ANAYASA MAHKEMESİ’NİN BİZATİHİ İPTAL GEREKÇESİNDE DAYANDIĞI AY HÜKMÜNE DAHİ AYKIRI YİNE USÛLE VAKIF OLMAMAKTAN KAYNAKLANAN YANLIŞ BİR KARARI

Abone Ol

A. AYM’NİN İPTAL KARARI VE ÖN BİLGİ

Anayasa Mahkemesi, 6100 sayılı HMK’nın, davaların birleştirilmesine ilişkin “Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar, aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebilir. Birleştirme kararı, ikinci davanın açıldığı mahkemece verilir ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar.” 166. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesindeki “ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar” ifadesini oy çokluğuyla iptal etmiştir (AYM, 17.06.2025, 2024/237, 2025/137 – RG, 25.05.2025, 33028).

Daha önceki başka yazılarda da belirttiğim üzere, Ülkemizde başta ceza, idare ve en önemlisi Anayasa hukuku alanında, birçok anayasal sorun olmasına, bu konularda gerek “iptal” gerekse “bireysel başvuru” açısından sorunlu birçok düzenleme ve uygulama bulunmasına, Anayasa Mahkemesi’nin bu konularda yol açıcı kararlarına ihtiyaç bulunması rağmen, Anayasa Mahkemesi siyaset ve yürütmeyi de muhatap alan bu netameli alanlarda yol açıcı kararları nadiren ve çoğunlukla da geç vermektedir. Ancak özellikle konu özel hukuk ve yargılama hukuku alanları gibi, muhatabı olmayan, verdiği kararın tartışma potansiyeli zayıf alanlarda ise bolca ve teknik olarak da yanlış kararlar vermektedir. Oysa bu alanlar aynı zamanda çok teknik, anayasa bilgisi yanında, özel bir bilgiye de bütünlüklü olarak ihtiyaç duyulan alanlardır. Anayasa Mahkemesi’nin yapısına baktığımızda ise bürokrasi ve ceza kökenli bir yapı olduğu, bu alanlarda uzman olan hukukçu sayısının yok denecek kadar az olduğu görülmektedir. Nitekim verilen kararlarda bunun yansıması açıkça görülmektedir. Bunlar hukuk ve yargı sosyolojisi ile adlî sosyoloji konuları; ayrıca yargısal realizm, pragmatizm ve formalizmle de yakından ilgilidir. Ancak şu anda oraya girmiyoruz.

Zorunlu arabuluculuk gibi, adeta alternatif mahkeme ve fiilî mahkeme oluşturulan, (Yargıtay’ın kararlarına rağmen) arabuluculuk belgelerine karşı dava açılamaz şeklindeki, açıkça mahkemeyi dışlayan, hak arama özgürlüğünü kapatan hükümlerde beis ve sorun görmeyen AYM, her nasılsa şu anda söz konusu olan karadakine benzer konularda oldukça cesur kararlar vermektedir. Ancak bunların hukukî dayanağı zayıf olduğu gibi hukukî tutarlılığı da yok. Aşağıda sadece HMK m. 166 bakımından ortaya konacak yaklaşım dahi bunu göstermeye yeterlidir.

B. DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ VE AYM’NİN İPTAL GEREKÇESİ

1. Davaların birleştirilmesi kararı verilebilmesi için temel şart, davalar arasında bağlantı bulunmasıdır. Bunun ne anlama geldiği de yine Kanun’da belirtilmiştir (HMK m. 166/1, 4). Bağlantı mevcutsa kanun koyucu ancak aynı düzey ve sıfattaki mahkemeler arasında birleştirme kararı verilebileceğini kabul etmiştir. Örneğin, ilk derecedeki (aynı düzey) ve aynı sıfattaki (yani aynı görev alanındaki asliye ise asliye, sulhse sulh vs.) mahkemeler arasında birleştirmeyi kabul etmiştir. Aynı sıfatta olmayan (örneğin, genel mahkeme ile özel mahkeme, iki ayrı özel mahkeme, farklı iki genel mahkeme arasında) birleştirme kararı zaten verilemez.

2. Bunun dışında birleştirme konusunda dikkat edilmesi gereken bir ayrım da, birleştirme kararının aynı yerdeki mi, yoksa farklı yerlerdeki mahkemeler arasında mı verildiğidir. Aynı yerdeki ve aynı sıfattaki (örneğin İzmir’deki asliye hukuk mahkemeleri arasında) birleştirme kararı verilirse bu birleştirme kararı dosyanın kendisinde birleştirildiği mahkemeyi bağlarken, farklı yerlerdeki (örneğin, İzmir ve Ankara asliye hukuk mahkemeleri arasında) verilen birleştirme kararları, doğrudan bağlayıcı değildir; ancak kesinleşince (pratikte kanun yolu denetimi sonrası) bağlayıcı hale gelir (m. 166/2) [Davaların birleştirilmesi ve ayrılması hakkında bkz. Özekes M., Pekcanıtez Usûl-Medenî Usûl Hukuku, C.III, 16. Bası, İstanbul 2025, s. 2294 vd. (Davaların Birleştirilmesi ve Ayrılması); Ermenek İ., Medeni Usul Hukukunda Davaların Birleştirilmesi ve Ayrılması, Ankara 2014].

3. AYM verdiği bu kararda, aynı yerdeki mahkemeler arasında verilen kararın diğer mahkemeyi bağlamasının, tabii (doğal, kanunî) hâkim ilkesine aykırı olacağı, bu yolla kişiyi tâbi (bağlı) olmadığı mahkeme önüne götürmek şeklinde keyfî uygulamalara muhatap kılacağı, bunu da denetleyecek o an için mekanizmanın bulunmadığı, davaya bakan mahkeme ve hâkimin böylece geri dönülemez şekilde değiştirilmesinin mümkün kılınacağı gibi, çok sıradan, derinliği olmayan gerekçelere dayanmıştır. Bunları ilk bakışta haklı gibi görünmektedir; ancak bunları söylemek için çok derin araştırma ve bilgiye de ihtiyaç da yoktur. Oysa bu gerekçe çok primitif, yargı teşkilâtı, mahkemelerin oluşumu, mahkeme-hâkim ilişkisini tamamen gözardı eden; doktrindeki ifade ile görünürde ve kılıf gerekçe olarak adlandırılan gerekçedir. Eğer bu gerekçeden hareket edilirse, bugün Türk yargısında mahkemelerin kurulması, HSK’nın yetkileri, hâkim görevlendirmeleri, tayinler ve terfilerin, dava sırasındaki hâkim değişikliklerinin tümü sakattır, tabii hâkim ilkesine birleştirmedeki durumdan daha vahim ve bariz şekilde aykırıdır.

C. İPTAL KARARININ AY’ya, TEMEL YARGI TEŞKİLÂTI VE USÛL KURALLARINA AYKIRILIĞI İLE AYM’NİN BU KONUDAKİ TUTARLI OLMAYAN BAKIŞ AÇISI

1. AYM’nin iptal gerekçesinde dayandığı AY m. 37’ye göre: “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.

· Dikkat edilirse burada hâkim değil, mahkeme esas alınmıştır. AYM’nin gerekçesinde mahkeme nedir, hâkim kimdir, aynı yerdeki mahkemeden ne kastedilir tartışmasına girmemesi, bu kadar basit bir hususu dahi gerekçesinde tartışmamış olması, kararın ne kadar primitif ve sıradan gerekçelere dayandığını göstermesi bakımından yeterlidir. AYM’nin usûl hukukuna uzaklığının ve bunun anayasal denetime yansıtılmamasının en somut göstergesi, kararda 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’a değinilmemiş, üzerinde durulmamış olmasıdır.

· İptal edilen HMK m. 166/1, sondaki ifadeye esas olan “aynı yargı çevresindeki” “aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemesi” birleştirme kararını, davanın her aşamasında verebilirken, yine birleştirme kararı ilk mahkemeyi bağlarken; ayrı yargı çevresindeki mahkemeler arasında verilen birleştirme kararı neden kesinleşince sonuç doğurmaktadır sorusunun cevabı doğru verilmediğinde varılacak sonuç da yanlış olacaktır. Bu konu üzerinde de durulmamıştır. Bu pür usûlî değil, aynı zamanda iptale konu durumun da açıklanmasıyla doğrudan ilgilidir.

· 5235 sayılı Kanuna göre “İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde hukuk mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir” (5235 s.K. m. 5/6, c. 1). Yani bir yerde örneğin, iş yoğunluğu sebebiyle 10 tane asliye hukuk mahkemesi kurulduğunda, bunlar ayrı ayrı mahkemeler değil, aynı mahkemenin daireleridir, kısaca aslında hukuken aynı mahkemedir. Bu sebeple İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi ile İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesi kural olarak farklı mahkeme değil, aynı mahkemenin çoğaltılmış halleridir. Bunun yerine bazı durumlarda aynı mahkeme içinde birden fazla hâkimle de, davaların ayrı ayrı görülmesi mümkündür. Bu da sıklıkla eş hâkim şeklinde yapılmaktadır. AYM mantığı ile bu yöndeki uygulamalar da en azından AY’ya aykırıdır.

· Böyle olunca aslında bu anlamda tabii hâkim ilkesini zedeleyen bir durum da yoktur. Kaldı ki AY m. 37’de de “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” denilerek mahkemeye vurgu yapılmıştır. Yani dosyanın İzmir’deki herhangi bir asliye hukuk mahkemesinde görülmesi, bu çerçevede farklı bir mahkeme ve hâkim önüne gitmek veya götürülmek sayılmaz. Şayet AYM bunun aksini düşünüyorsa, o zaman başta bu ve buna benzer hükümler olmak üzere, 5235 s.K.’nun birçok hükmünü de iptal ve bireysel başvuru yoluyla ele almak, bu başvurularda da aynı kararı vermek durumundadır. Aksi halde, AYM’nin, yapmaması gereken hukukî güvenlik, öngörülebilirlik ilkelerini ihlâl edip tutarsız davranmış olur. Lakin bu kadar kendince AY’yı koruma, hak aramayı koruma, tabii hâkim ilkesini koruma çabasında olan AYM bu tür durumları görmemezlikten gelmektedir.

· Kısaca ortada adeta aynı mahkeme içinde verilmiş bir birleştirme kararının bağlayıcılığı mevcuttur. Bu, aynı zamanda mantıkî, hukukî ve fiilî bir durumdur. AYM’nin bakış aşısıyla, örneğin İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi hâkimi, kendi önündeki ve mahkemesindeki iki farklı dosya hakkında da birleştirme kararı verdiğinde, artık bunun da denetime açık olması gerekmektedir. Çünkü, İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi hâkiminin önündeki iki farklı dosya ile İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi ile İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin önündeki iki farklı dosya için 5235 s.K. m. 5/6 dikkate alındığında aslında ciddî hukukî bir fark yoktur.

· Aynı yerdeki, aynı düzey ve sıfattaki mahkemeler, aslında aynı mahkemedir. Bunlar arasında görev ilişkisi, yetki ilişkisi de bulunmamaktadır. Bunlar arasında (önceki dönemde asliye hukukla asliye ticaret arasındaki) işbölümü dahi değil, sadece iş dağılımı ilişkisi mevcuttur.

2. Öncelikle AYM bu kararı verirken usûl kurallarına hâkim olmadığı için, bu kararın hâkimi de mutlak bağlamadığı hususunu da kendince yanlış bir gerekçe yapmıştır. Gerekçede de belirtildiği üzere, birleştirme için dosya kendisine gönderilen ilk davanın açıldığı mahkeme, dosyayı tekrar diğer mahkemeye geri gönderemese de, şayet iki dosyanın birlikte görülmesini uygun bulmazsa pekâlâ ayırma kararı vererek kendi mahkemesinde ayrı bir dosyaya da kaydedebilecek ve öylece davayı ayrı görebilecektir (HMK m. 167). 5235 s.K. gereğince, aynı yerdeki her iki mahkeme aslında aynı mahkeme sayıldığından, bunun da bir sakıncası veya AY m. 37 gereğince başka mahkemeye gönderme sayılmayacaktır. Velev ki, o iki dosya aynı yerdeki aynı sıfattaki iki farklı mahkemeye düşmeyip aynı mahkemenin, yani aynı hâkimin önüne gelseydi ne olacak idiyse aynı şey olacaktır. Ancak AYM, bu hususları ciddî şekilde tartışmadığından böyle temel hatalar yapabilmektedir.

3. Şayet AYM bu kararında samimi, ciddî ve bu görüşü gerçekten hukukîyse o zaman aşağıdaki sorulara cevap vermeli ve önüne geldiğinde şu konularda iptal kararını (veya bireysel başvuruda hak ihlâlini) hiç beklemeden vermelidir.

· Eğer AYM bu kararını gerçekten uygulayacaksa, o zaman örneğin, uygulamada sıkça görüldüğü üzere, bir mahkeme hâkiminin izinli olması halinde, aynı sıfattaki başka numaralı mahkeme hâkiminin o dosyaya bakmasını da sorunlu görmelidir. Çünkü, hâkim aynı hâkim değildir, aynı mahkemede görevli dahi değildir, başka mahkemenin, o mahkemede görevlendirilen hâkimidir. Hatta uygulamada aslında hâkim, mahkeme, Devlet mazeretliyken, avukatlardan haksız şekilde mazeret dilekçesi alınması çabası da külliyen sakattır. Yine şayet kötüniyetten bahsedilecekse, o zaman sorunlu ve tartışmalı bir dosyada örneğin hâkimin izin alarak, başka bir hâkimin mecburen o dosyaya bakması, baktırılması durumu da ortaya çıkabilecektir. Bu bizim değil, AYM’nin kararının mantıkî sonucu ve çıkarımıdır.

· Eğer AYM bu kararında gerçekten ciddiyse, o zaman öncelikle bir dosyanın, davanın ortasındayken -hem de hâkimin talebi olmadığı, haklı sebebi bulunmadığı halde- yapılan hâkim değişikliklerini de yine tabii hâkim ilkesine aykırı bulması gerekir. Çünkü, sebepsiz ve dayanaksız şekilde, hele de tayin ve atama dönemi değilse, hâkimin de talebi yoksa bir davanın ortasında hâkim değişikliği tamamen Anayasanın tabii hâkim ilkesine aykırı görülmek durumundadır.

· Eğer AYM bu kararında gerçekten tutarlıysa, daha da vahim olarak aslında idarî bir yapı olan ve başında Adalet Bakanının bulunduğu HSK’nın, aynı mahkemelerin daireleri arasında iş dağılımı konusunda yetkisini, bunu duruma göre değiştirmesini, özel mahkemelerin yargı alanının belirlenmesini de (5235 s.K m. 5’deki muhtelif yetkiler) yine tabii hâkim ilkesine aykırı bulmalıdır. Unutmamak gerekir ki, HSK bir anda bu yetkisini kullanabilir; o ana kadar başka bir mahkemede görülen aynı tür davalar başka bir mahkemede görülmeye başlanabilir.

· Eğer AYM, bu kararının gerçekten arkasında duracaksa, bir dosyada, o dava sonuçlanana kadar bazen 10-15 hâkim değişikliğini de tabii hâkim ilkesine aykırı görmelidir. Çünkü, HMK m. 166/1, son cümledeki iptalde, AYM bakış açısıyla mahkeme değil, adeta hâkim esas alınmıştır. Aynı yerdeki mahkemede görülen dosya birleştirme sebebiyle madem farklı hâkimler önüne gittiğinde, bu tabii hâkim ilkesine aykırıdır, o zaman davanın ortasında tarafların iradesi olmadan bu yapılan atamalar da tabii hâkime haydi haydi aykırı olacaktır. Unutmamak gerekir ki m. 166/1’deki birleştirmede, doğrudan kanun hükmü gereği bir işlem yapılırken, yukarıda verilen örneklerde çoğunlukla başında Adalet Bakanının bulunduğu idarî bir birim olan HSK’nın tasarrufu ile hâkim değişmektedir.

D. SONUÇ ve ORTAYA ÇIKACAK SORUN

· Görüldüğü üzere gerek AYM’nin dayandığı bizzat AY m. 37’nin lafzına da amacına da aykırı bir durum söz konusudur. Yani AYM, iptal kararı verirken AY’ya aykırı bir karar vermiştir.

· Bunun yanında AYM karar verirken 5235 s.K. adeta görmemezlikten gelmiş, konuyu bu açıdan hiç ele almamıştır. Bu, başlı başına gerekçesizlik, eksik gerekçe, görünürde gerekçe demektir.

· AYM’nin bu kararı esas alınırsa, başında yürütmeden Bakanın bulunduğu HSK’ya tanınan mahkeme ve hâkim değiştirmeye, yargı alanı belirlemeye ilişkin yetkilerinin haydi haydi AY’ya aykırı olması gerekir (ki kanaatimizce bunlar zaten AY’ya aykırıdır). Orada sessiz kalan AYM’nin daha basit konularda iptal kararları vermesi tutarlı değildir.

· AYM kararı esas alınırsa, bundan sonra aynı yerdeki aynı düzey ve sıfattaki mahkemeler 5235 s.K. m. 5’e rağmen ayrı mahkeme kabul edilmelidir.

· AYM kararı esas alınırsa, bundan sonra aynı mahkemede dahi (örneğin İzmir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi), hâkimin kendi dosyalarıyla ilgili verdiği birleştirme kararının ancak denetimden (kanun yolundan) geçtikten sonra bağlayıcı olması gerekir.

· Peki bundan sonra ne olacaktır? Bundan sonra basit bir birleştirme kararı dahi (belki aynı mahkemede bile olsa) kanun yoluna gidecek, bugün 2-3 yılda dönmeyen dosyalar sebebiyle istinafta bekleyecek, bu süre içinde esasa dahi girilemeyecektir.

· Bundan sonra en doğru yöntem birleştirme kararı değil, ön sorun veya bekletici sorun yapma kararıdır. Bunu bir mahkeme kendi içinde verdiği için, ara kararı olup denetim sorunu da oluşmayacaktır. Ancak burada da belki birleştirilse daha kısa sürede sonuçlanacak bir konuda, aylar, yılar boyunca bekletici sorunu beklemek gerekebilecektir. Hatta AYM’nin 5235 s.K. hükümlerini gözardı eden bu gerekçesi ve çıkarımı ile aynı mahkeme dahi, kendi davalarını birleştirmek yerine ön sorun yapıp incelemelidir.

· AYM’nin bu yaklaşımları sonucu, kanaatimizce usûl kanunları gereksizdir. Çünkü, her usûl kuralı hak aramanın önünde bir prosedür ve süreç gerektirmektedir. Bu ise bireyleri hak ararken zorlamaktadır, hak aramada mutlak engeldir. En güzeli usûlsüzlüktür. Zaten her avukatın her hâkimin kendine göre usûlü vardır darbı meseli karşısında, bu daha tutarlı bir yaklaşım olacaktır. Hak iddiasında bulunan bireyler, adliyede ön büroya bir dilekçe verip hakkım alınsın, bana verilsin derse yeterli görülmelidir. Hatta özel hukuktaki haklar da bir kamu davasına dönüşmeli, özel hukuk savcıları bireylerin haklarını talep ve takip edip vermeli, icra kanunu yoluyla değil, infaz kanununa hükümler eklenerek haklar elde edilmelidir.

Yaşasın usulsüzlük!...