“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır”.

Açılım, barış, birlik ve beraberlik süreci adlarıyla başlayan, yıllardır akan kanın durdurulmasına sevinme aşaması, maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını ve kuruluş felsefesini ciddi şekilde tehdit etmeye başlamıştır.

Sözde kişi hak ve hürriyetlerinin iyileştirilmesi isteğine bağlanıp, sonuna kadar milliyetçilik ve ırkçılıkla donatılmış cüretkar davranışlar, bugün itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Ülkenin bir bölgesinde söz sahibi olup olmadığını sorgulayabilme safhasına gelmiştir.

Kamu otoritesi, bu düşünceyi ciddiye almayıp, soğukkanlılığın korunup çözüm sürecine zarar verilmemesi gerektiğini söylese de, kendisini bu Ülke ve Devletten görmeyip, insanına ve malvarlığına zarar vermek suretiyle provokatif her türlü eylemi icra edenlerin maksatlarının, özerklik, devletleşme, bağımsızlık, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını bozmak pahasına ayrışmak olduğu görülmektedir.

Kimse duymak istemeyip umursamaz görünse de, kendilerini milliyetçiliğin sözcüsü ve yetkilisi görenlerin hep bir ağızdan söyledikleri şudur; Türkiye Cumhuriyeti topraklarını da kapsayacak şekilde bir başka devletin kurulması ve buna da Türkiye Cumhuriyeti’nin yol vermek zorunda olduğudur. Açıkça dile getirmeseler de, dayanaklarını silahtan ve uluslararası güçten aldıklarını ima etmektedirler.

Bu istek ve maksat, “her halk kendi kaderini tayin etmek hakkına sahiptir” şeklinde tanımlanan “self determinasyon” yöntemi ile Türkiye Cumhuriyeti’ne dayatılacaktır. Bir de kendilerine güvence sağlayacak uluslararası güç bulduklarında, adına kibarca “kalkışma” denilen esasında Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinde “Devletin birliğini ve Ülkenin bütünlüğünü bozmak” olarak tanımlanan ve karşılığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olan suçu işleyip sonuca ulaşmaya çalışacaklardır.
Ayrılıkçıların, bazılarının iddia ettiğinin tersine kişi hak ve hürriyetleri ile bir sorunu yoktur. Onlar; Ülkenin çoğunluğunu da düşünmemektedirler, ajandalarında ve yanlarında kendilerinden olmayana ve hatta eleştirene de söz hakkı tanımazlar. Yegane talep, yıllardır savaşını verdiklerini ileri sürdükleri bağımsız devlete kavuşmaktır.
   
Bu yazı, maddi vakıadan kopuk, gerçekleri gözardı eden ve meseleyi duygusal temelli bakan bir anlayışla kaleme alınmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, kişi hak ve hürriyetleri konusunda, kuzeyi, güneyi, doğusu ve batısıyla acı çekmiştir. Ancak bu acıya duyarlı olup sorunları çözelim derken, üniter yapıyı bozup Ülkeyi bölmek, ötekileşmek, ayrışmak, aynı dili konuşup birbirini anlamaktan uzaklaşmak, Türkiye Cumhuriyeti Bayrağına bez parçası muamelesi yapmak, bayrağı küçümsemek, Devleti itibarsızlaştırıp güçsüz duruma düşürmek, Devlet ve millete düşmanlaşmak, organize şekilde işlenen suçlara gözyummak amaçlanmamalıdır.

Herkesin yemini ve vatandaşlığın ödevi, Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğini, beraberliğini ve bütünlüğünü korumayı kapsar. Mesele vatan olduğunda, hiçbir konu tartışmaya açılamaz. İndirilen bayrak gözardı edilemez.

Gelinen noktanın çok tehlikeli olduğu, insanların ümitsizliğe kapıldığı, kamu kudreti kullanıcısı Devletin, hukuku ve üniter yapıyı koruması gerektiği tartışmasızdır. Devlet, güçlü olmak, hukuk kurallarını uygulamak, vatanı ve milleti için ayakta kalmak zorundadır. Esasında bu sorumluluk herkese aittir ve atalarımızın bize emanetidir.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tümü için kişi hak ve hürriyetlerinin korunup geliştirilmesi, “eşitlik” ve “adalet” ilkelerinin bu anlayışın ayrılmaz parçaları olduğu tartışmasızdır. Ancak “taviz” olarak algılanıp, bunun da cebir-şiddet ve tehdit karşılığında kazanıldığını, bu yöntemin kullanılması suretiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını bozmayı hedefleyenlere karşı kamu kudreti kullanıcısı Devletin sessiz kalması düşünülemez.

Bayrağına veya sancağına tecavüz eden kişiye karşı askerin tepkisiz kalmayacağını herkes bilir. Bu tepkisizliğin sebebini basit bir görevi ihmal olarak görmek mümkün değildir. Gelinen süreçte sebepleri iyi araştırmak, bu tepkisizliğe ve çekingenliğe neyin yol açtığını tespit edip ona göre hareket etmek gerekir.

Kamu otoritesinde yaşanan tereddüt ve endişe, Devleti ve hukuk kurallarını tanımak istemeyen, kaos ve teröre destek vermek suretiyle sonu muamma olan amacı destekleyenleri cesaretlendirmektedir. Kamu otoritesi, Ülkede yaşanan barış ve güvenlik sorununu iyiniyetli ve soğukkanlı şekilde çözmeyi şüphesiz hedeflemelidir. Ancak bu yöntem, cadde ve sokakları savaş alanına çevirmek suretiyle suç işleyenlere dur demeyi ve hukukun gereğini yapmanın önüne geçmemelidir.

Son söz; dünyaya ve komşularımıza baktığımızda, devletin güçsüzleşmesinin maliyetlerini ve bunun nelere mal olabileceğini kolaylıkla anlayabiliriz. Bu örneklerden ders çıkarmak, güçlü olmak ve kalmak zorundayız. Aksi halde, çekilecek acı ve nesillerimize yansıyacak bedel çok ağır olabilir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)