İlkel çağlarda insanlar, suç işleme iradesi veya kusur durumuna bakmaksızın meydana gelen neticeden sorumlu tutulmaktaydı.

Ancak hukuk sisteminin gelişmesi ve ceza hukuku açısından kusur sorumluluğu ilkesinin egemen hale gelmesi ile birlikte bu düşünce terk edilmiştir. Modern ceza hukukunda cezalandırmanın temel koşulu suç konusu olayda şahsın kusurlu davranışının bulunmasıdır.

Kusurluluk temel olarak iki farklı türde karşımıza çıkar: Bunlar kast ve taksir yani bir diğer anlatımla ihmaldir.

Kast, suçun meydana getireceği neticeyi bilmek ve bunu isteyerek hareketine devam etmek olarak tanımlanabilir. İhmal ise, zararlı neticeyi istemese de bunun meydana gelmemesi için gereken dikkat ve özeni sarf etmemektir.

Buraya kadar yaptığımız tanımlama ve açıklamalar, buradan sonra anlatacaklarımızı anlamamız için önemlidir.

Bir çocuk düşünelim. A şehrinde doğmuş, yoksulluk içinde, anne baba ayrı, hayatın tüm acımasızlıkları üzerinde… Sonra bu çocuk sokaklara çıkmış, pisliğe bulaşmış, uyuşturucu görmüş, ahlak çöküntüsü ile yüzleşmiş, aç kalmış, hırsızlık yapmış, sonra kolayına gelmiş, alışkanlık yapmış, belki de başka işten anlamaz olmuş.. Artık zaten adli sicil de kabarmış, bu saatten sonra doğru düzgün iş de yapamazmış…  Bir gün küçük bir tartışma çıkmış, çok da kaybedecek bir şeyi yokmuş… Siz anladınız!

Sonra bir çocuk daha düşünelim. B şehrinde doğmuş. Mutlu ve ferah bir ailede yetişmiş. Güzel bir okula gitmiş. Güzel bir eğitim almış. Önemli mevkilere gelmiş. Başarılı bir insan olmuş. Bir şey yaparken bir kere değil, bin kere düşünürmüş, zira kaybedecek çok şeyi varmış.

Evet, toplumca herkesin her fırsatta dert yandığı bir şey var değil mi: Adalet istiyoruz! Peki o halde gelin birlikte Adalet dediğimiz kavrama birde şu gözle bakalım.

Şimdi sorun şu: Hırsız, uyuşturucu taciri, adam öldüren ve hatta cinsel suç faili v.s. yargılanacak ve elbette cezasını çekecek. Neticede suç ve cezalar şahsidir, kasten veya kanunun öngördüğü hallerde ihmal ile bir suç işleyen doğal olarak bu suçun cezasını çekecektir.

ÖNEMLİ OLAN NOKTA İSE ŞU: Peki bu suçlular hangi toplumda, hangi şartlarda, nasıl yetişiyor, soruyor muyuz kendimize. Ne yapıyoruz devlet olarak, toplum olarak, hatta birey olarak. Hırsızlık suçunun, uyuşturucu kullanımının ve hatta cinsel suçların neden kaynaklandığını düşünüyor muyuz? Bunların meydana gelmesindeki kültürel yozlaşmayı, ekonomik ve sosyal çöküntüyü, ailevi çözülmeyi dert ediyor, çareler arıyor muyuz? Bu sorunlardan ne kadar rahatsızız?

A ve B şehrinde ikisi de günahsız ve masum olarak doğan o iki çocuktan, birisinin sırf olumsuz şartlarda yetişmesi sebebiyle “suçlu” olması sizce NE KADAR ADİL?

Peki Yargılamada olayların temeline çözüm getirmeksizin, sadece meydana gelen suça bakarak cezaya hükmetmek hangi modern hukuk mantığıyla bağdaşır?

Peki biz bu konularda çözüm üretmiyor ve düşünmüyorsak, acaba bu suçların işlenmesinden yukarıda belirttiğimiz gibi “TAKSİR” ile de olsa sorumlu değil miyiz?

Bu noktada sosyal ve modern bir hukuk devleti olmanın, çağdaş hukuk yasalarını kanunlarına ilave etmekten çok daha öte anlamlar taşıdığını, bunun yalnızca devlet uygulamaları ile kazanılamayacak toplumsal bir zihniyet meselesi olduğunu görmekteyiz.

Devlet bu konuda uyguladığı politikalar ile topluma yol gösterici olmalıdır. Ancak toplumda bunu istemeli ve bu bilince sahip olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki Adalet dediğimiz şey aslen toplumsal huzurun tesisinden ibarettir.

Her birimizin toplumsal sorunlara ortak olabildiği ve huzurun tesis edildiği, Adaletli günler dileğiyle…

Av.U.ŞİMŞEK