12 Öfkeli Adam, klasik istidadı taşıyan, o damardan beslenen bir film.

Baba katli’nden yargılanan kenar mahalleli 18 yaşında bir gencin idamı istenmiştir. Bir çocuğun elektrikli sandalyede öldürülmesini onaylamaları beklenen 12 adam, jüri odasında toplanırlar. 

Günlük telaşlar arasında bir de böyle kamusal bir konuda fikirleri sorulan jüri, bunaltıcı sıcaktan, yorgunluktan ve gelecek günün endişesinden bıkkın; bir angaryayı daha aradan çıkarır gibi bu işi karara bağlayıp evlerine ya da o akşamki maça yetişmek istemektedir. 

Çoğu, kolay bir davaya düştükleri için şanslı olduklarını düşünür. Karar yormayacaktır onları, her şey çok açıktır…

Elbette, idam… Yalnız bir kişi, açık delillere rağmen hâlâ şüphe duymaktadır ve:

‘Delilim yok ama ikna olmadım’ der.

Film boyunca isimlerini bilmeyeceğimiz jüride, Henry Fonda’nın oynadığı 8 numaralı üyedir bu adam. 

8 numaralı jüri, herkesin şaşkın, suçlayıcı bakışları altında önce düşünmeye, sonra açık ve samimi olmaya yani kendi olmaya cesaret etmiştir. Filmin esas teması ve ruhu burada görünür olmaya başlar. 

Senarist Reginald Rose farkındadır, kendimiz olurken gerçeği marjinalleştirmek ihtimali de bizi bekler.

Kişiselleştirilen ‘gerçekler’, kendi konumlarından alınarak bir meta gibi giyinilen hakikatler, pazarda rekabet konusuna dönüşebilirler. Bu yüzden çoğu zaman insanoğlunun kendisi olmak kavramıyla ilişkisi de sorunludur.

Filmin başarısı da burada çıkıyor karşımıza… ‘Kendi olmak’ı bize yöntemiyle de gösteriyor.  Böylece hem kendimiz hem başkaları için bir kendi olmak testi veriyor elimize. 

Filmde kendi olmak tercihi, dilimizde hemen çağrıştırdığı gibi bir kendinden eminlik, kendini dayatma ve üstünlük ruh hâline sebep olmuyor. Ortada emniyetli bir konum yoktur,  sadece bir şüphe vardır. Belki de sosyolojiye bakan tarafıyla insanın durduğu tek sahih konum olan şüphe...   8 numaralı jüri üyesi ‘ikna olmadım’ derken samimidir. Kendine ve olaya mesafeyi koruyarak ve kimseyi karşısına almadan girer yola.  Kesin bir inançla değil, bir şüpheyle, soru sorarak ve birlikte aramak üzere açar kapıyı. 

Kendi konumunu, ne inatla savunur ne de gevşek ve inançsızdır. Gayretlidir ama karşı delilleri görmeden gelmez, araştırır.   Etkileyip etkilenerek ilerler. 

Tartışma ilerledikçe jüri üyeleri 8. jürinin dediği gibi delillerin ikinci dereceden oldukça şüpheli deliller olduğunu fark etmeye başlar. Yeniden bakıldığında “makul şüphe” için önemli nedenler çıkar ortaya. Yavaş yavaş jüri, “kesin inançlıların” ya da “fazla bir şey kazandırmayacak bir dâva”ya ayıracak zamanı olmayanların etkisinde kaldığını anlar. Jüri,  bir önyargı, aciliyet ve sorumsuzluk rüzgârına kapılarak birçok delili gözden kaçırdığını fark etmeye başlar. 

Fakat jürideki  ‘inatçılar’  delillerin çürümesiyle tatmin olmazlar. Onların kararları önyargıların, geçmişten gelen acıların, kişisel sorunların gölgesindedir.   8 numaralı jüri, olayın her aşamasında empati gücü yüksek,  güçlü bir gözlemcidir. İnsanoğlunun sadece mantığa dayanarak karar vermediğini bilerek mücadele eder.   İletişim sanatının hiçbir basamağını atlamadan muhataplarının tepkilerini tek tek algılar, değerlendirir ve gerekli cevabı oluşturur. Bazen sözle bazen bir terapist gibi karşısındakine yansıtma yaparak kişinin kendi kendisini anlamasını, görmesini sağlar. Karar verecek olan insanların kendi düğümlerini çözebilmeleri için mizansenler yaratır, yeniden canlandırır, oynar, oynatır. Rolünü öylesine samimi ve adanmış oynar ki bunun için bir sahnede hayati tehlikeyi bile göze alır.  
Süreç boyunca gerçeği görmeğe değer bulacak şekilde ruh sağlığını korumayı başarır. Ne kimseye düşmanlık hissi duyar, ne bir erdem gösterisiyle haset damarını kabartır, ne korkar ne de pazarlama yapar. Böylece sonunda sorun gerçeklik lehine çözülür. 

Bu arada filmde, sorunlulara rağmen, genel olarak toplumda bir temel iletişim kültürünün gelişmiş olduğunu da görmek gerekir. Nitekim jüri başkanı ve yaşlı bir jüri üyesi, iletişimin asgari şartı olan ötekinin konuşma hakkına saygı ve nezaketleriyle 8 numaralı jürinin işini kolaylaştırıyorlar.

 >> Tüm zamanların en iyi 100 'hukuk' filmi


Son sahnede en inatçı jüri üyemiz olan evlat nankörlüğünden şikâyetçi baba, kendi sorunuyla yüzleşmiş ve yıkılmış olarak teslim olur.  8 numaralı jüri, onun ceketini giymesine yardım eder. Bu son jest bize, aralarında yaşananın niteliğini de gösterir. 

Film boyunca “küçük adamların”, gündelik küçük hayatlarının hayatî durumları nasıl ölümcül hatalara dönüştürebileceğini fark ediyoruz. O “küçük adam”; tahammül edemediği sıcak, karşı koyamadığı uyku ihtiyacı, fanatiği olduğu takımla beraber karar verirken küçük anlar, önemsiz alışkanlıklar diye bir şey olmadığını gösteriyor bize. Biz ölümcül kararları da hayati dönemeçleri de hep uykulu, kızgın, aç, yorgun, coşkulu, üzgün, pişman, arzulu, öfkeli, egolu bir ânımızda alırız.  

12 Öfkeli Adam, kendi olabilen, öyle kalabilen, adaleti ve aşkın bir insanlığı geliştirmek isteyenler için, bir yol-yöntem, bir nevi âdâb-ı muâşeret   filmi…


Hande Şirin 
Klinik Psikolog

Hukukihaber.net