Polis devletinde, sosyal düzen kurallarının hukukun evrensel ilke ve esasları ile bağdaştırmak mümkün değildir, kural ve uygulamada keyfilik olur, hukukilik denetimi ya yoktur ya da yanlıdır. “Hukuk devleti” ise, bu tanımın tam tersidir.
 
Yeni düzende, bilim ve tekniğin sağladığı nimetlerle sadece kişi hak ve hürriyetleri değil, devletler de ciddi risk altına girmiş gözükmektedir. Silahın ve enerjinin yerini iletişim ve bilişim tekniklerinin alması ile birlikte, bu tekniklere hükmeden ve bu teknikleri kullanan devletler ile bu devletlerin koruma kalkanından faydalanan şirketler, iletişim ve bilişim tekniklerinin sağladığı her türlü nimetten hiçbir külfet üstlenmeksizin yararlanmaktadır.
 
Sözde bağımsız şirketler olsa dahi bazı devletlerin kontrol gücü, bir yandan bu teknikleri insan hizmetine sunarken, diğer yandan da bu teknikler vasıtasıyla diğer devletler ve kişiler üzerinde sınırsız bir takip, denetim ve izleme imkanına yol açmaktadır. Bu sınırsızlık öyle hal almıştır ki, artık insanlar sokakta, evde ve işyerlerinde bile rahat edemez, konuşamaz ve üretim yapamaz hale getirilmişlerdir. Bundan öte, tüm kamu görevlileri ve üst düzey yöneticilerinin her türlü davranış ve tasarrufu, ya takip edilebilir olmuş ya da takip edilme hissinin oluşmasına elverişli hale gelmiştir. Bilim ve tekniği elinde tutan devletler ve firmalar ise, kendilerini korumak için geliştirdikleri tekniklerin düşük düzeylerini bu tekniğe sahip olmayan ve korku ile yaşayan devletlere ve kişilere satarak servetlerine servet katmanın hesabını yapmaktadırlar.
 
Kapitalist düzende bu anlayış belki olağan karşılanabilir. Ya güce, bilim ve tekniğe sahip olacaksın ya da satın alıp tüketeceksin. Elbette neyi satarlarsa onları almakla mahkumsun. Doğrusu, elbette bilim ve tekniğe ayak uydurmak, üretmek ve o ürünlere sahip olmaktır. Aksi halde, her açıdan güçsüz olmaya ve sadece laf üretip tüketmeye devam edersin.
 
Ülkenin, Milletin, kişi hak ve hürriyetlerinin koruyuculuğuna soyunan, güvenlik ve adalet konularında herkese sayısız taahhütler veren Devlet, gerek kendisi ve gerekse vatandaşları açısından ciddi hayal kırıklığı yaşamaktadır.
 
Telefon ve ortam dinleme konusunda herkes “hasta” vaziyete geldi. Sürekli takip edildiğini düşünenler, teknik araçlarla izlemenin faydalarını savunanlar, konuşmaları “olmuş” gibi değerlendirip, kendisine karşı gördüğü insanlara ait konuşmalar üzerinden ezici, yok edici veya en azından yıpratıcı değerlendirmeler yapanlar, kutuplaşanlar, kendilerini çaresiz hissedenler, Devlete güvenmeyenler, nerede ise telefon ile konuşmayı bırakan ya da bu konuda üç maymunu oynayanlar, kısaca toplumda ne ararsan var. Son zamanlarda yaşadığımız konular bunlar. Hafiyecilik, sınırsız teknik takip ve taahhüt edildiği halde korunmayan insan hak ve hürriyetleri ile Devletin güvenliği ciddi tehdit altında gözükmektedir.
 
Kimse, “ne var canım bunda, her şey ortaya çıksın” diyemez. Öyle tehlikeli bir noktaya geldik ki, nerede ise hiç kimsenin özeli kalmadı, bilhassa da ulusal güvenlikten sorumlu Devlet yönetimi ciddi tehdit altına girdi. Kimse de, bu tür uygulamaların suçun örtülmesini engellemek amacıyla yapıldığını söylemesin.
 
Kamu kudreti kullanıcısı Devlet, ya çaresiz kaldığını itiraf etmeli ya da kişi hak ve hürriyetleri ile Ülkenin güvenliğini koruyan insanların sadece konuşmalarla suçlanmasının yanlışlığını gösteren kural ve uygulamaları herkese göstermelidir. Devlet, haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelere sessiz kalırsa, polis devleti anlayışı hakim olur ve insanlar artık, George Orwell’in “1984” adlı eserinde geçen düzeni 21. yüzyılın ikinci on yılının Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamaya mahkum edilir. “Hukuk devleti” tereddütsüz ayağa kalkmalıdır. Devlet önce kişi hak ve hürriyetleri ve beraberinde de ulusal güvenliği korumaya yönelik her türlü tedbiri almalı, haberleşme hürriyetini ihlal edip, insanların düşünce açıklamaları ve konuşmaları üzerinden suçlanıp zor duruma düşürülmesini hedefleyenleri bulup adalet önüne çıkarmalıdır.
 
Devlet, kişi hak ve hürriyetleri ile Ülke güvenliğinin sahipsiz olmadığını göstermelidir. Hukuk kuralları, kişi hak ve hürriyetlerini korumak için vardır. Devlet; kişi hak ve hürriyetlerini korurken, Anayasa ve yasalarla çerçevesi çizilmiş nedenler dışında kişilerin takibine izin vermemeli, hukuka aykırı teknik takibi önlemeli, faillerinin yakalanıp cezalandırılmasını sağlayarak, maddi hakikate ve adalete ulaşıldığını herkese göstermelidir.
 
Devlet, kamu kudretini kullanma yetkisini bireylerden ve toplumdan alan meşru bir güçtür. Hiçbir gerekçe, ulusal güvenliği zayıflatacak, tehlikeye düşürecek veya zarara uğratacak faaliyetlere izin verilmesinin yolunu açamaz. Bu engel, devleti yönetenlerin denetimsiz bırakılması anlamına gelmez. Devleti zayıf düşüren, bireyleri güvencesiz bırakan, “polis devleti” anlayışına hizmet eden kural ve uygulamalar yanlış olduğu kadar, bir hukuk devletinde kamu yöneticilerinin keyfi ve denetimden uzak davranışlarına da elbette göz yumulması da yanlıştır. Hiçbir sınırlama, kişi hak ve hürriyetlerinin özünü zedeleyip, güvencesiz yaşam alanlarının oluşturulması ve ulusal güvenliğin sahipsiz bırakılması amacına da uygun görülüp savunulamaz.
 
Kamu yararı ile birey yararı arasında ince bir çizgi ve denge vardır. Bu çizgi iyi çizilmeli ve denge iyi korunmalıdır.
 
Artık Türkiye; başta haberleşme hürriyeti olmak üzere, özel hayatın gizliliği ve korunması hakkı ile ulusal güvenliğin konusunda yıllardır yaşadığı zafiyete son verecek idari ve adli tedbirleri almalıdır. Usulsüz dinlenip, takip edildiğini düşünen, bu konu ile ilgili adı basına yansıyan herkes, ilgili cumhuriyet başsavcılığına başvurarak, çekinmeden hak arama hürriyetini kullanmalı, şüphelendiği hukuksuzluğun hesabını sorabilmelidir. İşte bu noktada Devlet, kişi hak ve hürriyetlerinin, ulusal güvenliğin korunması kapsamında etkin şekilde yürüteceği soruşturmalar ile maddi hakikate ve adalete ulaşıp, Ülke, Millet ve bireylerin sahipsiz ve değersiz olmadıklarını göstermelidir.
 
Son söz; kanaatimizce Türkiye'nin en büyük sorunu, "demokrasi" ve "hukuk devleti" ilkelerinin henüz yerleşmemiş, özleri benimsenmemiş ve hazmedilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Gerisi maalesef süslü sözler olarak kalıyor. Herkes güzel konuşuyor, fakat iş icraata geldiğinde olması gerekenler yapılmıyor. Bu durum Türkiye'nin kaderi oldu. Elbette her iddia araştırılmalı, araştırılırken de usule uygun hareket edilmelidir. Kural, yetki ve yetkinin kullanılması, müspet ve menfi anlamda kişi ve olaya özel olmamalı. Çünkü eşitlik ve adalet mülkün temelidir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)