Bu durumda kanun yolu incelemesi yapan mercinin davayla doğrudan ilgili olan bu hususları ayrıca değerlendirerek makul bir gerekçe ile cevap vermesi anayasal yükümlülük gereğidir.
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir.
Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
İlgili Kararlar:
♦ (Aziz Turhan, B.S No: 2012/1269, 8/5/2014)
♦ (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388, 4/11/2014)
♦ (Sentez Reklam ve Tanıtım Hizm. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/337, 10/1/2019)
♦ (Hakan Salas, B. No: 2015/14216, 7/3/2019)
♦ (Sarıdağlar İnşaat ve Tic. A.Ş., B. No: 2017/24735, 9/9/2020)
♦ (Aras Kargo Yurtiçi Yurtdışı Taşımacılık A.Ş. (3), B. No: 2017/6246, 15/12/2020)
♦ (İnan Gök, B. No: 2018/1936, 28/1/2021)
♦ (Kemal Turan, B. No: 2018/18194, 25/2/2021)
♦ (Ümmügülsüm Salgar [GK], B. No: 2016/12847, 21/10/2021)
♦ (Ömer Demir, B. No: 2019/37, 16/3/2022)
---
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
---
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
SARIDAĞLAR İNŞAAT VE TİC. A.Ş. BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2017/24735) |
|
|
|
Karar Tarihi: 9/9/2020 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
|
Üyeler |
: |
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
|
Basri BAĞCI |
|
Raportör |
: |
Eren Can BENAKAY |
|
Başvurucu |
: |
Sarıdağlar İnşaat ve Tic. A.Ş. |
|
Vekili |
: |
Av. Mehmet GEDİKBAŞ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ihaleden yasaklama kararına karşı açılan davada esasa etkili iddialarının karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/5/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Şirket inşaat işiyle iştigal etmektedir. Gençlik ve Spor Bakanlığı Spor Genel Müdürlüğü Erzurum Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü tarafından Erzurum-Kiremitliktepe 5 adet atlama kulesi inşaatı yapım işi için ihale ilanı yapılmıştır. 2/3/2009 tarihinde açık ihale usulüyle gerçekleştirilen ihale başvurucu üzerinde kalmıştır.
9. Başvurucu ile Erzurum Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü arasında 14/5/2009 tarihinde sözleşme imzalanmıştır. 15/5/2009 tarihinde yer teslimi yapılmış ve başvurucu tarafından kulelerin inşaatının yapımına başlanmıştır. 12/11/2010 tarihinde kulelerin inşaatı tamamlanmıştır. İhale konusu atlama kulelerinde 15/7/2014 tarihinde heyelan meydana gelmiştir.
10. Heyelan sonucunda meydana gelen hasarların sebebinin ve kimlerin sorumlu bulunduğunun tespit edilmesi amacıyla Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkeme tarafından görevlendirilen bilirkişilerce 6/3/2015 tarihli bilirkişi raporu düzenlemiştir. Raporda; Uluslararası Üniversite Sporları Federasyonları (FISU) standartlarına uygun olarak yapılması gereken yarışma ve antrenman pistlerinin eğimlerinin pistlerin oturtulduğu yamacın doğal eğilimi ile tam olarak örtüşmediği, bu nedenle şevin doğal eğiminin pistlerin standart eğimine getirilebilmesi için yapım esnasında önemli miktarda kazı ve dolgu işlemlerinin gerçekleştirildiği, şevin topuğundan alınıp taç kısmına konulmak suretiyle gerçekleştirilen bu işlemlerin şevin stabilitesini bozucu yönde etki ettiği tespit edilmiştir. Ayrıca raporda; tesiste yağmur ve kar sularının sızmasını önleyecek drenaj sistemi bulunması gerekirken bunun yapılmadığı, projede yer almasına rağmen iniş pisti altına sıkıştırılmış çakıl tabakasının yapılmadığı ve projede kullanılan beton kalitesinin proje değerinden düşük olduğu tespitlerine yer verilmiştir.
11. Öte yandan Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından 15/7/2014 tarihinde meydana gelen heyelanın değerlendirilmesi amacıyla 16/7/2014 tarihli dilekçeyle Gazi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Geoteknik Bilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. M.M.'ye başvurulmuştur. Başvuru üzerine hazırlanan raporda proje kapsamında yürütülen ve rapor edilen jeolojik, jeofizik çalışmalar ve üst yapı projelendirmesine veri oluşturan geoteknik değerlendirmelerin hatalı ve yetersiz olduğu tespit edilmiştir. Özellikle zemin ve temel etüt raporunda doğal arazi koşulları, kazı ve dolgular ile oluşturulan rampalar için hem statik ve hem de dinamik koşulları dikkate alan duraylılık analizlerinin bulunmadığına yer verilmiştir. Projelendirmede K125, K95, K65, K40 ve K20 pistlerinin bulunduğu alanları kapsayan etkin bir drenaj sisteminin yer almadığı söylenmiştir. Proje gereği kazı ve dolgular ile dikleştirilen, limit denge durumuna sokulan rampaların yağmur, sulama veya kar sularının penetrasyonu ile zaman zaman şev aşağı deformasyonlara uğradığı ve bu nedenle heyelanın kaçınılmaz hâle geldiği tespit edilmiştir. Stabilite analizlerinde kayma yüzeyi derinliğinin yaklaşık 25 metre olduğu ve kayma yüzeyinin dolgunun bir kısmını içine alarak ağırlıklı olarak gelinkaya formasyonu diye tanımlanan bozuşmuş kumtaşı, silttaşı ve kiltaşı formasyonu içinde meydana geldiğinin tespit edildiği ve bu tespitin arazi çalışmaları sonunda elde edilen bulgular ile örtüştüğü açıklamasına yer verilmiştir.
12. Yine atlama kulelerinde meydana gelen kaymanın nedenlerini araştırmak için Erzurum Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü tarafından Erzurum İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğüne başvurulmuştur. Bunun üzerine 16/7/2014 tarihli inceleme raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda; üstte yapılan kule temelleri ve diğer müştemilat temellerinin açılması sırasında çıkarılan malzemenin yamaç başlangıcında biriktirilerek yamaca gelen yükün artırıldığı, atlama pisti duruş bölgesi yapımı için topuktan doğal şevin kazılarak topuk yükünün azaltıldığı ve buna bağlı yamaç dengesinin bozulduğu açıklanmıştır. Yapı temelleri içinde kil oranı yüksek zemin malzemesinin kullanılması tavsiye edilmemesine rağmen atlama kulelerinin rampa ankraj temelleri ile çevre beton yapıları içine dolgu malzemesi olarak kil oranı en az %40-50 olan malzemenin kullanılmış olmasının ve pistin gerek sürekli sulanmasının gerekse son dönemlerdeki aşırı yağışlardan sızan suların, şişme basınçlarının artmasına neden olduğu ve ek yük getirdiği söylenmiştir. Y.P. tarafından hazırlanan zemin etüt raporunun sonuç ve öneriler bölümünün son maddesinde yer alan önerinin uygulanmayarak yapı temel derinliklerinin uygun zemine oturtulmadığı, son iki ay içinde meydana gelen aşırı yağışların zemindeki boşluk suyu basıncının artmasına ve zemin içsel sürtünme açısının azalmasına neden olduğu ve bu durumun kaymayı hızlandırdığı hususları tespit edilmiştir.
13. Atlama kulelerinin yıkılma nedenleri konusunda inceleme yapılması amacıyla Genel Müdürlük tarafından 15/7/2014 tarihli olur ile Teftiş Kurulu Başkanlığı görevlendirilmiştir. Görevlendirme sonucu 24/3/2015 tarihli soruşturma raporu düzenlenmiştir. Bu raporda; yukarıda yer verilen 6/3/2015 tarihli bilirkişi raporunda, Prof. Dr. M.M. tarafından hazırlanan raporda ve 16/7/2014 tarihli inceleme raporunda tespit edilen hususlar birlikte değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sonucunda başvurucu Şirket ve Şirket ortağı L.G. hakkında 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhaleleri Sözleşmeleri Kanunu'nun 26. maddesi uyarınca ihaleden yasaklama kararı verilmesine ilişkin 1/6/2015 tarihli Valilik adına onayı alınmış ve söz konusu onaya istinaden 22/6/2015 tarihli Bakanlık oluru ile ihaleden yasaklama kararı verilmiştir.
14. Başvurucu tarafından ihaleden yasaklama kararının iptali amacıyla 1/7/2015 tarihinde dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle yasaklama kararının bakan tarafından verilmesi gerekirken müsteşar tarafından verildiği, işleme dayanak alınan raporun gerçeği yansıtmadığı, üzerine düşen tüm yükümlülükler yerine getirilerek projenin inşa edildiği, yasaklama kararının gereğinin yapılması için Bakanlığa ulaştığı tarihten itibaren en geç kırk beş gün içinde yasaklama kararı verilmesi gerekirken dava konusu olayda kırk beş günlük sürenin geçirildiği ifade edilmiştir.
15. Ankara 5. İdare Mahkemesi 6/11/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada düzenlenen 6/3/2015 tarihli bilirkişi raporu ile Prof. Dr. M.M. tarafından hazırlanan raporda yer alan tespitlere yer verildikten sonra başvurucunun ihale konusu işi fen ve sanat kurallarına uygun olarak yerine getirmediği sonucuna varmış ve dava konusu yasaklama kararını hukuka uygun bulmuştur. Kararında ayrıca yasaklama kararının bizatihi bakan tarafından yapılacağına dair mevzuatta hüküm bulunmadığını da belirtmiştir.
16. Başvurucu, kararı 4/12/2015 tarihinde temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde özetle yasaklama kararının yetki devri olmadıkça bakan yerine müsteşar tarafından verilemeyeceğini, davaya konu olay da ise yetki devri olmaksızın müsteşar tarafından yasaklama kararı verildiğini, gerekçe göstermeksizin üst sınırdan ceza verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, söz konusu hususun gerekçeli kararda hiçbir şekilde tartışılmadığını, geçici ve kesin kabuller yapıldıktan sonra yasaklama kararı verilemeyeceğini, kendi kusurlarının bulunduğuna dair kesin delil olmaksızın yasaklama kararı verildiğini, heyelan olayının mücbir sebep olduğunu, sorumluluğunu ortadan kaldırdığını, yasal kırk beş günlük süre geçtikten sonra yasaklama kararı verilemeyeceğini ifade etmiştir.
17. Danıştay Onüçüncü Dairesinin (Daire) 9/3/2016 tarihli kararı ile hüküm gerekçeli olarak onanmıştır. Kararın gerekçesinde özetle 10/7/2012 tarihinde Gençlik ve Spor Bakanı tarafından imzalanarak yürürlüğe giren Gençlik ve Spor Bakanlığı İmza Yetkileri Yönergesi'nde müsteşar tarafından yasaklama kararı verilebileceğinin açıkça düzenlenmiş olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğünün yazısının 12/6/2015 tarihinde yasaklama kararını almaya yetkili Bakanlığa iletildiği, bu yazı üzerine 22/6/2015 tarihinde yasaklama olurunun imzalandığının görüldüğü ifade edilerek başvurucunun kırk beş günlük süre geçtikten sonra yasaklama kararı verilemeyeceğine yönelik iddiası yerinde görülmemiştir.
18. Başvurucu 4/5/2016 tarihinde kararın düzeltilmesini talep etmiştir. Dilekçede özetle ihaleden yasaklama kararının yalnızca bakan tarafından verilebileceği, müsteşar tarafından yasaklama kararı verilemeyeceği belirtilmiştir. Sözleşme ve ek ihale dokümanlarına uygun olmayan sorumluluk değerlendirmesine dayanılarak yasaklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir. Prof. Dr. M.M. tarafından hazırlanan raporun tahrip edildiği, asıl olan raporun daha uzun olduğu ve söz konusu raporda meydana gelen heyelan olayında kendisinin sorumluluğunun bulunmadığının belirtildiği vurgulanmıştır. Delil tespit raporunun Gençlik ve Spor Bakanlığının talebi üzerine hazırlandığı, bu sebeple raporun yanlı olduğu ve hükme esas alınmayacağı söylenmiştir. Atlama kulelerinin betonarme kalitesinin proje ve standartlara uygun olduğu, beton kalitesinin meydana gelen heyelan olayını etkilemediğinin raporda tespit edildiği, buna rağmen kendisinin zarardan sorumlu tutulduğundan yakınmıştır. Meydana gele heyelan olayında asıl sorumluluğun zemin etüdü görevini yerine getirmeyen firmalarda bulunduğu ileri sürülmüştür.
19. Başvurucunun karar düzeltme talebi Dairenin 22/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
20. Nihai karar başvurucuya 2/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 30/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında:
...
İhale: Bu Kanunda yazılı usul ve şartlarla, işin istekliler arasından seçilecek birisi üzerine bırakıldığını gösteren ve yetkili mercilerin onayı ile tamamlanan sözleşmeden önceki işlemleri,
....
İfade eder. "
23. 4734 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında:
...
İhale : Bu Kanunda yazılı usul ve şartlarla mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin istekliler arasından seçilecek birisi üzerine bırakıldığını gösteren ve ihale yetkilisinin onayını müteakip sözleşmenin imzalanması ile tamamlanan işlemleri,
....
İfade eder. "
24. Aynı Kanun'un 17. maddesi şu şekildedir:
"İhalelerde aşağıda belirtilen fiil veya davranışlarda bulunmak yasaktır:
a) Hile, vaat, tehdit, nüfuz kullanma, çıkar sağlama, anlaşma, irtikap, rüşvet suretiyle veya başka yollarla ihaleye ilişkin işlemlere fesat karıştırmak veya buna teşebbüs etmek.
b) İsteklileri tereddüde düşürmek, katılımı engellemek, isteklilere anlaşma teklifinde bulunmak veya teşvik etmek, rekabeti veya ihale kararını etkileyecek davranışlarda bulunmak.
c) Sahte belge veya sahte teminat düzenlemek, kullanmak veya bunlara teşebbüs etmek.
d) Alternatif teklif verebilme halleri dışında, ihalelerde bir istekli tarafından kendisi veya başkaları adına doğrudan veya dolaylı olarak, asaleten ya da vekaleten birden fazla teklif vermek.
e) 11 inci maddeye göre ihaleye katılamayacağı belirtildiği halde ihaleye katılmak.
Bu yasak fiil veya davranışlarda bulunanlar hakkında bu Kanunun Dördüncü Kısmında belirtilen hükümler uygulanır. "
25. Anılan Kanun'un 58. maddesi şu şekildedir:
"17 nci maddede belirtilen fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler hakkında fiil veya davranışlarının özelliğine göre, bir yıldan az olmamak üzere iki yıla kadar, üzerine ihale yapıldığı halde mücbir sebep halleri dışında usulüne göre sözleşme yapmayanlar hakkında ise altı aydan az olmamak üzere bir yıla kadar, 2 nci ve 3 üncü maddeler ile istisna edilenler dahil bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verilir. Katılma yasakları, ihaleyi yapan bakanlık veya ilgili veya bağlı bulunulan bakanlık, herhangi bir bakanlığın ilgili veya bağlı kuruluşu sayılmayan idarelerde bu idarelerin ihale yetkilileri, il özel idareleri ve bunlara bağlı birlik, müessese ve işletmelerde İçişleri Bakanlığı; belediyeler ve bunlara bağlı birlik, müessese ve işletmelerde ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilir.
Haklarında yasaklama kararı verilen tüzel kişilerin şahıs şirketi olması halinde şirket ortaklarının tamamı hakkında, sermaye şirketi olması halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olan gerçek veya tüzel kişi ortaklar hakkında birinci fıkra hükmüne göre yasaklama kararı verilir. Haklarında yasaklama kararı verilenlerin gerçek veya tüzel kişi olması durumuna göre; ayrıca bir şahıs şirketinde ortak olmaları halinde bu şahıs şirketi hakkında da, sermaye şirketinde ortak olmaları halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olmaları kaydıyla bu sermaye şirketi hakkında da aynı şekilde yasaklama kararı verilir.
İhale sırasında veya sonrasında bu fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler, idarelerce o ihaleye iştirak ettirilmeyecekleri gibi yasaklama kararının yürürlüğe girdiği tarihe kadar aynı idare tarafından yapılacak sonraki ihalelere de iştirak ettirilmezler.
Yasaklama kararları, yasaklamayı gerektiren fiil veya davranışın tespit edildiği tarihi izleyen en geç kırkbeş gün içinde verilir. Verilen bu karar Resmi Gazetede yayımlanmak üzere en geç onbeş gün içinde gönderilir ve yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Bu kararlar Kamu İhale Kurumunca izlenerek, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklı olanlara ilişkin siciller tutulur.
İhaleyi yapan idareler, ihalelere katılmaktan yasaklamayı gerektirir bir durumla karşılaştıkları takdirde, gereğinin yapılması için bu durumu ilgili veya bağlı bulunulan bakanlığa bildirmekle yükümlüdür."
26. 4/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 25.maddesi şu şekildedir:
"Sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıda belirtilen fiil veya davranışlarda
bulunmak yasaktır:
a) Hile, vaat, tehdit, nüfuz kullanma, çıkar sağlama, anlaşma, irtikap, rüşvet suretiyle veya başka yollarla sözleşmeye ilişkin işlemlere fesat karıştırmak veya buna teşebbüs etmek.
b) Sahte belge düzenlemek, kullanmak veya bunlara teşebbüs etmek.
c) Sözleşme konusu işin yapılması veya teslimi sırasında hileli malzeme, araç veya usuller kullanmak, fen ve sanat kurallarına aykırı, eksik, hatalı veya kusurlu imalat yapmak.
d) Taahhüdünü yerine getirirken idareye zarar vermek.
e) Bilgi ve deneyimini idarenin zararına kullanmak veya 29 uncu madde hükümlerine aykırı hareket etmek.
f) Mücbir sebepler dışında, ihale dokümanı ve sözleşme hükümlerine uygun olarak taahhüdünü yerine getirmemek.
g) Sözleşmenin 16 ncı madde hükmüne aykırı olarak devredilmesi veya devir alınması."
27. Anılan Kanun'un 26. maddesi şu şekildedir:
"25 inci maddede belirtilen fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler hakkında fiil veya davranışlarının özelliğine göre, bir yıldan az olmamak üzere iki yıla kadar, 4734 sayılı Kanunun 2 nci ve 3 üncü maddeleri ile istisna edilenler dahil bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verilir. Katılma yasakları, sözleşmeyi uygulayan bakanlık veya ilgili veya bağlı bulunulan bakanlık, herhangi bir bakanlığın ilgili veya bağlı kuruluşu sayılmayan idarelerde bu idarelerin ihale yetkilileri, il özel idareleri ve bunlara bağlı birlik, müessese ve işletmelerde İçişleri Bakanlığı; belediyeler ve bunlara bağlı birlik, müessese ve işletmelerde ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilir.
Haklarında yasaklama kararı verilen tüzel kişilerin şahıs şirketi olması halinde şirket ortaklarının tamamı hakkında, sermaye şirketi olması halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olan gerçek veya tüzel kişi ortaklar hakkında birinci fıkra hükmüne göre yasaklama kararı verilir. Haklarında yasaklama kararı verilenlerinin gerçek veya tüzel kişi olması durumuna göre; ayrıca bir şahıs şirketinde ortak olmaları halinde bu şahıs şirketi hakkında da, sermaye şirketinde ortak olmaları halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olmaları kaydıyla bu sermaye şirketi hakkında da aynı şekilde yasaklama kararı verilir.
Bu fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler, yasaklama kararının yürürlüğe girdiği tarihe kadar aynı idare tarafından yapılacak ihalelere de iştirak ettirilmezler.
Yasaklama kararları, yasaklamayı gerektiren fiil veya davranışın tespit edildiği tarihi izleyen en geç kırkbeş gün içinde verilir. Verilen bu karar Resmi Gazetede yayımlanmak üzere en geç onbeş gün içinde gönderilir ve yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Bu kararlar Kamu İhale Kurumunca izlenerek, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklı olanlara ilişkin siciller tutulur.
İdareler, 25 inci maddede belirtilen yasaklamayı gerektirir bir durumla karşılaştıkları takdirde, gereğinin yapılması için bu durumu ilgili veya bağlı bulunulan bakanlığa bildirmekle yükümlüdür."
28. Başvuruya konu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan 3/6/2011 tarihli ve 638 sayılı Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 4. maddesinin ilgili kısımları şu şekildedir:
"Bakanlığın en üst amiri olan Bakan, Bakanlık icraatından ve emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden Başbakana karşı sorumlu olup aşağıdaki görev, yetki ve sorumluluklara sahiptir:
a) Bakanlığı Anayasaya, kanunlara, hükümet programına ve Bakanlar Kurulunca belirlenen politika ve stratejilere uygun olarak yönetmek.
b) Bakanlığın görev alanına giren hususlarda politika ve stratejiler geliştirmek, bunlara uygun olarak yıllık amaç ve hedefler oluşturmak, performans ölçüleri belirtmek, Bakanlık bütçesini hazırlamak, gerekli kanunî ve idarî düzenleme çalışmalarını yapmak, belirlenen stratejiler, amaçlar ve performans ölçüleri doğrultusunda uygulamayı koordine etmek, izlemek ve değerlendirmek.
c) Bakanlık faaliyetlerini ve işlemlerini denetlemek, yönetim sistemlerini gözden geçirmek, teşkilat yapısı ve yönetim süreçlerinin etkinliğini gözetmek ve yönetimin geliştirilmesini sağlamak.
ç) Faaliyet alanına giren konularda diğer bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği ve koordinasyonu sağlamak."
29. Aynı Kanun Hükmünde Kararname'nin 5. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Müsteşar, Bakandan sonra gelen en üst düzey kamu görevlisi olup Bakanlık hizmetlerini, Bakan adına ve onun emir ve yönlendirmesi doğrultusunda, mevzuat hükümlerine, Bakanlığın amaç ve politikalarına, stratejik planına uygun olarak düzenler ve yürütür. Bu amaçla, Bakanlık kuruluşlarına gereken emirleri verir ve bunların uygulanmasını gözetir ve sağlar. Müsteşar bu hizmetlerin yürütülmesinden Bakana karşı sorumludur. "
30. Anılan Kanun Hükmünde Kararname'nin 22. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Bakan, Müsteşar ve her kademedeki Bakanlık yöneticileri sınırlarını açıkça belirtmek ve yazılı olmak şartıyla yetkilerinden bir kısmını alt kademelere devredebilir. Yetki devri, uygun araçlarla ilgililere duyurulur. "
31. Gençlik ve Spor Bakanlığı İmza Yetkileri Yönergesi'nin 10. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...
İhalelere katılmaktan yasaklamaya ilişkin onaylar müsteşar tarafından yapılır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 9/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu; mevzuat gereği ihaleden yasaklama karının sadece bakan tarafından verilebileceğini, müsteşar tarafından verilen yasaklama kararının hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Olayın meydana gelmesinde tüm sorumluluğun şev stabilite raporlarını aldırmayan firmalara ait olduğunu iddia eden başvurucu, buna rağmen bütün sorumluluğun kendisine yüklendiğinden yakınmıştır. Geçici veya kesin kabul yapıldıktan sonra yasaklama kararı verilemeyeceğine ya da yasaklama kararının gerekçesi belirtilmeksizin üst sınırdan verildiğine ilişkin iddialarının incelenip değerlendirilmediğini ve kararın gerekçesinde bu iddialara yer verilmediğini belirtmiştir. Hükme esas alınan ve Prof. Dr. M.M. tarafından hazırlanan raporun tahrip edildiğini, orijinal raporun 36 sayfa olmasına karşın hükme esas alınan raporun daha kısa olduğunu, orijinal raporu karar düzeltme aşamasında Danıştaya sunmalarına karşın dikkate alınmadığını söylemiştir. Bilirkişi raporunun yanlı olması nedeniyle hükme esas alınamayacağını belirtmiştir. Öte yandan eser sözleşmesinden doğan alacak nedeniyle Erzurum 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 2015/758 esas numaralı davada düzenlenen 9/11/2017 tarihli bilirkişi raporunda kendisinin sorumsuz olduğunun tespit edildiğini vurgulamıştır. Sonuç olarak başvurucu; adil yargılanma hakkının, gerekçeli karar hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
36. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
37. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
38. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
39. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
40. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 35, 39).
41. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 18/6/2013, § 24).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Somut olayda mahkeme, kararında heyelan olayı ile ilgili olarak düzenlenen 6/3/2015 tarihli bilirkişi raporu ile Prof. Dr. M.M. tarafında düzenlenen raporlarda yer alan tespitlere yer verdikten sonra başvurucu hakkında tesis edilen ihaleden yasaklama kararını hukuka uygun bulmuştur.
43. Mahkemenin kararında belirttiği 6/3/2015 tarihli bilirkişi raporunda başvurucunun sorumluluğunun yanı sıra zemin etüt firmaları ile proje yöneticisinin başvurucu ile ortak ihmalleri bulunduğu değerlendirilmiştir. Mahkeme, sorumluluk açısından bu ortaklığı değerlendirmeyerek kusurun tamamının başvurucuda bulunduğuna kanaat getirmiş ve hangi açıdan başvurucunun sorumluluğunun daha fazla olduğu kararda tartışılmamıştır. Bunun yanı sıra zemin etüdü yapılmasının başvurucunun sorumluluğunda olup olmadığı, söz konusu hususun zemin etüt firmaları tarafından yerine getirilse idi heyelan olayının önüne geçilip geçilemeyeceği mahkemece aydınlatılmamıştır. Belirtilen hususlar temyiz ve karar düzeltme aşamalarında da tartışılmayarak konuya açıklık getirilmemiştir.
44. Öte yandan başvurucu, geçici veya kesin kabul yapıldıktan sonra yasaklama kararı verilemeyeceği ya da yasaklama kararının gerekçesi belirtilmeksizin üst sınırdan verildiğine ilişkin iddiaları derece mahkemesi ve temyiz ile karar düzeltme aşamalarında ileri sürmüştür. Mahkemeler söz konusu iddiaları kararlarında tartışmamış ve iddialara ilişkin herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir.
45. Sonuç olarak başvurucunun esasa etkili olabilecek iddialarının birçoğu ayrı ve açık olarak tartışılmamış ve karşılanmamıştır. Temyiz incelemesi sırasında da bu eksikliğin telafi edilmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
48. Başvurucu; ihlalin tespitine, yargılamanın yenilenmesine ve 1.000.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
51. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).
52. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
53. Başvurucunun kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialarınakarar gerekçesinde ayrı ve açık bir yanıt verilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
54. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının sadece başvurucu yönünden ortadan kaldırılmasından ve ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. İdare Mahkemesine (E.2015/1785, K.2015/1995) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Başvuruda, gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA M. Emin KUZ ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE M. Emin KUZ ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. İdare Mahkemesine (E.2015/1785, K.2015/1995) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harçtan ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına ve bilgi için Danıştaya GÖNDERİLMESİNE 9/9/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
İhaleden yasaklama kararının iptali için açılan davada adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve mezkûr hakkın ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinde; ilk derece mahkemesinin, bilirkişi raporunda yer verilen “zemin etüd firmaları ile proje yöneticisinin başvurucu ile ortak ihmalleri bulunduğu” yönündeki tespiti değerlendirmeden kusurun tamamının başvurucuda bulunduğuna kanaat getirdiği, ancak hangi açıdan başvurucunun sorumluluğunun daha fazla olduğunu kararda tartışmadığı, zemin etüdü yapılmasının başvurucunun sorumluluğunda olup olmadığını ve bu husus zemin etüd firmaları tarafından yerine getirilseydi olayın önüne geçilip geçilemeyeceğini değerlendirmediği, geçici veya kesin kabul yapıldıktan sonra yasaklama kararı verilemeyeceğine ya da yasaklama kararının -gerekçesi belirtilmeksizin- üst sınırdan verildiğine ilişkin iddiaları karşılamadığı, bu hususların temyiz ve karar düzeltme aşamalarında da tartışılmayarak konuya açıklık getirilmediği belirtilerek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Bilindiği ve kararda da vurgulandığı üzere, yargılamanın adil bir şekilde gerçekleştirilmesini ve bunun denetlenmesini hedefleyen gerekçeli karar hakkı, yargılama sırasında ileri sürülen iddiaların gereği gibi incelenip incelenmediğinin görülmesi ve varılan sonucun sebeplerinin öğrenilmesi bakımından büyük önem taşımakta; ancak mahkeme kararlarının gerekçeli olma zorunluluğu, yargılama sırasında ileri sürülen her iddianın ayrıntılı bir şekilde karşılanması gerektiği şeklinde anlaşılamayacağından, bunun kapsamı davanın ve verilen kararın niteliğine göre değişebilmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B.No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31,34, Mehmet Yavuz, B. No: 2013/2995, 20/2/2014. § 51).
Diğer taraftan, mahkemeler bütün iddiaları karşılamak zorunda olmasalar da, ihtilafın çözümünde esas olacak bütün hususların incelenmiş olduğunun gerekçeli karardan anlaşılması gerekmekte ve kanun yolu incelemesi yapan merciin yargılamayı yapan mahkeme ile aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararına yansıtması gerekçeli karar hakkı bakımından yeterli bulunmaktadır (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, §§ 56, 57).
Somut olayda, heyelan sonucunda meydana gelen hasarın sebeplerinin ve sorumluların belirlenmesi amacıyla idarece inceleme ve bilirkişi raporları hazırlatılmış ve hukuk mahkemesine başvurulmuş; mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan bilirkişi raporunda da inşaatın yapıldığı zeminin kusurundan, projeye göre bulunması gereken drenaj sisteminin ve iniş pistinin noksanlıklarına ve beton kalitesinin yetersizliğine kadar birçok husus tespit edilmiştir.
Başvuru konusu ihaleden yasaklama kararı bu tespitlere dayandırılmış; bu karara karşı açılan iptal davasında da söz konusu tespitler esas alınarak yasaklama kararı hukuka uygun bulunmuş ve başvurucunun yasaklama kararını verebilecek makam ile geçici veya kesin kabulü yapılmış ihaleyle ilgili yasaklama kararı verilemeyeceğine ve üst sınırdan yasaklama kararı verilmesine ilişkin iddiaları da mahkemelerce değerlendirilerek yerinde görülmemiştir.
Sonuç olarak, somut olaya ilişkin yargılama sonucunda, başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddialarının tartışılması suretiyle karar verildiği, kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu ve gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu, bu itibarla başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmasından dolayı kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği ve -aynı sebeplerle- ihlal bulunmadığı düşüncesiyle çoğunluğun kabul edilebilirlik ve ihlal kararlarına katılmıyorum.
|
|
|
|
|
Üye M. Emin KUZ |
KARŞIOY GEREKÇESİ
Somut olayda başvurucunun dile getirdiği iddialar özü itibariyle kanun yolu şikâyeti mahiyetinde olup muhakemenin gerek ilk derece ve gerekse temyiz aşamalarında değerlendirmeye tabi tutulmuşlardır. Muhakeme faaliyeti sonucunda ulaşılan sonuç itibariyle açık bir keyfilik, bariz bir tutarsızlık ve takdir hatasından söz etmek mümkün değildir.
İlaveten yargılama mercileri ulaştıkları sonuç noktasında kararlarında yeterli ve gereken ölçüde gerekçeye yer vermişlerdir.
Başvurucu karara esas teşkil eden bilirkişi raporunun eksik olduğunu dile getirmesine rağmen noksan kısımların neler olduğunu somut olarak ortaya koymak suretiyle temellendirmemiştir.
Açıklanan gerekçelerle başvurunun kabul edilemez olduğu ve ihlal bulunmadığı düşüncesiyle çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
|
Üye Basri BAĞCI |
---
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
ARAS KARGO YURTİÇİ YURTDIŞI TAŞIMACILIK A.Ş. BAŞVURUSU (3) |
|
(Başvuru Numarası: 2017/6246) |
|
|
|
Karar Tarihi: 15/12/2020 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
Üyeler |
: |
Burhan ÜSTÜN |
|
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
Raportör |
: |
Tuğba TUNA IŞIK |
|
Başvurucu |
: |
Aras Kargo Yurtiçi Yurtdışı Taşımacılık A.Ş. |
|
Vekili |
: |
Av. Vahide GÜZELCAN DERE |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; işe iade talebiyle açılan davada verilen işe iade kararında feshin geçersizliğine ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan Bilgisi
8. B.E. 15/12/1998 tarihinden iş akdinin feshedildiği 2/3/2015 tarihine kadar başvurucu şirkette Ankara Bölge Müdürü ve Kuzey Anadolu Bölge Müdürü olarak çalışmıştır.
9. Başvurucu Şirket, B.E.nin iş akdinin bazı görev tanımlarının değiştirilmesi ve kaldırılması suretiyle gerekli organizasyon değişiklikleri yapılarak verimliliğin, hizmet kalitesi ve etkinliğin sağlanması amacıyla yönetim kurulu kararı ile feshedildiğini açıklamıştır.
B. Başvuruya Konu Dava Süreci
10. B.E. tarafından iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle başvurucu şirket aleyhine 31/3/2015 tarihinde Ankara 14. İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkeme B.Enin işveren vekili olması nedeni ile iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gerekçesiyle 9/12/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
11. B.E. tarafından Mahkeme kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi (Daire) 14/3/2016 tarihli kararıyla temyiz başvurusunun kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, B.E.nin işveren vekili olarak tanımlanabilmesi için işyerinin bütününü sevk ve idare yetkisi ile birlikte işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisinin de olması gerektiği belirtilmiştir. Öncelikle B.E.nin işletmenin bütününde değil belirli bir bölgede görevli olması sebebiyle işletmenin bütününü sevk ve idare yetkisinin olmadığı tespit edilmiştir. Diğer yandan B.E.nin bir kısım işçilere ikale sözleşmesi imzalattırılmasının yönetim kurulunca alınan karar gereği B.E.ye verilen talimat üzerine yaptırıldığı ve B.E.nin uzun süredir bölge koordinatörü olmasına rağmen dosya kapsamında işçi alıp çıkardığına dair bir belge olmadığının tespit edildiği vurgulanmıştır. Kararda, B.E.nin fesih tarihi itibarı ile işveren vekili yardımcısı olmaması sebebiyle iş güvencesi hükümlerinden yararlanacağının anlaşılması nedeniyle davanın esasına girilerek fesih iddiasının araştırılması gerekirken davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu ifade edilmiştir.
12. Başvurucu şirket tarafından tanık beyanlarına ve davanın esasına ilişkin Mahkemeye sunulan dilekçede, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle feshin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerektiği, sonrasında ise iş güvencesi şartlarının bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Dilekçede, B.E.'nin iş akdine koordinatörlük uygulamasının kaldırılması sebebiyle son verildiği, koordinatör olarak görev yapan diğer çalışanlardan bir alt görev olan bölge müdürlüğü kadrosunda çalışmaya devam edenlerin bulunduğu vurgulanmış, bu nedenle başvurucunun işe iade talebinin samimi olmadığı ifade edilmiştir.
13. Dairenin bozma ilamına uyan Mahkeme 19/9/2016 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
"Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacı vekili tarafından müvekkilinin iş akdinin işverence haklı sebebe dayanılmaksızın feshedildiği ileri sürülerek, feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine, işe başlatmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin ve diğer haklarının belirlenmesinin talep olunduğu, davacının, davalı işverende Kuzey Anadolu Bölge Koordinatörü olarak çalıştığı, davacının, işletmenin bütününde değil belirli bir bölgede görevli olduğu, bu durumda; işletmenin bütününü sevk ve idare yetkisinin bulunmadığı, davacının fesih tarihi itibariyle işveren vekili yardımcısı olmadığı ve iş güvencesi hükümlerinden yararlanma hakkı bulunduğu anlaşılmakla, Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda, davacının sübuta eren davasının kabulü cihetine gidilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur."
14. Başvurucu şirket tarafından Mahkeme kararı temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, Mahkeme tarafından fesih iddiasının araştırılmadığı, dinlenen tanıkların beyanlarına itibar edilmediği, davacının işe iade talebinin samimi olmadığı, yerleşik içtihatlar doğrultusunda karar verilmediği, davacının iş güvencesi kapsamında olmadığı, işletmenin kararının tutarlı uygulanıp uygulanmadığının araştırılmadığı ve karada somut gerekçe bulunmadığı ileri sürülmüştür.
15. Söz konusu karar Dairenin 26/12/2016 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
16. Nihai karar 30/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/09/2014-6552 S.K./2. md) Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.
Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66 ncı maddesindeki süreler dikkate alınır.
Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:
a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak.
b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak.
c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip (Ek ibare: 18/02/2009-5838 S.K./32.mad) veya yükümlülüklerini yerine getirmek
için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak.
d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler.
e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek.
f) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık.
İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.
İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında bu madde, 19 ve 21 inci maddeler ile 25 inci maddenin son fıkrası uygulanmaz."
18. 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de götürülebilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabilir.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; Mahkemenin Daire tarafından verilen B.E.nin fesih tarihi itibarıyla iş güvencesi hükümlerinden yararlanacağı ve davanın esasına girilerek fesih iddiasının araştırılması gerektiği yönündeki bozma ilamına uyulmasına rağmen fesih iddiasına ilişkin bir gerekçe açıklamaksızın davanın kabulüne karar vermesi sebebiyle gerekçeli karar hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
24. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
25. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
26. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
27. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
28. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
29. B.E. tarafından iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle başvurucu şirket aleyhine açılan davada Mahkeme 9/12/2015 tarihli kararıyla B.E.nin işveren vekili olması nedeni ile iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karar temyiz incelemesi sonucunda B.E.nin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması gerektiğinin tespit edilmesi üzerine davanın esasına girilerek fesih iddialarının araştırılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
30. Başvurucu şirket tarafından Mahkemeye sunulan dilekçede (bkz. § 12) ve yargılamanın çeşitli aşamalarında B.E.nin iş akdinin alınan işletmesel karar doğrultusunda koordinatörlük uygulamasının kaldırılması sebebiyle feshedildiği belirtilmiş ve bu nedenle iş akdinin feshinin haklı bir nedene dayandığı ileri sürülmüştür.
31. Mahkeme tarafından bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonunda, bozma kararına uyulduğu belirtilerek B.E.nin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması gerektiği ifade edilmiş ve davanın kabulüne karar verilmiştir.
32. Dairenin bozma kararında, B.E.nin iş güvencesi hükümlerinden yararlanacağından davanın esasına girilerek fesih iddialarının araştırılması gerektiğinin ifade edilmesine rağmen Mahkeme sadece Dairece tespiti yapılan ve bozma kararında belirtilen B.E.nin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş ancak davanın esasına ilişkin fesih iddialarını değerlendirmemiş ve feshin geçersiz kabul edilmesine dair gerekçelere yer vermemiştir.
33. Bu durumda başvurucunun iş akdinin ne sebeple, nasıl feshedildiğine ilişkin iddialarına ayrı ve açık bir yanıt verilmesi ve feshin geçerliliği hususunun tartışılması gerekirken Mahkeme tarafından bu hususlar tartışılmamış, başvurucu şirket tarafından ileri sürülen iddialar karşılanmamıştır. Diğer bir ifadeyle iş akdinin feshinin geçerli bir sebebe dayanıp dayanmadığı, tarafların iddia ve savunmaları değerlendirilerek gerekçelendirilmemiştir. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
34. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
35. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
36. Başvurucu, ihlalin tespiti ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
37. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
38. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
39. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
40. İncelenen başvuruda, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
41. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 14. İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
42. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
43. Dosyalardaki belgeden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucu şirkete ödenmesine,
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 14. İş Mahkemesine (E.2016/444, K.2016/580) GÖNDERİLMESİNE,
D. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 22. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Dosyalardaki belgeden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
İNAN GÖK BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2018/1936) |
|
|
|
Karar Tarihi: 28/1/2021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
|
Recai AKYEL |
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
Raportör |
: |
Hikmet Murat AKKAYA |
|
Başvurucu |
: |
İnan GÖK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden itirazın kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/12/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. UYAP'tan temin edilen bilgilere göre başvurucu, Anayasal düzeni zorla değiştirmeye çalışmaktan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen 16/1/2020 tarihli müddetnameye göre başvurucunun hak ederek salıverilmeden yararlanamayacağı, infazın ömür boyu devam edeceği anlaşılmıştır. Başvurucu hâlihazırda Edirne F tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulmaktadır.
9. 23/3/2017 tarihinde yapılan bir duruşma sonrasında başvurucunun Edirne F tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna girişi yapılmıştır. Üst araması yapılırken başvurucunun kendisini bilerek yere bıraktığı ve odaya gitmeye direndiği anlaşılmaktadır. Düzenlenen tutanakta ayrıca başvurucunun "Sohbet hakkımız engellenemez, yayın hakkımız engellenemez." şeklinde slogan attığı, bunun yanında "Sizinle görüşeceğiz, siz beni taşımak zorundasınız, taşımıyorsanız bırakın bu işi, ben direneceğim siz de beni ister istemez taşıyacaksınız, taşımıyorsanız bırakın bu işi gidin, biz size beni odaya götürmenin hesabını soracağız." şeklinde tehditler savurduğu belirtilmiştir.
10. Edirne F tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) 31/3/2017 tarihli kararıyla başvurucuyu 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 44. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (j) bendi ve aynı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince 11 gün hücre hapsi cezası ile cezalandırmıştır. Disiplin Kurulu; eylemlerin başlangıç, gelişim ve sonuçlanmasının kısa sürede gerçekleştiğini ve başvurucunun daha önceki kaldırılmamış disiplin cezaları olduğunu dikkate alarak karar verdiğini de belirtmiştir.
11. Anılan karara karşı yapılan şikâyet sonrasında Edirne 1. İnfaz Hâkimliğince (İnfaz Hâkimliği) duruşma açılmasına karar verilmiştir. 12/10/2017 tarihli son duruşma sonrasında Cumhuriyet savcısının mütalaasının alınması için dosya 19/10/2017 tarihinde Edirne Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
12. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı, Disiplin Kurulu kararının "kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olduğunu" belirterek itirazın reddine karar verilmesi yönünde 20/10/2017 tarihinde mütalaada bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 1/11/2017 tarihli kararıyla Cumhuriyet savcısının mütalaasına aykırı olarak şikâyet kabul edilmiş ve Disiplin Kurulu kararı kaldırılmıştır. Bununla birlikte gerekçeli kararda, Cumhuriyet savcısının mütalaasının içeriğinden bahsedilmemiştir. Bu kapsamda duruşma sırasındaki başvurucunun ifadeleri, tanık olarak dinlenilen Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin beyanları ve kamera görüntülerinin incelenmesi neticesinde başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu görevlilerine dosya kapsamında yer alan sözleri söylemesinin eyleme ve olağan akışa uygun bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu itibarla da başvurucunun üzerine atılı kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunma eylemini işlediğinin sabit olmadığı vicdani kanaatine varılmıştır. Diğer taraftan başvurucunun eyleminin kabul edilmiş hâliyle 5275 sayılı Kanun'un 40. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi veya 42. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan maddelerde tanımlanan disiplin suçlarını oluşturma ihtimali bulunmakla birlikte Disiplin Kurulu kararının gerekçesi yerinde görülmediğinden verilen daha ağır cezanın iptal edilmesinin gerektiği ifade edilmiştir. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nda infaz hâkimliklerinin verebileceği kararların sayıldığı, bunlar içinde kararın düzeltilmesi olanağının bulunmadığı, bu nedenle ancak hukuksal hata bulunması hâlinde, verilen kararın iptal edilebileceği kanaatine varıldığı belirtilmiştir.
13. Söz konusu karar Edirne Cumhuriyet Başsavcılığına 7/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. 8/11/2017 tarihinde sunulan itiraz dilekçesinde; kararın itirazen kaldırılması, itirazın yerinde görülmemesi durumunda incelenmek üzere dosyanın Edirne Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi talep edilmiştir. İtiraz dilekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İtiraz Nedenleri : Tanık beyanları, olay tutanağı ve disiplin cezası kararı içeriğine göre, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi yerinde görülmemiştir."
14. Cumhuriyet savcısının itirazının başvurucuya tebliğ edilip edilmediğine ilişkin olarak Edirne 1. İnfaz Hâkimliğinden bilgi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine gönderilen cevap yazısında söz konusu itiraz dilekçesinin başvurucuya tebliğ edilmediği belirtilmiştir.
15. İnfaz Hâkimliği ileri sürülen itirazı yerinde görmeyerek dosyayı 8/11/2017 tarihinde itiraz merciine göndermiştir. Bu arada gerekçeli kararın bir suretinin başvurucunun infaz dosyasına, bir suretinin de başvurucuya tebliğ edilmesi için aynı gün Edirne F tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmıştır. Söz konusu İnfaz Hâkimliği kararı başvurucuya 16/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde Cumhuriyet savcısının itirazı, Edirne 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/11/2017 tarihli kararıyla usul ve yasaya uygun bulunmuş ve itirazın kabulü ile başvurucunun Disiplin Kurulu kararına yaptığı şikâyetin reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın içeriği şöyledir:
"Edirne 1. İnfaz Hakimliğinin 01.11.2017 tarih 2017/1197 Esas 2017/2438 Karar sayılı kararına karşı Cumhuriyet Savcısı U. Y. tarafından itirazda bulunulmuş olmakla, dosya heyetçe incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü İnan Gök'ün; 15.05.2017 tarihli dilekçesiyle, Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 31.03.2017 tarih 2017/424 Karar numaları kararı itirazda bulunduğu, Edirne 1. İnfaz Hakimliğinin 01.11.2017 tarih 2017/1197 Esas 2017/2438 Karar sayılı kararı ile şikayetçi hükümlünün şikayetinin kabulüne, Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu'nun 31.03.2017 tarih 2017/424 Karar sayılı kararının kaldırılmasına karar verlidiği,
Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu hükümlüsü İnan Gök hakkında, Edirne 1. İnfaz Hakimliğince verilen 01.11.2017 tarih 2017/1197 Esas 2017/2438 Karar sayılı karara Cumhuriyet Savcısı U. Y. itiraz etmiş olmakla ilgili karar ve ekleri mahkeme heyetince tetkik olundu.
K A R A R :Yukarıda açıklanan gerekçeler ile;
Edirne 1. İnfaz Hakimliğinin 01.11.2017 tarih 2017/1197 Esas 2017/2438 Karar sayılı kararına itiraz eden Cumhuriyet Savcısının itirazı usul ve yasaya uygun bulunmakla, İTİRAZIN KABULÜNE,
Hükümlünün Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 31.03.2017 tarih 2017/424 Karar numaları kararına yaptığı şikayetin reddine,
İtiraz evrakının Edirne 1.İnfaz Hakimliğine iadesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu oybirliğiyle kesin olarak karar verildi. 17.11.2017"
17. İtiraz merciinin kesin nitelikteki kararı başvurucuya 27/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 22/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
19. Başvurucunun hücre cezasının infaz edilip edilmediğine ilişkin olarak Edirne F tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan 28/3/2018 tarihinde bilgi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine gönderilen cevabi yazıdan başvurucu hakkında tesis edilen hücre cezasının infazına 20/3/2018 tarihinde başlandığı anlaşılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. 5275 sayılı Kanunu’nun "Hücreye koyma" kenar başlıklı 44. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Hücreye koyma cezası, hükümlünün eylemlerinin nitelik ve ağırlığına göre bir günden yirmi güne kadar, açık havaya çıkma hakkı saklı kalmak üzere, geceli ve gündüzlü bir hücrede tek başına tutulması ve her türlü temastan yoksun bırakılmasıdır.
(2) Bir günden on güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:
...
j) Kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunmak."
21. Olayların olduğu tarihte 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şu şekildeydi:
"Şikâyet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikâyet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir.
...
İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.
İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.
İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.
İtiraz, infaz hakimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine (…) yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz."
22. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanunlarda yer alan acele itirazlar hakkında Ceza Muhakemesi Kanununun itiraza ilişkin hükümleri uygulanır."
23. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı 267. maddesi şöyledir:
"(1) Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir."
24. 5271 sayılı Kanun'un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı 270. maddesi şöyledir:
"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.
(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir."
25. 5271 sayılı Kanun'un "Kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 34. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre hükümlü ve tutuklu olanlar Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69).
28. AİHM, çelişmeli yargılama hakkının ilke olarak ulusal hukuk sisteminin bağımsız bir üyesi tarafından -savcı gibi- mahkemenin kararını etkilemek üzere toplanan kanıtlar ve sunulan mütalaalarla ilgili olarak bir hukuk ya da ceza davasının taraflarına bilgi verilmesi ve bu taraflara da görüş bildirme olanağının tanınması anlamına geldiğini vurgulamıştır (Göç/Türkiye, B. No: 36590/97, 9/11/2000, § 34; Sağır/Türkiye, B. No: 37562/02, 19/10/2006, §§ 25-27; Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009).
29. Adil yargılanma hakkının en önemli usule ilişkin güvencelerinden biri de silahların eşitliği ilkesidir. Hem cezai hem de cezai olmayan davalarda uygulanan bu ilke, bir davada tüm taraflara talep ve açıklamalarını diğer tarafa göre dezavantajlı olmayacak şekilde ileri sürebilmeleri için makul bir fırsat verilmesini gerektirir (Kress/Fransa, B. No: 39594/98, 7/6/2001, § 72).
30. Ancak silahların eşitliğinin denetlenmesinde esas olan, eşitlik denetimine konu olan işlemin yargılamadaki önemidir. AİHM, silahların eşitliği ilkesine uyulup uyulmadığını denetlerken somut olayda şikâyet konusu eşitsizliğin yargılamayı fiilen ve gerçekten adaletsiz kılıp kılmadığına bakmaktadır (Kremzov/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 75). Davanın taraflarından birinin iddiası karşısında diğer tarafa bu iddiaya karşı savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmıyorsa silahların eşitliği açısından ihlal doğabilmektedir (De Haes ve Gijsels/Belçika, B. No: 19983/92, 24/2/1997, § 58).
31. AİHM içtihadına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucunun iddialarına yanıt vermekten ve başvurucunun temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmalarına neden olması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84-85).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 28/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
33. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu, Cumhuriyet savcısının itirazına dair diyecekleri sorulmadan karar verildiğini, hangi tarihte ve hangi gerekçeyle İnfaz Hâkimliği kararına itiraz edildiğini öğrenemediğini, silahların eşitliği ilkesi gereğince Cumhuriyet savcısının mütalaa ve itirazlarının bildirilmesi gerektiğini, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokollerin kapsamına girmesi gerekir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
38. Sözleşme’nin 6. maddesinde, adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular, Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
39. Başvuruya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler Anayasa Mahkemesinin Cihan Yeşil (B. No: 2013/8635, 6/5/2015, § 35) kararında ortaya konmuştur. Adı geçen karara konu olayda başvurucunun yirmi gün süreyle hücreye koyma disiplin cezasının infazıyla haberleşme veya iletişim araçlarından ve ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılması sonucu ortaya çıkacağından disiplin cezasının kişisel hak ve bu bağlamda medeni hak niteliğinde olduğu, söz konusu disiplin cezasından dolayı yaptığı şikâyetin infaz hâkimliği tarafından incelenmesinin medeni hak ve yükümlüklere ilişkin uyuşmazlık kapsamında kaldığı kabul edilmiştir. Yine Emrah Yayla ([GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020) kararında beş gün süreyle verilen hücre cezasına ilişkin yapılan başvurunun medeni hak ve yükümlüklere ilişkin uyuşmazlık kapsamında kaldığı kabul edilerek aynı içtihat devam ettirilmiştir.
40. Somut olayda da başvurucunun 11 gün süreyle hücreye koyma disiplin cezasının infazı, haberleşme veya iletişim araçlarından ve ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılması sonucunu ortaya çıkardığından disiplin cezasının kişisel hak ve bu bağlamda medeni hak niteliğinde olduğu, söz konusu disiplin cezasından dolayı yaptığı şikâyetin İnfaz Hâkimliği tarafından incelenmesinin de medeni hak ve yükümlüklere ilişkin uyuşmazlık kapsamında kaldığı kabul edilmiştir.
41. Diğer taraftan başvurunun ileri sürdüğü ihlal iddialarının niteliği nazara alınarak başvurunun kabul edilebilirlik kriterlerinden biri olan anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri yönünden de incelenmesi gerekir.
42. 6216 sayılı Kanun’un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
43. Anayasa Mahkemesi, somut olaya benzer nitelikte anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri kapsamında uygulanabilecek ilkeleri İbrahim Kızılkaya (B. No: 2014/2517, 5/4/2017, §§ 23-36) ve Emine Demir Özden (B. No: 2014/13769, 22/11/2017, §§ 24-33) kararlarında göstermiştir. Ancak mevcut başvuruya konu olayın anılan kararlarla benzer nitelikte olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim somut olayda lehe verilen bir İnfaz Hâkimliği kararı sonrasında Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine şikâyetin kesin olarak reddedilmesiyle başvuru sonuçlanmıştır. Bu durumda başvurucunun yorumlarını gerektirebilecek değerlendirmeler yapıldığı, Cumhuriyet savcısının itirazının tebliğ edilmemesinin başvurucuyu önemli ölçüde dezavantajlı konuma soktuğu ve başvurucuya ciddi anlamda zarar verildiği kanaatine varılmıştır.
44. Dolayısıyla açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
45. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama hakkının güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Asıl kural; tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibi olabilmeleri ve bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının kendilerine verilmesidir (Taylan Özgür Tor, B. No: 2013/2454, 12/3/2015, § 43). Bireylerin aleyhlerine başlatılan dava ve diğer yargısal süreçlerden haberdar edilmeleri, bunlara ilişkin dilekçe ve talep yazılarının kendilerine tebliğ edilmesi; savunma yapabilme, iddia ve görüşlerini dile getirebilme imkânının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır (Hacı Karabulut, B. No: 2017/14871, 9/10/2019,§ 30).
46. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü bir başvuruda bu konudaki ilkeleri belirlemiştir. Anılan başvuruda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin tebliğ edilmediği şikâyetini incelemiştir. Anayasa Mahkemesince, başvurucunun Yargıtay önündeki başarı şansını zedeleyen her türlü mütalaadan haberdar edilme hakkına sahip olduğu ve tebliğnamenin niteliğine rağmen başvurucuya tebliğnameye karşı yazılı görüş bildirme olanağının tanınmamasının başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014, §§ 33-40).
47. Öte yandan adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri mutlak değildir. Bazı durumlarda birtakım zorunluluklar veya daha üstün değerdeki bir kamusal yarar gözetilerek bu ilkelerin gereklerinin belli ölçüde yumuşatılması ve bunlara aykırı tedbirler alınması mümkündür. Dolayısıyla çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırı işlemlerin yapılması tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurmaz. Sözü edilen ilkelere aykırı işlemlerin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için bu aykırılığın -bir bütün olarak bakıldığında- yargılamanın hakkaniyetini zedelemiş olması gerekir (Hacı Karabulut, § 32).
48. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırılığın yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediği değerlendirilirken yargılamanın bütününe bakılması gerekmektedir. Bu çerçevede çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırılığın sonuçlarının yargılamanın ilerleyen safhalarında giderildiği veya en azından giderilme imkânının bulunduğu hâllerde söz konusu aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılamayacak ve bu durumda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemeyecektir (Hacı Karabulut, § 33).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
49. 4675 sayılı Kanun hükümlerine göre şikâyet başvurularında tüketilmesi gereken son başvuru yolu itiraz aşaması olup itiraz incelemesinden geçen kararlara karşı olağan bir kanun yolu bulunmamaktadır. Olayların geçtiği tarihte bu kanun yoluna ilişkin düzenlemeleri içeren 4675 sayılı Kanun 6. maddesinde ise "acele itiraz" kanun yolundan bahsedilmektedir. Ancak 5320 sayılı Kanun'un 7. maddesi gereği "acele itirazlar" hakkında 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "itiraz" kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
50. Mevcut başvuru kapsamından başvurucu hakkında başlatılan disiplin soruşturmasına istinaden hücre cezası verildiği ve bu cezaya karşı yapılan şikâyet sonucunda İnfaz Hâkimliğinin başvurucu hakkında tesis edilen hücre cezasını hukuka uygun bulmayarak kaldırdığı anlaşılmıştır. Bununla birlikte Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine Ağır Ceza Mahkemesi şikâyeti kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, itirazın ne olduğunu bilmediğinden ve itiraz dilekçesinin kendisine gönderilmediğinden yakınmaktadır.
51. İtiraz dilekçesi, hâkimliğin kararının yeniden gözden geçirilmesi sürecini başlatan ve sonuçları itibarıyla esaslı nitelikte bir usul işlemidir. Bu işlem üzerine hâkimliğin itiraz dilekçesine konu talep yönünde kararını değiştirme veya istemi yerinde görmediği takdirde dosyayı ağır ceza mahkemesine gönderme mecburiyeti ve sonuçta başvurucu aleyhine bir karar verilmesi ihtimali doğmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun Cumhuriyet başsavcılığının itirazından haberdar edilmesi, itiraz dilekçesi içeriğindeki iddialara karşı savunmalarda bulunabilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde başvurucunun Cumhuriyet başsavcılığının iddialarına karşı görüş bildirme imkânı elinden alınarak anılan merci karşısında zayıf ve dezavantajlı bir konuma düşebileceği açıktır.
52. Somut olayda İnfaz Hâkimliği kararının başvurucuya tebliğinin yapılmasından 1 (bir) gün sonra itiraz mercii Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine şikâyeti kesin olarak reddetmiştir. Söz konusu olayda İnfaz Hâkimliğinin gerekçeli kararında Cumhuriyet savcısı mütalaasının içeriğine yer verilmediği, Cumhuriyet savcısının başvurucu aleyhine kanun yoluna başvurduğu, itiraz dilekçesinin başvurucuya tebliğinin yapılmadığı, bunun doğal bir sonucu olarak da makul bir süre beklenmeden başvurucu aleyhine kesin olarak karar verildiği açıktır. Dolayısıyla başvurucunun Cumhuriyet savcısının dilekçesinde yer alan görüşe karşı yargılamanın herhangi bir safhasında beyanda bulunma imkânı olmadığı, bu koşullarda izlenen yöntemin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gereklerine uygun olmadığı, başvurucunun menfaatlerini koruyan güvencelerin başvurucuya sağlanmadığı açıktır. Bu durum, yargılamayı bir bütün hâlinde adil olmaktan çıkarmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
54. Başvurucu, itiraz mercinin kararında her ne kadar "Yukarıda açıklanan gerekçeler ile" denilse de açıklanan bir gerekçe olmadığını, yasal zorunluluk olmasına rağmen hiçbir gerekçe belirtilmemesinin hak ihlali olduğunu belirtmiştir.
2. Değerlendirme
55. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
57. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
58. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
59. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
60. Derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
61. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 35, 39).
62. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 18/6/2013, § 24).
63. Bununla birlikte itiraz veya temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, itiraz ya da temyiz mercilerinin bir şekilde itiraz veya temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57). Diğer bir ifadeyle itiraz veya temyiz mercilerinin itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli karar hakkına ve dolayısıyla adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil etmez (Lokman Sapan, B. No: 2013/723, 21/11/2013, § 44).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
64. Hücre cezasının kaldırılmasına ilişkin İnfaz Hâkimliği kararını inceleyen itiraz mercii, Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine kabul kararı vermiş ve şikâyeti kesin olarak reddetmiştir. Somut olayda İnfaz Hâkimliği kararının ortadan kaldırılması nedeniyle itiraz merciinin gerekçe gösterme yükümlülüğünden muaf olma durumu söz konusu olamaz.
65. İtiraz mercii, şikâyetin kabul edilmesine ilişkin İnfaz Hâkimliği kararında yer alan gerekçelerin neden hukuka uygun olmadığını belirtmemiştir. Ayrıca gerekçeli kararın hangi kısmında hangi talebi tartıştığını da açıklamamıştır. Bunun yanında kararın içeriğinde Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu "Eğitim" Kurulu kararından bahsedilmektedir. Dolayısıyla İnfaz Hâkimliği kararı karşısında hükme ulaşmayı sağlayan sebepler ve sonuca götüren nedensellik kurgusu değerlendirmelerinin yeterli açıklıkta yapılmadığı anlaşılmıştır. Bu durum karşısında gerek hükmün dayanağını oluşturan gerekçeli kararın, gerekse dosyanın incelenmesinde anılan kabul gerekçesinin adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte, yeterli ve ilgili olduğu söylenemeyecektir. Sonuç olarak şikâyeti reddeden Mahkemenin kararının hakkaniyete uygun makul bir gerekçe içerdiğinden bahsedilemez.
66. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının da ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
67. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Başvurucu, cezanın iptali ile beraber benzer hak ihlallerine sebebiyet verilmemesi için tazminat talebinde bulunmuştur. Ayrıca avukatı olmasa da danışmanlık desteği alması dolayısıyla tazminat istemiştir.
69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
71. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
72. İncelenen başvuruda Cumhuriyet savcısının itiraz dilekçesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, itiraz merciinin şikâyeti kabul ederken gerekçe göstermemesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlalinin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
73. Bu durumda adil yargılanma hakkı kapsamında ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, Edirne 3. Ağır Mahkemesince yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren ve ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu nedenle kararın bir örneğinin Edirne 3. Ağır Mahkemesine gönderilmesini sağlamak üzere Edirne 1. İnfaz Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
74. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile gerekçeli karar hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapacak olan Edirne 3. Ağır Ceza Mahkemesine (D. İş 2017/557) iletilmek üzere Edirne 1. İnfaz Hâkimliğine (E.2017/1197, K.2017/2438) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
KEMAL TURAN BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2018/18194) |
|
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
|
Recai AKYEL |
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
Raportör |
: |
Selçuk KILIÇ |
|
Başvurucu |
: |
Kemal TURAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, vergi incelemesi sonucu vergi ziyaı cezalı geçici vergi ve gelir vergisi tarh edilmesine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle açılan davalarda esasa etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/6/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2018/18194 ve 2018/18996 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/18194 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/18194 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1984 yılından beri taksi işletmeciliği, müteahhitlik, tekstil ticareti ve inşaat malzemeleri toptan pazarlama işleriyle uğraşmaktadır.
10. Başvurucu hakkında 2007 yılında F.Ü. adlı şahsa gayrimenkulünü teminat göstermek koşuluyla %5 faizle 150.000 TL borç para verdiği, daha sonra F.Ü.nün zor durumundan istifade ederek söz konusu gayrimenkulü üzerine aldığı ve ardından gayrimenkulü satması sonucu haksız gelir elde ettiği yönündeki ihbar üzerine inceleme yapılmıştır. Düzenlenen vergi tekniği raporunda (VTR) başvurucunun inşaat malzemeleri alım satım faaliyetinde bulunmak üzere mükellefiyet tesis ettirdiği ancak bu faaliyetinin dışında çok sayıda emlak alım satımı yaptığı, bunlarla ilgili vergi dairesine herhangi bir bildirimde bulunmadığı, işlemlerinde banka hesaplarını kullanmadığı, tefecilik yaptığı, faiz karşılığı borç verdiği kişilerden genellikle gayrimenkullerinin teminat olarak gösterilmesini istediği ifadelerine yer verilmiştir. Yapılan değerlendirmeler sonucunda, diğer şahıslar ile ilgili olarak net bir tespit yapılamadığından başvurucu hakkında sadece F.Ü. ile olan ilişkisi nedeniyle işlem yapılması gerektiği vurgulanmış ve başvurucunun faizle verdiği borç para karşılığında üzerine aldığı F.Ü.ye ait gayrimenkulü daha sonra satması sonucunda elde ettiği faiz gelirini beyan etmemesi nedeniyle başvurucu hakkında tarhiyat yapılması ve vergi ziyaı cezası kesilmesi gerektiği belirtilmiştir.
11. Başvurucu hakkında VTR esas alınarak bir kısmı 2007 ve bir kısmı da 2008 yıllarına ilişkin olmak üzere vergi ziyaı cezalı banka ve sigorta muameleleri vergisi tarhı, vergi ziyaı cezalı gelir stopaj ve damga vergisi tarhı, vergi ziyaı cezalı geçici gelir vergisi ile vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarhı işlemleri tesis edilmiştir.
12. Başvurucu anılan işlemlerin iptali istemleriyle İstanbul 10. Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dört ayrı dava açmıştır.
13. Başvurucunun vergi ziyaı cezalı banka ve sigorta muameleleri vergisi tarhiyatının iptali istemiyle açtığı davada Mahkeme 21/6/2011 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme kararında "... davacının bir takvim yılı içerisinde bir kişiye verdiği borç karşılığında bu kişiye ait gayrimenkulün tapusunu üzerine aldığı, bu taşınmazı sattığı tutar ile borç verdiği tutar arasında kalan farkın davacının elde ettiği faiz geliri olduğu iddia edilmişse de, davacı ile söz konusu şahıs arasındaki ilişkinin bir gayrimenkul alım satımı olduğu, alım satım işlemlerinin tapu memuru önünde her iki tarafın iradelerini açıklayarak yapılıp devlet kayıtlarına girdiği ve bu kayıtların aksini ortaya koyacak kuvvette somut belgeler olmadıkça doğru olarak kabulünün zorunlu olduğu, alım satımın banka kanalıyla yapılmamasının bu durumu değiştirmeyeceği, gayrimenkulün her hangi bir faiz ilişkisi içerisinde el değiştirdiği yönünde idarece somut ve geçerli bir belge veya tapudaki tescilin iptali yönünde bir mahkeme kararı sunulamadığı, davacının sattığı taşınmaz için değer artışı kazancını beyan edip ödediği, ayrıca adı geçen şahıs ile davacı arasında İstanbul Onbirinci Asliye Ceza Mahkemesinde görülen dava nedeniyle husumetlerinin de bulunduğu, tapuda resmi makamlar önünde kararlaştırılmış tutarlar üzerinden yapılan satış işlemini ikrazatçılık olarak değerlendirip bu konuda borç verenin ifadesinden başka itibar edilebilecek kesin ve somut belgeler sunulmadan yapılan tarhiyatta hukuka uyarlılık görülmediği..." gerekçesine yer verilmiştir. Karar, Danıştay Yedinci Dairesi tarafından onanmış; karar düzeltme isteminin de 2017 yılında reddedilmesinin ardından kesinleşmiştir.
14. Başvurucunun vergi ziyaı cezalı gelir stopaj ve damga vergisi tarhiyatının iptali istemiyle açtığı davada Mahkeme 30/3/2010 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme kararında "...ilgili dönemler muhtasar beyannamelerinin verilmemesi nedeniyle davacı adına resen tarhiyat yapılmış ise de, re’sen takdir ile ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunun gerçeğe en yakın şekilde tespit edilmesi amacı esas olduğundan, takdir komisyonunca, davacının ilgili dönemde işçi çalıştırıp çalıştırmadığı, nakden veya hesaben tevkifata tabi bir ücret veya kira ödemesinde bulunulduğu ve ödeme miktarının ne kadar olduğu, işçilerin ilgili dönemde işte çalıştığı yönünde bir tespit bulunduğu ve bu nedenle ödeme yapıldığı somut bilgi ve belgelerle saptanmadan matrah takdir edildiği, matrah takdirine ilişkin komisyon kararında tespit edilen matraha nasıl ulaşıldığına ilişkin somut tespitlerin yer almadığı gerekçeleriyle yapılan cezalı tarhiyatlarda hukuka uyarlık bulunmadığı..." gerekçesine yer verilmiştir. Karar, kanun yolu incelenmesinden geçerek kesinleşmiştir.
15. Başvurucunun bireysel başvuruya konu ettiği vergi ziyaı cezalı geçici gelir vergisi ile aynı yıla ilişkin vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarhiyatlarının iptali istemiyle açtığı davalarda ise Mahkeme ilk olarak iptal kararları vermiştir. Bu kararlar temyiz aşamasında Danıştay Dördüncü Dairesi tarafından önce onanmış ise de karar düzeltme aşamasında bozulmuştur. Mahkeme bozma kararlarına uyarak 8/9/2015 ve 9/9/2015 tarihli kararlarla davanın kısmen kabulüne kısmen reddine, başvurucu adına kesilen vergi ziyaı cezasının tek katı aşan kısmının kaldırılmasına, tek kat cezalı tarhiyat yönünden davanın reddine karar vermiştir.
16. Mahkeme kararlarının gerekçesi şöyledir:
"... davacının faiz karşılığı borç verdiği kişilerden genellikle gayrimenkullerinin teminat olarak gösterilmesini istediği, daha sonra borç verdiği kişilerin zor durumundan yararlanarak gayrimenkulleri satış yoluyla kendi üzerine geçirdiği, bazen ikinci ve üçüncü kişileri de araya koyarak izini kaybettirmeye çalıştığı ve dolayısıyla davacının ikrazatçılık faaliyetinde bulunduğu sonucuna varılmış olup dava konusu tarhiyatta ve kesilen tek kat vergi ziyaı cezasında hukuka aykırılık görülmemiştir.
Tekerrür sebebiyle % 50 fazlasıyla kesilen vergi ziyaı cezasına gelince;
...
tekerrür nedeniyle ceza kesilebilmesi için öncelikle kesilmiş bir vergi ziyaı cezası olması, bu cezanın usulüne uygun olarak kesinleşmesi, cezanın kesinleştiği tarihten sonra yeniden aynı neviden bir ceza kesilmesi gerekli ve zorunlu olup bu halde vergi ziyaı cezasında, önceki cezanın kesinleşme tarihinden itibaren 5 yıl içinde vergi ziyaı cezası kesilecek bir durum söz konusu olduğunda kesilecek cezanın yüzde elli artırılarak kesinleşmesi gerekmektedir.
...
Olayda, davacı adına yapılan ve tekerrür cezasına konu olan vergi ziyaı cezalı tarhiyatların ait olduğu dönem öncesinde davacı hakkında kesinleşmiş bir vergi ziyaı cezasının varlığına ilişkin olarak davalı idare tarafından ortaya somut bilgi ve belgenin konulamadığı dolayısıyla da tekerrür şartlarının oluşup oluşmadığının tevsik edilemediği görüldüğünden, dava konusu vergi ziyaı cezasının tekerrür nedeniyle artırılan kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır."
17. Başvurucu, kararları temyiz etmiştir. Temyiz dilekçelerinde başvurucu, aynı maddi olaya yönelik lehine verilen vergi mahkemeleri, asliye hukuk mahkemesi ve ceza mahkemesi kararlarına vurgu yaparak hakkında tesis edilen işlemlerin hukuka aykırı olduğunu belirtmiş ve mahkeme kararlarının bozulması isteminde bulunmuştur. Temyiz taleplerini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesince kararların onanmasına hükmedilmiştir. Daire, tarafların karar düzeltme istemini de 13/3/2018 tarihli kararlarla reddetmiş ve mahkeme kararları kesinleşmiştir.
18. Başvurucu tarafından sunulan belgelere göre aynı maddi olaya ilişkin olan ve F.Ü.ye ait uyuşmazlığa konu taşınmazın başvurucuya satışının iptal edilmesi istemiyle başvurucu aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davası İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesince reddedilmiştir. Söz konusu karara yönelik temyiz ve kararın düzeltilmesi istemleri de Yargıtayca reddedilerek karar kesinleşmiştir. Yine aynı maddi olaya ilişkin İstanbul 11. ve 38. Asliye Ceza Mahkemelerinde dolandırıcılık ve tefecilik suçlarından yapılan yargılamalarda başvurucu beraat etmiş ve anılan beraat kararları da kesinleşmiştir.
19. Nihai kararlar başvurucuya 17/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 18/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
21. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Vergi Kanunlarının uygulanması ve ispat" kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.
Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.
İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir."
22. 213 sayılı Kanun'un "Re'sen vergi tarhı" kenar başlıklı 30. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır.
..."
23. 213 sayılı Kanun'un 134. maddesinin "Maksat" kenar başlıklı birinci fıkrası şöyledir:
"Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır..."
24. 213 sayılı Kanun'un "Vergi ziayı" kenar başlıklı 341. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Vergi ziyaı, mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder"
25. 213 sayılı Kanun'un "Vergi ziyaı cezası" kenar başlıklı 344. maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir."
26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Dolandırıcılık" kenar başlıklı 157. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye ..."
27. 5237 sayılı Kanun'un "Tefecilik" kenar başlıklı 241. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi ..."
28. 21/11/2012 tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu'nun 52. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 30/9/1983 tarihli ve 90 sayılı mülga Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin "Tanımlar" kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanun Hükmünde Karanamede geçen;
a) İkrazatçı: Devamlı ve mutad meslek halinde, faiz veya her ne ad altında olursa olsun bir ivaz karşılığı veya ipotek almak suretiyle, ödünç para verme işleriyle uğraşan veya ödünç para verme işlerine aracılık eden ve kendilerine faaliyet izni verilen gerçek kişileri,
...
ifade eder."
29. 6361 sayılı Kanun'un "İkrazatçılarla ilgili hükümler" kenar başlıklı geçici 5. maddesi şöyledir:
"90 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameden aldıkları yetkiye istinaden ikrazatçılık faaliyetinde bulunanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde bu Kanunda sayılı faaliyetlerden birini yürütmek amacıyla Kuruma başvuruda bulunabilirler. Bu süre içinde mevcut sözleşmelerinden kaynaklanan alacaklarının tahsiline yönelik işlemler dışında yeni bir ikrazatçılık faaliyetinde bulunamazlar. Kuruma başvuruda bulunan ikrazatçılar Kuruldan gerekli izinleri almak suretiyle faaliyetlerine faktoring, finansal kiralama veya finansman şirketi olarak devam edebilirler. Kurulacak bu şirketler bu Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan sermaye yükümlülüğünü üç yıl içinde yerine getirmek zorundadır. Kuruma başvuruda bulunmayan veya başvurduğu halde Kuruldan gerekli izinleri alamayanların ikrazatçılık faaliyet izinleri başka bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden sona erer."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu; aynı konu nedeniyle adına düzenlenen aynı maddi olaydan ve incelemeden kaynaklanan vergi ve cezaların iptali için vergi mahkemelerinde dört ayrı dava açtığını, bunlardan iki tanesinin kabul edilerek söz konusu vergi ve cezaların kaldırıldığını, anılan kararların kesinleştiğini, diğer iki davanın ise aynı konu hakkında olmasına rağmen aleyhine sonuçlandığını ifade etmektedir. Başvurucu çelişkili kararlar verildiğini, aleyhine verilen kararların hukuk düzeninden çıkarılması gerektiğini, ceza mahkemesinin beraat kararları ile tapu iptali ve tescili istemleriyle aleyhine açılan davanın reddine ilişkin kararının dikkate alınmadığını, haksız kararlar nedeniyle büyük miktarda vergi ve cezaya muhatap kılındığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini öne sürmüştür.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, yargılama sürecinde aynı maddi olaydan kaynaklanan işlemlerin değerlendirilmesinde esasa ilişkin iddialarının karşılanmayarak reddedilmesi ile ilgilidir. Bu itibarla başvurucunun ihlal iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
36. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır.
37. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
38. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
39. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
40. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
41. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Başvurucu aynı maddi olay nedeniyle yapılan vergi ziyaı cezalı banka ve sigorta muameleleri vergisi tarhiyatının iptal edildiğini ve kararın kesinleştiğini, tefecilik ve dolandırıcılık suçlarından beraat ettiğini ve kararın kesinleştiğini, aynı olaya ilişkin aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davasının ise reddedilerek lehine sonuçlandığını ve kararın kesinleştiğini ancak aynı olay nedeniyle yapılan gelir vergisi tarhiyatına karşı açtığı davaların ise anılan kararlarla çelişir şekilde reddedildiğini belirtmektedir.
43. Başvurucunun aynı maddi olay nedeniyle adına düzenlenen vergi ve cezaların kaldırılması istemiyle açtığı davalarda lehine verilen kararların dikkate alınması gerektiği iddialarını yargılamanın her aşamasında ileri sürdüğü anlaşılmaktadır (bkz. §§ 17, 18).
44. Kural olarak yargılamayı yapan mahkemelerinin aynı maddi olayları değerlendirerek farklı sonuçlara varmış olmaları, neden farklı sonuçlara vardıklarını yeterince açıkladıkları sürece adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmaz. Bir başka ifadeyle mahkemeler -ulaşılan sonuçlar birbirinden farklı olmakla birlikte- varılan sonuca hangi nedenle ulaşıldığını başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeler sundukları sürece adil yargılanma hakkı yönünden ihlal sonucuna varılmayabilir (pek çok karar arasından bkz. Trakya Kalıp ve Plastik Kapak İmalatı Sanayi ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/30526, 18/11/2020, §§ 31-35).
45. Somut olayda gerçekten de aynı maddi olaydan (F.Ü. ile olan hukuki ilişkiden) kaynaklı olarak yapılan bankacılık ve sigorta muameleleri vergisi tarhiyatında başvurucunun faiz geliri elde etmediği sonucuna varılarak tarhiyat kaldırılmıştır (bkz. § 13). Başvurucu, aynı olaya ilişkin tefecilik ve dolandırıcılık suçlarından beraat etmiş; gelir vergisi ve geçici vergi tarhiyatının dayanaklarından biri olan ve gerçek bir gayrimenkul alım satım ilişkisinin bulunmadığı yönündeki iddiaya dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescili davasında da başvurucu lehine karar verilmiştir. Anılan kararlar mahiyeti gereği gelir vergisi tarhiyatına karşı açılan başvuruya konu davanın sonucuna doğrudan etkili olduğundan açık ve ayrı bir cevap verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
46. Öte yandan başvuruya konu olayda tefecilikten elde edilen gelirin vergilendirilmesi amacıyla, yapılan tarhiyata karşı açılan davada söz konusu gelirin elde edildiğine yönelik olarak varılan kararda diğer yargı yerlerinin vardığı sonucun -başvurucunun lehine olan kararları yargılama aşamalarında sunduğu hâlde- aksi yönünde sonuca ulaşmayı haklı gösterecek gerekçeye yer verilmediği anlaşılmaktadır. Temyiz ve karar düzeltme istemleri üzerine verilen kararlarda da bu iddialara yönelik herhangi bir açıklama bulunmamaktadır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Nail Hacıimamoğlu, B. No: 2016/8362, 30/9/2020, §§ 39-43).
47. Sonuç olarak başvurucunun uyuşmazlığın çözümü için esaslı nitelikteki iddia ve itirazları derece mahkemelerince konu ile ilgili makul ve yeterli bir gerekçe ile karşılanmamıştır. Bu sebeple yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
50. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılama yapılmasını istemiştir.
51. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
53. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
54. İncelenen başvuruda başvurucunun davasının esaslı iddiaları karşılanmadan reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
55. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 10. Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 589,40 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 10. Vergi Mahkemesine (E.2015/1678, K.2015/1623; E.2015/1711, K.2015/1625) GÖNDERİLMESİNE,
D. 589,40 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
|
|
|
GENEL KURUL |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
ÜMMÜGÜLSÜM SALGAR BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2016/12847) |
|
|
|
Karar Tarihi: 21/10/2021 |
|
R.G. Tarih ve Sayı: 28/1/2022 - 31733 |
|
|
|
GENEL KURUL |
|
|
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
|
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
Başkanvekili |
: |
Kadir ÖZKAYA |
|
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
|
Recai AKYEL |
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
|
İrfan FİDAN |
|
Raportör |
: |
Selçuk KILIÇ |
|
Başvurucu |
: |
Ümmügülsüm SALGAR |
|
Vekili |
: |
Av. Kaya YELEK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; güvenlik soruşturması neticesinde başvurucunun eşi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinin ortaya çıkması üzerine başvurucunun polis meslek eğitim merkezi öğrenciliğinden çıkarılması nedeniyle ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin, bu konuda açılan iptal davasında temyiz isteminin hiçbir gerekçeye yer verilmeksizin reddedilmesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, emniyet teşkilatının polis memuru ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan sınavlar neticesinde başarılı olup 4/11/2013 tarihinde İstanbul Arnavutköy Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürlüğünde (POMEM) 13. dönem polis meslek eğitimine başlamıştır.
7. Eğitim süreci devam ederken başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde eşinin resmî belgede sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verildiği tespit edilmiştir. Bunun üzerine 7/5/2008 tarihli ve 26869 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Polis Meslek Eğitim Merkezleri Giriş Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 7. maddesinin (g) bendi uyarınca başvurucunun aday öğrencilik hakkı sonlandırılarak POMEM'den ilişiğinin kesilmesine ilişkin 13/2/2014 tarihli işlem tesis edilmiştir.
8. Aday öğrencilik hakkı sonlandırılarak POMEM'den ilişiğinin kesilmesine yönelik işlemin iptali istemiyle başvurucu 26/2/2014 tarihinde Ankara 13. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi uyarınca eşi hakkında verilen mahkeme kararından sorumlu tutulmaması gerektiğini, HAGB'nin temyiz denetiminden geçmemiş ve kesinleşmemiş bir hüküm olduğunu, denetimli serbestlik dönemi geçtikten sonra beraatle aynı sonucu doğurduğunu, evliliğin bir akit olduğunu ve eşi ile boşanmasının ihtimal dâhilinde bulunduğunu, cezaların şahsiliği ilkesini gözetmeyen yönetmelik hükmünün üst hukuk normlarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
9. Mahkemece yapılan değerlendirme sonucu 24/10/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; yapılan güvenlik soruşturmasında başvurucunun eşinin resmî belgede sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı ve hakkında HAGB kararı verildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda ilgili mevzuatta POMEM öğrenciliği için HAGB kararı verilmiş olsa dahi belirli suçlardan mahkûm edilmemiş olmanın ve bu şartların POMEM öğrencilerinin eşlerinde de bulunması gerektiğinin Yönetmelik'in 7. maddesinin (g) bendinde hüküm altına alındığı Mahkemece ifade edilmiştir. Bu çerçevede Mahkeme -mevzuatta bulunan açık düzenleme ile görevin önem ve özelliği de dikkate alındığında- eşi hakkında mevzuatta belirtilen suçtan dolayı verilen HAGB kararı nedeniyle başvurucuyla ilgili tesis edilen işlemin hukuka ve mevzuata aykırı olmadığını belirtmiştir.
10. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucu; mahkeme kararında mevzuatta bulunan açık hüküm uyarınca karar verildiği belirtilmekte ise de bahse konu kuralın bir yönetmelik hükmü olduğunu ve hakkında işlem tesis edilmesine dayanak yönetmelik hükmünün hem evrensel hukuka hem dayanağı 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu'na hem de Anayasa'nın 90. maddesine göre uluslararası antlaşmalara açıkça aykırılık taşıdığını ileri sürmüştür. Ayrıca HAGB'nin temyiz denetiminden geçmemiş ve kesinleşmemiş bir hüküm olduğunu, hem doktrinde hem de yüksek mahkemelerin kararlarında HAGB'nin niteliğinin tartışıldığını ifade etmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesince 11/9/2015 tarihli ilamla mahkeme kararının onanmasına hükmedilmiştir.
11. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 15/4/2016 tarihli kararıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 54. maddesinde yazılı karar düzeltme nedenlerinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
12. Nihai karar 23/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
13. 3201 sayılı Kanun'un ek 24. maddesinin olay tarihindeki ilgili kısmı şöyledir:
"Emniyet Teşkilatının polis memuru ihtiyacını karşılamak üzere, Maliye Bakanlığı ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Devlet Personel Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile polis meslek eğitim merkezleri açılabilir.
...
Polis meslek eğitim merkezlerindeki eğitim-öğretim süresi içerisinde; giriş şartlarını taşımadıkları sonradan anlaşılanlar, eğitim ve öğretimini başarı ile tamamlayamayanlar, sağlık ve disiplin yönünden polis olamayacağına yetkili kurullarca karar verilenlerin polis meslek eğitim merkezleri ile ilişikleri kesilir. Sağlık veya ölüm dışındaki nedenlerle ilişiği kesilenlerden, ödenen harçlık ve yapılan masraflar kanunî faizi ile birlikte tahsil edilir.
Polis meslek eğitim merkezlerinde eğitimlerini başarı ile tamamlayanlar, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına aday polis memuru olarak atanırlar...
...
Polis meslek eğitim merkezlerinin kuruluş ve çalışma usûl ve esasları; bu merkezlerde eğitime alınacak öğrencilerde aranacak şartlar, yapılacak sınavlar, disiplin ve eğitim-öğretimle ilgili konular, öğrenciliğin sona ermesi, tazminat ve yükümlülük esasları ile giyecekleri kıyafetler ve diğer hususlar İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
14. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
…
(10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
...”
15. Mülga Yönetmelik'in "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Bu Yönetmeliğin amacı, Polis Meslek Eğitim Merkezlerine alınacak öğrencilerde aranılacak nitelikler, seçme ve değerlendirme kurullarının oluşumu, öğrencilerin geçici ve kesin kayıt işlemleri ile intibak eğitimlerine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir."
16. Mülga Yönetmelik'in "Dayanak" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Bu Yönetmelik, 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun ek 24 üncü maddesi hükmüne dayanılarak hazırlanmıştır."
17. Mülga Yönetmelik'in "Adaylarda aranılacak şartlar" kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) POMEM’lere başvuran adaylarda aşağıdaki şartlar aranır.
...
f) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı altı ay veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış veya yasaklanmış haklar geri verilmiş olsa bile; devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından;
1) Mahkûm olmamak.
2) Hükmün açıklamasının geri bırakılmasına karar verilmemiş olmak.
3) Devam etmekte olan bir kovuşturma bulunmamak veya kovuşturması uzlaşma ile neticelenmemiş olmak.
g) (e) ve (f) bentleri adayın eşi hakkında da uygulanır.
...
l) İlgili mevzuat kapsamında yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonuçları olumlu olmak."
18. 6/6/2015 tarihli ve 29378 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, mülga Yönetmelik'i yürürlükten kaldıran ve hâlen yürürlükte olan Polis Meslek Eğitim Merkezleri Giriş Yönetmeliği'nin "Adaylarda aranılacak nitelikler" kenar başlıklı 8. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) POMEM’lere başvuru yapacak adaylarda aşağıdaki şartlar aranır.
...
g) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile, adayın kendisinin ve evli ise eşinin;
1) Kasten işlenen bir suçtan dolayı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkûm olmamak,
2) Affa uğramış veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kaçakçılık veya cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan dolayı mahkûm olmamak veya bu suçlardan dolayı devam etmekte olan bir soruşturma veya kovuşturma bulunmamak veya kovuşturması uzlaşma ile neticelenmemiş olmak,
...
k) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumlu olmak..."
2. Danıştay İçtihadı
19. Danıştay Onikinci Dairesinin 22/3/2006 tarihli ve E.2003/3053, K.2006/1056 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İnsan Kaynakları Değerlendirme Seçme ve Sınıflandırma Merkezi Komutanlığınca yürütülen ve 23.10.2001 tarihinde yapılan uzman erbaşlık sınavını kazanan davacının, uzman erbaşlık statüsüne alınmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 11. İdare Mahkemesinin ... günlü ... kararıyla; dosyanın incelenmesinden, davacının 23.10.2001 tarihinde yapılan uzman erbaşlık sınavına katılarak başarılı olduğu, sağlık kurulu raporu aldığı, ancak hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucu müessir fiil nedeniyle Çankırı Asliye Ceza Mahkemesi kararıyla ağır para cezasıyla cezalandırılarak bu cezanın ertelendiğinin tesbit edilmesi üzerine Uzman Erbaş Yönetmeliğinin 6/ı maddesi uyarınca göreve başlatılmadığının anlaşıldığı, bu durumda, davacı cezası ertelenmiş olmakla birlikte müessir fiil nedeniyle hükümlü olması nedeniyle uzman erbaş olma koşullarını taşımadığından dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, işlemin hukuka aykırı olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
T.C. Anayasasının 128/2. maddesinde, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atamaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği hükmü yer almıştır.
Kamu görevlileri için ana kanun niteliğinde olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun48/A-5. maddesinde, 'Taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçtan veya istismal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak' Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak genel şartlar arasında yer almıştır.
3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununda ise, uzman erbaşlarda aranılacak nitelikler açısından hükümlülük konusunda herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiş, ancak 19. maddede, personelde aranılacak niteliklerin yönetmelikte gösterileceği belirtilmiştir.
3269 sayılı Kanunun 19. maddesine dayanılarak hazırlanan Uzman Erbaş Yönetmeliğinin 6. maddesinin ( ı) fıkrasında ise 'Taksirli suçlar hariç olmak üzere; affa veya zamanaşımına uğramış yahut para cezasına çevrilmiş ya da ertelenmiş ve adli sicil kaydından çıkarılmış olsa dahi, bir cürümden hükümlü bulunmamak' personelde aranılacak nitelikler arasında sayılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 23.10.2001 tarihinde yapılan uzman erbaşlık sınavına katılarak başarılı olduğu, hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucu müessir fiil nedeniyle Çankırı Asliye Ceza Mahkemesi kararıyla ağır para cezasıyla cezalandırılarak bu cezanın ertelendiğinin tesbit edilmesi üzerine Uzman Erbaş Yönetmeliğinin 6/ı maddesi uyarınca göreve başlatılmadığı anlaşılmıştır.
Olayda, davacının müessir fiil nedeniyle aldığı ertelenmiş ağır para cezası nedeniyle Uzman Erbaş Yönetmeliğinin 6/ı maddesi uyarınca göreve alınma şartlarını taşımadığı açıktır.
Ancak, kamu görevlisi olan uzman erbaşların göreve alınması için gereken niteliklerin Anayasanın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekirken, ilgili kanunda bu hususta bir düzenleme bulunmamakta, kanunda aranmayan bir şart yönetmelikle düzenlenmekte ve yönetmelik ilgili kanununda hüküm bulunmaması nedeniyle kıyasen uygulanabilecek kamu görevlileri için ana kanun niteliğinde olan 657 sayılı Kanununa aykırı hükümler içermektedir.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7.maddesinin 4.fıkrasının son cümlesi uyarınca, düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması, bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmamaktadır.
Bu durumda, müessir fiilden dolayı aldığı ertelenmiş olan ağır para cezası genel hukuk kuralları uyarınca kamu görevlisi olmasına engel teşkil etmeyen davacının, üst normlara aykırı olarak düzenlenen yönetmelik hükmü uyarınca uzman erbaşlığa atanmamasına ilişkin dava konusu işlemde ve davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz talebinin kabulü ile ...[kararın] 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca BOZULMASINA..."
20. Danıştay Sekizinci Dairesinin 7/5/2007 tarihli ve E.2006/1923, K.2007/2729 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Uyuşmazlık, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi II. dönem öğrencisi olan davacının, Van İpek Yolu Devlet Hastanesinde akut apandisit teşhisiyle geçirdiği operasyon nedeniyle öğrenimine devam edemediğinden 27.4.2005 tarihinde mazeretini beyanla 29.5.2005 tarihinde yapılacak V. kurul sınavına girme ve ek sınav hakkı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Yönetim Kurulunun 27.4.2005 gün ve 4 sayılı kararının iptali isteminden kaynaklanmıştır.
...
Dosyanın incelenmesinden, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi II. dönem öğrencisi olan davacının, 18.4.2005 tarihi itibariyle akut apandisit operasyonu geçirmesi nedeniyle tarafına Van İpek Yolu Devlet Hastanesi Baştabipliğince 18.4.2005 gün ve 844 sayılı 18.4.2005 tarihinden itibaren geçerli 20 günlük istirahat raporunun verildiği, davacının 18.4.2005-29.4.2005 tarihleri arasındaki devamsızlığına ilişkin mazeretini 27.4.2005 günlü dilekçesi ile 29.5.2005 tarihinde yapılacak V. Kurul sınavına katılma istemiyle Tıp Fakültesi Dekanlığına yaptığı başvurusunun, Tıp Fakültesi Yönetim Kurulunun 27.4.2005 gün ve 4 sayılı kararı ile Fakülte Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin 9. ve 10. maddeleri gereğince sağlık raporu değerlendirildikten sonra 5. ders kurulu kurul sonu sınavına girmesi ve ek sınav hakkı verilmesi uygun görülmeyerek reddedildiği, davacının Fakülte Yönetim Kuruluna 29.4.2005 günlü itiraz başvurusunun ise, Dekanlığın 4.5.2005 gün ve 220 sayılı yazıları ile; ilgili Yönetmeliğin 9. maddesi uyarınca geçerli, haklı, kabul edilebilir mazeretler olsa dahi teorik derslerin %70'ine, pratiklerin ise %80'ine devam zorunluluğunun bulunduğu, davacının ise 20 günlük istirahat raporu nedeniyle devamsızlık hakkını aştığı nedeniyle sınava girme isteminin kabulü olanaklı olmadığından reddedildiği anlaşılmıştır.
Olayda, davacının Van İpek Yolu Devlet Hastanesi Baştabipliğine başvurusu üzerine tarafına verilen Ameliyat Kayıt Defterinin 317. sırasında 844 hasta kabul numarasıyla 16.4.2005 tarihinde akut apandisit ameliyatı olduğu görülmüş olup, Genel Cerrahi Uzmanı tarafından adına 18.4.2005 tarihinden itibaren 20 günlük istirahat raporunun verildiği, adı geçen Hastanenin ise Sağlık Bakanlığı'na bağlı tam teşekküllü Devlet Hastanesi niteliğinde olduğu ve belgelerin mazeretini ortaya koyacak biçimde hukuken geçerli olduğu açıktır.
Her ne kadar, davalı Üniversite Tıp Fakültesi Sınav Yönetmeliğinin 10. maddesinin 2. fıkrasında; tatil günleri haricindeki sağlık mazeretlerinin geçerli olmasının, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden alınmış bir rapor ile belgelendirilmesi gerekeceği yolundaki düzenlemeye yer verilmiş ise de, iptal davasına konu idari işlemlerin idari yargı yerince T.C. Anayasasına, yasa ve üst hukuk normlarına aykırı olup olmadığının, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukukilik denetiminin yapılacağı, dava konusu işlemin dayanağı düzenleyici işlemin, üst hukuk normlarına aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmemiş olmasının hukuka aykırılığı saptanan dava konusu işlemin iptaline engel teşkil etmeyeceği idare hukukunun bilinen ilkeleri gereğidir.
Öte yandan, davalı idare Sınav Yönetmeliğinde düzenlenen teorik ve pratik derslere ilişkin devam şartının, ilgili öğrenci tarafından geçerli ve haklı bir mazeret ileri sürülmesi halinde Fakülte Yönetim Kurulu tarafından değerlendirilerek aranmayacağı sonucuna varılmış olup, aksi yöndeki bir düşüncenin, haklı dahi olsa mazeretlerin hiç bir şekilde dikkate alınmayacağı anlamına geleceği, T.C. Anayasası ile sosyal ve ekonomik hak ve ödevler altında düzenlenen eğitim ve öğrenim için tanınan hakkı zedeleyecek bir sonuç yaratacağı kuşkusuzdur.
Bu durumda, davacının ilgili Yönetmelikle esasları belirlendiği şekliyle, mazeretin sona ermesinden sonra en geç iki hafta içinde Dekanlığa bildirimde bulunması yolundaki başvuru süre ve yükümlülüğünü 18.4.2005 tarihinden itibaren geçerli olan 20 günlük istirahat süresi içinde 27.4.2005 tarihinde başvurmak suretiyle yerine getirdiği tartışmasız olup, davacının mazereti değerlendirilerek V. ders kurulu, kurul sonu sınavına alınması ve/veya ek sınav hakkı tanınmamasına ilişkin dava konusu 27.4.2005 gün ve 4 sayılı Fakülte Yönetim Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığından, aksi yönde verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir
Açıklanan nedenlerle, ...[kararın] BOZULMASINA..."
3. Yargıtay İçtihadı
21. HAGB kurumunun niteliğine yer verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.2011/19-639, K.2012/30 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurulan hüküm, belli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmemekte, herhangi bir sonuç doğurmamaktadır. Sanık bulunduğu hal üzere bırakılmakta, aynen yargılanan kimsenin durumunda kalmakta ve yapılan yargılama geçici bir süre askıda kalmaktadır. Askı süresi boyunca, yargılanan kimsenin sanık sıfatı devam eder ise de, hiçbir şekilde bu kimse hükümlü sayılamaz."
22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/10/2018 tarihli ve E.2017/4-1353, K.2018/1552 sayılı ile 31/1/2019 tarihli ve E.2017/13-681, K.2019/46 sayılı kararlarında da HAGB kurumuna yönelik yukarıda alıntısı yapılan kararla aynı nitelendirmeye yer verilmiştir.
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir...
2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.
..."
24. Sözleşme'nin 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
a. Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği İlkesi Yönünden
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 7. maddesinde yer alan "suç oluşturmayan eylem" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini de Sözleşme'nin 6. maddesinde yer alan "suç ile itham edilme" kavramına ilişkin ortaya koyduğu üç kıstas ile açıklamaktadır (Engel ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, §§ 82, 83).
26. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer bulan "suç ile itham edilme" kavramının taraf devletlerin iç hukuklarındaki karşılıklarından bağımsız, otonom bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktadır (Adolf/Avusturya, B. No: 8269/78, 26/3/1982, § 30). Yine AİHM'e göre tek başına itham kavramı da Sözleşme'nin anlamı dâhilinde anlaşılmalıdır. Bu kapsamda itham kavramı "yetkili makamlarca bir kişiye suç işlediği iddiasının resmî olarak bildirimi" şeklinde açıklanabilir. Böyle bir tanım aynı zamanda şüpheli kişilerin sonuçlarından büyük ölçüde etkilendikleri durumları da içine alır (Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, §§ 42-46; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982, § 73).
27. AİHM kararlarına göre aşağıda belirtilen durumlar Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında itham sayılabilecek hâllerdendir:
i. Suç işlediği için bir kişi hakkında tutuklama emri çıkarılması (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 2122/64, 27/6/1968)
ii. Bir kişiye aleyhinde açılmış bir davanın resmî olarak bildirilmesi (Neumeister/Avusturya, B. No: 1936/63, 27/6/1968)
iii. Gümrük suçlarını inceleyen yetkililerin bir kişiden kanıt göstermesini istemesi ve bu kişinin banka hesaplarını dondurması (Funke/Fransa, B. No: 10828/84, 25/2/1993)
iv. Kişi aleyhine polise ihbar yapılması üzerine savcılık tarafından dosya açıldıktan sonra kişinin savunma avukatı tayin etmesi (Angelucci/İtalya, B. No: 12666/87, 19/2/1991)
28. AİHM, 6. maddenin cezai boyutunu Engel kriterleri olarak bilinen üç kritere dayandırmaktadır. İlk kriter suçun ulusal hukuktaki nitelendirilmesi, ikinci kriter suçun niteliği ve üçüncü kriter ise ilgili kişiye verilebilecek olan cezanın ağırlığıdır (Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz [BD], B. No: 55391/13, 6/11/2018, § 122). AİHM ayrıca cezanın niteliğini de değerlendirmiştir (Öztürk/Almanya [GK], B. No: 8544/79, 21/2/1984, § 50).
29. AİHM'e göre birinci kriterin diğer kriterlere göre göreceli olarak ağırlığı olsa da değerlendirme için birinci kriter ancak bir başlangıç noktası oluşturur. Şöyle ki eğer taraf devletin iç hukuku bir eylemi suç olarak nitelendirmiş ise bu, 6. maddenin kapsamının uygulanması bakımından belirleyicidir. Ancak eğer ulusal hukukta böyle bir nitelendirme yok ise AİHM yine de başvuru konusu edilen cezai sürecin ulusal sınıflandırmasının ötesine bakacak vemaddi gerçeği inceleyecektir (Engel ve diğerleri/Hollanda, § 81).
30. Sözleşme'nin 6. maddesinin kapsamının uygulanmasını belirleyecek daha önemli bir kriter olarak değerlendirilen (Jussila/Finlandiya [BD], B. No: 73053/01, 23/11/2006) suçun türü kriteri ise şu faktörlerin hesaba katılmasını gerektirmektedir:
i. Başvuruya konu cezai sürecin doğrudan -örneğin bir meslek grubu gibi- belirli bir gruba mı yönelik olduğu yoksa herkes için bağlayıcılığı olan genel bir etki mi yarattığı (Bendenoun/Fransa, B. No: 12547/86, 24/2/1994, § 47)
ii. Cezai sürecin kamu gücünü kullanan bir kamu otoritesi tarafından yürütülüp yürütülmediği (Benham/Birleşik Krallık, B. No: 19380/92, 10/6/1996, § 56)
iii. Cezai sürecin cezalandırıcı ya da caydırıcı bir amacının bulunup bulunmadığı (Öztürk/Almanya, § 53; Bendenoun/Fransa, § 47)
iv. Cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın uygulanmasının bir suç tespitine bağlı olup olmadığı (Benham/Birleşik Krallık, § 56)
v. Benzer cezai süreçlerin diğer taraf devletlerin hukuklarında nasıl sınıflandırıldığı (Öztürk/Almanya, § 53)
31. Üçüncü ve son kriter cezanın türü ve ağırlığı ise 6. maddenin uygulanma kapsamının belirlenmesinde cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın olası en yüksek miktarının da dikkate alındığını ortaya koymaktadır (Campell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/77, 7878/77, 28/6/1984, § 72; Demicoli/Malta, B. No: 13057/87, 27/8/1991, § 34).
32. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin cezai süreçler bakımından kapsamının belirlenmesinde Engel ve diğerleri/Hollanda başvurusuna ilişkin kararda altı çizilen ikinci ve üçüncü kriterlerin birlikte uygulanması gerekli değildir. Yine de her bir kriterin ayrı ayrı analizi üzerinden sonuca varılamayan durumlarda kriterlerin kümülatif olarak değerlendirilmesine ilişkin bir yaklaşım da benimsenebilir (Bendenoun/Fransa, § 47).
33. AİHM; söz konusu üç kriteri uygulayarak sonuca ulaştığı askerî disiplin işlemine karşı yapılan bir başvuruda (Çelikateş ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 45824/99, 7/11/2000), kamu görevine giriş ile kamu görevine son verilmesi şartlarına karşı yapılan bir başvuruda (Sidabras ve Džiautas/Litvanya (k.k.), B. No: 55480/00 ve 59330/00, 1/7/2003) ve anayasa ihlalleri nedeniyle Cumhurbaşkanı aleyhine başlatılan itham sürecine karşı yapılan bir başvuruda (Paksas/Litvanya [BD], B. No: 34932/04, 6/1/2011, §§ 64-69) şikâyetlerin Sözleşme'nin 7. maddesinin kapsamı dışında kaldığı sonucuna varmıştır.
34. Öte yandan AİHM, Sözleşme'nin 7. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ceza kavramının da özerk bir anlamı bulunduğunu belirtmektedir (G.I.E.M. S.R.L. ve diğerleri/İtalya [BD], B. No: 1828/06, 28/6/2018, § 210). AİHM'e göre özerk bir ceza kavramı olmaması durumunda devletler, herhangi bir sınıflandırma yapmaksızın ceza vermekte özgür olacak ve ilgili kişiler bu durumda Sözleşme'nin 7. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki güvencelerden yoksun kalacaktır (Del Río Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 88). AİHM, bir cezanın var olup olmadığının değerlendirilmesinde söz konusu tedbire ceza hukuku kapsamında verilen mahkûmiyet kararının ardından hükmedilip hükmedilmediğinin önem taşıdığını vurgulamaktadır. Ancak bu husus ilgili ölçütlerin sadece biridir ve ceza mahkemeleri tarafından verilmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmaması, 7. madde kapsamında bir cezanın mevcudiyetinin söz konusu olmadığı çıkarımı için yeterli değildir (G.I.E.M. S.R.L. ve diğerleri/İtalya, §§ 215-217).
35. AİHM, cezanın varlığının değerlendirilmesi konusunda başka bazı faktörlerin de gözönüne alınabileceğini belirtmiştir. Bu faktörler, söz konusu tedbirin niteliği ve amacı, iç hukukta tasnifi, tedbirin kabulü ve uygulanması ile ilişkili prosedürler ve tedbirin şiddetidir (G.I.E.M. S.R.L. ve diğerleri/İtalya, § 211; Welch/Birleşik Krallık, B. No: 17440/90, 9/2/1995, § 28; M. v./Almanya, B. No: 19359/04, 17/12/2009, § 120; Del Río Prada/İspanya, § 82; Société Oxygène Plus/Fransa, B. No: 76959/11, 17/5/2016,§ 47).
b. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
36. AİHM, bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).
37. AİHM ayrıca derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına ve değerlendirme şekline karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44).
38. Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunu, açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33).
39. Ayrıca kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da söz konusu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması gerekmektedir (García Ruiz/İspanya, § 26).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Anayasa Mahkemesinin 21/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu; ceza sorumluluğunun şahsi olduğunu, başkasının suç oluşturan eylemlerinden dolayı kimsenin cezalandırılamayacağını, ortada herhangi bir eyleminin veya suçunun bulunmamasına karşın cezalandırıldığını belirterek ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
42. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
43. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru bağlamında Anayasa'nın 38. maddesine ilişkin inceleme yetkisi, anılan maddenin norm alanına dâhil olan her türlü yaptırımı kapsayacak şekilde geniş olmayıp Sözleşme çerçevesinde suç isnadı olarak nitelenebilen yaptırımlarla sınırlı tutulmuştur. Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda Anayasa'nın 38. maddesi kapsamına giren her türlü yaptırımın değil sadece Anayasa ile Sözleşme'nin ortak koruma alanına giren suç isnadı sayılan yaptırımların anılan maddedeki güvenceleri ihlal edip etmediğini denetleme yetkisini haizdir (D.M.Ç, B. No: 2014/16941, 24/1/2018, § 33).
44. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
"Ceza sorumluluğu şahsidir."
45. Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrasında “Ceza sorumluluğu şahsidir.” hükmüne yer verilmek suretiyle ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi benimsenmiş ve açıkça anayasal güvence altına alınmıştır. Bu maddenin gerekçesinde söz konusu fıkranın "failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı" hükmünü getirdiği ifade edilmiş, ayrıca bu ilkenin ceza hukukuna yerleşmiş ve "kusura dayanan ceza sorumluluğu" ilkesine dâhil, terki mümkün olmayan bir temel kural olduğu belirtilmiştir.
46. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Başka bir anlatımla bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Anayasa'nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tabidir (AYM, E.2012/93, K.2013/8, 10/1/2013). Bu doğrultuda Anayasa'nın 38. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan ceza sorumluluğunun şahsi olduğu kuralının sadece cezai nitelikteki yaptırımlar yönünden geçerli olduğu açıktır.
47. Somut olayda başvurucu, eşinin resmî belgede sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılması ve eşi hakkında HAGB kararı verilmesinden dolayı güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle POMEM'den ilişiğinin kesilmesi işlemine maruz kalmıştır. Yukarıda yer alan mevzuat uyarınca emniyet teşkilatına polis memuru yetiştirmek amacıyla ilgililerin POMEM'de polis meslek eğitimine alınmaları sağlanmaktadır (bkz. § 13). Bu durumda POMEM ile ilişiğinin kesilmesiyle başvurucunun henüz polis memuru statüsüne alınmadan önce, bu alımın bir ön şartı olan polis meslek eğitiminin sonlandırılmasıyla polis memuru olma imkânına kavuşamadığı görülmektedir.
48. Başvurucu, herhangi bir suçu bulunmamasına karşın eşi hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan dolayı verilen HAGB kararı nedeniyle POMEM ile ilişiğinin kesilmesine yönelik işlem tesis edildiğinden ve haksız şekilde cezalandırıldığından yakınmakta; bu kapsamda ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
49. Bu doğrultuda öncelikle başvurucunun POMEM ile ilişiğinin kesilmesine yönelik işlemin cezai nitelik taşıyıp taşımadığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda söz konusu işlemin cezai bir suçtan dolayı verilen mahkûmiyet kararının ardından tesis edilip edilmediği, işlemin niteliği ile cezalandırma amacının bulunup bulunmadığı ve işlemin ağırlığı hususlarının dikkate alınması gerekmektedir.
50. Başvuruya konu olayda başvurucunun ilişiği, hukuk düzenince hukuka aykırı kabul edilen bir fiili nedeniyle değil POMEM'lere başvuran adaylarda aranan şartlardan birini sağlamadığının sonradan anlaşılması üzerine kesilmiştir. Buna göre mevcut olaydaki kamusal müdahalenin başvurucunun ilgili kamu görevine girme koşullarını taşımadığı gerekçesiyle adaylık statüsünün sona erdirilmesinden ibaret olduğu açıktır.
51. Başvurucunun ilişiğinin kesilmesi işlemi, başvurucu hakkında ceza yargılaması kapsamında verilmiş bir hüküm üzerine tesis edilmediği gibi başvurucuya ceza kanunlarında suç olarak tanımlanan herhangi bir fiil isnadında da bulunulmamış ve başvurucunun idare hukuku yönünden de kanunlarda kabahat veya idari haksızlık olarak tabir edilen bir fiili işlediği iddia edilmemiştir.
52. Başvurucu hakkındaki işlem, sadece belli bir meslek grubuna giriş koşullarının sağlanmaması nedeniyle tesis edilmiştir. Anılan koşul, ilgili meslek grubunda yer almayan ya da meslek grubuna giriş talebinde bulunmayan kişileri ise etkilememektedir. Bununla birlikte başvurucu hakkında tesis edilen işlem, hürriyeti bağlayıcı bir ceza sonucunu doğurmadığı gibi herhangi bir hukuka aykırı fiili nedeniyle başvurucunun cezalandırılması amacını da taşımamaktadır. Ayrıca söz konusu işlem, aranan şartlar sağlanmadığından sadece POMEM'den ilişiğin kesilmesine yöneliktir ve işlemde başvurucunun kamunun diğer alanlarında veya özel sektörde çalışmasına yönelik herhangi bir yasağın konu edilmediği açıktır.
53. Bu kapsamda suç isnadına yönelik olmayan, yönetsel düzene aykırı bir davranıştan dolayı değil POMEM'e giriş koşullarının mevcut olmadığı gerekçesiyle gerçekleştirilen ve başvurucunun kamunun diğer alanlarında veya özel sektörde çalışmasına yönelik herhangi bir yasak barındırmayan kamusal müdahalenin cezai karakterde olduğunun kabulü mümkün bulunmadığından başvurucunun ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi kapsamında yer almadığı açık olan iddiaları yönünden ileri bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
55. Başvurucu, temyiz kararının gerekçesiz olduğunu ve hiçbir gerekçeye yer verilmeksizin itirazlarının reddedildiğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
56. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
57. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
58. Anayasa'nın "Hizmete girme" kenar başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir."
59. Anayasa'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
a. Uygulanabilirlik Yönünden
60. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması gerekir. Ayrıca bu hakka ilişkin olarak ilgili kişinin menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Öte yandan bu uyuşmazlık ihtilaf konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28).
61. Anayasa'nın 70. maddesi ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesi uyarınca her Türk vatandaşının kamu hizmetine girme hakkına sahip olduğu tartışmasızdır. Öte yandan Türk hukukunda devlet memurluğuna alınmamaya ilişkin işlemlerin dava konusu edilebilirliğine dair bir tereddüt bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucu, Yönetmelik'te öngörülen koşulları taşımadığı gerekçesiyle POMEM'den ilişiğinin kesilmesine yönelik işleme karşı dava açmıştır. Başvurucunun POMEM'e alınacak öğrencilerde aranılacak nitelikleri taşıyıp taşımadığı hususu uyuşmazlığın esasını oluşturmaktadır. Bu yönüyle davanın başvurucunun POMEM'den ilişiğinin kesilmesi yolundaki işlemin iptalini sağlama kapasitesi vardır. Bu durumda bireysel başvuru konusu davanın başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleri yönünden belirleyici bir nitelik taşıdığı ve adil yargılanma hakkının tüm güvencelerinin bu davada uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
b. Kabul Edilebilirlik Yönünden
62. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
63. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
64. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
65. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
66. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
67. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile cevap verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 35, 39).
68. Ayrıca kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
69. Derece mahkemesi kararında esaslı iddiaların karşılanmaması veya bu iddialara makul bir gerekçe ile cevap verilmemesi hâlinde ise kanun yolu incelemesi yapan mercinin -aynı iddiaların kendisi önünde de ileri sürülmesi hâlinde- ilgili iddialara yönelik atıf yapacağı bir ilk derece mahkemesi değerlendirmesi söz konusu olmayacaktır. Bu durumda kanun yolu incelemesi yapan mercinin davayla doğrudan ilgili olan bu hususları ayrıca değerlendirerek makul bir gerekçe ile cevap vermesi anayasal yükümlülük gereğidir.
70. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus, derece mahkemelerinin gerekçelerine esas yorumun Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir (Şeyma Kayaoğlu, B. No: 2014/5491, 5/7/2017, § 53).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
71. Başvuruya konu olayda başvurucu hakkında, polis meslek eğitimine devam ederken yapılan güvenlik soruşturması neticesinde eşinin resmî belgede sahtecilik suçundan dolayı 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırıldığının ve eşi hakkında HAGB kararı verildiğinin tespit edildiği gerekçesiyle POMEM ile ilişiğinin kesilmesine yönelik işlem tesis edilmiştir.
72. Mahkeme gerekçeli kararında; POMEM öğrenciliği için HAGB kararı verilmiş olsa dahi belirli suçlardan mahkûm edilmemiş olmanın ve bu şartların POMEM öğrencilerinin eşinde de bulunması gerektiğinin Yönetmelik'te hüküm altına alındığını ifade ederek mevzuattaki açık düzenleme ile görevin önem ve özelliği de dikkate alındığında tesis edilen işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığını belirtmiştir (bkz. § 9).
73. Dava dilekçesinde başvurucu; denetimli serbestlik dönemi geçtikten sonra HAGB'nin beraatle aynı sonucu doğurduğu, HAGB'nin niteliğinin tartışmalı olduğu, ayrıca hakkında tesis edilen işleme dayanak teşkil eden yönetmelik hükmünün hem evrensel hukuka hem dayanağı 3201 sayılı Kanun'a hem de Anayasa'ya aykırı olduğu iddialarında bulunmuştur. Derece mahkemesinin gerekçeli kararında söz konusu iddialara yönelik herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları temyiz dilekçesinde de dile getirmiş; anılan iddialar temyiz merciince de karşılanmamıştır.
74. Başvurucu, temyiz kararının gerekçesiz olmasından ve hiçbir gerekçeye yer verilmeksizin itirazlarının reddedilmesinden yakınmaktadır. Yukarıda yer verilen genel ilkeler kapsamında öncelikle başvurucunun belirtilen iddialarının davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte esaslı iddialar olup olmadığı ve söz konusu iddiaların açıkça cevaplandırılmasının gerekip gerekmediği incelenmelidir.
75. Anayasa'nın 70. maddesinde kamu hizmetine girme hakkı temel bir hak olarak düzenlenmiş ve yine Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği kuralına yer verilmiştir. Başvuruya konu olayda ise mülga Yönetmelik'te yer alan hüküm dayanak alınmak suretiyle POMEM'lere başvuran adaylarda aranılan şartları taşımadığı gerekçesiyle başvurucunun POMEM'den ilişiği kesilmiştir.
76. POMEM öğrenciliği için aranacak şartların düzenlenmesi konusunda mülga Yönetmelik'e yetki veren 3201 sayılı Kanun'da, POMEM öğrenciliğinin nitelikleri açısından herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiş; anılan Kanun'un ek 24. maddesinde POMEM'e alınacak öğrencilerde aranacak şartların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmekle yetinilmiştir.
77. 3201 sayılı Kanun'un ek 24. maddesine dayanılarak hazırlanan mülga Yönetmelik'in 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinde de kasten işlenen bir suçtan dolayı altı ay veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış veya yasaklanmış haklar geri verilmiş olsa bile sahtecilik suçundan mahkûm olmamak veya hakkında HAGB'ye karar verilmemiş olmak POMEM'e alınacak öğrencilerde aranacak nitelikler arasında sayılmış, aynı fıkranın (g) bendinde söz konusu şartın POMEM öğrencisi adayının eşi hakkında da uygulanacağı düzenlenmiştir. Ayrıca benzeri bir düzenlemeye 6/6/2015 tarihli ve 29378 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, mülga Yönetmelik'i yürürlükten kaldıran ve hâlen yürürlükte olan Polis Meslek Eğitim Merkezleri Giriş Yönetmeliği'nde de yer verilmiştir (bkz. § 18).
78. Buna göre 3201 sayılı Kanun'da POMEM öğrenciliği için aranacak şartlar açısından herhangi bir düzenleme yapılmaksızın ve hiçbir çerçeve çizilmeksizin ilgili hususta düzenleme yapma yetkisi doğrudan yönetmeliğe bırakılmış, bu kapsamda kanunda aranmayan ve düzenlenmeyen şart yönetmelikle düzenlenmiştir.
79. Yukarıda yer alan Danıştay içtihadında; düzenleyici işlem uyarınca tesis edilen idari işlemlerin iptali istemine yönelik uyuşmazlıklarda idari yargı mercilerince, düzenleyici idari işlemin üst hukuk normları olan Anayasa'ya ve kanuna aykırılık durumunun da incelenmesi, düzenleyici işlemin üst hukuk normlarına aykırı hükümler içermesi durumunda üst hukuk normu hükümlerinin dayanak alınarak sonuca varılması yönünde olduğu görülmektedir (bkz. §§ 19, 20).
80. Bunun yanında 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine göre HAGB, ceza yargılaması sonucunda verilecek mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının belirli şartlara bağlı olarak ertelenmesini ifade etmektedir. HAGB durumunda sanık, beş yıl denetim süresine tabi tutulmakta; denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemediği takdirde hakkında verilen mahkûmiyet hükmü ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmektedir.
81. HAGB, erteleme ve kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar gibi hükmün ve cezanın bireyselleştirilmesi kurumlarından biridir. Hâkim, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurmakla beraber hükmü açıklamamakta ve sanığı belirli bir süre denetim altında tutmaktadır. Sanık, denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlemediği ve mahkemece öngörülen denetimli serbestlik tedbirine uygun davrandığı takdirde açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet hükmü ortadan kaldırılmaktadır.
82. Yukarıda yer verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarında HAGB kurumunun niteliği değerlendirilmiş, HAGB kararı ile kurulan hükmün belirli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmediği ve herhangi bir sonuç doğurmadığı belirtilmiştir. Yine sanığın bulunduğu hâl üzere bırakıldığı, aynen yargılanan kimsenin durumunda kaldığı ve yapılan yargılamanın geçici bir süre askıda kaldığı vurgulanmıştır. Yargılanan kimsenin askı süresi boyunca sanık sıfatı devam etmekte ise de hiçbir şekilde bu kimsenin hükümlü sayılamayacağı değerlendirmesinde bulunulmuştur (bkz. §§ 21, 22).
83. 5271 sayılı Kanun'da HAGB'nin kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği belirtilmiştir. Yargıtayın içtihadında da HAGB kararı ile kurulan hükmün belirli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmediği, yapılan yargılamanın geçici bir süre askıda kaldığı ve herhangi bir sonuç doğurmadığı hususlarına yer verilmiştir.
84. HAGB, daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı mahkûmiyeti bulunmayan kişilerin toplumda suçlu olarak damgalanmaması ve yararlı bir birey olarak tekrar topluma kazandırılması amacıyla belli koşullara bağlı olarak tanınan bir imkândır (AYM, E.2015/23, K.2915/56, 17/6/2015).
85. Nitekim Anayasa Mahkemesinin birçok kararında (örneğin bkz. Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013); HAGB'nin -sanığa yüklenen suça ilişkin yargılama sonunda cezaya hükmedilmesi hâlinde- hükmün açıklanmasının belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak ertelenmesi anlamına geldiği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine göre, yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası ise HAGB kararı verilebileceği, anılan maddenin (5) numaralı fıkrasında HAGB'nin kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği, öte yandan aynı Kanun’un 223. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen hüküm niteliğindeki kararlar arasında HAGB kararının sayılmadığı vurgulanmıştır. HAGB'nin uyuşmazlığın esasını karara bağlamadığı, yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmadığı ve bu kapsamda nihai bir sonuç da doğurmadığı değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi HAGB kararının suçluluğu tespit eden bir karar olarak kabul edilmesinin başta masumiyet karinesi olmak üzere temel hakları ihlal edebileceğine dikkat çekmiştir.
86. Başvuruya konu uyuşmazlıkta ise HAGB ile kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmayacağına yönelik olarak 5271 sayılı Kanun'da yer alan düzenlemeye karşın eşi hakkında HAGB kararı bulunduğu gerekçesiyle mülga Yönetmelik hükmü uyarınca başvurucunun aday öğrencilik hakkı sonlandırılarak POMEM'den ilişiği kesilmiştir.
87. Başvurucu uyuşmazlığa konu işleme dayanak yönetmelik hükmünün üst hukuk normlarına aykırı olduğunu hem dava dilekçesinde hem temyiz dilekçesinde dile getirmiş, ayrıca HAGB'nin kesinleşmiş bir karar olmadığını, niteliğinin tartışmalı olduğunu ve denetimli serbestlik dönemi geçtikten sonra beraatle aynı sonucu doğurduğunu ifade etmiştir.
88. Buna göre başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleri yönünden belirleyici bir nitelik taşıyan, ayrıca kamu hizmetine girme hakkını doğrudan etkileyebilecek ve sınırlandırabilecek kapsamda olan mülga Yönetmelik hükmünün kanunlara ve Anayasa'ya aykırılığı iddiasının -yukarıda yer verilen Danıştay içtihadı da gözönünde bulundurulduğunda- davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte esaslı bir iddia olduğu açıktır. Yine HAGB'nin yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmadığı ve bu kapsamda sanık hakkında -ki başvurucu sanık değil sanığın eşidir- nihai bir sonuç doğurmadığı düzenlemesine ve yargısal içtihatlara karşın HAGB'nin değerlendirilmesine yönetmelikle istisna getirilip getirilemeyeceği hususu ile başvurucunun HAGB kurumunun niteliğine yönelik iddialarının ciddiliği de ortadadır. Dolayısıyla başvurucunun söz konusu iddialarını mahkemeler önünde ileri sürebilme imkânına sahip olması ile birlikte gerekçeli karar hakkı uyarınca mahkemelerin de kararlarında esaslı iddiaları karşılaması gerekmektedir.
89. Somut olayda ise başvurucu tarafından ileri sürülen ve sonuca etkili olabilecek söz konusu temel argümanların derece mahkemesince incelenmediği ve gerekçeli kararda anılan hususlara yönelik herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı anlaşılmıştır. Bu kapsamda uyuşmazlığa yönelik temel meseleler derece mahkemesince gerekçeli kararda tartışılmamıştır.
90. Yine başvurucunun benzer iddialarla temyiz talebinde bulunmasına karşın temyiz merciince de söz konusu hususlara yönelik hiçbir açıklama yapılmadığı ve gerekçe oluşturulmadığı görülmüştür. Kural olarak derece mahkemesi kararında esasa ilişkin hususlarda yeterli gerekçe bulunması hâlinde temyiz merciince bu karara atıf yapılarak değerlendirme yapılması makul görülebilir. İlk derece mahkemesi kararında gerekçe bulunmadığı hâllerde ise başvurucular tarafından ileri sürülen esaslı itirazların temyiz mercii tarafından gerekçeli bir şekilde karşılanması gerekir. Somut olayda başvurucunun temel iddialarının ilk derece mahkemesince kararda tartışılmamasına ve gerekçe oluşturulmamasına rağmen başvurucu tarafından ileri sürülen esaslı iddiaların temyiz merciince de karşılanmadığı görülmüştür. Bu durumun yargılamayı bir bütün hâlinde adil olmaktan çıkardığı değerlendirilmiştir.
91. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
92. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
93. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
94. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
95. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
96. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
97. Anayasa Mahkemesi başvurucunun uyuşmazlığın çözümü için esaslı nitelikteki iddiasının derece mahkemesince tartışılmamış ve karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
98. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
99. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
100. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 13. İdare Mahkemesine (E.2014/373, K.2014/1501 sayılı kararla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
ÖMER DEMİR BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2019/37) |
|
|
|
Karar Tarihi: 16/3/2022 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
|
|
KARAR |
|
|
|
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
|
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
|
Kenan YAŞAR |
|
Raportör |
: |
Selçuk KILIÇ |
|
Başvurucu |
: |
Ömer DEMİR |
|
Vekili |
: |
Av. Mahmut KAÇAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iş akdinin feshedilmesine karşı açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/12/2018tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Van Büyükşehir Belediyesi (Belediye), M. Ltd. Şti. ve A. A.Ş.nin (Şirketler) oluşturduğu adi ortaklıkla 1/3/2016 tarihinde 36 ay süreli 49 işçi için hizmet alım sözleşmesi imzalamıştır. Başvurucu, kendi beyanına göre 3/1/2014-1/3/2017 tarihleri arasında Şirketlerin elemanı olarak Belediyeye hizmet vermiştir. Belediye 1/3/2017 tarihinde anılan adi ortaklıkla olan sözleşmeyi sonlandırmıştır. Belediyenin, söz konusu sözleşmenin Belediye menfaatlerini önemli ölçüde ihlal ettiği gerekçesine dayanarak sözleşmeyi sonlandırdığı anlaşılmaktadır.
9. Başvurucu 30/3/2017 tarihinde iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek Belediye ve Şirketler aleyhine Van 2. İş Mahkemesinde (Mahkeme) 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca işe iade davası açmıştır. Başvurucu 3/1/2014 tarihinden itibaren farklı alt işverenler bünyesinde Belediyede çalıştığını, asıl işverenin Belediye olduğunu, geçerli bir fesih sebebi gösterilmeden ve savunması alınmadan hakkında hukuka aykırı şekilde işlem tesis edildiğini, 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesinde belirtilen geçerli fesih sebeplerinin hiçbirinin bulunmadığını ileri sürmüş ve aynı Kanun'un 21. maddesi uyarınca bu durumun tespiti ile işe iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Davalı Belediye cevap dilekçesinde, davayı kabul etmediklerini, başvurucunun alt işveren olan diğer davalıların bünyesinde çalıştığını, hizmet alım sözleşmesinin mevzuat kapsamında haklı olarak feshedildiğini, başvurucunun iş sözleşmesinin taraflarınca sonlandırılmadığını ve davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Davalılardan A. A.Ş. de cevap dilekçesinde, Şirketler ile Belediye arasındaki hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesi neticesinde başvurucunun iş akdine son verildiğini, başvurucunun iş akdine son verilmesinde herhangi bir kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını ve sorumluluğun hizmet akdini fesheden Belediyeye ait olduğunu ifade etmiştir.
10. Mahkeme 13/12/2017 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, Belediye tarafından Şirketlerle imzalanan hizmet alım sözleşmesinin, menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesinden dolayı Belediye tarafından 31/10/2016 tarihinde kararlaştırılan ve 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (677 sayılı KHK) 8. maddesi uyarınca feshedildiği, başvurucunun iş akdinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirildiği, yasal yetki nedeniyle fesihlerde 4857 sayılı Kanun’un 18. ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağı ve iş akitlerinin geçerli nedenle feshedildiğinin kabulünün gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 24/10/2017 tarihli ve E.2017/2160, K.2017/1464 sayılı kararının emsal mahiyette olduğu hususuna yer verilmiştir.
11. Başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, 677 sayılı KHK'nın 8. maddesinin Belediye başkanına işçi ile alt işveren arasında imzalanmış hizmet akdini değil, Belediye ile alt işverenler arasında imzalanmış sözleşmeleri feshetme yetkisini verdiği, söz konusu hüküm dayanak gösterilerek doğrudan işçinin hizmet akdinin feshedilemeyeceği, hükmün açıkça yanlış yorumlandığı ve bu hususun Yargıtayın yerleşik içtihatlarına da aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
12. Bölge Adliye Mahkemesi 26/4/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine temyiz kanun yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Kararda ayrıca, Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin (Daire) E.2018/3306, K.2018/7414 sayılı ilamının da emsal nitelikte olduğu belirtilmiştir.
13. Başvurucu Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurmuş, istinaf dilekçesinde dile getirdiği hususları temyiz dilekçesinde de ileri sürmüştür.
14. Temyiz istemini inceleyen Daire tarafından 1/10/2018 tarihli karar ile, 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağı hususu vurgulanmıştır. Yine 7036 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, ilk derece mahkemeleri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararların karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabi olduğunun düzenlendiği belirtilmiştir. Söz konusu düzenlemeler uyarınca ilk derece mahkemelerinin 25/10/2017 tarihinden sonra verdiği işe iade davalarındaki kararlar hakkındaki Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının kesin olduğu ve bu kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağı belirtilmiş, ilgili mevzuat hükümleri kapsamında temyiz istemlerinin reddine karar verilmiştir.
15. Nihai kararın 30/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğinin ardından süresinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
16. 4857 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.
...
... Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere;
a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması,
b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı iş yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması,
yönünde hükümler konulamaz."
17. 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı 18. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. ..."
18. 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.
Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır."
19. 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı 20. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:
"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir.
...
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
..."
20. 4857 sayılı Kanun'un "Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları" kenar başlıklı 21. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.
Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.
Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.
...
İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur."
21. 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
I- Sağlık sebepleri
...
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri
...
III- Zorlayıcı sebepler:
...
IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 17 nci maddedeki bildirim süresini aşması.
İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.''
22. 7036 sayılı Kanun'un "Temyiz edilemeyen kararlar" kenar başlıklı 8. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, aşağıda belirtilen dava ve işlerde verilen kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:
a) 4857 sayılı Kanunun 20 nci maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar.
..."
23. 7036 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"İlk derece mahkemeleri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararlar, karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabidir."
24. 677 sayılı KHK'nın "İptal edilecek ihaleler" kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"3/7/2005 tarihli ve5393 sayılı Belediye Kanununun 45 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyeler ve bunların bağlı kuruluşları ile sermayesinin %50’sinden fazlası bu belediyelere ait ortaklıklarda, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununa göre imzalanan her türlü mal veya hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin sözleşmelerdeki yüklenicilerin, terör örgütlerine iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğunun Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bildirilmesi ya da imzalanan bu sözleşmeler nedeniyle belediye menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesi halinde bu sözleşmeler belediye başkanı veya belediye başkan vekili tarafından tek taraflı olarak resen feshedilir."
25. 677 sayılı KHK, 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda aynı şekilde kanunlaşmıştır.
2. Yargıtay Kararları
26. Bölge Adliye Mahkemesi kararlarında emsal mahiyette olduğu belirtilen Dairenin 21/3/2018 tarihli ve E.2018/3306, K.2018/7414 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle 22.11.2016 tarihinde 29896 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK'nın 8. maddesinin 1. fıkrasında '3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 45 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyeler ve bunların bağlı kuruluşları ile sermayesinin %50’sinden fazlası bu belediyelere ait ortaklıklarda, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununa göre imzalanan her türlü mal veya hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin sözleşmelerdeki yüklenicilerin, terör örgütlerine iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğunun Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bildirilmesi ya da imzalanan bu sözleşmeler nedeniyle belediye menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesi halinde bu sözleşmeler belediye başkanı veya belediye başkan vekili tarafından tek taraflı olarak resen feshedilir.' şeklinde düzenleme getirildiğinin; somut uyuşmazlıkta, davacı işçinin davalı Belediye bünyesinde çalışmasına dayanak teşkil eden hizmet alım sözleşmesinin Sayıştay denetimi sonrasında belediye menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesinden dolayı sözü edilen KHK kapsamında verilen yetki ile sonlandırıldığının; Dairemizce, Olağanüstü Hal Kapsamında çıkarılan KHK ile verilen yetkiye bağlı olarak hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesi halinde, sözleşmesi son bulan alt işverence yapılan fesihlerde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18 ve devamı maddeleri uyarınca geçerlilik koşullarının aranamayacağının kabul edilmiş olduğunun anlaşılmasına göre; iş akdi haklı nedene dayanmamakla birlikte geçerli nedenle sonlandırılmış olduğundan davacı vekilinin yerinde bulunmayan tüm temyiz itirazlarının reddiyle ... sonucu itibariyle doğru olan hükmünün bu gerekçe ile ONANMASINA..."
27. Dairenin 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7470, K.2018/13941 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda, güvenlik görevlisi olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin davalı asıl işveren ... tarafından feshedilmesi sebebiyle diğer davalı alt işverence feshedilmiştir. Davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesine yönelik işveren kararı işletmesel karar niteliğinde olup yukarıdaki açıklamalarda da belirtildiği üzere yerindelik denetimine tabi değildir. Dosya içeriğine göre davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesinden sonra aynı işyerinde ihaleyi kazanan firma ile davalı alt işveren arasında herhangi bir organik bağın varlığı iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesi nedeniyle davalı alt işveren şirketinde istihdam fazlalığının ortaya çıkması kaçınılmaz olup yargısal denetimin sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında yapılması gerekmektedir. Bu doğrultuda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdiği tarihte davalı altişverenin başka işyerlerinin olup olmadığı ve davacının bu işyerlerinde değerlendirilme imkanının bulunup bulunmadığının belirlenmesi söz konusu ilkenin uygulanması noktasında önem arzetmektedir. Mahkemece bu yönde gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olmuştur. Yapılacak iş, davalı şirketin fesih tarihinde davacıyı çalıştırabileceği başka işyerlerinin olup olmadığı, bu işyerlerine fesih tarihinden kısa bir süre önce ve sonra davacı ile aynı vasıflarda yeni işçi alımı yapılıp yapılmadığı araştırılarak, davacıyı çalıştırabileceği başka işyeri ve yeni işçi alımı yok ise davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesine ilişkin bu durumun geçerli fesih sebebi oluşturacağı kabul edilerek davanın reddine, var ise de feshin son çare olma ilkesine uyulmadan yapılan feshin geçersizliğine karar vermekten ibarettir.
Ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi karar gerekçesinde emsal kabul edilen, Dairemizin 09.06.2016 tarihli ve 2016/13729 esas 2016/17170 karar sayılı onama kararında fesih gerekçesi farklı olduğundan emsal nitelikte kabul edilmesi doğru değildir. Yine Dairemizin 06.10.2016 tarihli 2016/25510 esas 2016/22639 karar sayılı ve 2016/25507 esas2016/22636 karar sayılı kararları açısından ise, gerek emsal nitelikte belirtilen kararların gerekse dosya içeriğinin Dairemizce yeniden değerlendirilmesi neticesinde davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesinin işletmesel karar niteliğinde olduğu kararın yerindelik denetimine tabi olmaması nedeniyle sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında araştırma ve inceleme yapılması gerekliliği karşısında görüş değişikliği yoluna gidilmiştir.
... Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA..."
28. Dairenin 7/3/2019 tarihli ve E.2018/12073, K.2019/5491 sayılı, 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7469, K.2018/13940 sayılı, 23/6/2017 tarihli ve E.2017/35708, K.2017/15429 sayılı, 25/5/2017 tarihli ve E.2017/34553, K.2017/12161 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 27) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup benzer gerekçeye sahiptir.
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).
31. AİHM ayrıca derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına ve değerlendirme şekline karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44).
32. Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunu, açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33).
33. Ayrıca, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da söz konusu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması gerekmektedir (García Ruiz/İspanya, § 26).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Anayasa Mahkemesinin 16/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
35. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
36. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde üçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
37. Başvurucu; Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının gerekçelerinin doyurucu, ikna edici ve yeterli olmadığını, konuyla ilgili temel mevzuat hükümleri yok sayılarak ve söz konusu hükümlere açıkça aykırı şekilde karar verildiğini, kararın maddi gerçeklerle uyuşmadığını ve keyfîlik taşıdığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca, 677 sayılı KHK'nın 8. maddesinin Belediye başkanına işçi ile alt işveren arasında imzalanmış hizmet akdini değil, Belediye ile alt işverenler arasında imzalanmış sözleşmeleri feshetme yetkisini verdiğini, söz konusu hüküm dayanak gösterilerek doğrudan işçinin hizmet akdinin feshedilemeyeceğini, zira şirketlerin kapatılmadığını ve faaliyette olduğunu, hükmün açıkça yanlış yorumlandığını ve bu hususun Yargıtayın yerleşik içtihatlarına da aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Bakanlık görüşünde başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Bunun yanı sıra başvurucu hakkında alınan tedbirlerin OHAL döneminde alınması nedeniyle, yapılacak incelemede Anayasanın 15. maddesinin dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
39. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
42. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
43. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
44. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
45. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
46. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile cevap verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 35, 39).
47. Ayrıca, kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
48. Derece mahkemesi kararında esaslı iddiaların karşılanmaması veya bu iddialara makul bir gerekçe ile cevap verilmemesi hâlinde ise kanun yolu incelemesi yapan mercinin -aynı iddiaların kendisi önünde de ileri sürülmesi hâlinde- ilgili iddialara yönelik atıf yapacağı bir ilk derece mahkemesi değerlendirmesi söz konusu olmayacaktır. Bu durumda kanun yolu incelemesi yapan mercinin davayla doğrudan ilgili olan bu hususları ayrıca değerlendirerek makul bir gerekçe ile cevap vermesi anayasal yükümlülük gereğidir (Ümmügülsüm Salgar, B. No:2016/12847, 21/10/2021, § 69).
49. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus, derece mahkemelerinin gerekçelerine esas yorumun Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir (Şeyma Kayaoğlu, B. No: 2014/5491, 5/7/2017, § 53).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
50. Başvuruya konu olayda Belediye ile Şirketler arasındaki hizmet alım sözleşmesi 677 sayılı KHK 8. maddesi uyarınca Belediye tarafından feshedilmiş, bunun üzerine de başvurucunun iş akdi Şirketler tarafından sonlandırılmıştır.
51. Başvurucu tarafından açılan davada Mahkeme, Belediye ile Şirketler arasındaki hizmet alım sözleşmesinin 677 sayılı KHK'nın 8. maddesi uyarınca feshedilmesi üzerine başvurucunun iş akdinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirildiğini, yasal yetki nedeniyle fesihlerde 4857 sayılı Kanun’un 18. ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağını ve iş akdinin geçerli nedenle olmasa dahi geçerli nedenle feshedildiğinin kabulünün gerektiğini belirterek davanın reddine hükmetmiştir (bkz. § 10).
52. Başvurucu istinaf dilekçesinde, 677 sayılı KHK'nın 8. maddesinin belediye başkanına işçi ile alt işveren arasında imzalanmış hizmet akdini değil, belediye ile alt işverenler arasında imzalanmış sözleşmeleri feshetme yetkisini verdiği, söz konusu hüküm dayanak gösterilerek doğrudan işçinin hizmet akdinin feshedilemeyeceği, hükmün açıkça yanlış yorumlandığı ve bu hususun Yargıtayın yerleşik içtihatlarına da aykırı olduğu iddialarında bulunmuştur. Başvurucunun söz konusu iddiaları istinaf merciince karşılanmamış, Bölge Adliye Mahkemesi benzer gerekçelerle mahkeme kararını onamıştır.
53. Başvurucu; kararların gerekçelerinin doyurucu, ikna edici ve yeterli olmadığından, konuyla ilgili temel mevzuat hükümleri yok sayılarak ve söz konusu hükümlere açıkça aykırı şekilde karar verildiğinden yakınmaktadır. Yukarıda yer verilen genel ilkeler kapsamında öncelikle, başvurucunun belirtilen iddialarının davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte, esaslı iddialar olup olmadığı ve söz konusu iddiaların açıkça cevaplandırılmasının gerekip gerekmediği incelenmelidir.
54. Somut olayda, Şirketlerle arasında yapılan hizmet alım sözleşmesi 677 sayılı KHK'nın 8. maddesi uyarınca menfaatlerini önemli ölçüde ihlal ettiği gerekçesiyle Belediye tarafından feshedilmiştir. Bununla birlikte, Belediye ile Şirketler arasındaki hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesi bu başvurunun konusunu oluşturmamaktadır. Başvurunun konusunu Belediye ile Şirketler arasındaki hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesi üzerine başvurucunun Şirketlerle olan iş akdinin sonlandırılması oluşturmaktadır. Yani Şirketlerin Belediye ile yaptığı hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesi üzerine başvurucu ile Şirketler arasındaki iş akdi de feshedilmiştir.
55. Yukarıda yer verilen Yargıtay kararlarında, asıl işveren ile alt işveren arasındaki hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesi sebebiyle çalışanın iş akdinin feshedilmesi durumunda, feshin son çare olması ilkesi kapsamında yargısal denetimin yapılması ve feshin son çare olma ilkesine uyulmadan yapıldığının tespiti durumunda feshin geçersizliğine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir (bkz. §§ 27, 28). Buna karşın somut olayda mahkeme kararında ve bu karara yönelik istinaf başvurusunu reddeden Bölge Adliye Mahkemesi kararında, olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan KHK ile verilen yetkiye bağlı olarak asıl işveren ile alt işveren arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesi hâlinde, sözleşmesi son bulan alt işverence yapılan iş akdi fesihlerinde yasal yetki nedeniyle 4857 sayılı Kanun'un 18. ve devamı maddeleri uyarınca geçerlilik koşullarının aranamayacağının kabul edildiği ifade edilmiş, buna karşın söz konusu kabulün dayanağının ise açıklanmadığı görülmüştür.
56. 677 sayılı KHK'nın 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasında (bkz. § 24), 4735 sayılı Kanun'a göre imzalanan her türlü mal veya hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin sözleşmeler nedeniyle belediye menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesi hâlinde bu sözleşmelerin belediye başkanı veya belediye başkan vekili tarafından tek taraflı olarak resen feshedilebileceği düzenlenmiştir. Bunun yanında söz konusu hükümde ilgili belediyeye hizmet veren alt işverende çalışan işçilere yönelik bir düzenleme ise yapılmamıştır. Ayrıca anılan KHK hükmü ile hizmet alım sözleşmesinin feshi işlemine yönelik yargı denetimi kapatılmadığı gibi, alt işverenin işçilerinin işe iade davası açmalarını sınırlayan bir kurala yer verilmediği de görülmektedir. Bir başka deyişle KHK hükmünde söz konusu şirketlerin işçilerinin işe iade davası açamayacağı yönünde açık veya zımni bir kurala yer verilmemiştir.
57. Başvurucu tarafından, iş akdinin KHK kapsamında feshedildiği yönündeki davalı beyanları yeterli görülerek ve bu beyanlara üstünlük tanınarak davanın reddedilmesinden şikâyet edilmektedir.
58. Mahkemenin gerekçesinde her ne kadar yasal yetki nedeniyle feshin geçerli nedene dayandığı belirtilmiş ise de belediyece hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesinin ilgili belediyeye hizmet veren alt işverende çalışan işçiler yönünden ne şekilde uygulanacağına yönelik 677 sayılı KHK'da herhangi bir düzenleme bulunmamasına ve alt işverende çalışan işçilerin işe iade davası açmalarını sınırlayan bir kurala da yer verilmemesine karşın, neden söz konusu düzenlemenin başvurucunun iş akdinin feshine yasal dayanak olarak kabul edildiği ve başvurucunun iş akdinin geçerli nedenle feshi sonucunu doğurduğu hususlarına yönelik bir irdeleme ve açıklama yapılmamış -söz konusu kararın onanmasına yönelik Daire kararında da bir açıklama yapılmamıştır-, gerekçe oluşturulmamıştır.
59. Buna göre başvurucunun iddialarının, -yukarıda yer verilen Yargıtay kararları da gözönünde bulundurulduğunda- davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte esaslı iddialar olduğu açıktır. Dolayısıyla başvurucunun söz konusu iddialarını mahkemeler önünde ileri sürebilme imkânına sahip olması ile birlikte, gerekçeli karar hakkı uyarınca mahkemelerin de kararlarında esaslı iddiaları karşılaması gerekmektedir.
60. Somut olayda ise sonuca etkili olabilecek söz konusu temel argümanların Mahkemece incelenmediği ve gerekçeli kararda anılan hususlara yönelik herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda uyuşmazlığa yönelik temel meseleler Mahkemece gerekçeli kararda tartışılmamıştır.
61. Yine başvurucunun esaslı iddialarını istinaf dilekçesinde dile getirdiği, buna karşın istinaf merciince söz konusu hususlara yönelik hiçbir açıklama yapılmadığı ve gerekçe oluşturulmadığı görülmüştür. Kural olarak derece mahkemesi kararında esasa ilişkin hususlarda yeterli gerekçe bulunması hâlinde istinaf merciince bu karara atıf yapılarak değerlendirme yapılması makul görülebilir. Derece mahkemesi kararında gerekçe bulunmadığı hâllerde ise başvurucu tarafından ileri sürülen esaslı itirazların istinaf merci tarafından gerekçeli bir şekilde karşılanması gerekir. Somut olayda başvurucunun temel iddialarının Mahkemece kararda tartışılmamasına ve gerekçe oluşturulmamasına rağmen başvurucu tarafından ileri sürülen esaslı iddiaların istinaf merci tarafından da karşılanmadığı görülmektedir. Bu durumun yargılamayı bir bütün hâlinde adil olmaktan çıkardığı değerlendirilmiştir.
62. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
1. Başvurucunun İddiaları
63. Başvurucu, istinaf merciince temyiz yolu öngörüldüğü hâlde inceleme yapılmaksızın temyiz isteminin reddedildiğini belirtmiş, iş akdinin yazılı fesih kuralına uyulmaksızın feshedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
64. Somut başvuruya konu mahkeme kararının Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında gerekçeli karar hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldığından başvurucunun ileri sürdüğü diğer ihlal iddiaları hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
65. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
66. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van 2. İş Mahkemesine (E.2017/157, K.2017/554) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 4.500 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.