Türkiye’de özel öğretim kurumları, özellikle dershaneler, uzun süredir “esnek çalışma” söylemi altında yürütülen ancak fiiliyatta emeğin sistematik biçimde sömürüldüğü alanlara dönüşmüştür. Özel eğitim kurumlarında çalışan temsili bir rehber öğretmeni baz alarak konuyu açıklamaya çalışalım. Rehber öğretmenler bu yapının en görünmez fakat en fazla yük taşıyan unsurlarından biridir. Sorun yalnızca uzun çalışma saatleri değil; bu saatlerin hukuken karşılıksız, sosyolojik olarak güvencesiz ve insani açıdan yıpratıcı olmasıdır.
1. Sosyolojik Perspektif: “Eğitim Fabrikası”, Duygusal Emek ve Prekaryalaşma
Sosyolojik açıdan dershaneler, Pierre Bourdieu’nun kültürel sermaye kavramının bütünüyle piyasalaştığı mekânlar haline gelmiştir. Rehber öğretmen, bu sistemde yalnızca bir eğitimci değildir; aynı zamanda kayıt süreçlerinde satış temsilcisi, veli ilişkilerinde halkla ilişkiler uzmanı, öğrenciyle bire bir çalışmalarda ise psikolojik destek sağlayıcısı rolünü üstlenmektedir.
Bu çoklu rol yükü, literatürde “duygusal emek” kavramıyla açıklanır. Rehber öğretmenler; veli baskısını, öğrenci kaygısını ve kurumun ticari beklentilerini aynı anda yönetmeye zorlanmakta; mesai saatleri dışında gelen telefonlar, hafta sonu yapılan deneme sınavları ve tercih dönemleriyle birlikte iş–özel yaşam sınırı fiilen ortadan kalkmaktadır.
Bu tablo, eğitimli profesyonellerin güvencesiz, uzun saatler çalışan bir sınıfa dönüşmesini ifade eden prekaryalaşma olgusunun tipik bir örneğidir. Öğretmenlik mesleğinin “kutsallığı”na yapılan vurgu ise çoğu zaman bu ağır koşulları meşrulaştıran ideolojik bir perde işlevi görmektedir.
2. Somut Çalışma Süreleri ve Fazla Mesai Gerçeği
Yapılan araştırmalara göre fiili hesaplamaya göre ortalama bir rehber öğretmenin veya idari personelin haftalık çalışma düzeni şu şekildedir:
Pazartesi: 9,5 saat, Salı: Tatil, Çarşamba: 7,5 saat, Perşembe: 9,5 saat, Cuma: 8 saat, Cumartesi: 10 saat, Pazar: 8 saat
Toplam haftalık çalışma süresi: 52,5 saat
Bu durum, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 63. maddesinde belirlenen 45 saatlik yasal sınırın haftalık 7,5 saat aşılması anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle öğretmenler her hafta düzenli olarak fazla mesai yapmaktadır.
Yıllık bazda bakıldığında bu fazla çalışma süresi yaklaşık 390 saate ulaşmakta, bu rakam ise kanunun izin verdiği 270 saatlik yıllık üst sınırın açıkça aşılması anlamına gelmektedir.
3. Hukuki Perspektif: Mevzuat ile Uygulama Arasındaki Derin Uçurum
Hukuken özel öğretim kurumlarında çalışanlar; 4857 sayılı İş Kanunu, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu kapsamında korunmaktadır.
İş Kanunu’na göre: Haftalık çalışma süresi en fazla 45 saattir. Fazla mesai her saat için %50 zamlı ödenmelidir (m. 41). Dinlenme hakkı Anayasa’nın 50. maddesi ile güvence altındadır.
Ancak dershanelerde fazla mesai, çoğu zaman “işin doğası”, “eğitim fedakârlık ister” gibi söylemlerle ücretlendirilmemekte; rehber öğretmenler açısından fazla mesai fiilen görünmez kılınmaktadır. Yaz dönemi kayıt ve tercih süreçlerinde yıllık izin hakkı dahi sistematik biçimde ihlal edilmektedir.
4. Denetim Eksikliği ve Yapısal Hukuksuzluk
Bu düzenin sürekliliğini sağlayan temel unsur, etkin olmayan denetim mekanizmalarıdır.
MEB denetimleri, ağırlıklı olarak müfredat ve fiziki koşullara odaklanmakta; öğretmenlerin çalışma süreleri ve ücretlendirme pratiği çoğu zaman göz ardı edilmektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı denetimleri, özel eğitim sektöründe son derece sınırlıdır.
Yaygın biçimde uygulanan çifte bordro ve asgari ücret üzerinden sigortalı gösterme pratiği, çalışanların dava ve tazminat haklarını fiilen zayıflatmaktadır.
Bu tablo, hukukun kâğıt üzerinde kaldığı; fiiliyatta ise işveren lehine işleyen yapısal bir hukuksuzluk alanı yaratmaktadır.
5. Sendikal ve Eleştirel Değerlendirme
Dershanelerdeki çalışma düzeni, istisnai değil; sistematik bir emek sömürüsü modelidir. Devletin denetim yükümlülüğünü etkin biçimde yerine getirmemesi, bu düzeni fiilen teşvik eden bir sonuç doğurmaktadır.
Sendikal örgütlenmenin zayıf olması, öğretmenleri ve idari personeli bireysel pazarlığa mahkûm etmekte; itiraz edenler ise iş güvencesi tehdidiyle susturulmaktadır. Bu yönüyle sistem, modern çalışma hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmayan, “kurumsallaşmış bir sömürü rejimi” niteliği taşımaktadır.
Sonuç: Başka Bir Düzen Mümkün
Dershane çalışanlarının maruz kaldığı bu yoğun tempo, bireysel bir sorun değil; toplumsal ölçekte bir tükenmişlik rejimi üretmektedir.
Peki Çözüm Ne Olabilir:
Özel sektör öğretmenleri için taban maaş uygulamasının yeniden hayata geçirilmesi,
Çalışma sürelerinin dijital ve merkezi sistemlerle denetlenmesi,
Sendikal örgütlenmenin fiilen korunması ve teşvik edilmesi,
MEB ile Çalışma Bakanlığı arasında etkin bir denetim koordinasyonu zorunludur.
Bu Ne Yaman Çelişki Böyle :)
Eğitimin kalitesi, o eğitimi verenlerin yaşam ve çalışma koşullarından bağımsız düşünülemez. Çalışanı sömüren bir sistemin öğrenciye “başarı”, “özgürlük” ya da “gelecek” vaat etmesi, yalnızca hukuki değil; aynı zamanda derin bir sosyolojik çelişkidir.