Bu yazımızda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.196/2’ye göre, sanığın sorgusundan önce beyanını asıl mahkemesinde vermek isteyip istemediği sorulmadan istinabe yolu ile sorgu yapılıp yapılamayacağı ve bu şekilde sorgunun yapılması durumunda hangi hukuki sonuçların doğabileceği hususları, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.04.2018 tarihli, 2017/1188 E. ve 2018/167 K. sayılı kararı ışığında değerlendirilecektir.

I. Genel Kurulun Değerlendirmesi

Yargıtay Ceza Genel Kurulu; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi[1] uyarınca, Genel Kurullarda işin esasına girmeden önce, konu ile ilgili olarak çözülmesi gereken bir ön sorun ortaya çıkması durumunda, ilk olarak o yönden görüşme ve oylama yapılması gerektiğinden, yargılamanın esasına müessir usuli bir hata olması ihtimalinden dolayı, öncelikle istinabe suretiyle sorgusu yapılan sanığa, CMK m.196/2 gereğince sorgusundan önce ifadesini asıl mahkemesinde vermek isteyip istemediği sorulmadan ve suça konu maddi olayla ilgili savunması alınmadan hüküm kurulmasının isabetli olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

Genel Kurulca yapılan değerlendirmede; 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun Ek 5/1. maddesinde düzenlenip iki yıldan beş yıla kadar hapis ve adli para cezası öngören petrol kaçakçılığı suçundan yargılanan ve savunmasının tespiti için hakkında yakalama emri düzenlenen sanığın, davanın görüldüğü Van 1. Asliye Ceza Mahkemesinin yargı çevresi dışında kalan Samsun ilinde yakalanmasını müteakip, Samsun 5. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan sorgu aşamasında, beyanı alınmadan önce sanığa ifadesini asıl mahkemesinde vermek isteyip istemediği hususunun sorulmadığı, yine yasal haklarının hatırlatılması üzerine, “haklarını anladığını ve savunmasını yapacağını” söyleyen sanığın, yargılamaya konu suça ilişkin maddi olay ile ilgili savunması tespit edilmemiş olup, savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olan bu usule aykırılıklar nedeniyle, işin esasına girmeden yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.

II. Sanığın İstinabe Yoluyla Sorgusunda Usul

CMK m. 191/3-d’ye göre; sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne uygun sorgu yapılmalıdır. CMK m.193/1’de, sanığın duruşmadan ayrık tutulabileceği haller olabileceği, bu durumlar saklı kalmak üzere sanığın duruşmada hazır olması gerektiği, yani sanığın yargılaması yürütülen mahkemede sorguya çekilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir.

“Sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı CMK m.196/2’ye göre; Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısı ile sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısı ile müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.

Bu düzenlemeye göre; alt sınırı beş yıldan az hapis cezasını gerektiren bir suçtan yargılanan sanığa, sorgusundan önce beyanını esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulduktan sonra istinabe suretiyle sorguya çekilebileceği, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda ise sanıkların sorgusunun mutlaka yargılamayı yapan mahkemece yapılması zorunludur.

Sorgusundan önce sanığa; beyanını yargılamayı yapan esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmaması veya sorulması üzerine duruşmadan bağışık tutulmak istemediğini belirtmesine karşın istinabe ile alınan ifadesiyle yetinilmesi, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.

Sanığın duruşmada hazır bulunması; sanık için bir yükümlülük olmakla birlikte, aynı zamanda bir haktır. Çünkü sanığın kendini açıkça ifade edebileceği yegane yer duruşma salonudur. Anayasanın “Kanuni hakim güvencesi” başlıklı 37. maddesine göre de; hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka merci önüne çıkarılamaz. Kanuni şartları oluşması halinde, istinabe yolu ile sanığın tabi olduğu mahkeme dışında bir mahkemede sorguya çekileceği durumda, sanığa mutlaka beyanını esas mahkemede vermek isteyip istemediği sorulmalı, muvafakat vermemesi durumunda, sanığın beyanı tabi olduğu esas mahkemede alınmalıdır.

Bizce; SEGBİS yöntemi de geldiğinden, öncelikle yine huzurda sorgu usulü tatbik edilmeli, ama bunun mümkün olmadığı ve sanığın da istemediği durumda en azından uzaktan da olsa yargılamayı yapan esas mahkemesi sanığın sorgusunu yapmalıdır. Hukuk kurallarını tatbik etmenin yanında, maddi vakayı inceleyen ve sanığı da dinleyip gözlemlemesi gereken mahkemenin mümkünse yüz yüze, değilse teknik imkanları kullanmak suretiyle sanık sorgusunu doğrudan yapması esastır. Sanığı tanımadan, onu dinlemeden, onunla konuşmadan maddi vakanın, sanığın hukuki durumunun, hangi kuralların uygulanıp uygulanmayacağını, ceza sorumluluğunun takdir ve değerlendirmesinin makul bir şekilde yapılması imkanı olmayacaktır. Hatta; biz konuyu daha da ileri götürerek, sorguyu yapan hakimin sanık hakkında karar vermesi gerektiğini savunuyoruz. Sorguyu yapmayan ve hele de delillerin ortaya koyulup tartışılmasında bulunmayan hakimin vereceği karar, hem isabetli olmayacak ve hem de yargılama yapmış veya yargılamaya katılmış bir hakimin verdiği veya katıldığı hüküm özelliğini taşımayacaktır. Günümüzde bu konuda büyük sıkıntılar yaşandığını, doğal/kanuni hakim güvencesinin ihlal edildiğini, dürüst yargılanma hakkının da zedelendiğini ifade etmek isteriz.

“Doğal hakim” ilkesi, adil/dürüst yargılanma hakkının bir unsuru olup; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Adil/dürüst yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesine göre, sanık kendisini bizzat savunma hakkına sahiptir. Sanığın kendini yegane savunabileceği yer mahkeme salonu olup, doğal hakim ilkesi gereğince de kural olarak savunmasını tabi olduğu esas mahkemede yapabilmelidir. İstisnai olarak; sanığın yargıya ulaşmasını kolaylaştırmak maksadıyla istinabe yolu ile beyanı alınacak ise, sanığa mutlaka tabi olduğu esas mahkemede beyanda bulunabilme hakkı olduğu da hatırlatılmalıdır.

Kendisi yönünden hak olarak düzenlendiği kabul edilen bir hususta sanığın bu hakkı ne şekilde kullanacağı konusunda hiçbir inisiyatifinin olmadığının kabulü halinde, hakkın varlığından da söz edilemeyecektir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 12 Şubat 1985 tarihli Colozza ve Rubinat/İtalya ile 25 Kasım 1997 tarihli Zana/Türkiye kararlarında; Sözleşme ile garanti altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesinin, bunun açıkça söylenmesiyle mümkün olabileceği belirtilmiş olup, buna göre sanığın esas mahkemesinde ifade verme hakkından vazgeçmesinin, ancak sanığa açıkça bu hususun sorulup onayının alınması ile mümkün olacağı vurgulanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun incelemeye konu kararla aynı doğrultuda olan, 14.02.2012 tarihli, 2011/4-248 E. ve 2012/37 K. sayılı ve 22.11.2011 tarihli, 2011/192 E. ve 2011/241 K. sayılı kararları başta olmak üzere, süre gelen bir çok kararında da; “Sorgusundan önce sanığa, ifadesini yargılamayı yapan mahkeme huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmaması veya sorulması üzerine duruşmadan bağışık tutulmak istemediğini belirtmesine karşın istinabe ile alınan ifadesiyle yetinilmesi savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracağından mutlak bir bozma nedeni olduğu” sonucuna ulaşılmıştır.

Sonuç olarak; adil/dürüst yargılanma hakkının bir unsuru olan “doğal hakim” ilkesi uyarınca sanığın sorgusu ancak tabi olduğu esas mahkemede yapılabilecektir. Bunun istisnası; CMK m.196/2’de alt sınırı beş yıldan az suçlar bakımından uygulanabilecek olan, istinabe yolu ile sanığın sorgusunun yapılmasıdır. İstinabe yoluyla sanığın sorgusunun yapılabilmesi için, sanığa mutlaka tabi olduğu esas mahkemede beyanda bulunup bulunmak istemediği sorulmalıdır. Bunun üzerine; sanık tabi olduğu esas mahkemesinde sorguya çekilmek istediğini belirtirse, sanığın sorgusunun istinabe yoluyla yapılamayacağı tartışmasızdır. Sanığa bu hakkı hatırlatılmadan istinabe yoluyla sorgusunun yapılması durumunda; bu işlem hukuka aykırılık teşkil edeceğinden, yalnızca bu sorguya dayanılarak sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesi hukuka aykırı olacaktır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Hasan Yılmaz

Stj. Av. Kadir Furkan Köroğlu

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------

[1] Yargıtay İç Yönetmeliğinin “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarında Ön Sorun” başlıklı 27. maddesi;

Genel kurullarda işin esasına girmeden önce, konu ile ilgili olarak çözülmesi gereken bir ön sorun ortaya çıkarsa ilkin o yönden görüşme ve oylama yapılır.

Oylama sonucu ön sorun karara bağlandığı takdirde, gerekiyorsa işin esasına geçilerek görüşmesi yapılır ve oylanır. Ön sorun oylaması sonucu, bir üyenin düşüncesine aykırı düşmüş olsa dahi o üye de işin esası hakkında oy vermek zorundadır. Oylar sorunu çözümleyici nitelikte kullanılır.

Bir toplantıda ön sorun kurulun oylan ile karara bağlanmış ve ancak işin esası üzerindeki görüşmelerde yeterli oy sağlanamaması nedeniyle ikinci kez görüşme gerekmiş ise, bu takdirde ön sorun oylaması ve kararı geçerli olup, bu konuda yeniden görüşme yapılamaz. Bu durumda önsorun oylamasına katılan üyeler belli edilerek tutanakla saptanır ve son kararda da bu yön açıklanır. https://hukukihabernet.teimg.com/hukukihaber-net/uploads/2024/05/yargitay-ic-yonetmeligi.pdf