Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğü’nün 28. maddesinin 3. fıkrası gereğince; “Bölümlerden birinin görülmekte olan bir başvuruya ilişkin olarak vereceği karar, Bölümlerin önceden vermiş olduğu bir kararla çelişecekse ya da konunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülürse ilgili Bölüm dosyadan el çekebilir. Bölüm Başkanı başvuruyu Genel Kurul önüne götürmek üzere Başkana iletir”.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, (01.08.2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan) 2014/8875 başvuru numaralı ve 07.06.2018 tarihli Mehmet Doğan kararında, öncesinde verdiği kararlardan farklı bir yol izlemiş ve çelişkinin Genel Kurul tarafından karara bağlanması uygun görülmüştür. Bahsi geçen kararda AYM Genel Kurulu; hak ihlali tespiti ile birlikte, hem yargılamanın yenilenmesine ve hem de tazminat ödenmesine karar vermiştir.

Başvurucu 12.09.2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliğine ilişkin referandumdan yaklaşık üç hafta önce, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetede “HSYK’da Son Sirtaki” başlıklı bir köşe yazısı paylaşmıştır. Halkoylaması ile kabul edilen Anayasa değişikliğine göre, HSYK’nın yapısı, üye sayısı ve üyeliğe seçilme şartlarında değiştirilmiştir. Başvuruya konu yazıda, kamu görevlisi olan Hakimler ve Savcılar Kurulu (eski adıyla HSYK) üyesi A. S. E. hakkında paylaşımlarda bulunulmuş ve HSYK tasarrufları eleştirilmiştir.

Başvurucunun HSYK üyesi yargı mensupları hakkında, uyuşmazlığa konu edilen bir kısım paylaşımları şu şekildedir; …HSYK şu anda son kararını veren bir kurum. Bir ay sonra başka bir HSYK olacak. Bu hırs neden? Bu giderayak iş bitirme pişkinliğinin sebebi ne? Burayı stratejik bir yer olarak gören ideolojici ve Alevici kesimler, kurulu kendi yandaşları ile doldurdular…”, “HSYK eğer, mutedil davransa idi; ideolojik ve mezhepçi ayrımları ayyuka çıkarmadan işlerini yürütse idi, belki de yapısının değiştirilmesi gerekmeyebilirdi. Fakat son yıllarda HSYK ideolojiye dayanarak suç işleyenlerin göz diktiği tek merci haline geldi. Bu beklentiler, kurulu iyice yordu ve yıprattı. Hele internete düşen ses kayıtları, kurul içinde dönenleri, herkesin gözünün önüne serdi. Vatandaş gördü ki; kayırı/an mahkumlarla hakimler sarmaş dolaş. Anayasa Mahkemesi ile aynı kaderi paylaşan HSYK'nin seçilmiş üyeleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri kadar basiret gösteremediler. Anayasa Mahkemesi, referandumu engelleyecek yaklaşımları benimsemediğini göstererek tavrını ortaya koydu, bir bakıma CHP ile yollarını ayırdı. HSYK ise giderayak hala iş bitirmeye çalışıyor! HSYK'da son sirtaki! Oyun ağırdan başlıyor ve sürekli hızlanıyor. Bizim ‘bozuk’ denilen sazdan aparılmış ‘Yunan sazı’ buzukinin ritmine kendini kaptıran birbirlerinin omuzlarına el atmış üyeler, baş döndürücü bir hızla son oyunlarını oynuyorlar. Son figür, HSYK'nın mevcut üyelerinin ‘eyvah’ makamında kıçlarını şaplaklaması olacağa benziyor!”.

Başvuruya konu yazıda ismine yer verilen HSYK üyesi; hakaret suçunun “matufiyet şartı” bakımından gerçekleştiğini, adının zikredilmesi suretiyle mesleki itibarının ve kişilik haklarının zedelendiğini, şahsının hedef alınmak suretiyle kamuoyu nezdinde saygınlığının azaltıldığını belirtmiştir. Yerel Mahkeme; başvurucunun “…son figür HSYK'nın mevcut üyelerinin eyvah makamında kıçlarını şaplaklaması olacağa benziyor” şeklinde kullandığı ibarenin, basın aracılığıyla belli bir makam sahibi olan kamu görevlisine, eleştiri sınırını aşmak suretiyle hakaret edildiğini, davacının saygınlığının gölgede bırakıldığını ve kişilik haklarının saldırıya uğradığını kabul etmiştir. Yerel Mahkemeye göre eleştiri; olay veya duruma yönelik kişisel düşünce açıklaması olup, somut olayda başvurucu hukuka aykırı olarak eleştiri sınırlarını aşmıştır.

AYM kararında atıf yapıldığı üzere; ifade hürriyeti ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunması hakkının çatışması halinde, eğer şöhreti sözkonusu olan kişi “kamu görevlisi” ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi gözönüne alınmalıdır. Bununla birlikte kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü sözlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin görevlerini gereği gibi yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki, bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir[1]. İHAM’a göre; kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken, performanslarını etkilemeyi ve kamuoyunun bu kişilere olan güvenine zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı ve hakaret içerikli saldırılara karşı korunmaları zorunludur.

Genel kabul bu yönde olduğu halde AYM; davacının olayların geçtiği zaman diliminde kamuoyunda oldukça tanınan yüksek bir kamu görevlisi olduğu ve itiraz götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate alındığında az bilinen bir kişi olduğunun iddia edilemeyeceğini, dolayısıyla davacının Türk yargı sistemi için önemli olan HSYK üyeliği görevi nedeniyle sözkonusu eleştirilere, kamuoyunca tanınmayan kişilere göre daha fazla katlanma yükümlülüğü olduğunu, başvurucunun köşe yazısında kullandığı ifadelerin kamu görevlisinin yürüttüğü göreve ve konumuna yönelik bir görüş niteliğinde olduğunu kabul etmiştir. AYM’ye göre Yerel Mahkeme; başvurucunun köşe yazısının kamusal tartışmaya katkı sunup sunmadığını, haberin yapıldığı şartları, davacının HSYK üyesi olarak yürüttüğü kamu görevini gözönünde bulundurmadığı gibi, kamuoyunun davacının tutumunu bilme ve takip etme hakkını da değerlendirmemiştir.

Her ne kadar AYM, gazetecilerin kamuoyunun ilgisini çeken ve görevleri nedeniyle tanınmış kamu görevlilerinin sözlerini ve davranışlarını takip etmelerini, kamu görevlileri hakkında fikir oluşturarak kamuoyunu bilgilendirmeye ve hatta yönlendirmeye çalışmalarının demokratik bir toplumda kaçınılmaz olduğunu belirtmişse de;

Kanaatimizce başvurucunun “…son figür HSYK'nın mevcut üyelerinin eyvah makamında kıçlarını şaplaklaması olacağa benziyor” şeklinde sonlandırdığı yazının, kamuoyunu bilgilendirme amacı taşımadığı ve eleştiriden ziyade, kamusal makamın saygınlığını zedeleyici mahiyette olduğu görülmektedir. Karşı oy yazısında belirtildiği üzere; somut olayda başvurucunun, görevi ve konumu gereği ağır ve hakaret sınırlarını zorlayan eleştirilere katlanma konusunda daha hoşgörülü olması gereken (siyasetçi, gazeteci gibi) kişilerden olmayan yüksek yargı mensubu davacıya karşı "kıçlarını şaplaklayarak" gidecekleri şeklinde aşağılayıcı bir üslupla eleştiriler yönelttiği, buna karşılık derece mahkemelerince 3.500,00-TL gibi az bir tazminata hükmedildiği, bu durumda başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacı tarafın şeref ve itibarının korunması arasında adil bir denge kurulduğu, derece mahkemelerinin kararlarında bariz bir takdir hatası veya açık bir keyfilik de bulunmadığı görülmektedir.

Somut olayda AYM; gazeteci ve yazar kimliği ile tanınan başvurucunun, yazının yayımlandığı dönemde HSYK üyesi olan davacının açıklamasını da vurgulayarak HSYK'nın halkoylaması öncesi tasarruflarını eleştirir şekilde kaleme aldığı köşe yazısında ağır eleştirilere yer vermekle birlikte, sözkonusu yazıda sarf edilen sözlerin belli bir ölçüde genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sunduğunu kabul etmiştir[2].

Somut başvuruda ifade hürriyetinin ihlal edildiğini tespit eden AYM; başvurucunun sözkonusu köşe yazısı nedeniyle tazminat ödemesinin, bilgilendirme ve eleştiri ortamına da zarar verebileceğini kabul ederek, hem yargılamanın yenilenmesine ve hem de tazminat ödenmesine karar vermiştir.

Başlıkta yer verdiğimiz soruya gelecek olursak; yazımıza konu AYM Genel Kurulu kararına kadar, hak ihlalinin tespit edilmesi halinde, ya tazminat ödenmesine veya yargılamanın yenilenmesine karar verilmekte idi. Böylece başvurucunun ihlal edilen hakkı, her iki giderim yolundan birisi seçilmek suretiyle telafi edilirdi. Dolayısıyla ihlal neticesinde, hem yargılamanın yenilenmesi ve hem de tazminat ödenmesi usulü tatbik edilmezdi. Bu usule istisna oluşturan kararlardan birisi; yine AYM Birinci Bölümü tarafından incelenen Cihan Yeşil[3] başvurusu olup, işbu kararda AYM, ihlal tespiti ile giderilemeyecek olan zararları karşılığında, başvurucuya hem manevi tazminat ödenmesine ve hem de yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir. Kararın ikinci karşı oy yazısında şerh düşüldüğü üzere, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi yeterli bir tazmin sağladığından, ayrıca manevi tazminata hükmedilmesi isabetli olmamıştır. Ancak burada asıl mesele, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen ikili giderim yolunun tatbikidir ki; hak ihlalinin tespiti halinde terditli usule göre, öncelikle yargılamanın yenilenmesine, bu mümkün olmadığı takdirde, yani yeniden yargılamada hukuki yarar yoksa tazminat ödenmesine karar verilebilmektedir. Bu hükme göre; ikisine birden, yani yargılamanın yenilenmesi ile birlikte maddi ve/veya manevi tazminata hükmedilemez. Anayasa m.148’de bu konuda hüküm olmadığı, yasal düzenlemeye gönderme yapıldığı dikkate alındığında; Anayasa m.138/1 uyarınca Anayasa ve kanunlarla bağlı olan yüksek mahkeme üyeleri, yasal düzenlemede değişiklik yapılmadıkça, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasını başka türlü uygulayamaz.

6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasına göre[4]; ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklandığı tespit edilirse, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. İlgili mahkeme, ihlal kararında açıklanan ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde yeniden yargılama yapar ve mümkünse dosya üzerinden ivedilikle karar verir. Yapılan inceleme sonunda, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı takdirde başvurucu lehine uygun bir tazminata hükmedilebilir. Tazminat miktarının tespitinin, daha ayrıntılı bir incelemeyi gerektirmesi halinde ise, bu konu karara bağlanmaksızın genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yine AYM İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine göre; bölümlerce yapılan inceleme sonunda, başvurucunun bir hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi halinde, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı takdirde, başvurucu lehine uygun bir tazminata hükmedilebilir.

6216 sayılı Kanunda ve AYM İçtüzüğü’nde düzenlenen bireysel başvuru mevzuatımıza göre; Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlalini tespit eden bireysel başvuru kararları, kapsadığı sonuç itibariyle İHAM’ın hak ihlali kararlarından farklıdır. Çünkü İHAM, hak ihlali tespiti yaptıktan sonra otomatik olarak yargılamanın yenilenmesi yolunu açmasa da, CMK m.311/1-f nedeniyle yargılamanın yenilenmesinin usul açısından başlangıcına dayanak olabilmektedir. İHAM, hak ihlali tespiti ile birlikte başvurucu lehine haklı tazminata da karar verebilmektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi için bu açıklama geçerli değildir. 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası uyarınca AYM; hak ihlali tespiti kararı verdiğinde, ya yargılamanın yenilenmesi yolunu açar veya bu yolun kullanılmasının hukuki yararı olmadığı durumda da başvurucu lehine tazminata hükmeder. Bunun dışında Yüksek Mahkeme, hak ihlali tespit ettiği bir başvuru ile ilgili yargılamanın yenilenmesi ile birlikte başvurucuya tazminat ödenmesine karar veremez. Esasında İHAM’da olduğu gibi Anayasa Mahkemesi de, hak ihlali tespit ettiği başvuru ile ilgili her iki kararı da verebilmelidir. Bunun için, 6216 sayılı 50. maddesinde değişikliğe gidilmesi gerektiği açıktır[5].

AYM Genel Kurulu, yukarıda özetine yer verdiğimiz Mehmet Doğan kararında; 6216 sayılı Kanun m.50/2’de öngörülen usulü aşarak, bireysel başvuruya ilişkin usul ve esasın kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa m.148/5’e, hakimlerin Anayasa ve kanunlara uygun şekilde karar vermekle yükümlü olduğunu belirten Anayasa m.138/1’e, “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı Anayasa m.11’e aykırı karar vermiştir. Anayasa m.11/2 gereğince Anayasaya uygun olan 6216 sayılı Kanun’un, uygulamanın Kanunda öngörüldüğü şekilde tatbik edilmediği ve Anayasa m.11’de benimsenen normlar hiyerarşisinin ihlal edildiği görülmektedir. Hem yargılamanın yenilenmesine ve hem de tazminat ödenmesine ilişkin bir düzenleme, 6216 sayılı Kanun m.50/2’de yer almadığı halde veya buna imkan tanıyan yasal değişiklik henüz yapılmadığı halde, Kanun hükmünde öngörülmeyen bir usulün tatbiki isabetli olmamıştır.

6216 sayılı Kanun m.50/2; ihlal tespiti ile birlikte, hukuka aykırılığın giderilmesi yollarının uygulanmasında terditli bir usul öngörülmektedir. Somut olayın koşullarına göre, ihlal edilen hakkın türüne göre (örneğin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi halinde tazminat ödenmesine karar verilmesi gibi) veya başvurucunun talebine göre, “hukuki yarar” gözetilerek iki usulden birisi tercih edilmektedir. Burada tazminatın maddi veya manevi olmasının bir önemi bulunmamaktadır. Yargılamanın yenilenmesine karar verildiği takdirde, bu süreçte yeniden yargılanacak olan başvurucunun zararının devam edeceği kabulüyle “manevi tazminat” ödenmesine karar verilmesi, elbette temel hak ve hürriyetlerin korunması adına gerekli ve yerindedir; fakat bu yönde bir karar verilebilmesi için, öncelikle 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinde bir değişikliğe gidilmesi şarttır. Mevcut haliyle işbu maddenin öngördüğü usul; yeniden yargılamada hukuki yarar bulunmaması şartıyla, ikincil bir yol olarak tazminat ödenmesine yöneliktir. Dolayısıyla yeniden yargılamada hukuki yarar varsa, tazminat ödenmesine hükmedilemeyecektir.

6216 sayılı Kanun m.50/2’de öngörülmeyen bir usulü tatbik eden AYM Genel Kurulu’nun, bu hususta ortaya koyduğu gerekçe şu şekildedir;

Öncelikle ihlal kararı verildiği takdirde, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından bahsedilebilmesi için, mümkün olduğunca eski hale getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması gerekir. Bunun için, öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir[6]. Bu halde, ihlalin kaynağının belirlenmesi, uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.

AYM Genel Kurulu kararın 59. paragrafında; 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinde işaret edilen “yeniden yargılama” kavramının, ilgili usul kanunlarında düzenlenen “yargılamanın yenilenmesi” kurumundan belli yönleri ile farklılık arz ettiğine dikkat çekmiştir. Elbette Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da, derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlığı yeniden ele almaktadır. Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır; zira ihlal karan verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür.

Kararın 60. paragrafına göre; “…derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa, sözkonusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir”.

Kararın 59 ve 60. paragraflarında ortaya koyulan işbu gerekçeye katıldığımızı, AYM’nin hak ihlali tespiti neticesinde verdiği “yeniden yargılama” usulü tatbik edilir iken, derece mahkemelerinin önceki kararının kaldırılması hususunda takdir yetkisi bulunmadığını yinelemek isteriz.

Ancak tartışmaya konu husus, hak ihlalinin tespiti ile birlikte, 6216 sayılı Kanunda öngörülen ikili usulün hatalı ve Kanuna aykırı tatbiki olmuştur. Somut olayda, başvurucunun yalnızca ihlalin tespiti ile ödediği miktar kadar manevi tazminat talebinde bulunduğu, yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmadığı anlaşılmaktadır[7]. Bu şartlarda AYM Genel Kurulu, ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesi için “yeniden yargılama” yapılmasının, ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermeyeceğine, üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte, başvurucunun muhatap olduğu yargısal sürecin devam edeceğine, bu nedenle “eski hale getirme” kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için, yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir[8].

Esasında AYM Genel Kurulu’nun ortaya koyduğu gerekçede; diğer başvurulardan farklı olarak, “doğmuş zararlar” için değil, yeniden yargılama sürecinde “doğacak zararlar” için tazminata hükmedildiği görülmektedir. Tazminata ilişkin kararlarda, ihlale konu eylem sebebiyle, başvuru anına kadar uğranılan zararların telafisi gözetildiği halde; işbu Genel Kurul kararıyla birlikte, “yeniden yargılama” sürecinde ortaya çıkabilecek olası yeni zararlar için de tazminata hükmedildiği, bu usulün diğer hak ihlali kararlarında benimsenen “doğmuş zarar” kıstasından farklı olduğu, yenide yargılama sürecinde “doğması muhtemel zarar” kriterini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Özü itibariyle; yeniden yargılama kararı verildiği takdirde, yargılama faaliyeti yeniden başlayacağı için, bu hususun yargı sürecinin muhatabı olan başvurucuya ek külfet yükleyeceği açıktır. İşbu kabulün; birey hak ve hürriyetleri lehine olduğu, makul sürede yargılanma hakkının bir uzantısı olarak, yeniden yargılama sürecinin ihlale konu mahkeme kararı sebebiyle, başvurucunun mağduriyetini devam ettireceği, ihlalin sonuçlarının tümüyle ortadan kaldırılması için, ihlalin giderilmesi safhasında da, birey hak ve hürriyetlerinin korunması gerektiği tartışmasızdır.

Belirtmeliyiz ki; mantığı kendisine göre doğru olan, fakat hukukta karşılığı olmayan “doğacak zarar” kavramına varabilecek bu tür bir uygulama elbette isabetli değildir ve müessese olarak hukukta karşılığı yoktur. Olası veya olacakla ilgili hukukun öngördüğü yegane usul tedbirdir. İlgili; ancak bir tedbiri ihlal ettiğinde veya kuralı ihlal edip zarara sebebiyet verdiğinde bunun sonuçlarına muhatap edilebilir.

İşbu Genel Kurul kararının akabinde Anayasa Mahkemesi; 6216 sayılı Kanun m.50/2’de öngörülmeyen bu usulü, Elif Aydın Dost[9] ve Kemal Kılıçdaroğlu (3)[10] başvurularında da benimsemiş ve ihlal tespiti ile birlikte hem yargılamanın yenilenmesine ve hem de başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

“Eski hale getirme” kuralı kapsamında benimsenen işbu gerekçenin, temel hak ve hürriyetleri ihlal edilen bireyler lehine bir güvence teşkil ettiği kuşkusuzdur. Bununla birlikte AYM Genel Kurulu’nun, 6216 sayılı Kanunda öngörülen mevcut düzenlemeyi içtihat yoluyla aşamayacağını, yargılamanın yenilenmesi ile birlikte tazminata hükmedilebilmesi için, öncelikle kanuni değişikliğe ihtiyaç olduğunu, Kanunda öngörülmeyen bir usulün tatbikinin Anayasaya ve normlar hiyerarşisine aykırı olduğunu belirtmek isteriz.

Sonuç itibariyle; 6216 sayılı Kanun m.50/2’ye göre, yargılamanın yenilenmesi ile birlikte maddi ve/veya manevi tazminata hükmedilemeyeceği, Anayasa m.148’de bu konuda hüküm olmadığı ve yasal düzenlemeye gönderme yapıldığı dikkate alındığında, Anayasa m.138/1 uyarınca Anayasa ve kanunlarla bağlı olan yüksek mahkeme üyeleri, yasal düzenlemede değişiklik yapılmadıkça, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasını başka türlü uygulayamaz.

.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Nilüfer Yenice

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

-----------------------------

[1] Lesnik/Slovakya (Dördüncü Bölüm), Başvuru No: 35640/97, İHAM 2003-IV, p.53.

[2] Kararın 50. paragrafının dördüncü cümlesi.

[3] Cihan Yeşil, B. No: 2013/8635, 06.05.2015, p.70 ve 71.

[4] Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir”.

[6] Mehmet Doğan, B. No: 2014/8875, 07.06.2018, p.55.

[7] Mehmet Doğan, B. No: 2014/8875, 07.06.2018, p.61.

[8] Mehmet Doğan, B. No: 2014/8875, 07.06.2018, p.64.

[9] Elif Aydın Dost, B. No: 2014/19954, 12.06.2018, p.72 ve 73.

[10] Kemal Kılıçdaroğlu (3), B. No: 2015/1220, 18.07.2018, p.81.