Şehirlerimiz hasta, eğitim sistemimiz hasta, sağlık sistemimiz hasta, adli sistemimiz hasta, yasalarımız hasta, güvenlik sistemimiz hasta, insanlarımız hasta! “Yol vermedi” diye adam öldürüyor, tenhada kıstırdığına tecavüz ediyor, hak yemeyi üstünlük sayıyoruz! 

Yasalarımız, eğitim sistemimiz amaçsız ve ruhsuz. İnsanlar günü birlik yaşıyor. Yarınlarımızın hiçbir garantisi yok. Olmadık bir şekilde yolunuz mahkemeye, emniyete düşer hayatınız kararır! “Ben yasal hakları olan bir Türk vatandaşıyım dersin” fıkra gibi, onlar güler sen ağlarsın. 

Sizi dinlemeyen, dinlese de tartışmasız delilleri yok sayabilen, keyfiliğin adını “vicdan” koyabilen, bir yargıç’a güvenmek nasıl mümkün olur? 

Yine, Ali İsmail Korkmaz örneğinde izlediğimiz gibi, tekme ile adam öldürebilen, kendisine sığınan kızlara tecavüz edebilen, bir bankanın aracına silahla saldırıp soymaya teşebbüs edebilen bu polislere nasıl olup da güveneceğiz? 

Hepsi aynı mı? Elbette değil ama biz bu ayrımı nasıl yapacağız? Kimin namusuyla görevini yapacağını veya kimin namussuzluk yapacağını nasıl tespit edeceğiz? Nasıl tespit edelim ki ona göre tedbirimizi alalım? Böyle insanlar nasıl oluyor da emniyet ve adalet teşkilatında yer olabiliyor? 

Peki, fareler üzerinde denen ilaçlar gibi, körpecik beyinlerde bitmek tükenmek bilmeyen eğitim(!) deneyleri yapan ve çocuklarımızı bir Frankeştayn’a dönüştüren eğitim(!) sistemimize nasıl teslim edelim çocuklarımızı? 

Temel çürük, duvarlar kırık, çatı çökmüş bir halde!

Çaresiz bir haldeyiz.

Her şeyin en iyisini bilen bu ruhsuz ve amaçsız sisteme(!) göre Filozoflarımız bir deli, düşünürlerimiz bir düşman! Böyle bir sistemde “filozof” ve “düşünür” olmak zaten Tanrı’nın bir lütfu! Onu da ya “deli” ya da “düşman” olarak yaftalıyoruz. 

Türkiye’de üstün zekâlı çocuklarımızın eğitildiği tek okulu belki de bu yüzden kapattık! Filozof ve düşünür olmanın deli gömleği giymeye eş değer olduğu ülkemiz, bu yüzden 100 yılda bir kurtarıcısını bekliyor. İdari, siyasi, sosyal ve ekonomik dehalar “aman gelmesin” diye üstün zekâlı çocukların okullarını bile kapatan bu “Abdurrahman Çelebiler”’in en büyük hayali belki de “din(i)dar ve embesil” bir gençlik! 

“Neden böyle?” diye merak edenler için araştırdım ve suçluyu buldum sonunda!  İklim! Yaşadığımız 4 mevsim. Yanlış duymadınız! “Genlerimiz bozuk” diyen Dr. Abdullah Cevdet yanılıyor! Genlerimiz, “hamdolsun” sağlam ama bizi bu güzel havalar mahvetti! 

“Bir ülkenin siyasal ve hukuksal yapısını incelemek için, iklim, coğrafya, gelenekler, nüfus, ekonomik yaşam gibi pek çok değişkene bakmak ve bunlar arasındaki ilişkileri açıklığa kavuşturmak gerekir”.  “Soğuk iklime sahip kuzey ülkelerinde ‘kusuru az meziyeti çok’ insanlarla, samimi ve açık kalpli insanlarla karşılaşırsınız. Güney ülkelerine doğru indikçe ahlak dediğimiz şeyin kendisinden bile uzaklaşıldığını sanırsınız. Güneye indikçe kişi mutluluğu tembellik ve edilgenlikte bulur. Bu kişiler kafalarını işletmektense köle gibi yaşamayı yeğlerler”. 

Kafadan atmıyorum, kaynağım Montesquieu. Filozofun deli, düşünürün düşman olarak görüldüğü böyle bir ülkede kendisini tanımayanlar için belirteyim, Montesquieu 1700’lü yıllarda yaşamış bir filozoftur. “Niye böyle, biz bu işleri neden beceremiyoruz?” diye düşündükçe işin içinden çıkamadığım için çareyi Montesquieu’nun bu tezinde buldum(!) Yaşadığımız bu coğrafyayı değiştirmemiz lazım! Ne yapayım ya? Katılmıyorsanız siz cevap verin; neden bu kadar beceriksiz ve ahmakça işler yapıyoruz ve giderek ahlaksız bir millet haline geliyoruz?

Siyasal, hukuksal ve eğitim sistemimizin(!) bu perişan halinin sebebi iklimimiz? Tüm bunların sebebi övündüğümüz 4 mevsim! 

İlkbahar, Yaz, Sonhabar, Kış! Her “mevsime(döneme/ideolojiye/iktidara/güce)” göre değişen adalet(!) anlayışının sebebi bu! 

Yasalarımız bu yüzden mevsimlerimiz gibi sürekli değişiyor. Mahkemelerimiz bu yüzden vatandaşa karşı kışın sert ve uzun, yazın kurak ve sıcak! 

Siyasal sistemimizin bahar ayları bu yüzden kısa ve kararsız! 

Ülkemizin yetişmiş(tüm önlemlere rağmen!) gençliği bu yüzden dökülüyor yaprak yaprak! “Darbe/Postmodern Darbe/Mufazakar/Laik/ Baskı ve Sindirme”. Demokrasiyi henüz gören yok!

Her gelen iktidarın kendi görüş ve düşüncesini dayatmasının sebebi de 4 mevsimimiz! Yaz aylarında yükselen güneş “paltonuzu çıkarın, başınızı açın sizi gidi mürteciler” der, kışın yağan kar “paltonuzu giyin, etek boyunuzu uzatın, ortalık yerde öpüşmeyin, ayağınız kayacak, tecavüze uğrayacaksınız” der ve bizi kendimizden çok düşünürler! Son/İlk/Bahar aylarının halini ise hiç sormayın; “sabah; paltonuzu giyin edebinizi takının, öğlen; çıkarın hepsini, bu havada/devirde giyilir mi böyle kıyafetler, akşam; hiç akıllanmayacaksınız değil mi, ben ne dedim size….”. Kararsız ve şizofren bir hal! 

Mevsimler, hepsinin nedeni mevsimler! 

Bizim bir günahımız yok, çaresiz hastalıklarımızın nedeni mevsimler…


(Bu köşe yazısı, sayın Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)