İnternet kullanımının her geçen gün arttığı, mesleki, ticari, ailevi ve özel yaşamla ilgili birçok bilginin sanal ortamda herkese açık veya kısıtlı şekilde paylaşıldığı, ifade ve haberleşme hürriyetlerinin bir vasıtası olarak internetin ön plana çıktığı ve çıkmaya da devam edeceği tartışmasızdır.

Bilim ve tekniğin önüne geçilemez. Elbette her nimetin bir külfeti de olacaktır. Bu sebeple, hukuk kuralları ile düzeni sağlamak, bu düzen sayesinde de kişi hak ve hürriyetlerini korumak kaçınılmazdır. Bunun aksi de düşünülemez, yani sınırsız serbestliğin olduğu, herkes tarafından kişi hak ve hürriyetlerinin istenildiği şekilde kullanıldığı bir yaşam biçimi yoktur. Çünkü böyle bir yaşam biçimine kaos ve anarşi hakim olur, tam tersine kişi hak ve hürriyetlerinin özü zedelenir.

İnternet yoluyla; hakaret, dolandırıcılık, tehdit, şantaj, suçu ve suçluyu övme, suça tahrik, bölücülük, cinsel taciz, sahtecilik, tefecilik, casusluk, Devletin güvenliğine karşı suçlar, terör suçları, özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar, kişilere karşı suçlara azmettirme suçları başta olmak üzere birçok suçun işlenebilmesi ve işletilebilmesi, suça yardım edilebilmesi mümkündür.

Kanunların suç saydığı eylemlerin takipsiz bırakılması, faillerine ulaşılmaması ve delillerin toplanmaması, sırf internet kullanıldığı için maddi hakikate ve adalete ulaşılmaması düşünülemez. Bu tür bir düşünce abesle iştigalden ibarettir.

Devlet; işlendiği iddia edilen suça, faillerine ve delillerine ulaşmak, maddi hakikatin ortaya çıkarılmasına ve adalete ulaşılmasına yardımcı olmak zorundadır. Bir suçun internet ortamında işlendiğinden bahisle takipsiz bırakılması; başta Devletin acziyetine sebebiyet verebileceği gibi, gerçeklerin karanlıkta kalmasına, soruşturmanın etkin yürütülememesine ve hak arama hürriyetinin gereği gibi kullanılamamasına yol açacaktır.

İnternet ve internette faaliyet gösteren sitelerin birçoğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kontrolünde değildir. Adından anlaşılacağı üzere internet; uluslararası boyutta faaliyet gösteren, inanılmaz gelişme kaydeden bir ağ olup, bu alana hakim devletlerin denetimi altındadır. İnternet Hukukunun gelişmesi, hukuk kurallarına bağlanması, bu yolla işlenen suçların ve faillerinin ortaya çıkarabilmesi için, çok taraflı uluslararası sözleşmelere ve buna uygun iç hukuk düzenlemelerine ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Ancak bunların hazırlanma süreci tamamlanıncaya kadar duyarsız kalmak, iç hukukta internete düzenleme getirmemek ve internette işlenen suçları takipsiz bırakmak doğru değildir, en önemlisi de Devletin sorumluluğunu gündeme getirir. İç hukukta internetle ilgili 5651 sayılı Kanunun ve “e-ticaret” adı altında 6563 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu bilinmektedir. Ancak bunların yürürlükte olması, Türk Ceza Kanunu’nun “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” başlıklı 20/2, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Tüzel kişilerin sorumluluğu” başlıklı 43/A, “Tüzel kişilerin bildirim yükümlülüğü” başlıklı 43/B ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bilgi isteme” başlıklı 332. maddelerinin öngördüğü gereklerin yerine getirilmesi için yeterli olamamaktadır. Uluslararası alanda da; internet yoluyla işlenen suçların takibi, faillerin ortaya çıkarılıp delillerin toplanması, yargılama ve infaz konularında bir mutabakat olmadığından, merkezi Türkiye’de bulunmayan ve temsilcilik de açmayıp yurtdışından faaliyetlerini sürdüren internet şirketlerinden bilgi alabilmek, maddi hakikati araştırıp delil elde edebilmek ve sorumlulukları yoluna gidebilmek mümkün değildir. Çünkü gelişen bilim-teknik karşısında, devletlerin kamu kudretini kullandıkları ülkelerinin dışından kaynaklanan, yer itibariyle denetim ve otoritelerinin kapsamına girmeyen faaliyetlere karşı çaresizlik ortaya çıkmıştır. Hangi ceza veya ceza yargılaması kanununu düzenlerseniz düzenleyin, bunların tatbikinin imkansızlaştığını ve tümü ile o yabancı internet şirketinin insafına veya o şirketin bulunduğu yere hakim devletin takdir ve değerlendirmesine kaldığını görmektesiniz.

CMK m.332’ye göre;

“(1) Suçların soruşturma ve kovuşturması sırasında cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme tarafından yazılı olarak istenilen bilgilere on gün içinde cevap verilmesi zorunludur. Eğer bu süre içinde istenen bilgilerin verilmesi imkansız ise, sebebi ve en geç hangi tarihte cevap verilebileceği aynı süre içinde bildirilir.

(2) Bilgi istenen yazıda yukarıdaki fıkra hükmü ile buna aykırı hareket etmenin Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesine aykırılık oluşturabileceği yazılır. Bu durumda haklarında kamu davasının açılması, izin veya karar alınmasına bağlı bulunan kişiler hakkında, yasama dokunulmazlığı saklı kalmak üzere, doğrudan soruşturma yapılır”.

Haydi bakalım, bu emredici hükmü Türkiye’de varlıkları bulunmayan Facebook ve Twitter şirketlerine uygulasınlar da görelim. Bir düzenin devam ettiği, düzenin düzen için değil, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması için olduğunun kabul edildiği, buna göre herkesin Anayasa ve kanunlarda tanımlanmış haklara sahip olup yükümlülükler altına girdiği bir sistemde olağan olan; emir ve yasaklara uymayan, hakkını kötüye kullanan veya yükümlülüklerini yerine getirmeyen kim olursa olsun yaptırımlara tabi tutulmasıdır. Peki, emredici kuralları ihlal edenlere bu yaptırımların tatbiki teknik olarak mümkün değilse ve mümkün hale getirilmesi için de bir çaba sarf edilmemekte veya sonuç alınamamakta ise, kamu otoritesine, başta devletin üzerine düşen yükümlülük ne olmalıdır? Buna sessiz ve seyirci mi kalmak, yoksa kendisi de dahil olmak üzere herkesin uymayı taahhüt ettiği uymadığında da yaptırımlarına razı olduğu Anayasa ve kanunların gereğini yerine getirmek midir? Kanaatimizce bu soru ve cevabı iyi düşünülmelidir. Hukuk ve kanun medeniyettir. Medeniyetin gereği, hukuk kurallarının tatbikinden geçer. Yürürlükte olan kurallar kağıt üzerinde tutulup kısmen veya tamamen uygulanmadığında, hukuka ve adalete olan toplumsal inancı sağlayamazsınız. Bu halde, ya o kanunu yürürlükten kaldıracaksınız veya ihtiyaçsa gereğini yapacaksınız.

Türk Hukuku’nda geçerli olan ve ceza öngören bilgi isteme hükmü, yukarıda gösterildiği şekilde kaleme alınmıştır. Şimdi bu bilgi isteme maddesine rağmen, Türkiye’de merkezi, şubesi veya temsilciliği dahi bulunmayan Facebook ve Twitter adlı şirketlere karşı ne yapılabilecektir? Hangi cebri kuvvetle ve yaptırım desteğiyle, Türkiye’de geçerli olan ceza kanunlarından birisinin ihlal edildiği iddiasına karşı faile ve delillere ulaşmak amacıyla bu şirketlerden nasıl bilgi alınabilecek, delil toplanabilecek veya bu şirketler vasıta olarak kullanılarak işlenen suçların önüne geçilebilecektir? Yegane yol, ki o da ilkel bir yöntem olarak gözükmektedir, Facebook ve Twitter’ı erişime kapatmak olarak gösterilmektedir. Bu doğru mudur? Hayır, değildir. Başta “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi olmak üzere, ifade ve haberleşme hürriyetleri yönünden bu tür bir yöntemin eleştirildiği ve hukuka uygun görülmediği bilinmektedir.

O halde ne yapmak gerekir? Bir taraftan kişilerin ve Devletin hukuki yararlarını korumak amacıyla çıkarılan ceza ve ceza yargılaması kanunları yürürlükte olacak, diğer taraftan da bunların ihlal edildiği iddiaları karşısında yardımcı olmayan, faillerin IP adreslerini vermeyen, hiçbir yaptırıma tabi olmayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin hakimiyeti ve denetimi altında bulunmayan yabancı internet siteleri faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Bu sorumluluk; elbette Özel Hukuk, İdare Hukuku ve Vergi Hukuku başta olmak üzere diğer hukuk alanları için de gündeme gelebilecektir, fakat bu alanlardan ziyade esas boşluğun Ceza Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukuku açısından ciddi seviyelere ulaştığını belirtmek isteriz.

İnternet üzerinden hakarete uğradığını, dolandırıldığını, tehdit edildiğini veya şantaja uğradığını ve mağdur olduğunu söyleyen kişi şikayette bulunduğunda, ya bu eylemler “troll” yöntemi kullanmak suretiyle yapılmışsa bir başka kişinin başı derde girecek veya internet ortamında fail olarak gözüken kişi bu eylemi icra edenin kendisi olmadığını söyleyecek veya internet kullanıcısının ismi yazılı olmadığı için kimliğine ulaşılamayacak veya ilgili site, kullanıcı veya bilgileri Türkiye’de olmayacak veya Türkiye üzerinden ulaşılamayacak. Tüm bu durumlarda cumhuriyet savcılarının ve kolluğun çaresiz kaldığı, faillerin IP adreslerine ve kimlik bilgilerine ulaşamadığı, Türkiye’de merkezi, şubesi veya yetkili temsilciliği bulunmayan internet şirketlerinden bilgi alınamadığı, internet şirketinin bulunduğu devletin bilgi verme ve adli yardım konusunda isteksiz davrandığı, soruşturmanın karanlıkta kaldığı, açılan birçok davada ise “troll” yöntemi kullanıldığına dair savunmanın yapılıp interneti kullandığı gözüken kişi tarafından iddianın kabul edilmediği ve sonuçta, ya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların veya beraat kararlarının verildiği bir gerçektir.

Türk adli makamlarının, suça konu eylemin faili ve delilleri hakkında bilgi vermeyen, talepleri reddeden internet firmaları ve yetkilileri hakkında çaresiz kaldığı, bu durumun soruşturmanın etkinliğini kırdığı, hak arama hürriyetinin özünü zedelediği, maddi hakikate ve adalete ulaşılmasını da engellediği bilinmektedir. Burada mesele, internet yoluyla ifade ve haberleşme hürriyetlerinin engellenmesi, kısıtlanması veya zayıflatılması değildir. Mesele, internet yoluyla işlendiği iddia edilen suçlara, faillerine ve delillerine ulaşmak, mağduru ve toplum düzenini korumaktır. Bunun dışında hiçbir şekilde; ifade ve haberleşme hürriyetlerinin Devlet denetimine tabi tutulması, baskı altına alınması, yönlendirilmesi ve demokratik hukuk toplum yapısına aykırı şekilde sınırlamalara maruz bırakılması savunulmamaktadır.

İnternet üzerinden işlenen suçların ve faillerinin ortaya çıkarılması konusunda yaşanan sorunları, Facebook ve Twitter şirketlerinin merkez, şube ve yetkili temsilciliklerinin bulunduğu ülkeler çözmüş gözükmektedir. Bu ülkeler; suçu, düzeni ve adaleti ön plana almışlar, bu noktada meselenin ifade ve haberleşme hürriyetleri çerçevesinde ele alınamayacağını, herkesin kanunlara saygılı olması ve uyması gerektiğini, kişi hak ve hürriyetlerinin korunabilmesi için kanunlara saygı ve bağlılığın kaçınılmaz olduğunu, internet şirketlerinin kapsam dışına alınamayacağını, suç işlediği iddia edilen kişi ile ilgili bilgileri paylaşmasının da bir muhbirlik veya sırrı paylaşma olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmektedirler. Burada haklar çatışmasının olduğu, etkin soruşturma, mağdur hakları, toplum düzeni, maddi hakikat ve adalet ile ifade, basın, muhaberat, çalışma ve sözleşme hürriyetlerinin karşı karşıya geldiği, diğer sayılanların özlerinin zedelenmemesi kaydıyla işlendiği iddia olunan suçun ve faillerinin ortaya çıkarılması, adalete ulaşılmasının tercihinde zorunluluk olduğu tartışmasızdır.

WhatsApp, Twitter, Facebook, Tango, Viber gibi site ve programları kullananların kimlik bilgilerinin, bazılarında yazışma ve içeriklerin gizli tutulması, bu bilgilerin gerektiğinde kamu otoritesi ve yargı erki ile dahi paylaşılmaması, esasında tümü ile bu site ve programların kazandığı para, şirketlerin değeri ve karlılığı ile doğru orantılıdır. Mesele; sadece bilim ve teknikte ileri gidip internet gücünü elinde tutan devletin çıkarları ile sınırlı olmayıp, site ve programların müşterilerine sundukları güvenden doğan değer ve karlılıktır. Kullanıcıların kimlik bilgilerinin ve içeriklerin kamu otoritesi ve yargı erkine verildiği bilgisinin sızdığı her durumda, bu firmaların değerlerini ve karlılıklarını kaybedecekleri bir gerçektir.

Sonuç olarak; “eşitlik” ilkesini dikkate almak suretiyle internet sitelerinin sorumlulukları ve bilgi paylaşma yükümlülükleri yoluna gidilebilmesini yalnızca Türkiye’de faaliyet gösteren, merkezi, şubesi veya temsilciliği Türkiye’de bulunan, yasal sorumluluklardan kaçmayan, Anayasa ve kanuni dayanağı olmak kaydıyla bilgileri paylaşan internet firmaları ile sınırlamamak, Facebook, Twitter gibi Türk Hukuku’nun gereklerini yerine getirmeyen, bilgi paylaşmayan, bunun için kendisine göre bahaneler üreten, maddi hakikati ve adaleti karanlıkta bırakan, ifade, basın ve haberleşme hürriyetlerini her konuda bir zırh olarak ön plana koyan, hatta kendi bulunduğu ülkenin kurallarına tabi olduğunu söyleyen firmaların, Türkiye’de şube veya yetkili temsilcilik açma konusunda zorlanmaları, kanunların öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmelerinin sağlanması elzemdir. Aksi halde; işlendiği iddia edilen suçlara karşı mağdurları çaresiz ve korumasız bırakan, faile ve bazı durumlarda somut delile ulaşılamadığı için kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya delil yetersizliğinden verilen beraat kararlarının külfeti Devlete yüklenecektir.

İfade, basın ve haberleşme hürriyetlerine yapılan baskıların, yukarıda yer verdiğimiz sorunun çözümü sonrasında daha da artacağı, suça karışan kişilerin bulunması amacıyla internet sitelerinin yardımcı olmalarında düşünülen fayda yanında, diğer tarafta internet şirketlerinin bağımsızlıklarının zedelenmesi, denetime tabi tutulmaları yolu ile baskı altına alınmalarının kaçınılmaz olacağı, bundan da ifade, basın ve haberleşme hürriyetlerini kullananların mağdur edileceği ileri sürülebilir. Ancak yazımızda işaret ettiğimiz gerçeğin, bu eleştiriden dolayı görmezden gelinmesi, suça ve suçu işleyene ulaşılmasına ket vurulması da doğru değildir.

Bir diğer çözüm ise, Birleşmiş Milletler Teşkilatı bünyesinde hazırlanıp akdedilecek bağlayıcı uluslararası bir sözleşme ile bulunabilir. Buna göre her devlet; kendi kanunlarına tabi olarak kurulan veya kendi ülkesinde faaliyet gösteren internet şirketlerinin sınırları sözleşme ile belirlenen hususlarda sözleşmeye taraf olan bir diğer devletin talep ettiği bilgiyi paylaşabilir ve sözleşme hükümleri gereğince internet şirketlerinin denetimini yapabilir. Bu konuda uluslararası alanda varılacak mutabakat, hem sorunun köklü çözümü ve hem de kurallarda yeknesaklığın sağlanmasına yardımcı olacaktır.



Kaynak: haber7.com