“İyi ve sadık bir hâkim olacaksanız, vardığınız sonuçların her zaman hoşunuza gitmeyeceği gerçeğine boyun eğmelisiniz. Eğer onları her zaman seviyorsanız, muhtemelen yanlış bir şey yapıyorsunuz demektir.” Antonin Scalia(1986 – 2016, ABD Yüksek Mahkeme Hâkimi)

“İyi hâkimler belirli zihinsel alışkanlıklar geliştirirler. Bu zihinsel alışkanlıklardan biri de her şey düşünülene kadar sonuca varmayı erteleme alışkanlığıdır.” Samuel Alito (1987-1990, ABD Yüksek Mahkeme Hâkimi)

Giriş

Psikolojide temel sorular, insanlar nasıl davranır? İnsanların kendi davranışları veya eylemleri üzerinde ne ölçüde kontrol uygulayabildiği? İnsanların yanlış ve doğru karar verme yetenekleri arasındaki ilişkinin ne olduğu? İnsan beyninin bilinçli ve bilinçsiz yönleri, davranışsal farklılıkları ve psikolojik kalıpların neler olduğu? İnsan davranışının büyük ölçüde kontrolümüz dahilinde olmayan veya bilinçli zihnimizin kapsamı dışında kalan faktörlerin bir sonucu olması nasıl geliştiğidir?

Psikoloji bilimi, zihin bilimi olarak, algının davranışı nasıl yönettiğini anlamaktır. Nasıl düşündüğümüz diğer her şeyi etkilemektedir. İşte psikoloji, insanları ve zihni anlamakla ilgilidir.  Psikolojiyi anlamak, her zaman onun farkında olacağınız veya onu kullanacağınız anlamına gelmez. İlk adım onu ​​anlamaktır, sonraki adım ise onu ​​zihinde tutmak ve kullanmaktır. Psikoloji varsayımlar üzerinde çalışır. Diğer insanların varsayımları, sizin varsayımlarınızı takip eder. Diğer insanların beklentileri sizin tarafınızdan belirlenir ve her şey iletişiminizin sonucudur-sosyal psikoloji.

Önemli soru hâkimleri karar verme sürecinde neler etkilemektedir? Ekonomistler ve psikologlar, hâkimlerin de insan olarak bizler gibi aynı şeylerden etkilendiklerine işaret ettiler. Bunlardan bazıları iyi, bazıları da algısal önyargılar, örtük/bilinçsiz önyargılar gibi kötü olmaktadır. Ne var ki, hukuk eğitiminde kararı etkileyen hukuk dışı etmenlere yer verilmemektedir.1

İnsan varlığı üzerine en çarpıcı ve önemli tek gerçek insanın mutlu olmasının ne kadar zor olduğudur. Bu amaçla tarihsel süreçte hukuk, tıp, din, sihir(astroloji ..), toplum mühendisliği ve XIX. Yüzyılda da psikoloji devreye girdi. Psikoloji insan davranışı ve deneyimlerinin incelenmesidir. Psikolojide adalet sistemi işleyişi açısından,

- Sosyal psikoloji, algısal psikoloji, gelişimsel psikoloji ve klinik psikolojide başvurulan vasıtalar ve araştırma yöntemleriyle hukuktaki varsayımlarının ne derece isabetli olduğunu saptayıp, daha etkili yapıcı yolları belirlemek,

- Yargı sistemi ile insan davranış bilimi arasında uyumsuzluk saptandığında ıslah edici önerilerde bulunmak,

- Sistemdeki yargı aktörlerinin özellikle kurul halinde çalıştıklarında kararı nasıl aldıklarını irdelemek,

- Sistemde işlem gören kişilerin ne derece adil muamele gördüklerini irdelemek,

- Sistemdeki aktörlere özgü ön yargıları saptamak ve bunların nasıl azaltılabileceğine eğilmek,ve

- Hükümlüler için risk değerlendirilmesini yapmak; özellikle kişilik bozuklu olanları, psikopatları saptamak ön plana çıkmaktadır.

Takip edilmesi istenilen hukuk ve adalet sisteminin tıpta olduğu gibi kanıta dayalı işlevsel hale getirilmesidir. Aksi takdirde, cahillik peçesi altında oldukça çok iyi niyetli kişilerin çok ciddi zararlar verebileceği beklenilmelidir.  Bu kanıt sisteminin giriş kapısı da “dinlemek” tir.

Dinlemek

“İnsanlar konuştuğunda tamamen dinleyin. Çoğu insan asla dinlemez.”
Ernest Hemingway

Sokrates, iyi bir hâkimin özelliklerinden biri olarak nezaketle dinleme yeteneğini sıraladı. Bu konuda aşağıdaki beş konu üzerine vurgu yapılmaktadır:2

- Odaklanmak: Dinleme konusu açısından insan beyninde yer alan iradi/gayri iradi düşünceler kendisinin en kötü düşmanı olabilmektedir. Dikkatli ve özenli hâkim kendisini konuşmalara yoğunlaşmış/ odaklanmış bulacaktır.

- Mesajı algılamak: Bu amaçla hâkim önyargısız/tarafsız bir şekilde mesajı algılamaya çalışılmalıdır.

- Konuşana yardımcı olmak: Herkes hâkimin sorgulamasına, sözlerini kesmesine alışık olmadığında bocalayabilir; tavır alamaz ve söyleyecekleri kursağında kalabilir. İşte bu nedenle, hâkim konuşmacının ne söylemek istediğini duymak istiyorsa, iyi bir iletişim ortamı yaratılmasına özen gösterilmelidir.

- İlgi algısı: Sistemdeki ajanların sizin kişisel durumunuzla ilgilendiği algısının oluşmasıdır.

- Araştırmalarla usulü adaletin (procedural justice) değeri sergilenmelidir.

Adli karar otomatiği (yapay zeka) olmadığına göre, gizli etmenlerin süreçte oynadığı roller nelerdir? Adli süreç anlayışımız bir perde ile ayrılmış iki bölümden oluşmakta; perdenin önündekileri görürken, arkasında bir şeyler olduğunu biliyorsak da çok azını bilmekteyiz. Adli karar alımında egemen olan model akli seçim teorisi ürünüdür: Hâkim mantıki olarak gerçekler, içtihatlar, yasalar, Anayasa ve AİHS’den mantıksal çıkarımlarla karara varan rasyonel bir aktör; duruşmada dakikalar içinde materyali okuyup/dinleyip anlamakla kalmayıp, aynı zamanda iki rakip sunumdan hangisinin doğru olduğuna karar verebilecek bir konuma gelebilecek kadar akıllı olmalıdır.  Gerçekler öyle mi söylüyor?

Yalnız herkesin bildiği bir gerçek, bu model sürecin yalnızca bir kısmını açıklamaktadır. Resmi görmek için aklın nasıl çalıştığını anlamaya ihtiyacımız var. Davada meseleleri nasıl algılıyoruz; çatışan öncelikleri ve mevcut seçenekleri nasıl algılıyoruz? İnanç sistemleri/ bilinç altı etmenler/takdir hakkı nasıl çalışmaktadır?

Hukuk teorisi, kavramlar ve soyutlamalarla dile getirilmekte, gerekçelendirilmekte ve somutlaştırıl- makta ise de, kurallardan biri ihlâl edildiğinde cezalandırılan ve cezaevine konulanın bir kavram değil, bir insan olduğu unutulmamalıdır. İnsanı devre dışı bırakıp, hukuku cansız nesneler toplamına dönüştüremeyiz. Bir kavram ne denli yüceltilirse yüceltilsin, anlamı, kavramın tikel/toplumsal varlıkların deneyimlerine ilişkin sonuçları gözlenerek irdelenmeli ve hukuk bilgisinin, uğruna hukuk yaratılan kişiler/toplum göz ardı edildiğinde, çok az şey ifade edeceği bilinmeli; hukukun insani boyutu olduğu kadar toplumsal bir olgu olduğu da unutulmamalıdır. 

İnsanların karar verme süreci, olgular ve kuralların saptanması olarak iki ayrı işlev görüntüsü vermekte ise de, bu iki işlev genelde ayrılmayıp, birbirine girmiştir.  Genelde, insanoğlu aklına koyduktan sonra yapay olarak bu iki işlemi ayırmaya yeltenmektedir. Diğer insanlar için yapılan bu saptama hâkimler içinde geçerlidir. Hâkimin olguları saptama işlemi sonrası kararını yazarken ilgili kurallarla birlikte sonucuna uyarlı olgulara vurgu (bu seçimi bilinç dışı bir refleksle) yapması kararına mantıki bir bütünlük sağlama girişimi olarak belirmektedir. Yinelersek, karara dayanak olacak toplanan kanıtlardan ilgili olanlar nelerdir? Bir hâkim, bunların a, b ve c olduğunu söylerken, diğeri a,b,c ve d olduğunu söyleyebilir ve sonuç kararlar da farklı olabilir. İşte bir hâkimin kanıtların a, b ve c oluşunu kabullenmesi üzerinde diğerleri mutabık kaldıklarında uygun tek bir karar olasılığı var iken, bir diğer hâkimin toplanan kanıtlar arasında bir “d” faktörünün de ilgili olduğunu belirtmesi ve diğer hâkimlerin de a,b,c,d faktörlerini ilgili kanıtlar olduğunu kabul etmeleri üzerine onlarında katılacakları farklı bir karar gündeme gelebilir.

Psikolojik açılımına bakıldığında, bazı hâkimlerin kişilikleri, örneğin sabırsız, tahakkümcü, kaba veya kontrolcü; diğerlerinin, azarlayıcı/tehditkâr bir tavır sergilemeleri nedeniyle sorunludur. Bazıları duruşmaya hazırlıklı gelmediklerinden; diğerleri yeterince zeki olmadıklarından ve karar verme sıkıntısı içinde olmalarından veya “hukuk ve düzen otomatları/hapçıları” olduklarından sorunlu olmaktadırlar. Bazı hâkimlerde sorun kaynağı olan niteliklerin, şişkin/ hormonlu egolarında yer etmiş olmasıdır.

Bir hâkimin yaptığı hemen hemen her şey, bilgi işlemeyi ve karar vermeyi içermektedir. Dolayısıyla, hâkim olarak performanslarını iyileştirmek istiyorlarsa, bu görevlerin performansını iyileştirmeye odaklanmaları gerekir.

İş yoğunluğu olan hâkimler davanın seyrini yavaşlatacak bir kanıt ikamesine genelde gereksiz bir sevimsizlikle bakmaktadırlar. Hâkimi, hiçbir şey, yüklü bir duruşma takvimi olan bir günde vereceği hükmün ertelenmesi kadar huzursuz etmeyecektir. Gerçeğe ulaşmada hâkimlerin sabrı önemli ise de, bu sabrın gittikçe azalma eğilimi gösterdiği görülmektedir. Yalnız, yeterince sabır gösteren hâkimler bakımından avukatlarca kötüye kullanılması riski de vardır. Öte yandan, sanık fizyonomilerinin kararlar üzerindeki etkisini kim göz ardı edebilir. Adaletin körlüğüne (blind justice) değer verilmekte ise de hâkimler sanıkların fiziki görünümüne kör değildirler. “Yüzü güzel olanın huyu(da) güzel olur” atasözü yargılama için de geçerliliğini korumaktadır.

Öte yandan, hataların hatalara gebe olduğu; büyük ölçüde birbirini destekler görünen kanıtların bile tamamen gerçek olmayabileceği; ve insanın sürekli yanılan bir yaratık olduğu unutulmamalıdır.3

Yargılama sürecinde “adli kalp” ile “adli akıl” arasında savaşta adli aklın çoğu zaman   egemen olduğuna kuşku yoktur. Genelde hukukun oldukça belirgin olduğu ve ilgili gerçekler/kanıtlar hakkında az kuşku duyulduğunda duygunun etkileme olasılığı az olmaktadır. Ne var ki, hukuk muğlak ve gerçekler/kanıtlar tartışmalı veya hâkimlerin geniş takdir hakkına sahip olduğu hallerde verdiği kararlar taraflara olan duygularından etkilenebilmektedir. Bu sonuç, kendilerinin bilinçli olmaksızın ve duygularına karşı direnç gösterme çabasına karşın vuku bulabilmektedir. Sonuç olarak, bir hâkimin duyguları kendisini şu veya bu tarafa yönlendirebilir.  Bu durum iyi veya kötü olsa da dürüst bir hüküm teorisinde göz ardı edilmemesi gereken bir husustur. Hâkimler bilgisayar olmadıklarından verdikleri hükümlerde duygusal tepkiler kaçınılmaz olmaktadır.

İnsanlar ilk bakışta hâkimlerin kurallar bağlamında karar verdikleri/hukuku uyguladıkları kanısına varsalar da hâkimin geniş bir takdir hakkına sahip oldukları görülmektedir. Her şeyden evvel en azından bir kişinin 30 yaşından önce hâkim olması her bakımdan büyük bir hatadır. Toplumsal yaşamı, neler olup bittiğini bilmeden kürsüden adalet dağıtımı! Hukuki gerçekçilere göre, yargıda hâkimin önce karar verip; ondan sonra hukuki dayanakları arayışına gitmesi olgusu egemendir. Öte yandan verilen kararlar ve kararların etkisi sorgulanır olmuş ve bu durum ceza adaletinde çok belirgin olmaya başlamıştır.  Kapasite üstü cezaevi nüfusu bu duruma oldukça etkili olmuştur. ABD’daki Connetticut hâkimi Ronberyt Satter, “kapasite üstü cezaevi nüfusu sonucu, cezaların ancak onda biri çekilmektedir.” Aynı durum şimdilerde Türkiye için de geçerlidir.

Hâkim sonuçta neyin adil olduğuna karar verecektir. Varılan karar bir “değer yargısı” olarak diğer yargılar gibi meçhul/gizli önceliklere dayalı bulunmaktadır. Adalet dağıtımında yapılamayacak olan nesne, duygulardan arınmaktır. Yapılabileceğin en iyisi, hâkimin duygularına karşı daha duyarlı, daha fazla dengeli olması ve onları daha iyi irdelemesi ve ayrıntılı olarak dile getirebilmesi beklenmektedir. Hâkimlerin en önemli vasıfları nazik, sabırlı, merhametli ve empati kurabilen olmasıdır.  Kuşkusuz, duygular yönetimi insanın ötekilerin olduğu kadar kendi duygularına da aynı anda dikkat edilmesini içermektedir. Örneğin, huzursuz bir tanığı sakinleştirmek için   hâkimin kendi sabırsızlık duygularını yönetebilmesine de ihtiyacı olacaktır Ne var ki, tanıkların düşünce süreçlerine etkileri bakımından rasyonel olmayan faktörlerin etkilerine duyarlılık gösteren hâkimler ve avukatlar ise, aynı faktörlerin hâkimlerin düşünce süreçlerine etkisi söz konusu olduğunda sükût etmektedirler. 

Psikolojik açılımına bakıldığında, bazı hâkimlerin kişilikleri, sabırsız, tahakkümcü, kaba veya kontrolcü; diğerlerinin, azarlayıcı/tehditkâr bir tavır sergilemeleri nedeniyle sorunludur. Bazıları duruşmaya hazırlıklı gelmediklerinden; diğerleri yeterince zeki olmadıklarından karar verme sıkıntısı içinde olmalarından; veya “hukuk ve düzen otomatları/hapçıları” olduklarından sorunlu olmaktadırlar. Bazı hâkimlerde sorun kaynağı olan niteliklerin, şişkin/hormonlu egolarında yer etmiş olmasıdır.

Ne var ki, davaya bakan hâkim, tarafların davaya hakimiyeti ve sergilediği argümanların gücü/zayıflığı veya yalnızca ontolojik bir varlık olarak duruşma salonunda yer almaları ve hâkimin bu konuda taraflara özgü zafiyeti giderebilme yetkisi (hukuk davalarında hâkimin pasiflik ilkesi) ve bunun ne derece kullanabildiği sorusu şimdiye kadar pek gündeme gelmedi!

Hâkimler, kuşkusuz, siyasetçiler, medya ve kamuoyu nezdinde popüler olmayacak kararlar verebilmeli ve hatta belki de hepsinden en önemlisi, herhangi bir zamanda popüler olmayanların kanun önünde eşit muamele görme hakkını savunmak üzere, çok önemli adli bir nitelik olarak ahlaki cesaretin sahibi olmalıdırlar.

Farklı hâkimlerin bir kanunun aynı maddesini farklı yorumlamaları (Yargıtay ve Anayasa yargısında karşı oy yazıları) onların birer otomat olmayıp, farklı kişilik ve düşünce yapısına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu durum ise, hâkimlerin farklı sosyal, ekonomik ve ideolojik çevrelerden gelmeleri kadar ve hatta daha çok farklı psikolojiye sahip olmalarından doğmaktadır. İşte, yargılama işlevi ve yöntemlerinin açıklığa kavuşturulmasında "psikoloji" olmazsa olmaz türünden bir gereksin- medir. İnsan aklı çocuklukta bile A4 biçiminde boş bir kâğıt (res tabula) değildir. Genetik yapı, aile ve toplumsal çevre ile eğitim, belli durumlarda tutumumuzu etkileyerek alışkanlıklar yaratmakta (peşin hüküm/ön yargı) ve bu yatkınlık, bir dereceye kadar karar vermemizi kolaylaştırmaktadır.  Özetle ön yargı sonuç yaratmaktadır.

Bu bağlamda adalet psikoloji bilincinin önemi yadsınamaz. Adalet psikolojisi, hukukta var olan varsayımların sorgulanması/paketlerin irdelenmesi olanağı vermektedir. Hukuk teorisinin en devamlı sorularından biri de “hâkimler nasıl karar vermektedirler?” Hâkimleri karar vericiler olarak neler motive etmektedir? Kısaca saikleri nelerdir?

Bu bağlamda, bir tarafta nesnel dünyanın varlığı; öte yanda, tüm algıların öznelliği karşısında gerçek- lere/hakikate ulaşıldığı nasıl saptanmaktadır? Bu durumda “adaletin” psikolojik gerçekler karşısında sınanması zamanı gelmedi mi? Hâkimler aldıkları hukuk eğitimi ile halktan farklı bir karar yetisine mi sahip olmaktadırlar? Hâkimler, halktan düşünce, muhakeme ve karar vermesinde farklı bir görüntü mü vermektedirler? Yargıda olgusal saptama sürecinde, diğer mesleklerde bu tür işleri yapanlarla karşılaştırıldığında hâkimlerin algılama süreçleri farklı mıdır? İşte tüm bu soruların yanıtları belirinceye kadar hâkimlere özgü özel (sui generis) bir hükmetme psikolojisi olup olmadığını bilemeyeceğiz.

20 yıl kadar önce Adalet Akademisinde ders verdiğim sırada bir öğrenci “Nasıl iyi bir hâkim olabili- rim?” diye sorduğunda verdiğim yanıt şöyle idi: “Bu soruyu her gün sormadığın sürece iyi bir hâkim olamazsın!”

İllüzyon

Kuşkusuz, adli sistemin kalitesi, hâkimlerin aldığı kararların kalitesine dayalıdır. Ehil ve kendini mesleğe adamış hâkimler de zaman zaman hata yapabilirler. Yalnız halkın beklentisi bu tür hataların sistematik hale gelmemesidir. Ne var ki bu beklenti gerçekçi değildir. Hâkimler ne kadar tecrübeli, iyi eğitilmiş ve oldukça motive edilmiş olurlarsa olsunlar, algısal illüzyon (zihniyet kalıpları, önyargılar 4v.s.) kurbanı olabilirler.  Kişinin davranışı, içinde bulunduğu akli durumu/bağlamı ile açıklanmaktadır. Yalnız algısal yanılma da göz önüne alınmalıdır. Şimdi masaya üç bardak koyarak, birincisine buzlu su, ikincisine sıcak su ve üçüncüsüne de ılık su ile doldurunuz. Şimdi sol elini birinci, sağ elini ikinci bardağa koyup bir dakika kadar bekledikten sonra her iki elinizi de üçüncü bardağa koyduğunuzda, sol elinizde ılık bir duygu, sağ elinizde ise serinlik hissedeceksiniz. Bu garipsenecek algısal anomali neye işaret etmektedir? İşte bu yoğunluk, algılamaların stimüle mutlak gücüne dayanmayıp, onun göreceli gücüne dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, algısal deneyim, onun bağlamından etkilenmektedir. Araştır- malar, bizlerin algısal deneyiminde doğru olanın, yargılar ve kararlarımızda da genel olarak doğru olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz, algı insan davranışında merkezi bir konumdadır. Psikologlar, insanların realite ile etkileşim içinde olmak yerine realitenin kendilerince algılananı ile etkileşim içinde olduklarını ileri sürmektedir.  İçinde yaşadığımız dünyada olayları ve dinamikleri bizler bir bakıma inşa etmekteyiz. Aynı içeriği deneyimleyen insanlar bir süre sonra bunu farklı şekilde hatırlamakta veya kitle iletişim aracının yanlı olduğu konusunda yanlış teoriler benimseyebilmekte ve kendilerini temelsiz kuşkuculuğa yöneltebilmektedirler.

Beyin

Zihnin ve merkezi sinir sisteminin vazgeçilmez bir parçası olarak beyin, vücut ve zihinsel fonksiyonların çoğunluğunu kontrol eden ve düzenleyen "yönetici" olarak tanımlanabilir. İnsan beyninin inanılmaz bir bilgi işleme yeteneği ve bilgi tutma kapasitesi var. Tuttuğu bilgiyi kullanma ve işleme yetisi de beynin bir diğer önemli yeteneğidir. Beyin iletileri alır, işler ve bize bir gerçeklik yaratır.  Akıl beynin yaptığıdır. ''Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır'' (Yunus Süresi, 100). 

1,36 kg civarında olan insan beyni aşırı derecede glikoz, oksijen ve kan akışı tüketen bir enerji oburudur. Beyin vücudun yalnızca %2 si ise de vücut enerjisinin %20’sini algılayarak, kanın %20 sini ve glikozun %25 kullanarak ve çevresine yanıt vererek harcamaktadır. İnsan beyni duygusaldır; yeteri kadar evrimleşmemiştir. Beyin yeni bilgileri alırken, milyonlarca nöron5 bir anda eyleme geçer ve enerji yakıp; yorgunluk ve bitkinlik yaratırlar. Beyin, bilince, yaratıcılığa olanak sağlar; insan ruhuna ev sahipliği yapar. Olumsuz olaylarla da organize olan beyin anti-sosyal davranışa da yatkındır.

Beyin ve zihin aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Düşüncelerimizi düşünen zihin oldukça özel bir yerdir. İşte sorunlu düşünce kalıplarını düzeltmekten, bellek, akıl hastalığı ve duyguların işleyişini ortaya çıkarmaya kadar, psikoloji, zihnin analizinde büyük ölçüde yer alır.

Hepimiz kendi zihin alanımız içinde yaşamaktayız. Beyin zihin yaratan bir organ-binlerce yıldır her kesimden insanı düşünmeye itmektedir. Descartes’ in zihinle bedeni birbirinden ayırması, bu anlamda çok önemli adımlardan biridir.

Zihin olarak tanımlanan şey “yaşamımızdır”. Nasıl oluyor da bir 1360 gram et parçası bir zihin evrenini yaratıyor? Nasıl oluyor da milyarlarca hücre bir düşünce dünyası meydana getiriyor? Bir et parçası nasıl oluyor da düşünce dünyamızın ötesinde varlık alanımızı da oluşturuyor?   

Zihniyet Kalıbı

Kısa anlatımı, "bir kişinin veya grubun karakteristik, yinelenen bir inanç, tutum [ruh hali veya eyleme yatkınlık] veya düşünce biçimidir". Zihniyetiniz, yaşamın zorlukları ile nasıl başa çıkacağınız konusunda kritik bir rol oynamaktadır. Bazı örnekleri şunlardır:

- Cehaleti kabullenme korkusu: Bir konuda sınırlı bilgiye sahip olduğunu veya hiç bilgisi olmadığını açıkça kabul edememek (teori, teknoloji, çözümler vb.);

- Konunun uzmanı kesilmek: Bir konuda tartışılmaz uzmanlığa sahip olma inancı beslemek;

- Varsayımlarda bulunma yetisine sahip olmak: Varsayımlarda bulunma ve bunları uygun şekilde doğrulamama veya bunları çıktılarda da açıkça belirtme;

- Çalışıyor, ama nedenini bilmiyorum(!): Nasıl ulaşıldığına dair sağlam bir açıklama yapmadan bir sonucu kabul etmek;

- Deneyim odaklı iyimserlik: Geçmişte yaptığınız bir şeye benzediği için bir sorunun çözülmesinin kolay olduğunu düşünmek.

Zihniyette önemli olan zekanın sabitlenmesi (fixed mindset) yerine zekanın geliştirilebileceği (growth mindset) yaklaşımının benimsemesidir. Sabit zihniyete sahip insanlar, zekâ gibi yeteneklerin ve özelliklerin kalıcı olduğuna inanırken, gelişen zihniyete sahip olanlar bunların geliştirilebileceğine inanıyor. Bu zihniyete sahip insanlar, iddialı hedeflere ulaşma konusunda kendilerine güvenirler ve başarısızlıklarda cesaretleri daha az kırılır.

Sözü edilen kalıbın oluşumunu maymunlarla yapılan bir araştırma ile sergileyelim. Birkaç maymunun bulunduğu bir kafesin tavanında sarkan muzlar var. Maymunlar ne zaman muza erişmek üzere merdiven basamaklarını çıkmaya çalıştıklarında püskürtülen soğuk su onları engellemektedir. Maymunlar birkaç gün sonra merdivene çıkmayı terk etmişler. Araştırmacı birkaç gün sonra kafesteki maymunlardan birini yenisi ile değiştirdi. Muzları gören yeni maymun merdiveni çıkmaya başladığında, ne olduğuna dikkat ediniz: Öteki maymunlar sosyal birer yaratık olarak yeni maymunu püskürtülen suya erişmeden geri çekiyorlar.  Gösterilen bu tepki, yeni maymun artık muzları görmemezlikten gelene kadar devam etti. Sonuçta ortaya çıkan tablo, “gruba yeni maymun geldiğinde muzlara erişmeyi kafandan çıkar” normunun toplumda yer etmesidir. Nitekim, örgütlere egemen olan “burada işler böyle yapılmaz”/ “eski köye yeni adet getirme” türü zihniyet kalıpları  süregelmektedir.

Bilişsel Çarpıtmalar

Düşünmenin amacı nedir? Enerji tüketen bir işlem olduğunda bizler derhal otomatik pilota bağlan- maktayız. Ne var ki, bizler otomatik pilota bağlanarak aynı sorulara aynı yanıtı vermek eğilimi göstermekteyiz. Buna psikolojide akli miyop/tünel vizyonu denilmektedir. Biz insanlar, sınırları (hukuki, teknolojik, fiziki ve ahlaki olarak) belirlenmiş bir kutu içinde otomatik pilota bağlı olarak düşünmekteyiz. Bakınız lokantada yemeği yer; parasını ödersiniz. Bu tür düşünce norma uygun olmaktadır.  Norm’un ise normalin kısaltılması olduğunu unutmayın! Şimdi sizlerle normalin dışına çıkarak sıra dışı yanıtlara doğru yelken açmak istiyorum.

İnandığımız her şeyi kanıtlayacak derecede yeterince bilgi sahibi değiliz. Beyinlerimizde öyle fazlaca bir şeyler olduğunu zannetmeyin. Öte yandan, beyinlerimiz de fazlaca  ayrıntılı bilgiyi depolamak üzere inşa edilmemiştir. 1980’lı yıllarda psikolog Thomas Landauer, insan bilgisini bilgisayar belleğini ölçer gibi bir gigabyte olarak tahmin etmiştir. Bu nicelik, bir flash bellekteki en az 64 gigabyte göre çok düşük bir miktardır. Düşünmek sosyal bir süreç olarak beyninizle düşünmekten çok sizlerin etrafınızdaki kişilerle etkileşiminizden ortaya çıkmaktadır. Biz insanlar düşündüğünüzden biraz daha fazla arılar gibi yaşamakta; arılar gibi herkes kendi payına düşeni yapmaktadır. Bu bağlamda anlayış duygusunun sari olduğu unutulmamalıdır. Yalnız potansiyel tehlike insanların güçlü bir inancı anladıklarını düşünerek dile getirmeleridir. Ne var ki, anlayışın yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Bu durum, etraftaki insanların anladıklarını düşündüklerinden kaynaklanmaktadır. Yalnız onların anlayış duygusu da onların çevresinden sirayet etmekte ve bu süreç zincirleme devam etmektedir. Birey olarak hiçbirimiz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyebilecek yeterli bilgiye sahip değiliz. Yanılgı kaynağı insanların kendilerini sağlam bir zeminde olduklarını düşünerek kanıtlamaya yanaşmamasıdır.  Sonuçta tüm bir grup, doğru olmayan şeylere inanmaya başlar.  Sorumuz şu olmaktadır: Hâkimlerde Dunning-Kruger etkisi var mı? 6

Bilgi paylaşılmakta ve önemsediğiniz şeyler de paylaşılmaktadır. Kuşkusuz, insanlar aptal yaratıklar değildirler. İnsanların cahil olması başkalarından gizlenmesi gereken bir şey de değildir. Dünya anlaşılması oldukça girift bir durumdur. Bilgisizlik de insan aklının bir vasfıdır. Yanlış inancı silmekte kolay değildir. Bizlerin yapabileceği entelektüel bir tevazu ile akıl gözlerimizi açarak kendimizi yanlış inançlara karşı uyanık olmaya davet etmektir. Çıkarım olarak, bizlerin ne kadar bildikleri etrafımızdaki kişilere dayalı bulunmaktadır.

Karar Verilmesi

Sezgisel düşünce süreçleri kendiliğinden meydana gelir ve otomatik, zahmetsizce ve hızlı bir şekilde alınan kararları içerir. Müzakereci düşünce süreçleri ise, kontrollü işleme yoluyla gerçekleşir ve kurallara göre yönetilen ve büyük bir çabayla yavaş yavaş alınan kararları içerir. Sezgisel düşünce süreçleri ile müzakereci düşünce süreçleri arasındaki ilişki karmaşıktır ve yargısal karar vermenin kesinlikle her iki tür düşünce sürecini de kapsadığı görülebilir.

Kararın yanlış-doğruluğu da psikolojik gerçeklerle sınanmalıdır. Bilindiği üzere, dostluklar düşüncelerimizi değiştirmekte; insanlar ufak hataları yapmaya devam etmekte ve bu durum insanlar için sistematik bir nitelik sergilemektedir. İnsanları bazen yanlış veya küçültücü derecede değerlendirmekteyiz. Temel soru, insanların ötekilere karşı neden yanlış yargıda bulunduğudur? Bu nasıl olmaktadır?  Farkında olmadan bazı dürtülere mi boyun eğmekteyiz? Diğer bir değişle, insanlar nasıl irrasyonel olabilmektedirler?  Sorun acaba yanlış modeller arkasına mı takılmaktayız? Bunların da iyi olduğunu mu düşünüyoruz? İnsiyaklara fazlaca mı güveniyoruz? İşte bu sorularla anlatılmak istenen karar alımında insan aklının yanılabileceğidir. Bilgisayarlar, önyargısız karar alma yazılımı kullanırken, insan beyni, “ön-değer-yargılı” muhakeme yöntemiyle çalışmaktadır. Bu gerçek doğrultusunda, hâkimin kendisinin en iyi olduğunu düşünerek mental engelleri kaldırması; kendisine güvenmesi (aksi takdirde, başkalarının düşünce ve yargılarının etkisinde kalacağı ve mental bir süper-market’ın kaçınılmaz olacağı); soğukkanlı ve sabırlı olması, peşin hükümlü olabileceğini kabul ederek; insan beyninin bunu gidermek için gerekli çaba ve bilgiye odaklanması gerekmektedir.

Karar verme, seçenekler arasından bir davranış biçiminin seçilmesine yol açan bilişsel süreçtir. Her karar verme süreci nihai bir seçim üretir. Bu bir eylem veya fikir olabilir. Bir şey yapmamız gerektiğinde başlar; ama ne olduğunu bilmiyoruz. Bu nedenle, karar verme, rasyonel veya mantıksız olabilen ve açık veya zımni varsayımlara dayalı olabilen bir muhakeme sürecidir. Karar vermeyi etkileyen birkaç faktör vardır: Geçmiş deneyimler, bilişsel önyargılar, yaş ve bireysel farklılıklar, kişisel ilgiye olan inanç gibi faktörler insanların yaptığı seçimleri etkilemektedir.  Karar verme sürecini etkileyen faktörleri anlamak, hangi kararların alındığını anlamak için önemlidir. Yani süreci etkileyen faktörler sonuçları etkileyebilir- ler.

Bilişsel önyargılar, bellek hatalarına, yanlış yargılara ve hatalı mantığa yol açabilecek gözlemlere ve genellemelere dayalı düşünme kalıplarıdır. Bilişsel önyargılar, bunlarla sınırlı olmamak üzere şunları içerir: İnanç önyargısı, kararlara ulaşmada ön bilgiye aşırı bağımlılık; geçmişe dönük önyargı, ihmal önyargısı, genel olarak, insanların riskli olarak algılanan bilgileri ihmal etme eğilimi ve insanların gözlemlerde ne beklediklerini doğrulama önyargısı.

Karar vermede, bilişsel önyargılar, belirsiz olarak algılanan bilgi veya gözlemleri büyük resme bakmadan göz ardı ederken, onların beklenen gözlemlere ve önceki bilgilere aşırı güvenmelerine veya daha fazla itimat etmelerine neden olarak insanları etkilemektedir. Bazı bireysel farklılıklar da karar vermeyi etkileyebilir. Araştırmalar, yaş, sosyo-ekonomik durum ve bilişsel yeteneklerin karar vermeyi etkilediğini göstermiştir.  Bilişsel işlevler yaşlanma ile azaldıkça, karar verme performansı da düşebilir. Yaş, karar vermeyi etkileyen yalnızca bir bireysel farklılıktır.   

Çoğu bilim adamları karar verme açısından "bilinçsiz, hızlı, otomatik ve yüksek kapasiteli süreçler (Sistem 2) ile bilinçli, yavaş ve irdeleyici işlemler" /yansıtma (Sistem 1) konusunda hemfikirdirler.

Sistem 1 muhakemesi, bilgiyi sürekli olarak işleyebilirken, Sistem 2 muhakemesinin sınırlı bir kapasitesi vardır. Bir süre çalıştıktan sonra  gazı tükenmektedir. Dolayısıyla beyin, Sistem 2’yi(reflective düşünme) kullanma konusunda biraz cimridir.

Sistem 1, reflexive karar otomatik sistemi, bireyin dünya ile olan deneyimlerine dayalı olarak gelişen kalıplara dayanmaktadır. Birey, zaman içinde farklı nesneleri, insanları, eylemleri ve durumları kalıplarla bütünleşen özelliklere dayanarak nasıl ayırt edebileceğini öğrenmektedir.

Zihinsel kestirme yöntemler (cognitive heuristics), mevcut bilgilerin yalnızca bir kısmına dayanan şemalardır- daha hızlı kararlar almamızı sağlarlar. Alakasız bilgilerin etkisini en aza indirgemek için tasarlanmış usul kurallarına uymak üzere eğitilmiş hâkimler bu türden (bilinç dışı reflexive processing) yaklaşıma ne derece boyun eğiyorlar?

Sistem 1, bilinç dışı dünyasında işlediğinden, hatalı bir kararın kaynağını tanımadan kolaylıkla hata yapabiliriz.

Zihinsel kestirme yollar ve örtük önyargıların etkileri azaltmak bakımdan atılacak ilk adım, karar verme yeteneklerin azalmasında, yorgunluk (uykusuzluk), diğer tükenmişlik haller  (glikoz seviyesi düşüklüğü  gibi), iş yükü stresi, ruh hali ve akıcılık (bilgi işleme yeteneği) gibi nedenlerin yer alabileceğini görebilmektir.

Baskı altında daha akıllıca karar verilmesi-daha iyi karar verilmesi ve sonuçta daha iyi düşünür olunması sorusu da devreye girmektedir. Sorun tüm gerçekleri bilmeksizin daha iyi nasıl karar verilebileceğine odaklanmaktadır. Hiç kuşkusuz, inandıklarımıza göre bilgiyi işlemekte (confirmation bias); ve bunu bilinçsiz olarak yapmaktayız. Öte yandan disconfirmation bias ile genelde inandıklarımıza ters olanın ret edildiğine tanık olmaktayız. Bu bağlamda önemli olan inandıklarınız dışardan nasıl görünmektedir? Bu konuda bahse girdiğim kişi benim bilmediğim neyi bilmektedir? İşte konu iki açıdan irdelenmelidir: Benim yaklaşımım ile öteki kişinin yaklaşımı irdelenerek ancak inancın doğru olup olmadığı irdelenebilir.

Karar veriş oyunlar bakımından satrançtan daha ziyade pokere benzemektedir. Poker oyununda iki unsur olmasına karşılık satranç bundan yoksundur. Satranç’ ta belirsizlik olmamasına karşılık pokerde belirsizlik vardır. Pokerde karşındaki açısından saklanan bilgi var; yalnızca tahmin ediyorsun. Satrançta rakibinin tüm pozisyonlarını biliyorsunuz. Gizlenen bilgi bakımından yaşamda verilen kararlara bakıldığında satrançtan ziyade pokere benzerlik vardır. Mükemmel bilgi sahibi değilizdir. Verdiğimiz karara karşı olası tepkileri saptamak üzere bilmek istediğimiz her şeyi bilmemekteyiz-saklı bilgi.

Onaylayıcı Önyargı

Onaylayıcı önyargıyı anlamak için beynin nasıl çalıştığını anlamak lazımdır. Beyin ilişkilendirerek öğrenmektedir. Bir uyarıcı karşısında beyin bilinçaltından hızla otomatik ilişkilendirmeler yapmaktadır. Beynin bunu yapması nedeni beyinde yeterince bilgi işlemcisinin olmasıdır. Örneğin girdiğiniz bir odadaki sandalyeye düşünmeden oturursunuz. Bu obje hakkında bir saniye bile düşünmezsiniz. Çünkü beyniniz bir sandalyenin nasıl göründüğünü ve onunla ne yapıldığını bilmektedir.

Onaylayıcı önyargının varlığı karşısında CAS aktörlerine tavsiyem >yavaşlama> olacaktır. İş yükünü bahane ederek hızlı bir süreçle yargılama yapıldığında adli hata olasılığı artmaktadır. Beklenen adil bir yargılama ile sürecin yürütülmesi suretiyle onaylayıcı önyargı gibi bilinç altı etkilerin davranışlar ve yargılar üzerindeki etkilerini azaltmak olmalıdır.

Varsayımları ve önyargılarımızı doğrulayıcı nitelikte bilgilerin doğru olup olmadığına bakılmaksızın derlenmesi ve işlenmesidir. Bizlerin bilgileri nasıl derlediğimizi, nasıl işlediğimizi ve hatırladığımızı etkilemektedir. Bu bağlamda CAS’taki etkisini azaltmak bakımından adli tıp uzmanının parmak izi veya iskelet incelemesi yaparken sanığın öldüğünden habersiz olması. Başlangıç yapılan bir hata hatalar zinciri olarak devam ettiği bilinci yer etmelidir.

“Hâkimlerin edindikleri kişisel deneyimleri, görmeyi yeğledikleri gerçekleri etkilemektedir.” Sonia Sotomayor ABD Yüksek Mahkeme Hâkimi 

İletişim

Sokrates’e göre şu dört öğe hâkime özgüdür:

1. Nezaketle dinlemek,

2. Akıllıca yanıtlamak,

3. Özenle ele almak ve

4. Tarafsız olarak karar vermek.

Yargılama sürecinde iletişim en çok kullanılan ve en az öğretilen bir yetenektir. Çoğu insanlar için dinlemede etkinlik oranı %25 kadardır. Bu oran yargılamada düşebilir.  “İletişimdeki en büyük sorun, başarıldığı yanılsamasıdır.” (George Bernard Shaw).

“İyi dinlemek, iyi konuşmak kadar güçlü bir iletişim ve etkileme aracıdır.” (John Marshall Amerikan Yüksek Mahkeme Başkanı: 1801-1835). Etkili dinlemek suretiyle usul adaleti güçlendirilebilir. Ne var ki, dinleme becerisi hukuk eğitiminde en az vurgulanan beceriler arasındadır.

Hâkimlerin ilk işi karar vermek olmayıp, dinlemektir. Karar verme sürecin en sonunda yer almaktadır. 7 Davayı kaybeden tarafları dikkatlice dinlediğimizde ve kendilerine dinlediğimizi de gösterdiğimizde ve özellikle kendilerine, avukatlarına ve uzun dönemde taraflara doğrudan açıklamalar yaptığımızda kararlarımızı rahatlıkça kabulleneceklerdir. İşte bu nedenle, iyi ve adil bir yargılamanın ekseriya iyi dinlemeyle yol alabileceği göz önüne alınmalıdır. Yalnız ortalama bir hâkimin dinleme yeteneklerini geliştirmek için ne kadar eğitim alıyor sorusuna verilecek yanıt “hiç” olacaktır. Bunun karşıtı olarak okuma ve algılama konusu tüm öğretim ve eğitim sürecinde işlenmektedir. Yargı ajanları dinleme yetenekleri konusunda eğitim almadıkları gibi dinlediklerini algılama testlerinden de geçmemektedirler. Bazen mağdur psikolojisi de göz ardı edilmektedir: Cinsel istismar mağduru kız çocuğun İzmir 7.ACM’de vereceği ifade öncesi yaşadığı yoğun stres ve tacizcisiyle karşılaşacak olmanın yarattığı korku nedeniyle duruşmadan iki gün önce can verdi.8  

Yargısal Aktörler ve Farkındalık

İnsan olarak hâkimlerin netlik arayışları, rahatsız edici kanıtlara veya davranışlara verdikleri duygusal tepkiler, avukatlarla ilgili hayal kırıklıkları, stres duyguları, iş yükü ve duruşmalar/süresi nedeniyle bunalmış olmalarıyla gölgelenebilir. Ve herkes gibi, hâkimlerin kişisel yaşamlarından kaynaklanan duygular da onları iş yerinde   takip edebilir.9 Fiziki kısıtlamalar ve rahatsızlıklar, dikkati eldeki görevler- den fazlaca uzaklaştırabilir.  İşte bu noktada farkındalık eğitimi söz konusu olmaktadır.

Farkındalık, "kavramsal detaylandırma veya duygusal tepkisellik olmaksızın şimdiki anın deneyimine dikkat ile karakterize edilen zihinsel bir mod" olarak anlaşılabilir. Kavramsal detaylandırma, genellikle bir deneyime eşlik eden davetsiz içsel anlatıyı ifade etmektedir.

Farkındalık eğitim ve uygulamalarının amacı, kişinin eldeki göreve odaklanmasını sürdürme yeteneğini geliştirmek ve içsel bir diyaloğu sürdürme veya başıboş bir zihin tarafından taşınan yüklü bir duygusal duruma dalma olasılığını azaltmaktır. Kişinin zihinsel süreçlerini, belirli bir an veya durum hakkında mümkün olduğunca çok şey fark etmesine izin verecek kadar yavaşlatmak ve ardından fark ettiği şeye dayanarak düşünceli hareket etmek yoluyla, duygusal eğilim ve dürtüler bu şekilde tanınarak, önyargılı ve asılsız varsayımlara ve kararlara yol açması riskinin azaltılması söz konusudur.10

Hâkimlerin farkındalık uygulamalarına biraz zaman ayırarak bilişsel kapasitelerini, özellikle de düşüncenin netliği ve duygu düzenleme kapasitelerini artırabileceğini göstermektedir. Farkındalık, “dikkati belirli bir şekilde, kasıtlı olarak, şimdiki anda ve yargılamadan” ortaya çıkan bilinç olarak tanımlanmıştır. Farkındalık eğitimi, hâkimlerin, odaklanabilirlerse, kanıtları ve tartışmayı analiz etme ve karar verme kapasitesi kesinlikle artacaktır.

Bu bağlamda hata kaynağı olarak sapma/noise önemlidir. Aynı suça bir hâkim ağır bir ceza verirken, öteki hâkim hafif bir ceza verirse bu noise/sapmadır.  Nerede yargı varsa orada noise vardır ve bunun sayısı düşünülenden fazladır. Görünmez olduğu için küçümsenmektedir. İşte bu nedenle, noise’un yargı sisteminde bir problem olduğu bilinci oluşmalıdır.11

Hükmedilen ceza yaptırımı üzerine 208 hâkim üzerine yapılan bir araştırmada ortalama cezanın 7 yıl olduğu; tesadüfi olarak seçilen iki hâkim arasındaki ceza farkının ise yaklaşık 4 yıl (3,5 yıldan fazla) olduğu saptanmıştır. Bu durum karşısında ortaya çıkan tablo ceza tayininde bir piyangonun söz konusu olması şoke edici bir olgudur. İşte bunu gidermek üzere noise/sapma ölçümlemeleri yapılmalıdır. Aynı suç dosyası farklı hâkimlere verilerek sonuç değerlendirilmesi/ sapmalar tespit edilmelidir. Önyargınızı tanımak, yokmuş gibi davranmaktan daha iyidir.

Ne var ki, insanlar noise/hata sorunu olduğunu bilmiyorlar-gerçek yaşam sonuçları ise çok ciddi olmaktadır. Bizler farklı insanlarız, aynı şeye bakıp farklı görebilmek bize özgüdür. Aynı hâkimde sapmalar olabileceği gibi farklı iki hâkim arasında da sapmaya tanık olabilirsiniz. Önyargı veya sapma olabileceği gibi her ikisi de olabilir. Burada söz konusu olan hatanın farklı davalarda söz konusu olmasıdır.

Büyük resmi görmek için istatistiki referanslara bakılmalıdır.  Bu bakış çerçevesinde önyargılı hükümler dışında bilinçsizce yapılan hatalara tanık olmak kaçınılmazdır. Aynı adliyede iki ayrı hâkimin aynı suça belirgin derecede farklı cezalar verdiğine tanık olunacak; günlük iş cetveli yüklü bir hâkimin sabah ve öğle sonrası verdikleri kararlar farklı olabilecektir.  İşte nerede karar verme söz konusu ise orada sapmaya(noise) tanık olunacaktır. Ne var ki, kişiler ve örgütler O’nun bilincinde değildirler; noise’ı göz ardı etmektedirler-Karar sağlığı sorunu.

Hakimlerin suçları farklı derecelendirmesi de/farklı kişilikleri noise neden olmakta; bireysel farklılıklar dünyayı nasıl gördüğümüze göre değişmektedir. İşte yargıda hatayı algılamak için önyargı ve noise’ı anlamalıyız. Değişiklik var ise noise var demektir. Doğru yanıtı bilmeksizin noise’ı saptayabilirsiniz Sistemdeki noise’lar tutarsızlıklar yaratmakta ve tutarsızlıklarda sistemin güvenirliğini zedelemektedir. Bir örgütte noise görülmeyen bir sorundur. Yalnız bu sorunun düzeltilmesi önyargıya göre daha kolaydır.

 

Yargısal mizaç (Judicial temperament)

 Hiç kuşkusuz, yargısal mizacın noise konusundaki etkisi de sorgulanmalıdır.

Sonuç olarak, hukuk teorisi, kavramlar ve soyutlamalarla dile getirilmekte, gerekçelendirilmekte ve somutlaştırılmakta ise de kurallardan biri ihlâl edildiğinde cezalandırılan ve cezaevine konulanın bir kavram değil, bir insan olduğu unutulmamalıdır. İnsanı devre dışı bırakıp, hukuku cansız nesneler toplamına dönüştüremeyiz. Bir kavram ne denli yüceltilirse yüceltilsin, anlamı, kavramın tikel/ toplumsal varlıkların deneyimlerine ilişkin sonuçları gözlenerek irdelenmeli ve hukuk bilgisinin, uğruna hukuk yaratılan kişiler/toplum göz ardı edildiğinde, çok az şey ifade edeceği bilinmeli; hukukun insani boyutu olduğu kadar toplumsal bir olgu olduğu da unutulmamalıdır. Bu durumda yargılamanın tümü formel ve enformel etkileşimlerin yer aldığı sosyal bir bağlamda de facto ceza mahkemelerinde neler olduğunu anlamaya, aktörlerin psikolojisini irdelemeye ve yargının saydamlaşmasına belirgin şekilde ihtiyacımız var.

Yargılama Gerçeği

Tanıkların tanığı durumundaki duruşma hâkimlerinin tanıkların zafiyetlerinden etkilenebileceği; hâkimlerin belleğinin de multimedya (ses, görüntü ve metin) içerikli olmadığı unutulmamalıdır. Bu açıklamalar çerçevesinde, suç gerçeğine ait bulgular, ilk önce tanıklarca ve sonra da gerçeği bulması gerekenlerce olmak üzere iki kez yeniden oluşturulmaktadır. İşte, böylece yargılama sonuçta öznellik üstüne oluşturulan bir öznelliktir. İşte bu gerçeği algılayan A. Gide, kaygısını "insan adaletinin ne denli kuşku verici ve iğreti bir nesne olduğunu" belirterek dile getirmiştir. İfadeyi değerlendirme durumunda bulunan aktörlerin çoğu, yalanı yakalama yeteneğinden yoksundurlar. Hâkimler, savcılar ve dedektifler söylenen yalanın % 50’sini kaçırmaktadırlar.

Duruşma hâkiminin mantığını (1) ilgili kanıtların ayıklanması ve (2) uygulanacak kuralların seçimi oluşturmaktadır. Duyguların karar üzerindeki etkisini en aza indirmek için hakimlerin hemen karar vermek yerine birkaç gün ertelemeleri gerekmektedir.

Kanıt açısından hâkim de tanıkların tanığı işlevini görmektedir. Bu bağlamda, dikkatsizlik veya diğer etmenler veya gözlemlerin hatalı olarak derlenmesi sonucu tanık ifadelerinin iyi algılanmaması davanın olgusal belirlemesini etkilemektedir. Daha da önemlisi, hâkimin belli bir tanığa olan tepkisi veya bilinç altı eğilimi de (örneğin etnik gruplara karşı olması ve klişe tipler) işlev görmektedir. İşte bir tarafta psikolojik gerçekler, öteki tarafta mahkemelerdeki yoğun iş yükü çözümlemenin işte kolay olmadığına işaret etmektedir.  Şimdi sizlerle iki mahkemenin duruşma listesini paylaşmak istiyorum: 1) İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesinin 29/12/2020 tarihli duruşma listesi- Dosya sayısı: 27, duruşma saati: 9.30-14.10;

Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma listesi-Dava sayısı 15, duruşma saati.9.00-14.00. Suç türleri arasında dolandırıcılık (2), silahlı örgüt, uyuşturucu (3) resmi evrakta sahtecilik, cinsel istismar, cinsel saldırı, yaralama…

İllüzyon

Kuşkusuz, adli sistemin kalitesi, hâkimlerin aldığı kararların kalitesine dayalıdır. Ehil ve kendini mesleğe adamış hâkimler de zaman zaman hata yapabilirler. Yalnız halkın beklentisi bu tür hataların sistematik hale gelmemesidir. Ne var ki bu beklenti gerçekçi değildir. Hâkimler ne kadar tecrübeli, iyi eğitilmiş ve oldukça motive edilmiş olurlarsa olsunlar, algısal illüzyon (zihniyet kalıpları, önyargılar v.s.) kurbanı olabilirler.  Kişinin davranışı içinde bulunduğu akli durumu/bağlamı ile açıklanmaktadır. Yalnız algısal yanılma da göz önüne alınmalıdır. Şimdi masaya üç bardak koyarak, birincisine buzlu su, ikincisine sıcak su ve üçüncüsüne de ılık su ile doldurunuz. Şimdi sol elini birinci, sağ elini ikinci bardağa koyup bir dakika kadar bekledikten sonra her iki elinizi de üçüncü bardağa koyduğunuzda, sol elinizde ılık bir duygu, sağ elinizde ise serinlik hissedeceksiniz. Bu garipsenecek algısal anomali neye işaret etmektedir? İşte bu yoğunluk algılamaların uyarıcı/stimüle mutlak gücüne dayanmayıp, onun göreceli gücüne dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, algısal deneyim, onun bağlamından etkilenmektedir. Araştırmalar, bizlerin algısal deneyiminde doğru olanın, yargılar ve kararlarımızda da genel olarak doğru olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz, algı insan davranışında merkezi bir konumdadır. Psikologlar, insanların realite ile etkileşim içinde olmak yerine realitenin kendilerince algılananı ile etkileşim içinde olduklarını ileri sürmektedir.  İçinde yaşadığımız dünyada olayları ve dinamikleri bizler bir bakıma inşa etmekteyiz. Aynı içeriği deneyimleyen insanlar bir süre sonra bunu farklı şekilde hatırlamakta veya kitle iletişim aracının yanlı olduğu konusunda yanlış teoriler benimseyebilmekte ve kendilerini temelsiz kuşkuculuğa yöneltebilmektedirler.

Hukuk Zihniyeti

Psikolojide yapılan araştırmalar, hukuk mesleği üyelerinin değişime karşı direncinin arkasında bir neden olabileceğini öne sürüyor: Birçoğu gelişen bir zihniyet yerine sabit bir zihniyete sahip olabilir. Sabit bir zihniyet, kişinin başarısının çabadan çok içsel zekaya dayandığı inancıdır. Psikolog Prof. Carol Dweck'e göre, bu zihniyete sahip kişiler, süreçte öğrenme olmasa bile akıllı görünmeye odaklanan "performans hedefleri" doğrultusunda çalışırlar.  Değişime dirençli olmak nispeten evrensel olsa da hukuk mesleği özellikle dirençli olmuştur.   

Bu direnci kırmak üzere hem akademik hem de uygulayıcı gruplar arasındaki hukuk (ve hukuk sistemleri) ve psikoloji arasındaki ara yüzün (interface) anlaşılmasını teşvik etmek   ve daha sonra hukuk öğrencilerine ve uygulayıcılara bu konularda eğitim sağlamak üzere programlar geliştirilmelidir. Bu iş birliği bir taraftan, bilimsel, tıbbi ve psikolojik topluluklara bilgi sağlamalı; öte yandan Barolara, hukuk fakültesi ile adalet akademisi öğrencilerine ve yasal topluluklar ve ayrıca halka, güncel araştırmalar hakkında bilgi verilmelidir. Avukatların zihniyet yapısı bakımından kapsamlı ders "ahlaki pusulanın doğru yerde tutulmasıdır".  Kuşkusuz, kişinin kim olduğu ile kim olmak istediğin arasında büyük olasılıkla bir boşluk vardır. Bu boşluğu doldurmanın yolu, başarılı olmak için gerekli olan beceri gereklerini ve zihniyeti geliştirmektir. Kaslar ancak yorucu egzersizlerle gelişmekte ve büyümekte- dir. Zihin de bu şekilde çalışmaktadır. Kendinizi stres altına alın ve kendinizi büyümeye zorlayın. Kendinizi, yapabileceğinizi düşündüğünüz şeyin sınırlarına kadar itin ve ardından daha fazla zorlayın. Bu titizlik, gelişen bir zihniyete sahip olmak için gerekli olan şeydir ve başarılı bir hukukçu olmak için de büyüme zihniyetidir.

Yanlı Muhakeme

İnsanlar her zaman -aslında, muhtemelen sık sık olmasa da- nesnel ve akılcı yaratıklar olduklarını düşünmekten hoşlanıyorlar. Olumlu özsaygıyı sürdürmek için, insanlar (farkında olmadan) kendi imajlarıyla çelişen aşağılayıcı veya rahatsız edici bilgileri dikkate almazlar. Bireyler, bilişsel uyumsuzluktan kaçınmanın veya azaltmanın bir yolu olarak motive edilmiş akıl yürütme ile meşgul olurlar, çelişkili bilgilerle karşılaştıklarında, özellikle rahatlıkları, mutlulukları ve zihinsel sağlıklarıyla doğrudan ilgili konularda yaşadıkları zihinsel rahatsızlık karşısında bir çelişkiyi yeniden incelemek yerine onu reddetmek insanlar için çok daha kolaydır. İşte muhakeme sürecinde bazı fikirler üstünlük kazanırken/galebe çalarken, ötekilerin kaybı/gözden düşmesi; bazı fikirlere saldırmak veya savunmak yaklaşımı, eldeki bilginin nasıl yorumlandığını göstermektedir. Yargılarımız, bilinç altından, kuvvetlice hangi tarafın kazanmasını istiyorsak o doğrultuda olacaktır. Tuttuğunuz takıma göre faulü öyle değerlendirmekteyiz. Bu, bizlerin sağlığımız, ilişkilerimiz, nasıl oy verdiğimiz, neyin adil veya etik olduğunu hakkında nasıl düşündüğümüzü de şekillendirmektedir. Nitekim idam cezası konusunda kamuoyuna yansıyan son tartışmalar bunun en somut örneğini oluşturmaktadır.  Tarihsel boyutu itibariyle verilecek örnekte Fransız subayı Alfred Dreyfus davasıdır. O tarihte anti-semitist olan Fransızlar Almanya ordusu için yapılan casusluk için Yahudi asıllı bu subayı, Dreyfus’u suçlayarak müebbet hapse mahkûm ettiler ve adli hata gerçeği on yıl sonra ortaya çıktı. Özetle, insanlar bazen dünyayı olduğu gibi algılamak yerine görmek istedikleri şekilde görme eğiliminde (algısal seçicilik) ve adli hatalı kararlar vererek adaletin işlevsizliğine neden olmaktadır.

İşte hoş olmayan veya istenilmeyen bir sonuca karşı da gerçeğin doğru bir resmini (izci mantığı/ahlakı ile) elde etmeye çalışılmalıdır.

Sonuç

Bir hâkimin yaptığı hemen hemen her şey, bilgi işlemeyi ve karar vermeyi içermektedir. Dolayısıyla, hâkim olarak performanslarını iyileştirmek istiyorlarsa, bu görevlerin performansını iyileştirmeye odaklanmaları gerekir. Diğer bir anlatımla, hâkimlerin muhakemesi, bir sanat veya bisiklete binmek veya yabancı dil bilmek gibi bir yetenek olduğu; hâkimlerin birbiri ardına süratle karar vermekte olduğu; kararın doğruluğu veya sonuçlarına ilişkin geri bildirimin(feed-back) ne derece olduğu; dikey kontrolün ne derece anlamlı/öğretici oluşu da irdelenmelidir.12

Öte yandan, iş yoğunluğu olan hâkimler davanın seyrini yavaşlatacak bir kanıt ikamesine genelde gereksiz bir sevimsizlikle bakmaktadırlar. Hâkimi, hiçbir şey, yüklü bir duruşma takvimi olan bir günde vereceği hükmün ertelenmesi kadar huzursuz etmeyecektir. Gerçeğe ulaşmada hâkimlerin sabrı önemli ise de bu sabrın gittikçe azalma eğilimi gösterdiği görülmektedir. Öte yandan, yeterince sabır gösteren hâkimler bakımından avukatlarca kötüye kullanılması riski de vardır. Öte yandan, sanık fizyonomile- rinin kararlar üzerindeki etkisini kim göz ardı edebilir. Öte yandan hataların hatalara gebe olduğu; büyük ölçüde birbirini destekler görünen kanıtların bile tamamen gerçek olmayabileceği ve insanın sürekli yanılan bir yaratık olduğu unutulmamalıdır.

Bir hâkimin kendi tarafsızlığını değerlendirmesi zor olabilir. Bu konuda yer alan ilginç sorulardan birincisi, insanın kendi yanlılıklarını saptamaya özgü sınırlamalardır. Psikologlar, kişilerin nesnellik illüzyonu yaşadıklarını belirttiler: İnsanlar objektif olduklarına inanırlar; kendilerini diğerlerinden daha ahlaki ve adil olduklarını görürler ve tarafgirliğe karşı kör nokta edinerek kendileri yerine başkalarını tarafgirlik içinde görme eğilimdedirler. “Hâkimler Nasıl Düşünür” adlı eserinde Richard Posner, “Kendimizi tarafgirlik ithamından kurtulmak üzere içe bakış uygularken, başkalarındaki tarafgirliği kanıtlamak üzere de gerçekçi insan davranış nosyonlarını kullanmaktayız.” Bu eğilimler hâkimlerin kendi tarafgirliklerini belirlemesini zorlaştırmaktadır. Hâkimlerin biçimsel koşulları yerine getirerek tarafsızlık/dürüst yargılama görüntüsü verme yerine yargılamada hissedilen adalet görüntüsü geçtiği unutulmamalıdır.

Hâkimler, hiçbir zaman kendisinin veya başkalarının duygu ve hislerinin farkında olma konusunda resmi olarak eğitilmedi. Öğretilen gerçeklere bakmaları, kanunları incelemeleri ve sonuçlar geliştirmeleridir. Ancak başkalarıyla ilişki kurabilmek, hâkimlerin kariyerlerinin her alanında ihtiyaç duydukları önemli bir özelliktir. Hâkimlerin başkalarının duygularını anlayabilmeleri ve zaman zaman kendilerini onların yerine koyabilmeleri gerekir-empati. Hâkimler, kızgın, hüsrana uğramış ve stresli kişilerle nasıl çalışılacağını öğrenmelidirler. Yüksek stresli zamanlarda duyguların nasıl yönetileceğini öğrenmek, hâkimin başarısı için çok önemlidir. Öte yandan, adli görevlilerin kendi refahlarına dikkat etmemesi durumunda, görevlerini etkili bir şekilde yerine getirme becerileri değişebilir. Bu etki, halkın yargıya olan güvenini etkileyebilir.

Yargı görevlileri arasındaki stres ve tükenmişlik sorununun kabul edilmesi, kuşkusuz, önemli bir başlangıç noktasıdır. Yargı görevlilerinin refahı, onları ve halkı etkilediği için yüksek öncelik taşımaktadır. Tükenmişlik, bağlılık, mesleki tatmin, yorgunluk, duygusal sağlık/stres ve refah/yaşam kalitesinin çeşitli boyutları dahil olmak üzere yargısal refahın değerlendirmeye değer çeşitli boyutları vardır. Bu alanları düzenli aralıklarla değerlendirmek için standartlaştırılmış araçlar kullanılmalıdır.

Bizlere kalan büyük bir kültürel miras ise, iyi bir hâkimin duygudan yoksun olduğu inancıdır. Burada kenara atılması gereken duygu değil, inançtır. İhtiyacımız olan yeni bir ideal ise duygusal zekalı hâkimdir. Duygusal zekaya sahip hâkim, kendinin farkındadır ve duyguları hakkında tutarlı bir şekilde düşünebilir ve onların ifadesi kontrolü altındadır.

Yinelersek, akıl birçok yönden duyguya bağlıdır. Duygu, zorlukları ortaya koymanın yanı sıra rasyonel karar vermede önemli ve olumlu bir rol oynayabilir.  Çoğu insanlara özgü bir saik olarak “ilgiye”/ popüler olma ve saygı görmeye hâkimlerin de ihtiyaçları yok mudur? Var ise, ilgili çevresinin onayına (Yargıtay’ı da içermek üzere, halk, hükümet kurumları, meslektaşları, sosyal çevresi) dayalı bir (eller desin) davranış yaklaşımı olmadığını kim ileri sürebilir? Sosyal ve profesyonel çevresi ile içtihatların kararları yönlendirmesindeki etkileri ne ölçüde olmaktadır?  Hâkimlerin şiddet/cinsel suçlular hakkında psiko-kriminolojik bilgileri (sanıkların ilerde mükerrir olup olmayacaklarını tahmin), keçilerin koyunlardan ayırdı gibi tanıkların güvenirliğini sağlama yetileri ne ölçüdedir?  Bu alanlarda makul sayılabilecek ölçütler kullanılması gerekmez mi?

Adaletin gözü bantlı simgesel görüntüsü ile tarafsız olmasına değer atfedersek de hâkimler sanıkların görüntüsüne kör müdürler?  İnsanların görünümleri, onların dürüstlüğü, sorumluluk anlayışı üzerine izlenimleri etkilemekte ve sonuçta bu etkiler mahkeme kararlarının yanlı olmasına neden olabilmekte midir? Kişilerarası çekiciliğin pekiştirici bir modelinden ve fiziksel görünümle ilgili önceki araştırma- lardan türetilen hipotez, görünüşün yargı kararlarıyla ilgisiz gibi görünmesine rağmen çekici sanıkların çekici olmayanlardan daha olumlu bir şekilde değerlendirileceğiydi.

Hâkimler, duygusal kanıt, günün saati, sanığın pişmanlığı, sosyo-ekonomik durum, ırk, cinsiyet ve zıt önyargı gibi her türlü bilişsel çarpıtmadan etkilenebilir. Çekicilik önyargısının nadiren bilinçli olduğuna inanıyorum. İnsanların bilinçli olarak çekici olmayan insanları küçümsediğini düşünmüyorum. Ayrıca bilinçsiz önyargıları için tipik bir insanı ahlaki olarak da suçlamıyorum.

Bu konuyu özetlemek üzere gerekli reçete Birleşmiş Milletler Bangalor Yargı Etiği İlkelerinde vücut bulmuştur: Yargı bağımsızlığı, tarafsızlık, doğruluk ve tutarlılık, dürüstlük, mahkemeler önünde herkese eşit muamele, ehliyet ve liyakat tır. Bunlar kişinin iyi bir hâkim olacağına inandığımız tüm nitelikleridir.13 “Bağımsız ve tarafsız bir yargıya ulaşmanın yöntemlerinden biri de yargı etiğinin hâkimler ve savcılar tarafından içselleştirilmesidir.”14 Hiç kuşkusuz, avukatların yargılama süreci ve psikolojisine katkısı da olmazsa olmaz türündendir.15

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

----------------------

1 B.Barry How Judge’s Judge: Empirical Insights into Judicial Decision-Making, Routledge, 2021.  Ayrıca bkz. Australian Government-Law Reform Commission. Judicial Impartiality-Cognitive and Social Biases in Judicial Decision Making, April 2021; John W. Kennedy, Jr.  “Personality Type and Judicial Decision Making” Judicial Studies Institute Journal  Vol.37, no.3, Summer 1998, ss. 50-67; What Makes a Good Judge? The Gary’s Inn Reading 2022 by Lady Rose of Coln worth, Judge of Supreme Court YouTube

2 Ayrıca bkz. The Right Hon Lady Rose of Colmworth. DBETHE BARNARD’S INN READING “WHAT MAKES A GOOD JUDGE?” 16 JUNE 2022, Barnard’s Inn Hall.  Robert J. Sharpe  Good Judgment-Making Judicial Decisions, (Doğru Karar: Adli Kararların Verilmesi)Toronto Üniversitesi, 2018.

3 Bkz. M.T Yücel. Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023.

4 Bkz. Forensic Science Regulator Guidance-Cognitive Bias Effects: Relevant to Forensic Science Examinations, FRS-G-217, İssue 2, 2020.

5 Zihin paraşüt gibidir, işlevini en iyi açıkken yerine getirir. Ayrıca zihin açıklığıyla uzun ömür arasında bir korelasyon vardır.

6 Dunning-Kruger Etkisi insanların kendi yetersizliklerini fark edemedikleri bilişsel bir önyargıdır. Diğer bir ifade ile, belirli bir konuda nispeten vasıfsız veya bilgisiz olan kişilerin bazen bilgi ve yeteneklerini abartma eğiliminde oldukları bulgusunu ifade eder.

7 Bkz. Lawrence Baum. Judges and their Audiences: A Perspective on Judicial Behavior, 2006.

8 Hürriyet (26/11/2016), s. 5.

9 Hâkimlerin refahı her yargının önceliği olmalıdır. Avustralya'da hâkimlerin refahına ilişkin bir araştırma, yargının tükenmişlik ve travma riskiyle karşı karşıya olduğunu ve yargıdaki psikolojik sıkıntı düzeylerinin önemli ölçüde yüksek olduğunu ortaya çıkardı. Bkz. Avustralya Yargısının Refah Araştırması Sıkıntı ve Tükenmişlik Riskini Ortaya Çıkarıyor, Mayıs 2019, https://pursuit.unimelb.edu.au/articles/wellbeing-survey-of-australia-s-judiciary-reveals-risk-of - sıkıntı ve tükenmişlik.

10 UNODC. Exploring Linkages Between Judicial Well-Being and Judicial Integrity,  March 2022.

11 M.T. Yücel. Adalet Psikolojisi, 6. Bası, 2023.

12 M.T.Yücel. “Üst Mahkemeler” Yargı Sistemi Üzerine Denemeler, Seçkin, 2019.

13 Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nün 14/11/2006 tarih ve B.03.0 Per.0.00.01/ 100289 sayılı genelgesi. Ayrıca bkz. Avrupa Konseyi. Yargı Etiğine İlişkin Uluslararası Temel Standartlar-Türkiye’de Yargı Etiğinin Güçlendirilmesi Projesi Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Başkanlığı. Yargıtay Yargı Etiği İlkeleri. Türk Yargı Etiği Bildirgesi(2019). HSY. Türk Yargı Etiği Bildirgesi (R.G. 14/03/2019, Sayı 30714).  Ayrıca bkz. S. Ergin. “Yargı Bağımsızlığı yalnızca etik bildirge ile sağlanabilir mi?” Hürriyet (16/03/2019),s.10. UNODC. Commentary on the Bangalore Principles of Judicial Conduct, Sept.2009. Yargı Etiğine İlişkin Uluslararası Temel Standartlar-Türkiye’de Yargı Etiğinin Güçlendirilmesi Projesi. H. Tepe. “Yargı Etiği’ya da Yargıda Etik: Yargı Nasıl Etik Olur?” Hacettepe HFD, 7(1) 2017, ss.85–96. Ayrıca Bangalore Uygulama Tedbirleri için bkz. Measures for the effective implementation of Bangalore Principles of Judicial Conduct (Adopted by the Judicial Integrity Group at its Meeting held in Lusaka, Zambia, 21-22 January 2010. Ayrıca bkz. UNODC. Judicial Conduct and Ethics- Self –Directed Course, Vienna, 2019; Judicial college. Equal Treatment Bench Book, London, 2021; Guide to Judicial Conduct (Yargı Etiği Kılavuzu)– Revised March 2018 (Updated September 2020).

14 Savcılar için Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Avrupa Esaslar "BUDAPEŞTE İLKELERİ".

15 Judge Mark W. Bennett. Eight Traits of Great Trial Lawyers: A Federal Judge’s View on How to Shed the Moniker “I am a Litigator”.