Academia: ARAŞTIRMA, eğitim, makale ile hayatını harcayan topluluk.

Academician: Akademik kimse, akademi topluluğunun bir üyesi, bir çeşit entelektüel.

Akademi ve akademisyen kavramları ile alakalı Oxford sözlüğünde yukarıda açıklanan biçimde tanımlanan  (hayır, Oxford öküz gözü anlamına gelmez ve son derece köklü bir üniversitedir. Bilim camiasında son derece saygın bir kuruluştur) yukarıdaki Oxford sözlüğün tanımlaması, hiç yapılmamış olsa dahi herkesin aklında şekillenen kavramlar; akademi ve akademisyenlik, yine aynı şekillerde ifade edilirdi.

Araştırma ile hayatını harcayan topluluk, Bir çeşit entelektüel, aydın…

Yani, mesela bu mesleği icra eden kimse sokaktan geçen adamdan farklı olmalıdır, öyle değil mi? Ben bu konumlandırmada kendimi sokaktan geçen adam yerine koyuyorum. Bu kutsal mesleğin yeterliliklerini kendimde bulmuyor, hakkıyla icra edene sonuna kadar saygı duyuyorum.

Sokaktan geçen adamdan kasıt nedir?

Bu bir aşağılama değildir, standart modeldir. ortalama insan olarak düşünmeliyiz.

Bir ceza yargılamasında duygularıyla düşünen, uzun vadeli ideali olmayan kısa vadeli yaşayan, mesela yaprak dökümü dizisindeki Hayriye hanım gibi ‘aman tadımız kaçmasın’ düşüncesindeki, konforunu maksimize etmeye çalışan kimsedir sokaktan geçen adam.

Yani biz.

Aydın-Entelektüel-Akademisyen-Bilim İnsanı Kimdir?

SOKAKTAN GEÇEN ADAM GİBİ DÜŞÜNMEMESİ GEREKEN KİMSEDİR.

Kopyala yapıştır yapmak, okul projesini teslim edip iyi not almak isteyen sokaktan geçen ortaokul öğrencisine yakışan bir davranıştır, bir AKADEMİSYENE YAKIŞMAZ.

Mutlak biat Askere yakışan bir davranıştır ve Askeriye için son derece kutsaldır, bir araştırma görevlisine ya da daha düşük rütbedeki AKADEMİSYENE YAKIŞMAZ. Sokaktan geçen cahil bir adam olarak naçizane görüşüm, bir araştırma görevlisi, dekanına: Sayın dekan bu son derece saçma bir proje, sizinle aynı fikirde değilim. Sayın dekan son makalenize katılmam mümkün değil çünkü… diyebilmelidir.

Hazırladığı slaytı sıkıcı bir ses tonuyla okumak, sokaktan geçen ilkokul öğrencisinin yaptığı bir davranıştır. Bir AKADEMİSYENE YAKIŞMAZ. Hazırladığı slaytı bütün bir amfiye okuma görevini sokaktan geçen babaannem de gayet tabi yapabilir, bir akademisyenin kanaatimce, sokaktan geçen babaannemden farkı olması gerekir.

Çevresinden mal toplayıp, bunları yığıp daha sonra bu malları satmak sokaktan geçen tüccara yakışan bir davranıştır. Bir AKADEMİSYENE YAKIŞMAZ. Yazma amacım olan şeye konuyu getirirken aklıma birtakım başka ahlaksızlıklar geldiği için konu biraz dağılmış olabilir.

Bugün bazı akademisyenler bir konu üzerinde tez veya makale yazmak için yola çıkıyorlar. Ancak bu konuyu araştırmak, literatür taraması yapmak ve makale toplamak uzun bir süreç olduğu için bazı sevimli ‘‘makale yazma yarışmaları’’ düzenletiyorlar. Böylelikle yüzlerce belki de binlerce öğrenci o konu hakkında kaynak taraması yapıyor, okuyor, araştırıyor ve makale yazıyor. Üstelik bu çocuklar, bu çalışmalarını lisans eğitiminin ortasında yapıyor ve belki de sınavlarına daha az vakit ayırıyorlar. Entelektüel, aydın, akademisyen üstatlarımız ise haftalarını harcayacağı bir işi aradan çıkarmış oluyor. Bunun karşılığı olarak yarışmada birinci gelen öğrenciye belki bir miktar para veriliyor.

Cüzi bir para, göstermelik bir ödül takdimi, karşılığında; BİNLERCE FİKİR, KAYNAK ve MAKALE… Son derece kârlı bir iş.

Bu ahlaksızlık; gerçekten niyeti bir konuyu araştırmak, öğrencileri teşvik etmek olan başkaca projeleri ise töhmet altında bırakıyor. Bir damla kirli su bütün bir kabı pisletiyor.

Görevi; araştırmak, saatlerce bilgi peşinde koşmak olan bu insanlardan bazıları, görevini ihlal ediyor. Belki başkaca ahlaksızlıkların yanında küçük bir ahlaksızlık ancak açık bir ahlaksızlık.

Bütün bunların yanında belki bu durum sinir bozucu olmayabilirdi. Belki acınası bir kurnazlık olarak tanımlanabilirdi. Ancak bu durumu benim gözümde sinir bozucu yapan şey: üçkağıtçı bir tüccar hilesi yapan bu aşağılık insanların, her şeyi en iyi ben bilirimci, ‘erdemli’  tavırlarıdır. Evet sayın üçkağıtçı tamam, peki, ben sokaktan geçen bir insanım, her şeyin en iyisini siz bilirsiniz. Evet oranın şarabı çok güzel. Evet o caz festivali muhteşemdi. Evet evet yılın bu zamanı kesinlikle oraya gitmeliyiz. Evet sayın aşağılık, özür dilerim size mail attığım için bir hocayı avam bir öğrenci ile muhattap ettim bugün. Değerli saniyelerinizi harcadığım için özür dilerim…

Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filminde, Engin Günaydın’ın sahnelediği muhteşem tirat ile bu yazımı noktalamak istiyorum:

Sevgili Generalim Cevdet Bey! Pardon, Cevat Bey ve kadirşinas yalakaları!

Şunu iyi bilin ki; gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden hiç hoşlanmam! Bu, bir…

Kibirden, kendini beğenmişlikten, “Bütün bu dağları ben yarattım” havalarından, süslü kişiliklerden nefret ederim! Bu, iki…

Yalakalardan, yalakalıktan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan da nefret ederim! Bu, üç…

Dördüncüsü… Gerçeği, içtenliği ve samimiyeti çok severim. Ve Dostoyevski’nin dediği gibi; gerçeğin, her şeyin üstünde, zavallı egoların bile üstünde tutulmasını isterim. Arkadaşlığın, karşılıklı, açık sözlü ve yalansız olanı için canımı veririm! Evet buna bayılırım Sayın Generalim! Arkadaşlık, hassaslık ve incelik isteyen bir iştir; öyle kabalığa, özensizliğe, alaycılığa gelmez!

Daha ne söyleyecektim… Neyse, niye uzatıyorum ki? Yine de şerefinize Sayın Generalim! Güle güle gidin İstanbul’a. O kahpe Bizans’ı bizim için fethedin! Oradan da sürün atınızı batıya, Viyana’ya. Nobel’di, Oscar’dı ne bulursanız getirin Ankara’ya!

Şerefinize Sayın Generalim! Şerefinize!

Emre RASTGELDİ