Özgürlük meselesi gerek ahlaki gerekse güncel hayatlarımızda önemli bir yer teşkil etmektedir. Özgürlük kavramını, insanın doğduğu tarihten itibaren sahip olduğu bir değer olarak görenler olduğu gibi; pozitivizm ile birlikte Hart’ın da ifade ettiği ‘’tanıma kuralı’’ile insana temas ettiğini kabul edenler de vardır. Hobbes’un düşüncelerinden hareket edeceğim bu yazıda özgürlüğün hangi şartlarda ve ortamlarda tesis edildiğini, toplumsal ilişkiler bağlamında özgürlüğün beslendiği dinamiğin korku olup olmadığı konusunu tartışacağım.
 
Doğal hukuk savunucularından olan Hobbes’un özgürlük meselesinde şu ifadelerini görmekteyiz. “Özgürlük, dış engellerin yokluğudur. Bu engeller çoğu zaman insanın dilediğini yapma gücünün bir bölümünü elinden alabilir, fakat kendisinde kalan gücü muhakeme ve aklının emrettiği şekilde onu alıkoyamaz. Bu düzlemde,  çatışma ortamında yer alan insanların yasa yapma yetkilerini, devlet denen olgusal bir varlığa yüklemesi egemenin özgürlüğünü sınırsız hale getirmiştir diyebilir miyiz? Hobbes’a göre egemen, yasaları oluştururken tabiiyetinde bulunduğu insanların özgürlüklerini sınırlar ve kendine ait özgürlük sahasını genişletir.
 
‘’Devlet’’ kurulmadan önce Hobbes’a göre insanlar eşitti. Fakat bu eşitlik insanlar arasındaki çekişmeyi kuvvetlendirdi ve zaruri olarak bir egemen gücün teşkiline gidilmesi sonucunu doğurdu. Doğal durumdaki bu eşitlik bazı olumsuz sonuçların gün ışığına çıkmasına da vesile oldu. Nitekim doğal durumda herkesin her şeyi yapma özgürlüğüne sahip olduğu bir gerçektir. Bunun sonucu olarak şu denebilir ki, iki kişi eş zamanlı, sahip olamayacakları bir şeye ulaşma gayesi içerisine girerlerse, hedefleri doğrultusunda bir mücadele başlar ve sonunda birbirlerine düşman olurlar. Sürekli biri diğerinden üstün olma durumu gerçekleşinceye kadar sürecek olan bu mücadele toplumda endişeye de mahal verecektir.[1] Bu düşmanlık durumunun olumsuz görünümü, birbirlerinin özgürlüklerine müdahale etmeleri sonucunu doğuracaktır. Bu müdahalenin gerçekleştiği ortam ise güvensiz bir ortamın ürünüdür.[2]
 
İnsanlar, sahip oldukları hakları, tarihsel devinim içerisinde egemen güç olan devlete bıraktılar. Doğal hukuka göre insanlar doğuştan sahip olduğu haklarını devlete devrederken, özgürlüklerin güvencesi olarak yine devleti tayin ettiler. Devlet hem hakların sınırlayıcısı, hem de özgürlüğün garantörü olarak kabul edildi. Kaotik bir ortamda özgürlüklerin tesisi eşitlerin gerçekleştireceği bir şey olmaktan çıkarılıp, bir üst erke bırakıldı. İnsanları bu zarar veren ortamdan kurtarılması gerekiyordu. İnsanların birbirlerine zarar göreceği bu ortamdan kaçınmak zorunluydu. Hobbes’a göre bu zorunluluk aklın emrettiği bir şeydir. Ona göre bu akıl varlık nedenini genel iradeden değil Tanrının aklından alır. Bu konuda, ‘’aklın buyruklarını’’ Tanrının sözü biçiminde tebliğ edildiği vurgusunu da eserinde yapmıştır. Doğa yasaları da nitekim gücünü Tanrının varlığından alır.[3]
 
Tanrının varlığından esinlenilerek oluşturulan yasaları değerlendirirken korku ve özgürlük ilişkisini de tartışılması gerektiği kanısındayım. Korku ve özgürlük bir arada bulunabilir mi? Gemi batar diye endişelenerek eşyaları denize atan kişi, bu eylemini bilinçli bir iradeyle yapar. İsterse eşyaları denize atmamayı da seçebilir. Ama bunu seçmesi halinde öleceğini bilmektedir. Özgür davranış sergileyerek, eşyalarından kurtulmayı seçmiştir.[4] Özgürlüğünü korkuya borçludur diyebilir miyiz? Yahut korku insanı gerçekten özgür kılar mı? İnsan özgürlüğü konusunda bir talepte bulunurken özgürlük bağlamında koruduğu değere duyduğu ihtişamlı bağlılığı mı esas alır yahut koruduğu değeri kaybetme korkusu mu özgür davranma eylemini şekillendirir? Machiavelli, Prens adlı kitabında bir çok konuyla birlikte  korku kavramının üzerinde de  durmuştur. Korku güçlü bir histir. Acaba sevgiden de güçlü müdür? İnsanlar arasındaki rabıtanın temeline, korkuyu mu yoksa sevgiyi mi koymak gerekir. Machiavelli, bu eserinin bir paragrafında; "Sevilmek mi korkulmaktan daha iyidir, yoksa korkulmak mı sevilmekten? Belki de bu soruya, ikisini de isteriz diyerek cevap verebiliriz. Ama sevgi korku bir arada pek güç bulunacağına göre, aralarından birini seçmemiz gerekirse, korkulmak sevilmekten daha emniyetlidir. Zira genellikle görülmüştür ki insanlar nimete şükretmesini bilmeyen, güvenilmez, tehlikeden kaçmaya çalışan, kazanç hırsı ile tutuşan, kendisine menfaat sağladığınız müddetçe size bağlı, tehlike uzakta oldukça kanını dökmeye, çocuklarını bile feda etmeye hazırdırlar; ama onlara gerçekten ihtiyaç duyduğumuz zaman sırtlarını dönerler." Şeklindeki ifadeleriyle iki zıt duygunun insanın hareket kabiliyetini ne ölçüde belirlediğini muhakeme etmiştir.
 
Acaba içinde büyük paradoksları bulunan insan mefhumu, devlet ve özgürlük ekseninde denge sistemini oluştururken, arz ve talep noktasında korkudan mı sevgiden mi besleniyor dersiniz. Korku gerçekten özgürlük adına gerçekleştirdiğimiz eylemlerin ana teması olabilir mi? Kavram olarak düşünüldüğünde özgürlüğü kaybetme korkusu mu yoksa kazanma sevinci mi?

 
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Cennet Ceyda BOĞA tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)


-----------------
[1]GÜNAY Mustafa Kemal, ‘’Hobbes’ta Doğa Durumu Çözümlemesinin Eleştirisi’’, ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar -Ocak 2009- Sayı: 1/4
[2] HOBBES Thomass Leviathan, çev. Semih Lim, YKY,1995, İstanbul,s.93.
[3]Dr.BAKIRCI Fahri, ’’Hobbes’ta Sözleşmenin Kökeni Akıl mıdır?’’,Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 63-3, s.39.
[4] HOBBES, s.155