Peşinen söyleyeyim, AKP'li değilim. Fakat AKP'nin iktidara geldiği ilk yıllarda yüzünü Avrupa Birliği'ne dönerek demokrasi ve özgürlük vaadlerini ve bu konudaki samimi görünen çabalarını heyecanla izleyenlerdendim. Niye mi? Benim için iktidarda hangi partinin olduğu önem taşımıyordu. Benim için geçmişe saplanıp kalandan hayır yoktu, yeni ufuklara açılma zamanıydı ve buna ilişkin çaba harcadığını söyleyenlerin başımın üstünde yeri vardı. Halen de bu çabayı gösterecek olan varsa hangi parti olursa olsun desteklerim. Taassub hiçbir alanda kabul edilmemeli. Ama başta siyasette. 

Seçimlerden (ya da seçim hezimetinden sonra) sosyal medyada pek çok yorum okudum.En çok beğendiğim yazılar  Sn. Mehmet Altan ve Sn.Emre Kongar'a aitti. Fakat ne hikmetse sosyal medyada Yılmaz Özdil'e ait bir yazı popüler oldu. Bu yazıda Sayın Özdil bu seçimde AKP'ye oy verenlere kızgınlığını (kırgınlığını değil) dile getirirken kendi deyimiyle "Ömrü boyunca çalışmasa, torunlarına yetecek kadar parası olan" gençlerin kendileri için değil "halkın geleceği" için sandık başlarında nöbet tuttuğunu söylüyor, bu gençlerin hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını belirtip tarihe geçecek şu kelamı ediyordu; 

"Ömrü boyunca çalışmasa, torunlarına yetecek kadar parası olan, üç lisan bilen, dünya vatandaşı gençler, gezip tozmak varken, sorumluluk üstlendi, iş edindi, senin iraden çalınmasın diye sandık başlarında nöbet tuttu. Onların sana hiç ihtiyacı yok ama, senin onlara ne kadar ihtiyacın olduğunun farkında mısın?"

Bu noktada Yılmaz Özdil'e bir hatırlatma yapmak insanlık görevimizdir.

Sayın Yılmaz Özdil,

Bu ülkede yaşayan herkesin birbirine ve üzerinde yaşadığı dünyaya ihtiyacı var. Hiçbirimiz kendimizi izole edip kendi kurduğumuz dünyada bahsettiğiniz şekilde yaşayamayız. Bu topraklar, üzerinde yaşayanlarla vatan olur. Üç lisan bilmekle dünya vatandaşı olduğunuzu sansanız da bazı şeyler bir türlü yerine oturmaz.  Brezilya'ya gittiğinizde size "aslında siz zenginsiniz ama sizin 1 oda 1 salona verdiğiniz paraya biz burada bahçeli ev satın alıyoruz" derler. İsviçre'ye gittiğinizde, orta halli bir ailenin evinde Sabancı'nın evindeki tabloyu görürsünüz. Harvard'ta "business" okuttuğunuz çocuklarınız sınıfta Türkiye'li olduklarını söyleyince yüzleri kızarır.

Yani demem o ki, kendimizi kandırmayalım. Burada kendini beyaz Türk olarak görme gafletine düşenler, batıya gittikçe grileştiklerinin artık farkına varmalı. Eğer yurtdışında medeni ülkelere seyahat ettiğinizde kendinizi ülkenizden bağımsız olarak tanıtabiliyorsanız, devam ediniz. Tanıtamıyorsanız, bu ülkenin bu acınası hali sizi de ilgilendiriyor. Siz de onlar da bu ülkenin parçası. Hepimiz birbirimize ve bu yüzden de demokrasiye muhtacız. Hatırlamakta fayda var. 


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Ebru Ekşioğlu tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)