Darbe yargılamalarının 'rövanşizm' şeklinde aksettirilmesine karşı çıkan eski Türk Ocakları Başkanı Gürgür, böyle bir suçlamayı haklı kılacak gelişmeler yaşanmadığını belirtti. 27 Mayıs darbesiyle birlikte bazı çevrelerde oluşan vesayet kültürünün son bulması gerektiğine işaret eden Gürgür, bu yüzden süren soruşturma ve davaları, Türkiye'nin askerî müdahalelerle yüzleşmesi açısından önemli gördüğünü söyledi. Gürgür, "12 Eylül ile başlayan 28 Şubat'la devam eden darbe kültürüne ait işlemler, normalleşme sancılarıdır." dedi. 

Gürgür, 27 Mayıs'la başlayan darbe sürecinin askerî bürokraside, yargıda ve siviller arasında vesayet kültürü oluşturduğunun altını çizdi. 

Bu kültürün tesirindeki kesimlerin halkın iradesiyle oluşan Meclis'in ülkeyi yönetmesini hazmedemediklerini belirten Gürgür, Türkiye gerçek anlamda bir hukuk devleti ve demokrasi olacaksa bu zihniyetin son bulması gerektiğini söyledi. Darbelerle ilgili yargı süreçlerinin amacından saptırılmaması ve rövanşist nitelendirmesi yapılmaması için hassasiyet gösterilmesini isteyen Gürgür, "Ama şu ana kadar bunun gösterilmediğine dair somut bir delil yok. Çünkü tutuklanıp halen cezaevine konulan dönemin yetkili kişilerine baktığımızda bunların 27 Mayıs geleneğinden gelen isimler olduklarını görüyoruz." ifadelerini kullandı. Gürgür, 27 Mayıs'ta teğmen veya üsteğmen olarak görev yapanların, Yassıada'da Demokrat Partililere sadistçe eziyet eden insanların rütbelerinin yükseltildiği ve daha etkili yerlere geldiklerinin altını çizdi. 

Ardından 12 Eylül davasına değinen Nuri Gürgür, sorumluların Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'dan ibaret olmadığına dikkat çekti ve ekledi: "Dönemin Mamak Cezaevi'nin son derece gaddar komutanı Albay Raci Tetik, doğrudan C-5 denilen işkencehanede görevlendirilmiş olan polisler var. Bunların isimleri biliniyor." 

Gürgür, bu noktada darbe süreçlerini araştırmak için kurulan Meclis komisyonunun daha fonksiyonel hale getirilip son 30 yılda yaşanan tüm olayların gün ışığına çıkarılması gerektiğini belirtti. Özellikle 1 Mayıs, İstanbul Üniversitesi'nin önündeki bombalama, Maraş ve 1993'teki Sivas olaylarının daha aydınlanmadığını söyledi. Gelecek nesillerin kafasında bu olaylara dair hiçbir soru kalmaması gerektiğini vurguladı. 

Gürgür, 28 Şubat'ta ise önceki darbelerden forklı olarak değişik araçlar kullanıldığına işaret etti. Bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı: "28 Şubat'ta daha teknik, daha özel imkânlar kullanıldı. Bir psikolojik sonuç alınmaya çalışıldı ve alındı da. Meclis'te sayısal olarak üstünlüğe sahip olan bir siyasî hareketin iktidardan uzaklaştırılması ve tamamen suni bir partinin kurulması sıradan olay değildir. Bunlar iktidarın teknik usullerle değiştirilmesi, yani darbedir." 

27 NİSAN'DA DARBE, İKTİDARIN DİK DURUŞUYLA ENGELLENDİ 

27 Nisan'da Genelkurmay'ın yayımladığı bildirinin sadece girişim halinde kaldığını kaydeden Gürgür, iktidarın bildiriye karşı hemen anında bir duruş sergileyip, boyun eğmeyeceğini ortaya koymasının sonuç verdiğini söyledi. Gürgür, "Çoğu kere tehdit ve sindirme yoluyla sonucu alabilen güçler bu sefer daha ileri gitme cesaretini bulamadı." şeklinde konuştu. 

KIVRIKOĞLU'NUNKİ 'SEN YAPMA, BEN YAPAYIM' DERDİYDİ 

Eski Türk Ocakları Başkanı Gürgür, eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Çevik Bir ve ekibine karşı verdiği mücadele konusunda da ilginç bir yorum yaptı. Silahlı Kuvvetler içinde hiyerarşiyi belirleme adına her zaman güç mücadelesi bulunduğuna işaret eden Gürgür, "O dönem, başında Çevik Bir ve Hurşit Tolon'un yer aldığı üst komutayı kontrolü altına almak isteyen bir grubun olduğu anlaşılıyor. Kıvrıkoğlu, göründüğü kadarıyla bu grupla ters düşmüştü. 28 Şubat'ın genel düzenlenme hedeflerinde farklı düşünce içinde olduğuna pek ihtimal vermiyorum. 'Sen değil ben yapayım' kavgası vardı." görüşünü dile getirdi.