Dilimiz bakışımız, bakışımız gönlümüzdür. Esasen tüm sıfatlarımızdan bağımsız olarak hepimiz iyinin, doğrunun ve güzelin peşindeyiz. Yine bir seçim arefesinde farklı bir nazardan olan biteni yorumlamaya çalışacağım.

Hukuk, dilin ve nazarın/bakışın daha teknik ifadesiyle theoria'nın toplamından tüten bir üst formdur. Dilin kurallarına gramer, düşüncenin gramerine ise mantık denir. Latince logic kelimesine denk gelen Türkçedeki mantık lafzının etimolojik kökenine indiğimizde nutk ifadesini buluruz. Nutk bir anlamıyla konuşmak demektir. Klasik mantıkçılar mantığı, nutkun dışsal boyutu olan düşüncenin doğru bir hat üzerinde ilerlemesini sağlamaya yarar bir bilim olarak görürler. Nutk onlara göre ifade etme biçimi olarak nutk-u batın ve nutk-u zâhir olarak ele alınır ve mantık bilimi her ikisini de doğru yola koyan bir disiplin olarak tanımlanır. Hukuk da işte bu bağlamda mantığın nesnel ilkelerine dayanan ve dilin/ifadenin rasyonel düzleminde yükselen hayati bir fenomendir. Yeri gelmişken aynı zamanda bir vefa borcu olarak Rahmi Çobanoğlu Hoca'nın "Fenomen ve İdeal Olarak Hukuk" başlıklı makalesini her hukukçuya tavsiye ediyorum. Maalesef Rahmi Çobanoğlu ismi bugün hafızalardan silinmiştir. 1960'lı yıllarda vermiş olduğu derslerin notları dahi kitap değeri taşıyan Hocanın "Hukukta Gaye Sorunu" gibi değerli bir eseri de tozlu raflarda unutulmuştur. Yayıncıların bu eseri ve hatta Hocanın ders notlarını Nadir Kitap'ta bir müzelik eşya vasfından kurtarmaları gerekmektedir. Acı ama durumumuz böyle. Açıkça ifade etmek gerekir ki biz hukukçular hukukun teorisinde genelde sınıfta kalıyoruz.

Yazımın başında da ifade ettiğim gibi herhangi bir aidiyet farkı düşünülmeksizin insan olarak hepimizin peşinde koştuğu şey yaşanmaya değer bir hayattır. Bu hayatın ise üç temel kolonu vardır: iyi, doğru ve güzel. Alman filozof, siyaset teorisyeni ve hukuk profesörü Carl Schmitt  ahlak alanındaki iyi ve kötü; estetikteki güzel ve çirkin; ekonomideki yararlı ve zararlı gibi ayrımları baz alarak siyasal saik ve fiilerimizi açıklamakta da siyasal olana has bir ayrım ortaya koyar.

Schmitt'e göre bu siyasal ayrım açık ve öz ifadesiyle "dost ve düşman" ayrımıdır. Özetle siyasal varlığın belirleyici kriteri tek başına düşmanlık değildir ancak dost ve düşman arasındaki ayrım bir bakıma nirengi noktasıdır. Bu temel ayrıma göre siyasal olan, siyasal varlık alanına ait olan hemen her şey hem dost hem de düşmanı daha varlık sahasına çıkmadan bünyesinde bizzarure barındırır. Schmitt'in en kalın puntolarla ifade ettiği üzere bir halkın siyasal açıdan özgürlüğü dost-düşman ayrımını nasıl yaptığına bakarak yorumlanabilir. Bu tabi uzun bir bahistir ancak iyi bir perspektif sunar bize Schmitt.

Hukuk yukarıda işaret etmeye çalıştığım üzere yaslanmış olduğunu iddia ettiği nesnel arka plan dolayısıyla siyasetin de üstünde, onun da işleyişinin sınırlarını belirleyen yasalar bütünü olarak da tanımlanır dar anlamı itibariyle ve çoğunlukla hayatımızda bu şekilde var olur.

Toplumsal hayat hukukun sınırları ve siyasetin iletişim temelli aktif doğası ile senkronize bir şekilde hayatiyetini sürdürür. Dolayısıyla toplumsal hayatın hem kurucu unsuru hem de bir çıktısı olarak siyaseti okuyabilmek için bir hukukçu normatif doğaya sahip hukukun diline hakim bir nosyona sahip olmalı ve bunu sahada pratize ediyor olabilmelidir. Bu pratiğin çeşitleri örneklenemeyecek kadar çoktur. Fakat bu aktüel faaliyetin sıradanlığının üstüne çıkabilmek, teknikerliğin ve pratisyenliğin ötesinde bir perspektif oluşturabilmek için bu faaliyetleri  kavramsal çerçeveye dayanarak sürdürmelidir. Daha önce "Jurisprudence ve Hakaret Listeleri" başlıklı yazımda da değinmeye çalıştığım üzere Almanca "praktischeswissen" denilen "pratik bilgelik" ancak böyle mümkün olabilir.

Türkiyede seçimler her zaman siyasetin farklı dinamikleri etrafında şekillenir ve ortaya çeşitli tablolar çıkar. Bir hukukçu olarak bize düşen, değişen dinamikleri ve tercihleri belirleyen esas faktörleri görmek ve bunu hukuk diliyle yorumlayabilmek olmalıdır. Bunun dışında her seçim döneminin iletişim dili, sandıklara yansıyan iradeyi belirleyen çeşitli dönemsel etki unsurlarının analizi daha çok siyaset bilimcilerin ilgi alanına girmektedir. Bir hukukçu ve aynı zamanda siyaset bilimci olan Schmitt'in ifadelerine dönecek olursak dost-düşman temelli yapmış olduğu ayrım halen daha efektifliğini sürdürmektedir ve biz de yazımızı buradan sürdürelim.

Schmitt'e göre siyasal olanın sac ayakları olarak nitelenebilecek dini, ahlaki, ekonomik, etnik ya da başka bir karşıtlığın insanları dost ve düşman olmak üzere etkili biçimde ayırabilecek derecede güçlü olması halinde bunun politik bir karşıtlığa dönüşmesi neredeyse kaçınılmazdır. Fakat burada gözden kaçırılmamalıdır ki Schmitt'in nazarında siyasal düşmanın ahlaki açıdan kötü, estetik açıdan çirkin ya da ekonomik anlamda rakip olması gerekmemektedir. Bir başka ifade ile ahlaki açıdan iyi, estetik açıdan güzel ya da ekonomik açıdan yararlı olanın da dost olması zorunlu değildir.  Siyasal düşmanın yabancı yahut öteki olması yeterlidir. Haliyle bu düzlemde öteki ile ve ötekinin siyasal varlığı ile çatışmaların yaşanması ise kaçınılmazdır.

Özetlemeye çalıştığım ve büyük ölçüde geçerliliğini sürdürdüğüne inandığım bu Schmityen perspektife göre siyasal dost-düşman ayrımı  karşıtlık doğuracak ve bu karşıtlık doğal olarak kendini siyasetin diline ve üslubuna da  yansıtmaya devam edecektir.

Hukukçuluğun bir nevi teknikerliğe döndüğü günümüzde ülkemizde eksikliğini en çok hissettiğimiz şey ciddiyettir. Bu ciddiyet eksikliğinin yine hukukçular eliyle ikmal edilmesi bir zaruret ve sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Elbette bu her şeyden önce eğitimini aldığımız hukukun ciddiye alınması ile mümkündür. Fakat yine de tüm eksiklerine rağmen etkili ve kapsayıcı bir formasyona sahip olan hukukçuların tüm bu açmazları teorik ve pratik düzlemde teşrih ve tedavi edebilmesi diğer tüm disiplin sahiplerinden daha olası ve mümkündür.

Türkiyemizin ikinci yüz yılının sivil, özgürlükçü ve kuşatıcı bir Anayasa ile şekillenmesinin zaruret halini aldığı bu dönemeçte başta kendime ve tüm hukuk camiasına bu yazıyı bir nasihat olarak arz ediyor, seçim sonuçlarının milli varlığımıza anlam katacak tercihlerle sonuçlanması ümidiyle yazımı sonlandırıyorum.