Herkes bizim dostumuz ya da biz herkese dostuz. Büyüklerin tabiri ile ‘iyi gün dostu muyuz kara gün dostu muyuz’. Birbirimize katlanıp katlanamadığımıza bağlıdır cevaplar.
Katlanmayan insan, yalnızlığa mahkumdur. Sadece kendisi için yaşayanlar katlanmayı da bilmezler. Dostlukların da arkadaşlıkların da hatta evliliklerin de çabucak bitivermesi aslında bundandır. Hayatta ben merkezli yaşadığımızda bizim acımızdan büyük acı yoktur, bizim bozulan keyfimizden de fazlası hiç olamaz. Bu yüzden bizim küçük üzüntülerimiz hayattaki her şeyi bozmamız için kafidir. Moralimiz bozuktur ödev yapmayız, canımız çok sıkılmıştır gitmeyiz okula, işler de kalabilir zaten. Bizi arayan bir dostun bakmayız telefonuna, şimdi çekemeyiz onu deriz geçeriz. O gün bizim derdimizin üzerine dert yoktur ya. Dünya dönmeyi bile kessin isteriz. Böylesi hayatlar var etrafımızda.
Kendi acılarımız ve kendi küçük dertlerimizle ipek böceği gibi kendi çevremize koza ördüğümüzü bir anlayabilsek. Etrafa bir bakabilsek. Acılarımızın da dertlerimizin de hatta öfkelerimizin de ne de küçük olduğunu.
Savaşın ortasında kucağında yavrusunun vuruluşuna şahit olan bir baba vardı Filistin’de. Hangi dert bu kadar büyük olabilir ki? Afrika’da çocuğunun açlıktan ölümünü seyreden anne kadar mı dertlerimiz?
Ne kadar büyük olursa olsun acılar, üstesinden dostlarla gelmeli. O dostları da katlanarak bulmalıyız. Hayatta yalnız olmadığımız gibi tek acı çekenin biz olmadığını, karşımızdakilerin de acı çektiğini unutmadan yaşamak gerekir. Herkesin bizi anlamasını istiyorsak bizim de etrafımızı, eşimizi, dostumuzu anlamamız, anlayabilmemiz gerekli.
Katlanmak, sevmek, düşünmek, dostun için endişelenmek, zamanından ve keyfinden yoksun kalmaktır, yoksun kalmayı göze almaktır.
Ermiş bir kişi ile öğrencisi yola çıktığında sormuş: ‘Başkan sen misin ben miyim?’ Edebinden öğrenci ‘elbette sizsiniz efendim’ demiş. ‘Tamam o zaman, artık benim kararlarıma itiraz yok’ demiş ermiş kişi. Azık torbasını sırtlamış, öğrenci ‘aman efendim ben taşıyayım onu deyince, itiraz yok, başkan benim’ demiş. Yağmur başlamış, sırtındaki abayı öğrencinin üstüne örtmüş ermiş kişi. Yolculuk bitmiş ama öğrenci de erimiş bitmiş. ‘Efendim, ben çok mahcup oldum’ demiş. Ermiş insan, ‘evladım, yoldaşlarına sen de böyle muamele et’ demiş.
Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.
Hayatın acı-tatlı günlerini etrafımızdaki dostlarla, eşle, kardeşle, anne-babalarımızla yaşıyoruz. Ömür denen yolda yoldaşlarımız onlar. Onlara katlanmak gerek, anlamak gerek, sabır gerek. Her gün etrafımızda oldukları için, onları bir gün daha gördüğümüz için şükür gerek. Gözlerinin içine kalbimizin sıcaklığını akıtmak gerek, derdini derdimiz bilmek gerek.
Hayat, dost ve sevdiklerimizin kalpleri arasında med-cezirlerle yaşanır. Acılarımız, neşelerimiz, sevgilerimiz kalplerden kalplere yol almalı, değişmeli... Arınmalı tekrar bize gelmeli.
Unutmayın ki, akmayan su bulanır. Acılar da neşeler de...
Ey Dost!
Sana gönderilen bir özür mektubudur bu. Üzdü isem, kırdı isem, dönüp geldiğimin resmidir. Katlanamadığım acılarına kefarettir bu. Kapını çalan, bir gece apansız seni uyandıran, eğer unutmadınsa... O benim.