İBB İDDİANAMESİNE DAİR

Abone Ol

İBB iddianamesi kamuoyunda yoğun biçimde dolaşıma girmiştir. Yaklaşık 3.900 sayfadan müteşekkil bu iddianame, Türk hukuk tarihi bakımından istisnai nitelikte bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu denli büyük hacimli iddianameler, geçmişte bazı kumpas davaları sürecinde de görülmüştü.

Kanaatimizce 3.900 sayfalık bir iddianamenin makul ve ölçülü bir iddianame olarak kabul edilebilmesi hukuken mümkün değildir. Zira hukuki metinler açık, sade ve anlaşılabilir olmalıdır. Kanunlarımız de bu bakış açısı ile hazırlanır. Böylesine büyük hacimli bir iddianamenin okunması, değerlendirilmesi ve buna karşı savunmaların hazırlanması, fiilen saatler, günler hatta aylar sürecek bir süreci zorunlu kılmaktadır.

Dosya kapsamında çok sayıda tutuklu sanık bulunmaktadır. Silivri Cezaevi 9 No’lu kampüste, bilindiği kadarıyla bu dosyadan yüzü aşkın sanığın tutuklu olduğu bilinmektedir. Sanık müdafilerinin müvekkillerine 3.900 sayfalık iddianameyi aktarmaları ve tutuklu sanıkların ceza infaz kurumunda etkin bir savunma hazırlamaları, olağan koşullar altında dahi son derece güçtür. Buna karşın, söz konusu kampüste yalnızca 8 adet avukat görüş kabininin bulunması, savunma hakkının etkin kullanımını fiilen imkânsız hâle getirmektedir.

Nitekim iddianame öncesinde dahi avukatların müvekkilleriyle görüşebilmek için saatlerce beklemek zorunda kaldıkları bilinmektedir. İddianamenin açıklanması sonrasında bu bekleme sürelerinin daha da uzadığı anlaşılmaktadır.

İddianamenin fiziken basılması ve çoğaltılması hususunda basına yansıyan bilgilere göre yaklaşık 18.000 TL tutarında bir fotokopi masrafı oluşmaktadır. Bir iddianamenin çıktısının alınmasının bu denli yüksek bir maliyete yol açması, makul ve kabul edilebilir değildir. Ayrıca bu ölçekte bir çoğaltma işleminin ciddi miktarda kâğıt atığına sebebiyet vermesi, çevresel hassasiyetler açısından da ayrıca değerlendirilmelidir.

Tutuklu sanıkların 3.900 sayfalık metni okuyarak her bir isnada yönelik savunmalarını avukatlarıyla istişare ederek hazırlamaları, savunma hakkının ayrılmaz ve zorunlu unsurudur. Ancak fiiliyatta, yalnızca kâğıt ve kalem kullanılarak, üstelik kalabalık koğuş şartları altında bu denli kapsamlı bir iddianameye karşı sağlıklı bir savunma hazırlanmasının mümkün olmadığı açıktır.

Pek çok sanığın tek kişilik koğuşlarda değil, 30–40–50 kişilik koğuşlarda kaldığı da dikkate alındığında, yalnızca geleneksel kağıt kalem kullanımıyla savunmaların hazırlanmasını beklemek gerçekçi değildir. Bu çerçevede, tutuklu sanıklara denetimli şekilde bilgisayar kullanımına izin verilmesi gerekir. İnternet erişimi kapalı, dış iletişime kapalı ve güvenlik riskleri bertaraf edilmiş bilgisayarlar aracılığıyla savunma hazırlanmasına imkân tanınmalıdır. Bu yönde alınacak tedbirler ile, savunma hakkının etkin biçimde kullanımını sağlanabilir.

Aksi yöndeki uygulamalar, savunma hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracaktır. Tutuklu sanıkların saatlerce kâğıt kalem kullanarak savunma hazırlamaya zorlanmaları ve avukatların müvekkilleriyle görüşebilmek için uzun süreler sıra bekledikten sonra ancak görüşebilmesi, silahların eşitliği ilkesine de aykırılıktır.

Bu denli hacimli iddianameler, çağdaş ve sağlıklı bir yargılama pratiği ile bağdaşmamaktadır. Zira bu tür dosyalar, kovuşturma aşamasında görevli mahkemelerin iş yükünü olağanüstü derecede artırmakta ve mahkemeleri fiilen işlevsiz hâle getirme tehlikesi doğurmaktadır. 3.900 sayfalık iddianamesi bulunan, yüzlerce klasör delil içeren ve 402 sanığın yer aldığı bir davada, müdafii sayısının bine yaklaşabileceği de dikkate alındığında, ilgili mahkemenin bu dosya dışında başka bir işe fiilen vakit ayırabilmesi mümkün olmayacaktır.

Binlerce sayfalık evrak, yüzlerce klasör, sanık savunmaları ve bu savunmaların değerlendirilmesi yükümlülüğü, mahkemeyi ciddi biçimde kilitleyebilecek unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2023/11-540 Esas ve 2025/264 Karar sayılı ilamında, “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun temel felsefesinin; öncelikle masumiyet karinesine ve lekelenmeme hakkına azami ölçüde hassasiyet gösterilmesi olduğu vurgulanmıştır. Kararda ayrıca, toplanan delillerin yeterli şüpheyi oluşturması hâlinde iddianame düzenlenmesi gerektiği, yeterli şüphenin ise ancak hukuka uygun ve yeterli delillere dayanabileceği” açıkça ifade edilmiştir. Söz konusu iddianamenin, Yargıtay ilamında ifade edilen hususları ne derece taşıdığı ayrı bir tartışma başlığı ve konusudur.

Öte yandan bu duruşmalarda “duruşma zaptının tutulma usulü” de ayrıca değerlendirilmesi gereken önemli bir başlıktır. Büyük hacimli dosyalarda mahkemeler tarafından ses ve görüntü kaydı alınmakta, bu kayıtlar daha sonra görevli kişiler tarafından yazıya aktarılmaktadır. Bu yöntem, uygulamada zaman kaybına yol açmakta ve insan hatasına açık riskler barındırmaktadır.

Uzun süren beyanların manuel biçimde yazıya aktarılması hem ciddi bir emek hem de yüksek hata ihtimali doğurmaktadır. Bu risklerin bertaraf edilebilmesi için yargı sisteminin teknolojik imkânlardan daha etkin şekilde yararlanması gerekmektedir. Günümüzde konuşmayı anlık olarak yazıya dökebilen gelişmiş yazılım ve uygulamalar mevcuttur. Bu tür teknolojilerin mahkemeler nezdinde kullanılması, yargılamanın daha sağlıklı ve daha süratli yürütülmesine katkı sağlayacaktır.

Bu teknolojilerin kullanılması yalnızca zaman tasarrufu sağlamayacak, aynı zamanda sanık beyanlarının eksiksiz ve doğru biçimde zapta geçirilmesini de temin edecektir. İnsan kaynaklı hataların asgari seviyeye indirilmesi bakımından bu tür sistemlerin kullanımı artık bir zorunluluk hâline gelmiştir. Bu hususun, Adalet Bakanlığı ve ilgili kurumlar tarafından ciddiyetle değerlendirilmesi gereken bir reform alanı olduğu kanaatindeyim.

Av. Bekir ATAHAN