Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, günlerden bir gün ulusalcı köye cübbeli bir kavalcı gelmiş. Almış eline kavalı başlamış Ergenekon ve Balyoz türkülerini çalmaya. Bu sedâyı duyan ulusalcılar da durur mu takılmışlar kavalcının peşine, demişler ki “mantıklı şeyler söylüyor, çok da ateşli konuşuyor, safları sıklaştıracaksak da burada sıklaştıralım.”       
Devamında herkes bu kavalcının peşinde toplanmış, saflar sıklaştırılmış ve yürümeye başlamışlar nereye gittiği meçhul bir yolda…
 
Memleketimize 10 yıldır şeriatın gelememesinden fazlasıyla rahatsız olan ulusalcı güruhun son hamlesini görmüşsünüzdür.
 
İstanbul Barosu  1 eylül 2013 tarihinde web sitesinde ve birkaç gazetede bir bildiri yayınlıyor.(1)
 
Yazının başlığı şöyle : “#direntürkiye avukatın seninle…”
AKP’nin kucaklamak istemediği  %50’yi bu boşluktan faydalanarak kucağa oturtmaya çalışan bir yazı var devamında da.
 
Söylenen pek çok şey size haklı gelebilir. Yargı siyasallaşıyor, orantısız güç kullanılıyor, polis devletine doğru bir gidiş var vs …
Sondan ikinci maddede ise yazıyı kaleme alanların aklı başına gelmiş, “yahu biz meslek örgütüydük” demiş olacaklar ki, kısaca “mesleki sorunlarımız çözümsüz kalıyor” denilerek Avukatlık Kanunu madde 76’daki görev de yerine getirilmiş.
 
Sübhanallah ibretlik bir yazı olmuş İstanbul Barosu.
 
Söz konusu bildirideki tek sorun altındaki imza olsa gerek. İstanbul Barosu değil de” Yurtsever Avukatlar Partisi” (YAP) gibi bir isim olsa daha güzel olurmuş. Kısa okunuşu da güzel. YAP! Slogan da benden olsun: “Hukukun üstünlüğü için Themis’in kılıcını kaptık geliyoruz. Savulun!”

YAP, ama artık avukatlar için bir şey yap İstanbul Barosu!
Baroların yapacağı ve yapamayacağı işler Avukatlık Kanunu Madde 76’da ve 95’de düzenlenmiştir.
İstanbul Barosu’nun yaptığı açıklamada yasal bir problem yok. İstanbul Barosu madde 76’dan aldığı yetkiye dayanarak ve kendince haklı olarak bu açıklamayı yapıyor.
Ancak ortada  ciddi bir zihniyet problemi var. Yakın zamanda değişen TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini dayanak alarak darbe yapan zihniyetin bir benzeri de şu an İstanbul Barosu’nda kol geziyor.
 
O zamanlar “İç Hizmet Kanunu bize bu vazifeyi yüklemiş” diyerek, Türkiye Cumhuriyetini korumak adı altında darbe yapan zihniyetin İstanbul Barosu versiyonu da diyor ki, “Ben bir baro başkanı olarak hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumakla yükümlüyüm. Avukatlık Kanunu’nun 76. 95. 97. maddesi bana bunu bir yükümlülük olarak yüklemiş. Yapmazsam ben suçlu olurum.”
YAP  tabi ki sevgili Baro, sen hukukun üstünlüğünü korudun da biz ayaklar altına mı alalım dedik? Ama artık yeter!  Aynı maddede sayılan diğer işlerini de YAP, lütfen!
 
Madde 76 ile kendisine, “avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirileri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, … avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürütme” görevi yüklenmiş baro avukatların ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabiliyor?
Bu maddenin kastettiği şey, ordu evi mantığıyla yapılmış, vatandaşa açık ama halka kapalı baro bahçeleri veya adliye servisleri mi? Yoksa bize daha büyük bir idea mı sunuyor?
 
Avukatlığa hatta hukuk fakültesine adım atan neredeyse herkesin ezbere bildiği bir söz vardır. Türkçe çevirisi bilinir ama yabancı kaynakların hiçbir yerinde geçmez. Molierac isminde Parisli bir avukatın söylediği rivayet edilir ama kimse de bu konuda bir kaynak gösteremez.  Velhasıl rivayet odur ki bu beyzade : “Avukatlar tarih boyunca köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı!” demiş. Kaç yıl önce söylendiği belli olmayan bu söz nedense ben ve benim gibilerin vicdanlarında pek de karşılık bulamıyor.
 
Ne demek yani “köle olmadık köle de kullanmadık?”
Avukatlar yıllarca bu köleci düzen içerisinde varolup, kendilerini bu düzenden soyutlamış mıdır? Köleciliğe karşı çıkmak varken, “bizi karıştırmayın hacı, biz karşı vekalet ücretine bakarız” mı demişler? Yoksa “yav arkadaş biz köle olmadık, çok şükür kölemiz de yok, en azından stajyerlerimiz var, onlar ruhsatını alınca biz de yenisini alırız” mı demişler?
 
Adliye koridorlarında patronunun peşinden cübbesini taşıyan, duruşma kapısında mübaşire binbir yalakalık yaparak o duruşmayı bekleten ve patronunun eline mahkeme kapısında dava dosyasını tutuşturan bir stajyer/işçi  avukat örneğindeki efendi köle ilişkisini yorumlamayı ise size bırakıyorum.
 
İstanbul Barosunun yayınladığı metni defalarca okudum ve okudukça geleceğe gururla bakmaya başladım.
Ne güzel, belli bir ekonomik seviyeye gelmiş, mesleğin sorunları umrunda olmayan, işi gücü bırakıp siyasi otoriteyle, baş örtüsüyle uğraşan, kapısına “başörtülü girilemez” yazan, avukatlardan topladığı paralarla web sitesinden, webtv'sinden, diğer yayın organlarından şovunu yapan bir avukat güruhu da varmış diyorum.
 
Hani şarkıda diyor ya “bir umuttur yaşatan insanı aldım elime sazımı” diye. Bende bir baronun böyle çıkışlar yapmasından sonra mesleğe umutla bakmaya başladım. Elime kitabımı, kanunumu aldım, “belki bende bir gün bu meslek örgütünün “başkanı” olurum da sıkıldıkça, baro bahçeleri açarım, içine fıskiyeli havuz yaptırır,  böyle siyasi metinler yayımlarım” diyorum. Meslek sorunları mı dediniz? Beni ilgilendirmez. Sorunu olan düşünsün.

Biz baro odasından 1 TL karşılığı aldığımız(KDV’si ve tarihsel yükü içinde olan) cübbelerle laikliği koruyoruz.

Gerçekten de avukatların meslek sorunu var mı?
 
Mesela şu an itibariyle yapılan CMK  uygulamasına bakalım. Soruşturma aşamasında ödenen ücret  180 TL civarında. %18 KDV, %20 stopaj düşüldükten sonra, karakol-savcılık-mahkeme safhaları için avukatın eline 100 TL ya geçiyor y
a geçmiyor. Yol masraflarını da avukat cebinden karşılıyor. Yani avukatı gecenin bir vakti karakola çağırmak 33.333.. TL. Hiç tanımadığı bir adam için polisle, savcıyla, hakimle kavga etmenin tadı ise paha biçilemez. Avukat zaten sudan ucuz.
Canım CMK zorunlu değil, hemde bir kamu görevi! Beğenmiyorsanız yapmayın. Tıpkı baronun bu konuda bir şey yapmadığı gibi.
 
CMK böyle de Adli Yardım sistemi sanki çok mu iyi? Kendi yayımladığı "Tavsiye Niteliğindeki Asgari Ücret Tarifesi"nde çekişmeli boşanma davası için 6.600 TL alınmasını tavsiye ederken, Adli Yardımdan sana böyle bir dosya gönderirsek 1,200 TL'yi zor alırsın diyor.
 
Şu an Türkiye’de 300’e yakın yabancı hukuk bürosu var. Mesleğimiz 5-10 yıl sonra “kahraman hukuk dükkanı, süperbürolara karşı” durumuna gelecekken, baro re'sen harekete geçip bu yabancı hukuk şirketleri ile ilgili bir girişimde bulunuyor mu? Hayır.
 
İşçi Avukatların maaşları açılan yeni hukuk fakülteleri, mezun olan avukat adayları ile doğru orantılı olarak ve giderek azalıyor. Baro bir şey yapıyor mu? Hayır.
 
1 senelik staj boyunca stajyer avukatlara herhangi çok sevgili baromuz herhangi bir yardım yapıyor mu? Hayır.
 
Stajyer avukatların temsilcisini seçmesi gerekirken yıllardır böyle bir seçim yaptığını gören olmuş mu? Hayır.
 
Avukatlar icra dairesinde, kıtlık zamanında tüp kuyruğu bekler gibi sıra beklerken, duruşma kapısında sadece 2 dakikalık bir sürede "beyanlarımızı tekrar ediyoruz" demek için 2,5-3 saat beklerken; hacizlerde, marka baskınlarında yani görevini icra ettiği pek çok yerde saldırıya uğrarken, baro bir şey yapıyor mu? Hayır.
 
Avukatlar toplum gözünde itibarsızlaştırılırken, adı 'çantalı hırsız'a çıkmışken baro bu konuda birşey yapıyor mu? Hayır.
 
Peki İstanbul Barosu ne yapıyor? Hiç mi bir şey yapmıyor. Olur mu canım, koskoca baro o. Laikliği koruyor. Geceleri başımızı yastığa koyduğumuzda, “Yarın sabah şeriat gelebilir” korkusu yaşamıyorsak bu baro sayesindedir. Yersen tabi.
 
Peki gerçekten İstanbul Barosu sözlerinde samimi mi? Yoksa Halk plaja indi vatandaş rahatsız mantığını devam mı ettiriyor?
 
Bizzat şahit olduğum, çok değil birkaç yıl sonra kepazelik olarak adlandırılacak bir uygulama daha var Baroda.
İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi’nde staja yeni başlayan avukatlara bir kağıt imzalatılıyor. Hala aynı uygulama devam ediyor mu bilmiyorum. Bahsettiğim tarih 2012. Bunu staj eğitime gelen her avukat adayı imzalamak zorunda. Bu kağıtta stajyerlerin uyması gereken kurallar yazıyor ve en altta da tabi ki en vurucu ifade var: “ Baro derslerine baş açık girilir.”
Barolar Birliği’nin yayımladığı 2006 tarihli Avukatların Resmi Kılık Yönergesi  erkek avukatlar için de şu kuralı getiriyor: “…her gün sakal tıraşı olunur ve sakal bırakılmaz. Bıyık tabii olarak bırakılır, uzunluğu üst dudak boyunu geçemez, üstten alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olur, alt uçları dudak hizasından kesilir. Kravat takılır, … Bina içinde gömleksiz kravatsız ve çorapsız dolaşılmaz.”
 
Peki Baro ne yapıyor? Kendisi sakal uzatıp resmi kılık yönergesini ihlal ederken, başörtülü kadınları SEM derslerinde rencide ediyor. Yeri geldiğinde “başörtülü buraya giremezsin, çık dışarı” diyerek dersten kovuyor. 
Hani meşhur bir söz var, Halife Ömer tarafından söylendiği rivayet edilir: "Dicle'nin kıyısında bir kurt kapsa bir koyunu, gelir adl-i ilahi Ömer’den sorar onu” diye.
Acaba aynı adli ilahi, adliye kapısında çevik kuvvet tarafından kapılan avukatın, başörtüsü yüzünden derslerde rencide edilen, tuvalete yollanıp git örtünü çıkar gel denen insanların hesabını da birilerinden sorar mı?
 
Peki baro bunu neden yapıyor? Çünkü başörtüsüne, barodaki sağ kesime saldırdıkça daha fazla oy alacağını biliyor. Çünkü İstanbul barosunda bu fikir prim yapıyor!
 
Bir diğer örnek, 17/05/2013 tarihinde mahkemeyi basan Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin yargılanacağı dava için.
İstanbul Barosu Başkanı önce şöyle söyledi  “Bu dava için herhangi bir şekilde araç kaldırmayacağız, imkanı olan meslektaşlarımızı dayanışma için bekliyoruz”
 Davaya 3 gün kala tüm avukatlara mesajlar atılıyor.
14/05/2013 tarihli mesaj şöyle : “BUYUK GUN GELİYOR Baskan ve Yonetim Kurulunun yargilanacaği durusma icin Cuma gunu 09:30’da Silivri’deyiz. Ayrintilar ve ulasim Baro web sitesinde…
15/05/2013 tarihinde bir mesaj daha “18.05.2013 gunu durusmalarimiza mazeret koyarak.Baskan ve Yon.Kur.yargilanacagi durusmaya Silivri’ye gidiyoruz(2.Asliye Ceza…) Avukat Hakları Merkezi.”
Aynı gün ikinci bir mesaj: “Savunmaya destek verecek meslektaslarimizin mazeret icin kullanilacak listeye dahil olmaları için …” 
16/05/2013 tarihinde bir mesaj daha! Baroyu durduramıyoruz! Bu mesajda da diyor ki “BUYUK GUN GELİYOR Baskan ve Yonetim Kurulunun yargilanacaği durusma icin Cuma gunu 09:30’da Silivri’deyiz. Ayrintilar ve ulasim Baro web sitesinde…”
Kendisi için 3 günde 4 mesaj atmayı ihmal etmeyen İstanbul Barosu, gezi parkı olayları için ne yapıyor? Konu ile ilgili yazım: http://www.hukukihaber.net/sakal-i-baronun-hikmeti-makale,3131.html
 
Bu konuda bir hususa daha değinmeden geçemeyeceğim. Olayların çıktığı gözaltıların en yoğun şekilde yaşandığı ilk gün baroda nöbet tutan avukat sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardı. CMK servis sorumlusu avukat, bizim aidatlarımızla masrafı karşılanan futbol turnuvası için Roma’daydı. Kaç gol attık, maçın ilk ve ikinci yarısında nasıl olaylar oldu bilmiyoruz. Çünkü baro sitesinde bu konuda herhangi bir bilgi paylaşılmadı.  
O gün CMK servisinin fayda etmeyeceği anlaşılınca Avukat Hakları Merkezi olaya müdahale etti ve kendi merkezindeki daha deneyimli avukatları görevlendirerek doğru olanı yaptı. Karşılığında ise Baro yönetimi "Avukat Hakları Merkezini bu işe neden karıştırdınız" dedi.
Yine söz konusu olaylar yaşanırken, gözaltına alınanlara CMK’dan atanan avukatlarla, baronun gönderdiği gönüllü avukatların yaşadığı kavgalardan, mağdur edilen insanlardan hiç bahsetmiyorum.
 
Aynı İstanbul Barosu bildiri metninde hukuksuzluğa karşı safları sıklaştırmaktan bahsediyor. Aklıma takılan soru ise bu safları nerede sıklaştıracağımız.
Adaleti herkes için isteyip insanlık onurunun yanında mı saf tutacağız, yoksa köyüne kavalcı gelmiş kıymetli köy sakinleri gibi her Ergenekon,Balyoz türküsünü söyleyenin peşinde mi saf tutacağız?
İstanbul Barosu yayınladığı bildiride samimi ise Ergenekon’a gösterdiği önemi KCK davasına ve diğer hak ihlallerinin yaşandığı davalara da göstermesi gerekmez mi?
 
Ergenekon’u aklamak uğruna faili meçhullere, Hrant’ın katillerine sahip çıkmayı hangi vicdan kabul edebilir?
 
Bakın İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal Hrant davası ile ilgili görüşleri sorulduğunda ne diyor: "Bu karar henüz kesinleşmiş bir karar değildir. Yargıtay süreci var. Ama şimdi Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı ve bir takım siyasiler açıklama yapıyorlar. Anayasa'yı hatırlatıyorum. Hiç kimse hakimlere emir veremez, tavsiyede bulunamaz ve telkinde bulunamaz … Açık söylüyorum. Herkesin düşündüğü adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs değil. 288. madde ayrıdır. Bir de Anayasa'nın bu yasağını suç haline getiren 277. madde vardır. Yargı görevi yapanı etkileme maddesi. Şu anda bu suç işleniyor … Ben bu davada örgüt vardır, yoktur bunu tartışmıyorum. Çünkü ben mahkeme değilim. Çünkü ben delilleri değerlendirme mevkiinde olan biri olan değilim. Hiç kimse de olamaz, olmamalı”(2)
 
Şimdi bu açıklamalarla birlikte Ergenekon davası hakkındaki yorumlarını yan yana getirdiğimde acaba başka bir Ümit Kocasakal daha mı var diyorum. Çünkü iki dava karşısındaki iki farklı Kocasakal yorumuna baktığınızda, Kocasakal’ın şunu söylemeye çalıştığı anlaşılıyor: “Ben adalete adalet demem, istediğim gibi tecelli etmedikçe!”
 
Eğer baro hukukun yanında saf tutma konusunda samimiyse, herşeyden evvel Menderes ve arkadaşları için vermiş olduğu İstanbul Barosu Başkanlığı Yönetim Kurulu’na ait 31/05/1960 ve 17/11/1960 Günlü Karardan dolayı bir özür dilemesi gerekmez mi? (3)
 
25/12/2012 tarihinde Sanatçılar Girişimi tarafından düzenlenen Sanatçılar Buluşması’nda Ümit Kocasakal ateşli bir konuşma yapıyor:(4)
“Ülkedeki herşey satılıyor, topraklar satılıyor ama lütfen hiç umutsuz olmayın, o satılan herşeyi geldiğimizde geri alıcaz, hepsini devletleştiricez! Satılan bütün toprakları kamulaştırıcaz! Emperyalizme, ve onun bir parçası olan Avrupa Birliği’ne güle güle dicez, Nato’ya da güle güle dicez!”
Kocasakal  hızını alamayıp devam ediyor: “Orda silivride şunu bilin, orda bir mahkeme yok. Orda bir yargılama yok orda hakim yok orda savcı yok orda hukuk yok. Ama ama ama şunu bilmenizi isterim barolar buna boyun eğmez.” Devamında kalabalık gaza gelir ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırır. Kocasakal’dan el-cevap: Elbette!
 
Hani biz avukatların efendisi olmamıştı? Efendimiz yok, kölemizde olmadı derken farkında olmadan başkanımız bizi asker yapmış.
Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye elinde mikrofon slogan atıyor.
 
Peki Mustafa Kemal’i sevmeyen veya sevip sevmeme konusunda hiçbir fikir beyan etmeyen bir avukata bu baro sahip çıkar mı? Çıkmasa da elbet bir gün sahip çıkacak birileri o makama gelir.
Kaldı ki madem bu kadar ulusalcısın, bu kadar delikanlısın, böyle faziletlisin; yabancı hukuk bürolarına karşı neden hiçbir şey yapmıyorsun sevgili Baro?
 
TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonunda üzerinde uzlaşılan bir madde var. Madde 113.(4) de "Yabancı avukatlık kuruluşları, karşılıklılık ilkesine bağlı olarak, ancak yabancı hukuk ve milletlerarası hukuk konularında danışmanlık hizmeti verebilirler " hükmüne yer verilmiştir.
 
Buna en başta “Tarlaları toprakları devletleştireceğiz, AB’ye karşıyız, NATO’ya karşıyız” diye nutuk atan zihniyetin karşı çıkması gerekmez mi? En azından o sevdikleri eylemi yapıp bir kırmızı kart göstersin değil mi?
 
Son olarak şunu da sormak lazım. 13/01/2012 tarihinde Rauf Denktaş vefat etti ve İstanbul Barosu’nun websitesine girdiğinizde tam bir hafta boyunca kocaman bir pencere bizi karşıladı; “Denktaş vefat etti Türk Milleti’nin başı sağolsun” minvâlindeydi. Bu olaydan yaklaşık iki hafta önce yani 28 Aralık 2011 akşamı Roboski saldırısı yaşandı. Bu saldırı sonucu 35 Vatandaş hayatını kaybetti. Peki bizim sevgili baromuz bu konu hakkında ne yaptı? Tahmin edeceğiniz gibi görmezden geldi. En azından F-16’lara karşı bir kırmızı kart gösterebilirdi.  
 
Peki İstanbul Barosu günah keçisi mi?
Dünyanın en büyük barosu bu haldeyken memleketimizdeki diğer barolar ne yapıyor?
İşte bir diğer güzel örneğimiz de Konya Barosu. 23/07/2013 tarihinde Türkiye’de Gezi Parkı eylemleri sırasında binlerce hak ihlali yaşanırken İspanya Kralı I. Juan Carlos’a bir mektup yazıyor ve diyor ki artık şu boğa güreşlerine bir son verin!(5)
 
Hepimizin yüreklerinde kanayan bir yara olan Boğa Güreşlerine değinen bu bildiri karşısında hangi vicdan sahibi gözyaşlarına hakim olabilir ki? Ben de olamadım. Ülkemdeki bir baronun dünyadaki sorunlara böyle duyarlı olması beni çok mutlu etti.
 
Gelecekte Konya Barosu’ndan aynı  duyarlılığı fok balıkları, çölde kutup ayıları tarafından tecavüz edilen bahtsız bedeviler için de bekliyorum.
 
Son olarak sabırla yazımı okuyanlara (Ümit Kocasakal edasıyla) birkaç söz söylemek istiyorum:
 
Biz zannettik ki “Avukatlık” barolarda korunur. Biz zannettik ki günde 5 vakit laiklikten söz edenler avukatlığı korur. Biz zannettik ki Baromuz var. O kalabalık baro bizi korur. Artık Baro vesaire yerine Darbeci Baro var. Bu yüzden durmadan çalışacağız!

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdost BALCI tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------------------------------------------------------
(3) “Sabık iktidarın zamanı idaresinde hukuka aykırı fiil ve hareketleri ika ve bunlara iştirak sebebiyle haklarında açılacak davalarda maznun ve davalıların müdafiliğinin İstanbul Barosu'na mensup avukatlar tarafından deruhte edilmemesine ve keyfiyetin Türkiye Barolarına temenni suretiyle teklifine, keyfiyetin umum heyete arzına...”
(5) http://www.odatv.com/images/resimler/turkiye2.jpg