Bilirkişilikte Hukuki Sınır, Denetime Elverişlilik ve Hakimin Takdir Yetkisi - I

Abone Ol

Bu yazı dizisinde, hukuk muhakemesinde bilirkişilik kurumunun sınırları ve işlevi üç başlık altında incelenecektir. İlk bölümde kavramsal ve kanuni sınır, ikinci bölümde denetime elverişlilik ve yöntem açıklığı, son bölümde ise hakimin takdir yetkisi ele alınacaktır.

I. Giriş

Hukuk muhakemesinde bilirkişilik, teknik bilginin yargısal değerlendirmeye yardımcı olmasını sağlamak amacıyla öngörülmüş, sınırları kanunla belirlenmiş bir kurumdur. Ancak uygulamada, bazı bilirkişi raporlarının bu sınırı aşarak kararın esasını fiilen belirlediği; böylece hakimin hukuki takdir yetkisini daralttığı görülmektedir. Bu durum, hem kanun koyucunun kurmak istediği yargılama dengesini hem de kararların denetlenebilirliğini zedelemektedir.

Çalışmamızda, bilirkişiliğin kanuni sınırı, raporun denetime elverişlilik ölçütü ve hakimin takdir yetkisinin korunmasına yönelik usul güvenceleri, yüksek yargı kararları ışığında değerlendirilmektedir. Amacımız, teknik görüşün hüküm kurma sürecinde hakimin yerine geçmemesini güvence altına alan esasları belirginleştirmek; bilirkişi raporunun yöntem açıklığı, gerekçe tutarlığı ve tarafsızlık ilkeleriyle hükme elverişli hale geldiği sınırları gösterebilmektir.

II. Kanuni Çerçeve

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266’ncı maddesi uyarınca, bilirkişiye yalnızca çözümü hukuk bilgisini aşan teknik meselelerde başvurulabilir. Hakim, genel bilgiyle veya mesleğin gerektirdiği hukuki yetkinlikle çözülebilecek bir konuyu bilirkişiye devredemez. Hukuk eğitimi almış kimselerin de bu alan dışında bir uzmanlıkları olduğunu belgelendirmedikçe bilirkişi olarak görevlendirilmeleri mümkün değildir.

Bilirkişi ataması, kural olarak, listelerde kayıtlı uzmanlar arasından yapılır. Uyuşmazlık konusu alanda liste kaydı bulunmuyorsa, öncelikle diğer bölge listeleri dikkate alınır; bu da mümkün değilse, kanunda öngörülen şartları taşıyan liste dışı kişiler görevlendirilir. Kamu görevlilerinin, kendi kurumlarıyla ilgili dosyalarda bilirkişi olarak atanamayacağı da açık bir kuraldır. Mahkeme, istisnai durumlar dışında tek bilirkişi görevlendirir. Ancak gerekli görülürse, gerekçesi açıkça belirtilmek suretiyle, tek sayıda kişiden oluşan bir bilirkişi kurulu da oluşturulabilir. Bilirkişilik görevi, mahkemeye karşı yükümlülük içerir. Bu kapsamda davete uyulması, görev süresi içinde rapor sunulması ve gerekliyse yemin edilmesi gerekir. Listelerde yer alanlara, daha önce ettikleri yemine bağlı oldukları hatırlatılır; liste dışındakilere ise mahkeme huzurunda yemin ettirilir. Hakimler hakkında geçerli olan yasaklılık ve ret sebepleri, bilirkişiler bakımından da uygulanır. Taraflar, bu sebeplerin öğrenilmesinden itibaren bir hafta içinde ret talebinde bulunabilir.

Bilirkişiye verilecek görevin kapsamı mahkemece açıkça belirlenmelidir. İnceleme konusu, cevaplanması gereken sorular ve raporun teslim süresi karar metninde yer alır. Süre kural olarak üç aydır. Gerekli hallerde ve gerekçesi gösterilerek, bir defaya mahsus olmak üzere üç ay daha uzatılabilir. Basit yargılama usulünde bu süre iki aydır. Bilirkişi, uzmanlık dışı kalan konuları, başka uzmanın katkısını gerektiren durumları veya önceden celbi gereken belge ve kayıtları, görevlendirmeden itibaren bir hafta içinde mahkemeye bildirir. Görev şahsen yerine getirilir ve sır saklama yükümlülüğü süresiz olarak devam eder.

Bilirkişinin çalışmaları mahkemenin denetimi altındadır. Sürecin herhangi bir aşamasında tereddüt edilen noktalar bakımından mahkemeden açıklama talep edilebilir. Somut şey üzerinde inceleme yapılacaksa, bu yalnızca mahkeme kararıyla ve tarafların hazır bulunması sağlanarak gerçekleştirilir. Taraflardan bilgi alınması gerekiyorsa, karşı tarafın yokluğunda dinleme yapılamaz. Bu ilkelere Kanun’un 278’inci maddesinde yer verilmiştir. Bununla birlikte raporun, yalnızca teknik konularla sınırlı kalması esastır. Bilirkişi, hukuki değerlendirme yapamaz. Rapor; gözlemlenen olgular, uygulanan yöntem, ulaşılan sonuç ve dayanak gerekçelerle birlikte sunulmalıdır. Kurul şeklinde çalışan bilirkişiler arasında görüş ayrılığı varsa, azınlık görüşü gerekçesiyle birlikte belirtilir. Rapor, dizi pusulasına bağlanarak mahkemeye teslim edilir ve duruşmadan önce taraflara tebliğ edilir.

Tebliğden itibaren iki hafta içinde taraflar, raporda eksik veya belirsiz gördükleri kısımların tamamlatılmasını, açıklama alınmasını ya da yeni bilirkişi atanmasını talep edebilir. Teknik çalışma gerektiren hallerde, aynı süre içinde başvurulmak kaydıyla, iki haftayı geçmeyen bir defalık ek süre verilebilir. Mahkeme, ek rapor alınmasına, bilirkişinin duruşmada dinlenmesine ya da yeniden inceleme yapılmasına karar verebilir.

Hakim, bilirkişi raporunu diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir. Bilirkişiye ödenecek ücret ve giderler, yürürlükteki tarifeye göre belirlenir. Bilirkişiler, ceza hukuku bakımından kamu görevlisi sayılır. Kasten ya da ağır ihmalle düzenlenen ve gerçeğe aykırı olup hükme esas alınan raporlar nedeniyle doğan zarar, öncelikle Devlet tarafından tazmin edilir. Devlet, yaptığı ödemeyi kusurlu bilirkişiye rücu eder. Tazminat ve rücu davalarında görevli mahkeme ile zamanaşımı süreleri, Kanun’un 282 ila 287’nci maddelerinde düzenlenmiştir.

III. Hukuki Sınır

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266’ncı maddesi, bilirkişiye başvurulabilecek halleri yalnızca çözümü özel veya teknik bilgi gerektiren konularla sınırlandırmıştır Bu düzenleme, hukuki muhakemeye yön veren “hakimin hukuku bilmesi” ilkesinin zorunlu sonucudur. Zira hukuki nitelendirme, yorum ve değerlendirme faaliyetleri hakimin devredemeyeceği asli görevlerdendir. Bilirkişilik kurumu, bu görevlerin yerine geçirilmek için değil, teknik vakıaların çözümünde bilimsel katkı sağlamak amacıyla düzenlenmiştir. Dolayısıyla bilirkişi, hakimin takdir yetkisini paylaşan değil, teknik meseleleri aydınlatan bir yardımcı konumundadır.

Uygulamada, bilirkişilerin teknik tespit sınırını aşarak hukuki nitelendirmelere yöneldikleri; kimi zaman taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin uygulanma biçimini yorumlamak veya borç ilişkisinin kapsamını belirlemek suretiyle hakimin görev alanına müdahale ettikleri görülmektedir. Bu durum, hem Kanun’un 266’ncı maddesinin lafzına hem de yargılamanın denetlenebilirliği ilkesine aykırıdır. Çünkü hakimin yerine geçerek hükme esas gerekçeye nüfuz eden bir bilirkişi raporu, kararın denetlenmesini güçleştirir ve hatta imkansız hale getirir.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 22.06.2017 tarihli, 2016/631 E. ve 2017/2693 K. sayılı kararında, götürü bedelli eser sözleşmesinde bilirkişinin taraf iradesine ilişkin hukuki nitelendirme yapamayacağı, yalnızca teknik oran ve bedel hesaplarıyla sınırlı kalması gerektiği belirtilmiştir. Zira hakimin görevi, teknik çözümleme yapmak değil; bilirkişi destekli teknik tespitleri serbestçe değerlendirip hukuki nitelendirme ve hüküm kurmaktır. Bu sınırı aşan raporların, hükme esas olacak hukuki takdiri fiilen belirlediği ve böylece kararın yargısal denetimini zorlaştırdığı ifade edilmiştir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 04.12.2023 tarihli, 2022/2815 E. ve 2023/4059 K. sayılı kararında da aynı yönde değerlendirme yapılmış; bilirkişinin fiziki gerçekleşme oranını tespit etmekle yetinmesi gerektiği, işin sözleşmeye aykırı veya kusurlu sayılıp sayılmayacağının ise yalnızca mahkemenin takdirine tabi olduğu belirtilmiştir. Kararda, raporlarda “yüklenici eksik ifada bulunmuştur” gibi hüküm doğurucu ifadelerin kullanılması, bilirkişinin hukuki sınırı aştığının göstergesi sayılmıştır. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi’nin 21.03.2024 tarihli, 2024/232 E. ve 2024/343 K. sayılı kararında da aynı çizgi korunmuş; bilirkişinin sadece teknik tespit ve oranlama yapmakla görevli olduğu, buna karşılık sözleşme hükümlerine veya taraf beyanlarına ilişkin yorumların usule aykırı olduğu ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, delil tespiti sırasında hazırlanan bilirkişi raporlarının dahi mahkemenin hukuki takdir yetkisini sınırlamayacağı vurgulanmıştır. Hükmün esasını belirleyecek olan unsur, teknik açıklamanın kendisi değil, bu açıklamanın hukuki olarak anlamlandırılmasıdır.

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 30.01.2014 tarihli, 2013/6615 E. ve 2014/598 K. sayılı kararında, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden doğan bir davada bilirkişinin teknik sınırlarını aşarak sözleşme yorumuna girişmesi eleştirilmiş; mahkemenin, bu gibi durumlarda önceki raporları tartışan ve gerekçelendiren yeni bir teknik raporu üç kişilik bilirkişi kurulundan alması gerektiği belirtilmiştir. İfade etmemiz gerekir ki mezkur karar, bilirkişi raporlarının hem denetlenebilir hem de teknikle sınırlı olması gerektiğini vurgulayan önemli bir içtihattır.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 24.02.2020 tarihli, 2019/2868 E. ve 2020/732 K. sayılı kararında, sözleşmenin yorum ve nitelendirilmesinin mahkemeye ait olduğu; bilirkişinin ise, sözleşmede öngörülen bedel/fiyat sistemine sadık kalarak teknik tespit ve hesap yapması gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre bilirkişi, varsa götürü–birim fiyat gibi sözleşmesel rejimi esas almak; serbest piyasa/rayiç ve teamül verilerini ancak bu sistemin yardımcı unsurları olarak kullanmakla bağlıdır. Bilirkişinin sözleşme sistemini bertaraf eden veya hukuki takdiri fiilen ikame eden değerlendirmeleri, raporun isabet ve denetlenebilirliğini zedeler. Bu hallerde raporun hükme elverişliliği mahkemece ayrıca tartışılmalı, gerekirse ek rapor ya da yeni kuruldan görüş alınmalıdır. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 24.05.2019 tarihli, 2018/1856 E. ve 2019/2348 K. sayılı kararında da, eksik inceleme ve hukuki nitelendirme içeren raporların bozma sebebi oluşturduğu belirtilmiş; “eksik iş” ve “ayıplı ifa” ayrımının bilirkişiye değil, hakime ait bir değerlendirme olduğunu nitelendirmiştir Aynı doğrultuda, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi’nin 19.11.2024 tarihli, 2022/1129 E. ve 2024/968 K. sayılı kararında, çelişkili bilirkişi raporlarının varlığı halinde mahkemenin uzmanlık düzeyi yüksek yeni bir teknik kuruldan görüş alması gerektiği; raporun yalnızca teknik açıklamalar içermesi, hukuki yorumdan uzak kalması gerektiği vurgulanmıştır.

Kanaatimizce, Yargıtay ve BAM kararlarının ortak çizgisi, bilirkişi raporlarının yargılamada “yardımcı unsur” niteliğinde kaldığı, hukuki nitelendirme ve kanun yorumunun ise münhasıran hakime ait olduğu yönündedir. Bilirkişi, yalnızca teknik yönü açıklamakla görevlidir ve bu açıklamalar kararın esasını belirleyemez. Hakim, rapordan teknik değerlendirme yönüyle faydalanmalı; raporun sadece sonucunu değil, gerekçesini de hukuki süzgeçten geçirmelidir. Zira nihai değerlendirme ve delil takdiri, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 282’nci maddesi gereğince hakimin takdir yetkisi içindedir. Bu sınır aşıldığında, yargılamanın ağırlık merkezi teknik metne kaymakta; yargılamanın öznesi olan hakimin iradesi geri planda kalmaktadır. Böyle bir durumda adalet, biçimsel bir teknik metnin içine hapsolur. Bu sebeple bir bilirkişi raporunun hukuken geçerli sayılması, teknik doğruluk kadar yetki sınırına gösterilen sadakate de bağlıdır. Nitekim Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 24.10.2019 tarihli, 2016/8672 E. ve 2019/4467 K. sayılı kararında da, bilirkişinin hukuki yorum alanına müdahalesi eleştirilmiş ve sözleşme hükümlerini serbestçe yorumlayarak hüküm doğuracak şekilde kanaat bildiren bir raporun, hükme esas alınamayacağı belirtilmiştir. Daire, bilirkişinin görevinin, yalnızca sözleşme rejimi içinde kalan teknik ve fiili meseleleri açıklamakla sınırlı olduğunu vurgulamıştır. Bu yaklaşım, hem yargısal bağımsızlığı hem de kararların denetlenebilirliğini teminat altına alan esaslı bir yoldur.

Bir sonraki yazıda, bilirkişi raporlarının denetlenebilirliği ile yöntem açıklığı ve usul güvenceleri değerlendirilecektir.

>> Bilirkişilikte Hukuki Sınır, Denetime Elverişlilik ve Hakimin Takdir Yetkisi - II