Şimdilik varsayımsal bir senaryo, fakat aynı zamanda olası bir hukuki krizden bahsedeceğim: İsrail’e doğru ilerleyen bir insani yardım filosuna saldırılması ve buna komşu ülkelerin askeri karşılık vermesi, uluslararası hukukun en hassas dengelerini test edecektir. Küresel Sumud Filosu’na ilişkin güncel gelişmeler bu senaryoyu teorik bir tartışmadan çıkarıp somut bir ihtimale dönüştürme potansiyeli taşımaktadır.
Tarihin Tekrarı mı? Mavi Marmara’dan Sumud’a
2010’da Mavi Marmara gemisine yönelik saldırı, uluslararası hukukun en tartışmalı olaylarından biri olarak kayda geçti. Dokuz sivilin yaşamını yitirdiği bu müdahale, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi tarafından “uluslararası hukuka aykırı” bulundu. Aradan on beş yıl geçti; bugün 44 ülkeden aktivistlerin oluşturduğu Sumud Filosu benzer bir rotada ilerliyor ve İsrail’in müdahaleye hazırlandığı bildiriliyor.
Bu noktada kritik soru şudur: Eğer bu kez üçüncü bir devlet, filosunu korumak amacıyla askeri güç kullanırsa ne olur?
Deniz Hukukunun Açık Deniz İlkesi
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS), açık denizlerde tüm devletlerin eşit haklara sahip olduğunu ve hiçbir devletin bu sularda egemenlik iddia edemeyeceğini öngörür. Kıyıdan 12 deniz mili ötesi açık denizdir ve burada “seyir serbestisi” ilkesi geçerlidir.
Mavi Marmara olayı, İsrail kıyılarından yaklaşık 130–150 kilometre açıkta, tam da bu bölgede meydana gelmişti. Uluslararası hukuk uyarınca bir devletin açık denizde başka bir devletin bayrağını taşıyan gemiye müdahalesi ancak korsanlık, köle ticareti veya yasa dışı yayın gibi istisnai durumlarda mümkündür. İnsani yardım taşımak ise bu kategorilerin dışında kalır.
Ablukanın Hukuki Statüsü: Meşruiyet Sorunu
İsrail, Gazze’ye uyguladığı ablukayı “meşru müdafaa” hakkı çerçevesinde savunsa da bu ablukaya dair hukuki meşruiyet ciddi biçimde tartışmalıdır. Nitekim BM Genel Sekreteri António Guterres, Gazze ablukasını açıkça bir “toplu cezalandırma” olarak nitelendirmiştir. Bu durum, Cenevre Sözleşmeleri’nin bariz bir ihlali anlamına gelir.
1949 tarihli Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 33. maddesi, “Toplu cezalar yasaktır” hükmünü amirdir. İşgal altındaki bir bölgeye insani yardımın engellenmesi, uluslararası insancıl hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Hatta 1977 tarihli Ek Protokol I’in 70. maddesi, taraflara insani yardım faaliyetlerini “izin verme ve kolaylaştırma” yükümlülüğü yükler.
Dolayısıyla abluka hukuka aykırıysa, bu ablukayı korumak amacıyla açık denizde sivil gemilere yapılan müdahalelerin de hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
Üçüncü Ülkenin Müdahalesi: Meşru Müdafaa mı, Saldırı mı?
Senaryonun karmaşıklaştığı nokta şudur: Türkiye, Mısır, İtalya, İspanya veya başka bir devlet, filodaki gemileri korumak için askeri güç kullanırsa bu durum nasıl değerlendirilir?
BM Şartı’nın 51. maddesi, devletlere “silahlı saldırı” halinde meşru müdafaa hakkı tanır. Buradaki kilit soru şudur: Açık denizde bir devletin sivil gemisine yapılan saldırı, o devletin kendisine karşı gerçekleştirilmiş bir “silahlı saldırı” sayılabilir mi?
Uluslararası Adalet Divanı’nın içtihatları bu soruya olumlu yanıt vermektedir. Divan, Nikaragua kararında (1986), bir devletin başka bir devlet topraklarına gönderdiği silahlı grupların eylemlerini dahi “silahlı saldırı” saymıştır. Bu bakımdan, açık denizde bir devlet bayrağı taşıyan gemiye doğrudan yapılan askeri müdahale, çok daha açık biçimde “silahlı saldırı” niteliği taşır.
Ancak meşru müdafaa hakkı sınırsız değildir; “zorunluluk” ve “orantılılık” ilkelerine bağlıdır. Müdahale, yalnızca gemileri korumak için gerekli asgari güçle sınırlı olmalıdır. Karşı tarafın askeri altyapısına yönelik topyekûn bir saldırı ise meşru müdafaa sınırlarını aşarak yeni bir “agresyon” fiiline dönüşür.
San Remo Kılavuzu ve Silahlı Çatışma Hukuku
1994 tarihli San Remo Kılavuzu, denizdeki silahlı çatışmalara dair kuralları belirler. Buna göre bir ablukanın meşru sayılabilmesi için şu şartlar gerekir:
- Askeri zorunluluğa dayanması,
- İnsani yardıma izin verilmesi,
- Sivil–askeri hedef ayrımı gözetilmesi,
- Orantılılık ilkesine uyulması.
Gazze’ye yönelik abluka bu şartları karşılamamaktadır. Dolayısıyla, bu ablukayı delmeye çalışan bir filoya müdahale, hukuka uygun bir uygulamanın korunması değil, hukuka aykırı bir durumun sürdürülmesi anlamına gelir.
Karşılık: Kartopu Etkisi ve Tırmanma Riski
Komşu bir ülkenin kendi gemilerini korumak için İsrail’e askeri karşılık vermesi, iki farklı senaryoya yol açabilir:
1. Senaryo: Orantılı Karşılık ve Hukuki Zemin
Eğer sadece filoyu korumak amacıyla sınırlı ve orantılı güç kullanılırsa, bu uluslararası hukukta savunulabilir bir pozisyon olacaktır. BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail’in sivil bir gemiye saldırısı kınanabilir ve buna verilen sınırlı karşılık meşru görülebilir.
2. Senaryo: Tırmanma Riski ve Meşruiyetin Kaybı
Karşılık, İsrail’in askeri tesislerine yönelik genel bir saldırıya dönüşürse “meşru müdafaa” sınırları aşılmış olur. Bu durumda her iki taraf da BM Şartı’nı ihlal etmiş sayılır. Fakat ABD’nin veto yetkisi, Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı karar almasını engelleyebilir.
Uluslararası Toplumun Rolü ve Koruma Sorumluluğu
BM Güvenlik Konseyi’nin böylesi bir krizde belirleyici rol üstlenmesi beklenir; ancak İsrail–Filistin bağlamında Konsey’in etkinliği veto nedeniyle sınırlıdır. Alternatif olarak BM Genel Kurulu, “Barış İçin Birleşme” mekanizmasıyla tavsiye kararları alabilir. Arap Birliği veya İslam İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlerin olası askeri müdahalesi ise Güvenlik Konseyi yetkilendirmesi gerektirir.
2005’te kabul edilen “Koruma Sorumluluğu” (R2P) ilkesi, devletlerin halkını koruyamadığı hallerde uluslararası topluma müdahale yetkisi tanır. Ancak Gazze özelinde bu ilkenin uygulanması siyasi nedenlerle pek olası görünmemektedir.
Sonuç: Güç ile Hukuk Arasında
Bu senaryo, uluslararası hukukun temel açmazını sergilemektedir: Kurallar nettir, fakat uygulanmaları güçlü devletlerin siyasi iradesine bağlıdır. BM Şartı, Cenevre Sözleşmeleri ve UNCLOS teorik olarak sağlam bir çerçeve sunsa da pratikte büyük güçlerin vetosuna ve askeri üstünlüğüne takılmaktadır.
İnsani yardım filosuna saldırı hukuken yasa dışıdır. Buna karşı orantılı güç kullanımı meşru müdafaa kapsamında savunulabilir. Ancak sonuçta hangi tarafın güçlü olduğu, uluslararası kamuoyunun da hangi anlatıyı benimsediğini belirlemektedir.
Bu yazıyla incelenen senaryolar, uluslararası hukukun normatif gücü ile bu normların uygulanmasındaki yapısal sorunlar arasındaki uçurumu göstermektedir. Sonuçta, uluslararası hukuk teknik yanıtlar üretse de nihai sonucu siyaset ve güç dengeleri şekillendirmektedir. Belki de asıl soru şudur: Hukuk, yalnızca güçsüzlerin takıldığı bir ayrıntı mı, yoksa herkes için bağlayıcı bir düzen mi? Bu soruya siyasetçilerin vereceği yanıtı Sumud Filosu’nun kaderini belirleyecektir.
KAYNAKLAR
Uluslararası Antlaşmalar ve Sözleşmeler:
- Birleşmiş Milletler Antlaşması (BM Şartı), 26 Haziran 1945, 1 UNTS XVI.
- Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (United Nations Convention on the Law of the Sea - UNCLOS), 10 Aralık 1982, 1833 UNTS 3.
- Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi (Dördüncü Cenevre Sözleşmesi), 12 Ağustos 1949, 75 UNTS 287.
- Uluslararası Silahlı Çatışmaların Mağdurlarının Korunmasına İlişkin Ek Protokol (Ek Protokol I), 8 Haziran 1977, 1125 UNTS 3.
Uluslararası Mahkeme Kararları:
- International Court of Justice, Military and Paramilitary Activities in and against Nicaragua (Nicaragua v. United States of America), Judgment, ICJ Reports 1986, s. 14.
Uluslararası Belgeler ve Raporlar:
- Guterres, António, "Remarks to the Security Council on the Situation in the Middle East", 24 Ekim 2023. [Online: https://www.un.org/sg/en/content/sg/speeches/2023-10-24/secretary-generals-remarks-the-security-council-the-situation-the-middle-east%C2%A0]
- San Remo Manual on International Law Applicable to Armed Conflicts at Sea, International Institute of Humanitarian Law, 12 Haziran 1994.
- UN General Assembly, "2005 World Summit Outcome", A/RES/60/1, 24 Ekim 2005 (Koruma Sorumluluğu - R2P).1
- UN Human Rights Council, "Report of the International Fact-Finding Mission to Investigate Violations of International Law, Including International Humanitarian and Human Rights Law, Resulting from t2he Israeli Attacks on the Flotilla of Ships Carrying Humanitarian Assistance", A/HRC/15/21, 27 Eylül 2010.