Dışarıya yansıtılmış hemen her şey içeridedir.

Giriş

Sorunlar insan davranışından kaynaklandığından, psikoloji bilgisi sorunlara çözümde yardımcı olmaktadır. Öte yandan, akıl sağlığının vücut sağlığı üzerindeki etkileri göz önüne alınarak insanın psikolojik iç görüleri, kişisel ve profesyonel ilişki ve faaliyetlerinde yardımcı olmaktadır. Hukuk ve psikoloji, ikisi de bizlerin insanlara ve insanlarla birlikte ne yaptığımıza eğilmekte; müşterek bir amaca, sosyal birlik ve dirlik ile gelişmeyi adaletli bir biçimde sağlamaya odaklanmışlardır. Kesiştikleri kavşakta ortak bir zemin oluşturulması ve iletişim kanallarının açık ve anlaşılır olması önem kazanmaktadır.

Ceza adaleti sisteminin en belirgin niteliklerinden biri, sürecin çoğunlukla insanlar (tanıklar, dedektifler, şüpheliler, avukatlar ve hâkimlerle) yürütülmekte olmasıdır. Sistemin tekerlekleri bu aktörlerin akli faaliyetleri ile dönmektedir: Hafızaları, tanımaları, değerlendirmeleri, çıkarımları, sosyal etkiler ve kararlar; işte bunların tümü ahlaki yargılar, duygular ve motivasyonlarla ilişkilidir.  Yargısal hükümler, bu süreçte yer alan kişilerin akli faaliyetler birleşim sonucundan daha iyi olamaz. Bu nedenle, adalet sistemi işleyişinin tecrübi psikoloji açısından irdelenmesi gereklidir.     

Bir tarafta nesnel dünyanın varlığı; öte yanda, tüm algıların öznelliği karşısında gerçeklere/hakikate ulaşıldığı nasıl saptanmaktadır? Bu durumda “adaletin” psikolojik gerçekler karşısında sınanması zamanı gelmedi mi? Hâkimler aldıkları hukuk eğitimi ile halktan farklı bir karar yetisine mi sahip olmaktadırlar? Hâkimler, halktan düşünce, muhakeme ve karar vermesinde farklı bir görüntü mü vermektedirler? Yargıda olgusal saptama sürecinde, diğer mesleklerde bu tür işleri yapanlarla karşılaştırıldığında hâkimlerin algılama süreçleri farklı mıdır? İşte tüm bu soruların yanıtları belirinceye kadar hâkimlere özgü özel (sui generis) bir hükmetme psikolojisi olup olmadığını bilemeyeceğiz.1  

Kuşkusuz, adli sistemin kalitesi, hâkimlerin aldığı kararların kalitesine dayalıdır. Ehil ve kendini mesleğe adamış hâkimler de zaman zaman hata yapabilirler. Yalnız halkın beklentisi bu tür hataların sistematik hale gelmemesidir. Ne var ki bu beklenti gerçekçi değildir. Hâkimler ne kadar tecrübeli, iyi eğitilmiş ve oldukça motive edilmiş olurlarsa olsunlar, algısal illüzyon (zihniyet kalıpları, önyargılar v.s.) kurbanı olabilirler.  Kişinin davranışı, içinde bulunduğu akli durumu/bağlamı ile açıklanmaktadır. Yalnız algısal yanılma da göz önüne alınmalıdır. Şimdi masaya üç bardak koyarak, birincisine buzlu su, ikincisine sıcak su ve üçüncüsüne de ılık su ile doldurunuz. Şimdi sol elini birinci, sağ elini ikinci bardağa koyup bir dakika kadar bekledikten sonra her iki elinizi de üçüncü bardağa koyduğunuzda, sol elinizde ılık bir duygu, sağ elinizde ise serinlik hissedeceksiniz. Bu garipsenecek algısal anomali neye işaret etmektedir? İşte bu yoğunluk, algılamaların stimüle mutlak gücüne dayanmayıp, onun göreceli gücüne dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, algısal deneyim, onun bağlamından etkilenmektedir. Araştırmalar, bizlerin algısal deneyiminde doğru olanın, yargılar ve kararlarımızda da genel olarak doğru olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz, algı insan davranışında merkezi bir konumdadır. Psikologlar, insanların realite ile etkileşim içinde olmak yerine realitenin kendilerince algılananı ile etkileşim içinde olduklarını ileri sürmektedir.  İçinde yaşadığımız dünyada olayları ve dinamikleri bizler bir bakıma inşa etmekteyiz. Aynı içeriği deneyimleyen insanlar bir süre sonra bunu farklı şekilde hatırlamakta veya kitle iletişim aracının yanlı olduğu konusunda yanlış teoriler benimseyebilmekte ve kendilerini temelsiz kuşkuculuğa yöneltebilmektedirler.    

Beyin-Zihin


Zihin paraşüt gibidir; yalnızca açılırsa çalışır.

Beyin ve zihin aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Düşüncelerimizi düşünen zihin oldukça özel bir yerdir. İşte sorunlu düşünce kalıplarını düzeltmekten, bellek, akıl hastalığı ve duyguların işleyişini ortaya çıkarmaya kadar, psikoloji, zihnin analizinde büyük ölçüde yer almaktadır.

Hepimiz kendi zihin alanımız içinde yaşamaktayız. Beyin zihin yaratan bir organ olarak binlerce yıldır her kesimden insanı düşünmeye itmektedir. Descartes’in zihinle bedeni birbirinden ayırması, bu anlamda çok önemli adımlardan biridir.

Zihin olarak tanımlanan şey “yaşamımızdır”. Nasıl oluyor da bir 1360 gr. lık et parçası bir zihin evrenini yaratıyor? Nasıl oluyor da milyarlarca hücre bir düşünce dünyası meydana getiriyor? Bir et parçası nasıl oluyor da düşünce dünyamızın ötesinde varlık alanımızı da oluşturuyor?  

Kısa anlatımı, "bir kişinin veya grubun karakteristik, yinelenen bir inanç, tutum (ruh hali veya eyleme yatkınlık) veya düşünce biçimidir". Zihniyetiniz, yaşamın zorlukları ile nasıl başa çıkacağınız konusunda kritik bir rol oynamaktadır. Bazı örnekleri şunlardır:

- Cehaleti kabullenme korkusu: Bir konuda sınırlı bilgiye sahip olduğunu veya hiç bilgisi olmadığını açıkça kabul edememek (teori, teknoloji, çözümler vb.);

- Konunun uzmanı kesilmek: Bir konuda tartışılmaz uzmanlığa sahip olma inancı beslemek;

- Varsayımlarda bulunma yetisine sahip olmak: Varsayımlarda bulunma ve bunları uygun şekilde doğrulamama veya bunları çıktılarda da açıkça belirtme;

- Çalışıyor, ama nedenini bilmiyorum(!): Nasıl ulaşıldığına dair sağlam bir açıklama yapmadan bir sonucu kabul etmek;

- Deneyim odaklı iyimserlik: Geçmişte yaptığınız bir şeye benzediği için bir sorunun çözülmesinin kolay olduğunu düşünmek.

Zihniyette önemli olan zekanın sabitlenmesi (fixed mindset) yerine zekanın geliştirilebileceği (growth mindset) yaklaşımının benimsemesidir. Sabit zihniyete sahip insanlar, zekâ gibi yeteneklerin ve özelliklerin kalıcı olduğuna inanırken, gelişen zihniyete sahip olanlar bunların geliştirilebileceğine inanıyor. Bu zihniyete sahip insanlar, iddialı hedeflere ulaşma konusunda kendilerine güvenirler ve başarısızlıklarda cesaretleri daha az kırılır.

Yinelersek, zihniyet, tam anlamıyla zihnin kurulumudur, zihnin bir merceği ya da çerçevesidir ve onun vasıtası ile dünyayı görmektedir. Sözü edilen kalıbın oluşumunu maymunlarla yapılan bir araştırma ile sergileyelim. Birkaç maymunun bulunduğu bir kafesin tavanında sarkan muzlar var. Maymunlar ne zaman muza erişmek üzere merdiven basamaklarını çıkmaya çalıştıklarında püskürtülen soğuk su onları engellemektedir. Maymunlar birkaç gün sonra merdivene çıkmayı terk etmişler. Araştırmacı birkaç gün sonra kafesteki maymunlardan birini yenisi ile değiştirdi. Muzları gören yeni maymun merdiveni çıkmaya başladığında, ne olduğuna dikkat ediniz: Öteki maymunlar sosyal birer yaratık olarak yeni maymunu püskürtülen suya erişmeden geri çekiyorlar.  Gösterilen bu tepki, yeni maymun artık muzları görmemezlikten gelene kadar devam etti. Sonuçta ortaya çıkan tablo, “gruba yeni maymun geldiğinde muzlara erişmeyi kafandan çıkar” normunun toplumda yer etmesidir. Nitekim, örgütlere egemen olan “burada işler böyle yapılmaz”/ “eski köye yeni adet getirme” türü zihniyet kalıpları süregelmektedir.

Bilişsel Çarpıtmalar

İnandığımız her şeyi kanıtlayacak derecede yeterince bilgi sahibi değiliz. Beyinlerimizde öyle fazlaca bir şeyler olduğunu zannetmeyin. Öte yandan, beyinlerimiz de fazlaca ayrıntılı bilgiyi depolamak üzere inşa edilmemiştir. 1980’lı yıllarda psikolog Thomas Landauer, insan bilgisini bilgisayar belleğini ölçer gibi bir gigabyte olarak tahmin etmiştir. Bu nicelik, bir flash bellekteki en az 64 gigabyte göre çok düşük bir miktardır.
Düşünmek sosyal bir süreç olarak beyninizle düşünmekten çok sizlerin etrafınızdaki kişilerle etkileşi- minizden ortaya çıkmaktadır. Biz insanlar düşündüğünüzden biraz daha fazla arılar gibi yaşamakta; arılar gibi herkes kendi payına düşeni yapmaktadır.
Bu bağlamda anlayış duygusunun sari olduğu unutulmamalıdır. Yalnız potansiyel tehlike insanların güçlü bir inancı anladıklarını düşünerek dile getirmeleridir. Ne var ki, anlayışın yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Bu durum, etraftaki insanların anladıklarını düşündüklerinden kaynaklanmaktadır. Yalnız onların anlayış duygusu da onların çevresinden sirayet etmekte ve bu süreç zincirleme devam etmektedir. Birey olarak hiçbirimiz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyebilecek yeterli bilgiye sahip değiliz. Yanılgı kaynağı insanların kendilerini sağlam bir zeminde olduklarını düşünerek kanıtlamaya yanaşmamasıdır.  Sonuçta tüm bir grup, doğru olmayan şeylere inanmaya başlar.

Bilgi paylaşılmakta ve önemsediğiniz şeyler de paylaşılmaktadır. Kuşkusuz, insanlar aptal yaratıklar değildirler. İnsanların cahil olması başkalarından gizlenmesi gereken bir şey de değildir. Dünya anlaşılması oldukça girift bir durumdur. Bilgisizlik de insan aklının bir vasfıdır. Yanlış inancı silmekte kolay değildir. Bizlerin yapabileceği entelektüel bir tevazu ile akıl gözlerimizi açarak kendimizi yanlış inançlara karşı uyanık olmaya davet etmektir. Çıkarım olarak, bizlerin ne kadar bildikleri etrafımızdaki kişilere dayalı bulunmaktadır.

Hukuk Zihniyeti2

Psikolojiden yapılan araştırmalar, hukuk mesleği üyelerinin değişime karşı direncinin arkasında bir neden olabileceğini öne sürüyor: Birçoğu gelişen bir zihniyet yerine sabit bir zihniyete sahip olabilir. Sabit bir zihniyet, kişinin başarısının çabadan çok içsel zekaya dayandığı inancıdır.  Psikolog Prof. Carol Dweck'e göre, bu zihniyete sahip kişiler, süreçte öğrenme olmasa bile akıllı görünmeye odaklanan "performans hedefleri" doğrultusunda çalışırlar.  Değişime dirençli olmak nispeten evrensel olsa da hukuk mesleği özellikle dirençli olmuştur.  

Bu direnci kırmak üzere, hem akademik hem de uygulayıcı gruplar arasındaki hukuk (ve hukuk sistemleri) ve psikoloji  arasındaki ara yüzün(interface) anlaşılmasını teşvik etmek   ve daha sonra  hukuk öğrencilerine ve uygulayıcılara bu konularda eğitim sağlamak üzere programlar geliştirilmelidir. Bu işbirliği, bir taraftan, bilimsel, tıbbi ve psikolojik topluluklara bilgi sağlamalı; öte yandan Barolara, hukuk fakültesi ile adalet akademisi öğrencilerine ve yasal topluluklar ve ayrıca halka, güncel araştırmalar hakkında bilgi verilmelidir. Avukatların zihniyet yapısı bakımından kapsamlı ders "ahlaki pusulanın doğru yerde tutulmasıdır".  Kuşkusuz, kişinin kim olduğu ile kim olmak istediğin arasında büyük olasılıkla bir boşluk vardır. Bu boşluğu doldurmanın yolu, başarılı olmak için gerekli olan beceri gereklerini ve zihniyeti geliştirmektir. Kaslar ancak yorucu egzersizlerle gelişmekte ve büyümek- tedir. Zihin de bu şekilde çalışmaktadır. Kendinizi stres altına alın ve kendinizi büyümeye zorlayın. Kendinizi, yapabileceğinizi düşündüğünüz şeyin sınırlarına kadar itin ve ardından daha fazla zorlayın. Bu titizlik, gelişen bir zihniyete sahip olmak için gerekli olan şeydir ve başarılı bir hukukçu olmak için büyüme zihniyetidir.

Bilinç

Bilinç, beyinde bir süreç değil, tabii ki diğer davranışlar gibi beyin tarafından kontrol edilen bir davranış türüdür. İnsanın kendisini, çevresini ve olup biteni tanıma, algılama, kavrama, fark etme yetisidir. “Bilinç, kişiyi kişi yapan şeydir.”  Her şeyi algılama, anlamlandırma meselesidir.

Bilinç, gerçekten kafa karıştırıcı bir fenomendir. Birincisi, kişisel olarak farkında olduğum varoluşun tek unsuru kendi bilincimdir. Öznel deneyimlerin akışı aracılığıyla bir dış gerçekliği algılıyorum ve kendimi ondan ayırıyorum.

ABD’de üç bilim insanı, idam cezasını şiddetle destekleyen veya idama şiddetle karşı çıkan üniversite öğrencileriyle bir deney yaptılar. Her öğrenciye birisi idam cezasının ne kadar etkili olduğunu gösteren, diğeriyse bu cezanın yararsızlığını gösteren iki ayrı bilimsel çalışma sundular. Verilerin, inançlarını değiştirmelerini gerektiren sağlam kanıtlar sunduğuna inandılar mı? Evet!...Ama yalnızca kendi görüşlerini destekleyen çalışmalarda!3

Duygular

Altı temel duygu, öfke, korku, iğrenme, mutluluk, keder, sürpriz. Bu temel duygular her yerde vardır. Hisler ise, algısal olarak işlenen duygulardır. İlk önce duygu, arkasından hisler gelmektedir.

Günlük hayatımıza farklı türden duygular hâkim görünüyor. Mutlu, kızgın, üzgün, sıkılmış veya hayal kırıklığına uğramış olup olmadığımıza göre kararlar veririz.  “Duygu” (emotion) ve “motivasyon” (güdülenme), Latince “hareket etmek” anlamındaki aynı kökten gelmektedir.  Duygular çevredeki farklı koşullara tepki vermenin çok hızlı ve etkili bir yoludur. Bu koşullar, tehlike ve saldırı gibi caydırıcı koşulları veya yiyecek, seks, güvenlik veya sosyal bağlar gibi ödüllendirici durumları da seçebilir. Tüm duygusal tepkiler, otonom sinir sistemi uyarımı, yüz ifadesi, kas gerilimi ve öznel deneyimleri içerir. 

İnsanlardaki duygu paleti yukardaki altı çekirdek duygudan daha geniştir. Öz bilinçli duygular-utanç, sıkılma, gurur veya suçluluk da insanın duygusal repertuarının bir parçasıdır. Daha karmaşık olan bu duygular belli bir bilişsel gelişim derecesine bağlıdır ve kişinin sosyal gruptaki yeriyle ilişkilidir.

Çok az insan duyguların, olayların kendileri ile değil, olayların nasıl yorumlandığı ile belirlendiğini bilmez. Piyanonun nasıl çalıştığı ve hatta nasıl çalınacağını bilmek sizi piyanist yapmaz; çok çalışmanız gerekmektedir. Ayni şekilde yorumlarınızın iyi kullanımı, etkilemesi için yorumlarınızı geliştirmek üzere uygulamaya konulması; şimdiye dek otomatiğe bağlanmış yorumlar yerine farklı yorumların uygulamaya konularak  onu otomatikleştirmek üzere uğraş verilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, tam bir insan rasyonalitesi teorisine sahip olmak için duygunun onda hangi rolü oynadığını anlamalıyız.

Duygular amaçları vazetmekte ve öncelikleri saptamaktadır. Ve onlarsız bir şey yapamazsın. Sınıfa gelmek, çalışmak, arkadaşlarla birlikte olmak, gezintiye çıkmak, kitap okumak, bir aile olmak veya bir şeyler yapmak öncelikler olarak duygularımız tarafından belirlenmektedir. Duygulardan yoksun yaşam imkânsız olacaktır. Yalnız duygularla düşünmeye başladığında da sorun belirmektedir. Bu durum olumsuz duygulara sorgulamaksızın inandığınızda oluşmaktadır. Duygular oldukça girift olup, ekseriya geçmişin güçlü anılarına dayalıdır. Duygular hakikat üzerine olmayıp; duygular üzerinedir. Bu nedenle, duygular ardındaki kanıtlara bakılmalıdır. Dünyadaki en uzun mesafe 33,02 cm’le (13 inç) beyinle kalp arasında ve bu yolu kat etmek yaşam boyu devam etmektedir.  Çoğumuz kalbimizle düşünmekteyiz. Gerçekte bir dedektif gibi akıl ve mantıkla düşünmeliyiz.

Duygu, bedendeki bir sürü hormon ve nörotransmitter’in birleşerek oluşturduğu ve üstüne geçmiş yaşanmışlıklardan gelen kodlamaların eklendiği bir kokteyldir. Yalnız, bilgi ve anlayış olmadan ‘duygu sarhoşu’ olursun! Duygularınızın, önce zihinsel filtrenize maruz bırakmadan eylemlerinize rehberlik etmesine izin vermek, iletişim kurma ve gelişme yeteneğinizi sınırlar. Duygusal sarhoşluğunuzun bir sonucu olarak, genellikle hayatınızın durumlarına nasıl tepki vereceğinizi bilemezsiniz. Diğer bir anlatımla, duygusal olarak sarhoşsanız, konuşmadan önce düşünmezsiniz, durumlar ve olaylar hakkında etkili bir şekilde perspektif kazanamazsınız. Konfüçyüs, her zaman sakin bir kafa, sıcak bir kalp gerektiğini söyledi. "Ateşli" bir kafa ile aceleyle tepki verdiğimizde, eylemlerimiz daha derin benliğimiz yerine duygularımıza ve dürtülerimize dayanır.

Bu bölümü noktalarken aşağıda belirtilen fiktif olaylar bağlamında sorumuz, hâkimler duygusal mı olmalıdırlar?  Kalp karşıtı beyin olarak hâkimler hukuku mu yoksa duygularını mı takip etmelidirler? Bir fiktif olayda bir mafya üyesinin ABD’ye kaçan kişiyi yakalamak üzere sahte vize ile giriş yapması; ötekinde çocuğuna karaciğer nakli için gerekli parayı kazanmak üzere sahte vize ile ABD’ye giriş yapması-suç aynı olmakla beraber tretman farklı mı olmalıdır?4

Duygusal Zekâ-Duyguların Düzenlenmesi

Bir gün içinde binlerce duygu deneyimlemekteyiz. Bu durum ülkeler içinde geçerlidir. Bir ülkenin duygusal seviyesi nedir? Ülke gençliğinin duygusal durumu nedir? Olumlu/olumsuz duygular oranlaması nedir? Bu duygular arasında stres önemli bir faktördür. İki tür stres vardır. İyi stres (pozitif çaba), bizleri motive eder; geliştirir, icraatımızı güçlendirir. Kötü stres ise (ufukta rahatlama olmayışı), fizik olarak bizi hasta eder, immune sistemini zayıflatır, performansımızı düşürür.

Duygusal zekâ yeteneği (emotional intelligence skills) şunları kapsamaktadır:

- Kendisinde ve ötekilerdeki duyguları tanıma-yüz ifadeleri, vücut dili, ses tonu ve fizyolojik görünümü itibariyle duyguyu belirleme yeteneği.

- Duyguların nedenlerini ve sonuçlarını anlama-nereden geldikleri; onlarla yaptığımızdır.

- Duyguların doğru olarak etiketlenmesi,

- Duyguların uygun bir şekilde ifade edilmesi, ve

- Duyguların etkili bir şekilde kontrol edilmesi.

"Duygularınıza hükmedin, yoksa duygularınız size hükmetmesin."  Publlius Syrus

"Kimse ne kadar umursadığını bilene kadar ne kadar bildiğini umursamaz."
Theodore Roosevelt

Duyguların yoğunlaşması sürecinde yeniden değerlendirme yöntemi sağlık verilmektedir:

- Gerçek sorun nedir?

- Benim vardığım sonucu destekleyici kanıt ne derece güçlüdür?

- Bilmediğim ne var ki?

- Göz ardı ettiğimiz bir şey var mıdır?

- Makul sayılabilecek diğer çözümler var mıdır?

- Öteki kişinin düşüncesinde anlaşılır bir şey yok mudur?

Duygular yükseldiğinde zekanın devreye sokulması sürecindeki evreler ise şunlardır:

1. Deneyimin isimlendirilmesi; 

2. Düşünceyi aktive etmek üzere yukardaki yeniden değerlendirme sorularından ikisinin devreye sokulması; ve

3. Sonuçta gururlanacağınız bir eylemin seçilmesi. Özetle dinleme, amaçlı dinleme ve soru sorulması önemli öğelerdir.

İnsanlar duygu devreleri ile doğmuyor ise de gerçekte olan nedir? Duygular tahminlerdir. Anında beyinde milyarlarca nöronun birlikte çalışarak inşa ettiği tahminlerdir. Bu tahminler üzerinde düşündüğünüzden fazla kontrolünüz olduğunu unutmayınız. Yinelersek duygular doğuştan olmayıp, sonradan inşa edilmektedir.  Beyin geçmişteki deneyimlerine dayalı olarak tahminde bulunmakta ve evrendeki deneyimi inşa etmektedir. Duygular tahminlerde oldukça kök salmıştır. Biz insanlar birinin yüzüne bakarak yüz ifadesindeki duyguyu sanki bir sayfadaki kelimeleri okur gibi okuruz.  Bizde oluşan duyguyu biz yapıyoruz. Beynin duygu oluşturmak üzere kullandığı bileşenleri değiştirdiğinizde, duygusal yaşamınızı da değiştirebilirsiniz. Diğer bir değişle, sizler duygusal yaşamınızın mimarısınızdır. Kötü davrandığınızda bunun sorumlusu siz olmaktasınız. Kişinin bugün yaptığı eylemleri ve edindiği deneyimleri yarınlar için beynin tahminleri olmaktadır. Değiştirebileceğimiz için bunları bilmemiz gereklidir. Yalnız kişinin sıkıntısı tamamen fiziki nedenler de oluşabilir. Bu bağlamda önemli olan insanların deneyimlerini farklı şekilde nasıl inşa edebileceğini öğrenmesi ve bu şekilde duygularınız üzerinde tasavvur edebileceğinizden fazla kontrole sahip olabilirsiniz. Bu durum kişilerin araba sürmeyi öğrenmesi sürecindeki gelişmeye benzetilebilir.

Duygu ve Mantık

Yaşamdaki bazı şeyler insanların hissetmesine neden olur, bunlara duygusal tepkiler denir. Yaşamdaki bazı şeyler de insanların düşünmesine neden olur, bunlara bazen mantıksal veya entelektüel tepkiler denir. 

Duygularımız yararlı /yararsız çoğu davranışlarımızın itici gücüdür. Bu duygular nereden gelmektedir? Beyin tehditleri veya ödülleri algılamak üzere programlanmıştır. Bunlardan biri saptandığında, beynin algılayan kısmı kimyasal mesajlar göndererek bizleri ikaz eder. Duygular bu kimyasal mesajların etkileri olup, beyinden vücuda yayılmaktadır. Beyin potansiyel bir tehdit algıladığında adrenalin ve cortisol salıvermekte ve bizi kaçmaya hazırlamakta; ödüllendirici bir şey de ise, beyin bizleri iyi hissetmemizi ve motivasyonumuzu sağlayan dopamine, oxytocin veya seratonin salıvermektedir. Bu durumlarda beynin duygusal tarafı düşünen tarafa üstün gelmektedir.

Duygu düşüncemizi değiştirebilir mi? Duygu, şeyleri nasıl hatırladığımızı değiştirebilir mi? Duygu dünyayı nasıl gördüğümüzü değiştirebilir mi? Duygular olmasaydı yaşamımız nasıl olurdu? Çoğu duygusal tepkilerimiz bilinçaltından gelmekte ise de düşüncemiz duygularımızı etkileyebilir. Kuşkusuz, duygusuz insanlık değerlerden yoksun olurdu.

Ünlü bir şairin dediği gibi, “Nefret ederiz ve severiz, peki ama neden, bilen var mı?” (Catullus, Romalı şair (MÖ 84-54).    Bilim neden sorusuna yanıt vermeyip; bilim nasıl sorusunu yanıtlamaktadır.  Yanıtı, hislerimiz olup, hayatta kalmamızı sağlayan ve hayatımızı zorlaştıran şeyleri göstermektedir.

Özetle, duygular, nasıl yaşadığımız ve başkalarıyla nasıl etkileşim kurduğumuz üzerinde güçlü ve baskın bir etki oluşturur. Yaptığımız seçimler, eylemler ve sahip olduğumuz algılar, her an yaşadığımız duygulardan etkilenir. Duygular kişiliğimizin büyük bir parçasıdır ve her duygu için duygusal bir tetikleyici vardır.

Bu bağlamda önemli olgu insan beyninin iki taraflı varlığıdır: Düşünme tarafı ve hissetme tarafı. Düşünen beyin yavaştır, mantıklıdır ve objektif olmaya çalışır. Belirli bir karar yoluyla kasıtlı, metodik ve mantıksal olarak sebepler arar. Beyin duygusu ise, daha dürtüsel, duygusal, içgüdüsel ve bazen bilinçsizdir.  

Karar verme sürecinde mantığa (dikkat, bellek, algı) göre duygusal kısım daha fazla rol oynamaktadır.  Duygu ve mantığa ilişkin ayrı beyin sistemleri yok. Duygu algıda düzenleyici bir rol oynamaktadır: Fazlaca emin olmak/optimist olmak/makul olmayacak derece risk almak. Klasik varsayım, düşünen beynimizin yaşamdaki kararları yönlendirmesi gerektiği ise de pratikte öyle değildir. İnsanları gerçekten motive eden ve seçimlerimizi kontrol eden beyin duygusudur. Duygu genellikle kararlarınızı belirlediğinden, mantık, davranış modelini değiştirmek için etkili bir araç değildir.

Çıkarım olarak, duygusal durumun (ruh hali: iyi, kötü, kederli, kızgın) karar sürecini etkilemesine tanık olunmaktadır.

Bilgi Yanılsaması

Birey olarak çok az şey bilmemize karşın çok şey bildiğimizi zannetmekteyiz; öteki kişilerin beynindeki bilgilere kendi beynimizdeymiş işlemi yapmaktayız.

Her insan hata yapmaya meyilli olup, bazen mantıksız ve çoğu zamanda cahiliz. Kişilere fermuarın işleyişini ne ölçüde bildikleri sorulduğunda, çoğunun bu konuda en ufak bir fikrinin olmadığı ortaya çıkmıştır.  Öte yandan, rasyonellik yanında bireysellik de bir mit olarak belirmektedir.  İnsanlar ender olarak kendi kendilerine düşünüp taşınırlar. Daha ziyade grup halinde düşünmeye yatkınlık sergilerler. Bunun için icatlara bakmak yeterlidir. Benim sloganım, “harcayacak zamanınız yoksa hakikate asla ulaşamazsınız.” Bu slogan yargılama sürecine egemen olmalıdır.

Yanlı Muhakeme

İnsanlar her zaman -aslında, muhtemelen sık sık olmasa da- nesnel ve akılcı yaratıklar olduklarını düşünmekten hoşlanıyorlar. Olumlu özsaygıyı sürdürmek için, insanlar (farkında olmadan) kendi imajlarıyla çelişen aşağılayıcı veya rahatsız edici bilgileri dikkate almazlar. Bireyler, bilişsel uyumsuzluktan kaçınmanın veya azaltmanın bir yolu olarak motive edilmiş akıl yürütme ile meşgul olurlar, insanların çelişkili bilgilerle karşılaştıklarında, özellikle rahatlıkları, mutlulukları ve zihinsel sağlıklarıyla doğrudan ilgili konularda yaşadıkları zihinsel rahatsızlık karşısında bir çelişkiyi yeniden incelemek yerine onu reddetmek çok daha kolaydır. İşte muhakeme sürecinde bazı fikirler üstünlük kazanırken/galebe çalarken, ötekilerin kaybı/gözden düşmesi; bazı fikirlere saldırmak veya savunmak yaklaşımı, eldeki bilginin nasıl yorumlandığını göstermektedir. Yargılarımız, bilinç altından, kuvvetlice hangi tarafın kazanmasını istiyorsak o doğrultuda olacaktır. Tuttuğunuz takıma göre faul’u öyle değerlendirmekteyiz. Bu, bizlerin sağlığımız, ilişkilerimiz, nasıl oy verdiğimiz, neyin adil veya etik olduğunu hakkında nasıl düşündüğümüzü de şekillendirmektedir. Nitekim idam cezası konusunda kamuoyuna yansıyan son tartışmalar bunun en somut örneğini oluşturmaktadır.  Tarihsel boyutu itibariyle verilecek örnekte Fransız subayı Alfred Dreyfus davasıdır. O tarihte anti-semitist olan Fransızlar Almanya ordusu için yapılan casusluk için Yahudi asıllı bu subayı, Dreyfus’u suçlayarak müebbet hapse mahkûm ettiler ve adli hata gerçeği on yıl sonra ortaya çıktı.

İşte hoş olmayan veya istenilmeyen bir sonuca karşı da gerçeğin doğru bir resmini (izci mantığı/ahlakı ile) elde etmeye çalışılmalıdır.

Özetle, insanlar bazen dünyayı olduğu gibi algılamak yerine görmek istedikleri şekilde görme eğilimindedirler-algısal seçicilik.5  İnsanlar realite ile etkileşimde olmayıp, realitenin algısı ile etkileşim- dedirler.  İçinde yaşadığımız olayları ve dünya dinamiklerini kendi kavrayışımıza göre inşa etmekteyiz.  Hatta bizler kendimizi algılarımız bağlamında yorumlamaktayız.

Bilişsel Uyumsuzluk/Çelişki

Bilişsel uyumsuzluk, bizi rahatsız hissettirdiği için çelişkili bilişlere (fikirler, tutumlar, inançlar, görüşler) sahip olmaktan kaçındığımızı ifade eder. Çatışma genellikle yeni bilgilerin reddedilmesi, çürütülmesi veya bunlardan kaçınılmasıyla çözülür. İnançlarımızla çelişen bilgileri reddetmek, rasyonelleştirmek veya bunlardan kaçınmak, kötü kararlar almamıza neden olabilir. Bunun nedeni bilginin yanlış olduğu için reddedilmesi değil, bizi rahatsız etmesidir. Hem doğru hem de yararlı olan bilgiler genellikle bu etkiye sahip olabilir. Doğru ve yararlı bilgilerin yokluğunda alınan kararların zararlı sonuçları olabilir. Örneğin, sigaranın kansere neden olduğu ve diğer çeşitli kronik sağlık koşullarına katkıda bulunduğu gösterilmiştir. Sigara içenler genellikle ya sağlık risklerini destekleyen kanıtları reddederek ya da kendilerini şanslı istisna olarak görerek sigaraya devam etme konusundaki zararlı kararlarını rasyonelleştirirler. Araştırmacılar, bilgiyi kendi inançlarıyla tutarlı sonuçları destekleyecek şekilde analiz etme eğilimindelerse, bilişsel uyumsuzluk bugün akademinin çoğunun temelini oluşturan nesnel metodolojiyi tehdit edebilir. Yinelersek, bilişsel uyumsuzluk, aynı anda tutulan iki veya daha fazla düşünce/inanç arasında rahatsız edici bir gerilim olduğunda ortaya çıkar. Bu en yaygın olarak davranışlarımız tutumlarımızla uyuşmadığında ortaya çıkar-bir şeye inanırız ama bu inançlara karşı hareket ederiz. Bilişsel uyumsuzluklar hatalarımız için mazeretler, haklılıklar sağlamaktadır. Bilişsel uyumsuzluklar tüm algısal önyargıların anası durumundadır. Genelde karar aldıktan sonra uyumsuzluğu azaltmak üzere haklı göstermeye çalışırız. Bu teori kendimize nasıl yalan söylediğimizi açıklamaktadır.

Bu kavram sosyal psikolog Leon Festinger tarafından geliştirildi. Kendisi insanların kafasında tutarsızlık deneyimlediğinde neler olduğuna odaklandı.  Tutarsızlık insanda hoş olmayan durumlar yaratmaktadır. Biz insanlar bu tutarsızlığı azaltmak üzere davranmaktayız. Kafamızda tezatlık olduğunda bizler mutlu olmadığından bunu giderici adımlar atmaktayız. Birincisi, onaylayıcı önyargıdır. Bazı insanlar sol eğilimli ise o türden yayınları takip ederken, sağ eğilimli olanlar da kendi eğilimlerindeki yayınlar takip ederler. İnsanlar inandıklarını teyit eden bilgilere sahip olmak isterler. Yüzeysel düzeyde, hepimiz önyargılarımızın dünyayı nasıl gördüğümüzü etkilediğinin farkındayız.  Önyargılarımız vardı ve yalnızca onları doğrulayan kanıtlara odaklandık. Önyargılarımızla çelişen kanıtlar kaydedilmedi. Bu fenomen “onaylama yanlılığı” (confirmation bias) olarak bilinir. Teyit yanlılığının psikolojik tanımı, “var olan inançlara, beklentilere veya eldeki bir hipoteze kısmi yollarla kanıt aramak veya yorumlamaktır. Araştırmalar, insanlara destekledikleri bir teoriye aykırı kanıtlar verildiğinde, kanıtlara rağmen inançlarına bağlı kaldıklarını gösteriyor. İkincisi seçici çarpıtma ve muhafaza (Selective distortion and retention); görüşlerimize aykırı olan bilgiyi çarpıtma veya unutmaktır. Üçüncüsü, kaynağını unutmaktır (source amnesia): Çelişkili deliller hakkında sorguya çekildikleri zaman, onu hatırlayamazlar veya yalnızca önceden var olan inançlarını doğrulayan çarpık bir şekilde hatırlarlar. Bu konuda atılacak ilk adım önyargılarımızın bilincinde olmaktır. Bu amaçla Project Implicit Test’i alınmalıdır.

Kendini Haklı Görmek     

Eylemlerimizi haklı çıkarma ve her zaman doğru şeyi yaptığımıza inanma arzumuz, gerçekliğe bakış açımızı çarpıtmamıza neden olabilir. Kendi imajımızı korumayı gerçeği görmeye tercih ederiz.   Öz-gerekçelendirme, bir kişi bilişsel uyumsuzlukla karşılaştığında veya bir kişinin davranışının inançlarıyla tutarsız olduğu bir durumda, bu davranışı nasıl haklı çıkardığını ve davranışla ilgili olumsuz geri bildirimleri reddetme eğiliminde olduğunu açıklar. Aşağıda kopya üzerine iki öğrencinin piramit   tepesinden aşağıya doğru yaklaşım değişimine tanık olmaktasınız.  Söz konusu olan, takınılan davranışın gittikçe haklı gösterilmesidir. Aşağıda bu teorinin (kopa üzerinden) piramit metaforu ile açıklamasına yer verilmiştir.6 

Toplumdaki iyi insanlar da yaptığı kötü işleri, hataları, verdikleri zararları haklı göstermeye çalışırlarken, gözlerini gerçeklere kapatırlar. Suçlular arasında özellikle cinsel suçlular arasında bu olguya tanık olunmaktadır. Yanılabilir insanlar olarak, hepimiz kendimizi haklı çıkarma ve zararlı, ahlaksız veya aptalca çıkabilecek herhangi bir eylem için sorumluluk almaktan kaçınma dürtüsünü paylaşırız. Bunun panzehiri karşındaki insanın aptal hissetmesini neden olma; aksi takdirde inançlarını daha pekiştirirsiniz. Önemli olan kişiyi neden öyle inandığına yöneltmektir.

Karar Verilmesi

Kişi herhangi bir zamanda bir dizi duyusal bilgi bombardımanına uğramaktadır. Bilginin çoğu da kişinin çok az bilgisi ile veya hiç bilgisi olmadan "perde arkasında" işlenir. Bir bilgisayar gibi, ekranda bir kelime işlem programı varken, arka planda çalışmaya devam etmesi gibi, bireyler, belirli bir göreve (örneğin bir dava dosyasını okumak veya bir görüş yazmak) özellikle odaklanırken bile, sürekli olarak bir görüntü yağmuru (örneğin, bilgisayar ekranındaki parlama), sesler (örneğin, tuşların tıklanması) işler, kokular (örneğin, masanın üzerindeki kahve) ve diğer bilgileri sıralar, sınıflandırır ve saklar. İşte bu ikili bilgi işleme süreci ile kararlar verilmektedir. Genelde de bu sürece “en az çaba ilkesi” egemen olmaktadır. Örneğin, bir itfaiyeci yanan bir binaya hemen girmediği gibi tüm olası eylem seçeneklerini de analiz etmeye başlamaz. Aksine, itfaiyeci mevcut durumla ilgili çeşitli bilgileri anında alarak bunları, itfaiyecinin geçmişindeki benzer durumlarda çalışan bir müdahale seçeneğiyle eşleştirir. Tüm olası seçenekleri oluşturmak ve analiz etmek için yeterli zaman olsaydı ilk seçenek en iyi seçenek olmayabilirse de ancak genellikle bu yaklaşım işe yaramaktadır. Hâkimler de özellikle ağır iş yükü takvimi veya “acil işler”le karşılaştıklarında itfaiyeciler gibi aynı süreci kullanma eğiliminde olabilirler. Bu yaklaşım her zaman geçerli olmasa da bazen en uygun seçenek yerine işe yarayan ilk seçeneği kullanmak daha tatmin edici olabilir.  Aktörlerin yaş faktörü önemli bir parametredir!

Sezgisel düşünce süreçleri kendiliğinden meydana gelir ve otomatik, zahmetsizce ve hızlı bir şekilde alınan kararları içerir. Müzakereci düşünce süreçleri ise, kontrollü işleme yoluyla gerçekleşir ve kurallara göre yönetilen ve büyük bir çabayla yavaş yavaş alınan kararları içerir. Sezgisel düşünce süreçleri ile müzakereci düşünce süreçleri arasındaki ilişki karmaşıktır ve yargısal karar vermenin kesinlikle her iki tür düşünce sürecini de kapsadığı görülebilir.

Kararın yanlış-doğruluğu da psikolojik gerçeklerle sınanmalıdır. Bilindiği üzere, dostluklar düşüncele- rimizi değiştirmekte; insanlar ufak hataları yapmaya devam etmekte ve bu durum insanlar için sistematik bir nitelik sergilemektedir. İnsanları bazen yanlış veya küçültücü derecede değerlendirmekteyiz. Temel soru, insanların ötekilere karşı neden yanlış yargıda bulunduğudur? Bu nasıl olmaktadır?  Farkında olmadan bazı dürtülere mi boyun eğmekteyiz? Diğer bir değişle, insanlar nasıl irrasyonel olabilmektedirler?  Sorun acaba yanlış modeller arkasına mı takılmaktayız? Bunların da iyi olduğunu mu düşünüyoruz? İnsiyaklara fazlaca mı güveniyoruz? İşte bu sorularla anlatılmak istenen karar alımında insan aklının yanılabileceğidir. Bilgisayarlar, önyargısız karar alma yazılımı kullanırken, insan beyni, “ön-değer-yargılı” muhakeme yöntemiyle çalışmaktadır. Bu gerçek doğrultusunda, hâkimin kendisinin en iyi olduğunu düşünerek mental engelleri kaldırması; kendisine güvenmesi (aksi takdirde, başkalarının düşünce ve yargılarının etkisinde kalacağı ve mental bir süpermarket’ın kaçınılmaz olacağı); soğukkanlı ve sabırlı olması, peşin hükümlü olabileceğini kabul ederek insan beyninin bunu gidermek için gerekli çaba ve bilgiye odaklanması gerekmektedir.

Karar verme, seçenekler arasından bir davranış biçiminin seçilmesine yol açan bilişsel süreçtir. Her karar verme süreci nihai bir seçim üretir. Bu bir eylem veya fikir olabilir. Bir şey yapmamız gerektiğinde başlar; ama ne olduğunu bilmiyoruz. Bu nedenle, karar verme, rasyonel veya mantıksız olabilen ve açık veya zımni varsayımlara dayalı olabilen bir muhakeme sürecidir. Karar vermeyi etkileyen birkaç faktör vardır: Geçmiş deneyimler, bilişsel önyargılar, yaş ve bireysel farklılıklar, kişisel ilgiye olan inanç gibi faktörler insanların yaptığı seçimleri etkilemektedir.  Karar verme sürecini etkileyen faktörleri anlamak, hangi kararların alındığını anlamak için önemlidir. Yani süreci etkileyen faktörler sonuçları etkileyebilir- ler.

Bilişsel önyargılar, bellek hatalarına, yanlış yargılara ve hatalı mantığa yol açabilecek gözlemlere ve genellemelere dayalı düşünme kalıplarıdır. Bilişsel önyargılar, bunlarla sınırlı olmamak üzere şunları içerir: İnanç önyargısı, kararlara ulaşmada ön bilgiye aşırı bağımlılık; geçmişe dönük önyargı, ihmal önyargısı, genel olarak, insanların riskli olarak algılanan bilgileri ihmal etme eğilimi ve insanların gözlemlerde ne beklediklerini doğrulama önyargısı.

Karar vermede, bilişsel önyargılar, belirsiz olarak algılanan bilgi veya gözlemleri büyük resme bakma- dan göz ardı ederken, onların beklenen gözlemlere ve önceki bilgilere aşırı güvenmelerine veya daha fazla itimat etmelerine neden olarak insanları etkilemektedir.  Bazı bireysel farklılıklar da karar vermeyi etkileyebilir. Araştırmalar, yaş, sosyoekonomik durum ve bilişsel yeteneklerin karar vermeyi etkilediğini göstermiştir.  Bilişsel işlevler yaşlanma ile azaldıkça, karar verme performansı da düşebi- lir.   Yaş, karar vermeyi etkileyen yalnızca bir bireysel farklılıktır. 

Çoğu bilim adamları karar verme açısından "bilinçsiz, hızlı, otomatik ve yüksek kapasiteli süreçler (Sistem 2) ile bilinçli, yavaş ve irdeleyici işlemler" /yansıtma (Sistem 1) konusunda hemfikirdirler. Muhakeme yetimiz bilinç dışı ve duygusal olabileceği gibi sistematik ve mantıki olabilmekte; insanlar hızlı veya yavaş düşünmektedirler. Birincisi “Sistem 1”/otomatiğe bağlanmış düşünce örneğin 2x2=4 olduğu gibi; ikincisi 17x24=? sorulduğunda yavaş davranmanız gerekmekte; ve bu çarpma işlemi sezgisel olmayıp, çaba gerektiren bir iş (408) olmakta; ve bu da “Sistem 2”ye girmektedir.  “Sistem 1” dürtüsel, duygusal, iyimser bir yaklaşımla bellekten gelen çıktılarla karar verirken; gerekçelendirmek “Sistem 2”’ye düşer ve sonradan yaratılan gerekçe de davranışın nedeni değildir. “Sistem 2” önemli bir işlev görmekte ise de sizi yavaşlatmaktadır. Bu sistemde insanın kendisini kontrolü var; çabası var. Bir satranç ustası için “Sistem 1” kararı geçerli iken, amatör bir kişi için hüsran olabilmektedir. Öte yandan, “Sistem 1” deki kararlar illüzyon ürünü de olabilmektedir.7

“Sistem 1” muhakemesi, bilgiyi sürekli olarak işleyebilirken, “Sistem 2” muhakemesinin sınırlı bir kapasitesi vardır. Bir süre çalıştıktan sonra gazı tükenmektedir. Dolayısıyla beyin, “Sistem 2” yi (reflective düşünme) kullanma konusunda biraz cimridir. “Sistem 1”, reflexive karar otomatik sistemi, bireyin dünya ile olan deneyimlerine dayalı olarak gelişen kalıplara dayanmaktadır. Birey, zaman içinde farklı nesneleri, insanları, eylemleri ve durumları kalıplarla bütünleşen özelliklere dayanarak nasıl ayırt edebileceğini öğrenmektedir.

Dikkat edilecek husus, bizlerin ne kadar nesnel görmeğe çalışırsak çalışalım, unutulmayacak psikolojik gerçek, olayları kendi gözlerimizle görmekte oluşumuzdur. Bunu da mecburen çeşitli kısa yollar, kestirimler (heuristic) kullanarak yaparız. Çünkü insan zihni bir bilgisayar gibi algoritmik çalışamaz. Bilgisayar, bellekteki tüm bilgileri, tüm olasılıkları elden geçirip değerlendirdikten sonra bir sonuca varırken, insan aklı bunu kotarma kapasitesine sahip değildir. İnsan aklı genelde kestirme yollar kullanarak çalışır.   Kestirimci süreçler hız sağlamasına karşın hata yapmaya açıktırlar. Bu yapısal kısıtlılık yüzünden insan rasyonelliği sınırlı bir rasyonelliktir (veya insan kısmen irrasyoneldir).  İşte adaletin siyasi/ideolojik yanlı olarak görülmesi; takdir hakkının suiistimal edilmesi halinde hukuk devletinden söz edilebilir mi? İşte bizim vurgulayacağımız soyut adalet idesi olmayıp, somut adaletsizlik duygusunun tezahürünü en aza indirgemek olmalıdır. 

Zihinsel kestirme yöntemler (cognitive heuristics), mevcut bilgilerin yalnızca bir kısmına dayanan şemalardır ve daha hızlı kararlar almamızı sağlarlar. Alakasız bilgilerin etkisini en aza indirgemek için tasarlanmış usul kurallarına uymak üzere eğitilmiş hâkimler bu türden (bilinç dışı reflexive processing) yaklaşıma ne derece boyun eğiyorlar?

“Sistem 1”, bilinç dışı dünyasında işlediğinden, hatalı bir kararın kaynağını tanımadan kolaylıkla hata yapabiliriz. Zihinsel kestirme yollar ve örtük önyargıların etkileri azaltmak bakımdan atılacak ilk adım, karar verme yeteneklerin azalmasında, yorgunluk (uykusuzluk), diğer tükenmişlik haller (glikoz seviyesi düşüklüğü gibi), iş yükü stresi, ruh hali ve akıcılık (bilgi işleme yeteneği) gibi nedenlerin yer alabileceğini görebilmektir.

Baskı altında daha akıllıca karar verilmesi-daha iyi karar verilmesi ve sonuçta daha iyi düşünür olunması sorusu da devreye girmektedir. Sorun tüm gerçekleri bilmeksizin daha iyi nasıl karar verilebileceğine odaklanmaktadır. Hiç kuşkusuz, inandıklarımıza göre bilgiyi işlemekte (confirmation bias) ve bunu bilinçsiz olarak yapmaktayız. Öte yandan disconfirmation bias ile genelde inandıklarımıza ters olanın reddedildiğine tanık olmaktayız. Bu bağlamda önemli olan inandıklarınız dışardan nasıl görünmektedir? Bu konuda bahse girdiğim kişi benim bilmediğim neyi bilmektedir? İşte konu iki açıdan irdelenmelidir: Benim yaklaşımım ile öteki kişinin yaklaşımı irdelenerek ancak inancın doğru olup olmadığı irdelenebilir.

Karar veriş oyunlar bakımından satrançtan daha ziyade pokere benzemektedir. Poker oyununda iki unsur olmasına karşılık satranç bundan yoksundur. Satranç’ta belirsizlik olmamasına karşılık pokerde belirsizlik vardır. Pokerde karşındaki açısından saklanan bilgi var; yalnızca tahmin ediyorsun. Satrançta rakibinin tüm pozisyonlarını biliyorsunuz. Gizlenen bilgi bakımından yaşamda verilen kararlara bakıldığında satrançtan ziyade pokere benzerlik vardır. Mükemmel bilgi sahibi değilizdir. Verdiğimiz karara karşı olası tepkileri saptamak üzere bilmek istediğimiz her şeyi bilmemekteyiz-saklı bilgi.

Dunning Kruger Etkisi

Dunning Kruger Etkisi, insanların kendi yetersizliklerini fark edemedikleri bilinçsel bir önyargıdır. Kendi yetersizliklerini fark edemedikleri zaman gelişen bir olgudur-Cahil cesareti.8 Diğer bir ifade ile, belirli bir konuda nispeten vasıfsız veya bilgisiz olan kişilerin bazen bilgi ve yeteneklerini abartma eğiliminde oldukları bulgusunu ifade eder. Birisi bu alanda çok yetenekli olabilir, ancak başka bir alanda Dunning-Kruger etkisine karşı duyarlı olabilir. Bu, herkesin Dunning-Kruger etkisinden potansiyel olarak etkilenebileceği anlamına gelir. İnsanlar Dunning-Kruger etkisinin üstesinden gelmek için ne yapabilir? Birincisi, işitmesi zor olsa da öteki insanlardan feedback istenmesi ve bunun dikkate alınması; ikincisi, “öğrenmeye devam edilmesidir.”

"Cehalet, bilgiden daha çok güven doğurur." Charles Darwin

"Dünyanın tüm sorunu, aptalların ve fanatiklerin kendilerinden her zaman bu kadar emin olmaları ve daha akıllı insanların ise bu kadar şüphelerle dolu olmalarıdır." Betrand Russel

Yetersiz insanlar ne kadar yetersiz olduklarını bilmemektedir. Öte yandan, kişiler bilgilerinin sınırını da bilmiyorlar.  Zayıf icraatçılar uzmanlık veya bilgi alanlarındaki zayıflıklarını algılayamazlar. Uzmanlığı saptamak için uzmana gereksinme olduğunuz bilinmelidir. Uzmanlıktan yoksun olan kişileri iki sonuç beklemektedir: Birincisi, oldukça hata yapmaları; ikincisi, hatalarını görmekten yoksun olmalarıdır.

Tüm hâkimlerde/avukatlarda Dunning-Kruger Etkisi  var mı?!

Onaylayıcı Önyargı (Conformation Bias)

İnsanlar, mevcut inançlarını doğrulayan bilgileri tercih etme ve inançlarıyla çelişen bilgileri küçümseme eğilimindedir.9 Onaylayıcı önyargıyı anlamak için beynin nasıl çalıştığını anlamak lazımdır. Beyin ilişkilendirerek öğrenmektedir. Bir uyarıcı karşısında beyin bilinçaltından hızla otomatik ilişkilendirmeler yapmaktadır. Beynin bunu yapması nedeni beyinde yeterince bilgi işlemcisinin olmasıdır. Örneğin girdiğiniz bir odadaki sandalyeye düşünmeden oturursunuz. Bu obje hakkında bir saniye bile düşünmezsiniz. Çünkü beyniniz bir sandalyenin nasıl göründüğünü ve onunla ne yapıldığını bilmektedir. Doğrulama yanlılığı, insanların mevcut inançlarıyla çelişen bilgileri, bilgi gerçek olsa bile, göz ardı etmesine yol açacaktır. Önceki inançlarımız yeni bilgiyi nasıl aradığımızı etkiler ve onu nasıl yorumladığımızı çarpıtır.

Onaylayıcı önyargının sergilediği bazı çarpıklıklar şöyledir:

1. Önyargılı sorular sormak ve (daha genel olarak) bir sorunun diğer olası konularını ve nedenlerini araştırmak yerine araştırmacıların varsayımlarını doğrulamayı amaçlayan bir test oluşturmak;

2. Farklı bir yöne işaret eden kanıtların göz ardı edilmesi; ve,

3. Belirsiz kanıtları araştırmacıların önceki hipotezleri veya varsayımları lehine yorumlamaktır.

Onaylayıcı önyargının varlığı karşısında CAS (Ceza adalet sistemi) aktörlerine tavsiyem “yavaşlama” olacaktır.  İş yükünü bahane ederek hızlı bir süreçle yargılama yapıldığında adli hata olasılığı artmaktadır. Beklenen adil bir yargılama ile sürecin yürütülerek onaylayıcı önyargı gibi bilinç altı etkilerin davranışlar ve yargılar üzerindeki etkilerini azaltmak olmalıdır.

Yinelersek, onaylayıcı önyargı, varsayımları ve önyargılarımızı doğrulayıcı nitelikte bilgilerin doğru olup olmadığına bakılmaksızın derlenmesi ve işlenmesidir. Bu süreç bizlerin bilgileri nasıl derlediğimizi, nasıl işlediğimizi ve hatırladığımızı etkilemektedir.   Bu konudaki başlıca dictum,  CAS’ta başlangıçta yapılan bir hatanın hatalar zinciri olarak devam ettiği bilinci yer etmelidir.9 

Seçici Dikkat (Selective Attention)

Dikkatimizi herhangi bir şeye odakladığımızda, aslında birçok şeyi görmezden gelmeyi seçiyoruz. Örneğin, bir kitapçıya gittiğinizi hayal edin. Almak istediğiniz belirli bir kitap var ve o kitabı bulmak için raflar arasında yürüyorsunuz. Belki de hiçbirini fark etmeden yüzlerce kitaptan geçiyorsunuz. Öte yandan, gözleriniz aslında hepsini görmekte ve muhtemelen onları zihninizin derinliklerine kaydetmektesiniz; ama siz bunun farkında bile değilsiniz. Bu harika seçici bir dikkat örneğidir.

Seçici dikkati tanımlamamız gerekirse, ortamdaki belirli bir nesneye belirli bir süre odaklanma süreci diyebiliriz. Dikkatimiz sınırlıdır. Dolayısıyla bu sınırlı kaynağı kullanmak için önemli olmayan ayrıntıları görmezden gelmemizi sağlayan seçici bir dikkat gerekir. Diğer bir anlatımla, odaklanmanız gereken belirli bir hedefiniz varsa, beyniniz sadece hedefinizi takip eder. Bu yüzden başka olağandışı uyaranları fark etmez. 

Simons ve Chabris tarafından 1999 yılında gerçekleştirilen “Görünmez Goril” deneyinde katılımcılara bir video gösterilir. Videoda biri siyah, diğeri beyaz gömlekli iki ayrı insan grubu birbirine pas veriyor. Katılımcılara, beyaz gömlekli oyuncuların topu kaç kez pas attığını saymaları söylenir.

- Oyunun ortasında ekrana bir goril giriyor. Oyuncuların arasından geçiyor, ortada duruyor, göğsüne vuruyor, sonra tekrar ekrandan ayrılıyor.

- Videonun sonunda "Gorili gördün mü?" sorulduğunda deneklerin yarısından fazlasının gorili fark etmediği ortaya çıktı.

- Bu deneyden yola çıkarak çevremizde olup bitenlerin çoğunu kaçırdığımızı ve tüm bu olaylar ve biz farkına varmadan kaçırdığımız uyaranlar hakkında hiçbir fikrimiz olmadığını söylemek mümkündür.10

İllüzyon/Yanılsama

İnsanların nesneleri olduklarından başka ve yanlış bir şekilde algılamaları ise illüzyondur. Örneğin suçluluk duygusu içinde bulunan bir kişinin ağaçlarda ve yapraklarda rüzgârın neden olduğu sesleri, kendisini takip eden kişilerin çıkardığı sesler olarak algılamasıdır.  İnsan duyularının her biri yanılsamalarla aldatılabilir; ancak, görsel yanılsamalar en iyi bilinenleridir. Bazı illüzyon- lar özneldir; farklı insanlar bir illüzyonu farklı şekilde deneyimleyebilir veya hiç deneyimlemeyebilir.

İllüzyon nasıl olmaktadır? Bu konuda iki önemli husus var: 1.İllüzyon deneyimlediğinizde nasıl olduğu konusunda hiçbir fikriniz yoktur. 2.Daha önemlisi de olduğundan da tamamen habersiz bulunmaktayız. Zihin çılgın işlere imza atmakta; hâkimler tutuklama/beraat/mahkûmiyet/cezaya hükmetmektedirler.  Düşünün ne kadar ciddi kararlar verilmektedirler! Bu karar sürecinde “Şüphe hoş bir şey değilse de, “kesinlik” absürtlüktür /aptalca bir şeydir.”(Voltaire). Onun için siz siz olun, kesin konuşan insanlarla çalışmayın. Kesin konuşmayan insanlarla çalışmayı yeğleyin!

Hem illüzyonlar hem de halüsinasyonlar, gerçekliğin çarpıtılmasının türleridir, ancak illüzyon, gerçekten var olan bir şeyin çarpıtılması iken, halüsinasyon gerçek olmayan bir şeyin çarpıtılmasıdır. İllüzyonlar kişinin duyularını bozar. İllüzyonların çoğu gözleri, kulakları ve cildi aldatma eğilimindeyken, iç vücut yapılarındaki değişiklikler nedeniyle algıyı bozabilecek bazı illüzyonlar da vardır.  Bilme sürecinde sistematik çarpıtmalar ise şunlardır:

- Algısal illüzyonlar,

- Dikkat illüzyonları,

- Bellek illüzyonları, ve

- Düşünce illüzyonları.

Bunların tümü, görüntü ve gerçek; hakikat ve illüzyon arasındaki önemli ayrıma değinmektedirler. Yinelersek, illüzyonla halüsinasyon arasındaki farklar ise şunlardır:

- İllüzyonda uyarıcı olduğu halde, halüsinasyonda uyarıcı yoktur.

- Fiziksel illüzyonda aynı uyarıcılar aynı yanılmalara, psikolojik illüzyonda aynı uyarıcılar benzer yanılmalara sebep olurken, halüsinasyonda farklı şeyler duyulur, görülür ve farklı yanılmalar meydana gelir.

- İllüzyon normal olan her bireyde görülebilirken, halüsinasyon, akıl sağlığı yerinde olmayan- larda görülür. Kimi yüksek ateşli hastalıklar sırasında normal insanlarda da geçici olarak gözlenebilir.

Önyargılar

Algısal önyargı konusuna ilgi duyan çoğu değerlendiriciler, salt irade gücü ile tarafgirliğin azaltılabileceği yanlış görüşüne saplandılar. Saptanan ikinci yanlış husus/kör nokta ise, çoğu değerlendiriciler kendilerinden ziyade meslektaşlarının görüşlerinde tarafgirlik olgusuna işaret ettiler. Tarafgirlik konusundaki bilinçlenmenin ne derece etkili olacağı(!?) Düşüncenizi ve karar vermenizi etkileyebilecek önyargıların üstesinden gelmenize yardımcı olmak için yapabileceğiniz bazı şeyler şunlardır:

- Önyargının farkında olmak: Önyargıların düşüncenizi nasıl etkileyebileceğini düşünün. Bir çalışmada, araştırmacılar, katılımcıların bu önyargıların kararları nasıl etkilediklerini anlamalarına yardımcı olan geri bildirim ve bilgi sağladı. Çalışmanın sonuçları, bu tür bir eğitimin bilişsel önyargının etkilerini% 29 oranında etkili bir şekilde azaltabileceğini gösterdi.

- Kararlarınızı etkileyen faktörleri göz önünde bulundurarak: Oyunda aşırı güven veya kişisel çıkar gibi faktörler var mı? Kararlarınız üzerindeki etkileri düşünmek, daha iyi seçimler yapmanıza yardımcı olabilir.

Seçimlerinizi etkileyen faktörlerin neler olduğunu fark ederseniz, önyargılarınıza aktif olarak meydan okumaya odaklanabilirsiniz. Bu süreçte ortaya çıkan sorular şunlardır: Kaçırdığınız bazı faktörler nelerdir? Belirli faktörlere çok mu ağırlık veriyorsunuz? Sizin görüşünüzü desteklemediği için ilgili bilgileri görmezden mi geliyorsunuz? Bunları düşünmek ve ön yargılarınıza meydan okumak sizi daha eleştirel bir düşünür yapabilir.

Bir yargı, duygu veya davranış, bilinçsiz veya kontrol ötesi akli süreçlerle önyargılı olduğunda akıl kirlenmesine tanık olunmaktadır. Bunu önlemek üzere şu dört koşulun yerine getirilmesi önerilmektedir: 1) Kişilerin istenmeyen akli süreçlerden bilinçli olmaları sağlanmalı; 2) Hatayı düzeltmek üzere motive edilmeleri; 3) Yeterince motive ile birlikte önyargının yönü ve kapsamından bilgilendirilmeli ve 4) Önyargıları düzeltmek üzere akli süreçleri yeterince kontrol yetisi oluşmalıdır. Ne var ki, bu yeti son derece sınırlıdır(!).

Bilişsel önyargının azaltılması, bazı akıl sağlığı durumlarının tedavisinde de yardımcı olabilir.

Bu "bilişsel önyargılar", rasyonel seçim kurallarını ihlal edici "tutarlı bir şekilde birbirini takip eden sezgisel tercihler" olarak anlaşılabilir. Psikologlar tarafından tipik olarak incelenen ve her ikisinden de bir hâkimin kaçınmak isteyeceği iki tür önyargı var:

1. 'Düşünce süreçlerimizde bizi hataya götürebilecek sistematik eğilimler' olan 'bilişsel önyargılar’ ve

2. "İnsanların otomatik olarak izlenimlerini oluşturdukları veya üyesi oldukları sosyal gruba dayalı olarak sonuçlara vardıkları" "sosyal önyargılar". Bu tür önyargıların "cinsiyetler ve ırklar gibi sosyal kategoriler hakkında sahip olduğumuz tutumlar ve klişeler tarafından yönlendirildiği" ileri sürülmektedir.

Sezgisel yöntemler ve bilişsel önyargılar- Sezgisel yöntemler, "Sistem 1" düşüncesinin önemli bir bileşenidir. Bunlar sorunları çözmek için kullanılan 'karar kuralları'dır - bir kişinin  yeni bilgileri işlerken başvurduğu zihinsel bir kısa yoldur. Bunlar bazen çok faydalı olabilir, ancak zaman zaman da “bilişsel önyargılar” şeklinde “ağır ve sistematik” hatalara yol açabilirler. Birçok çalışma göstermiştir ki, hakimler diğer insanlarla aynı bilişsel önyargılardan etkilenmektedir.

Beynin karar verirken sıklıkla kestirmeler kullanacağını artık biliyoruz ve bu kestirmeler genel olarak yararlı olsa ve işlev görmemize izin verse de karar vermeyi ön yargılarla etkilemekte ve hataya yol açabilmektedirler. Bu kısa yollar genellikle bilinçaltı düzeyde çalışmakta ve bu yüzden varlığı bize meçhul kalmaktadır.  Ve hızlı karar verdiğimizde veya stres altında olduğumuzda da onların devrede olmaları daha olası olmaktadır.

Bilişsel önyargıların etkisini saptamak üzere yasak kanıtı hâkimin göz ardı edip edemeyeceği   ırza geçme suç isnadı açısından araştırılmış; 95 hâkimden bir gruba salt ırza geçme suçuna ait veriler sunulurken, diğer gruba bu veriler ötesinde mağdurun hafif bir bayan olduğu tanık ifadesi ile belirtilmiştir. Birinci gruptakilerdeki mahkûmiyet oranı %47 iken, ikinci grupta bu oran %20’ye inmiştir. Mağdurenin cinsel özgeçmişinin isnat edilen suçla bir ilgisi olmamasına karşın araştırma bunun etkisi olduğunu sergilemiştir. Yasaca bu kanıtın göz ardı edilmesi gerektiğini bilmelerine karşın %20’ye düşüş yasak kanıtın fazlaca etkisi olduğunu sergilemiştir.11 

Önyargı-Ayrımcılık

Kültür teorisine göre de önyargı kültürle transfer edilmekte; bir gruba dahil olanlar ve olmayanlar bakımından bir ayrıma tanık olunmaktadır.  Bu olguya sosyal psikologlarca verilen anlam da farklı olmaktadır. Bunları şu dört grupta toplamak mümkündür: 

1. Hatalı ve katı bir genellemeye dayalı antipatik bir yaklaşım;

2. Bir grup kişiye karşı duygusal ve katı bir tavır takınılması;

3. Bazı kişilere karşı ait oldukları özel bir grup nedeniyle makullük ötesinde olumsuz bir tavır alınması;

4. Kişi hakkında yalnızca bir kategoriye sokulması nedeniyle farklı bir değerlendirme yapılmasıdır.

Bu bağlamda insanlar ender olarak bireysel varlık olarak işlev görmekte; daha çok kendileri ve ötekileri, grupların temsilcileri olarak “bizler” karşıtı “onlar” olarak görmektedirler. Farklılıklar ve şeytani karakteristikler dıştaki gruba yöneltilmekte; onların üyeleri şeytani özellikleri temsil etmek bakımından birbirlerine benzer konumda bulunmaktadırlar. Herkes kendi grubunu masum ve üstün olarak görülmektedir. Önyargılı algılama, damgalı karşıt gruba karşı ayrım ve zararı haklı görmektedir. Önyargı ve ayrım normatif olmaktadır. Bu bağlamda masum bir kişinin mahkumiyeti sosyal düzeninin korunması gereği düşünülmekte; öteki insanların öldürülmesi bir görev olarak görülmekte; mağdurlar için olumsuz etkiler minimize edilmekte ve yanlış yorumlanmaktadır. Özetle, tutku ve önyargı dünyayı yönetmekte; yalnızca bunu akıl kisvesi altında yapmaktadırlar. Sorumuz “yargı sistemde yer alan aktörler önyargıdan uzak mıdırlar?”

Nesnel usul adaletinde önemli olan, açıkça kabul edilemeyecek bazı tarafgirlik veya önyargının azaltılması olmalıdır. Hiçbir hâkim önyargılardan soyutlanmış olarak yargılama yapmamaktadır. Hâkimlerin fildişi kulesinde giydikleri kostümle teatral bir hava içinde kendilerini soyutlama ve verdikleri kararları gayri şahsî (impersonal) yaptıkları ne kadar gerçekçi olmaktadır? Bilgisayarlar, önyargısız karar alma yazılımı kullanırken, insan beyni, “ön-değer-yargılı” muhakeme yöntemiyle çalışmaktadır. Bu gerçek doğrultusunda, hâkimin kendisinin en iyi olduğunu düşünerek mental engelleri kaldırması; kendisine güvenmesi (aksi takdirde, başkalarının düşünce ve yargılarının etkisinde kalacağı ve mental bir süpermarket’in kaçınılmaz olacağı); soğukkanlı ve sabırlı olması; peşin hükümlü olabileceğini kabul ederek; insan beyninin bunu gidermek için gerekli çaba ve bilgiye odaklanması gerekmektedir.

Sosyal kimlik -Ayrımcılık- Beynimizdeki hapishaneler

Balıkları büyük bir tankın içine koyup, aralarına cam yerleştiriyorlar; böylece balıklar küçük odacıklara hapsedilmiş oluyorlar. İlk başta camı bilmedikleri için çarpıp duruyorlar. Sonra sınırları öğreniyorlar. Geceleyin, cam duvarlar çıkartıldığında, çoğu balık yerinden kıpırdayıp yüzmüyor. Çünkü o duvarlar beyinlerine nakşetmiştir. Biz insanlar da kafamızda inşa ettiğimiz hapishanelerde yaşamaktayız. O hapishanelerden firar etmemiz gerek. Demokrasi sorununu inceleyen sosyolog Touraine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üçlüsüne, “ötekileştirmeyen bir toplum” ilkesini ekledi.

Yinelersek, önyargı, yalnızca bir sosyal gruba üyeliğine dayalı olarak bir bireye yönelik gerekçesiz veya yanlış (genellikle olumsuz) bir tutumudur. Önyargı bir tutumun üç bileşenini de (duygusal, davranışsal ve bilişsel) içerir. İnsanlar başkalarına karşı önyargılı tavırlar sergilediklerinde, belirli bir gruba uyan herkesi "hepsi aynı" olarak görme eğilimindedirler. Belirli özelliklere veya inançlara sahip olan her bireyi çok geniş bir fırçayla boyarlar ve her bir kişiye gerçekten benzersiz bir birey olarak bakmayı başaramazlar. Yargı sistemindeki önyargılar ise, kanun yapmakla başlayabilir, ardından savcılara, hâkimlere ve avukatlara geçebilir.

- Evet, insanlar önyargılıdır.

- Evet, uzmanlar da önyargılıdır-Adli tıp (DNA, parmak izi vs.) uzmanları.

- Meslek olarak onu tanımlamaya, kabul etmeye ve bunu bozacak birtakım çözümler
üretmeye çalışılmalıdır.

- Ülkede CAS hakikati bulma sistemi olmayıp, adil bir yargılama sistemidir.

- Çoğu hatalar, uygulamadaki kurumsal uygulamaların (örneğin zanlıların sorgulanması, tanıkların dinlenmesi) sonucudur.

- Hatalı mahkumiyetler herkes için tehdit oluşturmaktadır.

Örtük Önyargı

Düşünceler ve duygular, onlardan habersizsek veya doğaları hakkında yanıldıysak "örtüktür"/bilinç dışıdır. Tarafsız olmaktansa, bir kişiyi veya bir grubu tercih ettiğimizde (veya ondan hoşlanma- dığımızda) önyargılıyız. Bu nedenle, bilinçli bilgimiz olmadan insanlara karşı tutumlarımız olduğunda veya onlarla klişeleri ilişkilendirdiğimizde "örtük önyargı" (bilinçsiz) terimini kullanırız. Örtülü önyargılar, her gün aldığımız kararlarda ekseriya fark edilmeyen etkili, örtülü tutumlar veya klişelere dayalı bilinç dışı akli süreçlerdir.  Örtülü önyargılar insanın düşünce sürecinin temel mekanizmalarına kök salmıştır. İnsanlar erken bir yaşta birlikte ele aldıkları hususları ilişkilendirmeyi öğrenmekte ve mantıki olarak bunların başka   alanlarda kaçınılmaz olarak birlikteliğini beklemektedirler: “Gök gürültüsü ve yağmur veya beyaz saç ve yaşlı kişi.” Örtülü önyargılar, kişinin özellikle adli karar alımında kişinin belirgin inançları veya ilkelerinden sapmayı üretebilmekten sorumludur. Özetle örtük önyargı, klişe tiplemelerden (stereotypes), önyargı (prejudice) ve ayrımcılıktan (discrimination) bilinçli değil; otomatik, akli kısa devrelerdir. Kültür, medya ve yetiştirilme de bu tür önyargıların gelişmesine katkıda bulunabilir. Örtük önyargılar adil süreçleri ve adil sonuçları tehdit eder niteliktedir.12  

İnsanların iyi niyetli olması yeterli değildir; önyargı bilinçsizce gereğini yerine getirmektedir. Önemli olan 1) Bilinç altı önyargının herkes için var olduğu bilincine sahip olunması; 2) Savcı, hâkim olarak kararlarımızın özenle irdelenmesi ve 3) Kendisine suç isnat edilen zanlı/sanığın sosyal kültürel konumu farklı olduğunda aldığınız kararın farklı olup olamayacağının irdelenmesidir. Önyargıları olduğunu bilmek, hâkimlerin önyargılarından kaçınmalarına yardımcı olabilir.

Özetle, düşünceler ve duygular, onlardan habersizsek veya doğaları hakkında yanıldıysak "örtüktür". Tarafsız olmaktan ziyade, bir kişiyi veya bir grubu tercih ettiğimizde (veya ondan hoşlanmadığımızda) önyargılıyız. Bu nedenle, bilinçli bilgimiz olmadan insanlara karşı tutumlarımız olduğunda veya basmakalıpları onlarla ilişkilendirdiğimizde "örtük önyargı" terimini kullanırız. Örtük önyargılar, yasal işlemlerde de rahatsız edici sonuçlara sahip olabilir ve ilk polisle temastan cezaya kadar her şeyi etkileyebilir.13

Çoğu insan, başkalarına adalet ve eşitlikle davranmayı hedefler ve yine de psikoloji biliminde yapılan araştırmalar, en iyi niyetimize rağmen davranışımızın genellikle bilinçli farkındalığımızın dışında işleyen örtük önyargılardan etkilendiğini göstermektedir. Adil olmak gerekirse, asıl soru sistemdeki herkesin hem bireysel hem de kurumsal önyargı biçimlerinin farkına varmasını ve bunlara uyulmasının nasıl sağlayabileceğidir. Polisten hâkimlere ve avukatlara kadar herkes, gelen bilgiyi özenle irdelemediğinde, bizler onun doğru olduğunu kabullenme eğilimindeyiz- hakikat önyargısı olarak bilinen bir etkilemedir. İnsanları aldatmanın tespiti üzerine yapılan araştırmalar, devamlı olarak, algılayıcıların ötekilerin, hatta onların öyle olmamasına karşın, hakikati söylediklerine inanma eğiliminde olduklarını gösterdi.

Örtük önyargıda sorunlar: 1) Kanıtlanmasının oldukça zorluğu nedeniyle legal korunma elde etmenin oldukça zor olması; 2) Kişiyi bilincinde olmadığı ve istekli olarak beslemediği bir şeyden nasıl sorumlu tutulacağının belirgin olmadığı ve 3) Örtük önyargıdan etkilenen bir kararı rasyonalize etmenin hiç de zor olmayacağıdır.

Örtük Sosyal Önyargı

Araştırmalar, sosyal gruplarla ilgili tüm tutum ve klişelerin, onları elinde tutanlar tarafından bilinçli olarak benimsendiği ve onaylandığı (bunların açıkça olduğu) fikrini çürütmüştür. Bunun yerine, tutumlar ve klişeler çoğu zaman örtük olabilir; öyle ki, iç gözlem yoluyla erişilemezler. Belirli bir sosyal gruba karşı olumlu bir tutum, aynı grup hakkında olumlu bir klişe ile eşleşmek zorunda değildir ve bunun tersi de geçerlidir.

Örtük önyargılar otomatik olarak işler ve "kişinin açıklanmış veya onaylanmış inançlarından veya ilkelerinden ayrılan davranış üretebilir". Bunlar, bilinçaltı hazırlamayı içeren deneyler veya farklı görevlerde tepki süresi farklılıklarını ölçme dahil olmak üzere farklı yöntemlerle saptanabilir ve ölçülebilir. Örtük yanlılığı ölçmek için yaygın olarak kullanılan bir yöntem olan Örtük İlişkilendirme Testi (IAT) ikinci kategoriye girer. Bununla birlikte, IAT, bir kişinin örtük önyargısının geçerli ve güvenilir bir ölçüsü olarak evrensel olarak kabul edilmez. 

Aynı eylemi yapan iki kişinin sistemde farklı şekilde değerlendirilmesi olgusu; kuşkusuz bu olgu CAS’taki her görevliyi etkilemektedir. Bununla baş etmenin yöntemi “slow down” olacak ise de buna karşılık yapılan itiraz iş yükü oldukça fazla olduğundan “yavaşlayamam” olacaktır! Örtük Çağrışım Testi’inde “Sistem 1” nasıl konumlandırılmaktadır? Çağrışımlarla dolu bir çevrede yaşamaktayız. Tıpkı havayı alıp ciğerlerimizi şişirdiğimiz gibi bunları almamak elimizde değildir. Bunları edindiğimizde, otomatik olarak işlev görürler. Şeylerle karşılaştığımızda ilişkili kavramlar zihnimize gelmektedir. Bazı çağrışımlar zaman içinde istemsizce elde edilmektedir.14

Zihinsel Kirlenme

Bir yargı, duygu veya davranış, bilinçsiz veya kontrol ötesi aklı süreçlerle önyargılı olduğunda akıl kirlenmesine tanık olunmaktadır. Bunu önlemek üzere şu dört koşulun yerine getirilmesi önerilmektedir:

1. Kişilerin istenmeyen akli süreçlerden bilinçli olmaları sağlanmalı;

2. Hatayı düzeltmek üzere motive edilmeleri;

3. Yeterince motive ile birlikte önyargının yönü ve kapsamından bilgilendirilmeli; ve

4. Önyargıları düzeltmek üzere akli süreçleri yeterince kontrol yetisi oluşmalıdır. Ne var ki, bu yeti son derece sınırlıdır.

“Bilinçaltı, bilinçli yapılıncaya dek, yaşamınızı yöneltecek ve bunun adına kader diyeceksiniz.” Carl Jung

Davranış Bilimleri ve Hâkimlik

Anayasa Mahkemesi binasındaki gözleri açık olan adalet simgesi daha gerçekçidir. Hâkimlerde duygusal kişiler olup; ön yargılara sahip, bizler gibi hata yapmakta; hatalı kararlar verebilmektedirler-Sonuçta onlarda insandırlar. Kısa devreli kararlar verebilmekte; sezgilere ve bazen fazlaca sezgiye dayalı kalmaktadırlar. Onaylayıcı önyargıya (confirmation bias) da önceden algılanmış inancımızı pekiştiren bilgiyi seçici olarak araştırmaya koyulduğumuzda tanık olmaktayız. İşte bu nedenle suçunu itiraf eden bir zanlının parmak izi incelenirken uzmanın bu bilgiden habersiz olması gerekir.

Hâkimler de kendi pozisyonlarını destekleyen bilgiyi abartmakta; desteklemeyeni göz ardı etmektedir.  İşte algısal illüzyondan etkilenen hâkimlerin kararlarında sistematik hatalara tanık olunmaktadır.

Kanıt yasakları (inadmissible evidence)-Ceza yargılamasında kanıt elde edilmesi ve değerlendirilmesi işlemlerine getirilen sınırlamalara kanıt yasakları denilmektedir. Örneğin CMK 210/2-Özel yaşamın korunması amacıyla yasaklanan kanıt- CMK 148.  İyi kanıt olay yeri sürecinin kusursuz olmasını ön görmektedir. Duruşmada kanıt yasağı ihlal edildiğinde hâkimin bunu göz ardı etmesi gerekmektedir. Gerçekte öyle olmakta mıdır? Wistrich, Guthrie ve Rachklinski’nin (2005) ABD’de yaptığı kontrol gruplu araştırmada kontrol gruptaki hâkimlerle ırza geçme olayında mahkûmiyet oranı % 47 iken, Rape Shield Law’ a göre mağdurenin önceki cinsel yaşamını dile getirme yasağı ihlal edilerek cinsel sapıklık derecesinde yaşamı dile getirilince mahkumiyet oranı % 20’ye düştü.15

Sonuç

Hâkimleri karar verme sürecinde neler etkilemektedir? Ekonomistler ve psikologlar, hâkimlerin de insan olarak bizler gibi aynı şeylerden etkilendiklerine işaret ettiler. Bunlardan bazıları iyi, bazıları da algısal önyargılar, örtük/bilinçsiz önyargılar gibi kötü olmaktadır. Çok sayıda bilimsel çalışma, hâkimlerin önyargılardan, bilişsel çarpıtmalardan ve yasanın yargısal karar almayı etkilemediğini varsaydığı diğer faktörlerden muaf olmadığını göstermektedir. Ne var ki, hukuk eğitiminde kararı etkileyen hukuk dışı etmenlere yer verilmemektedir. Ne var ki, hakimler, çeşitli zeka, dürüstlük ve hukuk eğitimi düzeyleri de dahil olmak üzere diğer kişilik özelliklerini, alışkanlıkları, nitelikleri ve özellikleri kürsüye getireceklerdir. Öte yandan hâkimlerin sergileyecekleri nezaketin halkla ilişkiler bakımından ne derece önemli olduğu göz ardı edilmemelidir.  Nezaket özelliği şefkat, empati, olumlu sosyal davranış, cömertlik, hoşgörü dahil olmak üzere başkalarına karşı olumlu tutumlar, duygular ve davranışlar kümesi anlamına gelir.  Ailesinde "pozitif duygusallık" özellikler güçlü olan hâkimlerin, arzu edilen yargısal davranışları (şefkat, sabır, alçakgönüllülük, saygı ve açık fikirlilik ifadeleri) en tutarlı şekilde ve çok çeşitli iş ortamlarında sergileyeceği tahmin edilmektedir. Kuşkusuz, mizacın yapısal bir çekirdek olduğu unutulmamalıdır.

Ülkede hâkimler ise, hiçbir zaman kendisinin veya başkalarının duygu ve hislerinin farkında olma konusunda resmi olarak eğitilmedi! Öğretilen, gerçeklere bakmaları, kanunları incelemeleri ve sonuçlar geliştirmeleridir. Ancak başkalarıyla ilişki kurabilmek, hâkimlerin kariyerlerinin her alanında ihtiyaç duydukları önemli bir özelliktir. Hâkimlerin başkalarının duygularını anlayabilmeleri ve zaman zaman kendilerini onların yerine koyabilmeleri gerekir. Hâkimler, kızgın, hüsrana uğramış ve stresli kişilerle nasıl çalışılacağını öğrenmelidirler. Yüksek stresli zamanlarda duyguların nasıl yönetileceğini öğrenmek, hâkimin başarısı için çok önemlidir.

Karar alma bir eyleme yönelik akli veya davranışsal yönelmedir. Çoğu kişiler, özellikle yargı mesleği üyeleri önyargının etkisinden uzak doğru, adil ve etik karar vermeye çalışmalıdırlar.  Karar, farklı miktarda algısal çaba gerektirebilir ve farklı seviyelerdeki bilince, geniş ölçüde de sorunun önemine, duruma aşina olunmasına ve karar alıcının deneyimine dayanmaktadır.16

Hâkimin siyah cüppesini giyip kürsüye çıktığında insan olmaktan çıkıp, kendini her türlü önyargı ve tercihlerden kurtararak, duygusuz, heyecansız bir varlık olduğu hakkındaki kanı pek te gerçekçi bir kanı değildir. Nitekim, kimi ülkelerde duruşmadan önce hâkimin dosyayı incelemesi yasaklanmıştır. Hâkimlerin olguların değerlendirilmesinde yürüttüğü tahmin işleminde bir hukuki durumu diğerine tercih ettiren saikleri, merkezi sinir sistemi gibi çalışmaktadır ve bu yüzden de sözü edilen belirleme, yargılama sürecinde hâkimlerin insan oldukları, insan olmaları nedeniyle de insani hata ve zayıflıklara gebe kişiler olduğu unutulmamalıdır.  

“Hâkim, doğruluğu bir bağış gibi vermek için değil, doğru karar vermek için bulunuyor orada. Görevi kendi dileğine uymak değil, kanunlara göre yargılamaktır”

Sokrates.

İşte bu bağlamda felsefe, sosyoloji ve psikoloji algı sınırlarını genişletmek açısından gerekli olup; yelpazenin açılmasını sağlayacaktır.

Hâkimleri karar verme sürecinde neler etkilemektedir? Ekonomistler ve psikologlar, hâkimlerin de insan olarak bizler gibi aynı şeylerden etkilendiklerine işaret ettiler. Bunlardan bazıları iyi, bazıları da algısal önyargılar, örtük/bilinçsiz önyargılar gibi kötü olmaktadır. Ne var ki, hukuk eğitiminde kararı etkileyen hukuk dışı etmenlere yer verilmemektedir.

Bizlere kalan büyük kültürel bir miras ise, iyi bir hâkimin duygudan yoksun olduğu inancıdır. Burada kenara atılması gereken duygu değil, inançtır. İhtiyacımız olan yeni bir ideal: Duygusal zekalı hâkim profili olacaktır. Duygusal zekaya sahip hâkim, kendinin farkında olduğu gibi duyguları hakkında da tutarlı bir şekilde düşünebilir ve onların ifadesini kontrolüne alabilir.

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

--------------

1 Bkz. “Hâkimlik psikolojisi” Hukuki Haber https://www.hukukihaber.net/hakimlik-psikolojisi-psychology-of-judgeship

2  Ayrıca bkz. E. Kaya. Türkiye’de Hukuk Zihniyeti anket sonuçları için bkz.TR_Hukuk_Zihniyeti_anket.pdf
    https://www.academia.edu/29572635/TR_Hukuk_Zihniyeti_anket

3 Bkz. Tali Sharot. Başkalarının Aklı, Neden Bazılarını İkna etmekte Daha Başarılı ve Nörobilim Bu konuda ne düşünüyor? Domingo, 2018. Ayrıca bkz. Nörobilim, Hukuk ve Ötesi Uluslararası Kongresi (7-8 Ekim 2020)-NöroBlog
Yargıtay Başsavcısı Bekir Şahin “Bazı suçlarda idam cezası olmalı. Hamile kadını sayısız bıçak darbesi ile katleden bir insan için ağırlaştırılmış müebbet hapis yerine gerekirse idam cezası olmalı. Çünkü hapis cezası caydırıcı olmayabiliyor.” Ancak İdam Caydırır. Hürriyet (5/01/2024) s. 10.

4 Six experiment on 1800 judges- six hypothetical cases, each interpreting a law:  Wistrich, Rachlinski and Guthrie, 2015. Bkz. C. Guthrie, J. J. Rachlinski ve A. J. Wistrich. “Inside the Judicial Mind” Cornell Law Faculty Publications. Paper 814.

5 http://scholarship.law.cornell.edu/facpub/814: Hâkimler çeşitli algısal hatalara maruz kalmakta mıdırlar?

How judges judge: Using behavioral science to understand judicial decision making youtube. Home Office. Interviewing Suspects, 2020.

6 Yargıdaki örneği için bkz. A. Ulusoy. “Yargının yeni rolü; rejim, pardon, iktidar bekçiliği mi?” T 24 (10/01/2024). Hukukla hukuksuzluğun yaratılması!

7  Bkz. Daniel Kahneman. Thinking, Fast and Slow, 2011/Hızlı ve Yavaş Düşünme, Varlık yayınları.

8 Bkz. Y.Özdil. ‘Cahilden daha yıkıcı bir silah henüz icat edilmedi.’ Sözcü (8/03/2022).

9 İkincisi “seçici çarpıtma ve muhafaza” (Selective distortion and retention)-Görüşlerimize aykırı olan bilgiyi çarpıtma veya unutmaktır. Üçüncüsü, kaynağını unutmaktır (source amnesia): Çelişkili deliller hakkında sorguya çekildikleri zaman, onu hatırlayamazlar veya yalnızca önceden var olan inançlarını doğrulayan çarpık bir şekilde hatırlarlar. Bu konuda atılacak ilk adım önyargılarımızın bilincinde olmaktır.  

9 Bkz. Forensic Science Rugulator Guıdence-Cognitive Bias Effects: Relevant to Forensic Science Examinations, FRS-G-217, İssue 2, 2020.

10 Bkz. Selective attention test Gorilla YouTube

11 Bkz. CMK 210/2-Özel yaşamın korunması amacıyla yasaklanan kanıt; CMK 148. 

12  Bkz. Implicit Association Test (IAT) by Tony Greenwals(1990)-Önemli bir önyargı  saptama testidir.

13 Örtük Çağrışım Testi (IAT), insanların bildirmek istemeyebilecekleri veya bildiremeyecekleri tutum ve inançlarını ölçer. Ana fikir, yakından ilişkili öğeler aynı yanıt anahtarını paylaştığında yanıt vermenin daha kolay olmasıdır. IAT, bilmediğiniz örtük bir tavrınız olduğunu gösterirse özellikle ilginç olabilir. Örneğin, kadın ve erkeklerin bilimle eşit şekilde ilişkilendirilmesi gerektiğine inanıyor olabilirsiniz; ancak, otomatik çağrışımlarınız (diğerleri gibi) erkekleri bilimle, kadınları bilimle ilişkilendirdiğinizden daha fazla ilişkilendirdiğinizi gösterebilir. IAT, kavramlar (örn. mülteciler, eşcinseller) ve değerlendirmeler (örneğin İyi, kötü) veya stereotipler (örneğin atletik, sakar) arasındaki ilişkilerin gücünü ölçer. Ana fikir, yakın-dan ilişkili öğeler aynı yanıt anahtarını paylaştığında yanıt vermenin daha kolay olmasıdır. Stereotipler, bir grubun çoğu üyesinin bazı özelliklere sahip olduğu inancıdır.

14 Bkz. https://implicit.Harvard.edu

15 B.Barry How Judge’s Judge: Empirical Insights into Judicial Decision-Making, Routledge, 2021.  Ayrıca bkz. Australian Government-Law Reform Commission. Judicial Impartiality-Cognitive and Social Biases in Judicial Decision Making, April 2021.

16 Ayrıca bkz. John W. Kennedy, Jr.  “Personality Type and Judicial Decision Making” Judicial Studies Institute Journal  Vol.37, no.3, Summer 1998. ss. 50-67; Pamela Casey, Kevin Burke and Steve Leben “Minding the Court: Enhancing the Decision-Making Process” International Journal For Court Administration, February 2013; J.F.I.L.Real. “Unconscious Influences on Judicial Decision Making: The Illusion of Objectivity» McGeorge Law Review, Vol.42, S.1(1/01/2010)