan göstericilere yapılan müdahalenin gerekli ve orantılılığını makul bir şekilde açıklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat [GK], B. No: 2015/9496, 31/10/2019, § 74).

58. Kovuşturmasızlık kararına dayanak yapılan tutanağın "Güvenpark Havuzbaşı" başlıklı kısmında başvurucuların bulunduğu Güvenpark içinde vuku bulan, göstericilerden kaynaklanan bir şiddet hareketinden bahsedilmemektedir. Bahsedilen şiddet hareketleri daha çok Olgunlar Sokak ile Atatürk Bulvarı’nın kesiştiği yerlerde meydana gelmiştir.

59. Başvuruculara hangi kolluk görevlisi veya görevlilerinin biber gazı sıktığı sorusunun cevabının bulunması için de yeterli özen ve çaba gösterilmemiştir. Şüphelilerin beyanları özünde savunmaya ilişkin olmakla birlikte bunların aynı zamanda -ikrar vb. bir durum bulunmaması hâlinde dahi- kanıt unsuru olarak kullanılmasını kısıtlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kovuşturmasızlık kararında şüphelilerin Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri biçiminde, anonim olarak adlandırılması da bunu teyit etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ali Çerkezoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/1737, §§ 56, 57).

60. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsızlığının ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Kararın gerekçesinde yalnız olayın potansiyel şüphelileri tarafından düzenlenen olay tutanağına dayanılmıştır. Müştekilerin (başvurucular) iddialarıyla soruşturmada yapılan bazı işlemler özetlendikten sonra özellikle değerlendirme kısmının çatısını oluşturan, doğruluğu başka delillerle desteklenmeyen olay tutanağının tek başına karara esas alınmasının tarafsız ve bağımsız soruşturma ilkelerine aykırılık oluşturduğu anlaşılmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61; Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 66; Hasan Fırat, § 76).

61. Son olarak soruşturmada elde edilen delillerin isabetli biçimde analiz edilip edilmediği konusu ele alınacaktır.

62. Topladığı delillerle soruşturmanın çatısını biçimlendirme rolüne sahip savcının neticeye ulaşırken nesnel bakış açısıyla ve diyalektik bir metotla analiz yapması gerekmektedir. Kızılay civarında farklı yerlerdeki göstericilerin tamamının aynı düzeyde şiddet hareketinde bulunarak gösterinin barışçıl niteliğini zedelediği varsayımından yola çıkıldığı izlenimini verecek şekilde başvurucuların içinde bulunduğu öznel durumları dikkate alınmamıştır. Öyle ki gereklilik ve oranlılık testinde farklı yerlerde, farklı şüpheliler tarafından yapılan müdahalelerin aynı koşullarda gerçekleştiği hipoteziyle ayrı bir değerlendirmede bulunulmadan kolluğun tek taraflı olarak tanzim ettiği olay tutanağında yapılan tespitlerden yola çıkılarak sonuca ulaşılmıştır.

63. Öte yandan üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılan görüntü kayıtlarında polisin doğrudan fiziksel bir müdahalesinin bulunmadığının değerlendirilmesi, görüntü kayıtlarının olayın gerçekleştiği zaman diliminin bütününü kapsayan bir mekânda vuku bulduğu şeklinde bir varsayıma dayalıdır. Bu varsayım, buna dayanılarak varılan sonucun sağlam temellere dayandığının kabul edilmesini güçleştirmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Erdal İmrek, § 69). Kamu makamlarının temin edip saklamakla yükümlü olduğu kamera görüntülerinin eksik toplanmasının başvurucuların aleyhine yorumlanarak bu yönde bir kayıt bulunmamasının kovuşturmasızlık kararına gerekçe yapılmasının rasyonel bir yöntem olduğu söylenemez.

64. Soruşturma mercii tarafından olayın sebebini aydınlatmak için atılması gerekli adımların eksik bırakıldığını ve soruşturmanın özenle yürütülmediğini gösteren yukarıda sıralanan bu tespitler, kötü muamele iddiasının gerçekleşme koşullarının tespit edilememesine neden olmuştur.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

66. Başvurucular, Soma’da meydana gelen maden kazasını protesto etmek için katıldıkları gösterinin kolluk kuvvetlerince şiddet kullanılmak suretiyle dağıtılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

67. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan 34. maddesi şöyledir:

"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

Madde 34 - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

68. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

69. Başvurucuların katıldığı toplantının zor kullanılarak dağıtılmasının bu hakka yönelik bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

70. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları taşımadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması

Madde 13 - Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

71. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma,demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

72. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

73. Başvuruculara yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

 (i) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi

74. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

75. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).

 (ii)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

76. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (iii) Barışçıl Toplanma Hakkı

77. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

78. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, Soma maden kazasını protesto etmek için Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde buluşmak üzere Güvenpark’ta bekleyen grup içinde yer alan başvuruculara kolluk güçleri tarafından biber gazı sıkılmak suretiyle gösterinin dağıtılmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesidir.

80. Barışçıl toplantılara müdahalelerde yetkili merciler tarafından müdahalenin haklılığının kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının idarece ortaya konulması gerektiğinden (Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, § 46) dosya içeriğinde yer alan ve idarece düzenlenen tutanaklar, kolluk görevlilerinin ifadeleri ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar çerçevesinde değerlendirme yapılacaktır.

81. Hiçbir hak ve özgürlüğün sınırsız kullanılması düşünülemeyeceğinden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı için de kötüye kullanımları önlemek ve kamu düzenini sağlamak amacıyla sınırlamalar öngörülmesi kaçınılmazdır. Çizilen bu sınırlar, hem kolluk görevlilerini disiplin altına alıcı hem de bu sınırlara riayet etmeyen göstericileri dışlayıcı bir özellik taşımaktadır. Bir hakkın mevzuatta düzenlenmesi dahi başlı başına bu hakka bazı sınırların getirilmesi gerektiğini gösteren bir olgudur. Toplumsal olaylarda bireylerin kendilerini bu sınır karşısındaki konumlandırdıkları yerin tespit edilmesi de ölçülülük değerlendirmesinde dikkate alınmalıdır. Öte yandan bireylerin ifade hürriyetlerini kolektif olarak kullanmalarının farklı bir görünümü olan toplantı ve gösterilere yapılan müdahaleler, kamu otoritesinin baskısını derinleştirme düzeneğine dönüşerek temel hak ve özgürlükleri zedeleyici bir karakter sergilememelidir. Gösterilere orantısız olarak yapılan şiddetli müdahalelerin de hakların kullanılması konusunda caydırıcı potansiyele sahip olduğu ifade edilmelidir (Ali Ulvi Altunelli, § 103).

82. Başvurucuların da içinde bulunduğu değişik sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı gösteriyle bu kişilerin Soma maden kazasında işçilerin ölüm, yaralanma ve maden ocağında mahsur kalmalarını protesto etmek amacıyla muhalif fikirlerini kolektif biçimde ifade etme çabası demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Dolayısıyla kamuya açık alanda düzenlenen gösteriler, günlük yaşam düzenini belirli bir derecede bozmakla birlikte bu gibi durumlarda kamu makamlarından daha hoşgörülü bir tutum takınması beklenmektedir. Aynı zamanda devletin sokaktaki yüzünü temsil eden kolluğun güç kullanımında özellikle daha dikkatli ve profesyonel davranması icap etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Muhterem Turantaylak, § 51).

83. 13/5/2014 tarihinde Soma’da özel bir şirketin işlettiği maden ocağında 301 kişinin ölümü ve birçok madencinin de yaralanmasıyla neticelenen kazayla ilgili olarak Hükûmetin özelleştirme politikasını, maden ocaklarındaki elverişsiz çalışma koşullarını ve denetimlerdeki ihmalleri dile getirmek, bu konularda kamuoyu oluşturmak amacıyla sembolik önemi olan Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde toplanma kararı verilmiştir. Kazadan bir gün sonra, olay henüz gündemdeki sıcaklığını koruduğu sırada sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun değişik kesimlerinin kazanın bu kadar çok işçinin ölüm ve yaralanmasıyla sonuçlanmasını protesto etmek istemesi çoğulcu demokratik sistemde olağan kabul edilmelidir.

84. Emniyet Müdürlüğünün fezlekesinden anlaşılacağı üzere 14/5/2014 Çarşamba günü gece saatlerinden itibaren Manisa Soma Kömür İşletmelerinde meydana gelen patlamada birçok işçinin hayatını kaybetmesinin ve madende mahsur kalmasının sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılması ve basında haber yapılması üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşu mensupları ve vatandaşlar Güvenpark havuz önüne gelerek toplanmaya başlamıştır. Tutanaklar ve fezlekedeki bilgilere göre Akay Kavşağı, Olgunlar Sokak, Meşrutiyet Caddesi, Karanfil Sokak, Konur Sokak civarında toplanan gruplardan bazı kişilerin toplantının barışçıl niteliğini bozucu şekilde polise saldırması üzerine kolluk tarafından güç kullanılarak göstericiler dağıtılmıştır.

85. Ancak başvurucuların bulunduğu Güvenpark havuz başını gösteren KYGS kayıtlarında şiddet hareketlerinin orada meydana geldiğini gösteren bir unsur bulunmamaktadır. Polisin yine de buradaki gruba dağılmaları konusunda ihtar yaptığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Güvenpark’ın içinde toplanan göstericilerin kolluk kuvvetlerine, kamu binalarına ya da özel ev ve işyerlerine saldırdıklarını ortaya koyan bir görüntü tespit edilmemesine karşın olay yerindeki göstericiler arasında yer alan başvurucuların gösterileri biber gazı, basınçlı su ve süpürme yöntemi kullanılarak sonlandırılmıştır.

86. Başvurucuların ödev ve sorumluluklarına aykırı davrandıkları, kendilerinin bizzat şiddete başvurdukları ya da bu haklarını barışçıl kullanmadıkları yönünde dosyada bir tespit bulunmamaktadır. Yetkili mercilerin müdahalenin kamu düzeninin bozulması ya da bozulma tehlikesi olduğunu ikna edici surette ortaya koyması gereklidir. Somut olayda, başvurucuların eylemlerinin kamu düzeninin bozulmasına yol açtığı ya da bozulma tehlikesi doğurduğu idarece ortaya konulamamıştır.

87. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

88. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

89. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş ve ayrı ayrı 20.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

90. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

91. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

92. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutu ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan müdahaleden ötürü başvurucunun yaralanması ve bu konuda etkili bir soruşturma yürütülmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

93. İhlalin yargısal karardan kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedebilir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).

94. Lakin olayın üzerinden geçen zaman da dikkate alındığında bu aşamadan sonra delillerin toplanması ve faillerin tespitindeki güçlük nedeniyle yeniden soruşturma yapılmasında fayda görülmemiştir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat, § 90).

95. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağı ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

96. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara ayrı ayrı net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EDA AYŞEGÜL KILIÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/12263)

 

Karar Tarihi: 16/1/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 25/2/2020 - 31050

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mahmut ATEŞ

Başvurucu

:

Eda Ayşegül KILIÇ

Vekili

:

Av. Doğan ERKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir protesto gösterisine kolluk görevlilerince orantısız şekilde müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; müdahale sırasında yaralanma ve bu olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle de eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1988 doğumlu olan ve başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarihte Ankara'da avukatlık stajı yapan başvurucunun olay tarihinde "Akyol" olan soyadı "Kılıç" olarak değişmiştir.

10. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak adlandırılan gösteriler sırasında 2/6/2013 tarihinde Ankara'da düzenlenen protesto eylemine katılmıştır (Gezi Parkı olayları ile ilgili açıklamalar için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §10). Başvurucunun beyanına göre saat 21.00 civarında Atatürk Bulvarı üzerindeki bir ayakkabı mağazasının önünde bulunduğu sırada kolluk görevlileri gösteri yapan topluluğu dağıtmak amacıyla müdahalede bulunmuşlardır. Başvurucu; bu müdahale sırasında ve devamında atılan gaz bombalarından etkilendiğini, kolluk görevlilerinin yumruk, tekme ve cop darbeleriyle yaralandığını iddia etmiştir.

11. Başvurucu 3/6/2013 tarihinde Başkent Üniversitesi Hastanesine (Hastane) başvurarak kendisini muayene eden görevlilere, katıldığı gösteri sırasında kolluk görevlilerinin sırt, bel, baş ve kol bölgesine coplarıyla vurduklarını ve bu nedenle bilinç kaybı yaşadığını beyan etmiştir. Hastanenin Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından aynı gün başvurucu hakkında düzenlenen adli raporla birlikte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç ihbarında bulunulmuştur.

12. Başsavcılık ihbarın kendisine ulaştığı 18/6/2013 tarihinde 2013/82958 sayılı soruşturma dosyası üzerinden olayla ilgili olarak ceza soruşturması başlatmıştır. Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından soruşturma dosyasına, 2/6/2013 tarihinde Kızılay çevresinde yapılan eylemlerde güvenlik güçlerine taş, sopa ve soda şişesi atmak suretiyle saldırıda bulunulduğunu, bunun üzerine saat 17.25'ten başlayarak topluluğun eylemlerine son vererek dağılmaları yönünde anonslarla uyarıldığını ve anonsların ilerleyen saatlerde de devam ettiğini belirten bir tutanak gönderilmiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen ayrı bir tutanakta ise eylemci grupların araç ve yaya trafiğine engel olduğu, gruptan bazı kişilerin tanınmamak için yüzlerini bez parçası ile kapattığı, bazılarının ise su ve gaz müdahalesinden etkilenmemek için deniz gözlüğü ve baret taktığı, kamu ve özel işyerlerine taş, sopa vb. cisimlerle saldırılması üzerine gruba tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle müdahale edildiği, ancak başvurucu hakkında Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan bir işlem bulunmadığı belirtilmiştir.

13. Ankara Barosu Başkanlığı tarafından başvurucuya vekâleten Başsavcılığa verilen şikâyet dilekçesiyle, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, uluslararası kuruluşlar tarafından alınan kararlar ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıf yapılarak başvurucunun maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle etkili ve tarafsız bir soruşturma yapılarak sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılması talep edilmiştir. Başsavcılık 5/7/2013 tarihinde kayıtlarına giren bu dilekçe üzerine başlatılan soruşturmayı 2015/82958 sayılı dosya ile birleştirerek soruşturmaya devam etmiştir.

14. Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından soruşturma dosyasına gönderilen, 2/6/2013 tarihindeki olaylara ilişkin kamera kayıtları Başsavcılık tarafından başvurucuya izlettirilmiş ve 26/11/2013 tarihinde ilgili kısmı aşağıda aktarılan tutanak düzenlenmiştir:

"...02/06/2013 günü saat 21:00'da Atatürk Bulvarında yapılan gösteriler sırasında, Eda Ayşegül AKYOL'un yarlanması olayına ilişkin, Emniyet Müdürlüğünden getirtilen CD'ler müşteki tarafından izlenmiş olup,

Müşteki beyanında ;Bana izletmiş olduğunuz 7 adet CD'de, şikayet dilekçem ve müşteki beyanımda belirtilen olayların meydana geldiği yer ve zamanı gösteren herhangi bir görüntüye rastlamadım dedi..."

15. Başvurucunun soruşturma kapsamında 19/11/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...02/06/2013 tarihinde Taksim Gezi Parkında meydana gelen olayları protesto etmek amacıyla saat 21.00 civarlarında Atatürk Bulvarı [T.] Ayakkabı Mağazasının önünde (Alman Kültür Merkezi civarında) birkaç arkadaşımla birlikte bulunduğumuz sırada bir anda polis memurları tarafından üzerimize gaz bombası atılmaya başlandı. Bu sırada arbede çıktı. orada bulunan tünel gibi bir yerin içine pek çok kişi sıkıştı. Polisler buraya da gaz bombası atmaya başladılar. Gaz kapsüllerinden birisi tam benim yanıma düştü. Gazı tenefüs ettiğim zaman nefes alamadım ve midem bulandı. Polisler bu sırada dışarı çıkmamıza da izin vermiyorlardı. Ben aniden kendimi dışarı doğru atarak nefes alabilmek için kendimi yere doğru yüz üstü bıraktım. Bu sırada polislerden birisi kafama jopla vurdu. Ben kendisine avukat olduğumu, vurmaması gerektiğini söyleyince 'madem avukatsın, ne işin var burda, o...pu, sabahtan beri ortalığın a..na koydunuz, bizde şimdi sizi s.k edeceğiz' dedi. Kafama on kere jopla vurulduğunu hatırlıyorum, ayrıca böbreklerim de tekmelendi. Sayabildiğim kadarıyla 5 civarında polis vardı. Bu arada ayrıca polislerden birisi yüzüme doğru gaz sıkmaya çalışıyordu. Bu sırada bilincimi kaybettim. 5 dakika kadar sonra arkadaşım [O.] beni kucağına alıp Olgunlar istikametine doğru koşmaya başladı. Polislerden birisi bize doğru bir jop fırlattı. Ayrıca arkamızdan koşup vurmaya başladı. Birlikte yere düştük. Bir süre sonra ben tekrar bayılmışım. Gözümü açtığımda Olgunlar Sokaktaki Nazım Hikmet Kültür Merkezindeydim. Orada bulunan Tıp Fakültesi öğrencileri ile doktorlar beni ve benim durumumdaki başka kişileri muayene ettiler. Basit tıbbi müdahalelerde bulunuyorlardı. Bu sırada polisler de binanın camlarını kırarak içeriye gaz fişekleri attılar. Bizde gazdan etkilendışarıya çıktığımızda hepimizi sıraya dizip jop ve yumruklarla vurdular. Biz bir süre sonra oradan kaçarak bir kafeye sığındık. Tuvaletinde 3 saat bekledik. Gece yarısı ancak çıkabildik. Haklarımızda herhangi bir gözaltı işlemi uygulanmadı. Sabahleyin vücudumda ağrılar hissetmem üzerine Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Aciline kardeşimle birlikte gittik. Orada muayenemiz yapıldıktan sonra Başkent Üniversitesi Adli Tıp Birimi tarafından rapor düzenlendi. Oradan da hastaneye kaldırdılar. 12 saat kadar hastanede kaldım. Sonra taburcu oldum. Yediğim joptan dolayı çenemde kayma meydana gelmiştir. Boynumda da kırık olduğu tespit edildi. Ancak bu kırığın olay nedeniyle mi, küçüklükten meydana gelen bir kırık mı tam anlaşılamadı. Ayrıca bu olay nedeniyle psikolojik durumum da bozulmuş durumdadır. Hala ilaç tedavisi görmekteyim. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalında düzenlenen 11/10/2013 tarihli ek raporu da dosyaya konulmak üzere ibraz ediyorum. Dedi. (4 sayfada müteşekkil rapor alındı dosyasına konuldu). Bu olaylara yanımda bulunan Avukat [O.E.K] da tanık olmuştur. Olay nedeniyle kanunsuz işlemlerde bulunan bütün kamu görevlilerinden şikayetçiyim..."

16. Ceza soruşturmasına konu olaylar sırasında başvurucu ile birlikte olan O.E.K.nın 19/11/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından tanık sıfatıyla alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...02/06/2013 tarihinde saat 21.00 civarlarında Taksim Gezi Parkında meydana gelen olaylar nedeniyle demokratik tepki hakkımızı kullanmak için Kızılay Atatürk Bulvarı üzerindeki [T.] Ayakkabı mağazası önünde pek çok arkadaşımızla birlikte bulunuyorduk. Bu sırada aniden polis tarafından kalabalığa müdahale edilerek gaz bombaları atılmaya başlandı. Kişilerin vücuduna doğru nişan alarak gaz bombalarını atıyorlardı. Biz bombalardan kaçtık. [T.] Ayakkabı Mağazasının yanındaki ara boşluğa kaçarak sığındık.Bu sırada pek çok polis de arkamızdan aynı yere geldiler. gazbombası atmaya devam ediyorlardı. Yanımda arkadaşım Eda Ayşegül AKYOL'da vardı. Bir anda onu kaybettiğimi hissettim. Gaz bombası sisleri dağıldığında, tekrar onu görerek yanına gittim. Yerde yatıyordu. Fazlasıyla darbe almıştı. Dalga dalga polisler gelmeye devam ediyordu. Gelenler vurup gidiyordu. Onu kucağıma alarak oradan uzaklaştırmak istedim. Olgunlar sokak civarına doğru gittim. Burada bilincini kaybetti. Nazım Hikmet Kültür Merkezinde bir revir oluşturulduğunu duyduğum için oraya götürdüm. Orada bazı doktorlar yaralılara müdahale ediyorlardı. Bir süre sonra polisler de buraya gelerek camları kırmaya ve binayı kuşatmaya başladılar. İçeriye gaz bombası attılar. Sonra içerdeki doktorları dışarıya çıkararak sıraya dizip dövmeye başladılar. Sonra bizde dışarıya çıktık. Bize de vurmaya devam ettiler. Bu sırada ağır tehdit ve hakaretlere devam ediliyordu. Orada yakında bulunan bir apartmanın içine girerek sığındık. Bir süre orada durduktan sonra Kızılay Mithatpaşa'daki avukatlık büroma gittik. Sabahın olmasını bekledik. Sabah saatlerinde de Başkent Üniversitesi Hastanesine gittik. Olay hakkında bilgi ve görgüm bundan ibarettir. konuyla ilgili söylemek istediğim en önemli husus bu olay sırasında müdahalede bulunan polis memurlarının kesinlikle gösteriyi dağıtmak ya da enterne etmek amacıyla değli, tamamen halk kitlesini imha etmek için davrandıklarını gördüm..."

17. Başvurucu hakkında Hastane tarafından düzenlenen 3/6/2013 tarihli adli raporda özetle başvurucunun başında, sırtında, sağ kalçasında, sağ kolunda ve sağ kulağında ekimoz ve hematom tarzında yaralanmalar olduğu, çene ekleminde yumuşak doku travmasına bağlı instabilite bulunduğu, ayrıca tomografi sonucuna göre kafa bölgesinde, saçlı deri altında hematom mevcut olduğu belirtilmiştir. Raporda; sırt bölgesindeki ray tarzındaki ekimozların sert, yuvarlak ve düzgün yüzeyli bir cismin vücut kısımlarına hızla tatbik edilmesi suretiyle oluşmasının mümkün olduğu, diz ve dirsek kısmındaki yaralanmaların düşme, çarpma neticesinde meydana gelmiş olabileceği, tespit edilen bulguların başvurucunun anlatımları ile zaman bakımından da uyumlu olduğu ifade edilmiştir. Tespit edilen yaralanmaların başvurucunun hayatını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği ve başvurucunun ileri psikiyatrik değerlendirmeler için olay tarihinden üç hafta sonra muayenesinin gerektiği değerlendirilmiştir.

18. Başvurucu hakkında Hastane tarafından düzenlenen, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ile Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığında görevli uzman doktorlar imzalı, 11/10/2013 tarihli adli raporun sonuç kısmı şöyledir:

"Şahsın 02.6.2013 tarihinde mağduru olduğu polis tarafından darp olayıyla ilgili olarak gelişen ve sonraki dönemde tedavi sürecinde Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD tarafından tespit edilerek tarafımıza bildirilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında;

1-İlk raporda akut travmaya stres bozukluğu olarak tanımlanan, geç dönem bulgularının tespiti için tekrar muayene edilmesi gerektiği değerlendirilen şahsın, 6 ay sonra yapılan muayenesinde posttravmatik stres bozukluğu bulguları tespit edildiği,

2-Tanının posttravmatik stres bozukluğu olarak değiştirildiği,

3- Gelişen post travmatik stres bozukluğunun 02.06.2013 tarihinde yaşanan olaylarla illiyet bağı bulunduğu kanaatimizi arz ederiz."

19. Başvurucu hakkında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 9/1/2015 tarihli adli raporun sonuç kısmı şöyledir:

"Yaygın yumuşak doku lezyonlarına ve Post Travmatik Stres Bozukluğuna neden olan yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,

2-Kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,

3-Organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik veya fonksiyonel bozukluk tarif ve tespit edilmediği,

4-Vücudunda kemik kırığı tespit edilmediği oy birliği ile mütalaa olunur."

20. Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/3/2015 tarihinde ilgili kolluk görevlileri hakkında başvurucuya karşı işledikleri iddia edilen zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama ve hakaret suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Müşteki Eda Ayşegül KILIÇ (AKYOL), tarihsiz şikayet dilekçesi ve 19/11/2013 günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızda vermiş olduğu ifadesinde özetle;

Taksim Gezi Parkında meydana gelen olayları protesto etmek amacıyla 02/06/2013 günü saat 21.00 civarında Atatürk Bulvarı [T.] Ayakkabı mağazasının önünde bulundukları sırada polis memurlarının üzerlerine gaz bombası atmaya başladıklarını, arbede çıktığını, bu sırada polis memurunun kendisini yakaladığını ve copla vurduğunu, kendisinin avukat olduğunu söylemesine rağmen polisin şiddetinin ve hakaretinin devam ettiğini belirterek şikayetçi olmuştur.

Dosya içerisinde bulunan 02/06/2013 tarihli ikaz tutanağında kısaca;

Taksim Gezi Parkında meydana gelen olayları desteklemek amacıyla güvenlik kuvvetlerine taş, sopa ve soda şişesi atmak suretiyle yapılan saldırı eylemlerinin ilimizin muhtelif yerlerinden halen devam ettiği, Başbakanlık çevresi başta olmak üzere Güvenpark çevresi ile Sakarya ve Yüksel Caddesinde gerçekleştirilen kanuna aykırı eylemler esnasında topluluğun duyacağı şekilde eylemlerine son vererek dağılmaları yönünde ikazlar yapıldığı, göstericilerin tüm ikazlara rağmen dağılmamakta ısrar ederek eylemlerini sürdürdükleri, saat 17:25 sıralarında Milli Müdafaa Caddesi üzerinde göstericilerin çevreye ve kamuya ait mallara zarar vererek güvenlik kuvvetlerine saldırılarının devam etmesi üzerine yine gruba hitaben dağılmaları aksi takdirde yasa gereğince haklarında işlem yapılacağının sürekli olarak anons edildiği ve bu tür ikazların ilerleyen saatlerde de devam ettiği belirtilmiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğünün 05/11/2013 tarihli yazısında; 02.06.2013 günü eylemci grupların ana arterleri araç ve yaya trafiğine kapatmak suretiyle geçişi engelledikleri, içlerinden bazılarının tanınmamak için yüzlerini bez parçaları ile kapattıkları, polisin sıkacağı gaz ve sudan etkilenmemek için gözlerine deniz gözlüğü takarak başlarına baret giydikleri, çevrede bulunan kamu ve özel eşyaya taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. cisimlerle saldırmaları üzerine kanuna aykırı eylemlerini sonlandırmak ve kamu düzeninin yeniden tesisi için orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edildiği ancak Eda Ayşegül AKYOL hakkında olay tarihinde Emniyet Şube Müdürlüğünce herhangi bir işlem yapılmadığının bildirildiği görülmüştür.

Müşteki Eda Ayşegül AKYOL, 26/11/2013 tarihli CD izleme tutanağında kendisine izlettirilen 7 adet CD'de kendisi ile ilgili herhangi bir görüntüye rastlamadığını beyan etmiştir.

Adli Tıp İstanbul 2. İhtisas Kurulu'nun 09/01/2015 tarihinde Eda Ayşegül AKYOL için düzenlenen raporda, olay esnasında etkili eyleme maruz kalması nedeniyle hayati tehlike geçirmediği, yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik veya fonksiyonel bozukluk tarif ve tespit edilmediği ve vücudunda da kemik kırığına rastlanılmadığı mütala edilmiştir.

...

Olayımızda kamu düzenini bozan kişilerin arasında yer alan Eda Ayşegül AKYOL ve yanındakilerin eylemine son verilmesi amacıyla en basit haliyle polisin zor kullanma yetkisini kullandığı izlenmiştir. Müştekinin hakarete uğradığı yönünde ise iddiadan başka yeterli delil elde edilememiştir.

Bu sebeple;

İşlenen bir suçu sonlandırmak ve failleri yakalamak amacıyla amirlerinin ve yasanın verdiği yetkiyi kullanan kamu görevlileri hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama ve hakaret suçundan KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... karar verildi.".

21. Başvurucu, bu karara itiraz etmiştir. Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğince 1/6/2015 tarihli kararla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı 16/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 16/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, §§ 22-38; İbrahim Süleymanoğlu, B. No: 2015/6557, 17/7/2019, §§ 30-36.

24. AİHM, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu kişilerin yaralanması olaylarında kendisine yapılan şikâyetleri Sözleşme'nin işkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen 3. maddesi kapsamında incelemektedir (Kop/Türkiye, B. No: 12728/05, 20/10/2009; Timtik/Türkiye, B. No: 12503/06, 9/11/2010; Najafli/Azerbaycan, B. No: 2594/07, 2/10/2012). AİHM, öncelikle bu tarz yaralanmaların güvenlik güçlerinin fiziksel güç kullanmaları sonucu meydana gelip gelmediklerini değerlendirmekte; bu değerlendirmeyi yaparken yüksek bir kanıt standardı aramakta ve yaralanmaların güvenlik güçlerinin eylemiyle meydana geldiğinin makul şüphenin ötesinde delillerle kanıtlanması gerektiğini belirtmektedir (Najafli/Azerbaycan, §§ 36, 37).

25. AİHM, gösteriye katılan kişilerdeki yaralanmaların güvenlik güçlerinin müdahalesi ile oluştuğuna kanaat getirmesi hâlinde bu kez kişiler üzerinde kullanılan gücün olayın gerçekleştiği şartlara göre aşırı olup olmadığını değerlendirmektedir. AİHM'e göre bir kişi polis veya diğer devlet yetkilileriyle karşı karşıya geldiğinde -bu kişinin kendi hareketleri güç kullanılmasını kesinlikle gerekli kılmadıkça- devlet yetkililerinin kişi üzerinde güç kullanmaları prensip olarak Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlali anlamına gelir (Kop/Türkiye,§ 27; Timtik/Türkiye, § 47; Najafli/Azerbaycan, § 38). AİHM kullanılan gücün orantılı olup olmadığını belirlerken üzerinde güç kullanılan kişinin polise karşı şiddete başvurup başvurmadığını veya bir tehdit oluşturup oluşturmadığını gözönüne almaktadır (Najafli/Azerbaycan, § 39). AİHM'in yaklaşımında bir protesto gösterisinin dağıtılması için müdahalede bulunulmuş olması, bu gösteriye katılan bir kişideki yaralanmaların, özellikle baş ve yüz bölgesindeki yaralanmaların şiddetini tek başına açıklamaya yeterli değildir (Kop/Türkiye,§ 30; Timtik/Türkiye, § 50).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Eziyet Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

27. Başvurucu; katıldığı protesto eylemine müdahale eden kolluk görevlilerinin kendisini darbetmeleri nedeniyle yaralandığını, maruz kaldığı eylem nedeniyle yaptığı şikâyetin etkili bir şekilde soruşturulmayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi ile sonuçsuz kaldığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesi ile düzenlenen eziyet yasağının, 19. maddede düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, 40. maddesi ile korunan etkili başvuru hakkının ve 36. madde ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

28. Bakanlık görüşünde, kamuoyunda "Gezi Parkı" olayları olarak bilinen eylemlerin, Hükûmete karşı kalkışma ve şiddet eylemleri olarak ülke genelinde yayıldığını, kamu düzeni ve güvenliğini bozduğunu, barışçıl olmayan bu eylemlere yasanın verdiği yetkiyle güç kullanılarak yapılan müdahalenin Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda belirlediği ilkeler çerçevesinde gerekli ve ölçülü olmadığının söylenemeyeceğini, başvurucunun iddiaları ile Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat yürütülen soruşturmada gerekli delillerin toplandığını ve başvurucunun soruşturma sürecine katılmasına imkan verildiğini bildirmiştir.

2. Değerlendirme

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlileri tarafından darbedilerek yaralandığına ve bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkili olmadığına ilişkin şikâyetlerinin bir bütün hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen eziyet yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

30. Başvurucu, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlali olarak ileri sürdüğü şikâyetlere dayanak olarak kolluk görevlileri aleyhinde yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini göstermektedir. Eziyet yasağının etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü getiren usul boyutuna ilişkin olduğu anlaşılan bu şikâyetlerle ilgili ayrı bir inceleme yapılmamıştır (benzer yaklaşım için bkz. İbrahim Süleymanoğlu, § 49 ve Özge Özgürengin, § 42).

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

32. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

33. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

34. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

i. Eziyet Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

35. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

36. Bir muamelenin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme yapılırken muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

37. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen kavramlar arasında nitelik değil yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Kişinin maddi ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele işkencedir. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, belirli bir süre devam eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak; kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir (bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi ile ilgili ayrıntılı açıklamalar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84-91).

38. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumlarından dolayı güvenlik güçlerinin fiziksel güce başvurmaları mümkündür. Bu durumda dahi sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak kaydıyla fiziksel güç kullanılabilir. Kişinin kendi davranış ve tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu tür fiiller prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yasağı ihlal edecektir. Protesto gösterisinin kamu düzeninin sağlanması için dağıtılması, maruz kalınan müdahalenin şiddetini tek başına haklı göstermeye yeterli değildir (ilgili olduğu ölçüde bkz. Özge Özgürengin, § 66; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52)

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Başvuru konusu olayın başvurucunun 2/6/2013 tarihinde Gezi Parkı olayları kapsamında Ankara Kızılay semti civarında düzenlenen protesto gösterisine katılması ve gösteriye müdahale eden kolluk görevlilerinin fiziksel güç kullanmaları nedeniyle yaralanması şeklinde gerçekleştiği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Ceza soruşturmasını yürüten Başsavcılık 12/3/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda yer aldığı şekliyle başvurucu ve yanındaki diğer kişilerin eylemlerine son verilmesi amacıyla polisin zor kullanma yetkisini kullandığını kabul etmektedir. Başvurucu ve tanık O.E.K.nın anlatımları ile başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi raporlar da Başsavcılığın kabulü ile uyumludur. Bu durumda kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğine karar verilebilmesi için başvurucunun yaralanmasına neden olan polis müdahalesinin gerekli ve ölçülü olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir (benzer yaklaşım için bkz. Özge Özgürengin, § 57).

40. Özge Özgürengin kararında belirtildiği üzere 27/5/2013-6/9/2013 tarihleri arasında ülke genelinde kamu düzeninin yaygın olarak bozulmasına neden olan protesto gösterilerinin ortak adı olarak kullanılan Gezi Parkı olayları sırasında kamuya ve özel kişilere ait bina ve araçlar zarar görmüş, çok sayıda güvenlik görevlisi ve sivil yaralanmış hatta olaylar sırasında hayatını kaybedenler olmuştur (Özge Özgürengin, §§ 10 ve 58-60).

41. 2/6/2013 tarihinde Ankara'da meydana gelen eylemler sırasında da bazı göstericilerin ana arterleri kapatarak araç ve yaya trafiğini engellediği, tanınmamak için yüzlerini bez parçaları ile kapattığı, kamuya ve özel kişilere ait eşyaya taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. cisimlerle zarar verdiği polis tutanaklarından anlaşılmaktadır. Bu durumda söz konusu eylemlerin şiddete evrildiklerinin kabulü gerekir ve bozulan kamu düzeninin tekrar sağlanması için göstericilere müdahale edilmesi makul ve gerekli bir tutum olarak değerlendirilebilir. Buna karşılık eylemlerin genel olarak şiddete evrilmiş olmaları, şiddete başvuran katılımcılarla başvurmayanlar arasında ayrım gözetmeksizin bir müdahalede bulunulmasını haklı göstermez. Dolayısıyla başvurucunun katıldığı gösteri sırasında şiddet eylemlerinin içinde bizzat bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (benzer yaklaşım için bkz. Özge Özgürengin, §§ 61-63).

42. Somut olayda başvurucunun iddiası Kızılay semtindeki bir mağazanın önünde barışçıl bir şekilde protesto gösterilerine katıldığı yönündedir. 12/3/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda başvurucunun kamu düzenini bozan kişiler arasında yer aldığı kabul edilmiştir. Buna karşılık başvurucunun hangi eylemlerinin kamu düzenini bozduğu veya bu eylemlerin şiddet içerip içermediğine dair bir tespit yapılmamıştır. Katıldığı protesto gösterisi nedeniyle başvurucu hakkında yürütülen bir ceza soruşturması da bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucunun katıldığı gösteri sırasında yalnızca güç kullanımı ile kontrol edilebilecek nitelikte saldırgan bir tutum sergilediğinin ve maruz kaldığı müdahalenin gerekli olduğunun kabulü mümkün değildir.

43. Başvurucu üzerinde kullanılan gücün orantılı olup olmadığı belirlenirkenbaşvurucunun polise karşı şiddete başvurup başvurmadığı veya bir tehdit oluşturup oluşturmadığı gözönüne alınmalıdır. Şiddete karıştığı tespit edilemeyen ve toplanma özgürlüğünü barışçıl şekilde kullanmadığına dair herhangi bir bulgu olmayan başvurucunun katıldığı protesto gösterisinin dağıtılması için müdahalede bulunulmuş olması, başvurucudaki yaralanmaların -özellikle baş ve yüz bölgesindeki yaralanmaların- şiddetini tek başına açıklamaya yeterli değildir. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan fiziksel gücün ölçülü olduğu söylenemez.

44. Başvurucunun vücudunda yaygın şekilde oluşan ekimozlar, başında saçlı deri altında oluşan hematom ve olay sonrası gelişen post travmatik stres bozukluğu gözönüne alındığında maruz kalınan muamelenin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü maddesi bağlamında gerekli asgari eşiği aştığı tartışmasızdır. Maruz kalınan muamelenin süresi, olayın gerçekleşme şartları ve hissedilen fiziksel ve ruhsal ıstırabın ağırlığı birlikte değerlendirildiğinde bu muamelenin eziyet olarak tanımlanabileceği kanaatine varılmıştır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Eziyet Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

46. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

47. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın bu maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

48. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olarak yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

49. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (Cebrail Bektaş ve Yüksel Şahin, B. No: 2015/4787, 25/9/2019§ 64).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Başvurucu -tanık beyanı ve doktor raporları ile desteklediği iddiasına göre- katıldığı protesto gösterisi nedeniyle kısa zaman aralıklarıyla üç kez kötü muameleye maruz kalmıştır. Buna göre, başvurucu maruz kaldığı göz yaşartıcı gaz etkisiyle yere düşmüş ve yerdeyken en az beş polis memurunun cop ve tekme darbeleriyle darbedilmiş; beş dakika kadar sonra bir arkadaşının yardımıyla bu durumdan kurtulup kaçmaya başlamasının ardından bu kez arkalarından gelen bir polis memurunun darbetmesiyle bir kez daha yere düşmüştür. Ardından gösteride yaralananlara temel tıbbi yardım sağlayan kişilerin bulunduğu bir binaya sığınan başvurucu, polisin bu binanın camlarını kırarak içeriye göz yaşartıcı gaz atmasının ardından dışarı çıkmak zorunda kalmış ve dışarıda bir kez daha polis memurları tarafından cop ve yumrukla darbedilmiştir.

51. Başvurucunun kolluk görevlileri tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunduğu kuşkusuzdur. Bu hâlde sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli ve etkili resmî bir soruşturma yapılması gerekmektedir. Bu soruşturma, başvurucuya karşı kolluk görevlilerinin gerçekleştirdiği iddia edilen eylemler kadar başvurucunun katıldığı gösteri sırasında şiddete başvurup başvurmadığı ve kolluk görevlilerine karşı saldırgan bir davranışı bulunup bulunmadığı hususlarını da aydınlatıcı olmalıdır. Ancak bu durumda olayda kolluk görevlilerinin ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler bulunup bulunmadığı belirlenebilir.

52. Başvurucunun yaralanmasına neden olan eylemleri gerçekleştirdiği iddia edilen polis memurları aleyhinde ceza soruşturması yürüten Başsavcılık 12/3/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında iki sonuca varmıştır: Bunlardan birincisi başvurucunun kamu düzenini bozan kişilerin içinde yer aldığı sonucudur. Protesto gösterisine katılmış olmanın tek başına kamu düzenini bozan bir eylem olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Buna karşılık kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda başvurucunun şiddet veya saldırganlık içeren bir eylemiyle kamu düzenini bozduğuna dair bir değerlendirme bulunmamaktadır. Soruşturma dosyasında bu sonuca nasıl ulaşıldığını açıklayan bir delil de mevcut değildir.

53. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda varılan ikinci sonuç ise kolluk görevlilerinin kamu düzenini bozan kişilerin eylemlerini sonlandırmak için zor kullanma yetkilerini kullandıkları, işlenen bir suçu sonlandırmak ve failleri yakalamak amacıyla amirlerinin ve kanunun verdiği yetkiyle hareket ettikleridir. Oysa başvurucunun katıldığı gösteri sırasında bir suç işlediği iddiası veya aleyhinde başlatılan bir ceza soruşturması bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucu üzerinde işlediği bir suçu sonlandırmak veya yakalama yapmak amacıyla güç kullanıldığı sonucuna varmak mümkün değildir. Bunun yanı sıra yukarıda açıklandığı üzere soruşturma dosyasında başvurucunun hangi eylemlerinin kamu düzenini bozduğu konusunda bir açıklama veya delil bulunmamaktadır.

54. Öte yandan soruşturma kapsamında eylemleri ile başvurucunun yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinin kimliklerinin tespiti için bir araştırma yapılmamış ve bu kişilerin ifadelerine başvurulmamıştır. Bu durum ilgili kamu görevlilerinin eziyet yasağını ihlal ettiği tespit edilen eylemleri nedeniyle fiilî dokunulmazlıktan yararlandıkları algısı oluşturabilecek önemli bir eksikliktir.

55. Başvurucunun tıbbi raporlar ve tanık beyanıyla desteklediği ciddi hak ihlali iddiaları içeren şikâyetleri ile ilgili olarak yürütülen soruşturmanın olayı bütün yönleriyle aydınlatacak nitelikte olmadığı ve özellikle başvurucunun hangi hareketinin polisin şiddetli bir şekilde güç kullanımına neden olduğunu ortaya çıkarmaya elverişli bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Bunun yanı sıra kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olduğu söylenemeyeceği gibi bu karar, başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında bir değerlendirme de içermemektedir.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun da ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

57. Başvurucu, katıldığı protesto gösterisine müdahale eden güvenlik görevlilerinin kendisine karşı kolluk tedbirlerinin sınırlarını aşan şekilde ve bir cezalandırma yöntemi olarak şiddet uyguladıklarını, uygulanan bu orantısız şiddet sonucu Anayasanın 26. maddesiyle korunan düşünceyi açıklama ve yayma hakkı ile Anayasa'nın 34. maddesiyle güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

58. Bakanlık görüşünde, kamu düzeninin sağlanması amacıyla ve yasal düzenlemeler çerçevesinde hareket eden güvenlik güçlerinin müdahalesinde "kanunilik" ve meşru amaç unsurlarının bulunduğu, devlet görevlilerinin hem toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanların hem de halkın güvenliğini sağlama yükümlülüğü bulunduğu, bu nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca yönelik olduğu, başvurucunun davranışları ile kullanılan müdahale yöntemi arasında orantı bulunduğu ve müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu bildirilmiştir.

2. Değerlendirme

59. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özünün toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasına ilişkin olması nedeniyle iddiaların bir bütün olarak Anayasa'nın 34. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (benzer yaklaşım için bkz. Abidin Cevher, B. No: 2015/6361, 18/7/2019, § 93).

60. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

61. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

62. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen olaylar sırasında 2/6/2013 tarihinde Ankara Atatürk Bulvarı'nda yapılan gösterilere katılmıştır. Başvurucunun da içinde bulunduğu eylemcilerin dağıtılması amacıyla saat 21.00 sıralarındakolluk görevlileri tarafından fiziki müdahalede bulunulmuştur. Başvurucunun kolluk görevlilerine karşı bir saldırıda bulunduğuna dair herhangi bir iddiada bulunulmadığı gibi şiddete karıştığından bahisle adli soruşturma açıldığına dair bir bulgunun da olmadığı gözetildiğinde barışçıl olmadığı söylenemeyecek eyleme karşı yaralanmasına neden olacak şekilde fiziki müdahalede bulunulması ve böylelikle gösteriye son verilmesi toplanma hakkına yönelik bir müdahale olarak kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

63. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

64. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

65. Somut başvurunun Özge Özgürengin kararında yapılan değerlendirmelerden farklı bir unsur içermediği ve 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesi ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 22. ve 24. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı kanaatine varılmıştır (Özge Özgürengin, § 100).

 (2) Meşru Amaç

66. Başvurucunun katıldığı protesto gösterisi konusundaki önceki tespitler doğrultusunda (bkz. §§ 40, 41), gösterinin dağıtılması için polis tarafından müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve müdahalenin meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

67. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

68. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve ölçülü olması (Özge Özgürengin, § 107) gerekir.

69. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, barışçıl yöntemlerle fikirlerini savunanlara toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendilerini ifade edebilme imkânı verilmelidir. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

70. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken hak ve özgürlüklerinin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

71. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

72. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kullanılırken kişilerin kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir. Anayasa Mahkemesi barışçıl toplanma haklarını kullanan kişilerin, katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması amacıyla yapılan polis müdahalesi sonucu yaralanmalarına ilişkin bireysel başvuruları Anayasa'nın 13. ve 34. maddeleri kapsamında daha önce birçok kez incelemiş ve yapılan müdahaleyi ölçülülük ilkesine aykırı bularak ihlal kararları vermiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 147; Cebrail Bektaş ve Yüksel Şahin, §§ 84-86; Özge Özgürengin, §§ 108, 109; Abidin Cevher, §§ 110, 111).

73. Ölçülülük kriteri, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile barışçıl toplanma hakkı arasındaki dengenin sağlanıp sağlanamadığını tespit etmek için kullanılmaktadır. Bu kriter, her somut olayın kendi koşulları gözetilerek değerlendirilmelidir (Özge Özgürengin, § 95).

74. Somut başvuruda başvurucunun gösteriyi dağıtan kolluk görevlilerine direndiğine, bunlara karşı saldırgan bir tutum sergilediğine veya herhangi bir şekilde şiddet eylemlerinin içinde yer aldığına dair bir iddia veya delil yoktur. Katıldığı gösterideki eylemleri nedeniyle başvurucu hakkında yürütülen bir cezai takibat da bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını barışçıl bir şekilde kullandığı kabul edilmelidir.

75. Somut başvuruda da yukarıda belirtilen kararlardan farklı bir sonuca varmayı gerektiren bir yön bulunmadığı, barışçıl toplanma hakkını kullanan başvurucu üzerinde yaygın yumuşak doku lezyonlarına ve post travmatik stres bozukluğuna neden olacak nitelikte bir fiziksel güç kullanımı şeklinde gerçekleşen müdahalenin ölçülü olarak kabul edilemeyeceği ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunun söylenemeyeceği kanaatine varılmıştır.

76. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

78. Başvurucu ileri sürdüğü hak ihlallerinin tespiti ile yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesinin yanında 50.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

79. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

80. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

81. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

82. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin bazı eksik delillerin toplanmaması ve sorumlular hakkında kamu davası açılmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

83. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında ve sorumlu kamu görevlilerinin tespit edilerek haklarında kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No. 2013/82958) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

84. Öte yandan eziyet yasağının maddi ve usul boyutları ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 37.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen eziyet yasağının maddi ve usul boyutları itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının -usul boyutu itibarıyla- ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 37.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SALİH ŞAHİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/13964)

 

Karar Tarihi: 28/1/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucu

:

Salih ŞAHİN

Vekili

:

Av. Gülizar TUNCER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri çerçevesinde gerçekleşen gösteri yürüyüşüne gereksiz ve orantısız müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; kolluk güçlerinin hukuka aykırı kuvvet kullanımı nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1964 doğumlu ve doktor olan başvurucu, 1 Mayıs 2015 tarihinde Emek ve Dayanışma Günü kapsamında gerçekleşen gösteri yürüyüşlerinin İstanbul'un Beşiktaş ilçesindeki kısmına katılmıştır.

10. Başvurucunun anlatımına göre şiddet içermeyen yürüyüşe kamu görevlilerince hiçbir uyarı yapılmaksızın müdahalede bulunulmuş, 50-60 kişilik gruba toplumsal müdahale aracı (TOMA) vasıtasıyla tazyikli suyla müdahale edilmiş, kendisinin boğazı sıkılmış, elleri arkadan sert bir şekilde bükülerek darbedilmiş ve yerde tekmelenmiştir.

11. Başvurucunun gözaltına alınmak üzere polis aracında bekletildiği esnada doktor B.G. adli rapor düzenlemek üzere polis aracının içine girerek gösteride yakalanan kişilere darp olup olmadığını sormuş, başvurucunun kendilerinin bu şekilde muayene edilemeyeceğine dair itirazı üzerine başvurucuyla tartışmış ve araçtan inerek adli rapor düzenlemiştir.

12. Görevli doktor B.G. tarafından düzenlenen sağlık raporunda (ilk rapor) başvurucuda darp ve cebir izi olmadığı açıklanmıştır.

13. Başvurucu ayrıca polis aracında elleri ters kelepçeli bir biçimde yaklaşık altı saat, ardından kelepçeleri çıkarıldığı hâlde yaklaşık beş saat daha temel insani ihtiyaçları giderilmeksizin bekletildiğini ve gözaltı sürecinde Çağlayan Adliyesinin 7. bodrum katında günlerce aşağılayıcı ve onur kırıcı muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir.

14. 1 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul'da gerçekleşen tüm gösterilerle ilgili olarak soruşturma makamları tarafından tek tutanak düzenlenmiştir. Sekiz sayfadan oluşan Olay Tutanağının başvuruya konu olay ile ilgili kısımları tam olarak tespit edilememekle birlikte Beşiktaş'ta birkaç grubun farklı bölgelerde gösteri yapmaya çalışması nedeniyle gruba müdahale edildiği ve tüm grupların saat 16.00 itibarıyla dağıtıldığı ifade edilmiştir. Tutanakta ayrıca Taksim Meydanı'nda geniş katılımlı etkinlik düzenlenmesine Valilikçe kamu düzeni gerekçesiyle izin verilmediği, 16/1/2015 tarihli kararla da gösteri yürüyüşü yapılabilecek farklı bölgelerdeki birkaç alanın belirlendiği, bu alanların dışında kalan Taksim Meydanı'nda gösteriye izin verilmediğinin kamuoyuna duyurulduğu belirtilmiştir.

15. Yakalama Tutanağında, alanı terk etmemek için direnen ve elektrik direğine sarılan başvurucuya orantılı güç kullanılarak başvurucunun muhafaza altına alındığı bilgisine yer verilmiştir.

16. Başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşüne silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama suçunu işlediği isnadıyla İstanbul 34. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmış, yargılama sonunda başvurucunun beraatine karar verilmiş ve anılan karar 3/5/2016 tarihinde kesinleşmiştir.

17. İstanbul 34. Asliye Ceza Mahkemesinin başvurucu hakkındaki beraat kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Dosyadamevcut aşamalarda değişmeyen ve aksikanıtlanamayan inkara dönük sanık savunmaları, sanıkların olay nedeniyle gözaltı işlemine tabi tutuldukları sıradapolislere yönelik direnme,yaralamaeylemi gerçekleştirdikleri veya kamu düzenini bozucu başka bir eylemde bulunduklarına dönük herhangi bir tespityapılamadığına ilişkin kolluktan gelen cevabi yazı içerikleri ve fotoğraflar,bir kısım sanıkların doğrudan gösteri ile bağlantıları bulunmadığı haldekolluk müdahalesi sırasında civar cafe ve işyerlerinde bulunduklarına ilişkinbirbiri ile de örtüşen beyanlarıgösteriye katılmak amacıyla olay yerine gittikleri belirtilen ve bu yönde ikrarları da bulunan bir kısım sanıkların da ( ... )cebir ve şiddet içeren dolayısıyla yasa dışı olarak kabul edilebilecek bir eylemleri tespit edilemediği için sadece Valiliğin yasakladığı bölgede mevzuat hükümlerine göre kurulanyasal bazıDernek veSendikaların çağrısı üzerine toplanmış olmalarınınAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile güvence altına alınmış olanifade hürriyeti ve toplantı gösteri hakkı kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği,sanıklar tarafından bizzat şiddete başvurulduğu veya sanıkların eylemi nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna ilişkinceza yargılaması ilkelerine görekabul edilebilirsavunmayı çürütendelil de bulunmadığı için AİHSve Anayasahükümlerine göre demokratik toplumun gereği olarak barışçılyöntemlerle yapılan gösteriye katılmış olmalarının yasal düzenlemeye göreizinsiz dahi olsa üst norm niteliğindeki Anayasa ve AİHS hükümleriçerçevesinde suç olarak kabulü mümkün olmadığından sanıkların beraatlarına karar verilmesi gerektiği vicdani kanaatine varılmıştır."

18. Başvurucu, olayda görevli polis memurları ve amirleri ile ilk sağlık raporunu düzenleyen doktor hakkında 8/5/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur.

19. Savcılık, öncelikle başvurucuyu darbettiği iddia edilen kolluk görevlilerinin kimliklerini tespit etmiş ve savunmalarını almıştır. Görevli polis memurları A.H.S. ve A.N.C. ile Komiser Yardımcısı M.G. savunmalarında; 1 Mayıs kutlamaları nedeniyle Taksim Meydanı ve çevresinde geniş katılımlı gösteri yapılmasına İstanbul Valiliği tarafından izin verilmediği hâlde çeşitli sendika ve kuruluşların farklı bölgelerde gösteri yürüyüşü yapmaya çalıştığını, başvurucunun da bir grupla birlikte bu yürüyüşlerden birine katılma girişiminde bulunduğunu ifade etmişlerdir. Hukuka aykırı olan bu yürüyüşü engellemek amacıyla uyarı yapmalarına rağmen dağılmadığı için topluluğa müdahale ettiklerini, elinde sopa bulunan başvurucunun kalabalığın ön tarafında bulunduğunu ve provakatif davranışlar sergilediğini belirten bu kolluk görevlileri gözaltına almaya çalıştıkları esnada başvurucunun elektrik direğine sarılarak direndiğini ve bu nedenle zor kullanarak başvurucuyu polis aracına götürdüklerini ancak darbetmediklerini savunmuşlardır.

20. Başvurucu, darbedilmesi olayına tanık olan ve kendisiyle birlikte gözaltına alınan diğer kişilerin dinlenilmelerini talep etmesine rağmen Savcılık tarafından bu kişiler dinlenilmemiştir.

21. Savcılık tarafından, olay yerini gösteren MOBESE ve diğer kamera kayıtlarının CD'ye aktarılarak çözümünün yapılması için iki polis memuru görevlendirilmiştir. Görevlendirilen polis memurları tarafından düzenlenen 22/6/2015 tarihli CD İzleme Tutanağına göre;

- Ellerinde sopa, bayrak ve döviz; başlarında baret bulunan ve yüzleri maskeli, kırmızı yıldızlı, sarı renkte yelek giyimli 50-60 kişilik bir grupla birlikte başvurucunun grubun önünde hareket ettiği, bu görüntüye ilişkin video ve fotoğraf olduğu,

-Başvurucunun polis aracında kamera çekimi yapan polis memuruna hitaben yüksek sesle "Yaşasın devrim, yıkacağız düzeninizi" dediği tespit edilmiştir.

22. Soruşturma dosyasında yer alan iki video ve bir fotoğraf görüntüsünden oluşan ve savcılıktan temin edilerek incelenen CD'deki fotoğrafta başvurucunun bir grupla birlikte yürüdüğü görülmektedir. İki video görüntüsünden birincisinde başvurucunun polis aracında yüksek sesle "Yaşasın devrim, sosyalizm, yıkacağız sizin düzeninizi" dediği, ikincisinde ise aralarında başvurucunun da bulunduğu bir grubun yürüyüşünü gösteren birkaç dakikalık bir görüntü bulunduğu, bunda da yürüyüş yapan gruptaki bazı kişilerin kapalı şekilde pankart ve bayrak taşıdığı, birkaç kişinin yüzünü yarım örtecek şekilde burun ve ağız bölgesini kapattığı ve sonrasında kamera yönünün değiştiği görülmektedir. Kolluk güçlerinin uyarıları veya müdahale anına dair görüntü bulunmamaktadır.

23. Savcılık, doktor B.G. hakkında yürüttüğü soruşturma kapsamında B.G.nin savunmasını almıştır. B.G. ifadesinde; gözaltına alınan kişilerin hastaneye getirilmesinin güvenlik açısından riskli olabileceği dile getirildiğinden polis aracına gittiğini, araçta bulunan herkese darp ve cebir olduğuna ilişkin şikâyetleri varsa onları muayene edebileceğini söylediğini ancak araçtaki kişilerin kendisiyle tartıştığını, ardından polis aracından inerek araçtaki gözlemleri üzerine adli raporları hazırladığını açıklamıştır.

24. Adli Tıp Kurumu İstanbul Şubesi (ATK) tarafından başvurucunun gözaltından çıkarılırken düzenlenen 4/5/2015 tarihli raporuna (ikinci rapor) göre başvurucunun sağ hemitoraks dış yan duvar alt kısmında hassasiyet tespit edildiği, onun dışında gözaltında oluşmuş travmatik lezyon saptanmadığı belirtilmiştir. Ek olarak başvurucunun gözaltına alınırken travmaya maruz kaldığı iddiasına yer verilmiştir.

25. Başvurucu hakkında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü tarafından düzenlenen 14/5/2015 tarihli rapora göre (üçüncü rapor) başvurucunun sağ meme altında darba bağlı göğüs ağrısı tespiti yapılmış, bunun dışında herhangi bir fiziksel bulgu gözlemlenmemiştir.

26. ATK tarafından 5/6/2015 tarihinde düzenlenen bilirkişi raporunda, ikinci raporun tespitleri doğrultusunda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek türde olduğuna ilişkin kanaat bildirilmiştir.

27. Savcılık tarafından doktor B.G. hakkında muayene işlemi yapmadan başvurucu ve diğer gözaltına alınanlar hakkında adli rapor düzenlediği gerekçesiyle görevi kötüye kullanma suçundan dava açılmıştır. İstanbul 38. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda "araç kapısından herkese toplu olarak seslenip muayene etmeden rapor yazan sanığın (B.G.) görevinin gereklerini yerine getirmeyerek atılı suçu işlediği" kanaatiyle 5 ay hapis cezasına hükmedilmiş, söz konusu hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Karara yapılan itiraz reddedilerek karar 6/7/2018 tarihinde kesinleşmiştir.

28. Öte yandan Savcılıkça, görevli kolluk personeli hakkında 3/5/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, CD İzleme Tutanağına göre Taksim'de 1 Mayıs kutlaması yapılmasına Valilik tarafından izin verilmemesine rağmen Beşiktaş'ta izinsiz gösteri yapan gruba kolluğun müdahale ettiği, bu grubun önünde bulunan başvurucunun grubun dağılmaması için grubu provoke ettiği belirtilmiştir. Başvurucunun ayrıca gözaltına alınırken direndiği ve gözaltı aracında yüksek sesle slogan attığı tespit edilerek polis uyarısına rağmen direnen başvurucuya orantılı güç kullanıldığı ve zor kullanma yetkisinin aşılmadığı değerlendirilmiştir.

29. Savcılık kararına karşı yapılan itiraz, İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından reddedilmiştir. Anılan karar, 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

30. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

31. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 28/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucu; 1 Mayıs 2015 tarihinde resmî tatil ilan edilen Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarına katılmak üzere arkadaşlarıyla birlikte Beşiktaş'a geldiklerini, barışçıl bir biçimde gösteri yürüyüşü yapmak istemelerine rağmen hukuka aykırı olarak polis müdahalesiyle karşılaştıklarını, şiddet içeren bir eyleminin bulunmadığını, buna rağmen kamu düzeni yönünden hiçbir tehlike arz etmeyen yürüyüşleri engellenmek suretiyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

34. Bakanlık görüşünde; başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşünün şiddet içermesi nedeniyle barışçıl olmadığı, dosya içindeki Olay Tutanağında yer alan tespitler doğrultusunda kolluk kuvvetleri tarafından yapılan müdahalenin gerekli ve ölçülü olduğu belirtilmiştir.

35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş; ayrıca toplantı yerinin Taksim değil Beşiktaş olduğunu, sopa olarak tarif edilen nesnelerin pankart sopaları olduğunu, kimsenin şiddete başvurmadığını ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

36. Anayasa'nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

38. Başvurucunun 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü vesilesiyle katılmak istediği gösteri yürüyüşünün kamu görevlileri tarafından engellenmesi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil etmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

39. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun düşmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

40. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olma koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

41. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki karar için bkz. Özge Özgürengin § 100; Ali Ulvi Altunelli §§ 91, 92).

 (2) Meşru Amaç

42. Başvurucuya yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki karar için bkz. Özge Özgürengin, §§ 101, 102; Ali Ulvi Altunelli, §§ 93, 94).

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

43. Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, Anayasa'nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Bu kapsamda kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeli, dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmelidir. Bu sebeple demokratik bir toplumda güvence altına alınan temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015 § 115; Ali Ulvi Altunelli, § 95). Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı kişilere verilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 117; Ali Ulvi Altunelli § 96).

44. Hükûmetin politikaları ile ilgili olarak bireylerin tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymaları çoğulcu demokrasilerin karakteristik özelliğidir. Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin ifade edilebilmesine fırsat verilmesi demokratik bir devletin yükümlülüğüdür. Devletin barışçıl amaçlarla yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korumakla kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan dolaylı sınırlamalar koymaması da gerekmektedir (Mehmet Mutlu, B. No: 2014/18240, 18/4/2018, § 87; Özge Özgürengin, § 103; Ali Ulvi Altunelli, § 100).

45. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 54).

46. Anayasa Mahkemesi, kanunlarda öngörülen usullere tam olarak uyulmamış olmasının, toplantı veya gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini tek başına ortadan kaldırmadığını değerlendirmiş ve bu durumun varlığını toplanma hakkına müdahale için yeterli görmemiştir (Dilan Ögüz Canan, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119).

47. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kamu otoritelerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasında belirli bir takdir alanına sahip olduğu açıktır. Ancak bu takdir alanının Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olarak kullanılmaması gerekir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin iddiaları incelerken Anayasa Mahkemesinin görevi ilgili kamu otoritelerinin takdir payını makul, dikkatli ve iyi niyet çerçevesinde kullanıp kullanmadıklarını değerlendirmektir (Mehmet Mutlu, § 88; Özge Özgürengin, § 104; Ali Ulvi Altunelli, §101). Diğer bir ifadeyle toplanma hakkına yönelik olarak yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olması için kamu düzeninin bozulup bozulmadığının veya bozulma tehlikesinin olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu belirlemede kamu otoritelerinin takdir alanını keyfî kullanıp kullanmadığının ortaya konulması önemlidir (Ali Ulvi Altunelli, § 106).

48. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği ilk husus, toplantı ve gösteri yürüyüşünün sonlandırılması için zorlayıcı toplumsal bir gereksinim olup olmadığı ve kamu makamlarının bu yöndeki değerlendirmelerinin gerçeklik değeri taşıyıp taşımadığıdır (krş. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 88). Gerçeklik değeri sadece Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan durumların gerçekleşip gerçekleşmediğini değil bu yönde bir tehlikenin olup olmadığını da kapsamaktadır (Mehmet Mutlu, § 89).

49. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin karar gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

50. Anayasa Mahkemesi, toplanma hakkının bildirim usulüne bağlanabileceğine daha önce karar vermiştir. Söz konusu bildirimin amacı toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğu sürece genel olarak hakkın özüne dokunmaz. Derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlar hariç bildirim usulünün uygulanmasının amacı, toplanma hakkının etkin kullanılması imkânını sağlamaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; Osman Erbil, § 52; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 122).

51. Buradan çıkan sonuca göre toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Buna karşın bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasalarda belirtilen usullere tam olarak uyulmadan düzenlenmesi tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belirli derecede bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği gözönünde bulundurulmalıdır. Bu durumların varlığı toplanma hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 69).

 (b)İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

52. Başvurucu ve beraberindeki grup, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamaları çerçevesinde İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde toplanmış ve gösteri yürüyüşü yapmak istemiştir. Taksim Meydanı'nda geniş katılımlı etkinlik düzenlenmesine İstanbul Valiliğince kamu düzeni gerekçesiyle izin verilmediği, 16/1/2015 tarihli kararla da gösteri yürüyüşü yapılabilecek birkaç alanın belirlendiği kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Başvurucunun bulunduğu bölge, izin verilen alanlar içinde sayılmamıştır.

53. Kolluk görevlileri beyanlarında, başvuruya konu yürüyüşün izin verilen alanlar içinde olmadığını, ayrıca katılımcıların ellerinde sopa ve yüzlerinde maske bulunduğunu, bu nedenle uyarılara rağmen dağılmayan katılımcılara müdahale ettiklerini ifade etmiş; grubun ön tarafında provakatif davranışlar sergileyen başvurucunun gösteri yürüyüşü yapmasını engelledikleri esnada direndiğini açıklamışlardır.

54. Savcılık kararına esas alınan CD İzleme Tutanağında; başvurucunun grubun önünde hareket ettiği, grupta bulunan kişilerin ellerinde sopa ve yüzlerinde maske olduğu belirtilmiştir. Yürüyüş esnasında başvurucunun veya grubun geri kalan katılımcılarının şiddet içerikli davranışları olduğuna dair somut bir tespit yapılmamıştır.

55. Tutanak dayanağı olan görüntüler incelendiğinde başvurucunun bir grupla birlikte yürümesi dışında bir görüntüye ulaşılamamıştır. Ayrıca başvurucunun elinde sopa tespit edilemediği gibi yüzünün de örtülü olmadığı gözlemlenmiştir.

56. Toplanan grubun gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini bozan herhangi bir tutumu olduğu görüntülerden anlaşılamadığı gibi buna ilişkin olarak hazırlanan tutanakta da buna dair bir bilgi yer almamaktadır. Öte yandan kolluk görevlileri de beyanlarında yürüyüşün şiddet içerdiğini iddia etmemişlerdir. Sadece Yakalama Tutanağında başvurucunun provakasyon yaptığı bilgisine yer verilmiştir. Buna karşılık, Yakalama Tutanağında belirtilen ve Savcılık tarafından kabul gören başvurucunun provokasyon içerikli davranışlarının neler olduğu Savcılık kararının gerekçesinde ve Yakalama Tutanağında da somutlaştırılmamıştır. Dolayısıyla başvuru dosyasına nesnel olarak yansımayan ve başvurucunun provoke edici nitelikte olduğu iddia edilen davranış biçimi, toplantının barışçıl olmadığı yönünde sonuca ulaşmak için yeterli değildir.

57. Öte yandan başvurucu hakkında yapılan ceza yargılaması sonucunda yargı makamları da başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşünün barışçıl olduğunu kabul ederek başvurucunun eylemlerinin suç olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını değerlendirmişlerdir. Mahkeme kararının gerekçesinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar tarafından bizzat şiddete başvurulduğu veya sanıkların eylemi nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna ilişkin delil bulunmadığı tespit edilmiş; barışçıl yöntemlerle yapılan gösteriye katılmış olmalarının yasal düzenlemeye göre izinsiz dahi olsa üst norm niteliğindeki Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde suç oluşturmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.

58. Başvuruya yansıyan olgular dikkate alınarak yargı makamlarınca ulaşılan, başvurucunun katıldığı toplantı/gösteri yürüyüşünün barışçıl olduğu yönündeki sonuçtan farklı bir sonuca ulaşılması mümkün görünmemektedir. Bu durumda başvurucun katıldığı gösteri yürüyüşünün barışçıl olduğunun kabulü gerekmektedir.

59. Öte yandan toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasalarda belirtilen usullere tam olarak uyulmadan düzenlenmesi tek başına bu hakkın ihlal edilmesini haklı gösteremeyecektir. Bu bağlamda kamuya açık bir alanda (caddede) barışçıl gösteri yürüyüşü yapmak isteyen gruba yürüyüşün yapılmaması gerektiği hususunun kolluk tarafından izah edildiğine ilişkin bir veri bulunmamaktadır. Ayrıca kolluk ile yürüyüş yapmak isteyen grup arasında herhangi bir görüşme olup olmadığı, hatta dağılmaları hususunda grubun uyarılıp uyarılmadığı başvuruya yansıyan bilgi ve belgelerden anlaşılamamaktadır

60. Buna göre, barışçıl olduğu kabul edilen ve kamuya açık bir alanda yapılan toplantı/gösteri yürüyüşünün doğrudan dağıtılması şeklindeki müdahalenin Anayasa'nın 34. maddesiyle korunan hak yönünden demokratik toplumda gerekliliği kamu makamlarınca izah edilememiştir.

61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

62. Başvurucu, kolluk görevlileri tarafından şiddete maruz kaldığını ve bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu gözaltına alınması esnasında boğazının sıkıldığını, tekmelendiğini, polis aracına götürüldükten sonra da darbedildiğini iddia ederek polis aracında yaklaşık altı saat elleri arkadan ters kelepçeli bir biçimde bekletildiğini, ardından yaklaşık beş saat daha temel insani ihtiyaçları giderilmeksizin araçta tutulduğunu ve gözaltı sürecinde de Çağlayan Adliyesinin 7. bodrum katında günlerce aşağılayıcı ve onur kırıcı muameleye maruz kaldığını belirtmiştir. Yaşanan olay nedeniyle yaptığı şikâyetin etkili bir şekilde soruşturmadığından, gözaltına alındığı sırada orada bulunan herkesin olayı görmesine rağmen tanık olarak dinlenilmediğinden, itirazı inceleyen Hâkimliğin kararının gerekçesiz olduğundan ve polis memurları hakkında disiplin cezası verilmediğinden yakınan başvurucu bu nedenlerle kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

63. Bakanlık görüşünde, Taksim Meydanı'nda gösteriye izin verilmeyeceği bildirildiği hâlde 2.500-3.000 kişinin bu meydana girmeye çalıştığı ve grubun şiddete başvurduğu belirtilmiş; elinde sopa bulunan başvurucunun da gösteri yürüyüşünde çevresini provoke ettiği, çevresi ve kamu düzeni yönünden tehlike oluşturduğu, gözaltına alınırken elektrik direğine sarılarak direnmesi nedeniyle orantılı güç kullanıldığı ve bu sebeple yargısal makamların kararların hukuka uygun olduğu bildirilmiştir.

64. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevabında kısaca başvuru formundaki iddialarını yinelemiş; grupta bulunan bazı kişilerin kolluk tarafındankullanılan gazdan etkilenmemek için burun ve ağızlarını kapattığını, pankart veya sloganlarda yasa dışı bir ibarenin olmadığını, hukuka aykırı dağıtılan gösteride gözaltına alınmamak için direğe yaslanmasının suç oluşturmayacağını ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

65. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

66. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkenceye, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

67. Bu doğrultuda kural olarak başvurucunun kolluk görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiası, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kaldığından kötü muamele yasağının maddi boyutu altında incelenmelidir. Başvurucunun söz konusu eylem nedeniyle Savcılıkça yapılan ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile sonuçlanan soruşturmanın etkisiz olduğu yönündeki şikâyeti ise kötü muamele yasağının usul boyutu çerçevesinde incelenmelidir.

68. Öte yandan başvurucu, önleyici yükümlülüğe ilişkin olarak başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir şikâyette bulunmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin önünde önleyici yükümlülüğün ihlal edildiğine ilişkin kesin bir bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Bu nedenle anılan yükümlülük açısından bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

69. Başvurucunun adil yargılanma hakkına yönelik şikâyetleri, kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı bakımından ayrıca inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

71. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

72. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

73. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olarak yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara varmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

74. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).

75. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması veya yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

76. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

77. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99)

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

78. Başvurucu, yakalanması esnasında hukuka aykırı kuvvet kullanımına maruz kalması ve bu durumun ilk sağlık raporuyla ortaya konulamaması nedeniyle kolluk güçleri ve kendisini muayene etmeden rapor tanzim eden doktor hakkında Savcılığa şikâyetçi olmuştur.

79. Başvurucu tarafından teşhis edilen kolluk görevlilerinin kimlikleri Savcılıkça tespit edilmiş, ifadelerinin alınması için emniyete talimat verilmiştir. Bu arada doktor B.G.nin savunması ve başvurucunun yaralanmasının niteliğini tespit amacıyla olaydan yaklaşık bir ay sonra ATK raporu alınmıştır.

80. Yapılan soruşturma sonucunda Savcılık, görevli doktor hakkında görevi kötüye kullanma suçundan dava açarken polislerin orantılı güç kullandığı gerekçesiyle haklarında kovuşturma yapılmamasına karar vermiştir.

81. Kötü muamele yasağı çerçevesinde bireyi kamu görevlilerinin hukuka aykırı kuvvet kullanımına karşı korumak maksadıyla güvence altına alınan etkili bir soruşturmanın varlığından söz edilebilmesi için her şeyden önce soruşturma makamlarının tarafsız bir biçimde, özenli davranarak maddi gerçeğe ulaşma çabası içinde olması gerekmektedir. Bu kapsamda soruşturma makamlarından olaya dair tüm delilleri toplaması ve bu delilleri nesnel bir analizle yorumlayarak hukuki sonuca ulaşması beklenmektedir.

82. Bu ilkelere göre yapılan değerlendirme neticesinde başvuruya konu olayda hukuka aykırı kuvvet kullandığı iddia edilen polis memurları ve amirinin Savcılıkça belirlenip bu kişiler hakkında derhâl soruşturma başlatıldığı ve başvurucunun soruşturma sürecine dâhil edilerek katılımının sağlandığı anlaşılmaktadır.

83. Buna karşın kimlikleri tespit edilen kolluk görevlilerinin savunmaları Savcılık tarafından değil görev yaptıkları emniyet müdürlüklerindeki çalışma arkadaşları olan başka polis memurları tarafından alınmıştır. Bu durum, tarafsız şekilde yürütülmesi gereken soruşturma yükümlülüğü bakımından dikkat çekici olduğu kadar maddi gerçeğe ulaşma açısından önemli delilerden biri olan şüpheli ifadelerinin özenle tespit edilmesi gereğinin yerine getirilmesi hususunda şüphe uyandırmaktadır. Şüpheli polislerin benzer ifadelerle hukuka aykırı kuvvet kullanmadıklarını beyan ettikleri, ancak olayın oluş şekline dair somut ve ayrıntı içeren ifadelerinin tespit edilmediği gözlemlenmiştir. Ayrıca başvurucunun -darbedildiği iddiası dışında- kötü muamele yasağı bakımından sorun oluşturabilecek olan saatlerce polis aracında kelepçeli ve temel ihtiyaçları giderilmeksizin bekletildiği iddiası dahi kolluk görevlilerine sorulmamış, bu sürecin nasıl işlediği kayıtlara geçmemiştir.

84. Öte yandan soruşturma dosyasında, kolluğun toplantıya müdahalesini gösteren tek bir görüntü bulunmamaktadır. Polis memurları tarafından kayda alınan kısım, başvurucunun bir grup kişiyle birlikte sokakta yürümesi ve gözaltına alındıktan sonra polis aracı içinde bulunmasından ibarettir. Aradaki zaman diliminde polis kamerasının kayıt yapıp yapmadığı, yapmamış ise sebebi Savcılık tarafından araştırılmamış ve sorgulanmamıştır. Ayrıca olayın geçtiği sokakta MOBESE veya bina ve işyerlerindeki özel kameraların bulunup bulunmadığı, bu kameraların olaya ilişkin kayıt yapıp yapmadığı tespit edilmemiştir. Başvurucu, kendisiyle birlikte gözaltına alınan kişilerin darbedilme olayına tanık olduğunu beyan etmesine ve bu kişilerin dinlenilmesini talep etmesine rağmen Savcılık tarafından bu kişiler de dinlenilmemiştir.

85. Bir diğer sorun, başvurucu hakkında alınan ilk sağlık raporunun hukuken geçerli bir belge sayılmamasıdır. Yakalanan veya gözaltına alınan kişilerin kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının tespiti amacıyla alınan sağlık raporları, bu hususta bir şikâyet bulunması hâlinde değerlendirmeye esas oluşturacak en önemli kanıtlardan biri olmakla birlikte devletin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki yükümlülüğüne aykırı davranmadığını ispatlayabileceği nitelikte bir belgedir. Üçüncü kişi konumunda bulunan doktorlar tarafından -iddia ve savunmadan bağımsız bir şekilde- gözleme dayalı bulguların tespit edilmesi suretiyle olaydan hemen sonra hazırlanan raporlar, maddi gerçeğe ulaşmayı sağlayan yegâne araçtır.

86. Somut olayda başvurucunun gözaltına alınırken muayene edilmeksizin hakkında usulsüz sağlık raporu düzenlendiği yargı makamları tarafından kabul edilmiştir. Bu durumda yakalama esnasında iddia edildiği gibi kolluk güçleri tarafından başvurucunun yaralanıp yaralanmadığı ilk sağlık raporuyla anlaşılamamaktadır. Başvurucu hakkında düzenlenen ikinci raporun ise olaydan yaklaşık iki hafta sonra yapılan muayeneye dayanması nedeniyle bu süreçte başvurucuda var olduğu iddia edilen bazı bulguların kaybolup kaybolmadığı değerlendirilememiştir.

87. Delillerin eksik toplanıp toplanmama meselesi kadar toplanan delillerin analizlerinin nesnel olarak yapılıp yapılmaması hususu da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun teşkil edebilmektedir.

88. Bu bağlamda başvuruya konu olayda Savcılık, delilleri değerlendirirken polis kayıtlarını içeren CD İzleme Tutanağında yer alan bilgileri, kaynağı olan (30 saniye süre) görüntüyü izlemek suretiyle denetlememiş; tutanaktaki tespitlerin varlığını kabul ederek toplanan grubun ellerinde sopa, yüzlerinde maske olduğu ve elinde sopa bulunan başvurucunun grubu provoke ettiği sonucuna ulaşmıştır. Hâlbuki görüntülerde grubun elinde sopa olarak değerlendirilen cisimlerin kapalı pankart ve bayrak sopaları olabileceği görülmekle birlikte başvurucunun elinde sopa veya benzeri bir eşya bulunmadığından bu şekilde yapılan tespitin dayanağı anlaşılamamıştır. Aynı şekilde başvurucunun görüntülerde sadece birkaç saniye yer aldığı dikkate alındığında başvurucunun eylemi kamu makamlarınca somutlaştırılmadığından grubu kışkırttığı yönünde ulaşılan sonucun tereddüt içerdiği değerlendirilmiştir.

89. Kolluk tarafından başvurucunun gözaltına alınırken direnmesi sebebiyle güç kullanıldığı kabul edilmiştir. Başvurucu da gözaltına alınmamak için elektrik direğine yaslandığını ifade ederek direndiğini inkâr etmemiştir. Bu durumda kullanılan gücün orantılı olup olmadığı veya zor kullanma yetkisinin aşılarak başvurucunun darbedilip edilmediği soruşturma dosyasındaki eksiklikler nedeniyle değerlendirilememiştir. Her ne kadar kullanılan gücün orantılı olduğu kanaatine soruşturma makamlarınca ulaşılmış ise de mevcut eksiklikler nedeniyle söz konusu kanaate delillerin nesnel analizi sonucu ulaşıldığını söylemek güçtür.

90. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve takdiri konusunda Savcılıkça yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

91. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

92. Yukarıda belirtilen tespitler ışığında soruşturmadaki eksiklikler nedeniyle başvurucunun şikâyetine konu ettiği olayın gerçekleşme koşulları konusunda yeterli veri bulunmadığı (özellikle başvurucu hakkındaki sağlık raporlarının başvurucuyu doğrular mahiyette fiziki bulguya dayanmadığı) nazara alındığında bu aşamada kötü muamele yasağının maddi boyutu itibarıyla bir inceleme yapılmasına olanak bulunmadığı değerlendirilmiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

93. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

94. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden soruşturma yapılması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

95. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

96. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

97. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü; ilgilinin talebini beklemeksizin, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67; Mehmet Doğan, §§ 58-59).

98. Başvuruda, güvenlik güçleri tarafından orantısız güç kullanılmasına yönelik etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutuyla ihlal edilmesinin yanı sıra Anayasa'nın 34 maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının da ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik ihlalin kolluk görevlilerinin eyleminden, kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin ise Cumhuriyet Başsavcılığının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

99. Bu durumda kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

100. Öte yandan somut olayda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

101. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DENİZ KAPLAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/17962)

 

Karar Tarihi: 11/3/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 22/4/2020-31107

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucular

:

1. Deniz KAPLAN

 

 

2. Eylem KARADAĞ

 

 

3. Uğur UZUNPINAR

Başvurucular Vekili

:

Av. Deniz ÖZBİLGİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gösteriye müdahale sırasında polisin güç kullanması üzerine yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca adli yardım talebinin geçici olarak kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşe karşı başvurucular beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Genel Bilgiler

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 11/5/2013 tarihinde iki ayrı araca konulan bombaların patlatılması suretiyle gerçekleştirilen terör saldırısında elli kişi yaşamını yitirmiştir.

9. Başvurucular 18/5/2013 tarihinde Halkevleri Derneğinin (Halkevleri) çağrısıyla Reyhanlı'daki patlamayı protesto etmek ve basın açıklaması yapmak amacıyla Ankara'da düzenlenen gösteriye katılmışlardır. Polis tutanaklarına göre saat 12.45'te Yüksel Caddesi, Konur ve Karanfil Sokaklarda Halkevlerine mensup dağınık hâldeki yirmi kişilik grubun slogan atmasıyla başlayan gösteriye saat 13.30'da yaklaşık olarak elli kişi daha gelmiştir. Gösteriye saat 13.35'te ellerinde "KOLLEKTİF" ibaresi yazılı flamalar bulunan yirmi kişi daha katılmıştır. Bireysel katılımlarla beraber yaklaşık 120 gösterici 13.40'ta İnsan Hakları Heykeli'nin (heykel) önünde düdük ve trampet çalarak, alkış tutup ses çıkararak toplu hâlde gösteriye başlamışlardır. Polis, 12.45'ten itibaren gösteri alanında tedbir almıştır.

10. Göstericilerin sözcülüğünü yapan C.T. kortej hâlinde -ses çıkararak- Başbakanlığa yürümek istediklerini kolluk amirine söylemiş fakat bu talep kolluk tarafından uygun bulunmamıştır. Kolluk tarafından düzenlenen tutanağa göre göstericilere, yapılacak yürüyüşün kanuna aykırı olacağı, bu nedenle buna izin verilmeyeceği, istendiği takdirde bulunulan alanda basın açıklaması yapılabileceği yönünde ikazlar yapılmıştır. Tutanakta bu ihtarın saat 13.55'e kadar üç kez tekrarlandığı belirtilmektedir.

11. Kolluğa göre tüm ikazlara rağmen kortejin önünde bulunan C.T. ve D.A.nın "Anlaşma ve müzakere yok, Başbakanlığa yürüyoruz" şeklindeki sözlerinin ardından başvuruculardan Eylem Karadağ ve Uğur Uzunpınar'ın da aralarında bulunduğu bir grup, Yüksel Caddesi ile Karanfil Sokak köşesinde tedbir alan kolluk personeline ellerinde bulunan flamaların sopalarıyla vurarak ve tekme atarak saldırmıştır. Uğur Uzunpınar ve Eylem Karadağ yanında dört kişi daha bu fiilleri nedeniyle daha sonra yakalanıp gözaltına alınmıştır.

12. Polis tutanağına göre saldırıya gazla orantılı şekilde müdahale eden kolluk görevlileri, gösterici grubun geriye doğru çekilmesini sağlamıştır. Gösterici grup bu kez barikatla tedbir alan kolluk görevlilerine doğru -hedef gözeterek- ellerinde bulunan taş ve soda şişelerini atmıştır. Kolluğun bu saldırıya da kısa süreli gaz kullanarak müdahale ettiği belirtilmiştir. Bunun üzerine göstericiler Konur Sokak ve Selanik Caddesi'ne doğru çekilmiş fakat kaldırım taşlarını sökerek, etraftan buldukları şişe gibi sert cisimleri toplayarak saat 14.00'te yeniden heykelin önünde toplanmışlardır. Bu aşamadan sonra olayların gelişimi kolluğun düzenlediği tutanağa göre şöyledir:

- Saat 14.03'te heykel önünde toplanan grup aniden ellerinde bulunan taş ve soda şişesi gibi sert cisimleri Yüksel Caddesi ile Konur Sokak köşesinde tedbir alan kolluk görevlilerine doğru atmak suretiyle saldırıya geçmiştir. Bu sırada üç polis memuru atılanların isabet etmesi sonucu yaralanmıştır.

- Kolluk görevlileri, saldırıya gaz sıkarak müdahale etmiştir. Bunun üzerine dağılan göstericiler saat 14.10'da tekrar heykel önünde toplanmıştır. Burada gösterici grubun sözcülerine eylemin kanuna aykırı olduğu ve dağılmaları gerektiği yönünde bir kez daha ikaz yapılmıştır.

- İkaza rağmen dağılmayan göstericiler yeniden ellerinde bulunan sert cisimleri tedbir alan kolluk görevlilerine doğru atmaya başlamışlardır. Saat 14.15'te kolluk görevlileri, saldırıyı önlemek ve üç polis memurunun yaralanmasına sebep olan kişilerin kimliklerini tespit etmek amacıyla gösterici gruba müdahale etmiştir. Müdahale şekli tutanakta belirtilmemektedir. Kolluk görevlileri yukarıda belirtilen (bkz. § 11) altı kişiyi yakalayarak adli işlemler için Emniyet Müdürlüğüne götürmüştür. Diğer göstericiler etrafta bulunan işyerlerine girerek alandan uzaklaşmışlardır.

- Saat 14.30'da sayıları yetmişi bulan gösterici grup yeniden Yüksel Caddesi'nde toplanmış ve çeşitli sloganlar atmıştır. Kolluk görevlileri, gösterici grubun sözcüsü C.T.ye eylemin kanuna aykırı olduğu, Başbakanlık binasına yürümelerine izin verilmeyeceği, esnafın ve vatandaşların daha fazla zarar görmemesi için eylemi bir an önce sonlandırmaları gerektiği şeklinde uyarıda bulunmuştur. Bunun üzerine C.T. basın açıklaması yaparak dağılacaklarını söylemiştir. Grup içinden bir kişi saat 14.35'te gruba hitaben bir açıklama yapmış, açıklama sonrasında saat 14.55'te göstericiler çeşitli yönlere doğru dağılmıştır.

B. Başvurucular Aleyhinde Yürütülen Soruşturma Süreci

13. Başvuruculardan Uğur Uzunpınar ve Eylem Karadağ gösteri sırasında kolluk görevlileri tarafından yakalanarak gözaltına alınmış ve haklarında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme ve görevi yaptırmamak için direnme ve kasten yaralama suçlarından adli soruşturma başlatılmıştır. Başvuruculardan Deniz Kaplan gözaltına alınmamış veya hakkında başka bir adli işlem yapılmamıştır.

14. Başvuruculardan Eylem Karadağ hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinde düzenlenen 18/5/2013 tarihli adli raporda, sağ dirsek medialde ve ön kolda 1 cm'lik morluk olduğu belirtilmiştir. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen Eylem Karadağ hakkında düzenlenen 19/5/2013 tarihli raporda ise "sol taraf lateral yanda hassasiyet, batın muayenesi rahat" şeklinde tespitlere yer verilmiştir. Başvurucuyu ortopedi ve üroloji uzmanları da muayene etmiş, düzenledikleri konsültasyon raporlarında fiziksel bir bulgudan bahsetmemişlerdir. Söz konusu Hastanenin aynı tarihli epikriz raporunda başvurucunun saat 17.15'te kendi isteğiyle Hastaneden imza vererek ayrıldığı belirtilmiştir.

15. Başvuruculardan Uğur Uzunpınar hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinde düzenlenen 18/5/2013 tarihli adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Her iki dirsek 1 cm.lik 4 adet ekimoz var, sağ diz altında lateralde 3 cm.lik [okunamadı] var, lumbal bölgede 6 cm.lik morluk var, sol gözde ağrı ve bulanık görme ifade ediyor. Göz muayenesi önerildi."

16. Başvurucu Uğur Uzunpınar aynı gün göz, patoloji ve beyin cerrahi polikliniklerinde de muayene edilmiştir. Beyin cerrahi uzmanının hazırladığı 18/5/2013 tarihli konsültasyon formunda aşağıdaki tespitlere yer verilmiştir:

- Gösteri sırasında biber gazına maruz kalmış, ayrıca sağ alt ekstremiteye (bacak) darbe almış.

- Bel, sağ flank (karın yan bölge) ve sağ bacak ağrısı mevcut.

- İdrar-gaita inkontinanası yok.

- Başına hiç darbe almamış.

- Sağ sklera (gözün dış kılıfı) hiperemik.

17. Eylem Karadağ ve Uğur Uzunpınar'ın 18/5/2013 tarihinde Emniyet Müdürlüğünde ifadeleri alınmak istenmiş fakat başvurucular susma haklarını kullanmışlardır.

18. Olaylar sırasında yaralanan polis memurları F.M.G., O.E. ve U.Y. ifadelerinde özetle yaşanan olaylar sırasında atılan cisimler nedeniyle vücutlarının değişik yerlerinden yaralandıklarını, sırasıyla iki, yedi ve üç gün çalışamaz raporu aldıklarını, kendilerini yaralayan kişilerden şikâyetçi olduklarını belirtmişlerdir. O.E. ifadesinde, kendisini yaralayan kişilerden birinin başvuruculardan Uğur Uzunpınar olduğunu söylemiştir.

19. Gösteriye ilişkin kamera görüntüleri üç polis memuru tarafından izlenerek Tespit ve Teşhis Tutanağı hazırlanmıştır. 18/5/2013 tarihli tutanakta başvuruculardan Uğur Uzunpınar'ın elinde taşıdığı Halkevleri yazılı flama ile gösterici grubun içinde yer aldığı, gösteri alanında kolluğa taş, soda şişesi gibi cisimleri atan grubun arasında kendisinin de bulunduğu ve kolluğa bir cisim atarken görüntülendiği belirtilmiştir. Tutanakta belirtilen hususların fotoğraf karesi hâline getirildiği görülmektedir. Ayrıca tutanakta başvurucu Eylem Karadağ'ın dağılmamakta ısrar eden ve kolluk barikatına flama sopaları, tekme ve yumruklar ile saldıran grubun içinde yer aldığı belirtilmiştir. Başvurucu Eylem Karadağ'a ilişkin fotoğraf karesinde başvurucunun bir elinde Halkevleri yazılı flama tuttuğu, diğer elini havaya kaldırarak slogan attığı görülmektedir.

20. Başvurucular Eylem Karadağ ve Uğur Uzunpınar, 19/5/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından; toplantı ve gösteri yürüyüşünde görevlendirilenlerin görevlerini yapmalarına engel olma, bu kişileri yaralama, güvenlik amirinin dağılma isteğini düzenleme kurulu üyelerinin yerine getirmemesi, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçlarından tutuklanmaları istemiyle -gözaltına alındıkları dört kişiyle birlikte- sulh ceza hâkimliğine sevk edilmişlerdir.

21. Sorgu tutanağının, başvurucular Eylem Karadağ ve Uğur Uzunpınar'ın savunmalarına ilişkin kısımları şöyledir:

"Olay mahallinde Reyhanlı'daki patlamaları protesto etmek, ses getirmek amacıyla bulunuyordum. Herhangi bir kanunsuz bir eylemimiz yoktur. Demokratik hakkımızı kullanmak için orada bulunuyordum. Ancak polis herhangi bir ikazda bulunmadan, gaz bombası attı. Gazın etkisiyle ben yere düştükten sonra, iki tane polis tekmelerle böbreğime vurarak, beni yaralamışlardır. Bu nedenle hastaneye de gittim. Polis otosuna götürüldüğümde de orada da bana '[o... ç...], şerefsizler, manyak' gibi sözler sarfedilerek hakaret edildi. Bana belirttiğim kötü davranışlarda bulunan polisin kaskının üzerinde T1215 yazıyordu, onu tespit edebildim. Ben hiçbir polise taş sopa vs. atarak mukavemette bulunmadım, kimseyi yaralamadım. Suçu kabul etmiyorum, tutuksuz yargılanmak istiyorum"

...

"Ben de Reyhanlı olaylarıyla ilgili olarak ses çıkartmak maksadıyla bu protestoya katıldım. Ancak yasalara aykırı bir işlem yapmadım. Emniyet güçlerine taş sopa vs. atıp yaralamadım. Atılan biber bombalarından bir tanesi bacağıma geldi, yere düştüm. O sırada gözaltına alındım. Etkisiz hale getirildikten sonra da gözüme biber gazı sıkıldı. Ben suç işlemedim. Polis koridorlarından geçirilerek, işkenceye maruz kaldım, belime bacaklarıma tekmeler vuruldu. Bu hususta hastaneye de gittim, hastanede de belirtildi. Suçsuzum, tutuksuz yargılanmak istiyorum"

22. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği 19/5/2013 tarihli kararıyla "şüphelilerin üzerine atılı suçu[n] niteliği mevcut delil durumu, delillerin tamamına yakının toplanmış olması, şüphelilerin delillere tesir etme, kaçma ve baskı girişiminde bulunması yönünde somut olguların olmaması ve tutuklamanın tedbir niteliği" hususlarını gerekçe göstererek tutuklama talebinin reddine karar vermiştir.

23. Savcılık 30/10/2013 tarihli iddianameyle başvurucular ile birlikte toplam on üç kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme, ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, güvenlik amirinin dağılma isteğini düzenleme kurulu üyelerinin yerine getirmemesi, toplantı ve yürüyüşlere silah veya 2911 sayılı Kanun'un 23. maddesinde belirtilen aletlerle katılma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açmıştır.

24. Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 27/11/2014 tarihinde suç kastı yokluğu sebebiyle tüm sanıkların beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...İddia, savunmalar, CD çıktıları, olay tutanakları ve tüm dosya bir bütün olarak değerlendirildiğinde:

Sanıkların amaçlarının olaydan bir süre önce meydana gelen ve tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kınadığı bir olayı protesto etmek olduğu açıktır.

2911 sayılı Kanunun temel aradığı husus eylemin Yasaya aykırı olmasından başka 3 ihtarın yapılması koşuluna bağlıdır. Çıktı belgeleri izlendiğinde sanıkların katılanlar ve arkadaşlarının konuşmaya dahi izin vermeden kuvvet kullanmak suretiyle sanıkların demokratik özgürlük haklarını kullanmaya mani oldukları bizzat saptanmış, sanıkların suç işleme kastı ile hareket ettikleri hususunda cezaladırılmalarına yetecek kesin ve inandırıcı delil elde edilememiş..."

25. Verilen karar, gösteride yaralanan polis memurları tarafından katılan sıfatıyla temyiz edilmiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla henüz temyiz incelemesi neticelenmemiştir.

C. Başvurucuların Şikâyeti Üzerine Yürütülen Adli Soruşturma

26. Başvurucular avukatları aracılığıyla 22/5/2013 tarihinde kask numaralarını da belirttikleri yirmi iki polisten şikâyetçi olmuşlardır. Şikâyet dilekçesinde özetle; protesto amacıyla katıldıkları gösteride henüz basın açıklaması yapılmadan, kendileri ikaz edilmeden kolluğun saldırı gerçekleştirdiği, polisin siyasi saikle hareket ederek müdahale ettiği belirtilmiştir. Başvurucular ayrı ayrı ne şekilde yaralandıklarını ve kendilerini yaralayan polislerin hangi numaralı kaskları taşıdıklarını belirtmişlerdir. Şikâyet dilekçesinde, Deniz Kaplan'da meydana gelen yaralanmalara ve yine Uğur Uzunpınar'ın sırt kısmına tekme atılmasına ilişkin görüntü kayıtlarının ek olarak sunulduğu vurgulanmış, başvuruculardan Eylem Karadağ'ın iddiasına konu eylemlere ilişkin görüntü kayıtlarından ise bahsedilmemiştir.

27. Başvuruculardan Uğur Uzunpınar ve Deniz Kaplan'ın avukatları eşliğinde müşteki sıfatıyla Cumhuriyet savcısı tarafından 22/5/2013 tarihinde beyanları alınmıştır. Başvurucular ifadelerinde avukatları aracılığıyla verdikleri dilekçede ayrıntılı olarak olayı anlattıklarını, ilgili polis memurlarından şikâyetçi olduklarını söylemişlerdir. Başvurucular aynı gün Adli Tıp Kurumuna (ATK) sevk edilerek haklarında rapor alınmıştır.

28. ATK başvurucuları muayene ederek vücutlarındaki yaralanmaları belirlemiş, ayrıca daha önce düzenlenen raporlarda tespit edilen hususlara da hazırladığı raporunda yer vermiştir. Başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar'ın muayene edilmelerinden sonra hazırlanan 22/5/2013 tarihli ATK raporunda yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiş ve sırasıyla şu bulgulara yer verilmiştir:

"Sağ kol üst dışta 2,5x2 cm lik , 1x1 cm lik, 2x2 cm lik, 1x0.7 cm lik , 07x0.5 cm çaplarında olmak üzere toplam beş adet solmuş fıstıki yeşil renk ve görünümde eskiye ait ekimoz alanları, göğüs bölgesi sağ üst ön orta hattaoblik yerleşimli 2 cm lik uzunlukta 0.2 cm genişliğinde yüzeyel çizik tarzında hafif ekimozlu sıyrık, göğüs bölgesi sol üst ön orta hattan başlayan dışa doğru uzanan 7x0.5 cm lik hat şeklinde fıstıki yeşil renkte ekimoz, sol kosta kavsi üzerinde dış arka bölümünde 4x2 cm lik fıstıki yeşil renkte solmuş eskiye ait ekimoz alanı, sol bacak önde üzeri kabuklu 0.7x0.5 cm lik yüzeyel sıyrık alanı tespit edilmiş olup, beyanında 18.05.2013 tarihinde darba maruz kaldığını ve olay sonrasında herhangi bir sağlık kuruluşuna başvurmadığını ifade etmekte olup..."

"Sol periorbital bölgenin lokal gazlı bez ile kapalıhalde olup, gazlı bez kaldırıldığında sol göz 1/2 iç kısımda subkonjenktival hemoraji bulunduğu, sol dirsek aka iç kısımda 1,5x1 cm lik ve sol dirsek arka dışta 1x0.5 cm lik üzeri kabuklu sıyrık alanları, sağ dirsek arkada üzeri kabuklu 4x1,5 cm lik alanda yüzeyel sıyrıklezyonları ile sağ dirsek arka kısımda 2x0.7 cm lik üzeri kabuklu yüzeyel sıyrık alanı , sağ SİAS üzerinde 3x2,5 cm ebatlarında kenarlarısolmuş mor renkte ekimoz, sağ bacak orta 1/3 dış kısımda geniş açılı yarım ay şeklinde yukarıdan-aşağıya doğru uzanan açıklığı arkaya bakan sınırları düzgün 4x0.7 cm lik üzeri kabuklu sıyrık alanı ile sağ bacak 1/3 orta dış kısımda kenarları yer yer solmuş sınırları düzensiz ve belirsiz yaklaşık 13x7 cm lik alanda mor renkte ekimoz alanı tespit edilmiş olup..."

29. Başvurucu Eylem Karadağ'ın avukatı hazır olduğu hâlde Cumhuriyet savcısına 19/7/2013 tarihinde verdiği beyanı şöyledir:

"Bana göstermiş olduğunuz 22/05/2013 tarihli ve avukatım Deniz Özbilgin tarafından hazırlanan dilekçenin benimle ilgili olan kısmını aynen kabul ediyorum.

18/05/2013 günü saat 13:45 civarında Kızılay Yüksel Caddesinde daha önceden Hatay ili Reyhanlı ilçesinde meydana gelen olaya sessiz kalmamak amacıyla demokratik hakkımızı kullanmak için yapılan basın açıklamasına katılmak istedim. Bu eylem bir nevi gürültü eylemi ve ses eylemiydi. Henüz basın açıklaması yapılmadan bizim bulunduğumuz gruba polis hiç bir uyarı yapmaksızın müdahale etti. Önce biber gazı atarak sonra da üstümüze koşarak müdahale ettiler. Bu müdahale sırasında benim sırtımda bulunan sırt çantasından bir polis memuru yakaladı, sonra kalkanla vurarak beni yere düşürdü. Ben yerde iken böbreklerimin bulunduğu bölgeye doğru vurdular. Ne ile vurduğunu tam olarak anlamadım. Çünkü biber gazından dolayı gözüm yanık şekilde yerde yatarken darbe geldi. Bu darbenin tekme mi jop mu ya da başka bir şey mi olduğunu o an anlayamadım. Çevredebana müdahale eden 1 polis değil belki 10-15 polis vardı.

Beni bulunduğum yerden alarak, bileklerimden tutarak, polis otosuna götürdüler. Kelepçe takmadıkları için bileğimi sıktılar, kolumu arkaya bükerek beni götürdüler. Beni götürdükleri otobüs Yüksel Metro istasyonunun çıkışında bulunan Denizbank'ın hemen karşısında cadde üzerindeydi. Bu araca bindirilirken sarışın, uzun boylu, orta kilolu bir kadın polisi gördüm. Tam otobüsün basamağına adım atacağım sırada arkamdan sırtıma bir tekme geldi. Dönüp baktığımda kask numarasını T1215 olarak çok net gördüğüm bir başka kadın polisi gördüm. Ben darp eden bu iki kadın polisten hangisi net olarak bilmiyorum. Bu darbeden dolayı ben otobüsün basamaklarına düştüm. Ben otobüsün içine girdiğimde kalın ve büyük beyaz kol saatli, esmer, siyah saçlı orta boylu ve kilolu bir kadın polis bana hitaben [o... ç...] şeklinde hakaret etti.

Benim nezarethanede bulunduğum sırada kanamam başlayınca önce Adli Tıp Kurumuna, buradan da Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüm. Bu kanamam darp nedeniyle gerçekleşti. Bu konu ile ilgili olarak avukatım Deniz Özbilgin ile birlikte hazırlamış olduğumuz benimle ilgili bölümün de dikkate alınmasını istiyorum. Burada da konuyu ayrıntıları ile anlatmıştım. Bu eylemden dolayı tüm sorumlulardan şikayetçiyim, gereğinin yapılmasını istiyorum. Söyleyeceklerim bundan ibarettir."

30. Başvurucu Eylem Karadağ hakkında düzenlenen 19/7/2013 tarihli ATK raporunda yapılan muayenede akut travmatik lezyon saptanamadığı, yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiştir.

31. Savcılık başvurucuların şikâyet dilekçesinde belirttikleri kask numaraları üzerinden bir araştırma yapmış ve kimliklerini tespit ettiği yirmi polisin ifadesini şüpheli sıfatıyla almıştır.

32. Başvurucuların şikâyet dilekçesiyle birlikte ibraz ettikleri CD bilirkişiye tevdi edilerek rapor hazırlanmıştır. 24/6/2013 tarihli bilirkişi raporunda; CD içinde iki kamera kaydı ve kırk fotoğraf bulunduğu, kayıtların Çevik Kuvvet polisinin sivil şahıslara müdahale ettiği anlara ilişkin olduğu, söz konusu polislerin kask numaralarının bilgisayar tekniğiyle belirginleştirilerek resmedildiği belirtilmiştir.

33. Başvurucuların şikâyet dilekçesinde olaylara tanıklık ettiğini bildirdikleri D.T.Ç.nin ifadesi alınmış fakat S.A.nın dinlenilmesine gerek görülmemiştir. D.T.Ç.nin ifadesi şöyledir:

"Bana sorduğunuz konuyu anladım. Ben olay tarihinde Reyhanlı olayları ile ilgili olarak basın açıklaması yapılacağından dolayı Yüksel Caddesine gitmiştim. Orada bulunduğum sırada daha önceden tanımadığım Deniz Kaplan isimli kişi de oradaydı. Deniz'in yanında tanımadığım bir kişi vardı. Polis memurları ile bu kişi arasında sanırım bi konuşma geçmiş olacak ki, polis memurlarından biri önce o kişiye vurdu, ardından da topluluğa doğru biber gazı sıktı. Deniz tam bu sırada onların aralarında kaldı. Deniz'in herhangi bir şey söyleyip söylemediğini bilmiyorum, duymadım. Ancak bu sırada Deniz'i polis memurlarından biri araya çekti ve çevrede bulunan polislerin hepsi ona tekme ve yumruklarla vurmaya başladılar. Sanırım 10'a yakın polis memuru vardı. Ben bu olay anında 15 metre kadar gerideydim. Küfür veya tehdit olup olmadığını duymadım. Bu dövme olayı olunca ben hemen yanlarına giderek, yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyip onlarda olan çantasını da Deniz'e vermeleri gerektiğini söyledim. Bu sırada zaten Deniz'i bırakmışlardı, ben de Deniz'in uzakta durmasını kendisinden istemiştim. Arka taraftan bir polis memuru çantasını atınca, ben de alıp Deniz'e çantasını verdim. Bana göstermiş olduğunuz6, 7 ve 8 nolu fotoğraflardaki kişi benim. Ben burada polis memurlarıyla konuşurak, yaptıklarının yanlış olduğunu söyledim ve Deniz'in de çantasını almaya çalışıyordum. 7 ve 8 nolu fotoğraflarda göründüğü gibi, Deniz sol eli ile kafasını tutmaktadır. Benim olayla ilgili bilgi ve görgüm bunlardan ibarettir."

34. Savcılık kasten yaralama, görevi kötüye kullanma, hakaret ve tehdit suçlarından yürüttüğü soruşturma sonucunda 7/8/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Verilen kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...Müştekilerin vekilleri vasıtasıyla verdikleri şikayet dilekçesinde, müşteki Deniz ile ilgili olarak, T2369, 12309, 687, K775 kask nolu polis memurlarının eylemleri nedeniyle şikayetçi oldukları anlaşılmış ise de, söz konusu kask numaraları belirtilerek Ankara İl Emniyet Müdürlüğü ile yazışma yapıldığı, verilen cevabi yazı içeriği ve ekindeki belgelere göre söz konusu kask numaralarının Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde kayıtlı kask numaraları olmadığı belirtildiğinden, bu yön itibarı ile bir işlem yapılamadığı, söz konusu kask numaralarının müştekiler tarafından hatalı olarak verilmiş olabileceğinin değerlendirildiği,

Şüphelilerin isnad edilen suçlamalar kapsamında ifadelerinin alındığı, alınan ifadelerinde müsned suçları işlemediklerini beyan ettikleri,

Müştekiler vekilinin şikayeti kapsamında tanık olarak gösterdiği D.T.Ç.nin Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından alınan ifadesinde özetle, olay esnasında müştekilerden Deniz'e karşı kolluk görevlileri tarafından hakaret ve tehdit içeren bir söz söylendiğini duymadığını, ancak 10'a yakın kask numarasını belirtmediği polis memurunun müşteki Deniz'e karşı kasten yaralama eylemlerinde bulunduğunu beyan ettiği,

Müştekiler vekili tarafından tanık olarak gösterilen S.A. isimli şahsın kimlik ve adres bilgilerinin şikayet dilekçesinde belirtilmediği, adı geçen tanığın Cumhuriyet Başsavcılığımızda hazır edilmesi veya kimlik ve adres bilgilerinin bildirilmesi hususunda müştekiler vekili Av.Deniz ÖZBİLGİN'e UYAP ortamında 04/06/2014 tarihinde SMS gönderildiği, buna rağmen müştekiler vekilinin adı geçen tanığın müracaatını sağlamadığı gibi, kimlik ve adres bilgilerini de bildirmediği, dosyadaki mevcut delil durumu itibarı ile S.A. isimli şahsın tanık sıfatıyla ifadesinin alınması sonuca etki görülmediğinden, ifadesinin alınmasından sarfı nazar edildiği,

Müştekilerin olay nedeniyle alınan adli raporlarına göre, hayati tehlike geçirmeyecek ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandıkları, müştekilerden Uğur UZUNPINAR, olay nedeniyle gaz kapsülü veya gaz bombası nedeniyle yaralandığını iddia etmiş ise de, adı geçen müştekinin alınan adli raporunda bu şekilde yaralandığına dair tıbbi bir tespitin bulunmadığı, raporunun öykü bölümünde gaz kapsülü veya gaz bombası neticesi yaralandığını kendisinin ifade etmesi nedeniyle bu şekilde bir tespite yer verildiği,

Olay ile ilgili güvenlik kamera kayıtlarının temin edilip, bilirkişiye çözümünün yaptırılarak dosyaya intikalinin sağlandığı, görüntü kayıtları içeriğine göre kolluk görevlilerinin kalabalık gruba müdahale ettikleri hususlara ilişkin görüntü kayıtlarının çıkarılıp dosyaya eklendiği,

Soruşturma dosyasının müştekilerinden Uğur UZUNPINAR ve Eylem KARADAĞ haklarında 2911 sayılı Kanuna muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün 2013/249 sayılı fezlekesiyle fezleke tanzim edilip, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosuna gönderildiği,

Şüphelilerin somut olayda 2911 sayılı Kanuna muhalefet eden kalabalık gruba ilgili mevzuat çerçevesinde müdahale ettikleri, isnad edilen suçları bu görev kapsamında işlediklerinin iddia olunduğu, müdahale edilen olayın adli nitelikte olması nedeniyle, şüpheli kolluk görevlileri hakkında 4483 sayılı Kanun hükümlerine göre değil, genel hükümlere göre Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından soruşturma yapıldığı,

Soruşturma kapsamında yapılan işlemler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, şüphelilerden A.Ş.nin müşteki Eylem KARADAĞ'a karşı hakaret suçunu işlediğine, şikayet dilekçesinde kask numaraları belirtilen ancak şube kayıtlarında mevcut olmayan, şikayet dilekçesinde T2369, 12309, 687, K775 kask numarası olarak belirtilen ve bu kaskları taşıdıkları iddia edilen kolluk görevlilerinin müştekilerden Deniz KAPLAN'a karşı tehdit ve hakaret eylemlerinde bulunulduğuna dair adı geçen müştekilerin mücerret iddiaları dışında ilgili görevliler hakkında kamu davası açılmasını gerektirir yeterli şüphe oluşturacak bir delil bulunmadığı,

Şüpheli kolluk görevlilerine isnad edilen kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçları yönünden yapılan değerlendirmede, suç tarihinde görevli kolluk personelinin 2911 sayılı Kanun çerçevesinde gerekli uyarıları yaptıkları, toplanan kalabalık grubun dağılmaması üzerine Kanundan kaynaklanan zor kullanma yetkisini kullandıklarını, zor kullanma yetkisini kullanırken ölçülü ve kademeli bir şekilde Kanuna uygun olarak fiziki güç kullandıkları, müştekilerin yaralanmalarına dair rapor içerikleri nazara alındığında şüpheli kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanmadıklarının anlaşıldığı, bu nedenle somut olayda müsned bu suçların kanuni unsurları itibarı ile oluşmadığı sonuç ve kanaatine varıldığından,

Müsned suçlar yönünden açıklanan gerekçe doğrultusunda tüm şüpheliler hakkında ayrı ayrı KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]"

35. Başvurucular bu karara itiraz etmişlerdir. İtiraz dilekçesinde özetle; herhangi bir ikaz yapılmaksızın gerçekleştirilen polis müdahalesinin görüntü kayıtlarına rağmen orantılı kabul edildiği, deliller toplanmadan taraflı bir soruşturma yürütüldüğü, ATK raporunun hatalı şekilde değerlendirildiği ve sonuç itibarıyla etkin bir soruşturma yürütülmeksizin sorumlu kolluk güçleri hakkında hukuka aykırı ve gerekçesiz şekilde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği belirtilmiştir.

36. Yapılan itiraz Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2/10/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Karar 15/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

37. Başvurucular 13/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

D. Soruşturma Dosyasında Bulunan Görüntü Kayıtları

38. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan yazı sonrasında gönderilen beş CD/DVD'nin (Savcılıkça temin edilen ve başvurucular tarafından sunulan görüntü kayıtları) izlenmesi neticesinde Anayasa Mahkemesince aşağıdaki tespitler yapılmıştır:

- Ellerinde flamalar bulunan grup slogan atarak yürüyüşe geçtiği sırada sivil giyimli, elinde telsiz bulunan ve rütbeli polis olduğu değerlendirilen bir kişi megafonla göstericilerin önündeki kişiyle (bu kişinin polis tutanaklarına göre C.T. olduğu anlaşılmaktadır) yürüyüşü durdurması konusunda görüşme yapmaya çalışmaktadır. Bu kişiler arasındaki konuşma yaklaşık on beş saniye sürmüştür. Görüşme sırasında C.T.nin "Başbakanlığa""Devam ediyoruz arkadaşlar" şeklindeki sözlerinin ardından megafon yardımıyla slogan atarak yanındaki ve arkasındaki göstericilerle yürüyüşe devam ettiği, hep birlikte önlerinde bulunan ve kalkanlarla önlem alan polislerin üzerine doğru ilerledikleri gözlemlenmektedir. Gösterici grubun ön sırasında bulunan eylemcilerin kolluk görevlilerinin önüne geldikleri sırada elleriyle ve yine tuttukları flamalarla polislere doğru saldırıya geçtikleri, bunun ardından gaz sıkılarak gruba müdahale edildiği ve gazın etkisiyle geriye çekilen grubun üzerine doğru ilerlenerek ve elle gaz kapsülü atılarak göstericilerin dağıtılmaya çalışıldığı görülmektedir. Polis tutanaklarından da anlaşılacağı üzere (bkz. § 11) göstericiler ile kolluk güçleri arasındaki ilk fiziksel temas bu şekilde meydana gelmiştir. Başvuruculardan Uğur Uzunpınar'ın gösterici grubun ön sıralarında olduğu, polisin sıktığı gazın kendisine de geldiği, gaz sıkılmasından sonra geriye doğru gittiği anlaşılmaktadır.

- Dağılan grubun yeniden heykel önünde toplanmaya başlamasından sonra yürüyüş yapmak için hareketlendiği, bu sırada kalkanlarla yolu kapatan polislerin önüne gelen ve elinde bateri bulunan kişinin bageti polis kalkanına vurması üzerine polislerin tekme atarak karşılık verdiği, bunun üzerine diğer göstericilerin kolluğa doğru ilerlediği fakat polisin gaz sıkarak buna engel olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlarda başvuruculardan Deniz Kaplan'ın -yüzü bezle kapalı olduğu hâlde- gösterici grubun arkasından koşarak kolluğun üzerine doğru geldiği ve elinde bulunan cismi sert şekilde 1-2 metre mesafeden kolluk görevlilerine doğru fırlattığı görülmektedir. Daha sonra geriye doğru koşmaya çalışan Deniz Kaplan'ı bir polis memurun tutmaya çalıştığı, tuttuktan sonra polisin ayağının kaydığı ve yere düştüğü, bu sırada iki polisin daha Deniz Kaplan'a müdahale ettiği, Deniz Kaplan'ın bu anda kendisini yakalayan ilk polise yumruk savurduğu, polis memurlarından birinin ise copla iki defa Deniz Kaplan'a vurduğu ve polislerin birlikte başvurucuyu yere yatırdığı, bu aşamadan sonra birçok polisin çember içine almak suretiyle başvurucuya tekmeyle vurduğu görülmektedir. Polislerin arasında kalan Deniz Kaplan'ın yaklaşık on saniye sonra ayağa kalkarak uzaklaşmasına izin verildiği anlaşılmaktadır. Kolluk görevlilerinin arasından çıktıktan sonra birkaç metre uzağa giden Deniz Kaplan'ın bu sefer sırt çantasını polislerden ısrarla istediği, polislerin ise bulunduğu yerden başvurucunun uzaklaşmasını istediği, bu sırada T1402 kask numaralı polisin copla başvurucunun sağ bacağının üst kısmına hafif şiddette vurduğu görülmektedir. Başvurucu birkaç saniye sonra bulunduğu yerden yürüyerek uzaklaşmıştır.

- Başvurucu Deniz Kaplan bir müddet sonra yeniden polis müdahalesinin yapıldığı yere gelmiştir. Bu sırada alanda göstericiler ile kolluk görevlileri arasında Deniz Kaplan'a yapılan müdahale konusunda sözlü tartışma yaşanmış, başvurucu Deniz Kaplan bu tartışmaya girerek kolluğa şikâyetini iletir tarzda bir şeyler söylemiş ve daha sonra göstericilerin arasına karışmıştır.

- Polisin göstericilere saat 14.15'te yaptığı müdahalede (bkz. § 12) başvuruculardan Uğur Uzunpınar'ın kalabalık içinde polislerden uzaklaşmak için koştuğu sırada bir anda yanındakilere takılarak yere düştüğü, yerden kalkmak için doğrulmaya çalıştığı sırada bir polisin sırt kısmına sert bir tekme atarak yeniden yere düşmesine sebep olduğu, daha sonra başvurucuya kelepçe takılarak yerden kaldırıldığı ve iki polis marifetiyle gözaltı işlemleri için yürütülerek götürüldüğü görülmektedir. Başvurucunun yere düştüğü alan civarında duman şeklinde tezahür eden gaz fişeği bulgularının olmadığı anlaşılmaktadır. Yürüyerek götürüldüğü sırada başvurucuda herhangi bir yürüyüş bozukluğu fark edilmemiştir.

- Saat 14.15'teki müdahale sırasında başvuruculardan Eylem Karadağ'ın koşarak uzaklaştığı esnada birkaç polis tarafından yakalandığı ve yerde kelepçelendiği görülmekteyse de başvurucuya yapılan müdahale şeklinin görülemediği, iddialarında belirttiği gibi polis tarafından darbedilip edilmediğinin görüntülere yansımadığı anlaşılmaktadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

39. İlgili hukuk için bkz. Ali Ulvi Atunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 29-38.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Mahkemenin 11/3/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

41. Başvurucular, katıldıkları gösteriye polisin uyarı yapmaksızın müdahale etmesi neticesinde yaralandıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu kapsamda başvuruculardan Deniz Kaplan 6210 kask numaralı polis tarafından yere düşürüldüğünü, on kadar polisin arasında kaldığını, cop ve tekmelerle linç edilmeye çalışıldığını, çevreden gelen tepkiler üzerine bırakıldığını ifade etmiştir. Başvurucu Deniz Kaplan, müdahale bittikten sonra T1402 kask numaralı polisin kopan çantasını istediği için kendisine copla vurduğunu beyan etmiştir. Başvurucu söz konusu olaylara ilişkin görüntü kayıtlarının bulunduğunu belirtmiştir.

42. Başvuruculardan Uğur Uzunpınar T3218 kask numaralı polisin talimatlara aykırı şekilde hedef alarak ateşlediği gaz fişeği ile ayağından yaralandığını, ATK raporunda bu durumun tespit edildiğini, olaya ilişkin görüntü kaydı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu Uğur Uzunpınar, yerde yatmaktayken T6216 kask numaralı polisin omirilik bölgesine tekme attığını, ayrıca T1421 kask numaralı polisin elleri kelepçeliyken yakın mesafeden yüzüne gaz sıktığını, sıkılan gazın etkisinin dört gün sonra alınan ATK raporunda dahi gözüktüğünü iddia etmiştir. Başvuruculardan Eylem Karadağ, gösteri sırasında polis tarafından yere yatırılıp kelepçe takılmaktayken T5514 kask numaralı polisin kendisine tekme attığını, sonrasında tuttuğu kalkanı böbrek hizasına gelecek şekilde, vücudunun sol kısmına doğru saplarcasına vurduğunu, söz konusu eylemlerin görüntü kayıtlarında bulunduğunu beyan etmiştir. Başvurucu aldığı darbeler sonrasında idrarından kan geldiğini, bu nedenle otuz saatlik gözaltı süresinin yirmi dört saatini Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde geçirmek zorunda kaldığını ileri sürmüştür.

43. Başvurucular; belirttikleri bu eylemler nedeniyle yaralanmalarına, bu durumun kayıt altında olmasına ve yargılandıkları davada beraatlerine karar verilmesine rağmen soruşturma makamlarının bağımsız ve tarafsız şekilde inceleme yapmadan bir sonuca ulaştığını, doktor raporlarının görmezden gelindiğini, delillerin eksik toplandığını ve yanlış değerlendirildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular hukuka aykırı ve gerekçesiz şekilde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı nedeniyle Anayasa'nın 25., 26. ve 34. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3., 6. ve 13. maddelerinde güvence altına alınan hak ve ilkelerin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

44. Bakanlık görüşünde özetle başvurucuların gösteri sırasında kolluk görevlilerine saldırı yapan grup içinde yer aldıkları, saldırgan gruba polisin yaptığı müdahalenin gerekli olduğu, yapılan orantılı müdahale sırasında meydana gelen yaralanmaların asgari eşiği geçip geçmediğinin değerlendirmesini gerektiği, ayrıca olayla ilgili yürütülen adli soruşturmanın titizlikle yapıldığı, bu nedenle etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün yerine getirildiği belirtilmiştir.

45. Başvurucular; Bakanlık görüşüne ilişkin beyanlarında özetle kolluğun yaralama eylemlerini etkisiz bir hâlde oldukları sırada gerçekleştirdiğini, bu konuda net deliller bulunmaktayken Savcılığın etkili bir soruşturma yapmayarak sorumluları cezasız bıraktığını dile getirmişlerdir.

2. Değerlendirme

46. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

47. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların bu bölümde ileri sürdüğü iddiaların tümünün Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve bu kapsamda inceleme yapılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Başvurucu Eylem Karadağ Yönünden

48. Başvurucu; katıldığı gösteriye yapılan polis müdahalesi sırasında elleri kelepçelenmekteyken bir polisin kendisine tekme attığını ve kalkanla vücudunun sol kısmına vurduğunu, buna ilişkin şikâyeti hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini iddia etmiştir.

49. İnsan onurunun korunmasını amaçlayan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası yanında aynı maddenin üçüncü fıkrasında kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

50. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 111).

51. Buna göre resmî bir soruşturma başlatılabilmesi için kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da hesaba katılmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

52. Başvurucu; polisin müdahalesi yüzünden yaralandığına ilişkin adli muayene raporları olduğunu, darbedilmesi neticesinde idrarından kan geldiğini belirtmiştir. Başvurucunun gözaltına alınmasında sonra hakkında düzenlenen ilk adli muayene raporunda (bkz. § 14) sağ dirseğindeki ve ön kolundaki morluk dışında fiziksel bir bulguya yer verilmediği, ertesi gün düzenlenen adli muayene raporunda ise başvurucunun vücudunun sol yanında hassasiyet olduğunun belirtildiği görülmektedir. Başvurucunun iddialarının ağırlığı kapsamında aynı gün düzenlenen sağlık raporu içeriğinde vücutta birtakım fiziksel belirtiler tespit edilmesi beklenmelidir. Buna rağmen başvurucuda somut, gözle görülür bir bulgu saptanmadığı gibi başvurucu sorgu sırasındaki savunmasında kendisine kalkanla vurulduğundan bahsetmemiş; iki polisin böbreğine tekme attığını belirtmiştir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının tutarlı ve istikrarlı olduğundan söz etmek de mümkün görünmemektedir. Başvurucunun kolundaki yaralanmalar da -iddia konusu eylemlerin vücuttaki bölgesi gözönünde bulundurulduğunda- somut bir belirti olarak kabul edilemez. Başvurucunun söz konusu şikâyetleri kapsamında soruşturma dosyasında iddiaların gerçekliğini ortaya koyan ve Anayasa Mahkemesince inceleme yapılmasını gerektirir nitelikte bir veri bulunmamaktadır. Başvurucunun somut delillerle desteklenmeyen iddialarının savunulabilir olduğunu söylemek mümkün değildir.

53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvurucu Eylem Karadağ yönünden, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Diğer Başvurucular Yönünden

54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

55. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

i. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

56. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

57. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

58. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

59. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

60. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi, belirli bir yasal muamele kapsamında bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu tür fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

61. Görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları hâlinde kolluk görevlileri, bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Fiilî bir saldırının varlığı hâlinde kolluk görevlileri ayrıca meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine de sahiptir. Ancak zor kullanımı yalnızca zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi başvurulacak güç ölçülü ve kademeli olmalıdır (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015, § 51).

62. Aktif/etken direnme kolluk görevlisine karşı fiilî bir saldırı, güç kullanımı sonucu kolluk görevlisinin görevini yapmasına engel olmak şeklinde gerçekleşirken pasif/edilgen direnme; evrak göstermeme, araca binmeme, araçtan inmeme gibi kolluk görevlisinin talimatlarına uymama şeklinde gerçekleşmekte ve fiilî bir güç kullanımını içermemektedir. Direnmenin türüne göre görevin ifası için gerekli kuvvet kullanımı değişebileceği gibi kuvvet kullanımının meşru bir zemine oturması için direnmenin sona ermemiş olması, güç kullanımının görevin ifası için zorunlu olması ve yerine getirilmek istenen amaç ile orantılı olması gerekmektedir (Arif Haldun Soygür, § 52).

63. Polisin zor kullanma yetkisi bir cezalandırma aracı olmayıp zorunlu sınırın aşılması, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali sonucunu doğurabilecektir (Arif Haldun Soygür, § 54).

64. Kötü muamele, Anayasa ve Sözleşme tarafından kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

65. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

66. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, belli bir amaç doğrultusunda ızdırap verme kastı aranmaz. AİHM fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri insanlık dışı muameleler olarak nitelendirmiştir. Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

67. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

68. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisine girdiğinin belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

69. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

 (2) İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

70. Somut olayda başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar, Reyhanlı'daki patlamayı protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen gösteriye gerekli olmadığı hâlde kolluğun müdahale etmesi nedeniyle yaralandıklarını ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma sonucunda, meydana gelen yaralanmaların kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirildiği kabul edilmekle birlikte zor kullanma yetkisinin aşıldığına ilişkin delil bulunmamasına dayanılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir (bkz. § 34). Bu durumda yaralanmaların güvenlik güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği konusundaki kabulün aksine bir değerlendirme yapılmasını mümkün kılan veri bulunmadığı gibi izlenen görüntülerin de kabul edilen olguyu somutlaştırdığı anlaşılmaktadır. Bu durumda incelemesi gereken husus polis müdahalesinin gerekli olup olmadığı, gerekli ise ölçülü olup olmadığıdır.

71. Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler kapsamında gösteriye müdahalenin gerekliliği değerlendirilirken gözetilmesi gereken en önemli husus gösterinin barışçıl olup olmadığının tespit edilmesidir. Öte yandan barışçıl olarak başlamış bir toplantının aynı yönde devam edip etmediği de önem taşımaktadır. Gösterinin barışçıl olup olmadığı hususu kötü muamele yasağı kapsamında güvenlik güçlerinin müdahalesinin gerekliliği için önemli bir kriter olmakla beraber barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında bir eylem olup olmadığı açısından da gözetilmesi gereken bir husustur. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile 34. maddesinin kesiştiği bu alanın belirlenmesi önemlidir (Ali Ulvi Atunelli, § 65).

72. Toplanma özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 81).

73. Ankara Emniyet Müdürlüğünün olaya ilişkin olarak düzenlediği tutanağa göre, saat 13.40'ta alanda toplanan göstericiler, müzik aletleri çalarak ve alkış tutarak -amaçlarından biri de ses çıkarmak olduğu anlaşılan- gösteriye başlamışlardır. On dakika sonra gösteriye katılan yüz yirmi civarında eylemcinin sloganlar eşliğinde Yüksel Caddesi üzerinden Başbakanlığa doğru yürüyüşe başlamasının hemen akabinde grup, kalkanlarıyla yolu kapatan kollukla yüz yüze gelmiştir. Kolluk tarafından düzenlenen tutanakta yürüyüş yapılmasının 2911 sayılı Kanun'a aykırı olduğu belirtilmiş ise de gerekçelerine ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir. Bu durumda öncelikle yürüyüş yapılmasının engellenmesinin gerekliliğine ilişkin bir değerlendirme yapılmalıdır.

74. Başvurucular, yapılacak gösteriye ilişkin olarak kamu makamlarına bildirimde bulundukları konusunda bir bilgi sunmamış iseler de bu hususun tek başına gösteriyi kanunsuz hâle getirmeyeceği Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında vurgulanmıştır (bu kararlardan biri için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 121, 122). Somut olayda göstericilerin Başbakanlığa doğru yürüyüş yapmak istemesinin 2911 sayılı Kanun'da yer alan hangi sebeplerle hukuka aykırı olduğu kolluğun tutanağından anlaşılamamaktadır. Ancak olayın meydana gelişine ilişkin belirlemeler ve izlenen görüntü içeriğinden bir değerlendirme yapılmasının mümkün olup olamayacağı ortaya konulabilir. Gösterici grup saat 13.40'ta başlattığı eylemin devamında yürüyüş yapmak istemiş, ancak kolluk güçleri grup sözcülerine buna izin verilmeyeceği yönünde ikazda bulunmuştur. İzlenen görüntülerde gösterici grubun eylemin başlamasından yaklaşık on dakika sonra yürüyüşe geçtiği ve kalkanlarıyla tedbir alan kollukla karşı karşıya gelmesinden itibaren eylemciler ile kolluk arasında herhangi bir müzakere yapılamadığı görülmektedir. Görüntülerde kolluk amiri olduğu anlaşılan kişinin grubun sözcüsüyle müzakere yürütme çabasının -grup sözcüsünün tavrı nedeniyle- sonuç vermediği, yürüyüşe başlayan grubun durmaksızın, kalkanlarıyla önlem alan polise doğru saldırdığı görülmektedir. Dolayısıyla yürüyüşün neden gerekli olduğuna ilişkin kolluğa bir açıklama yapmaksızın ve -bildirim yapılmadan düzenlenen bir gösteride- yürüyüş yapılabilmesi için polise gerekli tedbirleri alma imkânı tanımaksızın, izin vermeme konusunda ortaya konan tavrın değişmesi adına müzakere yoluna başvurmadan doğrudan saldırı başlatılması toplantı ve gösteri düzenleme hakkının özüyle bağdaşmamaktadır. Gösterinin kendine özgü olarak gelişen biçimi, yürüyüş yapılmasına izin verilmemesinin söz konusu hakkın kullanılmasına bir müdahale oluşturup oluşturmayacağı konusunda bağımsız bir değerlendirme yapılması imkânını ortadan kaldırmıştır.Somut olayın koşulları bağlamında -bir müddet sesli protesto yapılmasına izin verilmiş ve bulundukları alanda basın açıklaması yapabilecekleri hatırlatılmış iken- ellerindeki flamalarla aniden kolluğa saldıran gösterici gruba polisin gaz sıkarak müdahale etmesinin gereksiz olduğu söylenemez.

75. Kolluğun müdahalesi sonrasında geriye çekilen gösterici grubun taş ve şişe gibi sert cisimleri kolluğa fırlattığı tespit edilmiştir (bkz. § 12). Göstericilerin saldırgan tavrı nedeniyle barışçıl olmaktan çıkan gösteride eylemciler ile kolluğun birden fazla kez fiziksel temas içinde olduğu görülmektedir. Başvurucuların iddialarının bu temas anlarının değişik zamanlarıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Birlikte hareket ettikleri veya aralarında gösteriye katılmak dışında ortak bir bağ olduğu anlaşılamayan başvurucuların ileri sürdüğü iddiaları birbirlerinden bağımsız olarak değerlendirmek gerekmektedir.

76. İlk müdahale sonrası dağılan grup yeniden heykel önünde toplanmaya başlamıştır. Alanda toplanan gösterici gruba polisin yeniden gazla müdahale etmeye başlaması üzerine başvurucu Deniz Kaplan'ın koşarak sert şekilde kolluğa doğru bir cisim attığı görülmektedir (bkz. § 38). Barışçıl olmaktan çıkan gösteride başvurucunun somut eylemi sonrasında -polisin kendisine müdahale etmesi gerekli olmakla birlikte- değerlendirme yapılması gereken asıl sorun müdahalenin orantılılığıdır. İzlenen görüntülere göre elinde tuttuğu cismi attıktan sonra olay yerinden koşarak uzaklaşmaya başlaması üzerine başvurucu, bir polis tarafından yakalanmış; hemen sonrasında iki polis daha kendisine fiziksel olarak müdahale etmeye başlamıştır. Müdahale anlarında başvurucunun polis memuruna yumruk savurduğu görülmekte ise de -birden fazla polis memurun bulunduğu ve fiziksel olarak müdahil oldukları olay bağlamında- başvurucuya birden fazla kez copla vurulması ve yere yatırıldıktan sonra da darbelere maruz kalması -özellikle olaydan dört gün sonra aldığı ATK raporundaki tespitlerle bir arada düşünüldüğünde- müdahaleyi orantılı olmaktan çıkarmıştır. Başvurucu, yerden kalkıp bir süre uzaklaştıktan sonra da polis tarafından şiddeti ağır olmasa da aşağılayıcı bir şekilde copla darbedilmiştir. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve başvurucunun yaralanmasının niteliği dikkate alındığında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.Söz konusu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkündür.

77. Başvuruculardan Uğur Uzunpınar talimatlara aykırı şekilde ateşlenen gaz fişeğiyle ayağından vurulduğunu, bu nedenle yere düştüğünü ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasının -görüntü kayıtları da bulunan- saat 14.15'teki polis müdahalesi sırasında olduğu anlaşılmaktadır. İzlenen görüntü kayıtlarında başvurucunun kalabalık içinde yere düştüğü görülmektedir. Başvurucu söz konusu yaralanmanın adli raporla ortaya konulduğunu ileri sürmüş, ancak aynı gün alınan raporda başvurucunun sağ bacağında, olaydan dört gün sonra ATK tarafından hazırlanan raporda ise her iki bacağında yaralanmalar tespit edilmiş olup bu yaralanmaların ne şekilde gerçekleşmiş olabileceği konusunda bir izah raporlara yansımamıştır. Başvurucu ne soruşturma aşamasında ne de bireysel başvuru formunda hangi bacağının neresinden gaz kapsülüyle yaralandığını belirtmiştir. Başvurucu bu iddiaya ilişkin beyanlarında ayağına gaz fişeğinin geldiğini, bu nedenle yere düştüğünü dile getirmiştir. İzlenen görüntülerde iddiasının aksine gaz kapsülünün isabet etmesi nedeniyle yere düştüğü anlaşılamamaktadır. Olay yerinde gaz fişeğinin emaresi olabilecek duman şeklinde bir bulguya da rastlanmamıştır. Kaldı ki gaz kapsülüyle yaralandığını iddia eden başvurucuda kelepçelendikten sonra yürüyerek Çevik Kuvvet otobüsüne götürüldüğü sırada darbenin etkisiyle oluşması muhtemel bir yürüyüş bozukluğu da görülmemektedir. Bu nedenle başvurucunun gaz fişeğiyle yaralandığı iddiasından yola çıkılarak bir değerlendirme yapılması mümkün görünmemektedir.

78. Diğer taraftan başvurucu, yere düştükten sonra kaçamayacak durumda olmasına rağmen bir polisin sırt bölgesine tekme attığını ileri sürmüştür. Başvurucunun iddiasının görüntülere net şekilde yansıdığı anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucunun, polisin gösterici grubu dağıtmak ve sorumluları yakalamak amacıyla müdahale ettiği anlarda kalabalık içinde yere düştüğü, doğrulmaya çalıştığı sırada arkasından gelen bir polis memurun sağ ayağıyla başvurucuya tekme attığı ve eliyle müdahale etmesi sonrasında başvurucunun yeniden yüzüstü düştüğü görülmektedir. Yerde kalan başvurucu daha sonra birden fazla polisin yardımıyla kelepçelenmiştir.

79. Barışçıl olmaktan çıkan gösteriyi dağıtmak için kolluğun müdahale etmesi veya olaylar sırasında yaralanan polislerin faillerini tespit etmek gibi suç niteliğine bürünmüş birtakım eylemlerin sorumlularının belirlenmesi amacıyla yakalama işlemi yapılması hukuka uygun olmakla birlikte kullanılan gücün orantılı olması gerekir. Polis tutanağına ve yine başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması içeriğine göre kolluk, belirtilen nedenlerle başvurucuyu yakalamak ve gözaltına almak istemiştir. Zaten başvurucunun kolluğa yabancı bir cisim atarken fotoğraflandığı da anlaşılmaktadır (bkz. § 19). Bununla birlikte müdahale anı incelendiğinde başvurucunun yerden kalkmaya çalıştığı sırada elle veya başka bir araçla yakalanması mümkün iken sırt bölgesine tekme atılarak etkisiz hâle getirilmeye çalışılması müdahaleyi orantılı olmaktan çıkarmıştır.

80. Bunların yanında başvurucunun kelepçelenmesi sonrasında yüzüne yakın mesafeden gaz sıkıldığı iddiasının da incelenmesi gerekmektedir. Başvurucunun gözaltına alındığı 18/5/2013 tarihinde, ertesi gün ve yine 22/5/2013 tarihinde muayene edilmesi sonucunda hakkında raporlar düzenlendiği görülmektedir. Söz konusu raporlardan sol gözde hemoroji (kanlanma, kızarıklık), ağrı ve bulanık görme dışında fiziksel bir bulguya rastlanmadığı, muayene sonrası ilaç tedavisine başlandığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, iddiasına ilişkin görüntü kaydı olduğunu iddia etmiş ise de izlenen görüntülerde ne kelepçelendiği anlarda ne de gözaltına alınmak amacıyla polis otobüsüne yürüyerek götürülürken buna dair bir kayda rastlanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun polisin göstericilere ilk kez müdahale ettiği ve gaz sıktığı sırada gösterici grup içinde olduğu görülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun polis barikatını aşmaya çalışan gruba yönelik polis müdahalesi sırasında gazdan etkilendiği kabul edilmelidir. Polisin toplumsal olaylara müdahalesinde bir araç olarak kabul edilen ve kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan biber gazının doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmaması ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporu veya kamera kaydına rastlanmaması birlikte değerlendirildiğinde kullanılan gazın oluşturduğu etki nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğinin aşıldığından söz etmek mümkün değildir (benzer bir değerlendirme için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 90-92).

81. Bu değerlendirmeler ışığında göstericilerin dağıtılması ve suça karışanların yakalanması amacıyla yapılan polis müdahalesinde başvurucu Uğur Uzunpınar'ın yerden kalkmaya çalıştığı sırada sırt bölgesine tekme atılmasının orantılı bir müdahale olarak kabul edilemeyeceği ve bu eylem nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve doktor raporlarıyla da tespit edilen yaralanmanın ağırlığı bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele boyutuna ulaştığını söylemek mümkün görünmektedir.

82. Açıklanan gerekçelerle başvurucular Uğur Uzunpınar ve Deniz Kaplan yönünden kolluğun orantısız güç kullanması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

ii. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

83. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110)

84. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa anılan madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

85. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

86. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

87. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

88. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, §§ 68,69)

89. Kamu görevlileri tarafından yapılan kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

90. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak, tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

91. Somut olayda başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar, katıldıkları gösteride polisin gereksiz ve aşırı güç kullanarak yaptığı müdahale sonucunda yaralandıklarını ileri sürerek -olaya ilişkin birtakım görüntü kayıtlarını da eklemek suretiyle- 22/5/2013 tarihli dilekçeyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuşlardır. Savcılık bunun üzerine başvurucuları bizzat dinlemiş, haklarında ATK'dan rapor alınmasını sağlamış ve şikâyet dilekçesinde kask numaraları belirtilen polis memurlarının büyük çoğunluğunun ifadelerini almıştır. Bunların yanında başvurucuların sunduğu CD, bilirkişiye tevdi edilerek rapor hazırlatılmış ve bir kişinin de tanık olarak ifadesi alınmıştır.

92. Savcılık, yürüttüğü soruşturma sonucunda düzenlediği kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucuların iddialarını toptan bir bakışla ele alarak -zor kullanma yetkisi kapsamında- kolluk müdahalesinin orantılı olduğunu değerlendirmiştir. Başvurucuların iddialarının bilirkişi raporunda veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda birbirinden bağımsız olarak incelenip ele alınmadığı görülmektedir. Olayın gerçekleşme şeklini ortaya koyan görüntülere ve başvurucular hakkında düzenlenen adli raporlara rağmen hangi verilerden hareketle ne şekilde bu sonuca ulaşıldığı anlaşılamadığı gibi varılan sonucun da -müdahalenin orantısız olduğu gerçeği karşısında (bkz. § 82)- nesnel ve tarafsız bir analizin ürünü olmadığı görülmektedir.

93. Sonuç itibarıyla Savcılık kötü muamele iddialarına yönelik olarak etkin bir soruşturma yürütmeden şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

94. Somut olayda kolluk görevlilerinin müdahalesi ile maruz kalınan eylemlerden dolayı Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

95. Başvurucular; katıldıkları gösteriye kolluğun herhangi bir uyarı yapmadan gereksiz ve ölçüsüz müdahalede bulunduğunu, bunun sonucunda yaralandıklarını belirterek ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

96. Bakanlık görüşünde özetle; protesto eylemine katılan başvurucuların provokatif pankartlar taşıdıkları, yürüyüşü engellemeye çalışan Çevik Kuvvet polislerine karşı taş, şişe gibi çeşitli materyallerle saldıran grubun içinde yer aldıkları, sergiledikleri eylemler nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını barışçıl şekilde kullanmadıkları, kolluğun gerekli uyarıları yaptığı ve kısa süreli gaz kullanarak orantılı şekilde müdahalede bulunduğu,müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunolduğu belirtilmiştir.

97. Başvurucular, Bakanlık görüşüne ilişkin beyanlarında özetle kolluğun saldırısı gerçekleşene kadar yapılan gösteride herhangi bir şiddet yaşanmadığını, yargılandıkları dosyada beraatlerine karar verildiğini ifade etmişlerdir.

2. Değerlendirme

98. Anayasa’nın “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

99. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olması nedeniyle başvurunun ifade özgürlüğü kapsamında Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden incelenmesine karar verilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

100. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik iddialar açısından toplantıya yapılan müdahaleler ve müdahale sonucundaki yaralanmalara ilişin olarak adli makamlara yapılacak şikâyetler, bir bütün hâlinde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin başvuru olarak kabul edilmelidir (benzer yöndeki bir karar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 62). Somut olay kapsamında da başvurucuların şikâyetlerini Cumhuriyet Başsavcılığı aynı temelde incelemiştir. Bu nedenle kötü muamele yasağına neden olduğu iddia edilen müdahaleyi gerçekleştirenlere karşı Savcılığa yapılan şikâyet, tüketilmesi gereken başvuru yolu olarak yeterli kabul edilmektedir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 62).

101. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

102. Kolluk görevlilerinin başvurucuların yaralanmasına neden olacak şekilde fiziki müdahalede bulunması başvurucular açısından toplanma ve gösteri düzenleme hakkına yönelik bir müdahaledir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

103. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

104. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma,demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

105. Başvuru konusu eylemde müdahalenin yasal dayanağı 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesi ve 2911 sayılı Kanun’un 22. ve 24. maddeleridir. 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde polisin hangi durumlarda zor ve silah kullanabileceği, bunun hangi ölçüde olacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve ölçülü olarak zor kullanmaya yetkilidir. Bu yetki sadece polisin direnen kişilere karşı bedensel kuvvet kullanmasını değil maddi güç kapsamında kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis köpekleri ve atları gibi bazı araçların da kullanılmasını içerir (Mehmet Mutlu, B. No: 2014/18240, 18/4/2018§ 84). Dolayısıyla Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında toplanma hakkının sınırlandırılmasında ve müdahale usulünde izlenecek hususlarda gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sebeple somut olayda toplanma hakkına müdahalenin kanunilik unsuru mevcuttur.

 (2) Meşru Amaç

106. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması" amaçlarına yönelik olması gerekir.

107. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar incelendiğinde eyleme yönelik müdahalenin amacının kamu düzeninin bozulmasını engellemeye yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru konusu olayda Anayasa’nın 34. maddesi gereğince polisin yaptığı müdahalenin meşru bir amaç taşıdığı kabul edilmelidir.

 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

108. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak; çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

109. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

110. Anayasa’nın 34. maddesi, fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda kişilere, mevcut düzene itiraz eden ve -barışçıl yöntemlerle- değiştirilmesini savunan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı sağlanmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

111. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce -polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde- gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

 (b)İlkelerin Olaya Uygulanması

112. Somut olayda başvurucular katıldıkları gösteriye kolluk görevlilerinin gereksiz ve orantısız şekilde müdahale ettiğini ileri sürmüşlerdir. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği ilk husus, toplantı ve gösteri yürüyüşünün sonlandırılması için zorlayıcı toplumsal bir gereksinim olup olmadığı ve kamu makamlarının bu yöndeki değerlendirmelerinin gerçeklik değeri taşıyıp taşımadığıdır (krş. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88). Gerçeklik değeri sadece Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan durumların gerçekleşip gerçekleşmediğini değil bu yönde bir tehlikenin olup olmadığını da kapsamaktadır (Mehmet Mutlu, § 89).

113. Kamuya açık alanda düzenlenen gösteriler, günlük yaşam düzenini belirli bir derecede bozmakla birlikte bu gibi durumlarda devletin daha sabırlı ve hoşgörülü bir tutum takınması beklenmelidir. Aynı zamanda kolluğun güç kullanımında özellikle daha dikkatli ve profesyonel davranması icap etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Muhterem Turantaylak, B. No: 2014/15253, 9/5/2018, § 51).

114. Başvurucuların da dâhil olduğu gösterici grup 11/5/2018 tarihinde, Hatay'ın Reyhanlı ilçesindeki patlamayı protesto etmek için saat 12.45'ten itibaren Kızılay'daki heykel önünde toplanmaya başlamış, saat 13.40 sıralarında ise çeşitli yöntemlerle ses çıkararak eylemlerine başlamıştır. Gösterici grubun amacının meydana gelen menfur olaya karşı toplumun sessiz kalmadığını göstermek, ayrıca bu kapsamda tepkilerini kamu makamlarına da duyurmak olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucuların şikâyet dilekçesi içeriğinden ve başvuru formundan da anlaşıldığı üzere göstericilerin eylem öncesinde Başbakanlığa yürümek gibi bir amaçları bulunmamaktadır. Göstericiler, Başbakanlığa doğru yapacakları yürüyüşle kamu makamlarına seslerini duyurmak istemişlerdir. Gösterici grup bu doğrultuda yürüyüşe geçtikten hemen sonra kalkanlarıyla tedbir alan kollukla karşılaşmıştır. Yürüyüş yapılması konusunda kolluk amirinin göstericilerle müzakere yapma teşebbüsü gösterici grubun sözcüsü olan Ç.D.nin tavrı nedeniyle olumsuz şekilde sonuçlanmıştır. Yürüyüş yapmakta ısrar eden gösterici grup tedbir alan kolluğa aniden elleriyle ve flamalarla vurmaya başlamıştır. Önceden bildirim yapılmaksızın yapılan gösteride eylemcilerin herhangi bir müzakere yürütmeden karşılarına çıkan kolluğa saldırı niteliği taşıyan ve gösterinin barışçıl olmaktan çıkmasına neden olan davranışlarda bulunmaları nedeniyle yürüyüş yapılmasına izin verilmemesine ilişkin kolluk müdahalesini artık tek başına değerlendirmek mümkün değildir. Kamuya açık bir alanda toplanan yüz yirmi kişilik gösterici grubun Başbakanlık binası gibi devletin en önemli kurumlarından birine doğru yürüyüş yapmak istemesinin bazı güvenlik önlemleri alınmasını zorunlu kıldığı tartışmasız iken eylemcilerin neden yürüyüş yapmak istediklerini izah etmeden ve bu konuda kolluk güçlerine tedbir almak için yeterli bir zaman tanımadan barışçıl olmayan, şiddet içerikli davranışlar sergilemeleri müdahalenin bir bütün hâlinde incelenmesini gerektirmiştir. Olayın gerçekleşme biçimine göre de kolluğun yürüyüşe geçen ve sonrasında saldırı yapan göstericilere gazla müdahale edip eylemcilerin geriye doğru dağılmalarını sağlaması gerekli ve orantılıdır. Dolayısıyla polisin bu müdahalesi nedeniyle başvurucular açısından toplantı ve gösteri düzenleme haklarının ihlal edildiği söylenemez. Aynı zamanda başvurucu Uğur Uzunpınar'ın gaz sıkılması nedeniyle gözünde meydana gelen yaralanma nedeniyle -asgari eşik aşılmadığı da değerlendirildiğinde (bkz. § 80)- anılan hakkına ölçüsüz bir müdahalede bulunulduğundan bahsedilemez.

115. Geriye çekilen eylemcilerin taş, şişe gibi cisimleri kolluk görevlilerine atmasıyla daha yoğun şiddete evrilen gösteride eylemciler tamamen dağılmamış ve yeniden heykel önünde toplanmaya başlamışlardır. Kolluk görevlileri, yeniden toplanmaya başlayan göstericilere fiziksel bir müdahalede bulunmamış; sadece yol üzerinde kalkanlarıyla güvenlik tedbiri almıştır. Gösterici grup içinde trampet taşıyan bir kişinin elindeki bageti polis kalkanına vurmasıyla yeniden ortamın gerginleştiği, üzerilerine doğru gelen göstericilere kolluk görevlilerinin gaz sıktığı görülmektedir. Bu anlarda başvuruculardan Deniz Kaplan'ın elinde tuttuğu bir cismi polise doğru koşup fırlattığı, sonrasında ise ölçüsüz kolluk müdahalesiyle karşılaştığı anlaşılmaktadır.

116. Gösterecekleri tutumla bireylerin davranış kalıplarını etkileme potansiyeline sahip kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanması hakların kullanımında kısıtlayıcı bir tesire neden olabilir (Ali Ulvi Atunelli, § 107). Bu nedenle gösteriye yapılması gereken müdahalenin ortaya çıkan tehlikeyle orantısız olması sadece hâlihazırdaki gösteriye katılanların bu haklarının zarar görmesine neden olmaz, ayrıca gelecekte bu hakkı kullanmak isteyecek bireyler içinde psikolojik bir bariyer oluşturabilir. Bununla birlikte bireylerden asgari seviyede beklenmesi gereken, katıldıkları toplantı veya gösterilerde şiddet içeren eylemler sergilememeleridir. Şiddet barındıran suç konusu davranışlara tevessül etmek bu hakkın özüyle bağdaşmayacağı gibi devletin bu eylemlere hoşgörüyle bakması ve sabır göstermesi anılan hakkın amaçları arasında yer almaz.

117. Somut olayda, başvurucu Deniz Kaplan'ın yüzü kapalı bir şekilde koşarak kolluk görevlilerinin önüne kadar geldiği ve kalkanlarıyla tedbir alan görevlilere sert bir cisim attığı görülmektedir. Başvurucuya söz konusu eylemi nedeniyle herhangi bir adli soruşturma yapılmamış olması bu tespitten hareketle bir değerlendirme yapılmasını engellememektedir. Başvurucunun eylemi sonrasında polisin sergilediği müdahalenin orantısız olduğu anlaşılmakta ise de şiddet içeren davranışı görmezden gelmek veya bu durumdan bağımsız bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Başvurucunun henüz kendisine yönelmiş fiziksel bir polis müdahalesi bulunmamakta iken 1-2 metre mesafeden kolluk görevlilerinin üzerine bir cisim attığı anlaşılmaktadır. Ortaya konan davranışın somut sonuçlarından bağımsız olarak endişe verici bir tehlike hâlinin başvurucu tarafından yaratıldığı açıktır. Şiddet içeren bu eyleme kamu makamlarının sessiz kalması beklenemez ise de yapılacak müdahalenin orantılı olması gerekmektedir. Eylemi sonrasında anlık gelişen orantısız polis müdahalesiyle karşılan başvurucunun mutlak nitelikteki kötü muamele yasağının mağduru olması tek başına toplantı ve gösteri düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucunu doğurmamaktadır. Başvurucu müdahale sonrasında kolluk tarafından serbest bırakılmış ve gösterinin geri kalan kısmına katılabilme imkânı elde etmiştir. İzlenen görüntülerde -orantısız şekilde cereyan etse de- müdahalenin başvurucunun saldırgan eylemini hedef aldığı, toplantı özelinde bir tepki olmadığı anlaşılmaktadır. Olaydan bir müddet sonra göstericilerle polis arasında başvurucuya yapılan müdahalenin gereksiz olduğu konusunda yapılan tartışma sırasında bu alana gelerek kolluk görevlileriyle konuştuğu görülen (bkz. § 38) başvurucuda, orantısız müdahalenin caydırıcı bir etki yaratmadığı, başvurucunun kararlılıkla gösteriye devam edebildiği görülmüştür. Dolayısıyla somut olay özelinde başvurucu orantısız bir müdahaleye maruz kalsa da öncesinde şiddet içeren davranışlar sergilemesi ve sonrasında eyleme devam edebilme imkânına sahip olması nedeniyle orantısız polis müdahalesinin başvurucunun toplantı ve gösteri düzenleme hakkını ihlal ettiği söylenemez.

118. Gaz fişeği ile bacağından yaralandığı iddiasının doğruluğuna ilişkin somut veriler bulunmadığı sonucuna ulaşılan başvurucu Uğur Uzunpınar'ın polis tarafından sırtına tekme atılması iddiasının da bu hak yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir. Başvurucu Uğur Uzunpınar ve diğer göstericiler ikinci kez dağıtılan toplantı sonrasında yeniden heykel civarında toplanmışlardır. Bu anlarda göstericilerin çeşitli sloganlar attığı duyulmaktadır. Kolluk bu sırada aniden harekete geçerek göstericileri dağıtmaya ve bazılarını da yakalamaya başlamıştır.

119. Toplanma hakkına müdahale kapsamında güvenlik için gerekliliğin ve kamu düzeninin aşırı bozulma riskinin olup olmadığını değerlendirme yetkisi öncelikle polise aittir ve bu durum onların takdir alanında kalmaktadır. Ancak kamu görevlilerinin toplanma hakkına yönelik bu tür müdahalelerin keyfî olmayıp haklı ve gerekli olduğunu (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) göstermesi gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 92). Anayasa Mahkemesinin bu konudaki denetimini kamu görevlilerinin ortaya koyduğu gerekçeler üzerinden yapması gerekmektedir.

120. Başvurucu Uğur Uzunpınar, yakalama ve dağıtma işlemi sırasında kalabalık içinde yere düşmüş; sonrasında ise sırtından tekmeyle darbedilmiştir. Yürüyüşe başlanması aşamasından sonra gösterinin barışçıl olmaktan çıktığı, ancak eylemcilerin yeniden gösteri alanında toplanmaya başladıkları anlaşılmaktadır. İlk polis müdahalesinde başvurucunun da saldırgan tavırlar sergileyen kişiler arasında bulunduğu polis tutanağında belirtilmiş ise de (bkz. § 11) yeniden alanda toplanılmasıyla devam eden gösteride saat 14.15'teki müdahale öncesinde başvurucunun şiddet içeren bir eylemi tespit edilmemiştir. Alanda bulunan başvurucuya ve beraberindekilere görüşlerini ifade etmelerine ve kamuoyuna duyurmalarına yetecek düzeyde sabır ve hoşgörü gösterdiğini değerlendiren kolluğun -öncesinde eylemin şiddete evrilmiş olduğu da gözetildiğinde- göstericilere müdahale etmesi ve suça karışanları yakalaması gereksiz olarak nitelendirilemez. Bununla birlikte düştüğü yerden kalkmaya çalışan başvurucuya atılan tekme ile orantısız bir şekilde müdahalede bulunulması (bkz. § 79) başvurucunun toplantı ve gösteri düzenleme hakkının ihlal edilmesine neden olmuştur.

121. Diğer taraftan başvurucu Eylem Karadağ'ın saat 14.15'te gerekli olduğu değerlendirilen polis müdahalesi sırasında yaralanmasının da incelenmesi gerekmektedir. Başvurucunun bu müdahale sırasında elleri kelepçelenmekteyken kendisine tekme atıldığı ve kalkanla vücuduna vurulduğu şeklindeki iddialarının savunulabilir olmadığı değerlendirilmiştir. Bununla birlikte polis müdahalesi sırasında yerde kalan ve elleri kelepçelenerek gözaltına alınan başvurucuda birtakım yaralanmalar olduğu doktor raporlarıyla anlaşılmış, bu durum kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda da kamu makamlarınca kabul edilmiştir. Gösterinin dağıtılması ve suça karışanların tespiti için başlayan polis müdahalesinin gerekli olduğu yukarıda izah edilmiştir. Başvurucuya bu kapsamda kolluğun müdahalede bulunarak başvurucuyu yakalaması olağan karşılanmalıdır. Kaldı ki başvurucu, ellerinin kelepçelenmesi sırasında sağ kolunda 1 cm'lik iki adet morluk oluşması nedeniyle anılan hak kapsamında şikâyetçi olmamıştır. Dolayısıyla bu yönüyle ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu nedenle başvurucunun toplantı ve gösteri düzenleme hakkının ihlal edildiğinden bahsedilemez.

122. Açıklanan gerekçelerle başvuruculardan Uğur Uzunpınar'ın Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine, diğer başvurucuların ise anılan haklarının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

123. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

124. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

125. Başvurucular, ihlal tespiti ile yargılamanın yenilenmesini istemiştir. Ayrıca Deniz Kaplan 5.000 TL, Uğur Uzunpınar ile Eylem Karadağ ise ayrı ayrı 7.500 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

126. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

127. Kolluk görevlilerince başvurulan güç kullanımı sonucunda başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutları itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca toplantıya yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olması nedeniyle başvurucu Uğur Uzunpınar açısından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının da ihlal edildiğine karar verilmiştir.

128. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

129. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında talepleriyle bağlı kalınarak Deniz Kaplan'a 5.000 TL, Uğur Uzunpınar'a 7.500 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Eylem Karadağ yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Başvurucular Deniz Kaplan ve Eylem Karadağ yönünden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

2. Başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Başvurucu Uğur Uzunpınar yönünden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (2013/70648 Soruşturma numaralı) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar'a sırasıyla net 5.000 ve 7.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucular Deniz Kaplan ve Uğur Uzunpınar'a müştereken ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucu Eylem Karadağ'ın yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/3/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EGEMEN BUDAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/14870)

 

Karar Tarihi: 9/6/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Egemen BUDAK

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Gezi Parkı olaylarında meydana gelen yaralanmanın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/8/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

10. 1990 doğumlu, olay tarihinde üniversite öğrencisi olan başvurucu, Gezi Parkı protestoları sırasında 1/6/2013 günü saat 16.00’da Ankara, Kızılay, Ziya Gökalp Caddesi üzerinde polis tarafından gaz fişeğiyle sağ şakağından vurularak yaralandığını öne sürmektedir. Başvurucu 11/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunmuştur. Ziya Gökalp Caddesi’nde görevli polis amir ve memurları, Güvenlik Şube Müdürü, Çevik Kuvvet Müdürü, Ankara İl Emniyet Müdürü ve Ankara Valisi suç ihbarında şüpheli olarak gösterilmiştir.

11. Soruşturmanın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmesi ve aynı Kanun’un 160. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 164. maddesinde sayılan adli kolluk birimlerinden jandarmanın görevlendirilmesi, emniyet birimlerine soruşturmada herhangi bir vazife verilmemesi de ihbar dilekçesindeki talepler arasındadır.

12. Olay yeri kamera görüntülerinin temin edilmesi için Savcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır.

i. Olay yeri civarındaki üç işyerinin güvenlik kamerasındaki görüntüleri işyerlerinden talep edilmiştir. Bu işyerleri, aradan geçen zamanın uzunluğundan ötürü kayıtların silindiğini Çankaya Polis Merkez Amirliğine bildirmiştir.

ii. Çankaya Emniyet Müdürlüğünün 30/7/2013 tarihli yazısında, MOBESE kayıtlarının veri tabanında saklanma süresi olan bir aylık süre geçtiğinden görüntü elde edilemediği ifade edilmiştir.

iii. ANK-280 No.lu hareketli ve ANK-80 Sabit-1 No.lu KGYS kamera görüntüleri Ankara Emniyet Müdürlüğünce Savcılığa gönderilmiştir.

iv. Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü olayla ilgili olarak dört CD’yi Savcılığa göndermiştir.

13. Ankara Emniyet Müdürlüğü başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan gözaltı ya da başka bir adli işlem yapılmadığını ifade etmiştir.

14. Gösteriye yapılan müdahale hususunda düzenlenmiş olay tutanağı bulunmamaktadır. Ancak Ankara Emniyet Müdürlüğü 28/10/2013 tarihinde Savcılığa gönderdiği bir yazıda gösteriyle ilgili şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

 “…

01.06.2013 günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde 'İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve ilimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensupları ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir.

…”

B. Başvurucunun Adli Muayene Raporu

15. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 8/12/2015 tarihli raporu şöyledir:

 “…Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 01/06/2013 tarih ve bila sayılı rapor fotokopisinin tetkikinde;

Başına biber gazi fişeği gelmesi nedeni ile kafada şişlik öyküsüyle başvurduğu, sağ temporal [şakak] bölgede 6x6 cm ödem ekimozu olduğu kayıtlı olup, hayati tehlikesi olduğu, KBB konsültasyonu istendiği, maskilla [üst çene kemiği] BT de sağda cilt altı dokuda ödem olduğu kayıtlı olup,

Yapılan muayenesinde: Sağ temporo frontal bölgede 5x1 cm’lik alanda dikkatli bakıldığından zorlukla tefrik edilebilen çevre cilt seviyesinde hafif koyu renk değişimi bulunduğu tespit edilmiş olup,

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

3-Yüzde sabit iz niteliğinde OLMADIĞINI,

4-Kemik kırığı tariflenmediğini,

Bildirir rapordur.”

C. Başvurucunun Beyanları

16. Suç ihbarı dilekçesi 4/11/2013 tarihinde Savcılıkta verdiği ifade ve başvuru formuna göre başvurucunun iddiaları şöyledir:

- 1/6/2013 günü saat 16.00 sıralarında Gezi Parkı olaylarındaki polis şiddetini protesto etmek amacıyla Kızılay’da yapılacak gösteriye katılmıştır.

- Ziya Gökalp Caddesi'ndeki Soysal Pasajı önüne geldiğinde polislerin tüfekle yoğun olarak attığı biber gazı kapsüllerinden biri sağ şakağına isabet etmiştir. Bilinci tam olarak yerinde olmadığı için olay yerinde bulunan kişiler başvurucuyu İbni Sina Hastanesine (Hastane) götürmüştür. Başvurucuyu Hastaneye götüren kişilerden biri de aynı üniversitede okuyan Y.Ç. isimli öğrencidir.

- Olay anında biber gazının yoğun kullanımından ötürü hava çok sisli olduğu için ne kendisi ne de tanıklar polisleri görebilmiştir. Polislerin yüzlerinde gaz maskesi ve kask olduğu için biber gazı kullanan polisleri teşhis etmeleri mümkün değildir.

D. Tanık Beyanları

17. Başvurucuyu hastaneye götüren, üniversiteden tanıdığı Y.Ç.nin tanık sıfatıyla 8/12/2015 tarihinde Savcılıkta verdiği ifadesi şöyledir:

 “Ben Egemen BUDAK'ı aynı üniversitede öğrenci olması ve aynı derneğe üye olmamız nedeniyle tanırım. 01/06/2013 tarihinde Kızılay Bölgesinde yapılmakta olan gezi protestolarına ben de katılmak için gittim. Ben Ziya Gökalp Caddesi üzerindeki yaya üst geçidinin alt kısmında bulunuyordum. Bu sırada yoğun bir polis müdahalesi yapılmakta idi. Benim yaklaşık 10-15 metre önümde polisin attığı gaz kapsüllerinden birinin sonradan yanına gittiğimde arkadaşım Egemen BUDAK olduğunu öğrendiğim şahsın kafa bölgesine çarptığını gördüm. Ben yardım etmek amacıyla şahsın yanına gittiğimde şahsın arkadaşım Egemen BUDAK olduğunu gördüm. Olay mahallinde yoğun gaz olması nedeniyle Egemen'i olay yerinde bulunan diğer kişilerle birlikte daha sakin olan olay yerine yaklaşık 100-150 m uzakta olan NT denen kitap kırtasiye dükkanının önündeki banka götürdük. Ben burada sağlıkçı olduğunu tahmin ettiğim kişiler Egemen'e müdahale edince tekrar ben Ziya Gökalp Caddesi'ne döndüm. Ben daha önce de belirttiğim gibi Egemen'in gaz kapsülüyle vurulduğunu gördüm. Ayrıca polislerin hedef gözeterek ateş ettiğini gördüm. Çünkü bu şekilde birkaç kişiye daha ateş ettiler. Onlara da sağlık müdahalesini olay mahallinde bulunan diğer şahıslar yaptı. Benim Egemen BUDAK'a ateş eden polis memuru arasında yaklaşık 70-80 metre mesafe vardı. Olay mahallinde çok fazla gaz nedeniyle sis vardı. Ayrıca polislerin kafa bölgelerinde kask olması nedeniyle kendilerini teşhis edebilmem mümkün değildir. Benim olayla ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir.”

18. Tanık S.C. 8/12/2015 tarihinde Savcılıkta verdiği beyanında şunları dile getirmiştir:

 “Ben Ankara Barosu'na kayıtlı avukat olarak görev yaparım. Bürom Sakarya [Caddesi’nde] bulunmaktaydı. 01/06/2013 tarihinde kamuoyunda gezi protesto eylemleri olarak bilinen olaylar büromun bulunduğu bölgede yoğun olarak devam etmekteydi. Ben büromda oturmaktaydım. Ancak büromun bulunduğu bölgede yoğun gaz olması nedeniyle büromda da zaman zaman rahatsızlık hissederek aşağıda Dalyan Balıkçısı ve Hosta Piknik'e iniyordum. Bu sırada polis göstericilere yoğun müdahalelerde bulunuyordu. Bu sırada bir çok insanın gaz kapsülüyle yaralandığını gördüm. Bu sırada sonradan isminin Egemen BUDAK olduğunu öğrendiğim genç çocuk iki kişi koluna girmiş olarak Hosta Piknik'in önüne getirdiler. Ben kendilerine yardımcı olmak amacıyla Hosta Piknik'in önündeki banka oturttum. Genç çocuğun yanlış hatırlamıyorsam sağ şakağında suda haşlanmış gibi kabarcıklar vardı. Dalyan Balıkçısından getirttiğim buz torbasını yüzüne bastırarak, yüzündeki yanığın etkisini azaltmaya çalıştım. Daha sonra çocuk abla ben kötü oluyorum dedi ve kendinden geçti. Bu sırada olay mahallinde bulunan ismini bilmediğim güçlü, kuvvetli bir şahıs genci sırtına alarak İş Bankası Bölge Müdürlüğü'nün Atatürk Bulvarı'na çıkan köşesinde bulunan 112 Acil Ambülansına bindirdiğini gördüm. Daha sonra genç çocuk yanlış hatırlamıyorsam Adliye'de yanıma gelerek bana 'Avukat hanım, o gün hayatımı kurtardınız, yardımlarınız için çok teşekkür ederim' dedi Ben de kendisine o zaman kartımı verdim ve herhangi bir şey olursa tanıklık yapabileceğimi söyledim. Olayla ilgili bilgim bundan ibarettir.”

E. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi

19. Dosyada bulunan beş DVD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. DVD’ler bilirkişi tarafından şöyle tasniflendirilmiştir:

i. Üzerinde “Güvenlik Şube Müdürlüğü 2013-15630” yazılı, Kızılay Meydanı’nı gösteren MOBESE kaydı,

ii. “Gezi Eylemi -1- 01.06.2013”

iii. “Gezi Eylemi -2- 01.06.2013”

iv. “Gezi Eylemi -3- 01.06.2013” yazılı, Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından kayıt altına alınmış, muhtelif sürelerde sürekli olmayan görüntüler

v. “Gezi Eylemi -4- 01.06.2013 Fotoğraflar” isimli toplam 2.832 fotoğraf bulunan DVD

20. Kamera görüntülerinde müştekinin şikâyetiyle ilgili bir görüntü bulunmadığı bilirkişi raporunda açıklanmıştır.

F. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar

21. Savcılık 9/5/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Şüpheli kısmında “Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri” yazılı kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

 [Emniyet Müdürlüğünün Savcılığa gönderdiği ve olayla ilgili değerlendirmelerin yer aldığı yazıya yer verilmiştir.]

Başsavcılığımızca Müşteki Egemen Budak'ın iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 01.06.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesis etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve copla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256. maddesinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 01.06.2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA... [karar verilmiştir.]

…”

22. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğince 28/6/2016 tarihinde reddedilmiştir. Kovuşturmasızlık kararındaki gerekçelerin usul ve yasaya uygun olması, ret kararına dayanak yapılmıştır.

23. 1/8/2016 tarihinde tebliğ edilen ret kararı üzerine 23/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. İlgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-35.

25. Emniyet Genel Müdürlüğünün (EGM) "Çevik Kuvvet Personeli" konulu, 22/6/2013 tarihli ve 55 No.lu Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

- Orantısız güç ve aşırı gaz kullanımı iddialarını önlemek için, müdahale ve gözaltı işlemlerinin kamera ile kayıt altına alınması ilgili birimlerce sağlanacaktır.

…”

26. EGM’nin "Toplumsal Olaylarda Hareket Tarzları" konulu, 22/7/2013 tarihli ve 64 No.lu Genelgesi’nin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

- Göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmesi gereken ve 40 metreden daha kısa mesafede bulunan gruplara karşı; öncelikli olarak gaz el bombaları, OC gaz püskürtücü tüpler, namlu ağzı fişekleri ve el spreylerinin kullanılması, gaz fişeklerinin ise belirtilen mesafelerde (Tip 1-Tip 2) kullanılmamasına özen gösterilmesi, göz yaşartıcı gaz fişeklerinin direkt olarak şahıslar hedef alınarak kullanılmaması ve müdahalenin kamera ile kayıt altına alınmasının sağlanması,

...”

27. Gaz fişeği kullanılması hususunda AİHM’in yaklaşımı Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye (B. No: 44827/08, 16/7/2013) başvurusunda açıklanmıştır. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:

 “42… Aslında, somut olayda sadece göz yaşartıcı gaz kullanımı tek sorun değildir, ayrıca göstericilere doğru göz yaşartıcı bombanın atılması da sorun teşkil etmektedir. Oysa, bir göz yaşartıcı bombanın aracı bir atım aleti vasıtasıyla ateşlenmesi, eğer bu atım aleti uygun olmayan bir tarzda kullanılırsa ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme riskini taşımaktadır.

48. Bu bakımdan, her ne kadar video kayıtlarından göz yaşartıcı bombanın nasıl atıldığının açık olarak görülme olanağı bulunmasa da, etkisi ve sebebiyet verdiği yaralanmalar dikkate alındığında, Mahkeme, başvuranın iddia ettiği gibi atışın direkt ve gergin bir atış olduğunu çan şeklinde yapılan bir atış olmadığını gözlemlemektedir. Aslında, özellikle bir bilirkişiye başvurarak yapılan atış tarzının kesin olarak ortaya konulması için gerekli araştırmaları yapma yükümlülüğü Hükümete aittir. Hükümet tarafından başvuranın iddiasını çürütmeye olanak sağlayabilecek herhangi bir bilgi sunulmadığı için, Mahkeme, yapılan atışın doğrudan ve gergin bir atış olduğunu kabul etmektedir. Mahkemeye göre, göz yaşartıcı bombanın bir araç vasıtasıyla doğrudan ve gergin olarak atılması, bu şekilde bir atışın ciddi ve hatta ölümcül yaralanmalara sebebiyet verebileceği gerçeği karşısında, uygun bir kolluk eylemi olarak kabul edilemeyecektir. Buna karşın, göz yaşartıcı bombanın çan şekilde (hafif yukarıya doğru) atılması, çarpması halinde bireylerin yaralanmasını veya ölümüne sebebiyet verilmesini engellediği ölçüde uygun bir atış tarzı olarak kabul edilebilecektir.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 9/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu;

i. Basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanma nedeniyle zor kullanma sınırlarının aşılmadığına istinaden verilen kovuşturmasızlık kararının yerinde olmadığını, yaralanma düzeyinin düşüklüğünün her durumda bu sonuca götürmesinin hatalı olduğunu, aradan geçen iki buçuk yıla karşın yara izinin geçmediğini, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre yüzde sabit eser oluşturmasa dahi yaranın boyutunun yaralanmanın ciddiyetini gösterdiğini,

ii. Adli kolluk olarak jandarma teşkilatının kullanılması talebinin reddedilmesinin soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığına gölge düşürdüğünü, soruşturmanın polisin inisiyatifine terk edildiğini,

iii. Ankara Emniyet Müdürlüğündeki yetkili güvenlik şube müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı, Çevik Kuvvet Şube Müdürü, İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında işlem yapılmadığını belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlık görüşünde, soruşturmada yapılan işlemler özetlenmiş; Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği içtihatlara yer verilerek bu içtihatlara göre değerlendirme yapılması gerektiği bildirilmiştir.

31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki bilgileri tekrarladıktan sonra AİHM'in Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye kararındaki ölçütlere göre değerlendirme yapılması gerektiğini ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

32. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan 17. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:

"Madde 17 - Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

33. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiası insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında değerlendirildiğinden bu hususta ayrıca inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

35. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi ilkeleri için bkz. Özge Özgürengin, §§46-54.

36. Başvurucu 1/6/2013 tarihinde Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak Ankara’da yapılan gösteride gösterinin barışçıl niteliğini bozucu bir davranışta bulunmamasına karşın polisin kullandığı gaz fişeğiyle şakağından yaralanması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

37. Başvuru konusu olayda öncelikle mevcut koşullarda meydana gelen muamelenin niteliğinin tespit edilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlileri tarafından basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmanın konu edildiği Mustafa Rollas (B. No: 2014/7703, 2/2/2017), Arif Haldun Soygür (B. No: 2013/2659, 15/10/2015), Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018), Vedat Şorli ve Bilal Şorli (B. No: 2014/10459, 13/7/2016), Zeki Bingöl (2) (B. No: 2013/6576, 18/11/2015), Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) ve Özge Özgürengin başvurularını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemiştir. Herkesin gelip geçtiği bir cadde üzerinde gerçekleşen olayda, başvurucunun yüzünde sabit iz niteliğinde olmamakla birlikte şakak bölgesinde kalıcı renk değişimi, üst çene bölgesinde ise cilt altı ödem bulunduğu adli tıp raporuyla ortaya konulmuştur. Mevcut başvuruda da anılan başvurularda verilen kararlardan ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.

38. Anayasa'nın 17. maddesi, güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan, fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç, ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, § 76).

39. Başvurucuların dosyaya ibraz ettiği doktor raporları ve tanık anlatımları iddianın soruşturma yapılmasını gerektirecek düzeyde tartışılabilir olduğunu göstermektedir. O hâlde üzerinde durulması gereken en önemli nokta, kolluğun müdahalesinin gerekli ve orantılı olup olmadığıdır.

40. Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63).

41. Göz yaşartıcı gaz silahlarının müdahale edilen kişilere doğrudan ve dik (yere paralel ya da 45 derecelik açının daha da altında bir eğimle) bir açıyla tutularak ateşlenmemesi, bunun yerine silahın menzili dikkate alınarak havaya doğru uygun bir açıyla hedeflenen noktaya ulaşabilecek bir atışın yapılması gerekir. Böylelikle ciddi ve ölümcül yaralanmaların yaşanması engellenebilir (Özlem Kır, § 64).

42. Soruşturma sonucunda başvurucudaki yaralanmanın kolluğun müdahalesiyle gerçekleştiği kabul edilmekle birlikte bunun zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun yasal unsurlarının oluşumuna yeterli gelmediği değerlendirilerek kovuşturmasızlık kararı verilmiştir. Kararda genel olarak gösterinin barışçıl niteliğinin bozulmasının müdahaleyi gerekli kıldığı ortaya konduktan sonra meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olmasından ötürü müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

43. Her ne kadar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılan görüntüler -bir kısmında ciddi şiddet hareketlerinin meydana geldiği görülmekteyse de- Ziya Gökalp Caddesi’nde şiddet hareketi olduğunu ortaya koyan bir unsur taşımamaktadır.

44. Başvurucunun bulunduğu mahaldeki göstericilere kolluk müdahalesinin gerekliliği, ne idari ne de yargısal mercilerce ortaya konulabilmiştir. Başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan açılmış bir soruşturmanın bulunmaması da kayda değer başka bir noktadır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

46. Başvurucu, katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin gaz fişeğiyle yaptığı müdahaleden ötürü yaralanması hususunda etkisiz ve özensiz yürütülen ceza soruşturmasından netice alamadığını ileri sürmüştür.

47. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkin genel ilkeler Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§ 70-74) başvurusunda açıklanmıştır.

48. Kamu düzenine yönelik olarak toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 81).

49. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

50. Görüldüğü üzere müdahalenin gereklilik ve oranlılık değerlendirmesinde genel olarak gösterinin barışçıl olup olmadığının, bilhassa başvurucunun buna menfi yönde tesir eden bir tutum takınıp takınmadığının belirlenmesi devletin negatif yükümlülüğü bağlamındaki insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin ele alınmasında anahtar role sahiptir. O hâlde savunulabilir ve makul düzeydeki insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddialarında adli mercilere düşen görev, bu konudaki belirsizlikleri giderecek mahiyette etkili bir soruşturma yürütmektir.

51. Başvurucu, kolluk amirleri hakkındaki suç ihbarı dilekçesindeki iddialarının karşılanmayarak soruşturma dışı bırakıldığını öne sürmüştür.

52. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 16. maddesinin dördüncü fıkrasında, toplu kuvvetle müdahale edilen durumlarda zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçlerin müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edileceği düzenlenmiştir.

53. Başvurucuya isabet eden gaz fişeğinin cebir gücünü doğrudan kullanan polis memurunun kişisel bir kusuru sonucu mu yoksa verilen emir kapsamında mı atıldığı hususunda ceza hukuku bağlamında illiyet bağının bulunup bulunmadığıyla bağlantılı olarak başvurucunun iddialarıyla ilgili değerlendirme yapılmadığı görülmüştür (başvurucunun iddialarının soruşturma konusu yapılmamasının ihlal nedeni olarak tespit edildiği kararlar için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 134; Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 104).

54. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddiasıyla karşılaşan soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen ve derhâl harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerektiği "Genel İlkeler" kısmında açıklanmıştır.

55. Somut olayda gaz fişeği kullanılması sonucu başvurucunun yaralandığı İbnî Sina Hastanesinin raporuyla tespit edilmiştir. Bu raporun bir suretinin hekim tarafından kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmemesi resen ve derhâl soruşturma yapılması ilkesine aykırı görülmüştür (aynı doğrultudaki karar için bkz. Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, §§ 119-121). Soruşturma, olaydan kırk gün sonra başvurucunun şikâyeti üzerine ancak başlatılabilmiştir.

56. Söz konusu olayla ilgili soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanık ifadeleri, bilirkişi incelemeleri gibi tüm kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tedbirler yetkililerce alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 114; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73). Buna karşın soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemleri listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

57. Savcılığın kamera görüntülerinin tespiti için verdiği talimat üzerine kolluğun iç yazışmalarında KYGS görüntülerinin arşivde saklama süresi sona erdiğinden kayıtların elde edilemediği bildirilmiştir. KYGS görüntülerinden ise ANK-280 No.lu hareketli ve ANK-280 Sabit-1 No.lu kamera görüntüleri dışındakilerin akıbetiyle ilgili bir bilgi yoktur. Toplumsal olaylara müdahale araçlarındaki (TOMA) kayıtların saptanması için girişimde de bulunulmamıştır. Foto Film Şube Müdürlüğünün Savcılığa göndermiş olduğu dört CD’deki kayıtların eklektik biçimde elde edildiği bilirkişi raporuyla tespit edilmiştir. Başvurucunun yaralanma anına ait bir görüntü bulunup bulunmadığının anlaşılması bakımından kayıtların ham hâlinin elde edilmesi için girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi de dosyada bulunmamaktadır.

58. Başvurucudaki yaralanmanın kolluğun güç kullanmasından kaynaklandığının soruşturma makamı tarafından da kabul edildiği somut olayda, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir (Ali Ulvi Altunelli, § 63; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 62; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 86). Kamu makamlarının bu yükümlülüğün gereği olarak olay yerini gören kamuya ve özel kişilere ait ev ve işyerleri kameraları, MOBESE, KYGS kayıtları ile TOMA'da bulunan video ve görüntü kayıtlarının saklanması için gerekli tedbirleri alması icap etmektedir. Müdahale sürecini ortaya koyan tutanaklar da aynı amaca hizmet etmektedir. Bunlardan imtina edilmesi toplumsal olaylarda yaralanan göstericilere yapılan müdahalenin gerekli ve orantılılığını makul bir şekilde açıklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat [GK], B. No: 2015/9496, 31/10/2019, § 74).

59. Soruşturmadaki bu özensizlik, ayrıca soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlığı hususunda başvurucuda kuşku oluşmasına ve başvuru formunda bunu dillendirmesine yol açmıştır.

60. Başvurucuya hangi kolluk görevlisi veya görevlilerinin gaz fişeği attığı sorusunun cevabının bulunması hususunda da soruşturmada yeterli özen ve çaba gösterilmemiştir. Olay yerinde gaz tüfeği kullanmakla görevli polislerin kimliklerinin tespiti için adım atılmamıştır. Şüphelilerin beyanları özünde savunmaya ilişkin olmakla birlikte bunların aynı zamanda -ikrar vb. bir durum bulunmaması hâlinde dahi- kanıt unsuru olarak kullanılmasını kısıtlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kovuşturmasızlık kararında şüphelilerin “Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli” biçiminde anonim olarak adlandırılması da bunu teyit etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/1/2018, § 87; Ali Çerkezoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/1737, §§ 56, 57).

61. Son olarak soruşturmada elde edilen delillerin analizi ele alınacaktır.

62. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddialarına ilişkin yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Müştekinin (başvurucu) iddialarıyla soruşturmada yapılan bazı işlemler özetlendikten sonra doğruluğu başka delillerle desteklenmeyen, olayın olası şüphelilerinin amiri konumundaki Emniyet Müdürlüğünün değerlendirmeleri kararın çatısını oluşturmuştur. Emniyet Müdürlüğünün bu değerlendirmesinin tek başına karara esas alınmasının tarafsız ve bağımsız soruşturma ilkelerine aykırılık oluşturduğu anlaşılmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61; Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 66).

63. Topladığı delillerle soruşturmanın çatısını biçimlendirme rolüne sahip savcının neticeye ulaşırken nesnel bakış açısıyla, sağduyulu ve diyalektik bir metotla analiz yapması gerekmektedir. Kızılay civarında farklı yerlerdeki göstericilerin tamamının aynı düzeyde şiddet hareketinde bulunarak gösterinin barışçıl niteliğini zedelediği varsayımından yola çıkılarak başvurucunun içinde bulunduğu öznel durum dikkate alınmamıştır. Öyle ki gereklilik ve oranlılık testinde farklı yerlerde göstericilere yapılan müdahalelerin aynı koşullarda gerçekleştiği hipoteziyle sonuca ulaşılmıştır (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 68).

64. Olayın sebebinin aydınlatılması için atılması gerekli adımların soruşturma mercii tarafından eksik bırakıldığını ve soruşturmanın özenle yürütülmediğini gösteren yukarıda sıralanan bu tespitler, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddiasının gerçekleşme koşullarının tespit edilememesine neden olmuştur.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

66. Başvurucu, toplantı ve gösteri yerinin seçiminin bu hak kapsamında kalmasına rağmen toplantı ve gösterinin Kızılay Meydanı’nda yapılmasının şiddet kullanılarak engellendiğini belirterek toplantı ve gösteri düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

67. Bakanlık, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

68. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan 34. maddesi şöyledir:

"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

Madde 34 - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

69. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

70. Başvurucunun gösteri yürüyüşü sırasında kolluğun güç kullanması sonucunda yaralanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

71. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları taşımadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması

Madde 13 - Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

72. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

73. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

74. 2559 sayılı Kanun'un 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

75. Başvurucuya yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

76. Bu konudaki genel ilkeler için bkz. Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, §§ 83-88.

77. Barışçıl toplantılara yapılan müdahalenin kamu düzeninin korunması amacıyla yapıldığının ve katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının idarece ortaya konulması gerekir (Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, § 46).

78. Adli muayene raporu, tanık Y.Ç. ve S.C.nin beyanlarından anlaşılacağı üzere 1/6/2013 günü Gezi Parkı AVM projesini protesto etmek amacıyla Kızılay'da yapılan gösteriye katılan başvurucu, başına gaz fişeği isabet ederek yaralanmıştır. Kovuşturmasızlık kararında da başvurucunun kolluğun müdahalesi sonucunda yaralandığı kabul edilmiştir.

79. Ancak başvurucunun bulunduğu Ziya Gökalp Caddesi'nde şiddet hareketlerinin orada meydana geldiği ve başvurucunun bunlara katıldığını gösteren bir unsur bulunmamaktadır. Başvurucunun ödev ve sorumluluklarına aykırı davrandığı, bizzat şiddete başvurduğu ya da bu hakkını barışçıl kullanmadığı yönünde dosyada bir tespit bulunmamaktadır. Yetkili mercilerin müdahalenin kamu düzeninin bozulması ya da bozulma tehlikesi olduğunu ikna edici surette ortaya koyması gereklidir. Somut olayda, başvurucunun eylemlerinin kamu düzeninin bozulmasına yol açtığı ya da bozulma tehlikesi doğurduğu idarece ortaya konulamamıştır.

80. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Hicabi DURSUN bu görüşe katılmamıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

81. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

82. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

83. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

84. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

85. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutu ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu ihlalinin Savcılıkça verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

86. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (2013/92172 Soruşturma, K.2016/42188) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

87. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

88. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Hicabi DURSUN'un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (2013/92172 Soruşturma, K.2016/42188) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen protestolara başvurucu da katılmış ve bu kapsamda 1.6.2013 tarihinde Ankara Kızılay Meydanı Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen protestolar esnasında polis tarafından atılan gaz kapsülü ile yaralanmıştır. Bu nedenle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiası ile mahkememize bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvuruya konu olayda; insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği yönündeki mahkememiz çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin çoğunluk görüşünden şu gerekçelerle ayrılmaktayım:

Bilindiği üzere Gezi Parkı olaylarının başlangıç dayanağının, belli sayıda göstericiden oluşan grubun, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi'ni protesto etmek amacıyla 27/5/2013 tarihinde İstanbul Gezi Parkı'nda toplanması olduğu belirtilmektedir. Türkiye İnsan Hakları Kurumunun (TİHK) 30/10/2014 tarihli Gezi Parkı olayları hakkındaki raporunda (rapor) şu bilgi ve açıklamalara yer verilmiştir (Oğulcan Büyükkalkan ve diğerleri, B. No: 2014/17226, 10/1/2018, § 8):

“i. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle gündeme gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yaşanmıştır.

ii. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve haziran-temmuz aylarında yoğunlaşmak suretiyle Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.

iii. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım bilgi şöyledir:

- 27/5/2013: Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında, Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının 3 metrelik kısmının gece 22.00 civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşundan oluşan Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık yirmi kişi iş makinelerini durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır.

- 28/5/2013: Ağaçların sökülmesini engellemek için durumdan haberdar olan birçok kişi parka gelmiş, eylemciler ile eylemcilere ait parktaki çadırları sökmek isteyen zabıtalar arasında arbede yaşanmıştır.

- 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 05.00 civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki çalışmalarına tekrar başlamıştır.

 - 31/5/2013: Saat 04.30 sıralarında parkta bulunanlara müdahale edilmiş, park boşaltılarak parka girişler polis bariyeriyle kapatılmış, parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış, özellikle Ankara'da birçok eylem yapılmıştır.

- 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, kolluk görevlilerince Ankara Kızılay Meydanı’nda toplanan gruplara yoğun olarak gaz bombası atılmıştır. İçişleri Bakanı 48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını, 53'ü vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun tedavisinin İstanbul'da devam ettiğini açıklamıştır.

- 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını, 1.730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58 kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu açıklamıştır.

- 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş, polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermiştir.

- 4/6/2013: Ülke çapındaki gösterilerde yaşanan polis müdahalesi İstanbul Adliyesinde avukatlar tarafından protesto edilmiş, İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve “Dağılın!” uyarısını dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir.

- 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan Yardımcısı ile görüşme yapmış ve kendisine taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi başlatmıştır.

- 6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin devam ettiğini ve 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin yaralandığını açıklamıştır.

- 9/6/2013: Taksim Dayanışma Platformu, Taksim Meydanı’nda geniş katılımlı miting düzenlemiştir.

- 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na gelmiş; kısa sürede meydana hâkim olan polis, meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır.

- 12/6/2013: Sabah saat 04.00’e kadar süren olaylar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya gelmiştir.

 - 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir.

- 15/6/2013: Taksim Dayanışması üyeleri eylemlerini sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve çevresindeki diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda saat 16.00 civarında Taksim Platformuna ait olanlar haricindeki diğer flama ve bayraklar indirilmiş, ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini beyan etmeleri üzerine saat 17.30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış, gaz sıkılmış, saat 20.50’de müdahale başlamıştır. Kısa sürede kolluk kuvvetleri Gezi Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır.

- 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir.

- 6/7/2013: Taksim Dayanışmasının çağrısı üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere polis müdahale etmiştir.

iv. Olayların çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamu ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur. Bazı çevrelere göre ise Gezi Parkı olayları, toplumun türdeş olmayan geniş bir kesiminin Hükûmet politikalarına karşı kendi hayat tarzlarını koruma yönündeki tepkilerinin bir ifadesidir.

v. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5.532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş, bu eylem ve etkinliklere 3.611.208 kişi katılmış, olaylara ilişkin olarak 104.519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylara ilişkin gözaltına alınan 5.513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.

vi. Gezi Parkı olayları sırasında yaralanma ve ölüm yaşanmıştır. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 8.163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.”

2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. ve 16. maddelerinde yapılan düzenlemeler arasında; polisin genel emniyetle ilgili görevlerinden bahsedilmiş, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, polisin, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili olduğu, bu yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabileceği, göz yaşartıcı gazlar veya tozların da "maddi güç" kapsamında olduğu belirtilmiştir.

Öncelikle Anayasa’nın 34. maddesi kapsamında barışçıl toplantılar anayasal güvence altındadır. Bir kimsenin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, katıldığı bir toplantı sırasında yer yer görülen şiddet hareketleri sebebiyle otomatik olarak ortadan kalkmaz. Şiddet hareketlerine iştirak etmemiş ise bu kişinin Anayasa'nın 34. maddesinin altında güvenceye alınmış olan hakları korunmaya devam eder. Kolluk güçlerinin toptan yasaklama yerine barışçıl toplantı yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır. Ancak şiddet yaygınlaşmış ve toplantıya bir bütün olarak hâkim olmuş ise artık barışçıl bir toplantıdan bahsedilemeyeceği kuşkusuzdur. Dolayısıyla kamu gücünü kullanan organların toplantı hakkının kullanılmasını müdahalesinde şiddetin toplantı ve gösteri yürüyüşünün tamamına hâkim olduğu gerekçesine dayanmaları beklenir. Şiddete başvurduğu tespit edilemeyen ve müdahalenin gerekli olmadığı kişilerin şiddetin toplantının tamamına hâkim olduğu açık olan olaylarda müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmemesi de beklenemez. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekmekte ise de müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin kolluk tarafından mutlak olarak uygulanması her zaman kolay olmayıp somut olayın şartlarına göre değerlendirmek gerekecektir.

Somut olaya bakıldığında, polis tutanağına göre 01.06.2013 günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve bazı gruplar tarafından 'İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve şehrin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmışlar, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için yüzlerini bez parçaları ile gizlemişlerdir. Yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk kuvvetleri ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine kolluk tarafından şiddet eylemlerinin geneline hâkim olduğu ve yaygınlaştığı eyleme müdahale edilmiştir. Başvurucunun somut olayda şiddete başvurduğuna ilişkin açık bir tespit bulunmasa da Gezi Parkı olaylarının şiddet hareketlerinin tüm ülkeye yayılmış olması, kamu düzeni ve kişiler üzerindeki ciddi derecedeki olumsuz etki ve sonuçları (bkz. yukarıda TİHK raporu) ile o günkü eylemde şiddete başvuran kişilerin toplantının barışçıl özelliğini ortadan kaldıracak seviyede -polis tutanağında belirtildiği üzere-toplantının tamamına teşmil eden şiddet hareketleri, kolluğun kamu düzenini sağlamakta karşı karşıya olduğu o sürece özgü zorluklar dikkate alındığında kolluk tarafından başvurucunun toplantı hakkının şiddete başvuranlardan ayrıştırılarak korunmasının somut olayda mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle; başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının- toplantının yapıldığı sürecin şartları ve dosya içeriğindeki veriler dikkate alındığında ihlal edilmediği kanaatine vardığımdan, Anayasa’nın 34. Maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

Üye

 Hicabi DURSUN

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İLHAN YİĞİT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/7532)

 

Karar Tarihi: 29/12/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 23/2/2022-31759

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Hasan HÜZMELİ

Başvurucu

:

İlhan YİĞİT

Vekili

:

Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşünde gözaltına alınmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını, sendikanın aldığı karar doğrultusunda gösteri yürüyüşü yapılmasına izin verilmemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi ve gözaltına alma işlemi sırasında aşırı güç kullanması nedeniyle yapılan şikâyet sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

5. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. 1966 doğumlu olan başvurucu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Yürütme Kurulu üyesidir.

8. KESK 3/8/2015 tarihinde yapılacak toplu iş sözleşmesine ilişkin basın açıklaması yapmak ve görüşmelere katılacak Konfederasyon heyeti ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına (ÇSGB) kadar yürüyüş gerçekleştirmek için sendika yöneticilerini Ankara'ya çağırmıştır.

9. Kolluk görevlilerince düzenlenen 3/8/2015 tarihli tutanakta; KESK ve bu konfederasyona bağlı sendikaların yönetici ve üyelerinin saat 09.00'da Mevlana Bulvarı (Konya yolu) Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesinin (AŞTİ) karşısında bulunan pazar yerinde toplanıp saat 10.00'da Kırım Caddesi, Bosna Hersek Caddesi, 17. Sokak ve İnönü Bulvarı güzergâhını kullanarak ÇSGB'ye yürüyüş planladıkları belirtilmiştir. Grubun ÇSGB önünde "Memur Maaşı Toplu Sözleşmesi" konulu basın açıklaması yapacağı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı Emekliler Sendikasının da "2016-2017 Toplu Sözleşmelerinde Emekliler Adına Masada Olacağız" konulu basın açıklaması düzenleyeceği bilgisinin alınması üzerine emniyet görevlileri toplanma yerinde önlem almıştır. Anılan sendikaların yönetici ve üyelerinin katılımı ile anılan yerde yaklaşık 250 kişi toplanmıştır.

10. Kolluk görevlileri, toplanma alanı ve planlanan yürüyüş yolunun Ankara Valiliğince (Valilik) belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü güzergâhı kapsamında olmadığını ilgili yetkililere bildirmiştir. Başvuru dosyasında idare tarafından katılımcılara alternatif toplantı ve gösteri yürüyüşü alanı sunulduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır.

11. Grubun gösteri yürüyüşü hazırlığına devam etmesi üzerine kolluk güçleri, ses yükseltici cihaz ile topluluğa dağılmaları yönünde ihtarlarda bulunmuştur. Kolluk görevlilerince 09.22, 09.27 ve 09.32 saatlerinde yapılan ihtarlarda toplantı alanı ve gösteri yürüyüşü güzergâhının Valilikçe tespit edilmediği, bu nedenle katılımcıların bir araya geldiği pazar yerinden toplantının yapılacağı -ÇSGB binası önü- alana ancak bireysel olarak gidilmesine izin verileceği, toplu şekilde yürüyüşe müsaade edilmeyeceği bildirilmiştir. Topluluğa olası müdahale sırasında dağılma istikameti bildirilmiştir. Grup, ıslıklayarak toplanma alanında beklemeye devam etmiştir.

12. Saat 09.33'te KESK Genel Başkanı L.G. ile kolluk görevlileri bir görüşme yapmıştır. Kolluk görevlileri toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olduğunu, yol kapatılarak toplu hâlde yapılacak yürüyüşe izin verilmeyeceğini ancak pankart, flama taşınmadan ve trafiği aksatmadan bireysel olarak yürümelerine izin verileceğini ifade etmişlerdir. Başvurucunun da aralarında bulunduğu grup, Kırım Caddesi'nden 4. Sokak istikametine doğru yürüyüşe başlamaları üzerine kolluk güçleri, kalkanlar ile barikat kurarak topluluğu durdurmuştur.

13. Polis memurlarınca düzenlenen 7/10/2015 tarihli DVD İzleme ve Tespit/Teşhis Tutanağı'na göre 4. Sokak üzerinde yürüyüş yapmak için toplanan grubun yolun tamamını araç trafiğine kapatmaları, bu yolun idarece belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarından olmaması nedeniyle ses yükseltici cihazlarla uyarı anonsu yapılmıştır. Topluluğun sokağın tamamını araç trafiğine kapatarak yürüyüşe başlamaları üzerine kolluk görevlileri kalkanlar ile barikat oluşturarak grubu engellemiştir.

14. Kolluk görevlileri saat 09.35'te gruba hitaben trafiği kısmi olarak kapattıklarını, yapılan eylemin kanunsuz olduğunu, son uyarıları olduğunu belirterek gruba dağılmaları için iki dakikalık süre vermiştir. Topluluğun dağılmamakta ısrar ederek ÇSGB'ye doğru yürüyüş gerçekleştirmek için polis barikatlarına yüklenmeleri üzerine kolluk güçleri, gruba gaz sıkmak suretiyle müdahale etmiştir.

15. Başvurucu, kanuna aykırı toplantıda ihtara rağmen dağılmamakta ısrar etmesi ve polis kalkanına yüklenerek kanuna aykırı eylemine devam etmesi nedeniyle saat 09.40'ta 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan gözaltına alınmıştır. Başvurucu, ifadesinin alınması akabinde saat 11.50'de serbest bırakılmıştır. Başvurucunun gözaltına alınmadan önce ve serbest bırakıldıktan sonra alınan adli raporda herhangi bir yaralanması tespit edilmemiştir.

16. Kolluk görevlilerinin müdahalesi sonrası katılımcılar, pankart ve flama açmadan ÇSGB'ye yürümeyi kabul etmiştir. KESK Başkanı L.Ö., ÇSGB binasının yan tarafında bulunan 17. Sokak üzerinde basın açıklaması yapmıştır. KESK Başkanı ile 9 kişilik heyet toplu iş sözleşmesi görüşmesi yapmak üzere ÇSGB binasına girmiş, dışarıda bekleyen yaklaşık 300 kişilik grup ekonomik haklarına ilişkin pankart açarak görüşmenin sonlanmasını beklemiştir. Görüşmenin bitmesi sonrası KESK Başkanı saat 14.30'da tekrar basın açıklaması yapmıştır. Yapılan basın açıklaması sırasında pankartlar açılmış, sloganlar atılmıştır. Toplanan grup saat 15.15'te kendiliğinden ve olaysız bir şekilde dağılmıştır.

17. Başvurucu; kendisine müdahale eden kolluk güçleri, sorumlu olan amirler ile Ankara İl Emniyet Müdürü, Ankara Valisi ve İçişleri Bakanı hakkında kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarından soruşturma başlatılması talebiyle 8/10/2015 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuştur.

18. Başsavcılık 15/12/2015 ve 16/12/2015 tarihlerinde, Bakan ve Vali hakkındaki soruşturmanın farklı usullere tabi olması nedeniyle ayırma kararları vermiştir.

19. Başvurucunun Başsavcılığa sunduğu DVD'de yer alan 40 saniyelik görüntü bilirkişi tarafından incelenmiştir. Düzenlenen 26/10/2015 tarihli raporda; polisin yürüyüş yapmak üzere toplanan gruba müdahale ettiği, göstericilerin ellerinde bulunan flamaları almaya çalıştığı, başvurucu ve diğer göstericilerin ellerindeki flamaları bırakmadıkları ve polislere direndikleri, bir şahsın yere yatırılarak gözaltına alındığı ve akabinde koluna girilerek olay yerinden uzaklaştırıldığı görülmüştür. Göstericilere gaz, plastik mermi veya cop ile müdahale edildiğine veya yaralama eylemi gerçekleştirildiğine ilişkin herhangi bir görüntü kaydı tespit edilememiştir.

20. Başsavcılık 8/1/2016 tarihinde kolluk görevlileri ve amirleri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararda; başvurucunun gözaltına giriş öncesi ve gözaltından çıkış işlemi sonrası alınan sağlık raporlarında yaralanmaya ilişkin tespitin bulunmadığı belirtilmiştir. Öte yandan görüntü kayıtlarının incelenmesinde kolluk güçlerinin orantısız güç kullandıklarına dair herhangi bir tespitin bulunmadığı, somut olayda polisin kanunlardan kaynaklanan zor kullanma yetkisini kullandığına ve bu yetkinin kullanımında sınırının aşıldığına dair yeterli şüphe oluşturacak delil olmadığı değerlendirilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"C. Başsavcılığımızca il emniyet müdürlüğüne yazı yazılarak olayla ilgili tespit edilen görüntülerin ve olayla ilgili varsa soruşturma suretlerinin gönderilmesinin istendiği, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğünün 30/12/2015 tarih ve 2222/2015 sayılı yazı cevabında olayla ilgili belgelerin ve olayla ilgili DVD izleme tespit ve teşhis tutanağının gönderildiği, belirtilen olayla ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube müdürlüğünün 2015/218 suç nolu evrak ile2911 sayılı yasaya muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçundan müşteki ve arkadaşları hakkında soruşturma evrakı düzenlediklerinin tespit edildiği,03/08/2015 tarihli müştekiye ait göz altına alınmasıyla ilgili 2 adet Adli raporda müştekide darp izine rastlanmadığının tespit edildiği, DVD izleme ve tespit teşhis tutanağına göre müştekinin olayda müştekinin eylemci gurubu temsilen emniyet yetkilileri ile topluca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne yürümeleri konusunda görüşmeler yaptığı , tüm uyarılara ve ikaz anonslarına rağmen dağılmayarak kortej oluşturdukları ve yolu tamamen araç trafiğine kapattıktan sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne yürüyüşe geçen eylemci şahıslardan ve görevliler tarafından kalkan marifetiyle oluşturulan barikat önüne geldikten sonra barikata yüklenip mukavemet gösteren şahıslardan olduğunun tespit edildiği, tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmıştır."

21. Başvurucunun anılan karara yaptığı itirazı Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 1/3/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararında; gözaltına alınmadan önce ve serbest bırakıldıktan sonra alınan adli raporlarda darp ve cebir izinin bulunmadığı, görüntü kayıtlarında şikâyete konu şekilde müdahalenin tespit edilemediği belirtilmiştir. Karar başvurucuya 17/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 18/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

23. Başvurucu, hakkındaki soruşturmanın akıbetine ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmadığı gibi başvuru dosyasına bir belge de eklememiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

24. 2911 sayılı sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

25. 2911 sayılı Kanun'un 6. maddesinin idarenin işlem yaptığı tarihte yürürlükte olan hâli şöyledir:

"Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il ve ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.

İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde ve 22 nci maddenin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı belirlenebilir.

Belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı yerel gazeteler ile valilik ve kaymakamlık internet sitelerinden ilan edilerek halka duyurulur.

Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yer ve güzergâhı hakkında sonradan yapılacak değişiklikler de aynı yöntemle yapılır.

Bu değişiklikler duyurudan on beş gün sonra geçerli olur.

Birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhının belirlendiği il ve ilçelerde düzenleme kurulu, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde belirlenen yer ve güzergâhlardan birisini tercih edebilir"

26. 2911 sayılı Kanun’un 22. maddesinin idarenin işlem yaptığı tarihte yürürlükte olan hâli şöyledir:

"Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur."

27. 2911 sayılı Kanun’un 23. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;

...

d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,

...

...Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.”

28. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 2. maddesinin (B) bendinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Aşağıda yazılı hallerde;

...

VII. İşlenmekte olan bir suçun işlenmesine veya devamına mani olmak için...

IX. Kanunsuz toplantı veya kanunsuz yürüyüşleri dağıtmak veya suçluları yakalamak için...

IX . Kanunsuz toplantı veya kanunsuz yürüyüşleri dağıtmak veya suçlularını yakalamak için...

XII. Herhangi bir sebeple tıkanmış olan yolların trafiğe açılmaları için...

XIII. Yukardaki maddeler dışında diğer kanunlarda istisnai olarak zabıtanın sözlü emirle yapmaya mecbur tutulduğu haller için, Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. Bu emirlerin yazılı olarak verilmesi istenilemez. Bu hallerde emrin yerine getirilmesinden doğabilecek sorumluluk emri verene aittir.

..."

29. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur..."

2. Yargıtay Kararı

30. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2013/9-386, K.2014/353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...gerek Anayasa, gerekse AİHS, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, “demokratik bir toplumda gerekli olma” kriteri gözetilmek şartıyla kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri de tespit edilmelidir..."

B. Uluslararası Hukuk

31. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin genel ilkeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulamaları bakımından uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 115-124; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 29-45; Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 26-38; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-53; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 25-30; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Anayasa Mahkemesinin 29/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucu, gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

34. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına dair kabul edilebilirlik incelemesine ilişkin kararları hatırlatılarak başvurucunun4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesi uyarınca tazminat davası açma yoluna gitmeden Anayasa Mahkemesine müracaat ettiği, dolayısıyla başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilmezlik kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bununla birlikte Bakanlık; başvurucunun izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşünde kolluk tarafından yapılan uyarılara rağmen yürüyüşe devam etmek istemesi ve direnmesi nedeniyle gözaltına alındığını, aynı gün serbest bırakıldığını ifade etmiştir.

35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiştir.

2. Değerlendirme

36. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

37. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddiaları ile olağanüstü hâl şartları altında geçici bir süre için azami olarak otuz güne kadar uygulanan gözaltı süresinin uzunluğunun makul olup olmadığı şikâyetlerine ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47; Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 30-37). Somut olayda yaklaşık iki saat gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılan başvurucunun bu kapsamda kalan iddiaları bakımından anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum mevcut değildir.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

39. Başvurucu; katıldığı eylemde polisin -gaz, cop ve plastik mermi ile- orantısız güç kullandığını ve bu nedenle yaralandığını, kimyasal gazdan etkilendiğini, birden fazla polis tarafından sürüklenerek gözaltına alındığını iddia etmiştir. Anılan eylemlerin gerçekleştirilmesinde sorumluluğu bulunanlar hakkında yaptığı şikâyetin etkili bir şekilde soruşturulmayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçsuz kaldığını belirtmiştir. Bu nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile etkili başvuru hakkı kapsamında Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Bakanlık, iddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerektiğini ancak bu koşulların tespiti hâlinde soruşturma yükümlülüğü gerekliliğinden bahsedilebileceğini belirterek somut olayda soruşturma makamınca etkili soruşturma ve araştırma işlemi yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirtmiştir.

41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiştir. Başvurucu, Başsavcılığa sunulan görüntü kayıtlarında kolluk güçlerinin müdahalesine maruz kaldığı ve yere yatırılarak tekmelendiği tespit edildiği hâlde adli tıp raporunda darp ve cebir izinin bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetinin sonuçsuz kalmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiğini ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin toplantı esnasında yapılan müdahalenin ve gözaltına alınma sırasında kullanılan kuvvetin orantısız olduğu iddiasına dayanması nedeniyle kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

43. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

44. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

45. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

46. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda bir muamele işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile tanımlanabilmektedir (bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi için bkz. Tahir Canan, §§ 22-24; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 76-80; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84-91).

47. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlayabilmesi için öncelikle işkence ve kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28; Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017, § 23 )

48. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç sadece kaçınılmaz olmak ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Buna göre yakalama sırasında kötü muamele yapıldığı iddiaları değerlendirilirken güç kullanmayı gerektiren bir durumun olup olmadığı ve kullanılan gücün orantılı olup olmadığı gözetilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 75; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 51, 52).

49. Bunun yanında kötü muameleye maruz kalması nedeniyle mağdur olduğunu ileri süren kişilerin -ispat külfetinin devlete geçtiği durumlar istisna olmak üzere- kötü muamele yasağı kapsamına giren ağırlıkta bir muamele görmüş olabileceklerini gösteren emare ve delil sunmaları gerektiğini belirtmek gerekir (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

50. Somut olayda başvurucu, polisin yakalama işlemi yaparken orantısız güç kullandığına ve kötü muameleye yol açacak surette davrandığına ilişkin iddialarını incelemeye değer kılacak herhangi bir delil ortaya koymamıştır.

51. Başvurucu; kimyasal gazdan etkilendiğini ileri sürmüşse de ciltte, gözde, ağızda, burunda ve soluk borusunda kızarıklık, yanma, tahriş, solunum yetersizliği, kusma gibi fiziksel açıdan insan bedenine tesir eden ve hekim tarafından tıbben tespiti mümkün olan -varsa- bu mahiyetteki semptomların tespiti için bir girişimde bulunmamıştır. Başvurucunun üzerinde ciddi bir fiziksel etki doğurduğu ortaya konulamayan biber gazının kullanımı kötü muamele yasağının asgari eşiğini aştığının kabul edilmesi için yeterli görülmemiştir.

52. Öte yandan başvurucuya uygulanan bedensel kuvvet -gözaltı işlemi öncesi ve sonrası- hakkında düzenlenen adli muayene raporuna göre fiziksel bütünlüğü üzerinde herhangi bir etki yaratmamıştır. Başvurucu, eylemin ruhsal etkisinden de bahsetmemiştir. Başvuru, eylemin fiziksel ve ruhsal etkileri dışında süresi ile başvurucunun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi kötü muamele yasağı kapsamında dikkate alınmasını gerektiren başkaca herhangi bir etken de içermemektedir. Dolayısıyla güvenlik güçlerinin uyguladıkları bedensel kuvvet, kötü muamele yasağı kapsamında değerlendirme ölçütü olarak dikkate alınan asgari ağırlık derecesine ulaşmamıştır. Oysa kötü muamele yasağı, çeşitli etkenler dikkate alınarak belirlenen asgari ağırlık eşiğine ulaşan eylemler bakımından gündeme gelebilmektedir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir dayanağının olmadığı açıkça görülmektedir.

53. Bu açıklamalar ışığında kötü muamele yasağının asgari eşiğini aştığını kabul edebilecek düzeyde müdahaleye maruz kaldığına dair -etkili bir soruşturma yapılmasının da ön şartı olan- savunulabilir bir iddianın kamu makamlarına sunulduğu savunulamaz.

54. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin maddi boyutunun ihlaline ilişkin savunulabilir şikâyetlerinin bulunmadığı tespit edilen başvurucunun etkili soruşturma yapılmadığı yönündeki usul boyutuna ilişkin iddiası yönünden bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.

55. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

56. Başvurucu; KESK Yürütme Kurulu üyesi olarak toplantıya katıldığını, etkinliğin Sendikanın aldığı karar üzerine gerçekleştirildiğini ve sendikal faaliyet hakkı niteliğinde olduğunu, henüz gösteri yürüyüşüne başlamadan polisin hukuka aykırı ve orantısız şekilde müdahalede bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu, kamu emekçisini ilgilendiren toplu sözleşme sürecine ilişkin fikirlerini demokratik ve barışçıl biçimde ifade etmek isterken gerçekleştirilen müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

57. Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin vermiş olduğu kararlar hatırlatılarak toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklı kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bunları bertaraf edecek tedbirleri alabileceği, somut olayda başvurucunun da aralarında olduğu kalabalığın yaya ve araç trafiğini aksatmaları nedeniyle üç kez uyarıldığı hâlde yürüyüşe devam etmek istediği ve bu amaçla polis barikatını yıkmaya çalıştığı kolluk güçlerine direndiği belirtilmiştir. Bakanlık; Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararlar gözetilerek müdahalenin meşru bir amaca dayanıp dayanmadığı, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı hususlarında inceleme yapılması gerektiğini ifade etmiştir.

58. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiştir.

2. Değerlendirme

59. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

61. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının amacı ve mahiyeti dikkate alındığında bu hakkın toplantı veya gösteri yürüyüşünün yapılacağı mekânı seçme serbestîsini de kapsadığı anlaşılmaktadır. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemenin amacı bir fikri açıklamak, ortak çıkarları savunmak, belli fikir ve kanaatler çerçevesinde kamuoyu oluşturmak, siyasal karar organlarını etkilemek olup gösteri ve toplantı yürüyüşünün düzenlendiği mekân açıklanan düşüncenin muhataplarına ulaşabilmesi ve tesir oluşturabilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşünün yapılacağı mekânın seçiminin kural olarak düzenleyicilerin takdirinde olması gerekmektedir. Bu itibarla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyecekleri yeri belirleme serbestîsini sınırlayan düzenlemeler bu hakka müdahale niteliği taşır (AYM, E. 2014/101, K. 2017/142, 28/9/2017).

62. Bu itibarla somut olayda başvurucunun da aralarında olduğu grubun izin verilen basın açıklaması yapılacak yere kadar toplu olarak yürümesine engel olunmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

63. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

64. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

65. 2559 sayılı Kanun'un 2. ve 16. maddeleri ile 2911 sayılı Kanun'un 6. ve 23. maddeleri kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

66. Başvuruculara yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır

 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

 (i) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi

67. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkmasını, korunmasını ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

68. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).

 (ii)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

69. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74) demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (iii) Barışçıl Toplanma Hakkı

70. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle düzenin değiştirilmesini savunan kişilere siyasi fikirlerini toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54).

71. Kolluk kuvvetlerince yapılan müdahalelerin kötü muamele yasağının asgari eşiğine ulaşmaması durumunda da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlal edilmiş olabilir. Müdahalenin ağırlık derecesi ve Anayasa'nın 17. maddesinin maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği toplantı hakkına ilişkin yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gereken unsurlardır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi tarafından kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi, dosyadaki bilgi ve belgelerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bakımından bir karara ulaşmak için yeterli görülmesi hâlinde anılan hak kapsamında inceleme yapılmasına ve somut olayların şartlarının gerektirdiği hâllerde ihlal sonucuna ulaşılmasına engel teşkil etmemektedir (Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, B. No: 2015/1737, 18/7/2019, § 88).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

72. Başvurucunun da aralarında olduğu yaklaşık 250 kişilik grup AŞTİ'nin karşısında bulunan pazar yerinde bir araya gelmiş ve toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin yapılacağı -yaklaşık bir kilometre uzaklıkta bulunan- ÇSGB binasına kadar görüşmelere katılacak Konfederasyon heyeti ile birlikte topluca yürümek ve bina önünde basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlileri, başvuruya konu toplantı ve yürüyüş güzergâhının Valilikçe izin verilen alanlar içinde olmaması ve grubun yolun tamamını -bir tutanağa göre bir kısmını- araç trafiğine kapatması nedeniyle gruba dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuş ve yürüyüşü engellemek için barikat kurmuştur. Uyarılara rağmen dağılmayan grubun yürümek için polis kalkanlarına yüklenmeleri nedeniyle kolluk güçleri tarafından gruba müdahale edilmiş ve başvurucu gözaltına alınmıştır.

73. Kolluk güçleri, toplu şekilde yürüyüş gerçekleştirilmemek koşuluyla ÇSGB'de basın açıklaması yapılmasına izin verileceğini ilgililere bildirmiştir. Nitekim kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi sonrası topluluk ikna edilerek gösteri yürüyüşü gerçekleştirilmemiş ve anılan yerde basın açıklaması yapılmıştır.

74. Somut olayda toplanılan ve yürüyüş planlanan güzergâhın Valilikçe bu amaca tahsis edilen yerlerden olmaması, katılımcıların yolu tamamen araç trafiğine kapatması, polisin barikat kurmasına, dolayısıyla yürüyüşün engellenmesine gerekçe oluşturmuştur. Başvurucunun da aralarında bulunduğu gruptan bazı kişilerin polis barikatına yüklenmesi üzerine gruba müdahale edilmiştir. Dolayısıyla somut olayda idare tarafından müdahalenin gerekçesi olarak ileri sürülen hususlar ile -yapılmasına izin verilen- basın açıklamasının yapılacağı yere kadar yaklaşık 250 kişinin belirli bir düzen içinde toplu hâlde yürüyüşe devletin daha fazla müsamaha göstermesinin mümkün olup olmadığının tartışılması ve sonuç olarak gösteri yürüyüşüne yönelik müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

75. Kamu gücünü kullanan organların kanunları -toplantı hakkının kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak derecede- katı yorumlayarak mevzuatta öngörülen usullere tam olarak uyulmadığını ileri sürmeleri tek başına toplantı veya gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Bu durumun varlığı toplanma hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (başka bazı bağlamlarda benzer değerlendirmeler için bkz. Dilan Ögüz Canan, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119; Ömer Faruk Akyüz, § 57; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 69). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54). Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kamu otoritelerinin takdir alanını keyfî kullanıp kullanmadıklarını da denetleyecektir.

76. Somut olayda başvurucunun da yer aldığı grup, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin yapılacağı yere kadar yaklaşık bir kilometre gösteri yürüyüşü yapmak istemiştir. Katılımcılar anılan yürüyüşü, ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla fikirlerini kolektif biçimde ifade etme, o sırada toplu iş görüşmelerini yapmak üzere ÇSGB binasında bulunan Hükûmet yetkililerine seslerini duyurmak amacıyla düzenlemiştir.

77. Toplu iş sözleşmesiyle işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında iş sözleşmesinin yapılması, içeriğine ve sona ermesine ilişkin hususların düzenlenmesi amaçlanmaktadır. Bunun yanında anılan sözleşme ile işçiler işveren karşısında pazarlık gücünü artırarak daha eşitlikçi bir ortamda çalışma koşullarının belirlenmesi, çalışma yaşamında barış ve istikrarın sağlanması, dolayısıyla toplumsal barış ve huzurun da temin edilmesi sağlanmaktadır. O hâlde başvuru konusu yürüyüşün özellikle görüşmelerin yapıldığı tarihte gerçekleştirilmesinin katılımcılar yönünden özel bir önemi bulunduğunun kabulü gerekir.

78. Anılan amaca yönelik gerçekleştirilmesi planlanan toplantı ve gösteri yürüyüşü, demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Kamu düzeninin gözetilmesi haklar arasında denge kurulabilmesi bakımından gerekli ise de tehlikenin niteliğine ilişkin gerçek bir değerlendirme ve açıklama yapılmadan kamu düzenin aksamamasına mutlak bir üstünlük tanınması, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kamu düzeni arasındaki dengenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aleyhine orantısız bir şekilde bozulması sonucunu doğuracaktır. Zira Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında da işaret edildiği üzere toplantı ve gösteri yürüyüşünün başkalarının günlük yaşamlarını bir miktar zorlaştırması kaçınılmaz olup demokratik toplumda bu hakkın kullanılmasının gündelik yaşamı bir miktar zorlaştırmasının hoşgörüyle karşılanması gerekir (AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017, § 51; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119; Dilan Ögüz Canan, § 41; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 69).

79. Başvuru evrakı dikkatli bir şekilde incelendiğinde yürüyüş güzergâhının Ankara'nın işlek caddelerinden birinde olmadığı, aksine ÇSGB binasına giden çok sayıda oldukça dar ara sokaklardan birinin seçildiği tespit edilmiştir. Görüntü kaydı çözümüne ilişkin tutanakta yolun tamamen trafiğe kapatıldığı bilgisi dışında herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Dolayısıyla göstericilerin toplantı esnasında trafiği ne ölçüde aksattıklarına, araçların ilerlemesi için alternatif yolların mevcut olmadığına, trafiğin aksadığı süre içinde kamu düzeni ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması çerçevesinde katlanılması zor veya imkânsız bir zarar ya da zarar tehlikesi ile karşılaşıldığına, yürüyüşün doğası gereği hoşgörü gösterilmesini gerektiren kabul edilebilir sınırı aşıp aşmadıklarına yönelik değerlendirme yapılmamıştır. Yürüyüş yapılması planlanan güzergâhın yaklaşık bir kilometrelik bir mesafe olduğu ve aynı bölgede çok sayıda ara sokak bulunduğu gözetildiğinde yürüyüşe engel olunmaması hâlinde trafiğin sadece kısa bir süre aksayacağı hususu gözetilmemiştir.

80. Somut olayda katılımcıların toplu hâlde yürümemeleri, pankart ve flama taşımamaları ve bireysel şekilde toplantı alanını terk etmeleri kaydıyla ilgili yerde basın açıklaması yapmalarına izin verilmiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için kolektif bir şekilde kullanılan bir haktır. Başvuruya konu olayda anılan hakkın kolektif şekilde kullanılmasının -ekonomik ve sosyal haklar açısından- önemi de gözetilmemiştir.

81. Öte yandan bütünüyle barışçıl olmaktan çıktığı değerlendirilmeyen ve herhangi bir şiddet hareketi yaşandığı tespit edilemeyen gösteri yürüyüşünde katılımcıların haklarını kullanabilmelerine yönelik olarak idarenin daha fazla tolerans göstermemesi için makul hiçbir sebebin bulunmadığı değerlendirilmiştir.

82. Başvuruya yansıyan olgular dikkate alındığında barışçıl olduğu kabul edilen ve kamuya açık bir alanda yapılan bir gösteri yürüyüşünün engellenmesi, katılımcıların dağıtılması ve gözaltına alınması şeklindeki müdahale ile başvurucunun toplu şekilde gösteri yürüyüşü gerçekleştirme ve bu suretle fikirlerini ifade etme hakkından mahrum bırakılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı değerlendirilmiştir.

83. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

84. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenme hakkı yönünden ihlal kararı verildiğinden başvurucunun sendika hakkı kapsamındaki şikâyetleri yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

Engin YILDIRIM ihlal sonucuna ek gerekçeyle katılmıştır.

D. Giderim Yönünden

85. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 25.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

86. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

87. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya 8.100 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 8.100 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/12/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

EK GEREKÇE

1. Mahkememiz başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucunun bu hakkının yansıra sendika hakkının da ihlal edildiği düşüncesindeyim. Takip eden satırlarda bunun gerekçelerini açıklamaya çalışacağım.

2. Başvurucu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) yürütme kurulu üyesidir. KESK, 3/8/2015 tarihinde yapılacak toplu iş sözleşmesine ilişkin basın açıklaması yapmak ve görüşmelere katılacak Konfederasyon heyeti ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına kadar yürüyüş gerçekleştirmek için sendika yöneticilerini Ankara’ya çağırmıştır.

3. Başvurucu ve diğer katılımcılar, kamu görevlilerini ilgilendiren toplu sözleşme süreciyle bağlamında toplantı ve gösteri yürüyüşünde yer alarak ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarının iyileştirilmesine ilişkin olarak seslerini ilgililere duyurmayı ve taleplerini toplumla paylaşmayı amaçlamışlardır. Bu nedenle tamamen çalışma hayatıyla ilgili bir konuda yapılan bu toplu eylemlerin doğrudan sendika hakkının kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

4. Bireysel ve toplu bir niteliğe sahip olan sendika hakkı toplu sözleşme ve grev haklarıyla da iç içe bulunmaktadır. Bu üç hak birbirine bağlı olup, biri olmadığı takdirde diğerinin önemi ve işlevi zayıflamaktadır. Anayasanın 51. maddesinde sendika hakkı pozitif ve negatif boyutlarıyla tanınırken toplu iş sözleşmesi ve toplu pazarlık hakkı ile grev hakkı da Anayasanın 53. ve 54. maddelerinde güvenceye bağlanmıştır.

5. Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Burada Anayasa koyucu hukuk devleti kavramını tek başına yeterli görmeyerek “sosyal” ibaresine de hukuk devletini tasvir eden kavramlar arasında yer vermiştir. Ayrıca, Anayasanın 5. maddesinde sayılan temel amaç ve görevlerini yerine getirirken devlet “…sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette…” bu görevini yerine getirmesini sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmakla mükellef kılınmıştır.

6. Sosyal hukuk devleti ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin ontolojik kabullerinden biri olarak Anayasada yer almaktadır. Anayasa metninde yer alan “sosyal” ibaresi altı harfin yan yana gelmesinin çok ötesinde bir durumu işaret etmektedir ve metindeki varlığı bir iyi niyet temennisi ve program hedef olmayla sınırlı tutulmamalıdır.

7. Bir toplumsal hareket olarak sendikacılık iktisadi ve sosyal yönden zayıf konumda bulunan sosyal sınıfların örgütsel yapıları olarak sosyal adalet içeren demokratik bir toplumsal düzenin oluşmasına ve sürdürülmesine katkı sağlamaktadır. Mahkememiz de bir kararında sendikalaşmanın “sosyal adaletin tesisine hizmet eden önemli bir demokratik araç olduğu” tespitinde bulunmuştur (E. 2015/62, K. 2015/84, 30/9/2015, § 15).

8. Mahkememiz, sendikaların “toplu iş sözleşmesi imzalamak, toplu görüşmeler uyuşmazlıkla sonuçlandığında arabulucu, hakem veya yargı organlarına başvurmak, grev ve lokavt gibi toplu pazarlık faaliyetleri ile çalışma hayatına ilişkin ortak çıkarları korumak veya üyelerine hukuki yardımda bulunmak ya da onları temsilen dava açmak” gibi yargılama alanındaki faaliyetlerinin doğrudan sendikaların amaçları doğrultusunda “çekirdek faaliyet alanında” yer aldığını kabul etmiştir (Ahmet Parmaksız, B. No: 2017/29263, 22/5/2019, § 60). Somut olayda başvurucu toplu iş sözleşmesi görüşmeleri öncesinde yapılan ve konusu bu görüşmeler olan toplu eylemlere katılmıştır. Bu eylemlerin, sendikaların en temel faaliyetlerinden biri olan toplu iş sözleşmesi çerçevesinde gerçekleştirildiğinden sendika üyelerinin mesleki çıkarlarını koruma amacı taşımakta olduğu açıktır. Dolayısıyla, toplu eylemin odak noktasını çalışma hayatıyla ilgili olan bir faaliyet oluşturduğunda, şikâyet konusu olay ve müdahale sendikaların çekirdek faaliyet alanı kapsamındadır.

9. Türkiye’nin 1993’de taraf olduğu 151 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesinin 3. maddesinde kamu görevlileri örgütlerinin amacının kamu görevlilerinin çıkarlarını savunmak ve geliştirmek olduğu ifade edilmiştir. Aynı şekilde 87 No’lu ILO Sözleşmesinin 3/1 maddesi uyarınca kamu çalışanlarının örgütlenme ve etkinlikte bulunma özgürlüğü ile aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince kamu makamlarının bu özgürlüğü sınırlayacak veya kullanılmasına engel olacak nitelikteki müdahalelerden kaçınmalarını hüküm altına almıştır.

10. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadını takip ederek sendikal haklarla ilgili bireysel başvurularda sendika hakkını bağımsız bir haktan ziyade çalışanların bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestisini içermesinden dolayı örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olarak görmektedir (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 31, Yücel Yaşar, B. No: 2013/7199, 25/3/2015, § 36, Türkiye Petrol, Kimya ve Lastik Sanayii İşçileri Sendikası, B. No: 2016/13531, 15/12/2020, § 32).

11. Bireysel başvuru sisteminin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM içtihadıyla olan yakın bağlantısını göz önüne alırsak Mahkememizin genel eğiliminin medeni ve siyasi haklar üzerinden sosyal hakların korunması olduğunu söyleyebiliriz. Sendika hakkı hem bir medeni ve siyasi hak, hem de bir sosyal hak olarak kabul edilebilir. Sendikaların gerçekleştirdiği bazı etkinlik ve eylemlere yapılan müdahalelerin ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi başka hak alanlarına yansıyan yönleri olabilmektedir.

12. Mahkememiz, benzer hak ihlali iddialarını incelediği bir başvuruda yapılacak bir sendikal eylemle ilgili olarak basın açıklamasına ve gösteriye katılan sendika üyelerine idari para cezası verilmesini oyçokluğuyla sendika hakkının ihlal edilmesi olarak değerlendirmiştir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve Diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 93). Görüldüğü üzere bu kararda Anayasa Mahkemesi doğrudan sendika hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

13. Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü boyutu da bulunan sendikal hak ihlali verdiği bir başka kararı da Abdulvahap Can ve diğerleri başvurusudur. Başvurucuların üye ve yöneticileri olduğu ve eğitim hizmet kolunda örgütlü bir sendika, bir dernek ve bir siyasi parti ile birlikte Batman şehir merkezindeki çeşitli yerlerde bulunan ilan panolarına “ana dilde eğitim” temalı afişler asmış ve başvurucular izinsiz afiş astıkları gerekçesiyle idari para cezası ile cezalandırılmışlardır. Mahkememiz bu başvuruda oybirliğiyle başvurucuların sendika hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir (Abdulvahap Can ve diğerleri, B. No: 2014/3793, 8/11/2017, § 61. Aynı yönde ve konudaki bir başka karar için bkz. Bülent Hatun, B. No: 2014/3536, 24/5/2018, § 38).

14. Yukarıda değindiğimiz her iki kararda da sendika üyelerince gerçekleştirilen toplu eylemlerin veya faaliyetlerin kamu düzenini bozup, bozmadığı veya böyle bir olasılığın ortaya çıkıp, çıkmadığı hususuna vurgu yapılmıştır. Mahkememiz kamu düzeninin bozulduğu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterilmeden yaptırım uygulanması hâlinde sendika özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşabilmektedir (Abdulvahap Can ve diğerleri, B. No: 2014/3793, 8/11/2017, § 55, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 88, 89). Somut başvuruda kamu düzeninin bozulduğuna veya böyle bir olasılığın olduğuna dair bir bulgu söz konusu değildir.

15. Sonuç olarak önümüzdeki başvuruda sendika hakkının ihlal edildiği iddiası incelenerek bu hak yönünden yapılan müdahalenin demokratik toplumda gerekli olmadığından hareketle ihlal sonucuna ulaşılmalıydı. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı konusunda verilen ihlal kararı sendikal hak ihlal kararıyla da taçlandırılmalıydı. Sadece toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden ulaşılan ihlal kararı somut olayın özünde sendikal hakların kullanılmasıyla ilgili olduğunu adeta gölgelemekte, bastırmakta ve hatta tabir caizse, ötekileştirmektedir. Sendikal haklar, ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı gibi “ilk kuşak” hakların ötekisi olmayıp, onlarla birlikte demokrasinin korunması ve sürdürülmesine katkı yapmaktadır.

16. Başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yanında Anayasanın 51. maddesinde güvence altına alınan sendika hakkı da ihlal edilmiştir.

Üye

 Engin YILDIRIM

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BELKİS YURTSEVER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/7537)

 

Karar Tarihi: 11/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 1/9/2022 - 31940

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hasan HÜZMELİ

Başvurucular

:

1. Belkis YURTSEVER

 

 

2. İbrahim KARA

 

 

3. Şinasi DURSUN

Başvurucular Vekili

:

Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; sendikanın aldığı karar doğrultusunda düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşünün hukuka aykırı olarak engellenmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile sendika hakkını, kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi ve gözaltı işlemi sırasında gereksiz ve orantısız güç kullanmasının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuruya Konu 3/8/2015 Tarihli Toplantı ve Gösteri Yürüyüşüne İlişkin Bilgiler

5. Anayasa Mahkemesi yakın tarihli bir kararında, somut başvuruya konu olan toplantıya müdahale nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin bir başvuruyu incelemiştir. Anılan kararda, somut olay ve olgular hakkında şu bilgi ve açıklamalara yer verilmiştir (İlhan Yiğit, B. No: 2016/7532, 29/12/2021, §§ 8-19):

i. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 3/8/2015 tarihinde yapılacak toplu iş sözleşmesine ilişkin basın açıklaması yapmak ve görüşmelere katılacak Konfederasyon heyeti ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına (ÇSGB) kadar yürüyüş gerçekleştirmek için sendika yöneticilerini Ankara'ya çağırmıştır.

ii. Kolluk görevlilerince düzenlenen 3/8/2015 tarihli tutanakta KESK ve bu Konfederasyona bağlı sendikaların yönetici ve üyelerinin saat 09.00'da Mevlana Bulvarı (Konya yolu) Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesinin (AŞTİ) karşısında bulunan pazar yerinde toplanıp saat 10.00'da Kırım Caddesi, Bosna Hersek Caddesi, 17. Sokak ve İnönü Bulvarı güzergâhını kullanarak ÇSGB'ye yürüyüş planladıkları belirtilmiştir. Grubun ÇSGB önünde "Memur Maaşı Toplu Sözleşmesi" konulu basın açıklaması yapacağı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı Emekliler Sendikasının da "2016-2017 Toplu Sözleşmelerinde Emekliler Adına Masada Olacağız" konulu basın açıklaması düzenleyeceği bilgisinin alınması üzerine emniyet görevlileri toplanma yerinde önlem almıştır. Sendikaların yönetici ve üyelerinin katılımı ile anılan yerde yaklaşık 250 kişi toplanmıştır.

iii. Kolluk görevlileri, toplanma alanı ve planlanan yürüyüş yolunun Ankara Valiliğince belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü güzergâhı kapsamında olmadığını ilgili yetkililere bildirmiştir.

iv. Grubun gösteri yürüyüşü hazırlığına devam etmesi üzerine kolluk güçleri, ses yükseltici cihaz ile topluluğa dağılmaları yönünde ihtarlarda bulunmuştur. Kolluk görevlilerince 09.22, 09.27 ve 09.32 saatlerinde yapılan ihtarlarda toplantı alanı ve gösteri yürüyüşü güzergâhının Valilikçe tespit edilmediği, bu nedenle katılımcıların bir araya geldiği pazar yerinden toplantının yapılacağı alana (ÇSGB binası önü) ancak bireysel olarak gidilmesine izin verileceği, toplu şekilde yürüyüşe müsaade edilmeyeceği bildirilmiştir. Topluluğa olası müdahale sırasında dağılma istikameti bildirilmiştir. Grup, ıslıklayarak toplanma alanında beklemeye devam etmiştir.

v. Saat 09.33'te KESK Genel Başkanı L.G. ile kolluk görevlileri bir görüşme yapmıştır. Kolluk görevlileri toplantının ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olduğunu, yol kapatmak suretiyle toplu hâlde yapılacak yürüyüşe izin verilmeyeceğini ancak pankart, flama taşınmadan ve trafiği aksatmadan bireysel olarak geçilmesine izin verileceğini ifade etmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu grup, Kırım Caddesi'nden 4. Sokak istikametine doğru yürüyüşe geçmiş; bunun üzerine polis güçleri, kalkanlar ile barikat kurarak topluluğu durdurmuştur.

vi. Polis memurlarının düzenlediği 7/10/2015 tarihli DVD İzleme ve Tespit/Teşhis Tutanağı'na göre 4. Sokak üzerinde yürüyüş yapmak için toplanan grubun yolun tamamını araç trafiğine kapatması ve bu yolun idarece belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarından olmaması nedeniyle ses yükseltici cihazlarla uyarı anonsu yapılmıştır. Topluluğun sokağın tamamını araç trafiğine kapatarak yürüyüşe başlaması üzerine kolluk görevlileri kalkanlarla barikat oluşturarak topluluğu engellemiştir.

vii. Kolluk görevlileri saat 09.35'te gruba hitaben trafiği kısmi olarak kapattıklarını, yapılan eylemin kanunsuz olduğunu, bunun son uyarıları olduğunu belirterek gruba dağılmaları için iki dakikalık süre vermiştir. Topluluğun dağılmamakta ısrar ederek ÇSGB'ye doğru yürüyüş yapmak için polis barikatlarına yüklenmesi üzerine kolluk güçleri, gruba gaz sıkmak suretiyle müdahale etmiştir.

viii. Kolluk görevlilerinin müdahalesi sonrası katılımcılar, pankart ve flama açmadan ÇSGB'ye yürümeyi kabul etmiştir. KESK Başkanı L.Ö., ÇSGB binasının yan tarafında bulunan 17. Sokak üzerinde basın açıklaması yapmıştır. KESK Başkanı ile 9 kişilik heyet, toplu iş sözleşmesi görüşmesi yapmak üzere ÇSGB binasına girmiş; dışarıda bekleyen yaklaşık 300 kişilik grup ekonomik haklarına ilişkin pankart açarak görüşmenin sonlanmasını beklemiştir. Görüşmenin bitmesi sonrası KESK Başkanı saat 14.30'da tekrar basın açıklaması yapmıştır. Yapılan basın açıklaması sırasında pankartlar açılmış, sloganlar atılmıştır. Toplanan grup saat 15.15'te kendiliğinden ve olaysız bir şekilde dağılmıştır.

B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar

6. KESK'e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES/Sendika); tüzüğüne göre çalışma yaşamında ve hayatın diğer alanlarında üyelerinin ve tüm çalışanların ekonomik, demokratik kültürel, mesleki, hukuksal, özlük haklarını ve çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan bir sendikadır.

7. Başvurucu İbrahim Kara Sendikanın eş genel başkanı, Belkıs Yurtever veŞinasi Dursun ise Sendikanın Merkez Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptıklarını ifade etmiştir.

8. Başvurucuların beyanlarına göre olayın gelişimi şöyledir:

- Toplu iş sözleşmesi sürecine ilişkin yaklaşımlarını ortaya koyma, taleplerini basın açıklamasıyla duyurma ve Konfederasyon heyetini kitlesel olarak toplantıya uğurlamak için Sendikalarının bağlı olduğu KESK'in ve bağlı sendikaların çağrısı üzerine 3/8/2015 tarihinde saat 09.00 sıralarında Ankara'ya gelmiş, AŞTİ'nin karşısında bulunan alanda toplanmışlardır.

- Kendilerinin de aralarında olduğu grup henüz ÇSGB binasına doğru yürüyüşe başlamadan kolluk güçlerinin müdahalesiyle karşılaşmıştır. Kolluk güçleri topluluğa gaz, cop ve plastik mermi ile müdahale etmiştir.

9. Başvuruya konu toplantıya ilişkin görüntü kayıtlarının incelendiği 7/10/2015 tarihli Görüntü İzleme Tutanağı'nda yukarıda açıklanan hususlar yanında şunlar da tespit edilmiştir:

- Yolu tamamen kapatmak suretiyle yürüyüş yapma hazırlığında olan eylemci gruba ses yükseltici cihazla eylem yasal olmadığından eylemi sonlandırmaları gerektiği, aksi hâlde kademeli ve orantılı bir şekilde güç kullanılacağı bildirilmiştir. Topluluk ikazlara riayet etmeyip alkışlayarak bunu protesto etmiş ve sloganlar atmıştır.

-Topluluğun sokağın tamamını araç trafiğine kapatarak yürüyüş hazırlığına başlaması üzerine kolluk görevlileri kalkanlarla barikat oluşturmuştur. Kolluk görevlileri yolun açılması ve eylemin sonlandırılması, aksi hâlde müdahale edileceği yönünde ses yükseltici cihazla topluluğu ikaz etmiştir.

-Başvurucu İbrahim Kara, dağılmayan gruba megafonla ÇSGB binası önüne gidip taleplerin dile getirileceğine dair konuşma yapmıştır.

- Grubun ikazlara rağmen dağılmaması ve yürüyüşe geçmesi nedeniyle grup önce polis kalkanlarıyla dağıtılmaya çalışılmış, grubun kalkanları itekleyerek ve kalkanlara yüklenerek direnç göstermesi üzerine gruba orantılı olarak kısa süreli gaz sıkılmak suretiyle müdahalede bulunulmuştur.

- Başvurucu İbrahim Kara bu esnada gruba hitaben megafonla "Bulunduğumuz yerde duruyoruz, faşizme karşı direnme hakkımızı kullanıyoruz, bizler Çalışma Bakanlığının önüne geçeceğiz." şeklinde sözler söylemiştir. Gruptan bazılarının Kırım Caddesi yönünde dağılması üzerine başvurucu, ses yükseltici cihazla "Direnme hakkımızı kullanıyoruz." şeklinde konuşarak grubun dağılmasını engelleye çalışmış; kısa süreli oturma eylemi yapmıştır.

- Başvurucu Belkıs Yurtsever de tüm ikazlara rağmen dağılmayan, yolu tamamen araç trafiğine kapatarak ÇSGB binası önüne gitmek isteyen grupta yer almış ve polisin kalkanına yüklenerek mukavemet göstermiştir (Görüntü kaydında başvurucu Şinasi Dursun'un toplantıya katılımına ve eylemlerine yönelik bir tespit bulunmamaktadır.).

10. Başvurucular 3/8/2015 tarihinde kolluk görevlilerinin müdahalesi sırasında biber gazına maruz kalmaları nedeniyle gözlerinde yanma şikâyeti ile sağlık kuruluşuna müracaat etmiştir. Başvurucuların geçici sağlık raporlarındaki tespitler şöyledir:

- Başvurucu Belkis Yurtsever'in sağlık raporunda ense bölgesi ve üst ekstremitede (omuzdan başlayan, pazu, dirsek, el ve parmakları içeren uzuvlar) eritem (kılcal damarlarda kan toplanması sonucunda derinin kızarması) olduğu belirtilmiştir.

- Başvurucu Şinasi Dursun'un sağlık raporunda gözlerde hiperemi (bir dokunun normalden daha fazla kanlanması) tespiti yer almıştır.

- Başvurucu İbrahim Kara'nın sağlık raporunda, GKS'si (Glaskow koma skala, bir insanın bilinç durumunu değerlendirmeyi amaçlayan bir yöntemdir.) 15 olduğu (12-15 puan: hafif nörolojik hasar), pelvik kompresyonla (karnın en alt bölümünde sıkışma), hassasiyet, gözlerde, kollarda, boyunda hiperemik alanlar olduğu, dört ekstremitenin doğal olduğu, başvurucunun hayati tehlikesinin bulunmadığı belirtilmiştir.

11. Başvurucular kendilerine müdahale eden kolluk güçleri, sorumlu amirler ile Ankara İl Emniyet Müdürü, Ankara Valisi hakkında kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarından soruşturma başlatılması talebiyle 5/8/2015 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (soruşturma makamı/Cumhuriyet Başsavcılığı) başvurmuştur. Adli Tıp Kurumuna sevk talepli şikâyet dilekçesinde başvurucular, kolluk güçleri tarafından gerekli olmadığı hâlde ve herhangi uyarı yapmaksızın kimyasal gazla müdahale edildiğini, Sendikanın başkanı olan başvurucunun (İbrahim Kara) yüzüne yakın mesafeden gaz sıkıldığını, kimyasal gazdan etkilendiklerini, barışçıl şekilde toplanma ve düşüncelerini ifade etme haklarının engellendiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu İbrahim Kara, gözaltı işlemi sırasında kolluk güçlerinin üzerindeki önlüğü çekmesi nedeniyle boğazından yaralandığını iddia etmiş; yaralanmasına ilişkin fotoğrafları şikâyet dilekçesine eklemiştir. Başvurucu gaza maruz kalması sonucu vücudunda meydana gelen kızarıklık nedeniyle boynundaki izlerin hastanede tespit edilemediğini, daha sonra bu izleri fark ettiğini belirtmiştir.

12. Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Valisi hakkında soruşturma yapma yetkisinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 12/1/2016 tarihinde soruşturmanın ayrılmasına karar vermiş; aynı tarihte dosyayı görevsizlik kararıyla Başsavcılığa göndermiştir.

13. Cumhuriyet Başsavcılığı, gaza maruz kalması nedeniyle başvurucu İbrahim Kara'nın vücudunda meydana gelen kızarıklığın kişinin boynundaki yaralanmanın (iz) tespitine engel olup olmayacağı hususunda bilgi verilmesini, başvurucuların yaralanmalara ilişkin olarak kesin sağlık raporu düzenlemesini Ankara Adli Tıp Kurumundan (Kurum) talep etmiştir.

14. Kurum 23/11/2015 tarihli raporunda daha önce düzenlenen geçici sağlık raporlarını gözeterek yaralanmaların niteliğine ilişkin değerlendirmede bulunmuştur. Rapora göre başvurucular Belkis Yurtsever ve Şinasi Dursun'un yaralanmaları basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafiftir. Kurum, başvurucu İbrahim Kara'nın geçici sağlık raporundaki tespitleri tekrar ederek soruşturma makamının bilgi talep ettiği diğer hususlar yönünden ilgili ihtisas kurulundan görüş alınmasının uygun olacağını bildirmiştir.

15. Başsavcılığın talebi üzerine soruşturma dosyasına gönderilen görüntü kaydı ile müdahale anının -başvurucuların dosyaya sundukları- bir bölümüne ilişkin 88 saniyelik görüntü kaydı bilirkişi tarafından incelenmiştir. Düzenlenen 28/12/2015 tarihli rapor özetle şöyledir:

- Başvurucuların sunduğu görüntü kaydında, toplanan grup geriye çekildiği hâlde başvurucu İbrahim Kara'nın polis barikatının önüne gelerek slogan atması üzerine kolluk güçleri gazla müdahale etmiştir. Başvurucu, gösteri alanını terk ederken kolluk güçleri ile konuşmasının akabinde kolluk güçlerinin başvurucuya müdahale ettiği, katılımcılardan bazılarının başvurucu İbrahim Kara'yı polise teslim etmemek için başvurucunun tişörtünün boğaz kısmından çektiği tespit edilmiştir.

- Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün dosyaya gönderdiği görüntü kaydında kolluk güçleri, planlanan güzergâh üzerinde yürüyüş yapamayacakları ve yolu kapatmak suretiyle trafiği engellemelerine izin vermeyecekleri yönünde grubu uyarmıştır. Grup kolluk güçlerinin ikazına karşın dağılmamış ve grubun polise direndiği gözlemlenmiştir. Diğer katılımcıların polis müdahalesinden kurtarmak amacıyla başvurucu İbrahim Kara'nın tişörtünün boyun ve sırt bölümünden çekiştirdiği tespit edilmiştir.

16. Başvurucu İbrahim Kara şikâyete yönelik Başsavcılık ifadesinde, kolluk görevlilerinin yakın mesafeden gaz sıkmaları, üzerinde bulunan sendika önlüğünü ipleri kopuncaya kadar çekmeleri nedeniyle yaralandığını iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 12/1/2016 tarihinde, müdahalede bulunan kolluk görevlileri hakkında zor kullanma yetkisini aşarak kasten yaralama suçundan kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, İl Emniyet Müdürü hakkındaki şikâyetin ise işleme konulmamasına karar vermiştir.

17. Kararda; 300 kişiye ulaşan katılımcıların Kırım Sokak'ı tamamen araç ve yaya trafiğine kapattığı, etkinliğin planlandığı yer ve güzergâhın Valilikçe belirlenen alanlar içinde olmadığı, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 22. maddesine göre genel yollarda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenemeyeceği, başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin gözetilmesi gerektiği, başvurucuların kanuna aykırı eylemde bulundukları, dağılmaları yönündeki ihtarlara rağmen güvenlik güçlerine direndikleri vurgulanmıştır. Polisin ihtarda bulunduktan sonra zor kullanma yetkisi kapsamında orantılı şekilde göz yaşartıcı gaz kullandığı belirtilmiştir. Öte yandan görüntü kayıtlarına göre başvurucu İbrahim Kara'nın boynundaki yaralanmanın diğer katılımcıların eylemleriyle gerçekleştiği, kolluk görevlilerinin aleyhinde bir delil bulunmadığı değerlendirilmiştir.

18. İşleme konulmaması kararında soruşturma makamı, İl Emniyet Müdürü'nün müdahale eden görevliler arasında olmayıp doğrudan müdahale talimatı vermediğini, 2911 sayılı Kanun kapsamında toplantının engellenmesine yönelik talimatın idari işlem niteliğinde olduğu ve görevinin gereklerine aykırı davranmadığını belirtmiştir. Anılan karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Şikayet olunan Ankara İl Emniyet Müdürünün fiilen gerçekleşen bu toplantıya müdahale eden görevliler arasında bulunmaması, müştekilerin yaralanması ile sonuçlanan müdahalenin doğrudan talimatını veren kişi olmaması sebebi, toplantının 2911 sayılı yasa kapsamında engellenmesi mahiyetli ve genel nitelikli talimattan oluşan idari iş ve işlem niteliğinde bulunduğu değerlendirilmesi ile 4483 sayılı yasa hükümleri doğrultusunda işlem tesisi gereğinin hasıl olduğu, müştekilere yönelik zor kullanma yetkisinin aşılması sureti ile kasten yaralama eylemini gerçekleştirdiği iddia olunan olay yerinde görev ifa eden Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında ise genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü,

Müştekilerin alınan doktor raporuna göre ... yönünde raporlarının temin edildiği, müştekilerin beyanlarında biber gazına maruziyet sebebi ile bu yaralanmaların oluştuğunu ifade ettikleri, sadece İbrahim KARA'nın ayrıca müdahale sırasında üzerindeki önlük ipinin boğazına dolanmasına sebebiyet verilerek belirlenen yaralanmasının oluştuğunu ifade ettiği, bu itibarla görevli polislerce gaz uygulanması sebebi ile oluşan belirtilerin her üç müştekide de aynı nitelikte bulunduğu,

Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğünden şikayete konu olay ile ilgili düzenlenen evraklar ile kamera kayıtlarının temin edildiği, evrak içeriğine göre üç yüz kişiye ulaşan, bu suretle Kırım sokağını tamamen araç ve yaya trafiğine kapatan gruba ve grubu yönlendirdiği gözlenen kişiler ile sendika yöneticilerine Valilikçe belirlenmiş toplantı ve gösteri yürüyüş güzergahı olmadığı yönünde uyarı yapıldığı, uyarıya rağmen grubun sokağı trafiğe kapatacak şekilde pankartlar arkasında kortej oluşturmaya başlamaları üzerine grubun duyabileceği şekilde ses ve yayın aracı ile aynı uyarının tekrarlandığı, aksi halde orantılı olarak güç kullanılacağının bildirildiği, akabinde peş peşe anonsların tekrarlandığı, buna rağmen grubun dağılmayarak slogan atmak sureti ile protestoya başlamaları üzerine görevli emniyet güçlerinin sendika yöneticileri ile görüşerek 2911 sayılı yasaya aykırı şekilde yolu kapatıp yürüyüşe izin verilmeyeceği, bireysel olarak pankartsız, flamasız ve yolu işgal etmeden, trafiği aksatmadan kaldırım üzerinden geçebilecekleri yönünde uyarılarda bulunulduğu, grubun buna rağmen topluca yürüyüşe geçmesi üzerine oluşturulan barikatın önünde gerekli ikaz anonslarının tekrar yapıldığı, grubun ön tarafında bulunan kişilerin görevlilerce oluşturulan barikata yüklenerek mukavemet gösterdikleri, ilk etapta kalkanlar vasıtasıyla iteklemek sureti ile grubun uzaklaştırılmaya çalışıldığı, bir kısım grup üyelerinin direnip mukavemeti arttırmaları üzerine tazyikli gaz sıkıldığı, dağılmamakta direnilmesi, mukavemet gösterilmesi üzerine, müştekiler dışındaki bir kısım katılımcılar hakkında yakalama uygulanarak işlem başlatıldığı, geriye kalan eylemci grubun Bişkek Caddesine doğru yönelmeleri üzerine grubun önü tekrar kesilerek ikaz anonsları yapıldığı, yapılan ikazların ardından grubun yolu araç trafiğine kapatmadan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne intikal ettiği, burada KESK Başkanı tarafından basın açıklaması yapılması sonrası grubun dağıldığı, elde edilen görüntü kayıtlarına göre müşteki İbrahim KARA'nın grup içerisinde bulunduğu, gruba hitaben megafon ile "...Çalışma Bakanlığı önüne gideceğiz, orada taleplerimizi dile getireceğiz", " bulunduğumuz yerde duruyoruz, faşizme karşı direnme hakkımızı kullanıyoruz, bizler Çalışma Bakanlığının önüne geçeceğiz" şeklinde sözler ile grubun yapılan ikazlar doğrultusunda dağılmasını ve hareketini engellediği, kısa süreli oturma eylemi gerçekleştirdiği, Belkıs YURTSEVER'in de dağılmayan grup içerisinde bulunup Emniyet güçlerince kalkan marifeti ile oluşturulan barikata yüklenip mukavemet gösteren şahıslardan olduğu yönünde tespitler yapılmış bulunduğu,... müştekiler İbrahim KARA ve Belkıs YURTSEVER'in de aralarında bulunduğu şüpheliler yönüyle düzenlenip 2911 sayılı yasaya muhalefet ve görev yaptırmamak için direnme suçları kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığımız Basın Suçları Soruşturma Bürosu tarafından halen derdest olan soruşturmaya konu edildiğinin görüldüğü,

Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin olunan görüntü kayıtları, müşteki tarafça iddialarına delil olarak sunulan görüntü kayıtları üzerinde inceleme yapılarak bilirkişi raporunun düzenlenmesinin sağlandığı,... görüntü içeriklerinde İbrahim KARA'nın şikayetinde dile getirdiği gibi üzerindeki sendika tişörtünün çekilerek bu suretle boğazında yaralanmaya sebebiyet verecek nitelikte Emniyet güçlerinin müdahalesinin bulunmadığı, aksine müşteki ile birlikte hareket eden grup içerisinde kişilerce polisin müdahalesinden kurtarmak için müştekinin tişörtünden çekildiğine ilişkin kaydın mevcut olduğu, bu itibarla müştekinin boynunda on beş gün süre ile iz bırakacak şekilde mevcut yaralanmasının Emniyet Müdürlüğü görevlilerince gerçekleştirildiğine dair delil bulunmadığı,

Müştekilerde gaz uygulanması sebebi ile oluşan ve rapor ile belirlenen olguların ise olaya müdahale eden Emniyet güçlerinin eylemi sonucu oluştuğu, ifade ve toplanma özgürlüğünün kullanılmasının sınırsız bir hak olarak değerlendirilemeyeceği, bu hakkın kullanılırken başkalarının hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırılmamasının gerektiği, bu amaçla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile düzenlemeler yapılmış olduğu, bu yasanın 22 maddesi ile genel yollar, parklar v.b. yerlerde gösteri yürüyüşleri düzenlenemeyeceğinin hüküm altına alındığı, bununla amaçlananın yaya ve taşıt trafiğinin kesintisiz işleyip ulaşım ve bu doğrultuda kamu düzeni ve güvenliğinin engellenmemesi olduğu, mevcut olayda müştekilerin aralarında bulunduğu grubun bu maddede belirtilen yasakları ihlal eder şekilde eylemde bulunup, ikazlara rağmen ısrar ederek akabinde de güvenlik güçlerine mukavemet yolu ile eylemlerini gerçekleştirmiş oldukları, bu sebeple Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından konunun 2911 sayılı yasaya muhalefet kapsamında soruşturmaya konu edilmiş olduğu, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununun 16. maddesinde müdahale şeklinin düzenlendiği ve zor kullanma yetkisi sınırlarının belirtildiği, zor kullanma yetkisi kapsamında güvenlik güçlerine göz yaşartıcı gaz kullanma yetkisinin de verilmiş olduğu, bu yetkinin kullanılmasından önce zor kullanılacağının ihtarının yapılmasının öngörüldüğü, olaya müdahale eden Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından yasanın öngörmüş olduğu ikazda yapılarak verilen yetkiyi kullanıp orantılı ölçüde uygulama ile zor kullanılmış olduğunun tüm dosya kapsamı ile müştekilerin alınan doktor raporu içeriklerinden görüldüğü, bu itibarla zor kullanma yetkisinin aşılması sureti ile kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğine dair iddianın sübut bulmadığı gibi dosya kapsamı olup, yukarıda belirtilen özellikler sebebi ile Ankara İl Emniyet Müdürünün görev gereklerine aykırı bir davranışının mevcut olmadığı anlaşılmakla,

03/08/2015 tarihli toplantı, gösteri yürüyüşüne yönelik müdahale sırasında müştekilere karşı zor kullanma yetkisinin aşılarak kasten yaralama eylemini gerçekleştirdiği iddia olunan Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında yukarıda açıklanan gerekçeler ile KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,

03/08/2015 tarihli toplantı, gösteri yürüyüşüne Ankara Emniyet Müdürlüğünün müdahalesi ile oluşan duruma görev gereklerine aykırı davranış ile sebebiyet verdiği iddiası yöneltilen Ankara İl Emniyet Müdürü hakkında yukarıda açıklanan gerekçeler ile müşteki müracaatının İŞLEME KONULMAMASINA,

..."

19. Başvurucuların anılan karara yaptığı itirazı Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 2/3/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararında itiraza konu edilen kararın dayandığı gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kolluk Görevlilerinin Güç Kullanımına İlişkin Olarak

20. Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Kanunun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı 24. maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili kısımlarına yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında 2911 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir.

21. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili kısımlarına yer vermiştir.

2. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkına İlişkin Olarak

22. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili ulusal mevzuat için İlhan Yiğit (aynı kararda bkz. §§ 24-27) kararına bakılabilir.

B. Uluslararası Hukuk

1. Kolluk Görevlilerinin Güç Kullanımına İlişkin Olarak

a. Göz Yaşartıcı Gaz Kullanımına İlişkin Olarak

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Erdal Sarıkaya ([GK], B. No: 2017/37237, 17/3/2021, §§ 58-62) ve Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır.

24. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında göz yaşartıcı gaz kullanımı ile ilgili uluslararası belgeler ve AİHM'in göz yaşartıcı gaz kullanılması konusunda dikkate aldığı ilkeler yer almıştır. Anılan kararlarda 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir.

25. AİHM Oya Ataman/Türkiye (B. No: 74552/01, 5/12/2006) kararında kanunların uygulanmasına ilişkin olarak göz yaşartıcı gaz veya biber gazı kullanılması hususunu incelemeye tabi tutmuş ve biber gazı kullanımının solunum problemleri, bulantı, kusma, soluk borusu ve göz irritasyonu, spazm, göğüs ağrısı, dermatit ve alerji gibi sorunlara yol açabileceği sonucuna varmıştır. Aşırı doz hâlinde bu gaz, solunum ve sindirim borularında doku ölümüne, akciğer ödemi ve iç hemorajiye (böbrek üstü bezi hemorajisi) yol açabileceğine dair tespitte bulunmuştur ( Oya Ataman/Türkiye, §§ 17, 18).

26. AİHM Ali Güneş/Türkiye (B. No: 9829/07, 10/4/2012) kararında kolluk görevlileri tarafından barışçıl bir toplantıda göz yaşartıcı gaz kullanılması kapsamında Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Söz konusu olayda polis, Taksim Meydanı'na yürümek isteyen göstericilere buna izin verilmeyeceğini belirterek göstericileri dağılmaları konusunda uyarmış; akabinde göstericiler polis memurlarına pankartlarının sopaları ile saldırıp oturma eylemi başlatmıştır. İki polisin tuttuğu başvurucunun çok yakın mesafeden ağzına ve burnuna polisin gaz sıktığı ulusal bir gazetede yer alan fotoğraftan tespit edilmiştir. Doktor raporlarına göre gözlerinde kızarıklık (hiperimi) ve omuzlarının alt bölgesinde çürük tespit edilen başvurucu; polisin copla, tekmeyle vurarak ve göz yaşartıcı gaz sıkarak müdahalede bulunması nedeniyle ilgili Cumhuriyet başsavcılığına kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Oya Ataman kararının yukarıda yer alan bölümüne atıf yapılan kararda AİHM,polis memurlarının hangi gerekçe ile başvurucuya göz yaşartıcı gaz sıktığına ilişkin olarak hükûmet tarafından herhangi açıklama yapılmadığını ve gerekçe gösterilmediğini belirtmiştir. AİHM ayrıca gazların neden olduğu etkiler ve sağlık açısından potansiyel tehlikelerini gözönünde bulundurarak somut olayın koşullarında başvuranın yüzüne haksız yere gaz sıkılmasının kişilerin yoğun fiziksel ve ruhsal acı duymasına neden olduğu, bu doğrultuda başvuranı aşağılayabilecek ve onun itibarını düşürebilecek korku, acı ve aşağılanma duyguları uyandırdığını değerlendirerek Sözleşme'nin 3. maddesi çerçevesinde insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Ulaşılan sonucu dikkate alan AHİM, başvuranın polis memurları tarafından dövülüp dövülmediğini incelemeyi gerekli görmemiştir (Ali Güneş/Türkiye, §§ 34-46).

b. Etkili Soruşturma Yapma Yükümlülüğüne İlişkin Olarak

27. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

28. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

2. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkına İlişkin Olarak

29. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için bkz. Emre Soyasalan, B. No: 2014/11306, 18/4/2019, §§ 20-22; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-53; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 25-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

31. Başvurucular; henüz yürüyüşe başlamadan polisin gaz, cop ve plastik mermi ile orantısız güç kullandığını, dosya kapsamındaki görüntülerden müdahale gerektirecek bir durum olmamasına, polis amirinin gaz kullanılmaması talimatına rağmen kolluk güçlerinin yakın mesafeden kimyasal gaz sıktığını iddia etmiştir. Kimyasal gaza maruz kalmaları nedeniyle gözde yanma, cilt ve solunum sorunları yaşadıklarını, buna ilişkin sağlık raporu düzenlendiğini ve bu şikâyetlerinin geçici nitelikte olmadığını belirtmişlerdir. Başvurucu İbrahim Kara'nın polis müdahalesi sonucu boynundan yaralanmasına ilişkin görüntüleri de dosyaya sunduklarını vurgulamışlardır. Dosyaya sundukları görüntü kayıtlarının beyanlarına dayanak olduğu hâlde kolluk görevlilerince düzenlenen belgelerin karara esas alındığını, etkin bir soruşturma yapılmadığını, itirazı inceleyen Hâkimliğin gerekçe olmaksızın itirazlarını reddettiğini iddia etmişlerdir. Bu nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen kötü muamele yasağı ile etkili başvuru hakkı kapsamında Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

32. Bakanlık görüşünde;

- Her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan yararlanmasının beklenemeyeceğine, soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerektiğine, ayrıca muamelenin asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerektiğine dair Anayasa Mahkemesinin içtihatları alıntılanmıştır.

- Bununla birlikte belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı, gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmanın mümkün olduğu belirtilmiştir.

- Yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterleri değerlendiği kararlarında Anayasa Mahkemesinin göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında katılımcılarda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna vardığı vurgulanmıştır.

- Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma aşamasında gerçekleştirilen araştırma, inceleme ve değerlendirmeye ilişkin hususlar açıklanarak soruşturma makamının etkili soruşturma yükümlülüğünü yerine getirdiği ve etkili soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğu ifade edilmiştir.

- Somut olayda kolluk görevlilerinin yasa dışı şekilde gerçekleştirilen bir toplantıda yolu kapatan grubun duyabileceği şekilde birçok kez ikazda bulunmasına rağmen eylemci grubun dağılmadığı gibi kolluk görevlilerine mukavemette bulunduğu, bu nedenle kolluk görevlilerinin ilk aşamada kalkanlarla, akabinde biber gazı ile yaptıkları müdahalede asgari ağırlık eşiğinin aşılıp aşılmadığının açıklanan hususlar gözetilerek değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

33. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında polis müdahalesi sonucu yaralandıklarının sağlık raporlarıyla da ortaya konulduğunu belirterek kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutuyla ihlal edildiğini ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

35. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özü, kolluk görevlilerinin gereksiz ve orantısız maddi güç kullanımları olup uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucularda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır (benzer değerlendirme için bkz. Alp Altınörs, B. No: 2018/2790, 25/2/2021, § 52; Erdal İmrek, B. No: 2015/4206, 17/7/2019, 42) Aynı zamanda başvurucuların adil yargılanma ve etkili başvuru haklarına yönelik olarak ileri sürdükleri ihlal iddialarının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yükümlülüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Başvurucu Şinasi Dursun Yönünden

36. Başvurucu, müdahale gerektirecek bir durum olmamasına rağmen kolluk güçlerinin yakın mesafeden sıktıkları kimyasal gaza maruz kalması sonucu gözünde yanma sorunu yaşadığını, bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

38. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

39. Bununla birlikte bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kalabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

40. Dosyada yer alan belge ve bilgilere göre kolluk görevlileri, başvuruya konu toplantı ve yürüyüş güzergâhının Valilikçe izin verilen alanlar içinde olmaması ve grubun yolun tamamını -bir tutanağa göre bir kısmını- araç trafiğe kapatması nedeniyle gruba dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuş ve yürüyüşü engellemek için barikat kurmuştur. 28/12/2015 tarihli bilirkişi raporuna göre grup, kolluk güçlerinin ihtarlarına rağmen dağılmamış ve direnmiştir.

41. Somut olayda kolluk güçlerinin gösterici gruba gaz sıktığı konusunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Hakkında adli soruşturma süreci işletilmeyen başvurucu, gösterici grup içinde yer aldığını belirterek göz yaşartıcı gazın etkilerinden ve müdahale sırasında gazın kullanılma şeklinden şikâyet etmiştir. Sağlık kuruluşuna müracaat eden başvurucunun gözünde hafif kızarıklık tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, somut olayda kolluğun zor kullanma yetkisinin orantısız olmadığı gerekçesiyle kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Bahse konu kararda, başvurucunun yaralanmasının müdahale dışındaki bir olaydan kaynaklandığına dair herhangi bir iddia değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun yaralanmasının güvenlik güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

42. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

43. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer, § 82). Bu doğrultuda somut olayın koşullarında müdahalenin gerekliliği ve orantılılığı incelenmelidir.

44. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81).

45. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

46. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri kararında, kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen ve kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını incelemiştir. Kararda,polise karşı herhangi bir saldırıda bulunduğu tespit edilmeyen göstericinin gözlerinde kızarıklık olduğu sağlık raporu ile tespit edilmesine karşın bu yaralamanın güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba yönelik polis müdahalesi sırasında biber gazından etkilenme suretiyle oluştuğunu kabul etmiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 90).

47. Zikredilen kararda gaz kullanımının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğunu ifade eden Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda başvurucunun bu gazdan etkilenmesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığının söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).

48. Başvuruya konu gösteri yürüyüşü güzergâhı, daha önce bu amaçla belirlenen güzergâhlardan olmaması nedeniyle yürüyüş idari makamlarca kanuna aykırı olarak kabul edilmiştir. Dosya kapsamındaki tutanaklara göre göstericilerin yolu araç trafiğine kapatarak yürüyüş gerçekleştirmek istemesi üzerine polis barikat kurarak yürüyüşe izin vermemiştir. Ayrıca dosya kapsamındaki tutanaklarda kolluk görevlilerinin gruba dağılmaları, aksi hâlde müdahale edileceği yönündeki ikazlarına rağmen gösterici grubun barikata yüklenmesi sonrasında polislerin gaz kullandığı belirtilmiştir.

49. Kolluk görevlilerinin açıkça keyfîlik bulunmayan işlem ve eylemlerinde -haksız olduğu düşünülse dahi- kolluk personelinin yetkileri kapsamında talep ettikleri hususların yerine getirilmesi bir zorunluluk olup aksi durumda zor kullanma yetkisinin doğacağı kabul edilmelidir (S.Ç., B. No: 2017/17516, 15/9/2020, § 34). Başvurucunun grubun dağıtılması için gaz kullanılan toplantıya katılıp katılmadığı ve polis barikatını aşmaya çalışıp çalışmadığı kamera kaydı ve tutanaklardan tespit edilememekle birlikte kolluk güçlerinin ihtarlara rağmen barikata yüklenerek aşmaya çalışan göstericilere gaz kullandığı ve bu güç kullanımının da açıkça keyfî olmadığı anlaşılmıştır. Bu doğrultuda her ne kadar başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerektiren eylem içinde bulunduğu kamu makamlarınca özel olarak ortaya konulamasa da yürüyüş gerçekleştirmek için direnç gösteren diğer göstericilerin eylemleri nedeniyle kolluk görevlilerince -başvurucunun da yaralanmasına neden olan- gaz kullanımının gerekli olmadığı söylenemez.

50. Somut olayda başvurucunun gözlerinde göz yaşartıcı gazın doğal etkisi olarak hiperemi (bir dokunun normalden daha fazla kanlanması) tespit edilmiştir (bkz. § 10).Basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek mevcut yaralamada polislerin başvurucunun gözüne doğrudan ve yakın mesafeden gaz sıktığına veya gazı aşırı kullanıldığına dair herhangi bir tespit bulunmamaktadır. Bu kapsamda başvurucunun polis barikatlarını aşmaya çalışan kişilere sıkılan gazdan etkilendiği sonucuna ulaşılmış olup yukarıdaki karardan ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığı değerlendirilmiş ve başvurucunun göz yaşartıcı gazdan etkilenmesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna varılmıştır.

51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucular İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever Yönünden

 (1) İl Emniyet Müdürünün Eylemlerine Yönelik İhlal İddiaları Yönünden

52. Başvurucular; polisin haklı ve somut bir gerekçe olmaksızın, doğrudan yüzlerine gaz sıktığını, ayrıca polisin başvurucu İbrahim Kara'nın önlüğünden çekmesi nedeniyle boynundan yaralandığını iddia ederek İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma yapılmasını talep etmiştir.

53. Cumhuriyet Başsavcılığı, İl Emniyet Müdürü'nün müdahale eden kolluk görevlileri arasında olmadığı, 2911 sayılı Kanun kapsamında toplantıya müdahale talimatının idari işlem niteliğinde olduğu ve yaralamaya ilişkin müdahale talimatını vermediği gerekçeleriyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir.

54. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak Anayasa’nın 17. maddesini ihlal edecek biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle iddiaların uygun delillerle desteklenmesi gerekmektedir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul, şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

55. Başvurucuların bu başlıktaki iddialarının doğrudan eylemi gerçekleştiren kolluk görevlileri dışında kolluk kuvvetlerine toplantıya müdahale talimatı verdiği belirtilen İl Emniyet Müdürü'ne yönelik olduğu anlaşılmıştır.

56. Kolluğun müdahalesinden dolayı cezalandırılması talep edilen kolluk amirleri hakkında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince devletin etkili bir soruşturma yükümlülüğünden bahsedilebilmesi için öncelikle savunulabilir bir iddianın ortaya konulması gerekmektedir. Savunulabilir bir iddianın esasını, hakkında soruşturma yapılacak kişilerin mağdurun yaralanmasından ceza hukuku anlamında sorumlu olabilme ihtimalinin ortaya konulması oluşturmaktadır (Hasan Fırat [GK], B. No: 015/9496, 31/10/2019, § 54). Aksi takdirde devletin ceza hukuku kapsamında sorumlu olmayan kişiler hakkında da makul kabul edilemeyecek bir şekilde soruşturma yükümlülüğü altına sokulması söz konusu olacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İbrahim Akan, B. No: 2014/10628, 16/11/2016, § 36; Bülent Barmaksız, B. No: 2014/9771, 21/9/2016, § 28; Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017, § 25; Onur Cingil (2), B. No: 2014/2976, 9/5/2018, § 60; Gamze Elvan ve diğerleri, B. No: 2015/5718, 9/5/2019, § 60; Davut Yıldız, B. No: 2014/14147, 24/1/2018, § 33).

57. Başvurucular, olay günü yapılan müdahaleye ilişkin olarak kolluk amirlerinin verdiği somut bir talimattan söz etmemiş; genel olarak polisin müdahalesi sonucunda göz yaşartıcı gaza ve orantısız fiziksel müdahaleye maruz kaldıklarını ileri sürmüştür. Başvurucular, kolluk görevlilerinin ölçüsüz müdahalede bulunduğu iddiası ile kolluk amirlerinin talimatları arasında ceza hukuku bağlamında illiyet bağını gösteren savunulabilir bir bilgi veya belge de ortaya koymamış; verilen emirlerin kolluk görevlilerinin yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğunu gösteren herhangi bir somut kanıt da göstermemiştir.

58. Bu açıklamalar ışığında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiaları yönünden İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma yapılmasını gerekli kılan nitelikte, kolluğun müdahalesiyle verilen talimatlar arasında illiyet bağını gösteren hiçbir kanıt unsuru bulunmadığı, dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki iddiaların soyut ve temellendirilmemiş şikâyet niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir.

59. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların iddialarının bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 (2) Kolluk Memurlarının Kuvvet Kullanımına Yönelik İhlal İddiaları Yönünden

60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

61. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

62. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

63. Başvurucuların şikâyetlerine konu eylem bir devlet görevlisinden kaynaklandığı için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucuların kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

64. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin genel ilkeler için Akın Can (B. No: 2016/13469, 10/6/2020, §§ 39-45) kararı ile Alp Altınörs (aynı kararda bkz. §§ 40-46) kararına bakılabilir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

65. Başvurucular, katılmış oldukları bir gösteri sırasında herhangi şiddet eylemine karışmadıkları ve barışçıl bir tutum içinde oldukları hâlde kolluk kuvvetinin doğrudan ve yakın mesafeden kullandığı gazdan yaralandıklarından yakınmaktadır. Ayrıca başvurucu İbrahim Kara, polisin önlüğünü çekmesi nedeniyle boynundan da yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucular göz yaşartıcı gazın doğal etkileri haricinde göz yaşartıcı gazın kullanılma şeklinden de şikâyet etmiştir.

66. Başvurucular gaz kullanımına ilişkin bu iddialarını aynı gün tedavi gördükleri hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemiştir. Bu durum, adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ayrıca ATK'nın düzenlediği raporlarda da tespit edilmiştir (bkz. §§ 10,14).

67. Öte yandan görüntü kaydının incelendiği bilirkişi raporundan, diğer katılımcılar polis barikatına yakın mesafede olmadığı hâlde başvurucu İbrahim Kara'ya sırf kolluk güçlerinin oluşturduğu barikatın önünde slogan atması üzerine gazla müdahale edildiği anlaşılmıştır (bkz. §15). Şu hâlde başvurucuların iddialarını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucuların iddiaları dışında başkaca bir şekilde yaralandıkları yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır (bkz. §§ 17, 18).

68. Adli raporlarda başvurucu İbrahim Kara'nın bilinç durumunda hafif nörolojik hasar ile gözleri, kolları ve boynunda kanlanma olduğu, başvurucu Belkis Yurtsever'in ise ense ve omuzdan başlayarak kol ve elini içeren uzuvlarında kızarıklar tespit edilmiştir. Bu doğrultuda başvurucularda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamı alanında incelenebilmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.

69. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güç kullanımı için gücün meşru hedefe ulaşılması adına kaçınılmaz ve orantılı olması zorunludur (bkz. § 81). Bu doğrultuda kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı zorunlu hâle gelmedikçe fiziksel güce başvurmak kötü muamele yasağını ihlal edecektir.

70. Kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir. Somut olayda, başvurucuların da katıldığı protesto eyleminde dağılmaları yönündeki ikazlara karşın bazı göstericilerin yürüyüşe geçmesi üzerine polis, kalkanlarıyla göstericileri dağıtmaya çalışmıştır. Grubun kalkanlara yüklenerek direnç göstermesi üzerine polisin göstericilere kısa süreli gaz sıktığı 7/10/2015 tarihli Görüntü İzleme Tutanağı'nda belirtilmiştir.

71. Cumhuriyet Başsavcılığı kararı ve tutanaklarda başvurucu İbrahim Kara'nın megafonla gruba dağılmamaları yönünde konuşma yaptığı belirtilmiş olup kolluk görevlilerince başvurucuya gaz kullanılmasını gerekli kılan bir durum olduğuna dair bir gerekçe ileri sürülmemiştir. Öte yandan başvuruya konu olayın görüntü kayıtlarının incelendiği bilirkişi raporunda, başvurucu İbrahim Kara'nın polis barikatının önüne gelerek sadece slogan atması nedeniyle kolluk güçlerinin başvurucuya gazla müdahale ettiği tespit edilmiş ve bu esnada diğer göstericilerin polis barikatına yakın bir mesafede olmadığı da gözlemlenmiştir. Dosya kapsamında gaz kullanımına ilişkin olarak başkaca bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

72. Soruşturma dosyasında yer alan deliller ve tespitler gözetildiğinde katıldığı gösteride gaz kullanımı nedeniyle yaralandığı anlaşılan başvurucu İbrahim Kara'nın davranışlarından dolayı fiziksel güce başvurulduğunu kabul etmenin mümkün olmaması karşısında güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiğinin kamu makamlarınca kanıtlanamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca olay yerinde önlem alan kolluk görevlilerine karşı fiilî bir müdahalede bulunmayan ve saldırgan bir tavır içinde olmayan başvurucu İbrahim Kara'ya barikat önünde tek başına slogan atması nedeniyle doğrudan gaz kullanımının orantılı olduğu da kabul edilemez.

73. Diğer yandan başvurucu Belkis Yurtsever'in ise ikazlara rağmen dağılmayarak -yolu araç trafiğine kapatarak- yürüyüş gerçekleştirmek isteyen grubun içinde bulunduğu ve polis kalkanına yüklenmek suretiyle direndiği Görüntü Kaydı Tutanağı'nda belirtilmiştir. Buna göre başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerektiren bir eylem içinde olmadığı, dolayısıyla kolluk görevlilerinin gaz kullanımı suretiyle -başvurucunun da yaralanmasına neden olan- güç kullanımının gerekli olmadığı söylenemez.

74. Bununla birlikte göz yaşartıcı gazın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara sebebiyet verme potansiyeli olup orantılı şekilde kullanıldığı idari makamlarca ortaya konulmalıdır. Kolluk tarafından düzenlenen tutanakta başvurucu Belkis Yurtsever'in omuz, kol ve ellerini kapsayan uzuvlarında yaralanmaya neden olan güç kullanımının orantılılığı hususunda net bir açıklama bulunmayıp göstericilere karşı kademeli güç kullanıldığının belirtilmesiyle yetinildiği görülmüştür.

75. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvuruculara karşı kullanılan gazın neden ve nasıl orantılı olduğu hususunda tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır. Bu nedenle başvuruculara karşı kolluk görevlileri tarafından orantılı şekilde göz yaşartıcı gaz kullanıldığı hususunun kamu otoritelerince açıkça ortaya konulamadığı sonucuna ulaşmak gerekmiştir. Hâl böyle olunca da somut olayın koşullarında başvuruculara orantısız şekilde gaz sıkılması nedeniyle başvurucuların fiziksel ve ruhsal acı duymalarına neden olunduğu sonucuna varılmıştır.

76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

77. Yukarıda varılan sonuç dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi, ayrıca başvurucu İbrahim Kara'nın boynundaki yaralanmaların polis memurlarının eylemleri sonucu gerçekleşip gerçekleşmediğine dair bir incelemeyi gerekli görmemiştir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

78. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin genel ilkeler için Akın Can (aynı kararda bkz. §§ 56-62) kararı ile Alp Altınörs (aynı kararda bkz. §§ 54-57) kararına bakılabilir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Başvurucular, kolluk görevlilerinin keyfî olarak doğrudan ve yakın mesafeden gazla müdahale etmesi nedeniyle yaralandıklarını ileri sürmüş; aynı gün alınan sağlık raporlarını ve olaya ilişkin görüntü kaydını daha sonra Başsavcılığa sunarak yaralanmalarından sorumlu olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Bu durumda başvurucuların kolluk görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralandıkları hususunda savunulabilir iddialarının olduğu anlaşıldığından Başsavcılığın etkili soruşturma yükümlülüğünün başladığı kabul edilmiştir.

80. Cumhuriyet Başsavcılığı; kolluğun düzenlediği tutanak ve görüntü kaydı çözümündeki bazı tespitleri gözeterek toplantının kanuna aykırı olarak gerçekleştiği, göstericilerin bir kısmının kolluk görevlilerine direndiği, dolayısıyla ikazda bulunan kolluk güçlerinin göz yaşartıcı gaz kullanma yetkisi bulunduğu kabulü ile takipsizlik kararı vermiştir. Kararda, başvurucuların doktor raporlarına göre kolluğun orantılı ölçüde zor kullandığı, kasten yaralama eyleminin gerçekleşmediği kabul edilmiş ancak başvurucuların yaralanmalarının niteliği, tesiri ve vücutlarındaki yerleri gözetilmemiş; bunların gazın olağan etkilerinden meydana gelip gelmediğine dair bir değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca başvurucu İbrahim Kara, kolluk amirinin gaz kullanmama talimatına rağmen polisin keyfî olarak gaz kullandığını iddia etmiş ise de gerek bu iddianın gerçeği yansıtıp yansıtmadığı gerekse kolluk görevlilerinin eylemleri ve kendilerine ne şekilde talimat verildiği hususlarında herhangi bir araştırma yapılmamış, ilgili kolluk amirinin beyanı alınmamıştır.

81. Öte yandan başvuruya konu olayın görüntü kayıtlarının incelendiği bilirkişi raporunda başvurucu İbrahim Kara'ya -tek başına olacak şekilde-polis barikatının önünde slogan atması nedeniyle kolluk görevlilerince gazla müdahale edildiği yönünde tespite yer verilmesine rağmen başvurucunun gereksiz ve orantısız şekilde yüzüne doğru gaz sıkılıp sıkılmadığı da araştırılmamıştır.

82. Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığının başvuruculara yönelik göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin müdahalenin gerekliliğini ve müdahale şeklini irdelemeden, olaya karışan kolluk görevlilerinin güç kullanmalarına ilişkin gerekçelerini sorgulayabileceği ifadelerini almadan bir sonuca vardığı görülmüştür. Bu şekildeki bir soruşturmanın Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği özende ve ciddiyette olduğunun söylenmesi güçtür.

83. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddiasıyla ilgili bir ceza soruşturmasında olayı aydınlatma kapasitesine sahip önemli birtakım delillerin toplanmaması bile tek başına, ulaşılan neticenin tutarlılığına gölge düşürebilir. Başvuruya konu ihlal iddialarının gerektirdiği soruşturma yükümlülüğü, olayın gerçekleşme koşullarının belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu yükümlülük, mağdurların soruşturma işlemlerine ilişkin her türlü talebinin karşılanmasını gerektirmese de soruşturmanın seyrini etkileyecek ve maddi gerçeğin açığa çıkmasına yardımcı olacak mahiyetteki iddialarının araştırılmasını lüzumlu kılmaktadır (benzer değerlendirme için bkz. Deniz Karadeniz ve diğerleri, B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 109). Diğer yandan soruşturma makamlarınca ulaşılan sonuçların delillerin nesnel analizine dayanması ve soruşturmanın etkili yürütüldüğü hususunda tereddüt oluşmaması adalete olan inancın sarsılmaması bakımından da zorunludur.

84. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında, aralarında başvurucuların da olduğu bazı göstericilerin kolluğa direnmesi nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak başvurucuların iddialarına dayanak sağlık raporları ve bilirkişi raporundaki tespitler gözetildiğinde soruşturma neticesinde varılan yargısal sonuçtan başvuruculara karşı -vücutlarının farklı bölgelerde yaralanmaya neden olacak şeklinde- güç kullanılmasının neden orantılı olduğu tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Zira kararda güç kullanımının orantılılığına dair başvurucular hakkında bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Öte yandan başvurucu İbrahim Kara'ya kullanılan gazın gerekliliği konusunda da bir değerlendirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucular açısından da kendilerine karşı kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili biçimde yürütüldüğü söylenemeyecektir.

85. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

86. Başvurucular; sendikal eylemler arasında toplu eylem yapma hakkı da olduğunu, etkinliğin Sendikanın aldığı karar üzerine gerçekleştirildiğini ve sendikal faaliyet hakkı niteliğinde olduğunu, henüz gösteri yürüyüşüne başlamadan polis şiddeti ile karşılaştıklarını, polisin orantısız müdahalede bulunduğunu iddia etmiştir. Başvurucular, kamu emekçisini ilgilendiren toplu sözleşme sürecine ilişkin fikirlerini ifade etmek amacıyla toplandıklarını ancak kolluk güçlerinin haklı bir neden olmaksızın yaptığı müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile sendika hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucular Başsavcılığın soruşturma yürütmeden ve delilleri değerlendirmeden sonuca ulaştığını, Hâkimliğin de gerekçesiz olarak itirazın reddine dair karar verdiğini belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

87. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabileceklerine ve belli bir takdir haklarına sahip olduklarına dair kararına atıf yapılarak kolluk görevlilerinin müdahalelerinin bu kapsamda olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Bakanlık, başvurucuların da aralarında bulunduğu grubun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne yürüyüş için hazırlık yaptığı, gruba yönelik birçok kez ikazda bulunulmasına ve kolluk görevlilerinin tüm ikna çabalarına rağmen grubun yolu trafiğe kapatarak kortej oluşturmaya başladığı, yolu tamamen kapatmak suretiyle yürüyüşlerinde ısrarcı olması nedeniyle de kolluk görevlilerinin ilk aşamada kalkanlarla müdahale ettiği, akabinde grubun kalkanları itmek ve kalkanlara yüklenmek suretiyle mukavemet göstermesi üzerine de orantılı şekilde kısa süreli gaz sıkmak suretiyle gruba müdahalede bulunduğunu belirtmiştir. Bakanlık, bu şekilde gerçekleşen bir olayda müdahalenin meşru amacının kamu düzeni ve güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması niteliğinde olup olmadığının, ayrıca yargılama makamlarının kararlarındaki tespit ve sonuçların kanunun uygulanması niteliğinde olup olmadığının, ilgili ve yeterli gerekçeler içerip içermediğinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

88. Başvurucular; Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında katıldıkları toplantının keyfî ve orantısız şekilde engellendiğini, sorumlular hakkındaki şikâyetlerinin takipsizlikle sonuçlanırken haklarında kamu davası açılmasının da hakka yönelik müdahale niteliğinde olduğunu, müdahalenin meşru bir amacı olmadığını, üyesi olduğu sendika nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını, Anayasa Mahkemesinin aynı eyleme katılan bir diğer başvurucu hakkında daha önce ihlal kararı verdiğini ve sendikal haklarının da ihlal edildiğini belirterek başvuru dilekçesindeki açıklamalarını tekrar etmişlerdir.

2. Değerlendirme

89. Anayasa'nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

90. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu bağlamda başvurucuların kolluk görevlilerinin toplantıya orantısız müdahale ettiğine, sorumlular hakkında yaptıkları şikâyetle ilgili olarak etkili soruşturma yapılmadığına ve Hâkimliğin itirazın reddine dair kararının yeterli gerekçe içermediğine ilişkin iddiaları bir bütün olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

91. Başvuruya konu toplantıya ilişkin müdahalenin varlığı, anılan müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı ve müdahalenin kanuniliği ile meşru amacı yönünden İlhan Yiğit kararında değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca toplantıya yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğuna ilişkin genel ilkeler açıklanmıştır (İlhan Yiğit, §§ 60-71). Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mevcut başvuruda da anılan değerlendirmeden, kabul ve ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir husus olmadığı anlaşılmıştır.

92. Başvurucuların da içinde olduğu yaklaşık 250-300 kişilik grup AŞTİ'nin karşısında bulunan pazar yerinde bir araya gelmiş ve toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin yapılacağı, yaklaşık bir kilometre uzaklıkta bulunan ÇSGB binasına kadar görüşmelere katılacak konfederasyon heyeti ile birlikte yürümek ve bina önünde basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlileri, başvuruya konu toplantı ve yürüyüş güzergâhının Valilikçe izin verilen alanlar içinde olmaması ve grubun yolun tamamını -bir tutanağa göre bir kısmını- araç trafiğine kapatması nedeniyle gruba dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuş; yürüyüşü engellemek için barikat kurmuştur. Uyarılara rağmen dağılmayan grubun yürümek için polis kalkanlarına yüklenmesi nedeniyle kolluk güçleri gruba müdahale etmiştir.

93. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara göre başvurucu İbrahim Kara ses yükseltici cihazla, ÇSGB binası önüne kadar gidilerek taleplerin burada dile getirileceğini, bu nedenle dağılmamaları gerektiğini topluluğa bildirmiş; kısa süreli oturma eylemi yapmıştır. Başvurucu Belkıs Yurtsever ise polisin dağılma yönündeki ihtarına uymamış, polis kalkanına yüklenmiştir.

94. Kolluk güçleri, toplu şekilde yürüyüş gerçekleştirilmemek koşuluyla ÇSGB'de basın açıklaması yapılmasına izin verileceğini ilgililere bildirmiştir. Nitekim kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi sonrası topluluk ikna edilerek gösteri yürüyüşü yapılmamış ve anılan yerde basın açıklaması yapılmıştır.

95. Somut olayda toplanılan ve yürüyüş planlanan güzergâhın Valilikçe bu amaca tahsis edilen yerlerden olmaması ve katılımcıların yolu tamamen araç trafiğine kapatması polisin barikat kurmasına, dolayısıyla yürüyüşün engellenmesine gerekçe oluşturmuştur. Başvurucuların da içinde olduğu gruptan bazı kişilerin polis barikatına yüklenmesi üzerine gruba müdahale edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı toplantının 2911 sayılı Kanun'un 22. maddesine aykırı olarak gerçekleştirildiğini kabul etmiş; başvurucuların da aralarında olduğu katılımcıların kolluk görevlilerin ihtarına rağmen kanuna aykırı toplantı yapmaya devam etmeleri ve kolluk güçlerine direnmeleri nedeniyle müdahalenin polisin zor kullanma yetkisinde kaldığını, zorunlu ve orantılı olduğunu değerlendirmiştir (bkz. § 18).

96. Anayasa Mahkemesince başvuruya konu toplantı ve gösteri yürüyüşüne idare tarafından gerçekleştirilen müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı İlhan Yiğit kararında değerlendirilmiştir. Anılan kararda müdahalenin gerekçesi olarak ileri sürülen hususlar ile -yapılmasına izin verilen- basın açıklamasının yapılacağı yere kadar yaklaşık 250 kişinin belirli bir düzen içinde toplu hâlde yürüyüşüne devletin daha fazla müsamaha göstermesinin mümkün olup olmadığı tartışılmıştır. Anayasa Mahkemesi hakkın ihlal edildiğine yönelik değerlendirmesinde kamuya açık bir alanda yapılan barışçıl bir gösteri yürüyüşünün engellenmesi, katılımcıların dağıtılması şeklindeki müdahale ile başvurucunun toplu şekilde gösteri yürüyüşü gerçekleştirme, pankart taşıma ve slogan atma yoluyla fikirlerini ifade etme hakkından mahrum bırakılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna varmıştır. Başvuruya konu müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşıldığı kararda şu gerekçe ve değerlendirmelere dayanılmıştır:

- Somut olayda göstericilerin toplantı esnasında trafiği ne ölçüde aksattığına,araçların ilerlemesi için alternatif yolların olmadığına, trafiğin aksadığı süre içinde kamu düzeni ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması çerçevesinde katlanılması zor veya imkânsız bir zarar ya da zarar tehlikesi ile karşılaşıldığına, yürüyüşün doğası gereği hoşgörü gösterilmesini gerektiren kabul edilebilir sınırın aşılıp aşılmadığına yönelik değerlendirme yapılmadığı tespit edilmiştir.

- Yürüyüş yapılması planlanan güzergâhın Ankara'nın işlek caddelerinden birinde olmadığı, aksine ÇSGB binasına giden oldukça dar ara sokaklardan birinin seçildiği belirtilmiş ve bu mesafenin yaklaşık bir kilometre olduğu gözetilerek yürüyüşe engel olunmaması hâlinde trafiğin sadece kısa bir süre aksayacağı değerlendirilmiştir.

- Katılımcıların anılan yürüyüşü ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla fikirlerini kolektif biçimde ifade etme, o sırada toplu iş görüşmelerini yapmak üzere ÇSGB binasında bulunan Hükûmet yetkililerine seslerini duyurma amacıyla düzenlediklerine dikkat çekilmiştir. Ayrıca başvuru konusu yürüyüşün özellikle toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin yapıldığı tarihte gerçekleştirilmesinin katılımcılar yönünden özel bir önemi olduğu vurgulanmıştır.

- Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için kolektif bir şekilde kullanılan bir hak olduğu, somut olayda hakkın kolektif şekilde kullanılmasının -ekonomik ve sosyal haklar açısından- önemi de gözetilmediği belirtilmiştir.

- Son olarak bütünüyle barışçıl olmaktan çıktığı değerlendirilmeyen ve herhangi bir şiddet hareketi yaşandığı tespit edilemeyen gösteri yürüyüşünde katılımcıların haklarını kullanabilmelerine yönelik olarak idarenin daha fazla tolerans göstermemesi için makul herhangi bir sebep olmadığı değerlendirilmiştir.

97. Somut olayda da bu değerlendirmeler ve kabulden ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığı anlaşılmıştır.

98. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

99. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenme hakkı yönünden ihlal kararı verildiğinden başvurucuların sendika hakkı kapsamındaki şikâyetleri yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

100. Başvurucular; ihlalin tespiti, hak ihlalini gerçekleştirenlerin yargılanması ile her biri için ayrı ayrı olmak üzere 25.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

101. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever yönünden kolluk görevlilerinin güç kullanımının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Ayrıca tüm başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

102. Başvuruda tespit edilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutu hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği soruşturma mercilerince yapılması gereken iş yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

103. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'e taleple bağlı kalınarak ayrı ayrı 25.000 TL, başvurucu Şinasi Dursun'a 13.500 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Şinasi Dursun'un insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'in İl Emniyet Müdürü'nün eylemleri yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'in kolluk memurlarının eylemleri yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutuna ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (2015/112465 S., 2016/3571 K.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'e taleple bağlı kalınarak 25.000 TL, başvurucu Şinasi Dursun'a 13.500 TL manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DİLAN DURSUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/18831)

 

Karar Tarihi: 2/11/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 25/1/2023 - 32084

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Dilan DURSUN

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlilerince toplumsal bir olaya müdahale sırasında kullanılan gaz fişeğinin neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkin olmaması nedeniyle yaşam hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 10/12/2015 ve 25/9/2020 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2020/31111 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/18831 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2015/18831 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu 19/9/1993 doğumlu olup başvuruya konu olay tarihinde Hacettepe Üniversitesinde öğrencidir.

11. Kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen gösterilerde hayatını kaybeden E.S.nin cenaze töreni nedeniyle 16/6/2013 tarihinde Ankara Kızılay Meydanı'nda bir gösteri düzenlenmiştir. Başvurucu da anılan gösteriye katılanlar arasındadır.

12. Kolluk kuvveti toplantının kanuna uygun olmadığı gerekçesiyle gösteriye müdahalede bulunmuştur. Müdahale sonrası başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım gösterici Kızılay Meydanı'ndan Kurtuluş semtine doğru Ziya Gökalp Caddesi üzerinden yaya olarak kaçmaya başlamıştır.

13. Kaçan göstericilerin bir kısmı zaman zaman bir araya gelerek Kurtuluş Parkı'ndan ve yol kenarından söktükleri bankları caddeye dizmek suretiyle trafik akışını engellemeye çalışmıştır. Kolluk kuvvetinin müdahalesiyle banklar kaldırılarak trafik akışı sağlanmış ancak göstericiler yolu yine benzer şekilde kapatmıştır. Kolluk görevlileri göstericilerin koyduğu engelleri tekrar kaldırarak yolu trafiğe açmıştır.

14. Ziya Gökalp Caddesi Kolej Kavşağı civarındaki olaylar sırasında kolluk kuvveti, toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) ile Shortland olarak isimlendirilen üç zırhlı araç kullanmıştır. Zırhlı araçların kulesinden kolluk görevlilerince göz yaşartıcı gaz bombası atılarak göstericiler dağıtılmaya çalışılmıştır.

15. Plakası olmayan Shortlan'den atılan gaz kapsülünün başvurucunun başının arka kısmına isabet etmesi sonrası başvurucu yaralanarak yere düşmüştür. Başvurucunun yaralandığını fark eden etraftaki bazı kişiler başvurucuya yardımcı olmak üzere yanına gitmiştir. O sırada başvurucunun yaralandığını fark eden TOMA'da görevli bir kolluk görevlisi de araçtan inerek başvurucunun yanına gitmiş ve başvurucuya yardımcı olmak maksadıyla yoldan geçmekte olan sivil bir aracı durdurmuştur. Olay yerinde tesadüfen bulunan ve başvurucuya ilk tıbbi müdahaleyi yapan Ö.P. isimli beyin cerrahi uzmanı doktor ile çevredeki sivil kişilerin yardımıyla başvurucu, sivil araca bindirilmiş ve Ö.P.nin refakatinde hastaneye götürülmüştür.

16. Cebeci Polis Merkez Amirliğinde (Polis Amirliği) görevli oldukları değerlendirilen polis memurları G.P. ve A.R.B.nin imzasını taşıyan ve daha sonra soruşturma evrakına eklenen 16/6/2013 tarihli tutanakta; olay tarihinde saat 14.20 sıralarında Ankara Numune Hastanesinden polis merkezinin arandığı, Kurtuluş Kavşağı'nda başından yaralanan Dilan Dursun isimli bir vatandaşın hastaneye getirildiği bilgisinin verildiği, bunun üzerine hastaneye intikal edilmek istendiği, ne var ki devam eden toplumsal olaylarda eylemcilerin polise yönelik saldırgan tavırları nedeniyle ancak saat 16.00 sıralarında hastaneye gidilebildiği, şahsın tedavisinin devam ettiği ve ifade verebilecek durumda olmadığı bildirildiğinden ifadesinin alınamadığı, şahsı hastaneye götüren kişilerin de polise tepki göstererek kötü sözler sarf etmeleri nedeniyle bu kişilerle de sağlıklı iletişim kurulamadığından olay ve olay yeri hakkında kesin bilgi temin edilemediği, bu nedenle Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağı ile olay yeri teknik incelemesinin yapılamadığı kayıt altına alınmıştır.

17. Başvurucu vekili 21/6/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) başvurucuyu yaralayan kolluk görevlisinin tespit edilmesi ve cezalandırılması için iddianame düzenlenmesi talebiyle suç duyurusunda (ilk suç duyurusu) bulunmuştur. Başvurucu vekili suç duyurusu dilekçesine olay yerine ait olduğunu belirttiği bazı fotoğrafları da eklemiştir.

18. Cumhuriyet Başsavcılığı bu suç duyurusu üzerine 21/6/2013 tarihinde olayla ilgili adli soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında; başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor, olay anına ilişkin kamera kayıtları, başvurucunun ve olayla ilgili görgüsü bulunan tanıkların ifadeleri, bazı kolluk görevlilerinin şüpheli sıfatıyla alınan ifadeleri ile adli kolluk tarafından 20/6/2013 tarihinde düzenlenen olay yeri inceleme raporu temin edilmiştir. Bunun dışında olay gününe ait polis telsiz kayıtları, bazı polis memurlarının şüpheli sıfatıyla alınan ifadeleri, olaya karışma ihtimali bulunan bazı polis memurları ile zırhlı araçların fotoğrafları da ilerleyen süreçte dosya arasına alınmıştır. Toplanan delillerin detayı şu şekildedir:

i. Başvurucu hakkında düzenlenen kesin adli tıp raporunda sol oksipital depresyon fraktürü (kafatasının enseye yakın sol arka kısmında kemik kırığı) nedeniyle hastanın opere (ameliyat) edildiği, postoperatif (ameliyat sonrası) dönemde yoğun bakımda takibinin yapıldığı, özel servise yatırıldığı, tetkik ve tedavisine devam edildiği, kranial BT'de (bilgisayarlı tomografi tetkiki) sol temporo oksipitopariyetal periferde (beynin kafatası sol arka alanındaki kısmı) hipodens (doku bozukluğu) ödem alanı, sol oksipitopariyetalde deplase (ayrılmış) parçalı çökme fraktürü (kırığı), hemorojik (kanamalı) kontüzyo (ezik) ile uyumlu alanlar izlendiği tespitlerine yer verilmiştir. Bu tespitlere göre söz konusu yaralanmanın başvurucunun yaşamını tehlikeye soktuğu basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, kemik kırığına neden olduğu, parçalı deprese oksipal kemik kırığının yaşam fonksiyonlarını 4. derecede (ağır) etkilediği belirtilmiştir.

ii. Olay anına ilişkin kamera görüntüleri ile olay tarihinde görevli personel ve araç fotoğrafları üzerinde mukayeseli inceleme yapılması için bilirkişi raporu alan Cumhuriyet Başsavcılığı, bu görüntülerden yola çıkmak suretiyle temel olarak iki hususu araştırmıştır: Bunlardan ilki gaz mühimmatını atan personelin kim olduğu, ikincisi ise plaka bilgisi bulunmayan aracın bilgilerinin tespiti ile kolluğun hangi birimine ait olduğudur. Bilirkişi incelemeleri sonucunda görüntü kalitesi ve kameranın olay yerine uzaklığı gibi bazı teknik nedenlerle her iki hususta da net bir bilgi elde edilememiştir.

iii. Müşteki ile tanıklar beyanlarında olayın zırhlı polis aracından atılan gaz mühimmatı nedeniyle meydana geldiğini, gaz mühimmatı atan personel kasklı olduğu için personelin yüzünü göremediklerini beyan etmiştir. 21/2/2014 ile 1/2/2018 arasında şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınan kolluk görevlilerinin bir kısmı olay yerinde bulunmadığını, bir kısmı olay yerinde bulunmakla birlikte gaz mühimmatı atmadığını, bir kısmı olay anında gaz mühimmatı kullanmakla birlikte gaz mühimmatını başvurucuya doğru atmadığını belirtmiş; sonuç olarak şüpheliler üzerilerine atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Bununla birlikte şüphelilerden bir kısmı olay tarihinde hangi zırhlı araç içinde görev yaptığını ve araç içinde görevli diğer personelin kim olduğunu belirtmiştir.

iv. Temin edilen polis telsiz kayıtlarındaki konuşmalardan kolluk görevlilerinin aynı anda Ankara'nın birçok farklı yerine müdahale ettiği anlaşılmıştır. Telsiz kayıtlarının dökümüne ilişkin belgeden başvurucunun yaralandığı yer ile ilgili olan bilgiler şu şekildedir:

"Çevik Kanalı

...

Saat 13:31:53

...

3338- ... Ayrıca Kurtuluş istikamtine yine bir TOMA'yla geçin bir arkadaşımız geçsin orda barikat kurulmuş, yol şu anda trafiğe kapanıyor gitsin barikatı kaldırsın gelsin tamam.

6210- Emir anlaşıldı efendim 6210 Merkez 6216.

...

6212- EfendimTOMA 7 yanında ayrıca 3 Shortland uygunsa Kolej kavşağına gönderiyorum. Oradaki grubun gereğini yaptırıyorum.

6210- Doğrudur, doğrudur. TOMA'da geçsin yolu da açsın tamam.

6212- Merkez TOMA 7 6273 Shortland ve 2 diğer Shortland Kolej Kavşağına doğru devam edin ordaki grup bir daha toplanamayacak şekilde dağıtın. Ayrıca, ayrıca bölgede imtihanların yapıldığı ... var. Gaz uygulaması yaparken dikkat edin.

6273- Emir anlaşıldı efendim.

3338- 4110.

4110- Havuz başında bi 50-60 kişi var efendim açıklama da söz konusu değil.

...

Saat 13:43:36

...

6273- Merkez.

Merkez- Merkez dinliyor.

6273- Merkez Kurtuluş Kavşakta bir tane vatandaş oraya bir 112 gönderirsen.

Merkez- Anlaşıldı Kurtuluş Kavşağın neresinde efendim?

6273- Kurtuluş Lisesi önü, Kurtuluş Lisesi önünde Kurtuluş Kavşakta tamam.

Merkez- Anlaşıldı tamam.

6212- 6273 Merkez o 155 anonsu olan meslektaşımızda olabilir. Bir çevre güvenliğini alın.

6273- Olumsuz efendim bi tane vatandaş, vatandaş, eylemci yaralandı. 112 lazım efendim tamam.

...

6210- Merkez 6295 bu Kurtuluş, Kurtuluş Kavşağına giden unsurlarımızda araçtan inmesinler. Konunun gereğini yaptılarsa dönsünler.

6296 Doğrudur ben varım efendim gereğini ... dönüyoruz.

...

"

v. Olay yeri inceleme raporunda 20/6/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısının sözlü talimatı ile soruşturma başlatıldığı, olayın bildirildiği tarihin ve saatin 20/6/2013, 21.05 olduğu, inceleme bitiş saatinin 21.50 olduğu, avukat E.B.nin olay yerinde hazır bulunduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca olay yerinde kurumuş kan lekesi bulunduğu ve bundan örnek alındığı, fotoğraf ve video görüntüsü alınarak kroki çizildiği, Olay Yeri Tutanağı düzenlendiği de ifade edilmiştir. Kan örneği üzerinde yapılan analiz sonucunda düzenlenen uzmanlık raporunda ise kan örneğinin bir kadına ait olduğu belirtilmiştir.

19. Başvurucunun yaralanmasına neden olan kolluk görevlisinin tespit edilebilmesi amacıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca farklı tarihlerde Ankara Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) çeşitli talepler içeren birçok müzekkere yazılmıştır. Bu doğrultuda;

i. Cumhuriyet Başsavcılığının olay tarihindeki araç ve personel bilgisine dair 24/6/2013 ve 25/6/2013 tarihli müzekkerelerine, Emniyet Müdürlüğü 8/7/2013 tarihli ve Güvenlik Şube Müdürü M.S.nin imzasını taşıyan cevabı vermiştir. Bu cevapta dört TOMA ile bu araçlarda görevli toplam sekiz personelin, birinin plaka bilgisi bulunmayan beş Shortland ile bu araçlarda görevli toplam on personelin bilgisi yer almaktadır.

ii. Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/9/2014 tarihinde Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkerede ise yazı ekinde gönderilen evrakta belirtilen aracın hangi birime ait olduğu ve olay tarihinde bu araçta görev yapan personelin kimlik bilgileri istenmiştir. Emniyet Müdürlüğü bu isteme 10/10/2014 tarihli, Güvenlik Şube Müdürü A.A. ile Çevik Kuvvet Şube Müdürü Y.E.nin imzalarını taşıyan bir yazıyla cevap vermiştir. Bu cevapta, olay tarihinde görevli toplam sekiz Shortland araç ile bu araçlarda görevli bazı personelin bilgilerine yer verilmiştir. Araçlardan dördünün plaka bilgisine yer verilmeyen yazıda, dört aracın personel bilgisi belirtilmiş; diğer dört aracın personelinin ise anlık olarak görevlendirildiği için tespit edilemediği gerekçesiyle kimlik bilgilerine yer verilmemiştir. Ayrıca yazı ekinde göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanmaya yetkili toplam 72 personelin kimlik bilgileri liste hâlinde yer almıştır. Ancak Emniyet Müdürlüğünün olay tarihindeki araç ve personel bilgisine dair 8/7/2013 tarihli yazısı ile 10/10/2014 tarihli yazısındaki bilgilerin bir kısmının aynı olmadığı görülmüştür.

20. Olaya ilişkin ilk soruşturma işleminin Polis Amirliğince başlatıldığı, 16/6/2013 tarihli Polis Tutanağı'ndan (bkz. § 16) ve Cumhuriyet Başsavcılığının Polis Amirliğine yazdığı -ilk soruşturma işleminin kendileri tarafından başlatıldığı bilgisini de içeren- 24/6/2013 tarihli müzekkeresinden anlaşılmıştır. Bu doğrultuda başvurucu, Polis Amirliğince gerçekleştirilen olay yeri incelemesinin ancak kendi girişimleriyle olaydan dört gün sonra 20/6/2013 tarihinde yapılabildiğini ileri sürmüştür. Bu nedenle başvurucu vekili 11/8/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına yeni bir suç duyurusunda (ikinci suç duyurusu) bulunarak başvurucunun yaralanmasının ardından olay yerine yakın olan kolluk görevlilerinin başvurucuyu yaralayan şüpheliyi yakalamamalarından ve olay yerindeki delilleri toplayarak muhafaza altına almamalarından yakınmış, ilgililerin görevlerini kötüye kullandıkları iddiasında bulunmuştur.

21. Söz konusu şikâyete ilişkin ayrıca bir soruşturma yürüten Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karara başvurucu vekili itiraz etmiş, itiraza bakan Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği 23/10/2015 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir.

22. Anılan ret kararı başvurucuya 11/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 10/12/2015 tarihinde ilk bireysel başvurusunu (B. No: 2015/18831) yapmıştır.

24. Başvurucu ayrıca 27/2/2015 tarihli dilekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığına bir suç duyurusunda (üçüncü suç duyurusu) daha bulunmuştur. Bu suç duyurusunda Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkerelere çelişkili ve farklı cevaplar verilmesi (bkz. § 19) nedeniyle M.S., A.A. ve Y.E. isimli üç kolluk amiri görevi kötüye kullanma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, resmî belgede sahtecilik suçlarını işlemekle itham edilmiştir. Zira başvurucuya göre şikâyetçi olduğu kolluk amirleri soruşturmanın akamete uğramasını istemekte ve bu şekilde sorumlu kolluk görevlilerinin cezalandırılmalarının önüne geçmeye çalışmaktadır.

25. Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu suç duyurusu hakkında açılan adli soruşturma 12/3/2015 tarihli kararla asıl soruşturma dosyası ile birleştirilmiştir.

26. Cumhuriyet Başsavcılığı aralarında başvurucunun 27/2/2015 tarihli suç duyurusuyla şikâyetçi olduğu üç kolluk amirinin de bulunduğu toplam 57 kolluk personeli hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Ek kovuşturmaya yer olmadığı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...şüphelilerin suç tarihinde Ankara ilinde görevli emniyet mensupları oldukları, şikayetçi Dilan Dursun'un 16/06/2013 günü ilimiz Kurtuluş Semti Ziya Gökalp Caddesi Kıbrıs Caddesi kavşağında Tevfik İleri Ortaokulu duvarının dibindeki kaldırımda atılan gaz bombası kapsülü ile başından yaralandığı, alınan adli tıp raporuna göre; yaşamsal tehlike geçirdiği, basit BTM ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmayan yaralanmasının, kemik kırığına neden olduğu, parçalı bu kırığın yaşam fonksiyonlarını 4 (dört) ağır derecede etkilediği, Cumhuriyet Başsavcılığımızca şikayetçinin yaralanması ile ilgili çok yönlü soruşturma yürütüldüğü, olaya karışan emniyet mensubunun tespiti için yapılan yazışmalar sonucunda olay günü görev alan tüm personelin cep telefonlarının sinyal bilgisi için Sulh Ceza Hakimliğinden karar alındığı, bu karar doğrultusunda BTK ya yazılan yazının dosyaya ithali neticesi yapılan incelemede; şüphelilerin bahsi geçen olayın gerçekleştiği iddia edilen yerde bulunmadıkları, haklarında kamu davası açabilmek için yeterli şüphe oluşturacak delilin elde edilemediği tüm dosya kapsamından anlaşılmakla;

Şüpheliler hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,

..."

27. Başvurucu vekili kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu vekili; şikâyetçi olduğu M.S., A.A. ve Y.E. isimli üç kolluk amirine ilişkin soruşturmanın esas soruşturmayla birleştirildiğini ve daha sonra bu kişiler de dâhil olmak üzere toplam 57 kolluk görevlisi hakkında olay yerinde bulunmadıkları gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini ancak üç kolluk amirinden şikâyetçi olmasının nedeninin başvurucuyu yaralamış olmaları değil Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkerelere çelişkili ve farklı cevaplar vermeleri nedeniyle görevi kötüye kullanma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme ile resmî belgede sahtecilik suçları olduğunu belirtmiştir. İtirazda ayrıca kolluk amirleri hakkındaki bu şikâyetle ilgili olarak yaklaşık üç yıl boyunca hiçbir soruşturma işlemi yapılmadan diğer şüphelilerle birlikte ve aynı gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiği de dile getirilmiştir.

28. Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/12/2018 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret gerekçesinde kovuşturmaya yer olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmekle yetinilmiştir.

29. Ret kararı 18/9/2020 tarihinde başvurucu vekiline elektronik tebligat usulüyle tebliğ edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 25/9/2020 tarihinde ikinci bireysel başvuruda (B. No: 2020/31111) bulunmuştur.

30. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı olay tarihinde olay yerinde olma ihtimali olan kolluk görevlilerinin cep telefonlarının baz sinyal bilgilerini (HTS kayıtları) de Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan temin etmiştir. Alınan bu HTS kaydına göre olay anında olay yerinde sadece S.K. isimli bir polis memuruna ait cep telefonunun sinyal bilgisine erişilmiştir.

31. Bu doğrultuda Cumhuriyet Başsavcılığı yürüttüğü asıl soruşturma sonucunda başvurucuyu yaraladığı yönünde hakkında yeterli delil bulunduğu iddiasıyla polis memuru S.K. hakkında 23/5/2018 tarihinde iddianame tanzim etmiştir. İddianamenin Ankara 31. Asliye Ceza Mahkemesince 20/7/2018 tarihinde kabul edilmesiyle kamu davası açılmıştır. Duruşmanın 28/2/2019 tarihli ilk celsesinde, iddianamede taksirli yaralama olarak nitelendirilen eylemin kasten öldürmeye teşebbüs iddiası açısından değerlendirilmesinde hukuki zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Anılan görevsizlik kararına itiraz edilmiş, itiraz 25/1/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 7/5/2019 tarihinde verilen karşı görevsizlik kararı ise Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin (Daire) 28/6/2019 tarihli kararıyla kaldırılmıştır. Bu doğrultuda yargılamaya Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir.

32. Anayasa Mahkemesi tarafından Mahkemeye farklı tarihlerde yapılan UYAP erişim istemleri reddedilmiş, dosya kapsamında istenen bilgi ve belgelerin müzekkere ile talep edilmesi durumunda cevap verilebileceği belirtilmiştir. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi 1/10/2019, 18/8/2020, 6/9/2021, 10/3/2022 ve 7/6/2022 tarihlerinde müzekkereler yazarak dosya kapsamındaki belgelerin onaylı suretlerini, ayrıca kovuşturma sonucunda verilecek karar ile bu kararın kesinleşmesinden sonra da bilgi verilmesini istemiştir. İstenen belgeleri Mahkeme 30/10/2019, 23/10/2020, 23/9/2021, 15/3/2022 ve 8/6/2022 tarihlerinde göndermiştir.

33. Kovuşturma kapsamında polis memuru sanık S.K.nın savunması ile başvurucunun ve tanıkların beyanları alınmış, sanığın HTS kaydı ile ilgili olarak bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bu inceleme sonucunda HTS kaydına göre sanığın olay yerinde bulunmasına imkân olmadığı belirlenmiştir. Mahkeme; sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle 3/2/2022 tarihinde beraat kararı vermiştir. Kararda suçun gerçek failinin araştırılması yönünde Cumhuriyet Başsavcılığına herhangi bir suç duyurusunda bulunulmamıştır. Yargılama kanun yolu aşamasında derdesttir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Kızılay bölgesindeki gösterinin dağıtılması amacıyla polis müdahalesi başlamış, müşteki Dilan’ın da bulunduğu bir kısım gösterici koşar durumda Kurtuluş parkı civarına doğru kaçmışlar, grubu takip eden zırhlı araçlarda bulunan polis ekipleri gaz fişeği ve gaz bombaları atarak burada yaşanabilecek toplanmayı önlemeye çalıştıkları sırada atılan bir gaz fişeği kapsülünün müşteki Dilan’ın kafasına isabet etmesi üzerine 18.09.2014 tarihli Adli Tıp Kurumu raporuna göre yaşamsal tehlike oluşacak ve 4. derecede ağır kırık oluşacak şekilde yaralanmıştır.

...

Mahkememizce yapılan yargılama sonunda değerlendirilen tüm delilerden;

* Sanığın aksi kanıtlanamayan suçu inkara dayalı savunmaları,

*İddianamede belirtildiği gibi sanık aleyhine tek delil olan HTS kayıtlarının mahkememizce de bilirkişiye inceletilmesi sonucu sanığın fiilen kullandığı cep telefonunun hizmet aldığı baz istasyonunun olay yerine en az 1630 metre uzaklıkta oluşu,

*Müşteki Dilanın yaralanmasına sebep olan shotland tipi zırhlı polis aracında bulunan polis memurunun başında kask olması sebebiyle kimliğinin tespit edilememesi, bu hususta kimliği teşhise yarar tanık anlatımının bulunmaması,

*Olay yerinde gaz kullanım yetkisi bulunan bir çok polis memurunun gaz fişeği attığının kamera görüntülerinden anlaşılması, özellikle polis memuru [O.Z.]’nun kurtuluş bölgesinde Siirt shortland araç içinde iken kurtuluş parkına doğru iki tane gaz fişeği attığı yönündeki beyanları,

*Yaralanmaya sebep olan gaz fişeğinin atıldığı iddia olunan 06 A 1570 plakalı araçta sanığın görev aldığına ilişkin somut bir delilin bulunmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın Zed olarak tanımlanan gaz fişeği atmaya yarayan tüfek ile müşteki Dilan’ın yaralanmasına sebep olan gaz fişeği kapsülünü attığına dair her türlü şüpheden uzak mahkumiyete yeter derecede delilin bulunmadığı mahkemece kabul ve takdir edilerek aşağıda hüküm fıkrasında belirtilen şekilde [beraat] karar[ı] vermek gerekmiştir."

34. Öte yandan başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet iddiasıyla adli soruşturma açıldığına dair bir bilgi ya da belgeye başvuru formu ve eklerinde rastlanmadığı gibi UYAP aracılığı ile yapılan incelemede de bu yönde bir bilgiye ulaşılamamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

35. Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında; 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili bölümüne, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümüne yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında 2911 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir.

36. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır.

38. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Anayasa Mahkemesinin 2/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

40. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

41. Başvurucu, katıldığı toplantının kolluk kuvvetince dağıtılması esnasında başına isabet eden gaz bombası kapsülü ile ağır şekilde yaralandığını belirtmiştir. Yaralanması nedeniyle suç duyurusunda bulunduktan sonra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan adli soruşturmada gerekli özenin gösterilmediğinden, delillerin ivedi şekilde toplanmadığından, soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediğinden, bunun sonucu olarak da birçok kolluk görevlisi hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı kararları verilirken bir kolluk görevlisi hakkında yetersiz soruşturma ile açılan kamu davasının sonuçsuz kalmasından yakınmıştır. Başvurucuya göre kolluk görevlilerince kullanılan orantısız güç sonucunda yaralanması ve Cumhuriyet Başsavcılığınca etkin bir soruşturmanın yapılmaması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı (2020/31111 numaralı başvuruda ise yaşam hakkı) ve bununla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı ihlal edilmiştir.

42. Bakanlık görüşünde, başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Kabul edilebilirlik değerlendirmesine ilişkin olarak Bakanlık Anayasa Mahkemesinin önceki içtihatlarına da atıf yaparak başvurucunun şikâyetine ilişkin olay hakkında kanun yolu aşamasında devam eden bir ceza yargılaması olduğunu, bu nedenle bireysel başvuru için aranan başvuru yollarının tüketilmesi şartının yerine getirilmediğini, ayrıca ikinci başvuru yönünden nihai karardan yaklaşık 21 ay sonra bireysel başvuru yapılması nedeniyle başvurucunun özen yükümlülüğünün değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bakanlık esas hakkındaki görüşünde ise başvurucunun katıldığı toplantının yasa dışı olması, toplantıya katılanların uyarıya rağmen dağılmaması, göstericilerin yolları trafiğe kapatarak kamu düzenini bozmaya çalışması ve kaldırım taşlarıyla kolluk personeline saldırmalarının toplantıya müdahaleyi zorunlu kıldığını vurgulamış; başvurucunun başına isabet eden gaz fişeği kapsülü ile yaralanmasına ilişkin olarak adli soruşturmanın derhâl başlatıldığını, olay yeri incelemesinin yapıldığını, olay anına ilişkin kamera kayıtlarının ve adli raporların temin edildiğini, olay günü görevli kolluk personelinin ve telsiz kayıtlarının alındığını, bu suretle objektif delillerin toplandığını dile getirmiştir. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun soruşturmaya etkin şekilde katılımının sağlandığını, tanık ifadelerinin alındığını, kamera kayıtları üzerinde bilirkişi incelemelerinin yaptırıldığını, bir kısım kolluk görevlisinin şüpheli sıfatıyla ifadesinin alındığını, HTS kayıtlarının da temin edildiğini belirterek anılan hususların etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün incelenmesinde gözönüne alınması gerektiğine dikkat çekmiştir. 2020/31111 sayılı başvurunun usulüne ilişkin olarak Bakanlık, başvurucunun nihai karardan çok sonra başvuruda bulunması nedeniyle özen yükümlülüğüne riayet edip etmediğinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Esasa ilişkin olarak ise soruşturmanın gereken özen ve titizlikle yapıldığını, nihayetinde soruşturmayı akamete uğrattıkları gerekçesiyle şikâyetçi olunan kolluk amirleri hakkında kamu davası açmak için yeterli şüphe bulunmadığı için Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini ifade etmiştir.

43. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında delillerin toplanmasında ihmali olan kişiler hakkında yaptığı suç duyurusuna ilişkin olarak (ikinci suç duyurusu, bkz. § 20) başvuru yollarının tüketildiği hususundan Bakanlık görüşünde hiç bahsedilmediğini hâlbuki bunun ana soruşturma dosyasını doğrudan etkilediğini belirtmiştir. Başvurucu ilk başvuru formunda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağından şikâyetçi olmasına karşın gönderdiği ek beyan dilekçesinde -24/9/2018 tarihinde yerel mahkeme aracılığı ile göndermiştir- Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkından şikâyetçi olduğunu hatırlatarak Bakanlığın kötü muamele nitelemesine katılmadığını dile getirmiştir. Ayrıca Bakanlığın yasa dışı gösteri olarak nitelendirdiği toplantının bir cenaze töreni olduğunu, kolluk görevlileri tarafından olaydan hemen sonra ceraim numarası verilerek soruşturma açılması hususunda Bakanlığın tespitinin doğru olduğunu ancak buna rağmen dört gün boyunca olay yerinde delil toplama işinin yapılmadığının da belirtilmesi gerektiğini vurgulamış; toplanabilen deliller ve temin edilen tanıkların kendi gayretlerinin bir sonucu olduğuna, bu yöndeki girişimlerine Bakanlık görüşünde yer verilmemesine, Bakanlıkça emsal gösterilen Anayasa Mahkemesi kararlarının yanlış yorumlandığına dikkat çekmiştir. 2020/31111 numaralı başvuruya ilişkin Bakanlık görüşüne karşı ise başvurucu, özen yükümlülüğüne ilişkin atıf yapılan Anayasa Mahkemesi kararlarının somut olayla ilgili olmadığını, nihai kararın kendilerine usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesinde yaşanan gecikmenin kamu makamlarından kaynaklandığını, geç yapılan tebliğin dahi kendi gayretleriyle yapılabildiğini belirtmiş; olayda özen yükümlülüğüne uygun davrandıklarını vurgulamıştır. Başvurunun esasına ilişkin olarak ise önceki iddia ve şikâyetlerine atıfta bulunmuştur.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

44. Somut olayda başvurucu hayatta olduğundan öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği konusunda bir değerlendirme yapılması gerekir.

45. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte sınırlı bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi olanaklıdır (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

46. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliği olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

47. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi demir yolu hattı üzerinde bulunan elektrik kablolarından geçen akıma kapılarak yaralanan çocuklar için yapılan başvurularda ileri sürülen iddiaları -başvurucuların elektrik akımına kapıldığı olaydan yaralı olarak kurtulmuş olmalarına rağmen- akımın öldürücü niteliği ve başvurucuların fiziksel bütünlüğü üzerinde yarattığı etkileri diğer faktörle birlikte gözönünde bulundurarak Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında, yaşam hakkı bağlamında incelemiştir (Hüseyin Münüklü, B. No: 2014/5973, 13/9/2017; Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017; ayrıca somut başvuruya konu olayla benzerlik gösteren başka bir başvuru yönünden bkz. Abidin Cevher, B. No: 2015/6361, 18/7/2019).

48. Somut olayda başvurucu, kolluk kuvvetince kullanılan gaz mühimmatının başının arka bölümüne isabet etmesi nedeniyle yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen kati adli tıp raporuna (bkz. § 18) göre başvurucunun kafatasında oluşan kemik kırığı yaşamsal fonksiyonları 4. derecede (ağır) etkilemiştir. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı dışında olaydan hemen sonra başvurucunun yardımına gelen kişilerden birinin tesadüfen beyin cerrahı olması, başvurucuya ilk müdahaleyi bu kişinin yapması ve hastaneye kadar ona profesyonel bir destek sunması olguları da başvurucunun hayatta kalması açısından oldukça önemlidir. Başka bir ifadeyle söz konusu bu tesadüfün başvurucunun hayatta kalması ya da yaralanma sonuçlarının minimuma indirgenmesi açısından kilit bir öneme karşılık geldiği açıktır. Dolayısıyla başvurucunun maruz kaldığı eylemin potansiyel olarak öldürücü bir nitelik taşıması, fiziki bütünlüğü üzerindeki etkileri ve tesadüfen hayatta kalması hususları birlikte değerlendirildiğinde başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

b. İncelemenin Kapsamı Yönünden

49. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun etkili başvuru hakkı kapsamında yaptığı şikâyet adli soruşturmanın etkisiz olduğu iddiasına dayandığından ve bu yönüyle şikâyetin ilgili hakkın usul boyutu içinde değerlendirilmesi mümkün olduğundan bu konuda ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

c. Kabul Edilebilirlik Yönünden

51. Başvurucu vekili; kolluk görevlisi tarafından başvurucunun yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına dair soruşturmanın başından itibaren gerekli titizlik ve özenle yapılmadığını, olay yeri incelemesinin dahi olaydan dört gün sonra kendi girişimleriyle yapılabildiğini, olaya ilişkin tanıkların ifadelerinin ancak kendisinin hazır etmesiyle alındığını, failin ve içinde bulunduğu zırhlı aracın tespiti için delillerin gereken özenle toplanmadığını, bu yöndeki soruşturmayı akamete uğratacak işlemlere dair şikâyetlerinin sonuçsuz kaldığını, nihayetinde failin kimlik bilgileri kesin olarak tespit edilmeden eksik soruşturma ile açılan kamu davasının -her ne kadar kanun yolu aşamasında derdest olsa da- başarıya ulaşma şansının baştan beri zayıf olduğunu, gelinen aşamada olayın üzerinden dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen soruşturmanın etkisiz yürütülmesi nedeniyle failin kimliğinin tespit edilemediğini belirterek bireysel başvuru davasının sonuçlandırılmasını beklediğini ifade etmiştir.

52. Başvuru yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

53. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup buna uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17). Bu kapsamda temel hak ve hürriyetlerle ilgili hukuk sisteminin koruma mekanizmalarının öncelikle işletilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ihlal iddialarına ilişkin olarak öncelikle olağan kanun yolları tüketilmelidir. Ancak somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağının veya etkili olmadığının anlaşılması hâlinde anılan yollar tüketilmeden yapılan bir başvuru incelenebilir (Şehap Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014, § 33).

54. Başvuru yollarının tüketilmesi ilkesi uyarınca bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için soruşturmanın ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının -kural olarak- ikincil niteliğine uygun olacaktır. Bununla birlikte her durumda mutlak surette gerekli olmasa da yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmamış olması da anılan ilkenin bir ön şartı olarak belirtilebilir (benzer yöndeki karar için bkz. Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46). Soruşturmanın başlatılmayacağının veya etkili yürütülmediğinin farkına varıldığı veya varılması gerektiği andan itibaren yapılan bireysel başvuruların kabul edilmesine karar verilmelidir. Ancak bu durumun tespiti, her başvurunun kendine özgü koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77).

55. Eldeki başvuruda, yaşam hakkının negatif yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin tespitine teorik olarak elverişli olduğu hususunda tereddüt bulunmayan ve neticelenmemiş bir ceza yargılaması söz konusudur. Öte yandan olayın üzerinden dokuz yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen yaşam hakkı ihlali iddiasına ilişkin davanın sonuçlanmadığı, kanun yolu aşamasında derdest olduğu görülmüştür. Dahası ilk derece mahkemesi tarafından bilirkişi raporuna dayanılarak yargılamanın tek sanığı hakkında beraat kararı verilmiş ve suçun gerçek failinin bulunması amacıyla Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda da bulunulmamıştır.

56. Tüm bu olgular ışığında başvurucunun şikâyetleri açısından başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği yönünde sağlıklı bir karar verilebilmesi için kamu makamlarının etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün çerçevesinin ve somut olayda ne surette yerine getirilip getirilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Bunun ise kabul edilebilirlik incelemesinde değil esasa ilişkin değerlendirmede yapılması gerekir. Zira somut başvuruda başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğine ilişkin yapılacak değerlendirme ile etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından yapılacak değerlendirme iç içe geçmektedir. Bu nedenle başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin kabul edilebilirlik konusunda yapılması gereken değerlendirmenin esas hakkındaki incelemeyle birlikte yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Caruş, § 48; Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 130; Tochukwu Gamaliah Ogu, B. No: 2018/6183, 13/1/2021, § 143).

57. Söz konusu iddialar açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvuru yollarının tüketilmesi kuralı dışında iddiaların kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de olmadığı anlaşılmıştır.

d. Esas Yönünden

i. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

58. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

59. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44). Yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülük kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

60. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

61. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce verdiği kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- orantılı bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 113).

62. Anayasa'daki düzenlemeye benzer şekilde Sözleşme'nin 2. maddesine göre de bir ölüm veya ölümcül yaralanma a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması, b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme, c) bir ayaklanma veya isyanın kanuna uygun olarak bastırılması durumlarında mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse yaşam hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez (Cemil Danışman, § 51; Nesrin Demir ve diğerleri, § 114).

63. Ancak öldürücü güç, Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşam hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun zorunluluğu ve orantılılığı Anayasa Mahkemesi tarafından çok sıkı şekilde denetlenmelidir (Nesrin Demir ve diğerleri, § 107; benzer yöndeki değerlendirme için bkz. İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 117).

64. Bu noktada belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi bu tür durumlarda yetkili mercilerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin, ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir (Cemil Danışman, § 58; Nesrin Demir ve diğerleri, § 117). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiği ve nasıl bir seyir izlediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cemil Danışman, § 57; Nesrin Demir ve diğerleri, § 108).

65. Protesto eylemlerinde, yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

66. Başvurucu, katıldığı bir toplantının kolluk görevlilerince güç kullanılarak dağıtılması sırasında olay yerinden uzaklaşırken bir polis memurunun attığı göz yaşartıcı gaz mühimmatının kafasının arkasına isabet etmesi sonucu ağır şekilde yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucunun bu iddiasını destekleyen makul şüphenin ötesinde bazı deliller (olaya ilişkin kamera görüntüleri, adli rapor ve tanık beyanları gibi) bulunmakla birlikte esasen bu iddianın yargı makamlarınca da kabul edildiği (bkz. §§ 26, 33) hatta bir polis memuru hakkında kamu davası açılarak yargılama yapıldığı görülmüştür. Nitekim Bakanlık görüşünde de başvurucunun gaz mühimmatı ile yaralanmadığı belirtilmemiştir (bkz. § 42). Şu hâlde başvurucunun kolluk görevlisi tarafından yaralandığı hususunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.

67. Bu durumda kolluk kuvvetinin güç kullanımı nedeniyle başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması sonucunu doğuran olayda, kullanılan gücün mutlak zorunlu olması ve öldürücü nitelik taşıyan bu gücün kullanılması dışında başka bir şekilde müdahale olanağının bulunmaması yani kolluk görevlilerinin son çare olarak bu nitelikte bir güç kullanıp kullanmadığı yaşam hakkı kapsamında yapılacak anayasallık incelemesinin ilk boyutu oluşturmaktadır. İncelemenin ikinci boyutu ise kolluk görevlilerince kullanılan kamusal gücün karşılaşılan duruma göre orantılı olup olmadığının tespit edilmesidir.

68. Somut olayda kolluk tutanakları ve telsiz kayıtlarından bazı göstericilerin barikat kurmak suretiyle yolu trafiğe kapattıkları için göstericilere müdahale edilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte şüpheli sıfatıyla alınan polis memurlarının ifadelerinden, soruşturma kapsamında incelemesi yapılan kamera kayıtlarından soruşturma kapsamındaki diğer delillerden hareketle başvurucunun yolu trafiğe kapatan gösterici grup içinde olduğu ortaya konulamadığı gibi gösteri sırasında herhangi bir şekilde barışçıl olmayan hareketlere tevessül ettiğide ileri sürülmüştür. Başka bir ifadeyle başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerektiren herhangi bir eylemi olduğu yönünde bir iddia, yapılan soruşturma kapsamında taraflardan herhangi biri tarafından ileri sürülmemiştir. Nitekim başvurucu hakkında 2911 sayılı Kanun gereğince herhangi bir adli işlem yapılmadığı (bkz. § 34) gibi Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararlarında veya tanzim edilen iddianamede de böyle bir durumdan bahsedilmemiştir. Buna göre kolluk kuvvetince başvurucuya karşı güç kullanılmasının mutlak bir şekilde zorunlu olduğu söylenemeyecektir. Anayasa'nın 17. maddesi gereğince güç kullanımı ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara (bkz. § 60) ulaşılması adına ve başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda mümkün olup bu koşullar oluşmadan güç kullanılması hâlinde yaşam hakkının ihlalinden söz edilebilir.

69. Öte yandan başvurucunun kolluk kuvvetince maddi güç kapsamında kullanılan gaz tüfeğinin asgari bir mesafe öteden ve belli bir açıyla atış yapma kurallarına uyulmadan kullanıldığı yönündeki iddiası, düzenlenen adli raporlarla da desteklenmektedir. Zira başvurucuda meydana gelen yaralanmanın şekli, şiddeti, yeri ve meydana getirdiği harabiyetin ağırlığı bir bütün olarak değerlendirildiğinde kolluk kuvvetince gaz tüfeğinin belirtilen şartlara uygun olarak kullanıldığı söylenemeyecektir. Başka bir ifadeyle başvurucuda meydana gelen -sağlık raporlarında belirtilen şekliyle- ağır yaralanma hâli, uygulanan kamusal gücün gerekli olan oranın ötesinde bir şiddet içerdiğini açıkça göstermektedir. Dolayısıyla kolluk kuvvetince başvurucuya karşı kullanılan gücün orantılı olduğu söylenemeyecektir.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

71. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50). Yaşam hakkı kapsamında devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

72. Yaşam hakkıyla ilgili usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Ancak kasıtlı eylemler sonucunda meydana gelen ölüm veya ölümcül yaralanma olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

73. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin olarak hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

74. Yürütülecek ceza soruşturmaları sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm ya da ölümcül yaralanma olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer yöndeki karar için bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Soruşturma makamlarının ve derece mahkemelerinin, bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri soruşturma ve yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıkları ya da ne ölçüde yaptıkları Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmelidir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, § 110; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 33).

75. Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlere ilişkin soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda fiilen de soruşturmanın bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cemil Danışman, § 96).

76. Faili açık olmayan ve şüpheli bir şekilde gerçekleşen ölümlere ilişkin soruşturmaların olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini ortaya koyacak şekilde yürütülmesi yerine sadece bu olaya belirli bir kişinin karıştığı veya hiçbir şekilde bu kişinin karışmasının söz konusu olmadığını ortaya koyacak şekilde yürütülmesi, usul yükümlülüğünü karşılamak için yeterli değildir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 89). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57).

77. Yaşam hakkı ve/veya kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası içeren olaylarda yargı makamlarınca yapılacak -zamanaşımı süresi dâhil yargılama sürecinin tamamı üzerinde etkisi olan- suç nitelemesine ilişkin tespitlerin genel bazı şeklî kabullerden veya olaya ilişkin bazı ön yargılardan hareketle yapılmaması, bunun yerine nitelemenin yargılama sürecinde toplanan tüm delillerin olayın gerçekleşme koşullarına göre yapılacak nesnel bir analizine dayanması gerekmektedir (benzer yöndeki tespitler içeren kararlar için bkz. Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 77; Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 103).

78. Bunların yanında soruşturmaların makul bir özen ve süratle yürütülmesi de gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Başvurucunun yaralanması sonrası hastaneye götürülmesi neticesinde olaydan haberdar olan kolluk görevlilerinin tuttuğu tutanakta, olay tarihinde olay yeri incelemesinin neden yapılamadığına dair birtakım gerekçelere yer verildiği görülmektedir (bkz. § 16). Ancak adli kolluk görevlilerinin neden olay tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığını bu konu hakkında derhâl bilgilendirmedikleri ve verilecek talimat doğrultusunda hareket etmedikleri ne anılan tutanak içeriğinden ne de sonraki soruşturma evrakından anlaşılabilmiştir. Benzer şekilde olay tarihindeki bazı fiilî imkânsızlıklar nedeniyle olay yeri incelemesi başta olmak üzere bazı delillerin toplanmasının mümkün olmadığı gerekçesi kabul edilse dahi neden takip eden dört gün boyunca bu işlemlerin yapılamadığı sorusu da cevaplanamamaktadır. Oysa kamu görevlilerince kullanılan güç nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği ileri sürülen bu gibi ciddi iddialar karşısında kamu makamlarının mümkün olan en kısa sürede gerekli tepkiyi göstermeleri, kaybolma riski bulunan kimi delillerin toplanmasında özenli davranılması yükümlülüğünün yanı sıra devletin buna benzer olaylarda insan hakkı ihlallerine müsamahakâr davranılmadığını göstermesi açısından da önem arz etmektedir. Bu durum soruşturmanın resen ve derhâl başlatılması ilkesi yönünden etkili soruşturma yapma yükümlülüğüne gölge düşürmektedir.

80. Anılan gecikmeye rağmen Cumhuriyet Başsavcılığının ilk olarak olay anına ilişkin görüntü kaydını temin etmeye çalıştığı, farklı birçok kaynaktan bu kayıtları topladığı ve görüntüler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırdığı görülmüştür. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için objektif delillerin başında geldiğinde şüphe bulunmayan olay anına ilişkin görüntülerin temin edilmiş olması etkili soruşturma yükümlülüğü açısından olumlu bir aşamadır. Yine başvurucu ve tanıkların ifadeleri ile şüphelilerin savunmalarının bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından alınması da delillerin özenle toplanması ilkesi yönünden değerlidir. Bununla birlikte ilk şüpheli ifadesinin olaydan yaklaşık sekiz ay sonra alınması ve dahası şüpheli ifade alımı işlemlerinin olaydan sonra yaklaşık iki buçuk yıl gibi uzun bir süreye yayılması (bkz. § 18) etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünü zedelemektedir. Yaşam hakkı gibi oldukça önemli bir hak ihlali iddiasına ilişkin soruşturmalarda şüphelilerin ifadelerinin uzun bir zaman sonra alınması bireylerde devletin bu gibi olaylara toleranslı davrandığı izlenimi uyandırabilir. Daha da önemlisi olayın üzerinden zaman geçtikçe şüpheli ifadelerinin güvenilirliğinin azalacağı ve bu suretle maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının zorlaşabileceği bilinen bir gerçektir.

81. Soruşturma kapsamında failin tespiti ile ilgili olarak esasen iki hususun araştırıldığı ancak bunların açıklığa kavuşturulamadığı görülmüştür. Bunlardan ilki gaz mühimmatının atıldığı -plakası olmayan- zırhlı aracın tespiti, ikincisi ise bu gaz mühimmatını atan personelin kimliğidir. Ancak olaya müdahale eden zırhlı aracın plakasının neden olmadığı, burada bir kasıt ya da ihmal varsa bunun sorumlusunun kim olduğu hususlarında -soruşturma dosyasına yansıyan bilgi ve belgelere göre- Cumhuriyet Başsavcılığının herhangi bir araştırma yaptığı anlaşılmıştır. Oysa yaşam hakkının kamu görevlileri tarafından kasıtlı olarak ihlal edildiği iddiasının dile getirildiği ve bu iddiaya zırhlı aracın plakasının bulunmaması olgusunun dayanak yapıldığı bir soruşturmada ilk çözümlenmesi gereken meselenin zırhlı aracın neden plakasının bulunmadığı olduğunda şüphe yoktur. Anılan bu eksiklik, bireylerde etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün yerine getirilmediği şeklinde haklı bir izlenim uyandırabilmektedir.

82. Olay anına ilişkin görüntüler üzerinde görüntü netleştirmeye ilişkin bazı teknik işlemler de dâhil birçok işlem yapılmasına rağmen failin kask numarası, dolayısıyla da kimliği belirlenememiştir. Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcılığı, olaya karışan zırhlı araç ile gaz mühimmatını atan kolluk görevlisinin kimliğinin tespiti için olay tarihinde görevli olan araçlar ile bazı kolluk personelinin fotoğrafını temin etmiştir. Bilirkişi marifeti ile bu fotoğraflar olay anına ilişkin görüntülerle karşılaştırılmış ancak ne araç ne de fail ortaya çıkarılabilmiştir.

83. Bu durumda olay anında ve yerinde görevli personelin kim olduğunun tespit edilebilmesi ve bu suretle daraltılan bir olağan şüpheli listesi üzerinden hareket edilmesi soruşturmanın başarıya ulaşabilmesi için önemli hâle gelmektedir. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığınca olay tarihinde görevli personel ve araç bilgilerine ilişkin kolluk tarafından gönderilen listeler arasındaki çelişkinin (bkz. § 19) giderilmesi yoluna gidilmeyerek sağlıklı bir olağan şüpheli listesinin çıkarılması konusunda yeterli özen gösterilmemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından savunmaları alınan kolluk görevlilerinin ise ifadelerinin detaylı ve bir diğeri ile çelişecek nitelikte olmadığı, bu nedenle maddi gerçeğin nesnel olarak ortaya konmasında bazı güçlükler yaşandığı gözlemlenmiştir. Kaldı ki bu özensizliğe rağmen bazı şüpheliler savunmalarında olay tarihinde hangi araçta görevli olduklarına, araçta başka hangi kolluk görevlilerinin bulunduğuna dair bilgi vermiştir. Soruşturma makamınca şüphelilerin bu beyanlarının birbiri ile kıyaslanarak en azından bazı araçlarda kimlerin bulunduğunun tespiti yoluna gidilmediği ve buna göre soruşturmanın seyrine bir yön verilmediği anlaşılmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığının delillerin toplanması konusunda etkili soruşturma yapma yükümlülüğü yönünden yeterli özenle hareket ettiği söylenemez.

84. Benzer şekilde olağan şüpheli listesinin çıkarılabilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığınca farklı tarihlerde kolluğa yazılan, olay tarihindeki görevli personel ve araç bilgisine dair müzekkerelere birbiriyle çelişkili cevaplar verilmesine ve bu hususun başvurucu tarafından şikâyete açıkça konu edilmesine (bkz. § 24) rağmen soruşturma makamının bu konuda hareketsiz kaldığı görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığının bu şikâyete ilişkin yaptığı tek şey ayrı bir numaraya kaydettiği soruşturmayı esas soruşturmayla birleştirmek ve daha sonra açıkça ilgisiz bir gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermek olmuştur (bkz. § 26). Bu karara yapılan itiraz ise yine gerekçesiz olarak reddedilmiştir (bkz. § 28). Oysa söz konusu kolluk personeli isim listeleri arasındaki çelişkinin giderilmesi ile -eğer varsa- bu konudaki sorumlular hakkında gerekli adli işlemlerin yapılması failin tespiti ve dolayısıyla soruşturmanın akıbeti açısından oldukça önemlidir. Bu yönüyle de delillerin toplanması için makul tedbirleri alma yükümlülüğünün özenli şekilde yerine getirildiği söylenemez.

85. Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın gerçekleşme koşullarından hareketle daraltılmış bir şüpheli listesi belirlenmesi yerine olay tarihinde görevli kolluk personeli (58 kişi) şüpheli olarak soruşturmaya dâhil edilmiş, bu durum hem soruşturma işlemlerinin uzamasına hem de maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının zorlaşmasına neden olmuştur. Nitekim bu şüphelilerin çoğunluğunun (57 kişi) üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair yeterli delil bulunmadığı savı ile soruşturmanın sonuçlandırıldığı görülmüştür (bkz. § 26). Oysa yukarıda da yer verilen ilke (bkz. § 76) gereğince olayın meydana gelişine ilişkin koşulların üzerinden bir soruşturma yürütülmeli ve bundan hareketle olayın şüphelilerine ulaşılmalıdır. Yoksa olayın gerçekleşme koşullarına bakılmadan, otomatik olarak tespit edilen olası şüphelilerin isim listesi üzerinden hareket edilmemelidir.

86. Bu doğrultuda başvurucunun yaralandığı olayın hemen öncesine ait telsiz kayıtlarından (bkz. § 18) olay yerine biri TOMA, üçü zırhlı olmak üzere toplam dört polis aracının gönderildiği, zırhlı araçlardan birinin telsiz kodunun 6273 olduğu anlaşılmıştır. Buna göre şüpheli ifadeleri ve telsiz kayıtlarının karşılaştırılması suretiyle öncelikle olay yerine giden üç zırhlı aracın hangileri olduğu ve bu araçlarda görevli personelin kimler olduğu konusunda detaylı bir analizle olağan şüpheli listesini daraltma yoluna gidilmemiş, bunun yerine doğrudan ve sadece HTS kaydına dayanılarak polis memuru S.K. hakkında iddianame tanzim edilmesiyle yetinilmiştir. Bu yönüyle de soruşturmanın etkili olduğu söylenemez.

87. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmada adli kolluk olarak jandarma yerine polisin kullanılmasını soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği iddiasına dayanak olarak göstermiştir. Soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olabilmesi için olaya karışma ihtimali olan kolluk görevlilerinin soruşturmada adli kolluk olarak görev almaması gerekir. Bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesi özellikle delil toplama ve fail araştırması gibi hususlarda daha da önemli hâle gelebilmektedir. Somut olayda Cumhuriyet Başsavcılığı, olay anına ilişkin görüntüleri kolluk birimleri de dâhil olmak üzere birçok farklı kaynaktan bizzat istemiş; bu kayıtlar üzerindeki bilirkişi incelemesini Emniyet Müdürlüğüne bağlı kolluk görevlilerine değil Jandarma Kriminal Daire Başkanlığına yaptırmıştır. Yine müşteki ve tanıkların ifadeleri ile şüphelilerin savunmaları da adli kolluğa bırakılmamış, Cumhuriyet savcısı tarafından bu deliller bizzat toplanmıştır. Bu yönüyle soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığına ilişkin gerekli hassasiyetin gösterilmediği söylenemez.

88. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığının fail araştırmasına ilişkin tüm adli emirlerini Emniyet Müdürlüğüne verdiği, diğer bir ifadeyle bu konudaki araştırma faaliyetinin şikâyetçi olunan kolluk görevlilerinin hiyerarşik amirine bağlı personel tarafından yapılmasını istediği görülmüştür. Yine benzer şekilde soruşturma kapsamında temin edilen, kolluk görevlilerinin olay anının öncesine ve sonrasına ait konuşmalarını içeren telsiz kayıtlarının dökümünün çıkarılması işinin atanacak bağımsız bir bilirkişi veya jandarma personeli yerine iki polis memuruna yaptırılması anılan ilke yönünden sorunlu görülebilir. Belirtilen bu hususlar yönünden bireylerde soruşturmanın bağımsız ve tarafsız yürütülmediği yönünde bir izlenim oluşabilecektir.

89. Yürütülen soruşturma sonucunda olaydan yaklaşık beş yıl sonra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir kolluk görevlisi hakkında iddianame düzenlendiği (bkz. § 31), açılan kamu davasında verilen görevsizlik kararları sonrası ise kovuşturma aşamasının yaklaşık dört yıl sürdüğü ve davanın kanun yolu aşamasında derdest olduğu görülmüştür. Yaşam hakkının kamu görevlilerince ihlal edildiği gibi ciddi bir iddia üzerine başlatılan yargılamanın olayın üzerinden yaklaşık dokuz yıl geçmesine rağmen bitmemesi hatta failin dahi tespit edilememesi soruşturmanın makul bir sürede nihayete erdirilemediğini açıkça göstermektedir. Yargılamadaki bu gecikmenin etkili soruşturma yapma yükümlülüğü ile bağdaştığı söylenemez. Dahası Mahkemenin verdiği beraat kararında suçun gerçek failinin bulunması yönünde Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmadığı hususu da gözetildiğinde -eğer bu karar kanun yolu aşamasında kesinleşirse- suç faili araştırmasının kamu makamlarınca zamanaşımı süresi dolmadan sonlandırılması gibi etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından kabul edilemeyecek bir durumun ortaya çıkması söz konusu olabilecektir (bu tespitler ışığında bkz. § 56).

90. Görülmekte olan davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 96). Buna göre başvurucunun yaralanmasına konu eylem hakkında yargı makamlarınca yapılan hukuki nitelendirme kural olarak Anayasa Mahkemesinin yapacağı denetimin kapsamında değildir. Ancak yukarıda yer verilen ilkede (bkz. § 77) de belirtildiği üzere yargı makamlarınca yapılan suç nitelendirilmesi delillerin bütünsel ve nesnel bir analizine dayanmak yerine bazı ön kabullerden hareketle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri süren bireyin aleyhine belirlenmişse ve bu durum ilk bakışta açıkça anlaşılabiliyorsa bu hâl artık -devletin pozitif yükümlülüğünün yerine getirilmesi bağlamında sorun teşkil edebileceğinden- Anayasa Mahkemesinin denetim alanına girecektir. Toplumsal olaylara kolluk görevlilerince yapılan fiziki müdahalelerde bireylerin taksirle yaralanmaları sık karşılaşılan bir durum olmakla birlikte bu genel durum her olayın kendi özel şartlarına göre yapılacak yargısal yorumla her zaman değişebilir (benzer yöndeki karar için bkz. Abidin Cevher, § 87).

91. Somut olayda başvurucunun iddiası ve buna dair ileri sürdüğü deliller kolluk görevlisinin kasıtlı eylemine maruz kalması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Başvurucu eylemin kasıtla işlendiği yönündeki iddiasını yaralanmasına neden olan gaz mühimmatının atıldığı aracın plakasının olmaması ve gaz silahının usulüne uygun kullanılmaması olgularıyla desteklemiştir. Bu hâliyle başvurucunun suç nitelendirmesine ilişkin iddiasının temellendirilmediği, en azından bu yöndeki izleniminin haksız olduğu kolaylıkla söylenemeyecektir. Daha da önemlisi kamu davasının açıldığı Ankara 31. Asliye Ceza Mahkemesince de bu iddialar önemli bulunarak yetkili mahkemece değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, karşı görevsizlik kararı ise Daire tarafından yerinde görülmeyerek kaldırılmıştır (bkz. § 31). Daha önce de ifade edildiği üzere suç nitelendirmesi gibi teknik konularda belirleme yapmak kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte kamu görevlilerince yaşam hakkının ihlal edildiğinin dile getirildiği böyle ciddi soruşturmalarda yargı makamlarınca yapılan suç nitelendirmesinde etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından daha özenli davranılması beklenir. Zira söz konusu nitelendirmenin zamanaşımı süreleri ile yakından ilgili olduğu, bu tür suçların zamanaşımına uğramasının ise etkili soruşturma yapma yükümlülüğü ile bağdaşmadığı bilinmektedir. Somut olayda Anayasa Mahkemesi başvurucuya karşı işlenen suçun kasıt, olası kasıt, bilinçli taksir ya da taksir olduğu yönünde bir belirleme yapmamaktadır. Ancak yaşam hakkının negatif yükümlülüğünün ihlali ile ilgili soruşturmalarda suçun niteliğine ilişkin olarak yargı makamları arasında net bir belirlemenin yapılamadığı bu gibi durumlarda yapılacak nihai tercihin soruşturmanın etkililiğini azaltmaması gerektiği de ifade edilmelidir.

92. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

93. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katıldığı toplantının kolluk kuvvetince kullanılan orantısız güçle dağıtılması nedeniyle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

94. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

95. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

96. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması sonucu yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

97. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

98. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

99. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

100. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

101. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

102. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).

103. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48; ifade özgürlüğü bağlamında bir karar için bkz. Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50) olması gerekir.

104. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

105. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

106. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

107. Başvurucu, 16/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı'nda gerçekleştirilen toplantıya katılmış ve toplantının kolluk görevlilerince güç kullanılarak dağıtılması sırasında başına isabet eden göz yaşartıcı gaz mühimmatı nedeniyle yaralanmıştır.

108. Toplantının dağıtılması sonrası başvurucunun kaçtığı istikamette bazı göstericilerin yolu trafiğe kapatmaya çalıştığı, bu nedenle kolluk görevlilerinin buraya müdahalede bulunmak istediği polis telsiz kayıtlarından anlaşılmıştır (bkz. § 18). Ancak -daha önce de ifade edildiği üzere (bkz. § 68)- başvurucunun yolu trafiğe kapatan kişiler arasında olduğu yönünde herhangi bir iddia bulunmazken neden kolluğun güç kullanımına maruz kaldığı anlaşılamamıştır. Bu durumun ise başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı üzerinde caydırıcı bir etkisi vardır. Kaldı ki toplantıya kolluk kuvvetince yapılan müdahale sonucu başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması kullanılan kamusal gücün orantılı olmadığını da göstermektedir.

109. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

110. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

111. Başvurucu, ileri sürdüğü hak ihlallerinin tespiti ile yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesinin yanında 1.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

112. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna vardığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkelerini belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

113. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

114. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

115. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin soruşturmadaki bazı eksikliklerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

116. Bu durumda yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında ve sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun olarak eksikliği belirtilen birtakım delillerin toplanmasının ardından sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2013/82763) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

117. Başvuruda, maddi ve usul boyutlarıyla yaşam hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

118. Yaşam hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 252.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

119. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutları itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 252.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi ile Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğine GÖNDERİLMESİNE,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.