1. Giriş:
Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personeline ilişkin disiplin suç ve cezaları 7068 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’da düzenlenmiştir.
Kanaatimce Kanunda, “fiili tecavüzde bulunmak”, “dövme girişiminde bulunmak”, “dövmeye teşebbüs etmek”, “fiil veya harekette bulunmak” gibi, bir hukuki düzenlemede bulunmaması gereken kavram kargaşı ile, “Amir veya üstlerini dövmeye teşebbüs etmek” suçunda sayılan “amir”e, (cezası daha ağır olan) “Üstlerine, aynı rütbedeki meslektaşları ile diğer mesai arkadaşlarına fiili tecavüzde bulunmak” suçunda yer verilmemesi gibi gariplikler bulunmaktadır.
Fakat bu yazıda, (yukarıdakilerden daha belirsiz olduğu düşüncesiyle), yirmidört ay uzun süreli durdurma cezasını gerektiren ve Kanunun 8/5-ç/6 alt bendinde düzenlenmiş bulunan “Kişinin iffetine yönelik söz söylemek, fiil veya harekette bulunmak” suçu ele alınmıştır.
2. Disiplin hukuk ve ceza hukuku ilişkisi
Bilindiği üzere, disiplin hukuku tipiklik ve kıyas bakımından ceza hukukundan daha geniş bir yorum ve uygulama alanına sahip olsa da, Anayasa’da kabul edilen suç ve cezalara ilişkin esaslar ile kanunilik ilkesi bakımından aynı teminat kapsamındadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesine göre de: Anayasa’nın 38’inci maddesinde idari suç ve cezalar ile adli suç ve cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından her ikisi de bu maddede öngörülen ilkelere tabidir. Adli ve idari suçlarda davranış normlarına aykırı ve haksızlık teşkil eden bir fiille, kanun koyucunun koruma altına aldığı bir hukuki değerin ihlali söz konusu olup adli ve idari cezaların her ikisi de cebir içermektedir[1]
Keza Danıştay da, kamu hizmetinin belli bir düzen içerisinde yürütülmesi için gerekli önlemlerden olan disiplin cezasının, niteliği gereği öteki idari işlemlerden farklı olduğunu, disiplin cezası vermeye yetkili organlar ile bu organların oluşumu, çalışma usulü, karar oluşturulması, bu kararlara itiraz ve bütün bu sürecin her aşaması için öngörülen süre koşulları ile disiplin cezası işleminin sıkı şekil şartına bağlı olarak uygulanabileceğini kabul etmektedir.[2]
Nitekim “Kanunilik”, “geçmişe yürüme yasağı”, “masumiyet karinesi”, kendisi veya yakınları aleyhine beyanda bulunmaya zorlanamama”, hukuka aykırı delillerin kullanılamaması”, “ceza sorumluluğunun şahsiliği”, “itiraz üzerine aleyhe değiştirme yasağı”, “aynı fiile birden fazla ceza verme yasağı yasağı” gibi ilke ve yasaklar disiplin hukukunda da geçerlidir.
3. “İffet” kavramı, niteliği ve hukuki çerçevesi
“İffet” kelime olarak “namus”, “ırz” anlamına gelmekte ve “cinsel konularda ahlak kurallarına bağlılık” durumunu ifade etmektedir.[3]
Bu nedenle, iffet duygusu tamamen kişisel etik alanında kalmaktadır.[4] Böyle olduğu içindir ki, (alenen cinsel ilişkide bulunmak, teşhircilik, cinsel içerikli söz, tavır ve diğer davranış gibi) sadece “Hayasızca Hareketler” ile “cinsel suçlar” yönünden ceza ve disiplin hukuku alanına girebilmektedir.
Bahse konu suçlar ise sadece “kasten işlenebilen”, (taksirle işlenemeyen) suçlardır. Bu nedenle ve öncelikle failin saikinin; suça konu harekete geçmesine yol açan sebebin[5] kesin olarak tespiti zorunludur.
Zira cinsel suçlarda failin cinsel arzuları tatmin amacıyla da hareket etmesi gerekir. Bu amaç olmadan gerçekleştirilen cinsel saldırı görünümlü eylemlerde, ancak kanunda yazılı bir başka suç söz konusu olabilir.[6]
Bu bağlamda, sadece cinsel saikle (cinsel arzuları tatmin amacıyla) işlenebilen bu suçlarda kastın tespiti yönünden, mağdur ya da tanıkların; ruhsal durum, sosyo-kültürel düzey, medeni hal, özel olarak içinde bulunulan dönem ve benzeri nedenlerle yaptıkları sübjektif nitelendirmelerin bir önemi yoktur.
Şu halde, incelenen disiplin kuralı bağlamında, sübuta ilişkin muhakeme yapılırken, mağdurun ya da tanıkların öznel durumlarından ya da algılarından hareketle birtakım algılara kapılarak ve/veya niyet okuyarak belirttikleri kanaatlere değer verilemez.
4. Mevcut kuralın içerdiği tehlike, hukuka uygun yorum ve uygulama önerisi
a. Mevcut kuralın içerdiği tehlike
Anayasa Mahkemesine göre, suç ve cezalarda kanunilik ilkesinin idari suçlar yönünden daha esnek uygulanması gerekmekle birlikte, suç ve cezalara ilişkin düzenlemelerin yalnızca kanun metninde yer alması yeterli değildir. Söz konusu düzenlemelerin içerik bakımından da belirli amacı gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir. Bu açıdan kanunun metni, bireylerin hangi somut fiil ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belirli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Bu nedenle, belirli bir kesinlik içinde kanunda hangi fiile hangi hukuksal yaptırımın bağlandığının bireyler tarafından bilinmesi ve eylemlerin sonuçlarının öngörülebilmesi gerekir.[7]
İnceleme konusu disiplin kuralı, içerik bakımından belirli ve kanunilik amacını gerçekleştirmeye elverişli olmayan suç ve ceza düzenlemelerinin kanun metninde yer almasının tek başına yeterli olmadığının ve hukuki güvence sağlamadığının tipik bir örneğidir.
Nitekim, ceza hukukunada kabul edilen ilke ve kurallara başvurmadan, “Kişinin iffetine yönelik söz söylemek, fiil veya harekette bulunmak” eyleminin çerçevesini çizmek ve doğru hukuki sonuca ulaşmak neredeyse olanaksızdır. Anayasa Mahkemesinin kastettiği “esnek uygulanma” bu değildir. Çünkü mağdurun ya da tanıkların ruhsal durum, sosyo-kültürel düzey, medeni hal, özel olarak içinde bulunulan dönem ve benzeri nedenlerle yaptıkları sübjektif nitelendirmelerden hareketle birtakım algılara kapılarak ve/veya niyet okuyarak bulundukları şikayet ve/veya beyanların, failin saiki tamamen farklı olduğu halde, iffete karşı söz, fiil ya da hareket olarak nitelendirilmesi son derece kolaydır. Çünkü çerçevesi çizilmemiş de olsa, Kanun da tam da bu kavrama yer veren hazır bir suç tanımı vardır. Keza soruşturmacıların büyük çoğunluğu da hukukçu değildir.
b. Hukuka uygun yorum ve uygulama önerisi
Öncelikle belirtelim ki, Kanunun mevcut halinde, inceleme konusu disiplin kuralı bağlamında bir “kanun boşluğu” bulunmamaktadır.
Zira her ne kadar “belirlilik ilkesi” yönünden sorunlu olsa da, “Kişinin iffetine yönelik söz söylemek, fiil veya harekette bulunmak” şeklinde düzenlenmiş bulunan disiplin suçunun, unsurları yönüyle gerçekleşmiş olduğunun (özellikle manevi unsura ilişkin yukarıdaki açıklamalara uygun biçimde) tespiti halinde, failin, Kanunda öngörülen yirmidört ay uzun süreli durdurma cezası ile cezalandırılmasında kanaatimce hukuki bir sorun olmayacaktır.
Keza aynı eylemin, (özellikle manevi yönünden) sabit olduğunun kanıtlanamadığı ve niteliği itibarıyla uygun düştüğü durumlarda da, Kanunun 8/3-b/1 alt bendindeki, “Kendisi ile aynı rütbede çalışanlara, astlarına veya mesai arkadaşlarına karşı onur kırıcı söz söylemek, davranışta bulunmak veya söz, yazı ya da eylemle hakaret etmek” ya da 8/3-c/4 alt bendindeki, “Görev sırasında kişilere karşı onur kırıcı söz söylemek veya davranışta bulunmak”, 8/4-b/6 alt bendindeki, “Hizmet dışında resmi sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak” ya da 8/5-b/2 alt bendindeki “Hizmet içinde resmi sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak” suçlarından biriyle failin cezalandırılması mümkün olabilecektir.
5. Sonuç:
Kanaatimce 7068 Sayılı Kanun, bir ceza normunda bulunması gereken kavram birliğinden ve sistematik mantıktan yoksundur. Daha da önemlisi, kanunilik amacını ve belirlilik ilkesini gerçekleştirmeye elverişli olmayan suç ve ceza düzenlemeleri barındırmaktadır.
Bu durum, 7068 Sayılı Kanunun “suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin yeterince karşılanamadığı gerçeğinin yanı sıra, düzenleme biçimi bakımından, uygulayıcıları son derece hatalı sonuçlara götürebilecek tehlikeler barındırdığını ve böylece Kanun kapsamındakilerin yeterli hukuki güvenceye sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır.
İnceleme konusu bağlamında kanun boşluğu yoktur. Fakat bu haliyle anılan kuralın ya da benzerlerinin doğru uygulanması neredeyse olanaksızdır.
Av. Coşkun ÖZBUDAK
Aydın Barosu
----------
[1] AYM, 17.10.2018, E. 2018/110, K. 2018/99
[2] D.12.D., 16.06.2008, E: 2008/1919, K: 2008/3714, D.8.D., 12.10.1998, E: 1998/4988, K: 1998/3015).
[3] TDK Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.937
[4] H. Algan Canseven: “Hayasızca Hareketler Suçu (TCK m. 225)”, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, 2022; 10(1): 235-279)
[5] Sulhi Dönmezer: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, İstanbul, 1996, C. 2, s. 244
[6] Osman Yaşar, H. Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç: (Yorumlu – Uygulamalı) Türk Ceza Hukuku, Ankara, 2014, C. 3, s. 3388